İshak Kelimesindeki Hikmet-İ Hakkiyye |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İshak Kelimesindeki Hikmet-İ HakkiyyeİSHAK KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ HAKKİYYE Nebi’yi kurtaran, bir kurbanın kesilmesi oldu Ama koçun bağırtısıyla, insanın konuşması nasıl bir olur? Halbuki Yüce Allah bizim için veya kendisi için koçu yüceltti Bilmem ki bu yüceltme nedendir? Kuşku yok, diğer kurbanlıklar ağırlığınca daha değerlidir Ne var ki, kurban olarak kesilen koçtan daha aşağı oldular Bilmek isterdim, küçücük bedeninden ibaret bir koçun Rahman’ın Halifesi’nin yerini nasıl tutabildiğini Bilmez misin ki, bu kurban işinde bir düzenleniş vardır: Kârda çoğalma ve kayıpta azalmadır o İmdi, cansızlardan daha yüce yaratılışta olan yoktur Ondan sonra değerce yüksek olan bitkilerdir Bitkilerden sonra, his sahibi hayvanlar gelir, Yaratıcılarını bildikleri keşf ve açık delil ile sabittir Ve “Âdem” denilen yaratılışa gelince: O, akıl, fikir ve imanıyla kayıtlıdır Sehl el-Tusteri ve benzerimiz olan tahkik ehli böyle dedi, Çünkü biz ve onlar ihsan makamındayız İmdi, işi benim müşahede ettiğim gibi müşahede eden Gizlide ve açıkta benim söylediğim gibi söyler Ve bizim sözümüze aykırı olan söze bakma Ve buğdayı çorak yere ekme! Onlar, Masum Olan’ın, Kur’an’da söz ettiği sağırlar, dilsizlerdir Bil ki –Allah bizi de seni de güçlendirsin– Halil İbrahim aleyhisselam oğluna (İshak’a) şöyle dedi: “Rüyada seni kurban ettiğimi gördüm” [Saffat Suresi, 37/102] Ve rüya alemi hayal hazretidir İbrahim, gördüğü bu rüyayı tabir etmedi Halbuki, rüyasında kendisine oğlu (İshak) suretinde görünen (ve dolayısıyla asıl kurban edilmesi gereken) koçtan başkası değildi Ama İbrahim’in, gördüğü rüyayı (tabir etmeksizin) olduğu gibi kabul etmesi (ve İshak’ı gerçekten de kurban etmeye yeltenmesi) üzerine, İbrahim’in bu vehminden dolayı, Rabb’i, İshak’a koçu [zibh-i azim] feda etti; ki bu (koçu kurban etmesi) İbrahim’in gördüğü rüyanın –her ne kadar kendisi bundan haberdar olmasa da– Allah katındaki tabiriydi Demek ki, hayal hazretinde görülen suretlerden Allah’ın murad ettiği şeyin ne olduğunu anlamak için bir başka ilme ihtiyaç vardır Görmez misin ki, Ebubekir (ra) rüyayı tabir ettiğinde Resulallah (sav), “Bir kısmını doğru, bir kısmını da yanlış tabir ettin” buyurdu Ebubekir, nerede yanlışlık yaptığını sorduysa da Resulallah Efendimiz bunun hangisi olduğunu söylemedi Hak Teala İbrahim aleyhisselam’a seslendiğinde, ona, “Ey İbrahim! Sen rüyada gördüğünü doğruladın” [Saffat Suresi, 37/104] dedi; yoksa, “rüyada gördüğün doğruydu,” yani, “rüyanda gördüğün gerçekten de oğlundu” demedi Çünkü İbrahim, rüyasını tabir etmeyip, gördüğü şeyi kendisine göründüğü şekilde aldı Halbuki rüyanın tabir edilmesi gerekir Ve bundandır ki (Mısır firavunu) Aziz, yanındakilere, “Eğer rüya tabir etmeyi biliyorsanız” [Yunus Suresi, 12/43] demişti Tabir, rüyada görülen suretten başka bir şeye izin [color="LightBlue"] demektir Ve (Aziz’in rüyasında gördüğü) öküzler, kıtlık ve bolluk yıllarıydı İbrahim’in rüyasında gördüğü doğru olsaydı, oğlunu kurban etmesi kaçınılmaz olurdu Ama o, sadece rüyada gördüğünün oğlu olduğunu doğruladı — ve Allah indinde ise oğlu suretinde görünen şey gerçekte koçtan [zibh-i azim] başkası değildi Bundandır ki, İbrahim’in zihninde oğlunu kurban etme düşüncesi doğunca, koçu İshak için feda etti Ama (gerçekte kurban edilmesi emrolunan İshak olmadığından) bu koç Allah indinde (İshak’a karşılık olarak) feda edilen bir şey değildi (çünkü kurban edilmesi gereken zaten koçun kendisiydi) İmdi, his (kurbanı) koç olarak biçimlerken, hayal de İbrahim’in oğlu olarak biçimledi Eğer hayalde bir koç görmüş olsaydı, onu oğlu olarak veya bir başka şey olarak tabir ederdi Ve sonra Hak Teala şöyle buyurdu: “Bu, apaçık bir imtihandır” [Saffat Suresi, 37/106] Yani bu, İbrahim’in, rüya durağının [mevtın] tabir gerektirdiğini bilip bilmediği konusunda bir imtihandır; çünkü O, rüya durağının [mevtın] tabir gerektirdiğini bilir Ama İbrahim, gördüğü rüyayı tabir etmesi gerektiğini düşünemedi [color="LightBlue"] ve (bu şekilde) rüya durağının [mevtın] gereğini yerine getiremediğinden dolayı da, rüyasında gördüğünü doğruladı Aynı şekilde, Müsned (yani, Hadis derleme kitabı) sahibi bir imam olan Taki bin Mahled de düşüncesizlik etti [color="LightBlue"] Resul’ün (sav) şöyle dediğini işitmişti: “Her kim rüyasında beni görürse, uyanıklıkta beni görmüştür; çünkü şeytan benim suretime giremez” Ve Taki bin Mahled rüyasında Resul’ü gördü; ve bu rüyada Resul kendisine süt içiriyordu (Uyandığında) rüyada gördüğünü doğruladı; (ve bunu kendisine kanıtlamak için de) kusarak, içmiş olduğu sütü çıkardı Eğer rüyasını tabir edecek olsaydı, içtiği süt kendisinin sahip olacağı birçok ilim olacaktı (Böyle yaptığı için,) içtiği süt kadar ilimden Allah onu mahrum kıldı Görmez misin ki, Resul (sav) rüyasında kendisine bir kap dolusu süt verildiğini söyleyerek şöyle buyurdu: “İyice kanıncaya kadar içtim ve kalanını Ömer’e verdim” Kendisine, “Ya Resulallah, içtiğiniz sütü ne olarak yorumladınız?” diye sorulduğunda ise, “İlim” diyerek karşılık verdi Ve rüya durağının [mevtın] tabir edilmeyi gerektirdiğini bildiğinden, gördüğü bu sureti süt olmaklığında bırakmadı Ve hiç kuşkusuz Nebi’nin (sav) duyularla müşahede edilen sureti Medine’ye defnedilmiştir Ve onun ruhunu ve latifesini hiçbir kimse ne başkasında ne de kendisinde müşahede etmemiştir Diğer bütün ruhlar için de bu böyledir İmdi, Nebi’nin (sav) ruhu, rüyada kendisini gören bir kimseye, toprağa defnedilen bedeninin suretinde görünür Ve rüyada görülen sureti, onun bedeninin aynısıdır, herhangi bir eksiklik sözkonusu değildir Ve Allah’ın rüya gören kişiyi korumasından dolayı, şeytanın onun suretine girmesi mümkün değildir Bundandır ki, her kim onu bu şekilde görecek olursa; kendisine emrettiği, sakındırdığı veya bildirdiği ne varsa, bunların hepsini onun kendisinden almış olur Tıpkı, Nebi (sav) hayattayken onu görseydi –anlamı ister açık ister örtük olsun, veya hangi şekilde olursa olsun– söylediklerini nasıl ki ondan almış olacaktıysa, öyle Ve eğer Nebi (sav), ona bir şey verecek olsa, bu şeyin hiç kuşkusuz tabir edilmesi gerekir Ama eğer hayaldeki şeyin aynısı duyumsal olarak da görülecek olursa, böylesi bir rüyanın tabir edilmesi gerekmez — işte Halil İbrahim ve Taki bin Mahled bu şekilde, gördükleri surete, gördükleri kadarınca güvendiler |
İshak Kelimesindeki Hikmet-İ Hakkiyye |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İshak Kelimesindeki Hikmet-İ HakkiyyeRüya için bu iki yön (yani, tabir etmek ve etmemek) sözkonusu olduğundan, nübüvvet makamını verdiği İbrahim’e yaptığı ve söyledikleriyle bize edebi öğretti Ve bizler de (öğrendiğimiz bu edeb sayesinde) Hakk’ı aklî delilin kabul etmediği bir surete bürünmüş olarak gördüğümüzde, görülen sureti –ya gören kişinin hali ve Hakk’ın görüldüğü mekân açısından veya her ikisi açısından– şeriata uygun olan Hak (anlayışı) doğrultusunda tabir etmemiz gerektiğini bildik Ve eğer aklî delil, gördüğümüz şeyi reddetmezse, onu gördüğümüz suret ne ise, o şekilde alıkoyarız — tıpkı ahirette Hakk’ı gördüğümüzde, O’nu gördüğümüz suret üzre kabul etmemizde olduğu gibi Her bir mevtında Rahman olan Bir’in suretleri vardır — gizli ve açık Eğer “bu Hak’tır” dersen doğruyu söylemiş olursun Yok eğer, “bu Hak’tan başka bir şeydir” dersen Öbür yana(yani, yaratılışa) geçmiş olursun O’nun hükmü bir mevtını içerip, diğerini dışlamak değildir Ve O, kendi hakikatıyla yaratılışta seyrini sürdürür Kendini gözler önüne serdiğinde, akıllar Alışageldikleri aklî delillerle O’nu reddederler Ama gerçek akıl sahipleri, akıl hazretinde ve “hayal” denilen şeyde, O’nu kabul ederler Ebu Yezid Bistamî bu makamda (yani, keşf-i tam ve şuhud-i âmm makamında) şöyle demiştir: “Eğer Arş ve onun içerisinde olan her şey, yüzbinlerce kez daha büyük olsaydı, arifin kalbinin bir köşeciğinde olurdu ve onun farkına bile varmazdı” — ve bu Ebu Yezid’in (kalbinin) cisimler alemindeki genişliğidir Ne var ki ben şöyle diyorum: Varlığı bitimli olmayan şeyin (yani, varoluşsal taayyünatın) bitimli olduğu varsayılarak, kendisini var eden ayn (ayn-ı vahid) ile birlikte arifin kalbinin bir köşeciğinde ortaya çıksaydı onun farkına bile varmazdı Çünkü kalbin, Hakk’ı kendisine sığdıracak genişlikte olduğu (kudsî hadisle) ortaya konmuş ama kanmaklıkla nitelenmemiştir Eğer dolacak olsaydı, kanardı Nitekim Ebu Yezid de böyle dedi (“Muhabbet şarabını kadeh kadeh içtim; ne şarap tükendi, ne de ben kandım”) Biz de sözümüzle hiç kuşkusuz bu makama dikkat çektik Ey eşyayı Kendi nefsinde yaratan Yarattığın her şeyi Kendinde toplarsın Varlığı bitimli olmayan şeyi, Kendi varlığında yaratırsın Ve Sen hem genişsin, hem de darsın Eğer Allah’ın yarattığı şey benim kalbimde olaydı Bütün bu şeyler kalbimde sönük kalırdı Eğer kalbim Hakk’ı sığdıracak kadar genişse, Yaratılış onu nasıl daraltsın Ey bana kulak veren, bu nasıl bir iştir? İnsan, hayal gücünde, varlığı olmayan ve yalnız hayal gücünde varlık kazanan şeyi vehimle yaratır Ve arif, himmetiyle, himmet mahallinin dışında varlığı ortaya çıkan şeyi yaratır Ama arifin himmeti, onu korumaktan geri kalmaz Ve onun yarattığı şeyi koruması, himmete bir yük oluşturmaz Arif yarattığı şeyi korumaktan gaflete düşecek olduğunda, eğer bütün hazretleri zaptetmiş değilse, yarattığı bu şey yok olur Bütün hazretleri zaptettiği durumda, böylesi bir gaflet sözkonusu değildir, yarattığı şeyi hiç kuşkusuz (herhangi) bir hazretten müşahede eder İmdi, arif bütün hazretleri kuşatmış olarak, himmetiyle bir şey yaratacak olsa, o yaratılan şeyin sureti herbir hazrette zahir olur Bu durumda, (herbiri başka bir hazrette bulunan) suretleri (belli bir hazretteki) diğer suretlerle korur Arif, bir hazretten veya birkaç hazretten gaflete düşse ve fakat yarattığı sureti koruduğu hazretlerden birini müşahede etmeyi sürdürse, gaflete düşmediği hazretteki bu bir suretin korunmasıyla, bütün suretler korunmuş olur Çünkü gerçekte gaflet –ister bütün alemler için, isterse bazı alemler için olsun– hiçbir zaman genel değildir Ve hiç kuşkusuz, burada öyle bir sır açıkladım ki, ehlullahtan olanlar böylesi bir sırrı açığa vurmaktan kaçınırlar Burada, kendilerinin Hak oldukları yolundaki davalarının reddi vardır Çünkü, Hakk’ın hiçbir zaman hiçbir şeyden gafil olması sözkonusu olmadığı halde, kulun bir şeyden gafil değilken, başka bir şeyden gafil olması kaçınılmazdır İmdi, yarattığı şeyi korumasından dolayı “ben Hakk’ım” demesi sözkonusudur Ne var ki, o şeyin suretini koruması, Hakk’ın koruması gibi değildir Ve işte biz bu farkı ortaya koyduk Ve herhangi bir suretten ve bu suretin bulunduğu hazretten gafleti dolayısıyla, kul hiç kuşkusuz Hak’tan ayrılır Ve suretlerin tümünü korumayı sürdürmesine sürdürür de, bunu, bu hazretlerin tümü içerisinde gafil olmadığı hazrette bu sureti koruyarak yapması nedeniyle, kulun Hak’tan ayrılması kaçınılmazdır Çünkü kulun yarattığı sureti gafil olduğu hazretlerde koruması zımnen sözkonusudur Ama Hakk’ın yarattığı şeyi koruması böyle değildir Çünkü O, yarattığı her sureti ale’t-tayin korur Ve bu mesele bana bildirildi Bu meseleyi, bu kitaptan başka hiçbir yerde hiçbir kimse yazmamıştı; ne ben, ne de bir başkası Dolayısıyla bu mesele vaktin benzersiz incisidir İmdi, sakın ola ki bundan gafil olma! Çünkü, bir suret ile huzur üzre olduğun hazret, Hak Teala’nın “Ben Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadım” [En’am Suresi, 6/38] dediği, olmuş ve olmamış olan herşeyi kendinde toplayan Kitab’ın (yani, levh-i mahfuz’un) benzeridir Bizim söylediklerimizi ancak nefsinde Kur’an olan kimse (yani, bütün hazretleri kendinde toplamış olan İnsan-ı Kâmil) bilir Çünkü, takva sahibi bir kimse için Allahu Teala bir furkan kılar [Enfal Suresi, 8/29](yani, Hak ve batılı, ve dolayısıyla da Hak ile halk’ı ayrımlama yeteneği kazandırır) Ve (İnsan-ı Kâmil’e ait olan) bu furkan da, kendisiyle kulun Rabbinden ayrışık oluşuna ilişkin olarak bu meselede sözünü ettiğimiz furkan gibidir Ve bu, en büyük ayrımdır [color="LightBlue"] İmdi bir zaman olur ki kul, hiç kuşkusuz Rabb olur Ve bir zaman olur ki kul, kesinkes kul olur Ve kul olduğunda Hak’la geniştir Ve Rabb olduğunda ise darlıktadır Kul olarak nefsinin gerçekte ne olduğunu görür Ve Hak’tan istedikleri çoğalır, genişler Rabb olarak, mülk ve melekut hazretlerinde Bütün yaratılışın kendisinden taleplerde bulunduklarını görür Ama o, zatı itibarıyla, onların isteklerini karşılayamaz Bundandır ki, bazı arifleri ağlar görürsün İmdi sen Rabb’in kulu ol; O’nun kulunun Rabb’i olma Yoksa ateşe ve erimeye düşersin |
|