Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hilafet, hulefai, raşidinden

Hulefa-İ Raşidin'den Sonra Hilafet

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hulefa-İ Raşidin'den Sonra Hilafet




Liderliğin Bölünmesi




Daha önce açıklandığı gibi Hulefa-i Raşi-din'in fazileti, tam manasiyle ve mükemmel bir şekilde Rasûlullah 'in naibi olmalarından ileri geliyordu Bu bakımdan Hulefa-i Raşidîn demek, sadece râşid (doğru yolu tutan) değil, aynı zamanda mürşid (doğru yolu gösteren) halife demekti Onların vazifeleri sadece devleti yönetmek ve düşmanlar ile savaşmak değil aynı zamanda Allah'ın dinini tamamı ile uygulamaktı Halife'nİn şahsında bir merkezî liderlik vardı Siyasî rehberlik bakımından Müslümanların liderliğini temsil ediyorlardı Bununla beraber akîde, mezheb, ahlâk ve ruhiyat, şeriat, medeniyet, irfan, eğitim ve öğretim, davet ve tebliğ gibi bütün sosyal faaliyetlerin rehberliği de onların üstündeydi Bu işleri birden ve toplu olarak, aynı zamanda görüyorlardı İslâm'ın her yönü nasıl tam ve mükemmel ise, İslâm'daki rehberlik de bütünüyle tam ve mükemmeldi Müslümanlar onlara her bakımdan ve her cephesiyle İtimad ediyor, güveniyorlardı Sosyal ve siyasî hayatlarını Hulefa-i Raşidîn'in rehberliği altında devam ettiriyorlardı


Saltanat hilafetin yerini alınca, ne "o" liderlik genelleşecek değerde oldu, ne de Müslümanlar bir gün İçin bile ona bu statüyü vermeye hazırlandılar Sultanların hattı hareketleri artık müslümanlarm nazarında ahlâki bir kıymet belirtmiyordu Halk, onların, insanları zorla itaate mecbur kıldığını biliyordu Onlar yüzlerce, binlerce insanı kendi şahsî kararlan ve istekleri uğruna köle gibi kullandıklarını da elbette düşünüyorlardı Buna mukabil hükümdarlar da, halkın canü gönülden, samimi bir bağlılıkla kendilerini Dinlerinin İmamı (önderi, rehberi) olarak tanımadıklarını da pekâla biliyorlardı İşte bu hâlin meydana gelişi müslümanlarm liderliğini böldü, ikiye ayırdı

Alıntı Yaparak Cevapla

Hulefa-İ Raşidin'den Sonra Hilafet

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hulefa-İ Raşidin'den Sonra Hilafet




Siyasî Liderlik


Bölünen liderliğin bir yönü, sultanlar tarafından kuvvet kullanılarak elde edilen siyasî liderliktir Kuvvet ve kudrete bağlıdır Kuvvet ve kudret ise ancak devletin başında bulunan hükümdarda vardı İslâm ümmetinin fertleri, ister istemez, cebrî bir surette bu durumu kabul ediyordu Bu liderlik kâfir değildi; şayet öyle olsaydı reddedip elbirliğiyle otoriteyi ortadan kaldırıcı tedbirlere başvursunlar, ya galip gelsinler veya mağlub olup dağılsınlardı Hakikatte iktidarı ve önderliği elinde bulunduranlar müslümandı, İslâm'a ve getirdiği kanunlara inanıyorlardı Allah'ın Kitab'mı ve Rasulünün sünnetini hüccet olarak kabul ediyor, İnkâr etmiyorlardı Hükümdarlıkları döneminde bütün genel muameleler ve faaliyetler Şeriata göre cereyan ediyordu Ne var ki, siyasetleri dine tâbi değildi İşte bu sebeple İslâmî yönetim tarzının dışına çıkıyorlardı Ümmet de bu yüzden onların siyasî liderliklerini bir dereceye kadar kabul ediyordu Çünkü bu siyasî liderlik altında ülkenin nizam ve güvenliği sağlanıyor, sınırlar muhafaza ediliyor, İslâm düşmanlarıyla cihada girişiliyordu Bundan başka gayri müslim harbîlerin saldırılarına mani olunuyor, İslâm topraklan üstünde cuma ve cemaat namazları eda ediliyor, hac ibadeti yerine getirilebiliyor, mahkemelerde İslâm kanunlannm uygulanması sağlanıyor ve hükümler ona göre veriliyordu Şayet Sahabe, Tabiî ve Tebe-i tabiîn (Sahabileri görenler ve bu görenleri görmüş olanlar) onlara biat etti ise onları râşid halife ve dürüst imam olarak gördüklerinden değildi Daha çok bir oldu bittiyle ve usulsüz olarak göreve gelmiş ve değiştirilmesi zor siyasî liderlik olarak görmelerindendi



Dinî Liderlik


İkinci yönü dinî liderlikti Bunu Sahabe, Tabiî ve Tebe-i tabiîn, fakihler, hadis âlimleri ve ümmetin salih fertleri üstlenmişti Ümmet, dinî meselelerde tam manasıyla onlara itimad ediyor, gönül huzuru ile imamlıklarını kabul ediyordu Bu liderlik siyasî liderlik gibi muntazam bir şekilde değildi Herhangi muayyen bir şahsın elinde de bulunmuyordu Yani ortada imam (lider) diye tek ve belirli bir ferd yoktu Aslında ümmet içinde bu vasıflara sahip bir hayli insan vardı Bunun için ümmetin hem fertleri hem de toplumu irşad edici, doğru yolu gösterici olarak 'kabul ettiği' belli başlı bir şahsiyet de yoktu Halkın dinî meselelerini muntazam bir şekilde tertibe koyan, lüzumlu hallerde müracaat edilebilen, verdiği kararlar bütün ülkede uygulanan, herkes tarafından kabul edilen, belirli bir meclis de yoktu Bütün bu insanlar ferdî kapasiteleri Ölçüsünde ayn ayrı çalışıyorlardı Bunların ahlâkî ve dinî meziyetlerinden başka hiçbir kuvvet ve kudretleri de yoktu Fakat onların hepsi de aynı kaynaktan -Allah'ın kitabından ve Rasulünün sünnetinden- aldıklanyla amel ettikleri, meseleleri onunla çözüme bağladıkları için, ayrıntıdaki fikrî ihtilâflanna rağmen hepsi de topluca aynı tabiat ve davranış içindeydi İslâm dünyasının dört köşesine dağılmakla beraber, bir vücud gibi, tek bir şahıs gibi düşünerek dinî, fikrî ve ahlâkî liderlik sahasındaki boşluğu şahsiyetleriyle dolduruyorlardı



İki Liderlik Arasındaki İlişkiler


Bu iki liderlik arasında işbirliğinden ziyade ihtilâf sözkonusuydu İşbirliği hemen hemen yok gibiydi Siyasî liderlik dinî liderliğe görevlerini yapabilmesi için çok az yardım ediyordu Dİnî liderlik esas itibariyle diğerinin yardımını kabule hazır değildi Çünkü siyasî olanı, yaptığı yardıma karşılık, dinî liderlikten daima fedakârlık beklemekteydi Kendisi ise böyle bir fedakârlığa yaklaşmıyordu Hem dinî liderlerin vicdan ve maneviyatları bu türlü bir fedakârlığa katlanmaya müsait bulunmuyordu Bundan başka dinî liderler, siyasî otoriteye yanaştıkları, ona boyun eğdikleri takdirde millet fertlerinin kendilerine olan itimadının sarsılacağını da biliyorlardı Çünkü dinî liderler devlet mekanizmasında bir vazife kabul ettikleri anda müslüman halk, onların hakiki iman sahibi olduklarından şüpheye düşüyordu Müslümanların nazarında dinî liderliğin ölçüsü, "sultanlardan uzak durmak, onların zulüm ve baskılarına karşı koymak, şiddet ve gazaplarından korkmamak"tı Bu ölçüye muhalif davranana karşı hürmet edilmiyor, liderliği kendiliğinden kalkıyordu Müslüman ahalinin haricinde, siyasî liderler de bu hususu sezmiş ve anlamışlardı Tayin ettikleri kişiler dışındakilere dinin hükümlerini tevil edecek davranış içine sokamıyorlardı

Böylece hicrî yüzyılın ikinci yarısına doğru dinî ve siyasî liderlikler birbirinden tamamen ayrılmıştı Artık ümmetin âlimleri tefsir, hadis, fıkıh ve diğer dinî ilimleri tedvin etmeye, ders ve fetva vermeye başlamışlardı Yönetimden tamamiyle müstağni şartlar altında, otoritenin yardımı olmaksızın, hatta zaman zaman yönetimden gelen eziyet, haksızlık, yersiz müdahale ve baskılara rağmen derslerini ve faaliyetlerini sürdürmüşlerdir Müslümanlar, ümmetin salihleri tarafından zihniyet, ahlâk ve davranışlarıyla dinin zaruretine uygun bir tarzda yetiştirilmiştir Siyasî kudretin tesirinden azade bir şekilde gelişme imkânları bulundu İslâm prensiplerini yeryüzüne yayma faaliyetleri bu muhterem zatların himmetiyle daha fazla hızlandı Halkı onlar terbiye etti Gayretleri neticesinde birçok insan müslüman oldu Sultanların vazifesi sadece bazı toprak ve memleketleri fethetmekten ibaretti Fakat halkın gönlünü kazanamı-yorlardı Sultanlar vasıtasıyla İslâm Devletinin nüfuzu altına giren memleketlerin halkı ancak dinî liderler ve milletin salih evlatları tarafından gönülden fethedilmekteydi Milyonlarca insanın İslâm'ın halkasına dahil olması, sultanların ve siyasî liderlerin değil, ümmetin sahillerinin gayreti neticesinde meydana gelmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Hulefa-İ Raşidin'den Sonra Hilafet

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hulefa-İ Raşidin'den Sonra Hilafet




İslâm'ın Gerçek Gayesi


Şurası açıktır ki, liderlikteki bu bölünme İslâm'ın gayesinin yerine getirilmesine uygun değildir Dinî liderliğin, siyasî liderlikten ayrıldıktan sonra İslâmî değerlerin muhafazası hususunda çok büyük ve değerli hizmetlerde bulunduğuna şüphe yoktur Bu hizmetlerin herbiri teker teker, paha biçilmez değerdedir Bugün yeryüzünde İslâm medeniyeti varsa, İslâm'dan bahsediliyorsa, müslüman millet İslâm'a bağlı kalabilmişse, hiç şüphesiz bu hizmetler sayesindedir Şimdi İslâm'ın gerçek sosyal sisteminin, sahih ve doğru usûllerle yeryüzünde yeniden hayat bulması istense Hulefa-i Raşidîn'in idare tarzına uygun bir devlet mekanizmasını realize etmek şarttır Eğer bu hâl şekli, hicrî ikinci yüzyılın yarısında sistemleştirilmiş olsaydı, bugün İslâm'ın daha geniş sahalara nüfuzundan söz edecektik Her ne kadar İslâm'ın öngördüğü bazı değerler diğer toplumların kültür ve yaşayış tarzlarına farkedümeksizin nüfuz etmişse de bu, Sâri (kanun koyucu)'nin gösterdiği gayeye hizmet etmez İlahî nizam bütüncül bir yapıda olduğundan, tam manasıyla diğer sistemlere üstün gelmelidir Şeriat en dar ve en geniş bakış açısıyla dahi insan hayatına bütün alanlarda hükmetmelidir Böylece insanlık kendi hür iradeleriyle açık ve huzurlu bir hayat sürebilmelidir Şeriat, ahlâklı, dürüst, faziletli ve âdil fertler öngörür Bu kişiler iyiliğin, adalet ve hakkaniyetin sistemini kurup şeriat kanunlarını uygulayabilirler Bu sistemde insanlar her türlü baskı ve zorbalıktan uzak yaşayabilme, kendi istek ve iradeleriyle Yaratıcının emirlerini araştırabilme imkânına sahiptir

İnsanlığın tekrar sözkonusu sisteme kavuşması, dinî ve siyasî liderliği aynı anda ve tek başına uhdesinde bulunduran ve Hulefa-i Raşidîn'in izinden giden bir lidere sahip olması hâlinde mümkündür Bu tip bir liderlik bütün gücünü ve kaynağını D/rc'in amaçlarını yerine getirmek için kullanmalıdır Bu sistemin anlaşılabilmesi, hikmet ve faydalarının kavranabilmesi, kendi refahlan için benimsenmesi kanun koyucunun arzu ve amaçlarıdır Eğer insanlar onu kabul edip kendi bütünlüğü içinde pratiğe aktarsalardı tarihin akışı tamamıyla değişir ve insanlık hayatı oldukça farklı olurdu Âdil, dürüst ve faziletli fertler kendi içlerinden seçtikleri liderlerle faziletli ve adil bir toplumu oluştururlardı Bu toplumda herkes imkânlardan eşit olarak faydalanır, huzur ve sükûnetle Allah'ın hudutları dairesinde hayat sürerlerdi

Ne yazık ki bu olmadı İnsanlar, özellikle bu dinin otorite koltuğunda oturanlar iştiyakla cevap vermedikleri için bu olmadı İlk halifeler devrinde sistem iyi işledi Onlar bizzat RasûluUah @ tarafından eğitilmişlerdi Fakat diğerleri gücü ele geçirince onların siyasî emelleri ve dünyevî cazibeler imanlarından daha kuvvetli geldi ve onlar ne o asil ve yüksek karakter seviyesinde kalabildiler, ne de bu yüce makamdan beklenen gerçek liderliği sergilediler Böylece hilafet saltanata dönüştü İnsanlık siyasî ve dinî sahalarda bu makamın gerçek yönlendirmesinden mahrum bırakıldı Böylece siyasî otoritenin dinî ve manevî liderlikten ayrılması İle kanunkoyucunun ulvî gayesi İfa edilemedi İnsanlığa fiiliyatta takva ve iyilik, zaferde âlicenaplık, zenginlikte hayırseverlik, yüksek makamda tevazu, zengin ve fakir, dost ve düşman arasında adalet gösterilemedi Hepsi tek hilafet makamında toplanıyordu Gerçekte Dinin amacı, sadece tek bir liderlikte birleşirse yerine getirilmiş olur Aynen, siyasî ve dinî liderliği aynı anda uhdesinde bulundurarak hizmet eden, muttakî, fâdıl ve herkese karşı âdil ve hakkaniyete riayet eden Hulefa-i Raşidîn gibi (Ebu'l A'lâ Mevdûdî, Hilâfet ve Saltanat)



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.