|
|
Konu Araçları |
gerekliliği, halktan, uzaklaşmanın, uzletin |
Uzletin (Halktan Uzaklaşmanın) Gerekliliği |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Uzletin (Halktan Uzaklaşmanın) GerekliliğiUZLETİN (HALKTAN UZAKLAŞMANIN) GEREKLİLİĞİ Hak yolcusuna, maddî ve manevî düşmanlarına üstün gelebilmesi için uzlete (yalnızlığa ve halktan uzak kalmaya) sarılması gerekir Uzlet iki çeşittir; biri farz, diğeri fazilettir Farz olan uzlet, kötü işlerden ve kötülüğe bulaşmış insanlardan uzaklaşmaktır Fazilet olan uzlet ise; boş işlerden ve boş işlerle uğraşan kimselerden uzaklaşmaktır Şöyle de denilmiştir: Halvet, uzletten ayrı bir şeydir Halvet, yabancılardan ayrı kalmaktır; uzlet ise, nefisten ve nefsin davet ettiği Allah'tan uzaklaştıran şeylerden uzaklaşmaktır Denilmiştir ki: "Selâmet on parçadır; dokuzu susmakta, biri de halktan ayrı kalkmaktadır" Yine şöyle denilmiştir: "Hikmet on parçadır; dokuzu insanın kendisini ilgilendirmeyen konularda sükût etmesinde; kalan biri de insanlardan uzak kalmasındadır" Konuştuklarına pişman olan çoktur; sükût ettiğine pişman olan ise yok denecek kadar azdır Hikmet, Allah tarafından verilen özel ilim, hayır, güzel davranış, doğru karar, faydalı iş, isabetli görüş mânalarına gelir Denilmiştir ki: "Halvet (insanlardan ayrılmak) asıl bir iştir; insanlara karışmak ise, gerektiğinde yapılacak arızî bir durumdur İnsan, asıl olana sarılmalı; halkın arasına da ihtiyaç kadar karışmalıdır Halkın içine karıştığında da sükûta sarılmalıdır; çünkü asıl yapılacak olan odur" Bir şairin dediği gibi, yaşadığın zamanda bir kimse sana safa ve huzur kazandırıyorsa; o kimse yüce Allah tarafından sevilen bir kuldur; ona yanaş Ancak böyle birisini nerede bulacaksın! Denilmiştir ki, halvet, kalp ile olur Bu halveti gerçekleştiren kul, bütün varlığı ile Allahu Teâlâ'ya yönelir, kalbi O'na bağlanır, O'nun sevgisiyle kendisinden geçer, gönlü O'na akar; sanki O'nun huzurunda gibi olur Denilmiştir ki, Hak yolcusunun ilk işi, bütün gücünü kullanarak dili ve kalbiyle çokça zikretmesidir Öyle ki, zikir bütün vücut azalarına ve damarlarına yayılır; sonra zikir kalbine intikal eder O zaman dili sükût eder, kalbi, gizlice Allah Allah demeye devam eder Kalp bu zikri yaparken devamlı rabbine yönelir, yaptığı zikri görmez Sonra kalbi de sakinleşir, artık bundan sonra kalp yüce Allah'ın sevgisi içinde tamamen kaybolur, O'na bağlanır, O'na yönelir, hep O'nu müşahede eder bir halde asıl aradığı rabbinin düşüncesiyle meşgul olur Sonra kalp, rabbinin müşahedesiyle kendisini hatırlamaz olur; sonra bütünüyle rabbine yönelip kendisinden hepten kaybolur Bu durumdaki bir kul, sanki ilâhî huzurda, "Bu gün mülk kimindir? Tek ve her şeye hükmü geçen Allah'a aittir" u ayetini duyar gibi olur O zaman Cenâb-ı Hak, kalbe tecelli eder; bu tecelli anında kalp ızdıraba düşer, dehşete kapılır, üzerinde manevî sarhoşluk, huzur, heybet ve tâ'zim (yüceltme) hali hâkim olur Artık kalpte tek aradığı yüce mevlasın-dan başka hiçbir varlığa yer kalmaz Bu konuda şöyle denilmiştir: "İlâhî huzurda kabul gören âşıkların açıkça müşahede ettikleri dosttan başka hiç kimseye bir haceti yoktur" Allahu Teâlâ'nın, "Şahit olana ve şahit olunana yemin olsun /o"15 âyetinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Bu ayette bahsedilen şahit Allah'tır; sahid olunan (müşahede edilen) ise, O'nun hiçbir varlığa muhtaç olmayan zâtının cemâlinin aksidir (tecellisidir) Bu durumda, şahit de meşhûd (şahit olunan) da O'dur İmam Gazali |
|