Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye > Kıssadan Hisse

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
vefa, öyküsü

Bir Vefâ Öyküsü

Eski 08-05-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bir Vefâ Öyküsü



Güneşin ilk ışıklarında saklıydı belki de çocukların annelerine olan tertemiz duyguları Her çocuk şefkatli kollarında uyanmak ve gönlünce sarılmak isterdi annesine Bu gün de o günlerden farksız geçmeyecek bir gündü Bu gün de, güneş bir kez daha buluşacak en masum bedenlerle ve bir kez daha yetişecekti doktor girmeyen evlere…

Her canlının telaffuz ettiği, kudreti sonsuz varlık, yarattıklarının hiçbirini rızıksız bırakmayacak, kör tavuğun bile ekmeğini-suyunu kendisine ulaştıracaktı Karanlık gecede kara tarlada kara karıncanın nasibini veren O, bugün de herkese bir pay ayırmış olmalıydı Bu O’nun şânındandı, kudretindendi

Öyle ya! Daha şebnemleri kurumayan çiçekler, bahçelerde yaprağa yeni durmuş fidanlar endâmını gizlemiyorlardı Hayat devam ediyor Yeryüzünde sevinçler de yaşanıyor, kederler de…

Vefâ’nın hülyâsı ne olabilirdi ki… Bir çocuk bedeninde yeşeren en taze hayaller, ancak bir oyuncak kadar derin, yahut bir çikolata kadar tatlı veya bir çift kırmızı ayakkabı kadar müstesnâ olabilirdi

Vefâ, hayatın merkezine koymuş kendini ve olanca enerjisiyle sevmişti herşeyi Babasını henüz minik bir kızken kaybetmişti Ama onun için annesi, bir anneden ve hatta bir babadan da öteydi

Vefâ büyüyordu Dünyanın toz pembeliğinden daha hiçbir şey kaybolmamıştı, Vefâ’nın gözünde… Herkesi, kendisi kadar saf ve her insanı, kendisi gibi cana yakın biliyordu Tâ ki, bir gün biricik annesiyle bir ayakkabı mağazasından bir çift kırmızı ayakkabı alana kadar Annesine o kadar çok müteşekkirdi ki, duygularını ifâde edecek kelime yazılmamıştı henüz lügatlere Ne deseydi biricik annesine?! Hangi coğrafyanın hangi kelimesiyle teşekkür etseydi Yüreğinden geldiği gibi sıkı sıkı sarıldı anneciğinin boynuna Gözlerini gözlerine çiviledi âdeta Vefâ için anneciğinin gözlerinden daha derin, daha sıcak ne olabilirdi
“-Çok sağ ol anneciğim Çok sağ ol! Teşekkür ederim sana Bu ayakkabılar çok güzel Çok harikasın anneciğim!

Vefâ oynamak, zıplamak, parklarda çocuklarla koşmak, doyasıya çocuk olmak istiyordu Annesinin bir tanesiydi Gül kokulusu idi Prensesiydi Annesi henüz ayakkabı mağazasından çıkmamıştı ki, Vefâ o çocuk çevikliğiyle bir ân önce yolun karşısındaki parka atmak istiyordu kendisini Annesini beklemeden yola fırlayıverdi

İşte ne olduysa o ân oldu

Vefâ yola düştü Vefâ hayata küstü Vefâ’nın dünyasından yıldızlar kaydı Vefâ’nın gözlerinin feri gitti Vefâ karşıya geçerken dünyası yıkıldı
Bir çığlık koptu Bir canhıraş feryad aldı bütün caddeyi Bütün annelerin yüreği koptu yerinden Annesi elindekileri fırlattı yere Koştu Vefâ’ya Sarıldı Vefâ’sına

“-Vefâ’m! Vefâ’m! Vefâ’m!

Vefâ kanlar içindeydi Ölüm müydü bunun adı? Yok! Yok! Olamazdı

“-Vefâ henüz miniciksin kızım!”

“-Henüz bir çiçeksin!”

“-Henüz doymadım sana, canım Vefâ’m!

Ananın yüreği şimdi bir yangın yeriydi Ateş düştüğü yeri yakardı Ana yüreği dağlandı Karalara bağlandı Vefâ’ya vuran araba çoktan sırra kadem basmıştı Ve Vefâ’nın bedeninden cansız bir çift ayak kopup gitmişti Vefâ’nın bütün yolları kapanmıştı Bütün umutları yok olmuştu Vefâ’nın ayaklarını biçmişti, ona vuran araba

Daha yeni aldığı kırmızı ayakkabıları kıpkırmızı kana bulanmıştı Ayakkabılar, sahibi tarafından daha giyilemeden karşı kaldırıma ulaşmıştı Doyasıya oynayamadan, çimenlerde zıplayıp koşamadan, hem kırmızı ayakkabıları, hem de ayakları gitmişti Vefâ’nın

Anne ne yapsaydı?! Anne nasıl dayansaydı bu acıya! Sabrın hangi çeşmesinden içseydi sabır suyunu da, yüreği kavî olsaydı

Hastaneye götürüldü Doktorlar muâyeneden sonra Vefâ’nın ölüm kağıdını yazdılar Vefâ’nın annesinin gözünde doktorların yüreği taş olmuştu sanki… İçinden:

“-Zâten ateş düştüğü yakar!” dedi

Sanki bir Vefâ değil, bin Vefâ olsaydı kanla bulanmış ellerinde başkasının umrunda mı olurdu?! Sadece “vah yazık, geçmiş olsun, rahmet eylesin!” Ötesi? Dünyada bir Vefâ eksik olmuş, fazla olmuş, onlar için ne farkeder ki… Ancak anneler, yüreklerine siyah taşlar bağlasınlar, ağlayıp yaksınlar yüreklerini… Ölenin derdini ancak onu doğuran bilirdi lâyıkıyla!

Bir ara doktorlardan birinin içi cız etti Eğildi kalbini tekrar dinledi Vefâ’nın! Kalbini yaşatanın verdiği firâsetle Gözleri parladı Rengi değişti Dudakları gülümsedi Ve ve:

“-Bu yaşıyor!” dedi “Ölmemiş!

“-Vefâ yaşıyor, Vefâ hayatta!” dedi

Anne sanki yeniden dirildi Annenin yüzü dünyaya yeniden güldü Anne yeniden şükretti, Vefâ’sını verene

Evet Vefâ’nın ömür çizgisi henüz son bulmamıştı Kaderini çizen, ona ummanından bir katreyi daha lutfetmişti… Ve kader kaleminin sesi sanki:
“-Vefâ sen yaşa! Sen yaşa ki, bütün vefâlar yaşasın Sen yaşa! Sen sabra sarıl Tevekkül et Biz sevdiğimiz kulları böyle zaman zaman imtihan ederiz Sen ümidini yitirme ki, Biz sana yeniden nice sevinç veririz Senin kaybettiğin kırmızı ayakkabıların yerine, sana altın yürekli insanlar hediye ederiz!” diyordu

Vefâ büyüdü Dizden aşağısı yoktu Ama damarlarında akan deli kan, o kadar sıcak, o kadar dolu dolu akıyordu ki, Vefâ’nın hayalleri hiç yarım kalmadı! Hayata sımsıkı sarıldı Kendisini başkalarından hiç eksik görmedi

Doktorlar toplandılar:

“-Vefâ’nın ayaklarına protez takalım” dediler

“-Ama bunların üzerine fazla yüklenmemelisin Değneklerle gezmelisin!” demeyi de ihmâl etmediler

Vefâ protez taktırdı Ayakları vardı artık, plâstikten de olsa! Ama doktorların tenbihini tutmadı Değnekleri hiç kullanmadı İnsanların kendisine sakat demesini istemiyordu Herkes gibi yürüdü, ayaklarında protezlerle Hâlini fark ettirmemeye çalıştı Acısını içine gömdü
Aradan yıllar geçiyordu Takılan protezler, Vefâ’nın dizlerindeki damarları kurutuyordu Ancak kalbindeki hevesleri ve hırsı kurutamıyordu Bu protezlerin değişmesi, yerine yenilerinin yapılması gerekiyordu Yoksa Vefâ, bacaklarının kalan kısmını da kaybedecekti

Bir güneş doğuyordu yine Bu güneş, kim bilir hangi öksüzü sevindirecek, hangi yetime umut olacak, hangi nâçâra (çâresize) çâre olacaktı?! Kim bilir?

Yeryüzünde ’ın adının anıldığı yerler çoğaldıkça mazlûmların sevinci de artıyordu, bir kat daha Her “ALLAH” denildiğinde kuvvet geliyordu, saf ve hâlis bir kalple îman etmiş olanlara!

Vefâ artık tefekkürün ne demek olduğunu iyi bilen bir kızdı Hamdin, şükrün, sabrın, tevekkülün her türlüsünü yaşayarak biliyordu Daha minicikken ayaklarını alan, elbet birgün karşısına bir talih kuşu çıkaracak ve yüzünü güldürecekti

Duydu ki, Bakü’de kızlar için dînî eğitim veren bir okul açılmış Bu okulun tek gâyesi İslâm’ı bilen, imanlı hanımlar yetiştirmekmiş Vefâ’nın gözlerine ışık geldi Sevindi Annesine:

“-Anacığım!” dedi “Canım annem İzin ver, ben de okuyayım, dînimi öğreneyim Öğrendiklerimi yaşayayım Başkalarına anlatayım!
Anası nasıl kırardı biricik yavrusunu Nasıl incitirdi kuş kalpli bir tanesini

Daha güllerin şebnemleri kurumadan, bir sabah fecirle beraber yola çıktılar Bakü’nün sisli, dumanlı havasını soluyarak geldiler Okulun kapısından içeri girdiler Her zamanki dipdiri sesiyle Vefâ:

“-Ben…” dedi “Okumak, dinimi öğrenmek istiyorum!

Öğretmenler bir arkadaş içtenliğiyle, bir anne şefkatiyle kucakladılar Vefâ’yı

“-Sen bu hâlinle yeter ki, oku Vefâ!” dediler “Biz sana her konuda yardımcı oluruz

Vefâ kanatlandı sanki Uçtu uçtu Bir güvercin gibi

Sevincinden gözyaşları ıslattı yanaklarını Burada kardeşliği öğrendi Candan olmayı öğrendi Hayatı öğrendi… Ancak ayaklarındaki ağrılar gitgide artıyordu Öyle ki, artık yürüyemez olmuştu Tek çâre, ameliyat ve sonrasında protezlerinin değişmesiydi

Birgün okula Türkiye’den misafirler geldiler Okulun binasını gördüler Orada hizmet eden öğretmenleri gördüler Aşkla şevkle okuyan öğrencileri gördüler Sevinçlerine sevinç kattılar Gönüllerine ferahlık geldi:

“-Bunlar buranın gelecekleridir!” dediler “Bunlar buranın en nâdîde insanlarıdır!

Misafirlerin yanına birisi geldi ve yaralı Vefâ’nın durumunu arzetti Vefâ’nın çileli hikâyesini anlattı bir çırpıda Misafirlerin yüreği titredi Gözleri yaşardı Kalbi pır pır uçuyordu, dayanamadı Hüznüne hüzün kattı

“-Gelsin!” dedi “Türkiye’ye gelsin Ne lâzımsa biz yaparız, Allâh’ın izniyle!

Vefâ bu haberi duyunca şükür secdelerine kapandı Duâlarının kabul oluşuna hamdetti Sevindi Sevincinden ağladı Belki de rüyasında görse inanmazdı

Artık o da Türkiye’de, hatta İstanbul’daydı İstanbul’u hep televizyonlarda görmüştü Demek burasıydı İstanbul Demek hülyâlarda olması boşuna değildi

İki ay kaldı İstanbul’da Bütün tedâvîlerini tamamladı Ayaklarına yeni protezler taktırdı Kendisine bu yardımı yapan insanları yollamıştı ona şeyi nasip eden

Bunun karşılığını vermesi lâzımdı Hem kendisine yardım edenlere, hem de bunu nasip edene teşekkürünü bir şekilde bildirmesi lâzımdı Vefâlı olmanın “Vefâ” olmanın gereği buydu Tekrar Azerbaycan’a döndü Hayata gözlerini yeniden açmışçasına Memleketine gitti

Artık bambaşka bir Vefâ’ydı o Kendini bilen Rabbini tanıyan ve yaşamanın asıl maksadının ilâhî rızâ için olması gerektiğine inanan, insanların dertlerine merhem olmanın ne büyük bir fazîlet olduğunu bilen bir Vefâ’ydı bundan böyle Bütün arkadaşlarını topladı İslâm’ın tadını anlattı; İslâm’ın kardeşlik anlayışını, îmânın ulvîliğini, insanlığın ne demek olduğunu Yüreğinden geçen her şeyi bir bir paylaştı dostlarıyla…


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.