Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
müthiş, tarih, yakın, yazısı

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı




üthiş Bir Yakın Tarih Yazısı[/url]

İşte İttihatçıların son numarası


İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üzerinde yoğunlaşan "dine karşı lâkaydî" suçlamalarından kurtulması için neler yaptığını anlatan muhteşem bir yazı


İttihatçılar, dine muhalif değiliz demek için Ayasofya'da mevlit okutuyor


Taşkışla Ayaklanması1908 Ekim'inin son günlerinde meydana gelen bu hadise, Taşkışla'da kalan alay mensuplarından 1905 senesi efradının Cidde'ye sevk edilmek istenmelerinden çıkmıştır


Bu yıllarda normal muvazzaf hizmet sürelerini tamamladıkları halde, terhislerinin geciktirilmesi ve askerlerin bir nevi "yumuşak isyanla" terhis talep etmeleri ilk defa rastlanan bir hadise değildi Ancak bu defa Taşkışla neferleri, karşılarında babacan tavırlı alaylı zabitler yerine, Selanik'ten getirilen Avcı taburlarını ve onların başındaki müsamahasız ve sert zabitleri bulmuşlardı Çıkan çatışmada, isyancılardan üç çavuş öldürülmüş ve ayaklanma bastırılmıştı Hadisenin bir başka farklı boyutu ise, İstanbul'da bulunan Birinci Ordu kumandanı Mahmud Muhtar Paşa'nın, öldürülen üç çavuşun cesedini "Yıldız civarındaki taburlar efradına ibreten gösterilmek üzere" astırmak istemesidir




Avcı taburları ve İstanbul askerinin durumu


İTC'nin İstanbul'daki yöneticileri, halen mevkiini koruyan Abdülhamid'in varlığından duydukları huzursuzluk sebebiyle kendilerini emniyette hissedemiyorlardı Bu yüzdendir ki, Cemiyet'in genel merkezi hâlâ Selanik'te bulunuyor ve İttihatçılar küçük kabine revizyonlarıyla kendi güçlerini tecrübe ediyorlardı Abdülhamid'e ve siyasi nüfuzuna karşı iktidarlarını ve can güvenliklerini korumak için, İstanbul'da mevcut askerlere güvenememiş ve Meşrutiyet'i korumak maksadıyla eylül ayı sonlarında 3 Ordu'dan 3 Avcı taburu Mecidiyeköy'deki Taşkışla'ya yerleştirmişlerdi Selanik'ten getirtilen taburlara, o günlerde Meşrutiyet'in sadık bekçileri ve Cemiyet'in destekçisi olarak bakılıyordu


Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üzerinde yoğunlaşan "dine karşı lâkaydî" suçlamalarından ötürü Cemiyet'in de bir şeyler yapmak gereği duyduğu anlaşılıyor Ahmet Cevat Emre'nin yorumuna göre, bu dinsizlik damgasından temizlenmek için 1 Nisan 1909'da, Midhat Paşa'nın ruhuna Ayasofya'da mevlüt okutmuştu


Harbiye-Bahriye Krizi nedir?


Kısaca "Harbiye-Bahriye Krizi" olarak bilinen bu hadise, 1909 Şubat ayının ortalarında, Sadrazam Kâmil Paşa'nın Harbiye ve Bahriye Nâzırları'nı değiştirmek istemesine karşılık, Meclis-i Mebusan'da çoğunluğu elinde tutan İTC'nin Sadrazam'a karşı çıkmasıyla alevlenmişti Neticede Sadrazam Kâmil Paşa, Meclis tarafından güvensizlik oyuyla düşürüldü Bu bunalım, 'Ordu, Cemiyet, Meclis-i Mebusan, Sadrazam ve Padişah'ın sistemi oluşturan birer güç odağı olarak karşılıklı ilişkilerini izah etmesi ve bu güçlerin birbiri karşısında ne anlam ifade ettiğini ortaya koyması açısından önemlidir


Son hesaplaşma Meclis-i Mebusan'da yapıldı ve neticede 8'e karşı 196 itimatsızlık reyi ile, Osmanlı parlamento tarihinde ilk ve son defa olmak üzere bir sadrazam mevkiinden düşürüldü Kriz sonunda Sadrazam Kâmil Paşa mevkiini kaybederken, iç siyasette ordu desteğini kazanmanın önemi de açıkça kendini gösteriyordu




31 Mart'ta isyan edenler ne istiyorlardı?


Bu gibi küçük ama önemli ayrıntılarla beslenen ayaklanma esnasında, isyancı askerlerin arzuları, siyasî sistemi kökten değiştirecek radikal talepler değil, genellikle "istemeyiz" şekliyle formüle edilen ve restorasyona dönük isteklerdi Buna göre,


1 Şeriatın tamamen icrası


2 Bu hareketlerinden dolayı ceza görmeyeceklerine dair teminat verilmesi


3 Harbiye Nâzırı Ali Rıza Paşa ile Meclis-i Mebusan reisi Ahmet Rıza'nın azli


4 Mektepli zabitlerin değiştirilmesi


5 Başarılarından ötürü toplar atılarak şenlik yapılması


Çavuşların yönettiği bir isyanda asilerin, dileklerini tam bir sarahatle ifade edememeleri tabiî karşılanmalıdır Rıza Nur, biraz da alaycı bir ifade ile bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Evvelce bir padişah ve saray hükûmeti, Meşrutiyet'ten şimdiye kadar ise, bir mülâzım hükm-ü kuvveti ve hükûmeti vardı Şimdi bu vaka ile çavuş ve nefer hükûmeti kuruldu"


İsyancıların alenî istekleri arasında, Meşrutiyet aleyhtarı bir arzunun belirtilmeyişi yanında askerlerle ittifak ettiğine inanılan ulemânın, istibdad aleyhine ve Meşrutiyet'ten yana tavır alışı da pek az araştırmacının dikkatini çekmişti Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'nin yayınladığı bildiride Meclis-i Mebusân'ın savunulması yanında "meşveret ve Meşrutiyet'in, şer'i-şerif ahkâmına katiyyen muvafık olduğu" yolunda görüş belirtilmesi çok önem taşımaktadır


31 Mart Ayaklanması, nefer diye bilinen, görünmez, hesaba katılmaz, ama ordunun belkemiğini oluşturan kitlenin, ilk defa kendi başına, fark ettiği olumsuzluklara karşı kıyâmı anlamını taşımaktadır: Hazırlıksız, plansız ve isyandan sonraki günleri hesaba katmaksızın girişilen hareketin, küçük bir müdahale ile dağılıvermesi bunu açıkça gösteriyor


İsyan nasıl bastırıldı ve Hareket Ordusu nasıl rol oynadı?


Osmanlı başkentinde 1826'dan sonra ilk defa, Osmanlı ordusunun iki birliği karşı karşıya gelerek kanlı bir kardeş kavgasına tutuşmuşlar ve sonuçta siyasî iktidar bir kere daha el değiştirmişti


"Hareket Ordusu, Hürriyet Ordusu" gibi isimlerle anılan ordunun terkibi ve isyanı bastırış tarzı, birçok kaynakta hayli tenkide uğramış, bu meyanda bilhassa bazı Makedonyalı çetecilerin ve gayrimüslimlerin alınması eleştiri konusu edilmiştir Balkan çetecilerinin mevcudiyeti kat'î olmakla beraber, sayılarının ekseriyet sınırına yaklaşmadığı tahmin edilebilir Bu esnada karşı karşıya gelen iki askerî kuvvetin temsil ettiği zihniyet itibarıyla durum şöyledir: Her iki taraf da mevkilerinin Meşrutiyet'e uygun ve hattâ Meşrutiyet'i kurtarmak gayesine dönük olduğu inancında olsalar bile ordu, siyasetin tam içinde ve iki parça halindeydi


Hareket Ordusu'nun İstanbul'a rahatça girerek, kolay bir zafer elde etmesinde, Sultan II Abdülhamid'in bunlara silahla mukabele etmemek tercihi etkili oldu Hadise esnasında Mabeyn Başkatibi olan Ali Cevat Bey, İkinci Fırka'ya mensup bazı askerlerin, "bizi öldürmeye geliyorlar Bunlardan hâlâ merhamet mi bekliyorsunuz? Bunlar bizi tavuk gibi boğduracaklar" feryâdıyla cephaneliklerin kapısını kırıp mühimmat almaları üzerine Abdülhamid'in daire-i hümayunun binek taşına çıkarak, "Asker zinhar kurşun atmasın Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar" dediğini söylüyor Maçka Kışlası etrafında vuku bulan çarpışmaların fazla uzamadan, ama kanlı bir şekilde sona ermesi, Hareket Ordusu'nun öncü birliklerinin İstanbul'a tek kurşun atmadan rahatça sızabilmeleri de bu fikri doğrulamaktadır


Artık Ordu, 31 Mart'ın ertesinde, Türk siyasî hayatında son derece önemli bir güç merkezi olarak yerini alıyordu; nitekim Hareket Ordusu'nun kumandanı M Şevket Paşa, itibarı Cemiyet'i de aşan yüksek bir prestij sahibi olarak o günlerde İstanbul'un en güçlü şahsiyeti haline gelmişti


31 Mart İsyanı'nın sonuçları nelerdi?


31 Mart'ın, "Medrese ruhunun mahsulü", "din ve şeriat namına" yapılmış çılgınca bir hareket olduğu fikriyle yetinmek, ne kadar rahatlatıcı olsa da, gerçeğin büyük bir kısmına yüz çevirmek anlamına gelir Ayaklanma, dinî heyecanla genişlemiş olsa bile, ana sebepleri itibarıyla sosyal ve siyasî rahatsızlıklara dayanmaktaydı İsyanın sebeplerini, sonuçlarına bakarak anlamaya çalışmak, bu noktada daha öğretici olabilir


II Abdülhamid tahttan indiriliyor


İsyancılar, kim ve ne adına kıyam etmiş olurlarsa olsunlar, isyanın en büyük sonucu, II Abdülhamid'in hal' yoluyla tahttan uzaklaştırılması olmuştur II Abdülhamid'in, hadisede dahli olmadığı bugün kesinlikle bilinmesine rağmen, trajedinin bütün sonuçlarından sorumlu tutulması önemli bir çelişkidir Hareket Ordusu İstanbul'da kontrolü ele geçirince yapılan ilk iş, Meclis-i Mebusan'dan bir karar çıkarılarak Abdülhamid'in hal'i oldu Hal' kararının Meclis'te görüşülme biçimi, hal' fetvâsının muhtevası ve bu kararı tebliğe memur edilen heyetin terkibi günümüze kadar bir hayli tartışılan konular olmuşlardır


Abdülhamid'in hal'i, bilhassa Cemiyet mensupları açısından zarurî kaçınılmazdı Abdülhamid'in, isyanda parmağı olduğu gerekçesiyle yargılanması gündeme geldiğinde, eski Sadrazam Said Paşa'nın, "Beraat (tebrie) ederse, sonra bizim hâl-ü mevkiimiz nice olur" diyerek soruşturma açılmasını engellemesi de çok dikkat çekicidir


Abdülhamid'in hal'i, Osmanlı siyasî hayatından "geleneksel" olanın çekilmesi anlamını da taşımaktadır


Örfî İdare ilan ediliyor; Divan-ı Harb kuruluyor


İsyanın bastırılmasından sonra, dîvân-ı harpler kurulup zanlıların yargılanmasına başlandı Üçüncü, dördüncü derecede suçlular yakalanarak Divan-ı Harb kararıyla cezalandırıldı; büyük suçlu ve tertipçilere asla ulaşılamadı Abdülhamid Selanik'e sürgüne gönderildikten sonra iktidarın yeni sahipleri, İstanbul ahalisiyle yakınlaşmak amacıyla, Yıldız Bahçesi'nin halka açılması, Yıldız Sarayı'nda ele geçirilen Abdülhamid'in elbiselerinin Harbiye Nezareti'ne gönderilmesi, 'Tasfiye-i Rüteb ve Tensikat Kanunları'yla istibdad artıklarının temizlenmesi ve yeni kadrolar açılması ve istibdad enkazlarına sövme ve hakarete müsamaha edilmesi gibi küçük atıfetlerde bulunmaktaydılar Tek tek muhakeme edilmemekle birlikte 31 Mart Ayaklanması'na katıldığı varsayılan İstanbul askerleri, yol inşaatında kullanılmak için takım takım Rumeli'ye gönderilmiş, bu askerlere yol boyunca ağır hakaretler yapılmasına göz yumulmuştu Bu hadiseler esnasında ordunun bir kısmının diğer kısmına karşı kışkırtılması, üzerinde önemle durulacak ağırlıktadır


İttihat ve Terakki Cemiyeti yeniden toparlanıyor


31 Mart sabahı, İttihat ve Terakki Cemiyeti, varsaydığı bütün nüfuzu ve destekçileri ile İstanbul'da bir hiç hükmüne düşüvermişti


İsyanın bastırılmasından sonra Cemiyet eski güç ve nüfuzunu yeniden kazanmış, muhalif Ahrar Fırkası'nın siyasî hayatı sona ermiş, Saray etkisiz duruma getirilmiş, Bâbıâli bürokrasisi ise iyice sindirilerek ordunun ve Cemiyet'in tasarrufu altına geçmişti Artık Cemiyet eski ürkeklik ve kararsızlığını terk ediyor ve her şeyden önce devr-i sâbıkın hesabını tasfiye etmek için istibdad artığı ve destekçisi olarak gördükleri kişileri Adalara, Kuzey Afrika'ya ve Yemen'e sürerek uzaklaştırıyor, Tensikat Kanunu ile büyük küçük bütün memuriyetler, Cemiyet'in güvenli kişilere emanet ediliyordu Örfî idareye eklenen hükûmet tedbirleri ile basın, toplanma, dernek kurma ve fikir hürriyetleri kısıtlanmış, yayınlar azalmış, siyasî partilere yaşama şansı tanınmamış ve daha ilk yılında Meşrutiyet'in dayanması gereken temel hürriyetler, asla gelişemeyecekleri bir ortama itilmişlerdi


Tensikat ve Tasfiye-i Rüteb nedir; nasıl uygulandı, hangi sonuçlara yol açtı?


Tensikat ve Tasfiye-i Rüteb, asker-sivil, bütün memurlar arasında muhtelif tarihlerde yapılan büyük personel düzenlemelerini anlatır ve bu yaş haddiyle görevden alma ve bilhassa Abdülhamid devrinde haksız yere verildiğine inanılan nişanların geri alınması gibi unsurlar da yer almaktadır


Tensikat Kanunu'nun bir diğer ve önemli sonucu, boşalan kadroların yeni istihdam imkânları yaratması, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin öteden beri güvensizlikle baktığı Bâbıâli ve devlet bürokrasisine, ümit verdiği yandaşlarının yerleştirebilmesi olmuştur Bu hareket bir anlamda ordunun, yeni bir ideolojik anlayışa göre yeniden kurulması anlamına geliyordu


İrtica kavramı ilk defa 31 Mart esnasında telaffuz edilmişti


31 Mart vakası Türk siyasî hayatına, o günden sonra sık sık bir yıpratma malzemesi


olarak kullanılacak olan "irticâ" kavramını yerleştirmiştir İsyanın bastırılmasından


sonra, bir vatandaşa "mürteci" damgasını vurmak, örfî idareye gitmek için yeter sebep


sayılmıştı Sonraki yıllarda iç isyanların tamamına irticâ süsü vermek moda haline


geliyor, muhalefetin meşhur kalemlerinden Lütfi Fikri, kavramın tarif edilmeyişinden


ve İttihatçıların her bunalımda irticâ edebiyatı yapmalarından şikâyet ediyordu


Yeni politik güçlerin çatışması


31 Mart Vakası bir halk ayaklanması, toplumsal mahiyeti bulunan bir kalkışma değildi; bir askerî ayaklanma idi ve Osmanlı ordusuna mensup farklı birliklerin birbiriyle çatışması şeklinde tezahür etmişti; isyanın ilk günlerinde İstanbul'da İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) aleyhine isyan eden ve durumu kontrol altına almayı başaran güçler, çavuş rütbesinden ileri geçmeyen küçük rütbelilerden ibaret gibi görünse de şüphesiz geri planda isyancılara akıl ve moral desteği veren siyasi hesaplar mevcuttu Bu güçlerin kimler olduğu, hâlâ kesin olarak anlaşılmış değildir O bakımdan hadisenin askerî boyutlarını kısaca gözden geçirmek yerinde olacaktır


Ahmet Turan Alkan-Zaman

Alıntı Yaparak Cevapla

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı



İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Osmanlı Devleti'ni ele geçirişinin 100 yılını anarken, Ergenekon iddianamesini tartışıyoruz


2 Meşrutiyet ilanına ülkeyi götüren süreç, hürriyet sloganlarıyla başa geçen istibdat rejimi, usuller ve zihniyeti okuduğunuzda yüz yıllık bir mesafeden baktığınıza inanamıyorsunuz Sanki tarih belirli daireler çizerek kendini tekrarlıyor, biz de şaşkın bakışlarla seyrediyoruz (2 Meşrutiyet ile ilgili bilgilerini tazelemek isteyenler Ahmet Turan Alkan'ın çarşamba günü başlayan yazı dizisinden faydalanabilirler)


Paralelliğin farkında olan Ergenekoncular, 28 Şubat'a 3 Meşrutiyet yakıştırması yapmış Ayışığı başarılı olsaydı, herhalde dördüncü meşrutiyet unvanı verilirdi 1960 darbesinden sonra kurulan düzene Fransa'yı takliden ikinci cumhuriyet demişlerdi Doğru kavram İttihat ve Terakki'nin dönüşü olmalıydı Numaralı cumhuriyetten sonra numaralı meşrutiyet kavramını da öğrenmiş olduk Yakup Cemil, Topal Osman ve Veli Küçük isimleri üzerinden gittiğimizde fasılalı görünen fakat hiç yok olmayan çizgiyi daha net takip edebiliriz


Başa dönelim 1908'de hürriyet ve kanun hâkimiyeti sloganıyla işbaşına gelen askerî bürokratik oligarşi, kısa bir süre sonunda en iyi bildiği işe, silahlı sindirmeye başladı Hesapsız maceralarla Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunu hazırladı Başta, Enver, Talat ve Cemal paşalar bulunsa da devrin sembol ismi Yakup Cemil'di Bâbıâli Baskını'nda Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa'yı şakağına sıktığı kurşunla infaz eden fedai, Yakup Cemil; gücünü kendinden menkul zannedip haddini aşmaya başlayınca tetikçiliğin kaçınılmaz sonuyla karşılaştı Enver Paşa'ya suikast girişimi suçlamasıyla idam edildi Yakup gitti ama Yakup'lar bitmedi İttihatçılığın baskın rengi olarak devam etti


Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte İttihat Terakki üst kadroları tasfiye edildi Ama alt kadrolar, bürokrasinin genlerine işleyen vesayet zihniyeti ve sorun çözme usulleri miras kaldı Mustafa Kemal Paşa'nın Muhafız Kıtası Komutanı Topal Osman Ağa, korumalığı abartarak muhalifleri infaza girişti Meclis'te Mustafa Kemal Paşa ile tartışan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'i boğarak öldürdü Onun da sonu Yakup Cemil'den farklı olmadı Çankaya sırtlarında kıstırılarak 'ölü ele geçirildi' İkinci büyük savaşı bitiren dünya yeniden şekillenirken, Türkiye'nin nasibine çok partili demokrasi düştü İşbaşındaki vesayetçi yönetim 1946 seçimlerini 'açık oy, gizli sayım' aldatmacasıyla geçiştirdi Ancak 1950 seçimlerini kaybettiler Gönülsüzce devrettikleri yönetimi 1960'ta kanlı bir darbe ile geri aldıklarında hazırlıklara ilk günden başladıkları anlaşıldı Fırsatı iyi değerlendirdiler Seçilmişlerin alanını daraltan, müdahaleyi ve vesayeti kurumsallaştıran bir sistem kurdular O günden bu zamana Türkiye çok partili siyasi hayata müdahalelerle yaşıyor Aktörler ve metotlar değişiyor ama sonuç değişmiyor: Darbe


Bugün de kendini devletin gerçek sahibi sayan bir grup asker ve sivil hakkında 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs' suçlamasıyla iddianame tanzim edilmiş durumda Bunların sembol ismi de Veli Küçük Artık idam cezası yok, ispatlanırsa suçun karşılığı müebbet hapis Ergenekon'u cezalandırdığımızda her şey bitmiş olmayacak Önleyici tedbirleri almadan, zihniyeti kazımadan rehavete girmemek gerekiyor Misyonunu tamamlamış, biraz da haddini aşarak problem haline gelmiş piyonları yiyerek mücadeleyi kazanamayız Yakup gider Osman gelir, Veli gelir, Ali gelir Ergenekon'un kabuk ve aktör değiştirerek karşımıza çıkmasını önlemenin yolu yeniden yapılanmasına engel olmak Bunun için yargıçların yapabileceği şeyler sınırlı Görev sivil siyasete düşüyor, önleyici tedbirleri ancak onlar alabilir


Bulent Korucu-Zaman


Alıntı Yaparak Cevapla

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı



Şimdi bir millet yerinden kalkıyor ve bu ülkenin gerçek sahibi olarak karşınıza dikiliyor


Farkındayım çok zor günler geçiriyorsunuz


100 yılı aşkın süredir kurduğunuz sistem tıkır tıkır işlerken birdenbire arıza vermeye başladı


Yaylar fırladı, dişliler birbirine sürttü velhasıl sizin çark dönmez oldu


Anlayın artık… Bitti


Buraya kadarmış


Kabul etseniz de etmeseniz de devri saltanatınız sona eriyor


Kepengi kapatıyorsunuz yani


Daha açık söylemek gerekirse mal sahibi ‘dükkanı boşalt’ dedi


Çıkmamak için direniyorsunuz ama eliniz mahkum yapacak bir şeyiniz yok


Binlerce yıldır dünya tarihinde yaşanan köklü değişimlerden biri daha gerçekleşiyor


Anlayacağınız millet işin başına geçiyor


Bir millet yerinden kalkıyor ve bu ülkenin gerçek sahibi olarak karşınıza dikiliyor


Onun için sıkıntılısınız


Derdinizi anlıyorum


Şimdi siz gidiyorsunuz, millet geliyor


Bu toprakların asıl sahipleri geliyor


Eskiden siz ne isterseniz o olurdu


Artık milletin dediği olacak


Eskiden gazeteci de, avukat da, hakim de, doktor da, mühendis de sizdiniz


Şimdi Tayyare Fabrikasından emekli tornacı Hamdi Bey’in oğlu Cumhurbaşkanı oldu, Denizcilik işletmelerinden Rizeli Ahmet reisin oğlu başbakan


Köylü Mehmet efendinin kızı doktor, Fehmi bey’in torunu hakim, kaportacı Ali ustanın gelini avukat


Yargıç da çıktı, rektör de, pilot da, mimar da Anadolu çocuklarından

Bu millet bir değil birçok devleti yönetebilecek evladı yetiştirdi


Hem de öz be öz kendi toprağından çıkmış, kendi suyunu içmiş, kendi ekmeğini yemiş, kendi köyünün tozunda büyümüş


Hem de öz be öz Anadolulu olan


Hem de öz be öz kendi kanından olan


Öz be öz kendi İstiklal Marşıyla yetişmiş, okurken iliklerine kadar Mehmet Akif’i hissetmiş


İnancını yaşayan, namaz da kılan, oruç da tutan…


Şimdi siz bunu bir türlü kabullenemiyorsunuz


Derdinizi anlıyorum


Niye korktuğunuzu da


Devrinizin hiç bitmeyeceğini düşünerek bir milleti budamaya kalktınız


Bir milletin geleceğini, inancını, değerlerini, kutsallarını budamaya kalktınız


Bir milletin hayat damarlarını kurutup, posasını çıkarmaya kalktınız


Darbeler yaptınız, darbeler yapacaktınız, başbakan astınız, komutan öldürttünüz


Siz bir milletin Peygamberine bile dil uzattınız


Yanlış yaptınız


Siz vurdukça millet kenetlendi, siz kestikçe millet güçlendi, siz budadıkça millet fışkırdı


Ve şimdi karşınıza dikildi


Yanlış yaptınız


Şimdi korkuyorsunuz çünkü aynısının size yapılacağını düşünüyorsunuz


Şimdi korkuyorsunuz çünkü siz ne yaptığınızı çok iyi biliyorsunuz


Şimdi korkuyorsunuz çünkü size hesap sorulacağından artık eminsiniz


Bu millet ülkesini devralacak


Bu millet Efendisinin Mekke’ye girdiği gibi gelecek,


Bu millet Fatih’in İstanbul’a girdiği gibi gelecek


Bu millet kendine yakışan gibi gelecek


Ve siz;


Gideceksiniz


Abdullah Abdulkadiroglu

Alıntı Yaparak Cevapla

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı



Hiç düşündünüz mü: Yüz yıl öncenin temmuzunu yaşıyor olsaydınız yüzünüzün rengi ne olurdu?


Meşrutiyeti az daha Dadaşlar ilan edecekti Keşke…


Daha kırmızı olacağından eminim de, mahcubiyetten değil, gün yirmi dört saat sokak ve caddelerde nümayiş yapmaktan


Hele kanları kaynayan gençler iseniz ellerinizde bayrak ve pankartlarla sokaklara dökülür, yakalarınıza Serasker Rıza Paşa’nın resmini takar, ay yıldızlı bayrağa bir haç ilave ederek yolları arşınlıyor olurdunuz büyük bir ihtimalle Henüz ağzınızı doldurup Sultan Abdülhamid’e açıkça lanet okumasanız bile (ki bunun için tahttan indirilmesini beklemeniz gerekecektir), “Hürriyet, Müsavat, Adalet” sloganlarını kulaklarınızın dibinde mermi gibi vızıldadığına tanık olurdunuz


Kısaca söylersek, yüz yıl önce bugünlerde yer yerinden oynuyor, pek çok Abdülhamid taraftarının ayağının altından toprak kayıp giderken, sokaklara dökülmüş milyonların ayakları yerden kesiliyordu


Bence bugün bile ayağımız yere değmiş sayılmaz Çünkü bu heyecan devrinin yaktığı ateş henüz soğumadı Baksanıza, Resneli Niyazi’nin kendisine emanet edilmiş tabur kasasından para gasp ettiğini yazdım diye bir ölüm tehdidi almadığım kaldı Bir orgenerali vuran üsteğmen Atıf Bey’in düpedüz katil olduğunu ve bu zatın başka bir özelliği olmadığı halde Cumhuriyet devrinde de milletvekilliğiyle ödüllendirildiğini yazdım diye şahsıma hakaretler yağdırıldı


Yanlış anlaşılmasın, şikâyet diye söylemiyorum Hamama giren terler sonuçta Söylemek istediğim, yakın tarihimizin henüz dumanı tütüyor ve biz bu tarih karşısında hâlâ birer tarafız


Bir de cehalet var ki, diz boyu Kabataslak tarih malumatıyla meseleyi aydınlatacağım diye ortaya çıkıp daha da karanlıklaştıranları mı istersiniz yoksa çam üstüne çam devirip yine de yüzü kızarmayanları mı?


Mesela bir iddiaya göre Abdülhamid ülkeyi 33 yıl parlamentosuz yönetmiş El insaf mine’l-imân Yahu zaten II Abdülhamid’in meşrutî olan ve olmayan iktidar süresinin toplamı 32 yıl, 7 ay, 7 gündür Tahta çıktıktan 3 ay, 23 gün sonra ilan ettiği ilk meşrutiyetin meclisli döneminin yaklaşık 11 aylık süresi ile ikinci meşrutiyet dönemindeki 10 aylık saltanatı bu rakamdan düşüldüğünde geriye 30 yıl, 5 ay, 6 gün kalır (Bana kalsa keşke 43 yıl parlamentosuz yönetseydi de Edirne’ye serhat şehri demeseydik ve hacca “gitmeseydik”, Müslümanlar hacca ‘gelseydi’!) Kaderin bir cilvesi olarak iki meşrutiyeti ilan etmek de Abdülhamid’e nasip olmuştur


Abdülhamid’in Anayasayı yürürlükten kaldırıp Meclisi dağıttığı iddiası da aynı şekilde çürük temellere yaslanıyor


Bir kere Kanun-i Esasi askıya alınmış olsa dahi, kâğıt üzerinde daima yürürlükte kalmıştı Bunun pratikte herhangi bir anlamı olmayabilir ama 27 Mayıs veya 12 Eylül gibi anayasaları çöpe atan ihtilal ve darbelerle kıyaslandığında Abdülhamid’in hukukun lafzı açısından da olsa bir meşruiyet kaygısı taşıdığını gösterir


İkincisi, 1876 Anayasası’nda Osmanlı parlamentosu “Meclis-i Umumi” ismini taşıyor ve bir değil, iki ayrı meclisten oluşuyordu Birisi metinde geçtiği gibi Meclis-i Mebusan, diğeri ise Meclis-i Ayan İşte Abdülhamid’in 13 Şubat 1878’de anayasadan aldığı yetkilerle ve Meclis Başkanı Ahmed Vefik Paşa ile anlaşarak toplantı döneminin bitmesine bir ay kala Meclis-i Mebusan’ı tatil etmesi (kapatması değil), her iki meclisin de dağıtılması anlamına gelmiyordu Aksine, Meclisin bir parçası olan Heyet-i Ayan resmen varlığını devam ettirmiş, üyeler ölünceye kadar -bir daha toplantıya çağrılmasalar bile- hem devletten tıkır tıkır maaşlarını almışlar, hem de isimleri ve resimleri her yıl salnamelerde yer almıştır Hatta Meşrutiyet yeniden ilan edildiğinde 30 yıl önceki Meclis-i Ayan’da görev almış bulunan 3 üye hayattaydı ve hiçbir şey olmamış gibi yeni üyelerle birlikte görevlerine devam ettiler


Bir başka yanılgı, Meşrutiyetin sadece Makedonya ve 3 Ordu’nun eseri olarak değerlendirilmesidir Bu, sonradan işbaşına geçen İttihat ve Terakki’nin Selanik merkezinin tarihi kendisine yontma gayretkeşliğinden kaynaklanır Mesela 1906 yılında bir “Erzurum İhtilali” olduğundan kaçımız haberdardır? 100 kadar Erzurumlu kadının kocalarını hapisten kurtarmak için vilayeti basması az buz bir hadise midir? Peki neden kitaplarımızda geçmez bunlar?


Halbuki bu ihtilal her ne kadar hükümet tarafından bastırılmış olsa da, İttihatçıların tahrikiyle başlamıştı ve başarıya ulaşmış olsaydı belki de sokaklarda Meşrutiyetin başka kahramanları alkışlanıyor olacaktı İşin garibi bunu ben söylemiyorum, İttihatçıların başlarındakiler söylüyor İşte o sırada Erzurum’da görev yapan Teşkilat-ı Mahsusacı Hüsamettin Ertürk’ün çarpıcı sözleri:


“Meşrutiyetin ilânından önceki günlerde eğer Erzurum Valisi Abdülvahhab Paşa sıkıyönetimi ilan etmemiş ve Erzurumlu vatanperverleri Sinop kalesine sevk etmemiş olsaydı Erzurum, hürriyetin ilânı şerefini Manastır ve Selanik’in elinden almış olacaktı


Aynı kaygıyı Resneli Niyazi Bey’in hatıratında da buluyoruz Anlıyoruz ki, malı Anadolu’ya kaptırma telaşı sarmıştır Selanik komitesini Bakın Jöntürklerin içinden gelen bir başka ses, Ahmet Bedevi Kuran bu ince noktayı nasıl ustalıkla vurguluyor:


“Bu kıyamı hazırlayanlar memleketin diğer hürriyetçi bölgeleriyle işbirliği yapmak ve ortak faaliyete geçmek imkânını bulabilselerdi, belki de Meşrutiyetin ilanına o tarihte (1906) yol açılır ve sonradan ortaya çıkan Selanik politikacılarının hareketi tekellerine alma siyasetlerine yer kalmazdı


Yani hürriyet kahramanlarımız Selanik’ten değil, Dadaşlar diyarından çıkmış olurdu Haklı olarak “Bilmem” diyor Kuran, “bugün bu kahramanlıkları hatırlayanlar var mı?”


Hep söylüyorum, tarihimizi Avrupa’nın gözünden yazıyoruz diye Varsa yoksa Balkanlar Niye? İttihatçıların ihtilalden sonra egemen olan kolu orasıydı da ondan Meşrutiyetin tarihini Balkanlara endeksleyenler Erzurum İhtilali’ni iyi araştırsınlar ve Mezararkalı Mevlud Ağa’nın mahkemedeki savunmasını iyi okusunlar


Kaynak mı? Bilirsiniz, başkaları gibi bulup okuyun diye başımdan savmıyorum: Hadi Nedim Ulusalkul’un 1937 tarihli kitabını bulamadınız, bari Aykut Kansu’nun İletişim’den çıkan “1908 Devrimi”ne bakma zahmetine katlanın lütfen


Bir de Osmanlı’da kamuoyu İstanbul ile Selanik’ten ibaretti demiyorlar mı? Tam bir Selanik örgüsüne düştüklerinin farkında bile değiller ne yazık ki


Mustafa Armagan-Zaman

Alıntı Yaparak Cevapla

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Müthiş Bir Yakın Tarih Yazısı



Tarihçi-yazar Mustafa Armağan, Milliyet Gazetesi'nin internet sitesindeki başlığın sırrının peşine düştü


“Milliyet”in internet sitesindeki başlığın sırrını çözmekle meşgulüm Canım, şu “Manastırlı komutan” manşetinden bahsediyorum Duymuşsunuzdur mutlaka Kimden mi bahsediyor?




Önümüzdeki ay koltuğuna oturması kesinleşen 26 Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan Peki “Milliyet” şu günlerde 100 yıldönümünü yaşadığımız Meşrutiyet İhtilali’ni başlatan mermilerin ilk olarak Manastır’da sıkıldığına atıfta bulunuyor olabilir mi? O zaman köşeye sıkışmış ‘birilerinin’ müsterih olmaları gerektiğine dair bir ima mı gizli burada? Bilemiyoruz Ancak neresinden bakarsanız bakın, manidar bir başlıkla karşı karşıya olduğumuz kesin


Son yıllarda okuduğum en net mesajlı yazılardan birisi Hüseyin Gülerce tarafından kaleme alındı Gülerce 30 Temmuz 2008 tarihli “Zaman”da çıkan “Masonluk Ergenekon’un neresinde?” başlıklı yazısında sarsıcı sorularla dikkatlerimizi Ergenekon’un Masonik şifresini kırmaya yöneltiyordu


Gerçekten de Mason locaları bu tür gizli örgütlenmelerin hep bir yerlerindedir Gladyo’yu bitiren savcı Felice Casson’un İtalya’daki P-2 Mason locasının örgütle bağlantısını açığa çıkarışından tutun da, Ergenekon iddianamesindeki İlhan Selçuk’un İstanbul’da Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nda darbeyi planlayanlarla bir araya geldiği bilgisine kadar pek çok bağlantı, meselenin bir komplo teorisinin sınırlarını aştığını gösteriyor


Bu kadarla da kalmıyor, Büyük Doğu Locası Paris’te bir toplantı düzenliyor, Üstad-ı Azam Jean-Michel Quillardet, başörtüsünün serbest bırakılmasına karşı çıkarak yasanın “Türk laikliğinin bünyesinde açılan tehlikeli bir gedik” olduğunu savunabiliyor ve kafamız iyice karışıyor Bu ne öfke böyle? “Yoksa laiklik konusunda Masonlara bir güvence verilmiş de haberimiz mi yok?” diyesi geliyor insanın


Hüseyin Gülerce ise ısrarla soruyor: “Yasak olmasına rağmen Silahlı Kuvvetler bünyesinde masonlar var mıdır? Masonluğu tespit edildiği için bünyeden çıkarılan generaller var mıdır? Milletin evlatları için, orayı ele geçiriyorlar, buraya sızıyorlar dile dünyayı ayağa kaldıranlar, masonluk konusuna gelince neden suspus oluyorlar?”


Ancak 100 yıl evveline dönersek, Meşrutiyet için ayaklananların asker ve sivil önderleri arasında hatırı sayılır miktarda Mason bulunduğunu biliyoruz Merkezi Selanik’te bulunan Macedonia Risorta Locası ile yine Selanikli Jön Türklerin kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (adı daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştur) arasındaki bağlantılar giderek daha net bir şekilde açığa çıkıyor Cemiyete girecek olanların önce Mason olması, yani ‘tekris edilmesi’ gerekiyordu Böylece 1901-1908 yıllarında 23’ü karargâhları Rumeli’de bulunan ve İkinci ve Üçüncü Orduların en üst rütbeli ‘muvazzaf’ subaylar olmak üzere tam 188 İttihatçı Masonluğa alınmıştır


Kendisi de cemiyetten olan Ahmet Bedevi Kuran’ın verdiği bilgilere göre Masonluk İttihatçılar arasında o kadar onsuz olmaz bir hal almıştı ki, cemiyette iki türlü üye vardı Bir kısmı Mason locasına girenlerdi ki, bunlara “li ebeveyn kardeş” (ana baba bir kardeş) deniliyordu Mason locasına girmeyen üyelere ise “li eb” (baba bir kardeş) kardeş diye hitap ediliyordu Öz kardeş ve üvey kardeş de diyebilirdiniz buna Nitekim sonradan Cemiyetin bir numarası haline gelen Talat Paşa ve milletvekili yapılan Emanuel Karasso’nun Macedonia Risorta Locası’nın ilk üyeleri ve 33 derece Mason olan üstad-ı azamları yapıldığını biliyoruz


Gerçi o mücadele günlerinde bu normal görünüyordu ama sonraları savunmaya geçen İttihatçılar “Onlar bizi değil, biz onları kullandık” diyeceklerdi Ancak kimin kimi kullandığı çok değil, 10 yıl içinde belli olacaktı


Peki bunlar birer spekülasyon mu?


Bakın, öyle gizli saklı belgeleri değil, açık belgeleri kullanacağım Birincisi, ihtilalin o sıcak günlerinde Meşrutiyetin hemen ardından Adalet Bakanlığı’na getirilecek olan Macedonia Risorta Locası üyelerinden Manyasizade Refik Bey’in İngiliz gazetesi “The Morning Post”a verdiği demeç İttihatçıların İtalyan Masonluğundan manevi destek gördüklerini doğrulayan Refik Bey, Macedonia Risorta ve Labor et Lux localarının kendilerine “büyük hizmetler verdi”ğini ve barınak sağladığını gayet soğukkanlı bir şekilde anlatmış ve şöyle devam etmiştir:


“Orada Masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz da Masonduk, fakat aslında örgütlenmek için toplanıyorduk Bunun yanı sıra yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik… Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan Sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Grand Orienti’ne bağlıydı


Demek ki neymiş?


1) İttihatçı Masonlar olarak toplanıyorlarmış;


2) Yoldaşlarının büyük bir bölümünü Masonlar arasından seçiyorlarmış;


3) Çünkü Masonlar cemiyete adam almakta ustaymış;


4) Ayrıca da Abdülhamid herhangi bir şekilde olaylara müdahale etmek isterse İtalyan Elçiliğinden güvence almışlarmış


Kim söylüyor bunu? İttihatçıların sözüne en çok itibar ettikleri ve bu yüzden de ilk Meşrutiyet kabinesine Bakan yaptıkları zat


İşe bakın ki, aynı Manyasizade Refik Bey, ihtilal coşkusu içinde ikinci bir demeç verir Bu defa Paris’te çıkan “Le Temps” gazetesine verdiği demeçte şunları söyler:


“Masonluk ve İtalyan Masonluğu bize manen destek verdi… Hakikatte İtalyan locaları İttihat ve Terakki’ye yardımcı oldular, bizleri korudular, bizlere birer sığınak oldular Çoğumuz Mason olduğumuzdan teşkilatlanmak için genelde localarda toplanırdık Üyelerimizi de localardan seçmeye çalışırdık, çünkü locaya üye olabilmek için sıkı bir kontrolden geçilmekteydi


Siz düşünedurun, geçtiğimiz günlerde gazetelerden bir haberi koyuyorum masaya:


“Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bütün bağlı kuruluşlarına II Meşrutiyet’in 100 yıl kutlamalarının 2008 boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması talimatı vermesi üzerine “Meşrutiyet defileleri”, kitap tanıtımları, konferanslar ve benzer etkinlikler düzenlendi


Meğer sadece defile değil, darbe de düzenleyeceklermiş!


Mustafa Armagan-Zaman

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.