Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahtab, amr, ebu, elensârî, ibni, riyâzü, salihin, zeyd

Riyazü's Salihin - Ebû Zeyd Amr İbni Ahtab El-Ensârî

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Riyazü's Salihin - Ebû Zeyd Amr İbni Ahtab El-Ensârî






Riyazü's Salihin - Ebû Zeyd Amr İbni Ahtab el-Ensârî
HADİS icinde Riyazü's Salihin - Ebû Zeyd Amr İbni Ahtab el-Ensârî konusu , Riyazü's Salihin - Ebû Zeyd Amr İbni Ahtab el-EnsârîEbû Zeyd Amr İbni Ahtab el-Ensârî
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in iltifatına nâil olan bahtiyar sahâbeden biri olan Ebû Zeyd, ensarın Benî Hazrec koluna mensuptur 'ın Resûlü’nün mübarek eliyle onun yüzünü okşadığı, “ım! Onu güzelleştir ve güzelliğini devam ettir” diye dua ettiği, yüz yirmi yıl yaşadığı halde saçında, sakalındaki birkaç telin dışında saçının ağarmadığı, ölene kadar da güleç yüzünün hiç bozulup değişmediği belirtilmektedir (Tirmizî, Menâkıb 6; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 77, 341) Sahip olduğu bu bahtiyarlığın sebebi, bazı eserlerde kaydedildiğine göre şu olaydır:
Bir gün 'ın Resûlü içmek için su istemişti Ebû Zeyd bir bardak su getirdi Bardağın içinde bir kıl bulunduğunu görünce onu alıp attı Bunun üzerine Resûl-i Ekrem ona dua etti Ebû Zeyd, Resûlullah ile birlikte on üç gazveye katıldı ve ondan dört civarında hadis rivayet etti Rivayet ettiği hadisler Kütüb-i Sitte’nin Sahîh-i Buhârî dışındaki beş eserinde bulunmaktadır Abdülmelik İbni Mervan devrinde (66-87/ 685-707) vefat ettiği bilinmektedir
ondan razı olsun
Açıklamalar
İleride olacak hâdiseler hakkındaki hadisleri bize nakledenler, muhtemelen bu uzun konuşmasında Resûlullah Efendimiz’i dinleyen ashâb-ı kirâmdır 'ın Resûlü şüphesiz daha başka zamanlarda da bu nevi olaylardan bahsetmiştir Nitekim Huzeyfe İbni Yemân, benim de bulunduğum bir mecliste Resûlullah fitnelerden bahsetti demektedir (Müslim, Fiten 22) Hz Peygamber’in ileriye dönük olaylar hakkında ashâbına verdiği bilgilere dair birkaç misâl vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz: Yemen’in, Şam’ın, Irak’ın, Kudüs’ün, Mısır’ın, İran’ın, Bizans’ın fethedileceğine dair sahih hadisler bulunmaktadır (Meselâ bk Buhârî, Fezâilü’l-Medîne 5, Cizye 15, Menâkıb 25, Cihâd 157; Müslim, Hac 496, Fezâilü’s-sahâbe 226, 227, Fiten 75, 76) Resûlullah Efendimiz kendisinden hemen sonra halifelerin, ardından meliklerin yönetiminden bahsetmiştir (Buhârî, Enbiyâ 50, Müslim, İmâre 44; Tirmizî, Fiten 48) Hz Osman’a şehid edileceğini “başına gelecek belâ” diye üstü kapalı olarak, ayrıca torunu Hz Hüseyin’in de şehid edileceğini bildirmiştir (Buhârî, Fezâilü's-sahâbe 5, 6; Müslim, Fezâilü's-sahâbe 29; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 85, 242, 283, IV, 235, VI, 51, 52; Hâkim, el-Müstedrek, III, 178) Bu misalleri çoğaltmak mümkündür Kütüb-i Sitte’nin ve diğer önemli hadis kitaplarının Kitâbü’l-Fiten bahislerinde, ileride meydana gelecek pek değişik olaylar hakkında Resûlullah Efendimiz’in verdiği bilgiler bulunmaktadır Onun, namaz için verdiği aralar dışında o gün sabahtan akşama kadar durmadan konuşması ve ashâbını olmuş olacak hâdiseler hakkında bilgilendirmesi, bütün bu konularda Cenâb-ı Hakk’ın ona bilgi verdiğini göstermektedir O da bu bilgilerden uygun gördüklerini ashâbına haber vermiştir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Hz Peygamber ashâbını her konuda yetiştirmiş, bilip öğrenmelerinde fayda gördüğü hususları onlara öğretmiştir
2 İleride meydana geleceğini söylediği kargaşalarda, dikkatli davranmalarını tembih ederek ashâbını ve ümmetini uyarmıştır
3 Hâfızası kuvvetli olan sahâbîler Resûlullah’tan duyduklarını öğrenip kendilerinden sonra gelenlere anlatmışlardır
1866- وعنْ عائِشَةَ رضي اللَّه عَنْهَا قَالَتْ : قال النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « مَنْ نَذَرَ أن يُطِيع اللَّه فَلْيُطِعْهُ ، ومَنْ نَذَرَ أنْ يعْصِيَ اللَّه ، فلا يعْصِهِ » رواهُ البُخاري
1866 Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
’a itaat etmeyi adayan kimse (adağını yaparak) O’na itaat etsin ’a isyan etmeyi adayan da (adağından vazgeçsin ve) O’na karşı gelmesin
Buhârî, Eymân 28, 31 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Eymân 19; Tirmizî, Nüzûr ve’l-eymân 2; Nesâî, Eymân 27, 28; İbni Mâce, Keffârât 16
Açıklamalar
Hadisimizde iyi ve kötü adaktan söz edilmektedir Adak, bir kimsenin, “Şu dileğim yerine gelirse şu kadar nâfile namaz kılayım veya oruç tutayım yahut fakirlere şu kadar sadaka vereyim” diyerek veyahut buna benzer hayırları ve iyilikleri dile getirerek bir iyiliği yapmayı kendine borç kılmasıdır Din dilinde buna nezir denmektedir Böyle bir adakta bulunan kimse, farz veya vâcip türünden bir ibadeti yapacağına dair ’a söz vermiş olmaktadır Ama bu ibadetler, kendisinin yapmak zorunda olduğu ibadetlerin dışında, onlardan ayrı ibadetler olacaktır Daha açık söylemek gerekirse, bir kimse, “şu dileğim olursa günde beş vakit namaz kılacağım”, diyemez “Şu arzum gerçekleşirse bu yıl ramazan orucu tutacağım”, diyemez Çünkü bunlar onun zaten yapmak zorunda olduğu ibadetlerdir; boynunun borcudur
Peygamber Efendimiz, yukarıda anlatıldığı şekilde bazı nâfile ibadetleri yaparak Teâlâ’ya itaat ve kulluk edeceğine dair kendi kendine söz veren adak sahiplerinin bu adaklarını yerine getirmelerini tavsiye etmektedir Zira bir adakta bulunan kimse, yapmak mecburiyetinde olmadığı bir şeyi yapacağına dair söz vermiş, kendi kendisini borç altına sokmuştur Öyleyse bu kimselerin borçlarını ödemeleri gerekmektedir
Hadisimizde bir de ’a isyan etmek diye ifade edilen yanlış ve çarpık bir adak türünden söz edilmektedir Herhalde bunlar, Câhiliye devri dediğimiz İslâm’dan önceki dönemde yapılan adak türleridir Meselâ bir kimse, “Bu dileğim olursa içki içeceğim, falan akrabamı bir daha görmeyeceğim”, diyebilir Buna benzer adaklar günümüzde de yapılabilir Meselâ bir kimse, “Falanla konuşursam şu kadar oruç borcum olsun” diyebilir Bu da dinin uygun görmediği kötü adaklardan biridir Resûl-i Ekrem Efendimiz böyle adakları ’a isyan olarak değerlendirmekte ve ’a isyan etmeyi adayan da (adağından vazgeçsin ve) O’na karşı gelmesin” buyurmaktadır Çünkü bu nevi adaklar insanı bağlayıcı değildir Diğer bir söyleyişle, bu adakları yapmamak değil, yapmak günahtır Böyle yersiz bir adakta bulunan kimse adağını yerine getirmeyecek, bununla beraber adağı bozmanın da cezasını ödeyecektir Onun cezası zenginlik durumuna göre değişir Bu ceza sırasıyla köle âzâd etmek, bunu yapamıyorsa on fakire bir günlük yiyeceklerini vermek yahut onları giydirmek, onu da yapamıyorsa birbiri ardından üç gün oruç tutmaktır Böyle yersiz bir adağı bozmanın herhangi bir cezayı gerektirmediğini söyleyen âlimler de vardır
Burada şunu da ifade edelim ki, 'ın Resûlü adakta bulunulmamasını tavsiye etmiştir Adağın, ’ın takdir ettiği şeyi kesinlikle değiştirmeyeceğini belirtmiştir Adağı, “cimrinin elinden mal alma” olarak değerlendirmiştir (Müslim, Nezir 1-7) Bununla beraber üstüne vazife olmadığı halde adakta bulunarak kendisini borçlandıran kimse de borcunu mutlaka ödeyecektir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 ’a itaat anlamına gelen adaklar mutlaka yerine getirilmelidir
2 Günah sayılan bir şeyi yapmayı adayan kimse de o işi yapmamalıdır
1867- وَعنْ أُمٍِّ شَرِيكٍ رضي اللَّه عنْهَا أن رسُول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أمرَهَا بِقَتْلِ الأوزَاغِ ، وقَال: « كَانَ ينْفُخُ علَى إبْراهيمَ » متفقٌ عَلَيْهِ
1867 Ümmü Şerîk radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona zehirli iri keleri öldürmeyi emretti ve:
“O, İbrâhim aleyhisselâm’a ateş üflerdi” buyurdu
Buhârî, Enbiyâ 17, Bed'ü'l-halk 15; Müslim, Selâm 142 Ayrıca bk Nesâî, Menâsik 115; İbni Mâce, Sayd 12
Aşağıdaki hadisle birlikte açıklanacaktır
1868- وَعنْ أبي هُريرةَ رضي اللَّهُ عنْهُ قَال : قَالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « منْ قَتَلَ وزَغَةً في أوَّلِ ضَرْبةٍ ، فَلَهُ كَذَا وَكَذَا حسنَةً ، وَمَنْ قَتَلَهَا في الضَّرْبَةِ الثَّانِية ، فَلَهُ كَذَا وكَذَا حَسنَةً دُونَ الأولَى ، وإنَّ قَتَلَهَا في الضَّرْبةِ الثَّالِثَةِ ، فَلَهُ كَذاَ وَكَذَا حَسَنَةً »
وفي رِوَايةٍ : « مَنْ قَتَلَ وزَغاً في أوَّلِ ضَرْبةِ ، كُتِبَ لَهُ مائةُ حسَنَةٍ ، وَفي الثَّانِيَةِ دُونَ ذَلِكَ ، وفي الثَّالِثَةِ دُونَ ذَلِكَ » رواه مسلم قال أهْلُ اللُّغَةِ : الْوَزَغُ : الْعِظَامُ مِنْ سامَّ أبْرصَ
1868 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Zehirli iri keleri ilk vuruşta kim öldürürse ona şu kadar iyilik sevabı vardır Onu ikinci vuruşta kim öldürürse, birincisinden daha az olmak üzere ona da şu kadar iyilik sevabı vardır Eğer bir kimse onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da şu kadar iyilik sevabı vardır
Müslim, Selâm 146 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Edeb 162-163; Tirmizî, Sayd 14; İbni Mâce, Sayd 12
Bir başka rivayete göre de şöyle buyurdu:
“Kim zehirli iri keleri ilk vuruşta öldürürse ona yüz iyilik sevabı yazılır İkinci vuruşta öldürene bundan daha az sevap verilir Üçüncü vuruşta öldürene de daha az sevap verilir
Müslim, Selâm 147

Açıklamalar
Keler, kertenkeleye benzeyen bir sürüngen olup faydalı, zararlı, eti yenen ve yenmeyen çeşitleri vardır Araplar iri kelere “sâmmü abras” adını verirler Hadislerde öldürülmesi istenen kelerin işte bu iri, siyah benekli zehirli türleri olduğu anlaşılmaktadır Arap dili âlimleri bunların çok pis ve zararlı olduğunu, kanı bir insanın bedenine sıçradığı takdirde orada alaca hastalığının meydana geleceğini ifade ederler
Birinci hadiste Resûlullah Efendimiz’in zehirli kelerin öldürülmesine gerekçe olarak “O, İbrâhim aleyhisselâm’a ateş üflerdi” buyurduğu belirtilmektedir Bir başka rivayette, Hz İbrâhim ateşe atıldığı zaman bütün hayvanların o ateşi söndürmeye gayret ettikleri, yalnız zehirli iri kelerin ateşe üfleyerek onu yakmaya çalıştığı (İbni Mâce, Sayd 12), yani şeytanın oyununa geldiği belirtilmektedir Zehirli keleri ilk vuruşta öldürene yüz sevap, bazı rivayetlerde yetmiş sevap (Müslim, Selâm 147), ikinci ve üçüncü vuruşta öldürene daha az sevap verilmesi onu öldürmeye, elden kaçırmamaya teşvik etmek için söylenmiş, bu zararlıyı ortadan kaldırmak suretiyle insanlara hizmet eden kimsenin daha çok sevap kazanacağı belirtilmiştir Hz Âişe’nin odasında keler öldürmek için bir mızrak bulundurduğu da bilinmektedir (İbni Mâce, Sayd 12) Bu zararlı hayvanın Arabistan gibi sıcak bölgelerde çok bulunduğu, evlere girip yiyeceklere zarar verdiği ve tuza çok meraklı olduğu anlaşılmaktadır
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1 “Her zararlı öldürülür” kaidesi gereğince zehirli iri kelerin öldürülmesi uygun görülmüştür
2 Peygamber Efendimiz’in bu zararlı hayvanı ilk vuruşta öldürmenin daha sevap olduğunu belirtmesi, onu elden kaçırmayıp görüldüğü yerde öldürmeye teşvik etmek içindir
3 Kelerin İbrâhim aleyhisselâm’ı yakan ateşe üflemesi bir gerçeğin ifadesi olabileceği gibi, onun insan oğluna verdiği zararın mecâzî bir anlatımı da olabilir
1869- وَعَنْ أبي هُريْرَةَ رضي اللَّه عَنْهُ أنَّ رسُول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَال : « قَال رَجُلٌ لأتَصدقَنَّ بِصَدقَةِ ، فَخَرجَ بِصَدقَته ، فَوَضَعَهَا في يَدِ سَارِقٍ ، فَأصْبحُوا يتَحدَّثُونَ : تَصَدِّقَ الليلة علَى سارِقٍ، فَقَالَ : اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ لأتَصَدَّقَنَّ بِصَدَقَةٍ ، فَخَرَجَ بِصَدقَتِهِ ، فَوَضَعَهَا في يدِ زانيةٍ، فَأصْبَحُوا يتَحدَّثُونَ تُصُدِّق اللَّيْلَةَ عَلَى زَانِيَةٍ ، فَقَالَ : اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ عَلَى زانِيَةٍ ؟، لأتَصَدَّقَنَّ بِصدقة ، فَخَرَجَ بِصَدقَتِهٍِ ، فَوَضَعهَا في يد غَنِي ، فأصْبَحُوا يتَحدَّثونَ : تُصٌُدِّقَ علَى غَنِيٍّ ، فَقَالَ اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ علَى سارِقٍ ، وعَلَى زَانِيةٍ ، وعلَى غَنِي ، فَأتِي فَقِيل لَهُ: أمَّا صدَقَتُكَ علَى سَارِقٍ فَلَعَلَّهُ أنْ يَسْتِعفَّ عنْ سرِقَتِهِ ، وأمَّا الزَّانِيةُ فَلَعلَّهَا تَسْتَعِفَّ عَنْ زِنَاهَا، وأمًا الْغنِيُّ فَلَعلَّهُ أنْ يعْتَبِر ، فَيُنْفِقَ مِمَّا آتَاهُ اللَّهُ » رَواهُ البخاري بلفظِهِ ، وَمُسْلِمٌ بمعنَاهُ
1869 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(Vaktiyle) bir adam:
- Ben mutlaka bir sadaka vereceğim, dedi Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu Ertesi gün halk:
- Hayret! Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş! diye konuşmaya başladı Adam:
ım! Sana hamdolsun Ben mutlaka bir sadaka daha vereceğim, dedi Sadakasını alarak evinden çıktı ve onu bir fâhişenin eline tutuşturdu Ertesi gün halk:
- Olur şey değil! Bu gece bir fâhişeye sadaka verilmiş! diye dedikoduya başladı Adam:
- ım! Bir fâhişeye sadaka verdiğim için sana hamdolsun Ben mutlaka bir sadaka vereceğim, dedi Sadakasını alıp evinden çıktı ve onu bir zenginin eline koydu Ertesi gün halk:
- Bu ne iştir! Bu gece bir zengine sadaka verilmiş! diye söylenmeye başladı Adam:
- ım! Hırsıza, fâhişeye ve zengine sadaka verdiğim için sana hamdolsun, dedi
Uykusunda o adama şöyle denildi:
- Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir Fâhişe belki yaptığından vazgeçip iffetli bir kadın olacaktır Zengin de belki bundan ibret alıp ’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır
Buhârî, Zekât 14; Müslim, Zekât 78 Ayrıca bk Nesâî, Zekât 47

Açıklamalar
Hadisimizdeki olayın İsrâiloğulları zamanında meydana geldiği başka rivayetlerden anlaşılmaktadır Hırsıza, fâhişeye ve zengine verilen sadakanın büyük hayretlerle karşılanması, o devirde sadakanın sadece dindar olan muhtaçlara verildiğini göstermektedir Adamın verdiği sadakaların tarafından kabul edilmesi ise, Cenâb-ı Hakk’ın sadakaları kabul etme konusundaki ölçüsünün hiçbir zaman değişmediğini, iyi niyetle verilen bir sadaka yerini bulmasa bile Teâlâ’nın onu kabul edeceğini ortaya koymaktadır İyi niyetle yapılan bir iş, hatalı bir sonuç da doğursa, Cenâb-ı Mevlâ kulun samimiyetine bakmakta, kendi rızâsı için yapılan iyilikleri kabul buyurmaktadır
Hadîs-i şerîfte, rızâsı için verilen sadakanın, insan üzerinde yaptığı bir başka tesire dikkatimiz çekilmektedir Kendisine sadaka verilen yanlış yoldaki bir kimse, şayet aklı başında biri ise, gördüğü bu iyilik karşısında durumunu değerlendirecek, tuttuğu yolun hatalı olduğunu farkedecek ve ’ın yardımıyla doğruya dönecektir Kim oldukları bilinmeden, gecenin karanlığında bir hırsızın, bir fâhişenin ve bir zenginin eline tutuşturulan sadakanın onlar üzerinde iyi tesirler bırakacağının belirtilmesi bunu göstermektedir Her devirde olduğu gibi, günümüzde de bazı insanlar karınlarını doyurmak veya karınlarını doyurmak zorunda oldukları insanlar için hırsızlık, fuhuş gibi çirkinliklere başvurmaktadır
Cenâb-ı Hakk’ın lutfuna, ihsânına mazhar olmuş varlıklı kimseler, çevrelerindeki fakir ve muhtaçlarla ilgilenseler, hadisimizde buyurulduğu gibi ’ın kendilerine verdiği maldan muhtaçlara dağıtsalar”, nice problemler daha gün yüzüne çıkmadan çözülür; nice iyi insan izzetini, iffetini yere düşürmekten kurtarır
Sadakanın gizli verilmesi hususu, hem alan hem de veren için önemlidir Bugün bazı hayır severlerin yaptığı gibi yardımların fakirlere evlerinde verilmesi, böylece yapılan iyiliğin kimseye gösterilmemesi her şeyden önce fakiri ve yoksulu yüz suyu dökmekten kurtarır Öte yandan hayır yapan kimse de, gösteriş duygusuna yakalanma tehlikesi ortadan kalkacağı için yardımının hayrını görür
Benî İsrâil’den olan hayır sever adam, verdiği sadakaların yerini bulmadığını görünce ’a hamdetmekle, ım bu yanlışlıklar benim irademle değil senin iradenle olmuştur; senin yaptığın her şeyin de bir hikmeti vardır, demek istemiş ve ilâhî takdire razı olduğunu belirtmiştir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Yapılan işleri rızâsı için yapmak ve sadakayı gizlice vermek pek değerlidir
2 İyi niyetle verilen sadaka yerini bulmasa bile onu kabul eder
3 İnsan verdiği sadakanın yerini bulmadığını anlayınca tekrar sadaka vermelidir
4 Herkes ’ın çizdiği kadere boyun eğmeli ve O’nun arzusu dışında bir şey yapılamayacağını bilmelidir
5 İyilik yapmak için mutlaka iyi adam aramak gerekmez
1870- « وعنه قال كنا مع رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في دعوة فرفع إليه الذراع وكانت تُّعجبه فَنَهسَ منها نَهَسةَ وقال : أنا سيد الناس يوم الْقِيَامَةِ ، هَلْ تَدْرُونَ مِمَّ ذَاكَ ؟ يَجْمعُ اللَّه الأوَّلِينَ والآخِرِينَ في صعِيدٍ وَاحِد ، فَيَنْظُرُهمُ النَّاظِرُ ، وَيُسمِعُهُمُ الدَّاعِي ، وتَدْنُو مِنْهُمُ الشَّمْسُ ، فَيَبْلُغُ النَّاسُ مِنَ الْغَمِّ والْكَرْبِ مَالاَ يُطيقُونَ وَلاَ يحْتَمِلُونَ ، فَيَقُولُ النَّاسُ : أَلاَ تَروْنَ إِلى مَا أَنْتُمْ فِيهِ ، إِلَى ما بَلَغَكُمْ ؟ أَلاَ تَنْظُرُونَ مَنْ يشْفَعُ لَكُمْ إِلى رَبَّكُمْ ؟
فيَقُولُ بعْضُ النَّاسِ لِبَعْضٍ : أبُوكُمْ آدَمُ ، ويأتُونَهُ فَيَقُولُونَ : يَا أَدمُ أَنْتَ أَبُو الْبَشرِ ، خَلَقَك اللَّه بيِدِهِ ، ونَفخَ فِيكَ مِنْ رُوحِهِ ، وأَمَرَ المَلائِكَةَ فَسَجَدُوا لَكَ وَأَسْكَنَكَ الْجَنَّةَ ، أَلا تَشْفعُ لَنَا إِلَى ربِّكَ ؟ أَلاَ تَرى مَا نَحْنُ فِيهِ ، ومَا بَلَغَنَا ؟ فَقَالَ : إِنَّ رَبِّي غَضِبَ غضَباً لَمْ يغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ وَلاَ يَغْضَبُ بَعْدَهُ مِثْلَهُ ، وَإِنَّهُ نَهَاني عنِ الشَّجَرةِ ، فَعَصَيْتُ نَفْسِي نَفْسِي نَفْسي اذهَبُوا إِلَى غَيْرِي ، اذْهَبُوا إِلَى نُوحٍ فَيَأْتُونَ نُوحاً فَيقُولُونَ : يَا نُوحُ ، أَنْتَ أَوَّلُ الرُّسُل إِلى أَهْلِ الأرْضِ ، وَقَدْ سَمَّاك اللَّه عَبْداً شَكُوراً ، أَلا تَرَى إِلَى مَا نَحْنُ فِيهِ ، أَلاَ تَرَى إِلَى مَا بَلَغَنَا ، أَلاَ تَشْفَعُ لَنَا إِلَى رَبِّكَ؟ فَيَقُولُ : إِنَّ ربِّي غَضِبَ الْيوْمَ غَضَباً لمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ ، وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ، وَأَنَّهُ قدْ كانَتْ لِي دَعْوةٌ دَعَوْتُ بِهَا عَلَى قَوْمِي ، نَفْسِي نَفْسِي نَفْسِي ، اذْهَبُوا إِلَى غَيْرِي اذْهَبُوا إِلَى إِبْرَاهِيمَ فَيْأْتُونَ إِبْرَاهِيمَ فَيَقُولُونَ : يَا إِبْرَاهِيمُ أَنْتَ نَبِيُّ اللَّهِ وَخَلِيلُهُ مِنْ أَهْلِ الأرْضِ ، اشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّكَ ، أَلاَ تَرَى إِلَى مَا نَحْنُ فِيهِ ؟ فَيَقُولُ لَهُمْ : إِنَّ ربِّي قَدْ غَضِبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ ، وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ وَإِنِّي كُنْتُ كَذَبْتُ ثَلاَثَ كَذْبَاتٍ نَفْسِي نَفْسِي نَفْسِي، اذْهَبُوا إِلَى غَيْرِي ، اذْهَبُوا إِلَى مُوسَى فَيأْتُونَ مُوسَى ، فَيقُولُون : يا مُوسَى أَنْت رسُولُ اللَّه ، فَضَّلَكَ اللَّه بِرِسالاَتِهِ وبكَلاَمِهِ على النَّاسِ ، اشْفعْ لَنَا إِلَى رَبِّكَ ، أَلاَ تَرَى إِلى مَا نَحْنُ فِيهِ ؟ فَيَقول إِنَّ ربِّي قَدْ غَضِبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ ، وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ وَإِنِّي قَدْ قتَلْتُ نَفْساً لَمْ أُومرْ بِقْتلِهَا نَفْسِي نَفْسِي نَفْسِي ، اذْهَبُوا إِلَى غَيْرِي ، اذْهَبُوا إِلَى عِيسى فَيَأْتُونَ عِيسَى فَيقُولُونَ : يا عِيسى أَنْتَ رَسُولُ اللَّهِ وَكلمتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَريم ورُوحٌ مِنْهُ وَكَلَّمْتَ النَّاسَ في المَهْدِ اشْفَعْ لَنَا إِلَى رَبِّكَ أَلاَ تَرَى مَا نَحْنُ فِيهِ ، فيَقولُ : : إِنَّ ربِّي قَدْ غَضِبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ ، وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ ، وَلمْ يَذْكُرْ ذنْباً ، نَفْسِي نَفْسِي نَفْسِي ، اذْهَبُوا إِلَى غَيْرِي ، اذْهَبُوا إِلَى مُحمَّد صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فيأْتون محَمداً صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم

وفي روايةٍ : « فَيَأْتُوني فيَقُولُونَ : يَا مُحَمَّدُ أَنْتَ رسُولُ اللَّهِ ، وَخاتَمُ الأَنْبِياءَ ، وقَدْ غَفَرَ اللَّه لَكَ ما تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَما تَأخَّر ، اشْفَعْ لَنَا إِلَى ربِّكَ ، أَلاَ تَرَى إِلَى ما نَحْنُ فِيهِ ؟ فَأَنْطَلِقُ ، فَآتي تَحْتَ الْعَرْشِ ، فأَقَعُ سَاجِداً لِربِّي » ثُمَّ يَفْتَحُ اللَّه عَلَيَّ مِنْ مَحَامِدِهِ ، وحُسْن الثَّنَاءِ عَلَيْهِ شَيْئاً لِمْ يَفْتَحْهُ عَلَى أَحَدٍ قَبْلِي ثُمَّ يُقَالُ : يَا مُحَمَّدُ ارفَع رأْسكَ ، سَلْ تُعْطَهُ ، وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ ، فَأَرفَعُ رَأْسِي ، فَأَقُولُ أُمَّتِي يَارَبِّ ، أُمَّتِي يَارَبِّ ، فَيُقَالُ : يامُحمَّدُ أَدْخِلْ مِنْ أُمَّتك مَنْ لاَ حِسَابَ عَلَيْهِمْ مِنَ الْباب الأَيْمَنِ مِنْ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ وهُمْ شُركَاءُ النَّاسِ فِيمَا سِويَ ذَلِكَ مِنَ الأَبْوَابِ » ثُمَّ قال : « وَالَّذِي نَفْسِي بِيدِهِ إِنَّ مَا بَيْنَ المصراعَيْنِ مِنْ مَصَارِيعِ الْجَنَّةِ كَمَا بَيْن مَكَّةَ وَهَجَر ، أَوْ كَمَا بَيْنَ مَكَّةَ وَبُصْرَى » متفقٌ عليه
1870 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir yemek dâvetinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bulunuyorduk Kendisine etin kol tarafı ikram edildi Resûl-i Ekrem etin kol tarafını severdi Ondan bir lokma kopardıktan sonra şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanların efendisi benim Bu da neden biliyor musunuz? Teâlâ gelmiş gelecek bütün insanları düz bir yere toplayacak Orası, insanlara bakan kimsenin hepsini görebileceği, onlara çağıranın hepsine sesini duyurabileceği bir yerdir Güneş onlara yaklaşacak, insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hale gelince birbirlerine:
- İçinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hali görmüyor musunuz? Halinizi Rabbinize arzederek size şefaat edecek birini bulmayı düşünmüyor musunuz? diyecekler Bazıları ötekilerine:
- Babanız Âdem’e gidiniz, diyecekler Âdeme gelip:
- Ey Âdem! Sen insanların babasısın Seni kudret eliyle yarattı Sana kendi rûhundan üfledi Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler Seni cennete yerleştirdi Rabbine varıp bizim için şefaat et İçinde bulunduğumuz hali, başımıza gelen derdi görmüyor musun? diyecekler O da:
- Bugün Rabbim çok gazaplı Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O’nu dinlemedim Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh’a gidin, diyecek Onlar da Nûh’a gelerek:
- Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen resûllerin ilkisin Teâlâ sana “çok şükreden kul” demişti İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbinin huzurunda bize şefaat etmeyecek misin? diyecekler O da:
- Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır Benim bir duam vardı; onu da kavmimin aleyhine kullandım Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin İbrâhim’e gidin, diye karşılık verecek Onlar da İbrâhim’e gelerek:
- Sen ’ın peygamberisin, yeryüzü halkı içinde ’ın dostu sensin Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? diyecekler O da şunları söyleyecek:
- Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır Ben vaktiyle üç yalan söylemiştim Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Mûsâ’ya gidin Onlar da Mûsâ’ya gelerek şöyle diyecekler:
- Ey Mûsâ! Sen 'ın Resûlüsün sana peygamberlik vermek ve seninle konuşmak suretiyle seni diğer insanlardan üstün kılmıştır Rabbinin huzurunda bize şefaat et İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun? O da:
- Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır Ben öldürülmesine dair emir almadığım bir adamı öldürdüm Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Îsâ’ya gidin, diyecek Onlar da Îsâ’ya gelerek:
- Ey Îsâ! Sen ’ın Resûlü, O’nun Meryem’e yönelttiği kelimesi ve O’nun yarattığı bir ruhsun Sen daha beşikte iken insanlarla konuştun Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? diyecekler Îsâ da:
- Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır, diyecek, ama bir günah zikretmeyecek Sonra da, asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Muhammed’e gidin, diyecek
Başka bir rivayete göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: Onlar da bana gelerek:
- Yâ Muhammed! Sen ’ın Resûlü ve son peygambersin Teâlâ senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır Rabbinin huzurunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? diyecekler Ben de yürüyüp Arş’ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım Sonra Teâlâ daha önce kimseye öğretmediği en güzel hamdü senâyı bana ilham edecek Sonra bana hitaben:
- Yâ Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste! İstediğin sana verilecek Şefaat et, şefaatin kabul edilecek, buyuracak Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve:
- Yâ Rabbî! Ümmetimi bana bağışla! Yâ Rabbî! Ümmetimi kurtar! Yâ Rabbî! Ümmetimi bağışla! diye yalvaracağım O zaman bana:
- Yâ Muhammed! Ümmetinden hesaba çekilmeyecek olanları cennet kapılarının en sağındaki Bâbü’l-eymen’den içeri al! Onlar başkalarıyla beraber cennetin diğer kapılarından da gireceklerdir, buyurulacak Sonra Resûl-i Ekrem sözüne şöyle devam etti: Canımı kudretiyle yaşatan ’a yemin ederim ki, cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile (Bahreyn’deki) Hecer veya Mekke ile (Suriye’deki) Busrâ arasındaki mesafe kadar geniştir
Buhârî, Enbiyâ 3, 9, Tefsîru sûre (17), 5; Müslim, Îmân 327, 328 Ayrıca bk Tirmizî, Kıyâmet 10
Açıklamalar
Resûl-i Ekrem Efendimiz, şefaat konusundaki bu ünlü hadisi bir davette ashâbıyla sohbet ederken söylemiştir Bu davette ona, etin kol tarafını sevdiği için özellikle bu kısım ikram edilmiştir 611 numaralı hadiste Peygamber aleyhisselâm’ın etin kol kısmını sevdiğine kısaca temas edilmişti
Mahşerdeki o korkunç bekleyiş sahnesini burada kısaca tasvir eden Peygamber aleyhisselâm, dünyaya gelmiş ne kadar insan varsa hepsinin düz bir arazide toplanacağını söylemekte, ayrıca sahne düzeninden de söz ederek insanlara şöyle bir bakanın hepsini görebileceğini, onlara seslenen kimsenin hepsine birden sesini duyurabileceğini belirtmektedir
Korkusu” bahsindeki 401, 403 ve 404 numaralı hadislerde, mahşer yerinde insanların güneş altında nasıl perişan bir duruma düşecekleri kısaca görülmüştü Bu hadiste olayın devamı ele alınmakta, güneşin hararetinden beyinlerin kaynamaya başladığı sırada, mahşer halkının bir kurtarıcı aramaya çıkacakları anlatılmaktadır Bu arayışın sonunda, uzandıkları bütün dalların birer birer ellerinde kaldığını hayretle ve dehşetle görecekler, ümitlerinin tükenmeye başladığı bir sırada, o korkunç meydanın yegâne hatırlı kişisinin, hadisimizde buyurulduğu üzere, kıyamet gününün efendisinin Peygamber-i Zîşân olduğunu anlayacaklardır Şeref Hanım’ın (ö 1861) dediği gibi: Geldi nice peygamber-i zîşân bu cihâna / Sen cümlesine seyyid ü servetsin Efendim diyeceklerdir Mahşer meydanında, herkesin nefsinin derdine düştüğü bir zamanda, sözüne değer verilecek ve duası kabul edilecek yegâne sultanın o olduğunu görecekler ve Süleyman Çelebi gibi ona:
Merhabâ ey âsi ümmet melcei
Merhaba ey çâresizler eşfai
diye sarılacaklardır
Teâlâ’nın, Resûlullah Efendimiz’e şefaat imkânı verdiği, "Rabbinin seni övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin" [İsrâ sûresi (17), 79] âyetinde de görülmektedir Bu makâm, makâm-ı Mahmûd denilen büyük şefaat yetkisidir O zaman Resûlullah Efendimiz’in elinde livâü'l-hamd (hamd sancağı) bulunacak, aralarında Hz Âdem de olmak üzere bütün peygamberler bu sancağın altında toplanacaklardır (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 18; İbni Mâce, Zühd 37; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 281, 295, III, 2, 144)
Bazı kimseler, ’tan başka kimsenin şefaat edemeyeceğini söyleyerek, ne kadar sahih olursa olsun, şefaat konusundaki hadisleri kabul etmek istemezler Halbuki birçok âyette Teâlâ’nın izin verdiklerinin şefaat edebileceği açıkça belirtilmiştir Meselâ: "İzni olmadan O'nun huzurunda kim şefaat edebilir?" [Bakara sûresi (2) 255] "Onun izni olmadan hiçbir şefaatçi şefaat edemez" [Yûnus sûresi (10), 3] "Rahmân nezdinde söz ve izin alandan başka hiçbirinin şefaate gücü yetmeyecektir" [Meryem sûresi (19), 87] "'ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez" [Sebe' sûresi (34), 23] âyetleri bunu göstermektedir Özellikle de "O gün Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez" [Tâ hâ sûresi (20), 109] âyeti konumuzun esasını teşkil eden hadîs-i şerîfe daha bir açıklık getirmektedir Zaten Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de yukarıdaki hadiste kendisine “Yâ Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste! İstediğin sana verilecek Şefaat et, şefaatin kabul edilecek” diye şefaat izni verileceğini söylemektedir Şu halde şefaat konusundaki âyetlerle bu ve benzeri hadisler tam bir uyum içindedir
Şefaat sadece bundan ibaret değildir Peygamber Efendimiz’in daha başka şefaatleri de vardır Ayrıca Teâlâ şefaat yetkisini diğer peygamberlere, meleklere, âlimlere, şehidlere, sâlih mü'minlere, çocuklara ve cennet ehlinden uygun gördüğü bazı kimselere de verecek, onlar da yakınlarına şefaat edeceklerdir
Son olarak şunu söyleyelim: Bir hadîs-i şerîfte mü'minlerin ümidi Efendimiz, "Kimsenin zorlaması olmadan, kendiliğinden ve içinden gelerek iman eden kimselere" şefaat edeceğini söylemektedir (Buhârî, Rikak 51) Öyleyse herkes Resûlullah Efendimiz’in şefaatini elde edebilmek için onun belirttiği özelliğe sahip olmaya çalışmalıdır
Resûl-i Ekrem Efendimiz’den önce şefaat etmeleri için kendilerine başvurulan peygamberlerin, şahsî günahlarından söz ederek kendilerini şefaat etmeye lâyık görmemeleri, hem tevâzularının bir eseridir hem de şefaatin derece derece olduğunu, en büyük şefaat yetkisinin de Peygamber aleyhisselâm’da bulunduğunu göstermek içindir Bu hadis kısaca 203 numarayla geçmiş ve peygamberlerin büyük ve küçük günah işleyip işlemedikleri hususunda âlimlerimizin görüşleri orada genişçe ele alınmıştır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem mahşer gününde şefaate lâyık olan kimselere şefaat edecektir
2 Hiçbir peygamberin şefaate cesaret edemeyip sadece Resûlullah Efendimiz’in bu konuda niyazda bulunması ve kendisine şefaat yetkisi verilmesi onun Teâlâ’nın yanındaki değerini göstermektedir
3 Cenâb-ı Hakk’ın, önce Resûl-i Ekrem’e değil de diğer peygamberlere başvurmayı ilhâm etmesi, Peygamber aleyhisselâm’ın şefaat yetkisini ve üstünlüğünü insanların daha iyi anlamaları içindir
4 Mahşerin, kendisinden ’a sığınılacak kadar çetin ve dayanılamayacak kadar korkunç bir yer olduğu anlaşılmaktadır
1871- وَعَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّه عَنْهُمَا قَالَ : جاءَ إِبْرَاهِيمُ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بِأُمِّ إِسْمَاعِيل وَبابنِهَا إِسْمَاعِيلَ وَهِي تُرْضِعُهُ حَتَّى وَضَعَهَا عِنْدَ الْبَيْتِ عِنْدَ دَوْحَةٍ فوْقَ زَمْزَمَ في أَعْلَى المسْجِدِ ، وَلَيْسَ بمكَّةَ يَؤْمئذٍ أَحَدٌ وَلَيْسَ بِهَا مَاءٌ ، فَوضَعَهَمَا هُنَاكَ ، وَوضَع عِنْدَهُمَا جِرَاباً فِيه تَمرٌ ، وسِقَاء فيه مَاءٌ ثُمَّ قَفي إِبْرَاهِيمُ مُنْطَلِقاً ، فتَبِعتْهُ أُمُّ إِسْماعِيل فَقَالَتْ : يا إِبْراهِيمُ أَيْنَ تَذْهَبُ وتَتْرُكُنَا بهَذا الْوادِي ليْسَ فِيهِ أَنيسٌ ولاَ شَيءٌ ؟ فَقَالَتْ لَهُ ذَلكَ مِراراً ، وجعل لاَ يلْتَفِتُ إِلَيْهَا ، قَالَتْ لَه: آللَّهُ أَمركَ بِهذَا ؟ قَالَ : نَعَمْ قَالَت : إِذًا لا يُضَيِّعُنا ، ثُمَّ رجعتْ فَانْطَلقَ إِبْراهِيمُ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، حَتَّى إِذا كَانَ عِنْدَ الثَّنِيَّةِ حيْثُ لا يَروْنَهُ اسْتَقْبل بِوجْههِ الْبيْتَ، ثُمَّ دعا بهَؤُلاءِ الدَّعواتِ ، فَرفَعَ يدَيْه فقَالَ : { رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتي بِوادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ }حتَّى بلَغَ{يشْكُرُونَ} وجعلَتْ أُمُّ إِسْمَاعِيل تُرْضِعُ إِسْماعِيل ، وتَشْربُ مِنْ ذَلِكَ المَاءِ ، حتَّى إِذَا نَفِدَ ما في السِّقَاءِ عطشت وعَطِش ابْنُهَا ، وجعلَتْ تَنْظُرُ إِلَيْهِ يتَلوَّى أَوْ قَالَ : يتَلَبَّطُ فَانْطَلَقَتْ كَراهِيةَ أَنْ تَنْظُر إِلَيْهِ ، فَوجدتِ الصَّفَا أَقْرَبَ جبَلٍ في الأرْضِ يلِيهَا ، فَقَامتْ علَيْهِ ، ثُمَّ استَقبَلَتِ الْوادِيَ تَنْظُرُ هَلْ تَرى أَحداً ؟ فَلَمْ تَر أَحداً فهَبطَتْ مِنَ الصَّفَا حتَّى إِذَا بلَغَتِ الْوادِيَ ، رفَعتْ طَرفَ دِرْعِهِا ، ثُمَّ سَعتْ سعْي الإِنْسانِ المجْهُودِ حتَّى جاوزَتِ الْوَادِيَ ، ثُمَّ أَتَتِ المرْوةَ ، فقامتْ علَيْهَا ، فنَظَرتْ هَلْ تَرى أَحَداً؟ فَلَمْ تَر أَحَداً ، فَفَعَلَتْ ذَلِكَ سَبْع مرَّاتٍ قَال ابْنُ عبَّاسٍ رَضِي اللَّه عنْهُمَا : قَال النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « فَذَلِكَ سعْيُ النَّاسِ بيْنَهُما » فلَمَّا أَشْرفَتْ علَى المرْوةِ سَمِعـتْ صوتاً ، فَقَالَتْ : صهْ تُرِيدُ نَفْسهَا ثُمَّ تَسمَعَتْ ، فَسمِعتْ أَيْضاً فَقَالتْ : قَدْ أَسْمعْتَ إِنْ كَانَ عِنْدكَ غَواثٌ فأَغِث فَإِذَا هِي بِالملَكِ عِنْد موْضِعِ زمزَم ، فَبحثَ بِعقِبِهِ أَوْ قَال بِجنَاحِهِ حَتَّى ظَهَرَ الماءُ، فَجعلَتْ تُحوِّضُهُ وَتَقُولُ بِيدِهَا هَكَذَا ، وجعَلَتْ تَغْرُفُ المَاءَ في سِقَائِهَا وهُو يفُورُ بَعْدَ ما تَغْرفُ وفي روايةٍ : بِقَدرِ ما تَغْرِفُ قَال ابْنُ عبَّاسٍ رضِيَ اللَّه عَنْهُمَا : قالَ النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « رحِم اللَّه أُمَّ إِسماعِيل لَوْ تَركْت زَمزَم أَوْ قَالَ : لوْ لَمْ تَغْرِفْ مِنَ المَاءِ ، لَكَانَتْ زَمْزَمُ عيْناً معِيناً قَال فَشَرِبتْ ، وَأَرْضَعَتْ وَلَدهَا
فَقَال لَهَا الملَكُ : لاَ تَخَافُوا الضَّيْعَة فَإِنَّ هَهُنَا بَيْتاً للَّهِ يبنيه هَذَا الْغُلاَمُ وأَبُوهُ ، وإِنَّ اللَّه لا يُضيِّعُ أَهْلَهُ ، وَكَانَ الْبيْتُ مُرْتَفِعاً مِنَ الأَرْضِ كَالرَّابِيةِ تأْتِيهِ السُّيُولُ ، فتَأْخُذُ عنْ يمِينِهِ وَعَنْ شِمالِهِ فَكَانَتْ كَذَلِكَ حتَّى مرَّتْ بِهِمْ رُفْقَةٌ مِنْ جُرْهُمْ ، أو أَهْلُ بيْتٍ مِنْ جُرْهُمٍ مُقْبِلين مِنْ طَريقِ كَدَاءَ ، فَنَزَلُوا في أَسْفَلِ مَكَةَ ، فَرَأَوْا طَائراً عائفاً فَقَالُوا : إِنَّ هَذا الطَّائِر ليَدُورُ عَلى ماء لَعهْدُنَا بِهذا الوادي وَمَا فِيهِ ماءَ فَأرسَلُوا جِريّاً أَوْ جَرِيَّيْنِ ، فَإِذَا هُمْ بِالماءِ ، فَرَجَعُوا فَأَخْبَرُوهم فَأقْبلُوا ، وَأُمُّ إِسْماعِيلَ عند الماءَ ، فَقَالُوا : أَتَأْذَنِينَ لَنَا أَنْ ننزِلَ عِنْدكَ ؟ قَالتْ: نَعَمْ ، ولكِنْ لا حَقَّ لَكُم في الماءِ ، قَالُوا : نَعَمْ قَال ابْنُ عبَّاسٍ : قَالَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « فَأَلفي ذلكَ أُمَّ إِسماعِيلَ ، وَهِي تُحِبُّ الأُنْسَ فَنزَلُوا ، فَأَرْسلُوا إِلى أَهْلِيهِم فنَزَلُوا معهُم ، حتَّى إِذا كَانُوا بِهَا أَهْل أَبياتٍ ، وشبَّ الغُلامُ وتَعلَّم العربِيَّةَ مِنهُمْ وأَنْفَسَهُم وأَعجَبهُمْ حِينَ شَبَّ ، فَلَمَّا أَدْركَ ، زَوَّجُوهُ امرأَةً منهُمْ ، ومَاتَتْ أُمُّ إِسمَاعِيل
فَجَاءَ إبراهِيمُ بعْد ما تَزَوَّجَ إسماعِيلُ يُطالِعُ تَرِكَتَهُ فَلم يجِدْ إِسْماعِيل ، فَسأَل امرأَتَهُ عنه فَقَالت ْ: خَرَجَ يبْتَغِي لَنَا وفي رِوايةٍ : يصِيدُ لَنَا ثُمَّ سأَلهَا عنْ عيْشِهِمْ وهَيْئَتِهِم فَقَالَتْ: نَحْنُ بَشَرٍّ ، نَحْنُ في ضِيقٍ وشِدَّةٍ ، وشَكَتْ إِليْهِ ، قَال : فإذا جاءَ زَوْجُكِ ، اقْرئى عَلَيْهِ السَّلام، وقُولي لَهُ يُغَيِّرْ عَتبةَ بابهِ فَلَمَّا جاءَ إسْماعيلُ كَأَنَّهُ آنَسَ شَيْئاً فَقَال : هَلْ جاءَكُمْ منْ أَحَدٍ ؟ قَالَتْ : نَعَمْ ، جاءَنَا شَيْخٌ كَذا وكَذا ، فَسأَلَنَا عنْكَ ، فَأخْبَرْتُهُ ، فَسألني كَيْف عيْشُنا ، فَأخْبرْتُهُ أَنَّا في جَهْدٍ وشِدَّةٍ قَالَ : فَهَلْ أَوْصاكِ بشَيْءِ ؟ قَالَتْ : نَعمْ أَمَرني أَقْرَأ علَيْكَ السَّلامَ ويَقُولُ : غَيِّرْ عَتبة بابكَ قَالَ : ذَاكِ أَبي وقَدْ أَمرني أَنْ أُفَارِقَكِ ، الْحَقِي بأَهْلِكِ فَطَلَّقَهَا ، وتَزَوَّج مِنْهُمْ أُخْرى فلَبِث عَنْهُمْ إِبْراهيم ما شَاءَ اللَّه ثُمَّ أَتَاهُم بَعْدُ ، فَلَمْ يجدْهُ ، فَدَخَل على امْرَأتِهِ ، فَسَأَل عنْهُ قَالَتْ : خَرَج يبْتَغِي لَنَا قَال : كَيْفَ أَنْتُمْ ، وسألهَا عنْ عيْشِهِمْ وهَيْئَتِهِمْ فَقَالَتْ : نَحْنُ بِخَيْرٍ وَسعةٍ وأَثْنتْ على اللَّهِ تَعالى ، فَقَال : ما طَعامُكُمْ ؟ قَالَتْ : اللَّحْمُ قَال : فَما شَرابُكُمْ ؟ قَالَتِ : الماءُ قَال : اللَّهُمَّ بَارِكْ لهُمْ في اللَّحْم والماءِ ، قَال النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «وَلَمْ يكنْ لهُمْ يوْمَئِذٍ حُبٌّ وَلَوْ كَانَ لهُمْ دَعَا لَهُمْ فيهِ » قَال : فَهُما لاَ يخْلُو علَيْهِما أَحدٌ بغَيْرِ مكَّةَ إِلاَّ لَمْ يُوافِقاهُ
وفي روايةٍ فَجاءَ فَقَالَ : أَيْنَ إِسْماعِيلُ ؟ فَقَالَتِ امْرأتُهُ : ذَهبَ يَصِيدُ ، فَقَالَتِ امْرأَتُهُ: أَلا تَنْزِلُ ، فتَطْعَم وتَشْربَ ؟ قَالَ : وما طعامُكمْ وما شَرابُكُمْ ؟ قَالَتْ : طَعَامُنا اللَّحْـمُ ، وشَرابُنَا الماءُ قَال : اللَّهُمَّ بَارِكْ لَهُمْ في طَعامِهمْ وشَرَابِهِمْ قَالَ : فَقَالَ أَبُو القَاسِم صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «بركَةُ دعْوةِ إِبراهِيم صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم » قَالَ : فَإِذا جاءَ زَوْجُكِ ، فاقْرئي علَيْهِ السَّلامَ وَمُريهِ يُثَبِّتْ عتَبَةَ بابهِ فَلَمَّا جاءَ إِسْماعِيلُ ، قَال : هَلْ أَتَاكُمْ منْ أَحد ؟ قَالتْ : نَعَمْ ، أَتَانَا شيْخٌ حَسَن الهَيئَةِ وَأَثْنَتْ عَلَيْهِ ، فَسَأَلَني عنْكَ ، فَأَخْبرتُهُ ، فَسأَلَني كيفَ عَيْشُنَا فَأَخبَرْتُهُ أَنَّا بخَيرٍ قَالَ : فأَوْصَاكِ بِشَيْءٍ ؟ قَالَتْ : نَعَمْ ، يَقْرَأُ عَلَيْكَ السَّلامَ ، ويأْمُرُكَ أَنْ تُثَبِّتَ عَتَبَة بابكَ قَالَ : ذَاكِ أَبي وأنتِ الْعَتَبةُ أَمرني أَنْ أُمْسِكَكِ ثُمَّ لَبِثَ عنْهُمْ ما شَاءَ اللَّه ، ثُمَّ جَاءَ بعْد ذلكَ وإِسْماعِيلُ يبْرِي نَبْلاً لَهُ تَحْتَ دَوْحةٍ قريباً مِنْ زَمْزَمَ ، فَلَمَّا رآهُ ، قَامَ إِلَيْهِ ، فَصنعَ كَمَا يصْنَعُ الْوَالِد بِالْولَدُ والوالد بالْوالدِ ، قَالِ : يا إِسْماعِيلُ إِنَّ اللَّه أَمرني بِأَمْرٍ ، قَال : فَاصْنِعْ مَا أَمركَ ربُّكَ ؟ قَال : وتُعِينُني ، قَال : وأُعِينُكَ ، قَالَ : فَإِنَّ اللَّه أَمرنِي أَنْ أَبْنيبيْتاً ههُنَا ، وأَشَار إِلى أَكَمَةٍ مُرْتَفِعةٍ على ما حَوْلهَا فَعِنْد ذلك رَفَعَ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبيْتِ ، فَجَعَلَ إِسْماعِيل يأتي بِالحِجارَةِ ، وَإبْراهِيمُ يبْني حتَّى إِذا ارْتَفَعَ الْبِنَاءُ جَاءَ بِهَذا الحجرِ فَوضَعَهُ لَهُ فقامَ عَلَيْهِ ، وَهُو يبْني وإسْمَاعِيلُ يُنَاوِلُهُ الحِجَارَة وَهُما يقُولاَنِ :« ربَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ »
وفي روايةٍ : إِنَّ إبْراهِيم خَرَج بِإِسْماعِيل وأُمِّ إسْمَاعِيل ، معَهُم شَنَّةٌ فِيهَا ماءٌ فَجَعلَتْ أُم إِسْماعِيلَ تَشْربُ مِنَ الشَّنَّةِ ، فَيَدِرُّ لَبنُهَا على صبِيِّهَا حَتَّى قَدِم مكَّةَ فَوَضَعهَا تَحْتَ دَوْحةٍ ، ثُمَّ رَجَع إِبْراهيمُ إِلى أَهْلِهِ ، فاتَّبعَتْهُ أُمُّ إِسْمَاعِيلَ حَتَّى لمَّا بلغُوا كَداءَ نادَتْه مِنْ ورائِــه : يَا إِبْرَاهيمُ إِلى منْ تَتْرُكُنَا ؟ قَالَ : إِلى اللَّهِ ، قَالَتْ : رضِيتُ بِاللَّهِ فَرَجعتْ ، وَجعلَتْ تَشْرَبُ مِنَ الشَّنَّةِ ، وَيَدرُّ لَبَنُهَا عَلى صَبِيِّهَا حَتَّى لمَّا فَنى الماءُ قَالَتْ : لَوْ ذَهبْتُ ، فَنَظَرْتُ لعَلِّي أحِسُّ أَحَداً ، قَالَ : فَذَهَبَتْ فصعِدت الصَّفا فَنَظَرتْ وَنَظَرَتْ هَلْ تُحِسُّ أَحداً ، فَلَمْ تُحِسَّ أحداً ، فَلَمَّا بلَغَتِ الْوادي ، سعتْ ، وأَتتِ المرْوةَ، وفَعلَتْ ذلكَ أَشْواطاً ، ثُمَّ قَالَتْ : لو ذهَبْتُ فنَظرْتُ ما فَعلَ الصَّبيُّ ، فَذَهَبتْ ونَظَرَتْ ، فإِذَا هُوَ على حَالهِ كأَنَّهُ يَنْشَغُ للمَوْتِ ، فَلَمْ تُقِرَّهَا نفْسُهَا فَقَالَت : لَوْ ذَهَبْتُ ، فَنَظَرْتُ لعلي أَحِسُّ أَحداً ، فَذَهَبَتْ فصَعِدتِ الصَّفَا، فَنَظَرتْ ونَظَرتْ ، فَلَمْ تُحِسُّ أَحَداً حتَّى أَتمَّتْ سَبْعاً ، ثُمَّ قَالَتْ : لَوْ ذَهَبْتُ ، فَنَظَرْتُ مَا فَعل فَإِذا هِيَ بِصوْتٍ فَقَالَتْ : أَغِثْ إِنْ كان عِنْدَكَ خيْرٌ فإِذا جِبْرِيلُ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فقَال بِعَقِبهِ هَكَذَا ، وغمزَ بِعقِبه عَلى الأرْض ، فَانْبثَقَ الماءُ فَدَهِشَتْ أُمُّ إسْماعِيلَ فَجعلَتْ تَحْفِنُ وذكَرَ الحَدِيثَ بِطُولِهِ رواه البخاري بهذِهِ الرواياتِ كلها
« الدَّوْحةُ » : الشَّجرةُ الْكَبِيرةُ قولهُ : « قَفي » أَيْ : ولَّى « وَالجَرِيُّ » : الرسول « وَأَلَفي » معناه : وجَد قَوْلُهُ : « يَنْشَغُ » أَيْ : يَشْهقُ
1871 İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
İbrâhim sallallahu aleyhi ve sellem, İsmâil’in annesi (Hâcer) ile henüz memedeki oğlu İsmâil’i alıp Mekke’ye getirdi Onları Kâbe’nin üst tarafında ve zemzemin yukarısındaki büyük bir ağacın altına bıraktı O vakitler Mekke’de kimse bulunmadığı gibi içecek su da yoktu İşte İbrâhim, karısı ile oğlunu oraya bıraktı Yanlarına da bir dağarcık hurma ve bir kırba su koydu Sonra İbrahim arkasını dönüp gitmeye başladı Hâcer onun peşini bırakmadı:
- İbrâhim! Bizi konuşup görüşecek bir kimsenin, yiyip içecek bir şeyin bulunmadığı bu vadide tek başına bırakıp da nereye gidiyorsun? diye sordu Bu soruyu birkaç defa tekrarladı İbrâhim dönüp bakmadı bile Sonunda Hâcer: Bunu böyle yapmanı sana mı emretti? deyince İbrâhim:
- Evet, emretti, diye cevap verdi Hâcer:
- Öyleyse bizi korur, dedi
Hâcer geri döndü; İbrâhim sallallahu aleyhi ve sellem de yürüyüp gitti Kimsenin kendisini göremediği Seniyye mevkiine varınca, yüzünü Kâbe tarafına çevirdi; sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti:
“Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını, senin saygı duyulması gereken Mukaddes Mâbed’inin yanında, ekin bitmez bir vâdiye yerleştirdim Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerine onlara karşı muhabbet koy ve kendilerine bazı meyvelerden rızık ver Umarım ki nimetlerine şükrederler” [İbrâhim sûresi (14), 37]
Hâcer İsmâil’i emziriyor ve kırbadaki sudan içiyordu Nihayet kırbadaki su tükendi Hem kendi hem oğlu susadı Çocuk susuzluktan yerde sızlanıp yuvarlanmaya başlayınca, Hâcer onun bu halini görmemek için oraya en yakın tepe olan Safâ’ya gitti ve tepenin üstüne çıktı Sonra acaba birini görebilir miyim diye vâdiye bakındı; fakat kimseyi göremedi Safâ tepesinden inip vâdiye gelince, koşmasına engel olmasın diye elbisesinin eteğini topladı Sonra da çok zor durumda kalmış bir insanın son gayretiyle koşmaya başladı; vâdiyi geçip Merve’ye geldi Tepenin üstüne çıkıp acaba birini görebilir miyim diye bakındı; fakat kimseyi göremedi İki tepe arasında böyle yedi defa gidip geldi
İbni Abbas radıyallahu anhümâ sözünün burasında şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “İşte bundan dolayı insanlar Safâ ile Merve arasında sa‘yeder” buyurdu Sonra da sözüne şöyle devam etti:
Hâcer Merve tepesine çıkınca bir ses duydu Kendi kendine “Sus! Dinle!” dedi Sonra iyice kulak verdi, aynı sesi bir daha duydu
- Tamam, sesini duyurdun Yapabiliyorsan bize yardım et! diye seslendi Bir de baktı ki, zemzemin olduğu yerde bir melek, topuğuyla -veya kanadıyla- yeri kazmakta! Nihayet su göründü Hâcer, akıp gitmesin diye suyun etrafını eliyle şöyle çevirmeye, suyu avuçlayıp kırbasını doldurmaya başladı Hâcer suyu avuçladıkça, bir rivayete göre avuçladığı kadar, yerden kaynıyordu
İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: İsmâil’in annesine rahmet etsin Zemzemi kendi haline bıraksaydı -veya suyu avuçlamasaydı- zemzem akarsu olurdu” buyurdu İbni Abbas sözüne şöyle devam etti:
Hâcer sudan içti ve yavrusunu emzirdi Melek ona:
- Bize bir zarar gelir diye korkma! İşte şurası Beytullah’ın yeridir Onu şu çocukla babası yapacaktır , o işi yapacak kimsenin yok olup gitmesine izin vermez, dedi Beytullah’ın yeri zeminden yüksekçe idi Seller oranın sağını solunu yalayıp aşındırmıştı Onlar bu şekilde yaşayıp giderken nihayet bir gün Cürhümlüler’den bir grup insan veya onlardan bir aile Kedâ yolundan gelerek Mekke’nin alt tarafına indiler O sırada bir kuşun gelip gittiğini gördüler Bu kuş mutlaka suyun etrafında dönüp duruyor Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk, diyerek ayağına çevik bir veya iki kişiyi oraya gönderdiler Gidenler orada su bulunduğunu görünce geri dönüp durumu haber verdiler Suyun yanına geldiklerinde Hâcer’i gördüler:
- Bizim buraya yerleşmemize izin verir misin? diye sordular O da:
- Evet, ama su üzerinde bir hak iddia edemezsiniz, dedi Onlar da:
- Peki, kabul, dediler
İbni Abbas rivayetine şöyle devam etti:
İnsanlarla bir arada olmaya ihtiyaç duyduğu sırada onların çıka gelmesi Hâcer’i sevindirdi Cürhümlüler oraya yerleştikleri gibi akrabalarına haber saldılar, onlar da gelip yerleştiler Böylece Mekke civarı yerleşik bir alan haline geldi
O zaman çocuk olan İsmâil nihayet büyüyüp gelişti Cürhümlüler’den Arapça’yı öğrendi Delikanlılık çağına geldiği zaman, Cürhümlüler’in en fazla beğenip takdir ettikleri bir kimse oldu Erginlik çağına gelince, onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler Günün birinde Hâcer vefat etti İsmâil’in evlenmesinden sonraki bir tarihte, Hz İbrâhim, Hâcer ile oğlunun durumunu öğrenmek üzere Mekke’ye geldi Fakat İsmâil’i evde bulamadı Karısına:
- İsmâil nerede diye sordu Kadın:
- Rızkımızı temin etmeye, başka bir rivayete göre, avlanmaya gitti, dedi İbrâhim aleyhisselâm ona geçimlerinin ve durumlarının nasıl olduğunu sordu O da:
- Çok kötü durumdayız Büyük bir sıkıntı ve darlık içindeyiz, diye hallerinden şikâyet etti İbrâhim de:
- Kocan gelince ona selâmımı söyle; kendisine hatırlat da kapısının eşiğini değiştirsin, dedi
İsmâil eve gelince, orada bir şeyler olduğunu sezdi ve karısına:
- Ben yokken eve biri geldi mi? diye sordu O da:
- Evet, yaşlı bir adam geldi, diyerek onu tarif etmeye çalıştı Seni sordu, ben de söyledim Nasıl geçindiğimizi öğrenmek istedi Ben de büyük bir geçim sıkıntısı çektiğimizi anlattım, dedi İsmâil:
- Peki, sana bir şey tavsiye etti mi? diye sordu O da şunları söyledi:
- Evet, sana selâm söyledi ve kapısının eşiğini değiştirsin dedi İsmâil:
- O gelen benim babamdır Bana senden boşanmamı emretmiş Haydi ailenin yanına dönebilirsin, dedi O kadını boşayıp Cürhümlüler’den bir başka kadınla evlendi
’ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra İbrâhim tekrar oğlunun evine geldi Fakat İsmâil’i bulamadı İçeri girip İsmâil’i sordu Karısı:
- Rızkımızı temin etmeye gitti, dedi İbrâhim:
- Geçiminiz, haliniz nasıl? diye sordu Kadın:
- Çok iyi durumdayız Rahat ve bolluk içindeyiz, diyerek ’a hamdü senâ etti Konuşma şöyle devam etti:
- Ne yiyorsunuz?
- Et yiyoruz
- Ne içiyorsunuz?
- Su
O zaman İbrâhim, ‘ım, etlerine sularına bereket ver’, diye dua etti
Sözün burasında Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“O zamanlar Mekke’de ekin yoktu Eğer olsaydı tahılın bereketlenmesi için de dua ederdi
İbni Abbas dedi ki: İbrahim’in duası sayesinde et ile su, başka yerde yaşayanlarla kıyaslanmayacak şekilde, Mekkeliler’in sağlığına elverişli olmuştur
Bir başka rivayete göre İbrâhim aleyhisselâm oraya gelince:
- İsmâil nerede? diye sordu Karısı:
- Avlanmaya gitti, dedi Sonra da: Bir şeyler yemek ve içmek üzere buyurmaz mısınız? dedi İbrâhim:
- Ne yiyor ne içiyorsunuz? diye sordu Kadın:
- Yediğimiz et, içtiğimiz su, dedi İşte o zaman İbrâhim aleyhisselâm:
- ım! Onların yiyeceklerine, içeceklerine bereket ver! diye dua etti
İbni Abbas sözüne şöyle devam etti: Ebü’l-Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem: “İşte bu, İbrâhim’in duasının bereketidir” buyurdu
İbrâhim gelinine şöyle dedi:
- Kocan eve gelince ona benim selâmımı söyle ve kendisine hatırlat da, kapısının eşiğine sahip olsun, dedi
İsmâil eve gelince:
- Eve gelen oldu mu? diye sordu, Karısı:
- Evet, güzel görünümlü bir ihtiyar geldi, diyerek onun hakkında güzel şeyler söyledi Sözüne devamla, bana seni sordu, ben de anlattım; geçimimizi öğrenmek istedi, ben de çok iyi olduğunu belirttim, dedi İsmâil:
- Sana bir tavsiyede bulundu mu? diye sordu O da:
- Evet, sana selâm söyledi ve kapının eşiğine sahip olmanı emretti, dedi O zaman İsmâil:
- O benim babamdır Evin eşiği de sensin Babam seni hoş tutmamı, seninle iyi geçinmemi emretmiş, dedi
’ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra İbrâhim aleyhisselâm bir daha geldi O sırada İsmâil zemzemin yakınındaki büyük bir ağacın altına oturmuş ok yontuyordu Babasını görünce ayağa kalktı Uzun süre birbirini görmeyen bir baba çocuğuna, bir çocuk da babasına sevgi ve saygısını nasıl gösterirse, onlar da birbirlerine öyle yaptılar
İbrahim aleyhisselâm oğluyla konuşmaya başladı:
- İsmâil! bana önemli bir görev verdi
- Öyleyse Rabbinin emrini yap, babacığım
- Ama bana yardım edeceksin
- Sana elbette yardım ederim
İbrâhim oradaki yüksekçe bir tepeyi gösterdi:
- , işte şuraya bir ev yapmamı emretti, dedi İbrâhim oraya Kâbe’nin temelini atıp yükseltti İsmâil taş getiriyor, İbrâhim de duvar örüyordu Binanın duvarları yükselince, İsmâil şu (makâm-ı İbrâhim diye bilinen) taşı getirip babasına verdi O da bu taşın üstüne çıkıp İsmâil’in getirdiği taşlarla inşaata devam etti Onlar beraberce binayı yaparken: “Rabbimiz! Bizden bu hizmeti kabul buyur Şüphesiz sen duamızı duyan, niyetimizi bilensin” [Bakara sûresi (2), 127] diye dua ediyorlardı
Bir başka rivayet ise şöyledir:
İbrâhim aleyhisselâm İsmâil ile onun annesini alıp yola çıktı Yanlarında bir de su kırbası vardı İsmâil’in annesi susadıkça kırbadan içip oğlunu emziriyordu Nihayet Mekke’ye gelince, İbrâhim Hâcer’i büyük bir ağacın altına bıraktı Sonra geriye, ailesinin yanına dönmeye başladı Bunun üzerine Hâcer onun arkasına takıldı Kedâ mevkiine gelince, Hâcer onun arkasından:
- İbrâhim! Bizi kime bırakıp gidiyorsun? diye seslendi O da:
- ’a bırakıyorum, dedi Hâcer:
- ’ın himâyesine razıyım, dedi Sonra geri döndü Kırbadaki sudan içiyor, südü artıyor, o da çocuğunu emziriyordu Sonunda su bitti Hâcer, gidip etrafa bakınayım, belki birini görürüm, dedi Yürüyüp gitti, Safâ tepesine çıktı Birini görebilir miyim diye etrafına bakındı, bakındı, fakat kimseyi göremedi Vâdiye inince koşmaya başladı Merve’ye geldi İki tepe arasında koşarak birkaç defa gidip geldi Sonra da gidip çocuğa bakayım, acaba ne yapıyor, diye söylendi Dönüp çocuğun yanına geldi; çocuk bıraktığı gibi bitkin bir halde duruyordu Orada öylece durmaya gönlü razı olmadı Gidip etrafa tekrar bakınayım, belki birini görürüm, dedi Yürüdü gitti, Safâ tepesine çıktı Bir kimseyi görebilir miyim diye etrafına bakındı, bakındı, fakat kimseyi göremedi Böylece iki tepe arasında yedi defa gidip geldi Sonra tekrar kendi kendine, gidip çocuğa bakayım, acaba ne yaptı, diye söylendi O sırada bir ses duydu “Eğer bir iyilik yapabileceksen yardım et!” diye seslendi Bir de baktı ki Cebrâil aleyhisselâm, topuğunu yere vurarak toprağı kazıyor Derken su fışkırdı Hâcer hayretler içinde kaldı ve hemen kırbasına avuç avuç su doldurmaya başladı Sonra Buhârî hadisin tamamını rivayet etti
Buhârî, Enbiyâ 9 (Yukarıdaki rivayetlerin hepsi Sahîh-i Buhârî’dedir)

Açıklamalar
Bu uzun hadîs-i şerîf bize Kâbe’nin yapımı ve haccın bazı esaslarının tarihi hakkında önemli bilgiler vermektedir
İbrâhim aleyhisselâm, eşi Sâre’nin, Hâcer ile oğlu İsmâil’i kıskanması ve onları alıp uzaklara götürmesini arzu etmesi üzerine, istemeyerek de olsa bunu yapmak zorunda kalmış, Teâlâ’nın emrine dayanarak çok sevdiği bu iki varlığı, sonraları Mekke diye anılacak ıssız ve susuz bir yere getirip bırakmıştır Bir peygambere yakışan da, sebebini bilsin veya bilmesin, Teâlâ’nın emrini kayıtsız şartsız yerine getirmektir O da öyle yapmış, yüreğinin üzüntüyle ve ayrılık ateşiyle kavrulmasına rağmen, küçücük yavrusunu ve karısını ıssız, susuz bir yerde, onları koruyacağından emin olduğu ’a bırakıp gitmiştir
Yavrusuna su bulmak üzere Hâcer’in Safâ ve Merve tepeleri arasında koşması, haccın önemli esaslarından biri olan sa‘y ibadetinin esasını teşkil etmiş, bu susuzluk zemzem nimetinin ortaya çıkmasını sağlamış, daha sonraları Hz İbrâhim ile oğlu Hz İsmâil mü’minlerin kıblesi olan Kâbe’yi inşâ etmişlerdir Hz Âdem’den beri var olduğu anlaşılan, fakat zamanla büsbütün yıkılıp izi bile kalmayan bu İslâm dünyasının en şerefli binası, baba oğul iki peygamber tarafından yeniden canlandırılmıştır Üç aziz insanın nice sıkıntılarına, üzüntülerine sebep olan bu yürek yakan macera, pek çok güzelliğin ve hayrın gün yüzüne çıkmasına vesile olmuştur Böylece, insanın kötü zannettiği, anlamada zorluk çektiği bazı hâdiselerin hayırlara vesile olabileceği anlatılmak istenmiştir
Kâbe’nin yapımı bittikten sonra Cebrâil aleyhisselâm gelmiş, hac ibadetinin nasıl yapılacağını bütün şekilleriyle Hz İbrâhim’e öğretmiş, o da Kur'ân-ı Kerîm’de makâm-ı İbrâhîm diye anılan yerde, insanlara hac ibadetinin farz olduğunu ilân etmiştir Hadiste kendilerinden bahsedilen Cürhümlüler, aslen Yemenli olan, sonraları Hicaz’a gelip yerleşen bir Arap kabilesidir Hz İsmâil’in vefatından sonraki dönemlerde bu dini terketmişler, birçok ahlâksızlıklar yapmışlar, hatta Hacerülesved’i söküp bir yere gömmüşler, zemzem kuyusunu kapatarak yerini belirsiz hale getirmişler, sonra da Hicaz’ı bırakıp tekrar Yemen’e dönmüşlerdir
Hz İbrâhim, oğlunu görmeye geldiği zaman, ilk gelininin hal ve tavırlarını beğenmemiş; onun ’ın takdirine boyun eğmeyen biri olduğunu görmüş; bu sebeple oğluna, kinâyeli bir ifadeyle, kapısının eşiğini değiştirmesini tavsiye etmiştir Eşik, evi koruyan kapının ayrılmaz bir parçası olup, kocası adına evi ve evin içindeki her şeyi koruyup muhâfaza eden kadını temsil etmektedir Hz İsmâil de “Kapısının eşiğini değiştirsin” sözüyle ne kastedildiğini anlamış ve karısından hemen ayrılmıştır İkinci karısı, ’ın takdirine seve seve boyun eğen, elindekini başkalarıyla paylaşabilen iyi bir kadın olduğu için, babası ona sahip olmasını ve onunla iyi geçinmesini tavsiye etmiştir Bir babanın buyruğu, ’a karşı gelme anlamı taşımadığı sürece evlat tarafından yapılmalıdır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Peygamberler Cenâb-ı Hakk’ın buyruklarını kayıtsız, şartsız yapan itaatkâr insanlardır
2 Bazı ilâhî buyruklar nefse hoş gelmese bile, onlarda pek çok hayır bulunduğu bilinmeli ve gönül hoşluğu ile yapılmalıdır
3 Mekke ve oradaki Kâbe, İslâm dünyasının en mübarek ve en değerli mekânıdır ’ın evi diye anılan Kâbe, Hz İbrâhim ve oğlu İsmâil tarafından yapılmıştır
4 Babanın tavsiyesi, dinin emirlerine aykırı olmadığı sürece yapılmalıdır
5 Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ’ın peygamber’i olduğunu gösteren hususlardan biri de, ilâhî kaynaklı kitaplarda geçen bu olayı ashâbına haber vermesidir
1872- وعنْ سعِيدِ بْنِ زيْدٍ رضِي اللَّه عنْهُ قَال : سمِعتُ رسول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ : «الْكَمأَةُ مِنَ المنِّ ، وماؤُهَا شِفَاءٌ للْعَينِ » متفقٌ عليه
1872 Saîd İbni Zeyd radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim dedi:
“Mantar, kudret helvası türünden ilâhî bir lutuftur Suyu da göze şifadır
Buhârî, Tefsîru sûre (2), 4, Tefsîru sûre (7), 2, Tıb 20; Müslim, Eşribe 157-162 Ayrıca bk Tirmizî, Tıb 22; İbni Mâce, Tıb 8
Açıklamalar
Mantar diye tercüme ettiğimiz “kem’e” bir mantar türüdür Peygamber Efendimiz, onun vaktiyle Cenâb-ı Hak tarafından İsrâiloğulları’na indirilen ve adına “men” denilen kudret helvası türünden bir yiyecek olduğunu söylemektedir (Müslim, Eşribe 159-161) Nitekim Teâlâ İsrâiloğulları’na zahmetsizce yemeleri için her gün ağaçların üzerinde taze taze kudret helvâsı (men) ve bıldırcın (selvâ) göndermişti [Bakara sûresi (2), 57; A’râf sûresi (7), 160; Tâhâ sûresi (20), 80]; bunları biriktirmeden yemelerini emretmişti Fakat onlar bu emre karşı gelerek o yiyecekleri biriktirmişler, böylece ’a güvenmediklerini göstermek suretiyle O’na nankörlük etmişlerdi Teâlâ da bu nimetini kesmiş, onlara bir daha “men ve selvâ” göndermemişti
Hadisimizdeki “Mantar, kudret helvası türünden ilâhî bir lutuftur” ifadesine gelince, özel surette yetiştirilen kültür mantarları bir yana, tabiatta kendiliğinden biten mantarlar, Peygamber aleyhisselâm’ın buyurduğu gibi, Cenâb-ı Mevlâ’nın kullarına bir ikramıdır Zehirli olanlarından sakınmak suretiyle mantardan çeşitli faydalar elde edilir Bu faydalardan biri, “kem’e” denen mantar türünün, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in buyurduğu gibi, bazı göz hastalıklarına iyi gelmesidir
Kimileri, mantar suyunun, ilacın terkibine katılacağını, kimileri de bir şeye katmadan doğrudan sürme gibi göze çekileceğini belirtmişlerdir Bu ikinci görüşü savunanlar, mantarın önce ateşin üzerinde pişirilip suyunun kaynatılması, ondan sonra göze çekilmesi gerektiğini söylemişlerdir Bu hadisin râvilerinden olan Ebû Hüreyre, üç, beş veya yedi mantarın suyunu bir kaba sıktığını, onu gözünden rahatsız olan câriyesinin gözüne damlattığını ve câriyenin iyileştiğini söylemektedir (Tirmizî, Tıb 22) Kitabımızın müellifi Nevevî, Sahîh-i Müslim şerhinde bu konuda bir müşâhedesini anlatmaktadır Dindarlığını beğenip takdir ettiği hadis râvisi Kemâl İbni Abdullah ed-Dımaşkî’nin gözlerinin görmez olduğunu, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu tavsiyesinin, kendisine fayda vereceğine inanarak gözlerine mantar suyu döktüğünü ve tekrar görmeye başladığını söylemektedir (el-Minhâc, VIII, 312) İbni Hacer el-Askalânî, bu zâtın İbni Abd diye tanınan Kemâleddin İbni Abdülazîz Ebû Dâvûd ed-Dımaşkî (ö 672/1273-74) olduğunu söylemektedir (Fethü’l-bârî, X, 174) Bazı kimselerin kullanma usûlünü bilmedikleri için mantar suyundan fayda yerine zarar gördükleri de anlaşılmaktadır İşte bu sebeple, hadisimizde sözü edilen mantarın türünü iyi bilmeli ve bu konuda tecrübesi olanların bilgisinden faydalanmalıdır Aksi halde umulan fayda elde edilemez
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Mantar, birçok yiyecek gibi Cenâb-ı Hakk’ın insanlara lutfettiği bir gıdadır
2 Ayrıca suyu da bazı göz hastalıklarına iyi gelmektedir
3 Her mantar türünde şifa olmadığı bilinmeli ve usûlüne uygun olarak kullanılmadığı takdirde fayda görülmeyeceği unutulmamalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.