Avuçların Dünyayı Kurtarsın Yavrum |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Avuçların Dünyayı Kurtarsın Yavrumİsmail Fatih Ceylan Sen, koskoca bir camide, tek başına avuçlarını açıp Allah’a dua eden minik yavru! Sana imrenmemek, senden yayılan, o mânevî etkilere kapılmamak mümkün mü? O kadar saf, o kadar temiz ve o kadar güzelsin ki; kendi günahlarımdan, kirlerimden, çirkinliklerimden utandım Dünyam değişti gözümde, hayata bakışım değişti, her şey birdenbire güzelleşiverdi sanki Tüm bu güzellikler içinde güzelliklerin en güzeli olan senin bu halin; dünyada hiçbir ressamın çizemeyeceği eşsiz bir tablo, hiçbir günbatımında, ufuklarda hissedilemeyecek lâtif bir duygu, değeri biçilemez bir zevk Bilmiyorum kaç yaşındasın? Belki beş, belki altı Belki daha küçük, belki daha büyük Yan taraftaki lisenin bahçesinde kızlı–erkekli öğrenciler haykırıp bağırşarak oyun oynarlarken; şehirli halkın bir kısmı, ailesini, karısını, çocuğunu yanına alarak, arabalarıyla veya yayan, piknik yapmaya, gezmeye, eğlenmeye, havuzlarda yüzmeye, gününü gün etmeye gider veya gelirlerken; kimi balık tutar, kimisi bir nehir kenarında kamara arkadaşlarıyla toplanıp boğaz atıştırıp, et yerlerken; kimisi kaplıcalarda, kimisi plajlarda güneşlenip denize girerlerken; kimisi müzik ve sporla kendinden geçer, kimisi kasasındaki paraları sayarken sen, bu camide, bu küçücük halinle, masmavi halıların üzerine diz çöküp, gözlerin renkli buzcamlardan veya pencerelerden yansılanan güneşin hüzmelerine, halılara düşen akislerine bakarak; apayrı bir dünyada, apayrı duygulanımlarla, o mini mini ellerini kaldırıp, sanki bu hayata, sanki tüm insanlığa, sanki bizlere acır gibi Allah’a dua etmektesin Kendimden utandım seni görünce Caminin kapısına dikilip kaldım, üzerimden kaynar sular döküldü, yanaklarıma al bastı Olmayacak bir rüya gibiydi bu gördüğüm manzara İnanması çok güç, anlatılması çok zor ve hiçbir tarifin tarif edemeyeceği bir hayal Demek ki bitmemiş diye düşündüm Bizde bitti sandığımız bütün güzel, iyi ve Allah’a yaraşır vasıflar, çiçek çiçek açıyor işte her yerde; karanlığı yırtan bir ışık gibi Yüreğime işledi hâlin, ıpıl ıpıl oldu Heyecandan nefesim tıkandı Ama seni görünce kendimden utandım Bu saflığı, bu inanışı, bu teslimiyeti kendimde göremedim çünkü Seni bu halde görünce, bütün hatalarım, bütün bencilliklerim, bütün riyakârlıklarım hep yüzüme çarpıldı Keşke biz de böyle yetişebilseydik, bu ortamı içimizde ve dışımızda, her yerde oluşturabilseydik Hayatın zik-zaklı, çetrefilli ve bin bir istikametli yollarından sıyrılıp, senin bulunduğun noktaya, bu hedefi belirli yola gelemedik maalesef! Hayatın bizi dünyevî yakalayışlarından kurtulamadık ne yazık ki! Dualarımız da, ibadetlerimiz de, yaşama biçimimiz de dünyevileşti zamanla ve bu çıkar dünyasında içimizdeki karanlıklarla belirsiz bir hayat sürerken, ibadetlerimiz de, yaşayışlarımız ve dualarımız da çıkar aracı oldu bize; pazarlıklı ve karşılık bekler haldeydi İnancımızın hoş duygularını, çiçek tenini ve kokusunu unuttuk, anlayamadık ve anlatamadık Bir kuyunun içine atılmışların mahremiyeti sardı yüreğimizi Güneşi göremez, bahar kokularını hissedemez ve kuş cıvıltılarını duyamaz olduk Görebildiğimiz ve içinde bulunduğumuz maalesef ve maalesef kör bir dünya kuyusunun yosunları, bulanık suları, çamurları ve küf kokularıydı Bahar kokusuna, çiçeklerin zarif boy eğişlerine, lâtif esintilerine hasret kaldık Bu kaybettiklerimizi ve acınacak hallerimizi seni görünce hissettim, ahvalimiz karşısında tüylerim ürperdi Bu duyguları bilemeyecek kadar küçüksün biliyorum, ama öyle muazzez bir dâvânın havasını yayıyorsun ki, bütün insanlık, bütün dünya karşında utanmak zorunda kalıyor Toplumdan utandım seni görünce Hayatın binbir yönlü yollarında, zıt istikametlerde, çetrefil ve zikzaklarda, bu dünyayı kendine dar eden insanlar yığınına acıdım Hiçbirimizin bir ömür boyu rastlayabileceği mutluluk, asla şu an içinde bulunduğun mutluluğa eş olamaz Hiçbirimizin an’lık saflıkları bir araya gelse yine de şu senin yüzünde yansılanan saflığa ulaşamaz Hiçbirimizin yüreklerinde kalan iman kırıntıları, senin inanışına ve teslimiyetine denk olamaz Seni görünce toplum adına utandım Sınırsız bir kâinatta şu dünya minicik bir nokta; binbir çeşit gezegenlerin, yıldızların, göktaşların ve bilinmedik bir yığın gökyüzü varlıklarının arasında, toplu iğnenin ucu kadar bile olmayan küçücük bir nokta Biz bu noktada yaratılmış, etten, kemikten, akıldan ve ruhtan müteşekkil bir aciz varlık Bu koskoca kâinatın ve bu muhteşem dengenin, esrarengiz düzenliliğin yanında dünya nedir ki, dünya dünya diye tuttururuz! Bütün bu âlem, bu mâhlûkât, bu ihtişam, bu muammalı denge Peygamber Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine yaratılmışken; Peygamberimiz’in yanında, İslâm’ın yanında ve Müslümanın yanında dünya nedir ki, kâinatı yaratan, mâhlûkâtı, nebâtâdı ve insanları yaratan Yaradanamız’a yöneleceğimize, yüzü suyu hürmetine bir kâinatın yaratıldığı Peygamberimiz’in yoluna gideceğimize, tutar dünya dünya diye sızlanırız Dünya bile kendisine değer vermiyordur bizim ona verdiğimiz değer kadar, kâinat bile kendisine bu kadar değer vermiyordur Peygamberimiz’e hürmeten Sen, camideki küçük yavru! Secdeye varman ve Allah’a açılan ellerinle, bu kâinatın, bu dünyanın, bu tâbiatın, tüm mâhlûkların Yaradanına dönmüşsün Herşeyin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Peygamber Efendimiz’in yoluna koyulmuşsun Zavallılaşmış insanlar yığınından, şuursuz toplumdan sıyrılıp Allah’a yönelmişsin İçinde bulunduğumuz zavallılar toplumu gerçekte En lüks otomobillere de binsek, gökdelenlerde de yaşasak, uzayı da fethetsek ve denizin dibindeki nice esrarları da çözsek, yine de zavallı bir toplumuz aslında Ferdî mutluluğu olmayan, toplumsal mutluluğu da yüzyıllardır hayalleyen, düşleyen hiçler toplumu Önerilerle, ihtimallerle, olabilirliklerle, denemelerle, kendini kafasına göre birtakım sistemlerle oyalayıp bozguna uğradığı, insanlar arasındaki dengeyi bozduğu, huzuru yıktığı, kin ve nefreti oluşturduğu halde; herşeyi hâlâ Allah’ın dilediği bir inancın dışında arama gafletini, dalâletini ve bile bile ısrarını sürdüren divane bir toplum Gelecek nesillere, kendisine, yarınlara, özüne ihanet eden bir toplum Yıpranmaya, ezilmeye, sömürülmeye, huzur dilencisi olmaya, mutluluğa hasret bir toplum ve böyle toplumlardan müteşekkil bir dünya Çünkü gitmemiz gereken yola giremedik, kurtuluş çağrısına icabet edemedik Gönül erleri olmamız gerekirken, mansıba ve gösterişe heveslendik; alabildiğine mütevazi kalmayı tercih eden Asr-ı Saadet yolcularından koptuk Derûnî duygularımızı, güzelliklerimizi, iyiliğe münhasır hislerimizi kaybettik Dayanıklılığımız kalmadı, sabrımız tükendi ve birbirimizi teslim aldık Kendi yücelttiğimiz, put haline getirdiğimiz maddenin izafi üstünlüğü karşısında ezildik, tarumar olduk Gönüllerimiz ve inançlarımızla darıldık bakî güzellikleri unutup Bir türlü kurtuluşa dönen yola dönemedik, bizi çağıran yüce davete koşamadık Sen insanları, dünyayı, toplumları aşıp, dünyevî hisleri bir kenara bırakıp Yaradan’ına avuçlarını açmışsın Ne mutlu sana, ne büyük bir mutluluk bu, ne büyük bir saadet, ne yüce bir duygu! Bizleri, insanları, toplumu ve dünyayı aradan çıkarıp, Allah’ın huzuruna gelmişsin Gıpta ettim, imrendim ve utanç duydum kendi adıma, toplum ve dünya adına Utanç duydum zira seni bu muazzez duygularından, Allah’a olan bu bağlanışından ve içinde bulunduğun bu güzel havadan belki de bizler ayıracağız Bir şeytan olup yolunu şaşırtacak, sen daha ne olduğunu anlayamadan arşı azama yükselen merdivenin başından aşağıya çekmeye çalışacağız seni Ebedî hayat yerine, şu fani ve kısa hayatı takdim edeceğiz Okuyacaksın ve ileride bir şeyler olmak isteyeceksin, bu olmak istediğin şeyler benliğini yitirecek, belki de ruhunu söndürecek Çünkü bu olmak istediklerin avuçlarını açtığın yaradanın doğrultusunda değil, biz istesek de istemesek de, o yoldan ayırmaya çalışan bir silsile, bir tuzak, bir uçuruma giden yol olacak Bu tezgahı bozup atmak, bu çarkı değiştirmek artık bizim elimizde değil, insanlık adına kurduğumuz bu hakikattan uzaklaştıran sistemleri bozabilmek bizim gücümüzü aşıyor Fizik’le onikiden vuracaklar seni, kimya ile diz çöktürecekler, müzik ve sporla aklını başından alacaklar, televizyonla mânevî hayatına sabotaj yapacaklar, edebiyat, kültür, estetik ve sanatla yere serecekler seni Her birinin yolu, şu an içinde bulunduğun noktadan, bu yüce havadan, bu duruluktan uzaklaştıracak, binbir türlü gailenin ve ihtirasların kucağına atacak Ekonomi ve siyasi bilimler kapan kuracak, önemli mevkiler ve makamlar sana davetiye çıkaracak ve tüm bunların hepsi inancının emrinde, içinde, kapsamında olduğu halde, sen de belki bizler gibi, yakalanacağımız ya da içinde olacağımız mevkiyi, makamı veya ilgi alanını amaç edinerek, inancı aradan çıkarıp, yüzyıllardır süren bu karmaşaya ortak olacaksın Sana bir takım yollar gösterilecek anlayacağın ama bu gösterilen yolların hiçbiri, şu an içinde bulunduğun ortama, bu temiz dünyaya, bu Allah’a yaraşır mânevî havaya ve içtenliğe gitmeyecek Çünkü biz bu gösterilen yollarda hayatımızı verdik ve hedefe asla ulaşamadık Yani sana gösterilecek yollar hiç hayırlı yollar olmayacak Bilakis içinde bulunduğun kutsal yoldan edeceğiz, dünyanı da, ahiretini de yıkacağız, kendimize benzeteceğiz seni Yıllar yılı bağrı yanıklığımızın ve acınacaklığımızın bu temel nedenini anlayamadık, hissedemedik bile Şartlara uyarak, zamana uyarak, çevreye uyarak hep kendimizi aldattık Keşke bu saflık, bu duruluk ömür boyu sürse Aydınlık iç dünyalar, duru duygular, temiz düşünceler ve mânevî atmosferler bulanıklaşmasaydı! Yaşın küçük, bunlardan şimdilik haberin yok ama ileride bu tehlikelere maruz kalacağın için üzülüyorum Bir insan kaybetmekten, bir kalb, bir gönül, bir inanç kaybetmekten korkuyorum Bir kabus bizi adım adım takip ediyor Güzelliklerimizi, çiçek duygularımızı, iyilik bahçemizi tarumar ediyor Kötü duygularımızı kışkırtıyor, bizi birbirimize ve kendimize karşı düşman ediyor, aramıza aşılması imkânsız mesafeler koyuyor, gülyabanileştiriyor bizi Biz dirilmek isterken, bizi öldürmeye çalışıyor Biz bahara özlem duyarken, güneşi silmek, mavi gökyüzünü sadece karabulutlara mekan yapmak istiyor Üçyüz senedir tepemize atılan ağların kapanında çırpınıp duruyoruz, gün gelecek bu ağları yırtacağız elbet, herşeye rağmen buna inanıyorum Etrafımızı kuşatan, gönlümüzü kaplayan karanlıklar elbet bir gün aydınlanacak; kelebeklerin ışıklara koştuğu gibi, tüm insanlık Hakk’a koşturacak Bizi aydınlatan, bize hayat ışığını sunan kahramanlara koşturacak, başka çaresi yok Üçyüz senelik bir yıkımın, bir enkazın nesliyiz Haçlıların seferleri, inançlarımızı tarumar eden tasallutlar, karanlık dönemler, insanlığı insanlıktan eden, bir anafor gibi yutan, çölde bir hortum gibi sarıp sarmalayıp, döndürüp yere seren teknoloji ve modernizm de yıkamayacak, silemeyecek sahip olduğumuz inancı Bizi yıksalar bile, bizi silseler bile inancımızı ortadan kaldırmaya güçleri yetmeyecek Ayrık tohumlarıyla, fuhşu körükleyen ortamıyla; insan iradesini dejenere eden, aile kurumunu sabote etmeyi amaçlayan gazete ve dergileriyle; düğmesi yabancıların elinde, sansürsüz ve kontrolsüz televizyonlarıyla; yoldan sapmış, feleğini şaşırmış sayısı kalabalık, inanca düşman edilmiş yığınlarca insanlarıyla yirminci yüzyıl bile yok edemeyecektir inancımızı Zira üçyüz senedir başaramadılar; onlar dışarıdan, biz içeriden bilerek veya bilmeyerek çok uğraştık başarılamadı Dejenerasyona uğratıldı, çarpıtıldı, düşmanlık ve kin yayıldı ama olan yine insanlara oldu, kendilerine oldu Yüreklere kök salmış İslâm hayatı sökülemedi Başarılsaydı, dışarıda hayat doğal akışını sürdürüp giderken; kızlı erkekli gençler top oynar, millet gezmeye, eğlenmeye, yemeye içmeye giderken, kimisi televizyon başında otururken, sen camiye gelip avuçlarını açarak dua edemezdin Bütün ümitsizliklerin arasındaki nadide ümitsin sen Enkazın altında kalan ama Allah tarafından korunan, yıkıntılar arasından sağ çıkanlar gibi günümüzün yıkıntı ve enkazı altında bir nesil saklı İnançsızlığın hüküm sürdüğü, kimsenin din adına ortaya çıkamadığı, dine yönlendirici önemli bir fonksiyonun olmadığı, fuhşun, faizin ve tüm kötülüklerin meşru sayılıp egemen olduğu şu ortamda Fir’avun döneminde sepete saklanmış Hz Musa gibi bir nesil saklı Allah bizleri asla feda etmiyor, bizleri kolluyor; üçyüz senedir, asırlardır kolladığı gibi bizi bu azgın ortamda da kolluyor Ve şurda ya da burda, açık ya da gizli her yerde geleceğin kahramanları bir bir boy atıyor Bizi kurtaracak, felaha giden yolları gösterecek, kurtuluşa çağıracak, aslımıza döndürecek hasretini çektiğimiz kahramanlar yetişiyor Kalp ve ruhumuzu boğan, varolmak için çırpınırken yok etmeye çalışan, bizi adım adım takip eden; gazeteli, televizyonlu, mevkiili, makamlı, kinli ve ihtiraslı bu kabus; kötü duygularımızı körükleyen uğursuz bir şeytan olan bu ortam; Fir’avun’un sarayında Hz Musa’yı saklar gibi ümitlerimizin müjdecilerini saklıyor Acımasız kasırgalar karşısında, bir tufan ve boraya tutulan, her şeyi solgunlaşan ve ölgünleşen, en zengin bahara özlem duyan bu hazana dönüşmüş gönül bahçelerimizde kim diyebilir ki ümit çiçeği doğmayacak? Kim diyebilir ki bu bahçe yarın tekrar baharı yaşamayacak, üç asırlık karanlığın sonunda sabah olmayacak, güneş doğmayacak? Dua et yavrum! Bir şeyden haberin yok ama öyle bir dua et ki, hepimizi saran ve bizi adım adım takip eden kabus uzaklaşsın, tepemize atılan ağlar yırtılsın, üç asırdır süren kışın baharı gelsin, içimize sinen karanlıklar duanla, saflığınla aydınlansın Dua et yavrum! Öyle bir dua et ki, şu içinde bulunduğun temiz duygularından, saflığından, bu canayakınlığından bizler bile istesek de ayıramayalım seni Öyle bir dua et ki, bu duyguların ebedi olsun Kendini kurtardığın gibi bizi de kurtarsın Bizi bağlayan görünmez zincirleri koparıp, dünya kuyusundan çıkarsın Dua et yavrum!Dua et ki, Avuçların dünyayı kurtarsın! |
|