Ali Kuşçu-1 |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ali Kuşçu-1ALİ KUŞÇU ALPEREN GÜRBÜZER Peygamber dilinden övülmüş padişah Fatih davetine icabet ettiği konuğunu beklemekte, gözü yoldadır, nihayet birçok ilim heyetinin bulunduğu kafile yaklaştıkça Fatih’i heyecan sarar, derken büyük buluşma gerçekleşir Çünkü, Ali Kuşçu on beşinci yüzyılın en büyük astronotu ve matematikçisidir Ali Kuşçunun yetişmesinde şüphesiz en büyük etken Uluğ Beydir Hoca talebe ilişkisinin ötesinde birbirlerine dost yoldaştılar Hem gönül yoldaşı hem de göklere yolculuk için ilk ders Uluğ Bey tarafından verilir, ama zihninde kelam ve nakli ilimleri de öğrenmek ister Bu eksikliği giderecek ilim Semerkand’ın dışındaydı, Semerkand daha çok astronomi ve matematik ağırlık ilim tahsili yapılıyordu Bu isteğini Hocası Uluğ Bey’e ilk etapta açıklayamaz ve gizlice Kirman’a gidiyor Böylece Semerkand’dan Kirman’a yeni bir yıldız akmıştır O şimdi bilge insanların dizinin dibindedir Kirman’da Maraga rasathane kurucusu Nasiruddin-i Tusinin kelamla alakalı Tecridü’l Kelam eserine şerh yazarak dikkat çeker ve matematiğin dışında da kelam ilminde de otoriter olduğunu ispatlar O nerde olursa olsun, hatta dağın vadin üzerinde de olsa, tabir caizse yağmurla bile yarış edecek kadar dopdolu idi Derken buralara astronominin tüm incelikleri aşılanır, aynı zamanda buralarda dini ilimlerle beraber astronomi araştırmalarını da sürdürür Onun içindeki tufanı kimse bilemezdi, nasıl bilinsin ki, yaşayan ancak anlar, nitekim yaşanacaktı o hoyrat sıla acısına rağmen, onun için öğrenme aşkı leyladır şimdi İçindeki tufan dile gelir: ‘’Nolur selam söyleyin bana karşı eseflenmesin hocam, ondan usandığımdan dolayı buralara gelmiş değilim, bilsin ki yüreğim onunla, adım yanında kalsın, seher çağında güllerim solmasın, sor da anlatsın bu gök kubbe halimi’’ der Kirmanda ihtiyacı olan Leylasına kavuştuktan sonra, Semerkand hasreti doruk noktaya varmadan o yıldız tekrar kayar ana kaynağına, O şimdi asıl Leylası karşısındadır Biliyordu çok üzmüştü hocasını, iznini almadan uzaklaşmıştı, ah esirge sultanım, gel kaldır adaveti, artık artır muhabbeti dercesine yinede cesaretini toplayıp huzura alınır ve huzurda bedeni akkor kesilse de Uluğ Bey’in dilinden dökülen: -Kirmandan bana ne getirdin? sualiyle başlayan sözler yüreğini rahatlatır Cevaben Ali Kuşçu: - Size Eşkal-i kameri(ay’a ait ve ayın geçirdiği değişik evreleri ile ilgili risaleyi) getirdim diyerek kendisini affettirecek jesti yapar Uluğ Beyde ona jest yapar, sefaret heyetini ülke dışına göndereceği zaman yanlarına muhakkak Ali Kuşçu’yu katarak kabına sığmayan talebesini daha da ötelere taşmasını arzulamaktadır Gezilerin dışında günlerini hep hocasının yanında geçirerek hizmete kendisini adadı Hatta o hizmetlerin semeresini Kadızade Rumi ve Gıyaseddin Cemşid’in vefatlarının ardından rasathane müdürlüğüne getirilerek görecektir Derler ya önce himmet değil hizmet, oda öyle yaptı zaten O artık yönetilen noktada değil bizatihi yönetendir, ama yöneticiyim diye yıldızlar yücelerden kayarken, ya da renkler gecenin karanlığında sıyrılırken seyirci kalamazdı, o halde ne yapmalıydı? evvela ilk iş Yıldızlar katalogu eserini ortaya koymaktı, sonra da Zıc-i Uluğ Beg’i yahut bir başka ifadeyle Zıc-i Güreganı ‘yı (Yıdızların hallerini belirleyen cetvel-astronomik tablolar)tamamlamak olacaktı Rasathane müdürü olsa da ilim çilesi onun için sönmeyen bir alevdi, hayalinde gökyüzü denen alemin sırlarını insanlığın hizmetine sunmak vardı, o gök sedanın heyecanını taşırdı hep yüreğinde Nasıl olsa ömür geçer, O bu duygularla her mevsim gecenin karanlığında yıldızın mavilinde seyre dalar, ufuk penceresinde bir ağıt faslı başladı inceden inceye Mevla’dan hedefine erişmek iştiyakıyla O’na sığınır, durmak yoktu, çünkü gökyüzü uçsuz bucaksızdı, enginlere koyulmalıydı, çağın çilesini yüklenmeye hazırdı her an Bu yüzden W Barlhod onun için; 15 asrın Batlamyusu’dur demiştir Sadece bir yerde duraklamıştır, beklenmedik anda Hocası Uluğ Beyin oğlu tarafından kiralanan Abbas tarafından hançerlenerek katledilmesi onu derinden etkilemiş ve iç dünyasında uzaklara gitme isteği bürümüştür Her taraf toz duman, hava puslu idi, karabulut sarmıştı etrafı, Semerkand Uluğ Bey’ini kaybetmişti çünkü Bir anda tabuta gözleri takılır, tütsü gözlerle dosta doğru bakar Ağla karanfil ağla ağıtıyla tüm Asya ağlar ardından Öyle ki Uluğ Beyin ölümüyle derya gibi sevgi tükenmeye yüz tutar ve birçok alimin kolu kanadı kırılır adeta, Semerkand’dan bu yüzden ayrılmışlardır Her biri tenha gurbetlere seferber oldular Ali Kuşçu içindeki hüznü dindirecek iksirin bir anda Mekke ve Medine’de olduğunu düşünür Şimdi o Kutsal topraklardadır Mescidi Nebevideki nübüvvet kokusu kendine getirmiştir ve yerinden doğrulur tekrar başını yerden kaldırır diker gözlerini göklere, hatta ötelere Kutsal toprakları ziyaret dönüşü yol onu Tebriz’e getirir Tebriz bir ışığa şahit olur O ışıktan Tebriz’de bereketlenir Akkoyunlu Hükümdarı alime olan saygı gereği onun ağırlar, hatta ona elçilik görevi tebdil eder, özellikle Osmanlı ile ilişkiler hiçte iyi değildir, bu yüzden Fatihe elçi olarak gönderilir Fatihin huzuruna çıktığında birbirlerine hayran olacak kadar etkilenirler, birbirlerinde eriyerek fenafiş olurlar adeta, öyle bir etkilenme ki Fatih İstanbul da kalmasını ister, ama görevini en iyi şekilde deruhte etmesi gerektiğini, kendisini buralara kadar gönderene emaneti ulaştırıp vefa borcumu ödedikten sonra der Gerçektende öyle yapar, Uzun Hasan gezi ile ilgili raporunu aldıktan sonra bir süre Tebriz’de dinlenip iki yüz kişilik bir heyetle uğurlanır, İstanbul’a dönüşü muhteşem olur, en iyi şekilde karşılanır Gelir gelmezde Ayasofya Medresesinin başına getirilir Burada da kıskançlık devreye girer her ne kadar ulemanın hasedini çekse de ilminden taviz vermeyerek sayısız hizmetleriyle Osmanlının astronomi ve matematikte en parlak dönemlerin yaşanmasına vesile olur O astronomi ve matematik derslerin yanı sıra daha önce yanlış hesaplanan İstanbul’un boylamının elli dokuz derece enleminin ise kırk bir derece on dört dakika olduğunu tespit ediyor Tüm bu hizmetlere ilaveten güneş saati kurarak da İstanbul’u taçlandırır adeta (DEVAM EDECEK) |
Ali Kuşçu-1 |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ali Kuşçu-1İSTANBULA ŞEREFVEREN ATAYURTTAN ALİ KUŞÇU-2 ALPEREN GÜRBÜZER 1473 yılında Akkoyunlu savaş esnasında çalışmaların ara vermez, nitekim yazdığı Fetih Risalesini Fatihe takdim eder Sadece bu eserimi tabi ki değil birtakım matematiksel hesaplarla ilgili Muhammedi’ye eserini de sunar Fatih orta Asya’nın emanetçisinin İstanbul’a kattığı hizmetler karşısında adeta kendinden geçer, Fethi Mübin’in sanki bir armağınıydı o Allah’ın bir lütfuydu O bir yandan gerek telif eserler gerekse kendi araştırma ürünü eserleri yazarken diğer yandansa bilim tahine üç isim kazandırır; torunu Mirim Çelebi, Hoca Sinan Paşa ve Molla Lütfidir Dünya onun serlerini okuyarak gökyüzüne uzandı, öteleri araladılar, ayın bir kraterine hocası Uluğ Beyin adı,bir bölgesine de Ali Kuşçu adı verilmiştir Dünya onları anladı, ama biz hala kütüphanemizin tozlu raflarına terk etmiş durumdayız Bir gün elbet o tozlu raflarda uzanacak evlatlar yetiştiğinde yeniden diriliş gerçekleşecek elbet Ümit varız Bu konuya oy verdiniz |
|