Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
alimlerden, hatıralar

Alimlerden Hatıralar

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Alimlerden Hatıralar




Ubeydullah-ı Ahrâr


Türkistan’ın büyük velîlerinden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” adı verilen ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak dünyâ ve âhirette seâdete kavuşmalarına vesîle olan büyük âlim ve velîlerin on sekizincisidir

1403 (h 806) senesinde Taşkent’te doğdu 1490 (h 895) senesinde Semerkant’ta vefât etti Kabri oradadır

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri daha çocuk iken, üstün hâllere kavuşmuş olup, kerâmetleri görülüyordu

Tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan sonra, helal kazanmak için tarımla meşgul oldu

Kısa zamanda zengin oldu 1300’den fazla çiftliği vardı Herbirinde üç bin amele çalışırdı


BİZİM MALIMIZ FAKİRLER İÇİNDİR


Allahü teâlâ onun mahsulüne öyle bir bereket verdi ki, her yıl 800 bin batman (700 ton) zahire uşur verirdi

Ambarlarına konulan mahsul, çıkardıklarında, koyduklarından fazla geliyordu

Kendisi bu konuda; “Bizim malımız, fakirler içindir Bunca malın hassası işte bu noktadadır” buyururdu

Yakınlarından biri, bir gece birini kendisine şarap alıp getirmesi için gönderdi

O kimse şarabı alıp gelince, onun bulunduğu evin önünde durup, şarap testisini yukarıdan sarkıttığı bir sepete koydu

O da sepeti yukarı çekmeye başladı Çekerken, sepet duvara çarpıp ipi koptu, yere düştü ve testi kırıldı

Şarap isteyen kimse, kimse bilmesin diye, sabahleyin erkenden kalkıp kırılan testisinin parçalarını topladı

Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri o kimsenin evine geldi

“Gece yukarı çektiğin testinin sesi kulağıma geldi Eğer o testi kırılmasaydı, benim kalbim kırılırdı ve bir daha seninle buluşmama imkan kalmazdı” buyurdu


ŞEYHLİK YAPSAYDIK

“Eğer biz şeyhlik yapsaydık, zamanımızda hiçbir şeyh kendisine talebe bulamazdı

Fakat bize başka iş emredildi Bizim işimiz, müslümanları zulümden korumaktır

“Belalara sabretmek hatta şükretmek gerekir Çünkü, Allahü teâlânın birbirinden acı belaları vardır

“İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır Kulluktan maksat ise, her hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır





Yûsuf bin Abdurrahmân


Hanbelî mezhebi fıkıh ve usûl âlimlerindendir İbn-ül-Cevzî ismiyle tanınmıştır 580 (m 1185)’de Bağdad’da doğdu

656 (m 1258) senesinde vefât etti Ayrıca tefsîr ve hadîs ilminde de âlim, vâiz ve şâirdir Fıkıh, usûl, hılâf ilimlerinde iyi yetişti

Daha küçük yaşından itibâren çok nimetlere ve Allahü teâlânın ihsânına kavuştu Babası onunla çok ilgilendi


VELÎNİN KIYMETİNİ BİLMEK


Buyurdu ki: “Eğer, insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu

Çünkü, görünüş itibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir

Velî, şekil ve şemail bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer birçok beşeri sıfatlarla, diğer insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür

Hâlbuki, haddizatında o, diğer insanlardan tamamen farklı, apayrı bir insandır

Her ân gönlü Allahü teâlâ iledir ve O’nun muhabbeti ile yanmaktadır

İşte velînin asıl hâlini bildiren bu husûsiyetini, ancak onun gibi olanlar anlar Diğer insanlar ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler

“Âbidde (Allahü teâlâya çok ibâdet edende) ve ârifte nefse düşmalık vardır Fakat ikisinin düşmanlıkları farklıdır

Âbid, nefsinin yaptıklarının kendisi için zararlı olduğunu bildiği için, nefsin yaptığı işlere düşmandır

Ârif ise, işleriyle birlikte, nefsin kendisine de düşmandır Çünkü nefs, Allahü teâlâya düşmandır



ETTEN BİR KANAT


“İnsanoğlu dünyâya etten bir kanat ile gelir Üstünde çeşit çeşit nimetlerin bulunduğu yükseklikler, altta ise Cehennem ateşi vardır

İnsanoğlu bu kanadını iyi besleyip, damarlarını iyi kuvvetlendirmeli ki, kanat zayıf olup, vazîfesini yapamayacak hâle gelmesin ve sâhibini ateşe düşürmesin

Moğol İmparatoru Hülâgu’nun Bağdad’ı istilâsı sırasında onu da üç oğluyla birlikte şehîd ettiler Muhammed bin Sekrân şöyle anlatmıştır:

Vefâtından sonra onu rü’yâmda gördüm “Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı” dedim “Şehîd olarak affedildik” dedi







İbn-i Merzûk Mısrî (Sa’d bin Osman)


Hadis ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir Mısır evliyâ ve ulemâsının meşhurlarından Osman bin Merzûk Kurâşî’nin oğludur

Mısır’da doğduğu için Mısrî denildi İbn-i Merzûk diye tanındı

592 (m 1196) yılında Bağdad’da vefât etti Ma’rûf-i Kerhî hazretlerinin yakınına defnedildi


MISIR VE BAĞDAT’TA İLİM ÖĞRENDİ


Mısır’da yüksek din bilgilerine temel olan din ve âlet ilimlerini öğrenen İbn-i Merzûk, oradaki âlimlerin ilimlerinden istifâde ettikten sonra Bağdad’a gitti

Ebü’l-Feth bin Mûsâ’dan Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi Ebû Muhammed bin Hassâb’dan hadîs-i şerif ilmini tahsil etti

O sırada Bağdad’da evliyâ sultânı, feyzler menbâı Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri sohbet ediyor, ölü kalbleri diriltiyordu

O mübarek zâtın sohbetlerine iştirak etti

Kitabında yer alan Hadis-i şeriflerden bazıları:

“Lâ ilâhe illallah kelimesini bilen (inanan) kimse Cennete girer

“ Tevhid ehlinden biri Cehenneme girerse, günahı kadar azâb görür (sonra çıkar)

“Güzel bir abdest alanın hatâları (küçük günahları), bedeninden, hattâ tırnaklarının altından dökülür

“Abdest üzerine abdest alan kimseye on hasene yazılır

“Namazı unutan kimse, hatırladığı ânda kılsın

“Namazdan bir rek’ate yetişen kimse, namaza (cemâate) yetişmiştir

“İkindi namazını kaçıran kimse, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir

“İkindi namazını terk eden kimsenin amelleri yok olur

“Benim mescidimdeki namaz, Mescid-i Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır

“Kalbimde (Envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan) perde hâsıl oluyor Bunun için günde yüz kerre tövbe ediyorum

“Îmân, Süreyya yıldızına asılı olsaydı, ona, Fâris’ten birisi erişirdi” (Bu hadîs-i şerif, İmâm-ı a’zam hazretlerini müjdelemektedir)


SECDEDE İKEN VEFAT ETTİ


Hayâtının sonlarında, insanların fitnesinden kurtulmak için inzivaya çekildi Evinden dışarı çıkmaz oldu

Sultanlardan, halktan ve devlet adamlarından bir kuruş kabul etmezdi Birçok talebe yetiştirdi

Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin tekkesinde sohbet ederdi Namaz kıldığı bir sırada, secde hâlinde iken vefât etti







Ebû Muhammed Cerîrî


Evliyânın büyüklerindendir 311 (m 923)’de vefât etti Fıkıh ilminde imâm ve müftî, edeb ilminde mükemmel, diğer bütün ilimlerde âlim idi

Tasavvuftaki derecesi o kadar yüksek idi ki, Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bunun için “Zamanımızın velîsidir“ buyurdu

Cüneyd hazretlerine vefât edeceği zaman, “Sizden sonra kimin sohbetlerine devam edelim?” diye sordular

“Ebû Muhammed Cerîrî’ye gidin” buyurdu Tasavvufun üstün hâllerine vâkıf olmakta nihâyette olup, mürşid-i kâmil bir zât idi

Ebû Muhammed Cerîrî hazretleri buyuruyor ki:

“Nefsine aldanan, şehevi duygularına esîr olur Hevâî arzularının zindanına kapatılır ve o kulun kalbi fâideli işlerden zevk alamaz

Kur’ân-ı kerîmi hergün hatm etse bile, ilâhi kelâmı okumaktaki esas tadı bulamaz

Bunun hâl çâresi, nefsin esâretinden kurtulmayı candan arzu etmekdir

“Allahü teâlânın takdîr ve taksimine râzı olup, Allahü teâlâ ile iktifa edenin iç hâli düzgün, Allahü teâlâyı tanıması kolay olur

Allahü teâlânın yasak ettiklerinden sakınanın gidişatı dosdoğru, ahlâkı güzel olur

Helâlinden az yiyenin ise, beden sıhhati düzgün olur

“İhlâs, âhıretteki nimet ve azâblara yakînen inanmanın alâmetidir, İbâdetlerdeki riyâ da, âhıretteki nimet ve azâblara inanmakta tereddüt olduğunun alâmetidir


DUA BELA GELMEDEN YAPILIR


Dervişlerden birisi şöyle anlatıyor:

“Ebû Muhammed Cerîrî’nin vefâtı senesi, Karâmita sapıkları ile yapılan muharebede ben de bulunuyordum

Savaş bittikten sonra, müslümanların bulunduğu kâfilenin yanına döndüm

Yaralılar arasında Ebû Muhammed Cerîrî’yi gördüm Çok halsiz idi Yüzyirmi yaşlarında idi

“Ey efendim Allahü teâlânın bu belâyı üzerimizden def etmesi için duâ etseniz” dedim

“Duâ, belâ gelmeden önce yapılır Belâ geldikten sonra râzı olmaktan ve sabretmekten başka bir çâre yoktur” buyurdu


KABİRDEKİ HALİ GÖSTERİLDİ


Mekke yolunda Karâmita sapıklarının çok zulmedip müslüman kanı döktükleri, Hübeyr vak’ası senesi 311 (m 923)’de Karâmita sapıkları ile yapılan muharebede şehîd oldu

Vefâtı için, başka târihler de rivâyet edilmektedir İbn-i Atâ er-Rûzbârî diyor ki:

“Vefâtından bir sene sonra, Ebû Muhammed Cerîrî’nin kabrine uğradım Kabirdeki hâli bana gösterildi

Dizleri göğsüne dayalı, parmağı ile Allahü teâlânın birliğini gösteren işâreti yapar hâlde oturuyordu






Hâtim-i Esâm


Evliyânın büyüklerindendir Belh şehrinde doğdu Doğum târihi kesin belli değildir

Hâtim-i Esâm, Şakîk-i Belhî’nin talebesi, Ahmed-i Hadraveyh’in hocasıdır 237 (m 852) senesinde Vaşcer’de vefât etmiştir

Kendisine “Esâm” (kulağı duymaz) denilmesinin sebebi şudur:

“Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi Hâtim-i Esâm o şahıs utanmasın diye “Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum” dedi

Bu yüzden ona Esâm denilmiştir


BİRAZ MÜHLET TANI


Muhammed Râzî anlatır? “Senelerce Hâtim-i Esâm’ın hizmetinde bulundum

Sadece bir kere hariç, hiç kızdığını görmedim O da, pazardan geçerken bir bakkal talebesini yakalamış,

“Malımı alıp yedin, parasını ver” diyordu Hâtim bunu görünce, “Ey Efendi! Biraz yardımcı ol, borcunu ödemesi için biraz mühlet tanı” dedi

Fakat bakkal, “Olmaz” diye dayattı Bunun üzerine çok sinirlenen Hâtim-i Esâm, yanında taşıdığı havlusunu yere vurdu Bir anda pazarın ortası altınla doldu

Hâtim-i Esâm bakkâla: “Alacağın ne kadarsa onu al, fazlasını alma, sonra elin kurur” dedi

Bakkal alacağını aldı: Fakat para hırsından biraz daha almaya kalkınca derhal eli kurudu ve çolak oldu

Buyurdu ki: “Ey kul! Allahü teâlâya isyân ettikleri için insanlara buğzettiğin halde, kendin Allahü teâlâya isyân edince, kendi nefsine buğzetmeyişin sende insâfın olmayışındandır


NAMAZI GÜZEL KILIYOR MUSUN?


Rebâh bin el-Hirevî şöyle anlatır: Îsâ bin Yûsuf bir mecliste konuşan Hâtim-i Esâm’a uğradı ve şöyle sordu:

“Ey Hâtim! Sen namazını güzel kılıyor musun?” Hâtim, “Evet” dedi O, “Nasıl kılıyorsun?” diye sordu

Hâtim şöyle buyurdu: “Emre uyuyorum, korku ile yürüyorum, niyetle giriyorum, büyük bilip tekbir alıyorum,

tertil ve tefekkürle okuyorum, huşû ile rükû ediyorum, tevâzu ile secde ediyorum, tam teşehhüd içinde oturuyorum,

sünnete göre selâm veriyorum ve selâmı Allaha hâs kılarak veriyorum

Namazımın kabûl olunmayacağından korkarak, korkuyla nefsime dönüyorum

Ölmek kadar onu muhafaza ediciyim” Bunun üzerine Îsâ bin Yûsuf: “Sen namazını güzel kılıyorsun” buyurdu






Ebû Bekr-i Şiblî


Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, Büyük velîlerdendir 861 senesinde Samarrâ’da doğdu

Bağdât’a gelip, buraya yerleşti Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesidir

Aynı zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmâm-ı Mâlik’in Muvattâ’sını ezbere bilirdi

Zamanının bir tânesi olan Ebû Bekr-i Şiblî 945 (H334) senesinde Bağdât’ta vefât etti


BİR HADİSİ SEÇTİM


Şiblî hazretleri buyurdu ki: “Dört yüz hocadan ders okudum Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim

Bütün bu hadîslerden bir tânesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım

Çünkü, kurtuluşu ve ebedî seâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri hep bunun içinde gördüm

Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki:

“Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış!

Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehennem’e dayanabileceğin kadar günâh işle!”

Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri güneş batarken güneşin sararmasına, şöyle bir benzetme yapardı:

“Tıpkı mümin de böyledir Dünyâdan göçeceği zaman, varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl karşılanacağını bilmeyip, böyle sararır

Sonra da ilâve edip:

“Gün doğarken de, çok aydın olarak doğar Bu da, bir müminin öldükten sonra kabrinden kalkışına benzer

Bir mümin kabrinden kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar

“Cehennemlik olmanın alâmeti;

Allahü teâlânın rızâsı için bir fakire bir parça ekmek vermemek

Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyâfette yüz altın harcamaktır

Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir


Bir âh çekerek vefât etti


Bir gün, Ebû Bekr-i Şiblî; “Allah Allah!” deyip duruyordu O sırada bir genç; “Niçin Lâ ilâhe illallah demiyorsun?” diye sordu

Bunun üzerine Şiblî hazretleri derin bir ah çekerek, “(Lâ ilâhe) der de (illallah) diyemeden vefât ederim diye korkuyorum” dedi

Bu sözler gence çok dokundu ve orada bir âh çekerek vefât etti






Şems-i Tebrîzî


Şems-i Tebrîzî hazretleri Konya’ya gelen büyük velîlerdendir Tebriz’de doğdu Doğum târihi bilinmemektedir

Şems-i Tebrîzî lakabıyla meşhûr oldu 1247 (H645) târihinde Konya’da şehîd edildi Mevlânâ’nın medresesinde defnedildi


CAMİDE KİMSE KALMAMIŞTI


Şems-i Tebrîzî hazretleri;

“Eğer bir kimse bana âhiretim ile ilgili bir defâ iyilik edip, dünyâ ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defâ yaptığı iyiliğe nazar ederim

Çünkü iyi ahlâk bunu icâbettirir” buyururdu

Şems-i Tebrîzî hazretleri Şam’dan Konya’ya gelirken, yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi

Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, câmide sabahlamak istedi

Câmiye gidip yatsı namazını cemâatle kıldı Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı

Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak:

“Burada yatılmaz kalk!” dedi Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak:

“Benim kimseye bir zararım dokunmaz Garibim, uzak yoldan geliyorum Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok Bırak da burada sabahlıyayım” dedi

Görevli; “Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim” diye karşılık verdi

Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu Hemen ayağa kalktı Sessizce kapıdan dışarı çıktı

Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu Bunun üzerine; “İmdât boğuluyorum!” diye bağırmaya başladı Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi ve ona;

NE OLUR ONU AFFEDİN!

“Ne oldu, niye bağırıyorsun?” diye sordu Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak, Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti

Kendisine; “Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş Ne olur onu affedin!” dedi Şems-i Tebrîzî hazretleri imâm efendiye baktı Üzüntülü bir şekilde:

“Onun işi benden çıktı Benim yapabileceğim birşey yoktur Ancak îmânla ölmesi için duâ edebilirim” buyurdu Adam biraz sonra can verdi






Ali Behçet Efendi


Anadolu’da yetişen velîlerden Konya ulemâsından Ebû Bekr Efendinin oğludur

1727 (H1140) senesinde Konya’da doğdu Babası ve dedesinin yanında küçük yaşta tahsîle başladı

Derviş tabiatlı bir zât olan babası, Ali Behçet Efendinin tahsil ve terbiyesi için özel îtinâ gösterdi

Medreselerde ilk olarak okutulan kitapları bitirdikten sonra, Karamanlı Abdullah Efendi ve meşhûr âlim Abdüssamed Efendinin derslerinde bulundu Onlardan icâzet, diploma aldı

Sonra Afyonkarahisar’a gidip orada bir dergâhta talebe yetiştirmeye,

insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeye çalışan anne tarafından dedesi Alâeddîn Çelebi’den ders aldı

Buradaki tahsîlini tamamladıktan sonra kâdı oldu Bu görevle Anadolu’nun çeşitli yerlerine gitti

Ankara’daki vazîfesi sırasında kendisinde meydana gelen bâzı mânevî hâller yüzünden görevden istifâ ederek,

Afyon’a dedesinin yanına döndü ve Mevleviyye tarîkatına göre çileye başladı

Çile müddeti bitiminde çeşitli mânevî faydalara kavuştu


DERSİMİZDEN UZAK OLMAYASINIZ!


Ali Behçet Efendi Hazretleri’nin bir talebesine yazdığı mektup şöyledir:

“Benim sevgili insaniyetli ve iyiliksever oğlum! Göndermiş olduğunuz mektup elimize geçti ve çok memnun olduk

Ey oğlum! Dersimizden uzak olmayasınız Bir an Allahü tealayı anmak, Süleyman aleyhisselamın mülkünden daha iyidir

Bunu aklınızdan çıkarmayınız Oğul! Her zaman talep edenlerden ol

Mübarek gecelerde Allahü tealaya yalvarıp yakarmayı fazlaca yaparsanız, isabetli olur

Zira Allahü teala kulunun yalvarmasını sever Bu, Allah adamlarının yoludur


İBRAHİM EFENDİYİ VEKİL BIRAKTI


Büyük oğlu yetişinceye kadar yerine halife olarak İbrahim Hayranî Hazretleri’ni vekil bıraktı 1822 yılında vefat etti

Cenazesi dergahın avlusunda defnedildi Üzerine demirden kubbeli bir türbe yaptırıldı

Ali Behçet Efendi vefatına yakın İbrahim Efendi’yi yerine vekil bıraktı Vefat etmeden önce İbrahim Efendi’ye,

“Oğlum! Bir zaman gelecek Tahir Ağa Tekkesi şeyhliği boşalacak Size orası teklif edilecek Reddetme, kabul et” buyurmuştu






Şâfiî fıkıh âlimi Abdurrahim Abbâsî


Abdurrahim Abbâsî hazretleri Şafii fıkıh âlimlerindendir

1462 (H876) senesinde Kahire’de dünyaya geldi ve Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethetmesinden sonra İstanbul’a gelerek burada talebe yetiştirmeye devam etti

Abdurrahim Abbâsî hazretleri, İstanbul camilerinde, insanlara doğru yolu göstermeye çalıştığı vaazlarında ve sohbetlerinde sık sık buyururdu ki:

Allahü teâlâ için sevmek, O’nun için buğzetmek, îmânın en güvenilir ve sağlam kulplarındandır

Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker, iyiliği emredip kötülükten alıkoyma, herkese, imkânı nisbetinde lâzımdır


BİR GÜN AÇ, BİR GÜN TOK


İyilik ve takvâ üzere yardımlaşmalıdır Kazanç, ticâret ve sanat mubahtır

Kişi mecbur kalırsa, başkasından bir şey isteyebilir Zengin kimsenin istemesi doğru değildir

Rızâ gösterilen fakirlik, zenginlikten üstündür Bundan dolayı Resûlullah efendimiz fakirliği tercih etti

Peygamber efendimize yeryüzünün hazînelerinin anahtarı arz edildiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm fakirliği işâret etti

Yine Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize tevâzu etmesini de işâret etti Bu sebeple Resûl-i ekrem;

“Yâ Rabbî! Bir gün aç, bir gün tok olmayı istiyorum Acıktığım zaman sana yalvarırım, doyduğum zaman sana hamd eder, seni anarım” diye dua etti


NUR ÜZERİNE NUR


Abdurrahim Abbâsî hazretleri, 1555 (H963) senesinde İstanbul’da vefat etti

Bu sırada Mebsût kitabını şerh ediyordu Vefat ederken şunları söyledi:

“Allahü teâlâ nur üzerine nurdur Nefs-i emmare karanlıklar içinde karanlıktır Hamd olsun ben ona dönüyorum

Allahü teala nur üzerine nurdur, nefs ise karanlılar kuyusu






Muhammed Emin Erbilî


Son asırda Irak’ta ve Mısır’da yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir

Babasının ismi Fethullah’tır Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Irak’ın Erbil şehrinde doğdu

1914 (H1332) senesinde Kâhire’de vefât etti Kabri, Karafe kabristanındadır


TASAVVUF YOLCUSUNUN HALİ


Fakir-zengin herkesi ziyârete giden Muhammed Emin Erbilî hazretleri, yemek husûsunda ısrar edenlere;

“Tasavvuf yolcusunun yemeği ilim öğrenmek, Allahü teâlânın ismini zikre devâm etmektir

O kimsenin düşüncesinin yemek, içmek olması ona yakışmaz” buyururdu

Son günlerinde onun yüzünde her zamankinden daha çok nûr parlıyordu

1914 (H1332) senesi Rebîülevvel ayının ikinci Perşembe günü humma hastalığına tutuldu

Akşam ve yatsı namazlarını evinde kıldı Mescide gidemedi


Ders vermek ve Hatm-i Hâcegân yapmak üzere talebelerinden birini vazîfelendirdi

Bu gecede Allahü teâlâya olan aşkı ve Peygamber efendimizden itibaren Nakşibendiyye yolu büyüklerine karşı muhabbeti iyice fazlalaştı

Onların rûhâniyetleriyle konuşmaya başladı Onlara olan sevgi ve kavuşma arzusunu bildirdi

Bu hâli bir gece boyunca devâm etti Yanına ziyâret için gelenlere;

“Hocanızın hâline bakıp ibret alınız Onun öldüğü gibi siz de öleceksiniz Allahü teâlânın ismini çok anın” buyurdu

Şeyh Muhammed Yûsuf es-Sekâ’yı yerine ders vermekle vazîfelendirdi

Son saatlerinde bile kendisini ziyârete gelen talebelerinin yanına gelmesine mâni olunmamasını istedi

Her birisi tek tek girip elini öptüler, helâllaştılar ve duâsını aldılar


“BUGÜN BENİM SON GÜNÜMDÜR!”


Cumartesi günü hastalığı iyice şiddetlendi ve; “Bugün benim son günümdür” buyurdu

İkindi vaktinden sonra tam bir sâkinlik ve sessizlik hâli oldu Pazar gecesi ilaçlarını vermek üzere yanına gelen bir talebesine gülümseyerek buyurdu ki:

“Rahat olunuz

Talebesi dedi ki: “Biz, Peygamber efendimizin sünnetiyle tedâvi olmakla emrolunduk” diyerek ilacını verdi

O gece sabaha karşı sekerât-ı mevt hâli başladı Yüzünden şimşek gibi nurlar yayıldı Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti









Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.