Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
halid, ibni, riyâzü, salihin, velid

Riyazü's Salihin - Hâlid İbni Velîd

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Riyazü's Salihin - Hâlid İbni Velîd






Riyazü's Salihin - Hâlid İbni Velîd
HADİS icinde Riyazü's Salihin - Hâlid İbni Velîd konusu , Riyazü's Salihin - Hâlid İbni VelîdHâlid İbni Velîd
Soyu yedinci göbekten Peygamber Efendimiz’in soyu ile birleşen Hâlid İbni Velîd’in annesi, Resûl-i Ekrem’in hanımlarından Hz Meymûne’nin baba bir kız kardeşidir Ailesi Kureyş’in süvari birliği kumandanlığı görevini üstlendiği için ata binmeyi, savaş aletlerini iyi kullanmayı ve süvari birliklerini sevk ve idare etmeyi mükemmel surette bilirdi O da babası Velîd İbni Mugîre gibi yıllarca İslâmiyet’in ve müslümanların aleyhinde bulundu 8 yılın Safer ayında (Mayıs 629) Medine’ye gitti ve Resûlullah’ın huzurunda müslüman oldu Mûte Savaşı’nda büyük kahramanlıklar gösterdi Mekke’nin fethinde müslümanlara karşı direnen birliği o dağıttı Daha sonra Resûl-i Ekrem kendisini birçok kabileyi İslâm’a davet etmekle görevlendirdi ve her defasında vazifesini başarıyla yaptı Hz Ebû Bekir devrindeki dinden dönme (irtidad) hâdiselerinde büyük yararlık gösterdi ve peygamberlik iddiasında bulunan sahtekârları dağıttı Yine Hz Ebû Bekir devrinde başlayan fütuhat hareketlerinde Sâsânîler’e ve Bizanslılar’a karşı başarılı savaşlar yaptı ve birçok yerin İslâm topraklarına katılmasını sağladı
Hz Peygamber’den on sekiz hadis rivayet eden Hâlid İbni Velîd, fetih ve zaferlerle dolu bir hayattan sonra 21 (642) yılında Humus’ta vefat etti Kabri oradadır
ondan razı olsun
Açıklamalar
Tercüme-i hâlinde de yer yer gördüğümüz gibi Hâlid İbni Velîd yiğit bir adamdı Bu sebeple Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem onun müslüman olmasını ve bu yiğitliğini İslâmiyet için kullanmasını isterdi Nitekim Bedir Savaşı’ndan sonra müslüman olan kardeşi Velîd İbni Velîd’e, “Hâlid gibi bir insanın müslüman olmaması ne tuhaf! Keşke o, kahramanlıklarını müslümanların yanında müşriklere karşı gösterseydi, bu kendisi için daha hayırlı olurdu” demişti Hâlid müslüman olunca sevinmiş, bundan dolayı ’a hamd etmişti
Hâlid İbni Velîd müslüman olduktan üç ay sonra, hadisimizde sözü edilen ve Bizanslılar’a karşı yapılan Mûte Savaşı patlak verdi (Cemâziyelevvel 8/Eylül 629) Peygamber aleyhisselâm Mûte’ye gönderdiği ordunun başına Zeyd İbni Hârise’yi kumandan tayin etti Zeyd şehid olursa yerine Ca’fer İbni Ebû Tâlib’in geçmesini, o da şehid düşerse yerini Abdullah İbni Revâha’nın almasını emretti Her üç kumandan da birbiri ardından şehid düşünce, mücahidler bu savaşa gönüllü olarak katılan Hâlid İbni Velîd’i kumandan seçtiler Hâlid bu savaşta büyük bir hıristiyan ordusuyla çarpışmak zorunda kalan müslüman ordusunu, Bizanslılar tarafından imhâ edilmekten kurtardı Medine’ye döndükleri zaman Peygamber aleyhisselâm ona ’ın kılıcı anlamında Seyfullah unvanını verdi Mûte Savaşı’nda elinde dokuz kılıcın kırıldığını söyleyen Hâlid b Velîd’e nisbet edilen “Mirseb, Edlak ve Kurtubî” adlı üç kılıç Topkapı Sarayı Müzesi’nde korunmaktadır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Hâlid İbni Velîd kahraman bir sahâbî idi
2 Mûte Savaşı’nda elinde dokuz kılıcın kırılması, onun gerçekten ’ın kılıcı olduğunu göstermektedir
1860- وعَنْ عمْرو بْنِ الْعَاص رضي اللَّه عنْهُ أنَّهُ سَمِع رسُولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَقُولُ : « إذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ ، فَاجْتَهَدَ ، ثُمَّ أصاب ، فَلَهُ أجْرانِ وإنْ حَكَم وَاجْتَهَدَ ، فَأَخْطَأَ ، فَلَهُ أجْرٌ» متفقٌ عَلَيْهِ
1860 Amr İbni Âs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledi:
“Hâkim, hüküm verirken ictihadda bulunur da isabetli hüküm verirse, iki sevap kazanır Yine hüküm verirken ictihadda bulunur da yanılırsa, bir sevap kazanır
Buhârî, İ’tisâm 21; Müslim, Akdıye 15 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Akdıye 2; Tirmizî, Ahkâm 2; Nesâî, Âdâbü’l-kudât 3; İbni Mâce, Ahkâm 3
Açıklamalar
Hâkim, bir konuda hüküm verirken o meselenin cevabını her zaman Kur’an’da, Sünnet’te açık bir şekilde bulamaz Bazan Kur’an ve Sünnet’teki hükümlere bakarak ictihad etmek zorunda kalır Resûlullah Efendimiz’in Muâz İbni Cebel’i Yemen’e vali ve kadı olarak gönderirken onunla yaptığı konuşma dillere destandır O zaman 'ın Resûlü ile Muâz arasında şöyle bir konuşma geçmişti:
- Önüne bir dâva gelince nasıl hüküm vereceksin?
- ’ın kitabıyla hükmederim
- Aradığını Kur’an’da bulamazsan?
- Resûlü’nün sünnetiyle hükmederim
- Onda da bulamazsan?
- O zaman ictihad ederim Muâz’dan bu cevapları alan Peygamber aleyhisselâm pek memnun olmuş ve:
- Resûlullah’ın elçisini, Resûlullah’ın memnun kalacağı şekilde başarılı kılan ’a hamdolsun, buyurmuştu (Ebû Dâvûd, Akdıye 11)
Hüküm verme yetkisine sahip olan müctehid hâkim, bir dâvaya bakarken ictihad etmek zorunda kalırsa, biri ictihad ettiği için, diğeri de doğru hüküm verdiği için iki sevap kazanır Doğru hüküm vermeye gayret etmiş, buna rağmen ictihadında yanılmış ve isâbetsiz hüküm vermişse, emeği yine boşa gitmez, ictihadından dolayı bir sevap kazanır İctihad etme yetkisine sahip olmayan kimseye gelince, onun ictihad etmeye kalkışması hem yanlış hem de günah olur Doğru hüküm verse bile durum böyledir Zira onun doğru hüküm vermesi konuyu bildiği için değil, tamamen tesadüfî olmuştur Bunu Resûlullah Efendimiz “hâkimleri üç kısma ayırdığı” bir hadisinde dile getirerek şöyle buyurmuştur: “Hâkimlerin iki grubu cehennemde, biri cennettedir Doğru olanı bilen ve doğru hüküm veren cennettedir Doğruyu bilmeyerek yetkisiz şekilde hüküm veren kimse cehennemdedir Doğruyu bildiği halde onun aksine hüküm veren de cehennemdedir” (İbni Mâce, Ahkâm 3) Demek oluyor ki, hüküm verme yetkisine sahip olmayan bir kimse kesinlikle hâkimliğe soyunmayacaktır Hâkimliğe yeltenen bir kişinin verdiği hüküm tesadüfen doğru olsa bile, o yine de günaha girmekten kurtulamaz
Bir müctehidin mutlaka bilmesi gereken ilimler vardır Onun Kur’an ve Sünnet’teki şer’î meselelerle ilgili delilleri, sahâbe, tâbiîn ve diğer fıkıhçıların fetvâlarının çoğunu, Kur’an ve Sünnet’teki delilleri anlayacak kadar lugat ilmini ve nihayet Kur’an, sünnet ve icmâda açıkça bulamadığı hükümleri yine bu üç kaynaktan kıyas yoluyla elde etmesini bilmesi gerekli görülmüştür

Hadisten Öğrendiklerimiz
1 İctihad etme yetkisine sahip olan bir hâkim ictihad edebilir Bu yetkiye sahip olmayan kimsenin ictihad etmeye kalkması hem yanlış hem de günah olur
2 İctihadda bulunan hâkim isabetli hüküm verirse iki sevap kazanır
3 İctihadda bulunup da yanılan hâkim sadece bir sevap kazanır
1861- وَعَنْ عائِشَةَ رضي اللًَّه عَنْهَا أنَّ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : « الْحُمَّى مِنْ فيْحِ جَهَنَّم فأبْرِدُوهَا بِالماَءِ » متفقٌ عليه
1861 Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sıtma, cehennem ateşindendir Onu su ile serinletiniz
Buhârî, Bed'ü'l-halk 10, Tıb, 28; Müslim, Selâm 78-84 Ayrıca bk Tirmizî, Tıb 25; İbni Mâce, Tıb 19
Açıklamalar
Resûl-i Ekrem Efendimiz sıtma ateşinin yakıcılığını cehennem ateşine benzetmiş ve onun su ile tedâvi edilmesini tavsiye etmiştir
Eski devirlerde sıtma hastalığı her yerde olduğu gibi memleketimizde de pek yaygındı Sıtmaya yakalanan kimseler ateşler içinde yanıp kavrulurdu Sıtmaya tutulan kimsenin ateşi çok yükseldiği için Peygamber aleyhisselâm sıtma ateşini cehennem ateşine benzetmiş, onu cehennemin kükremesi olarak kabul etmiştir 'ın Resûlü’nün son hastalığı da hummâ yani sıtma idi Mübarek vücudu ateşler içinde kavrulurken kendisini soğuk su ile serinletmelerini isterdi Bazı rivayetlerde, Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in, sıtma tedavisinde zemzem kullanılmasını tavsiye ettiği belirtilmektedir ki, şüphesiz bu ancak Hicaz bölgesinde bulunanlar için mümkündür
Sıtmayı tedavi için ellerinde başka ilâç bulunmayan ashâb-ı kirâm, Efendimiz’in tavsiye ettiği bu tedâvi şeklini uygulamışlardır Sıtmalı kadınlar, Hz Âişe’nin kız kardeşi Esmâ Binti Ebû Bekir’e baş vururlar, o da Resûl-i Ekrem’in, hummayı su ile tedavi etmeyi tavsiye buyurduğunu söyleyerek sıtmalıların yakasından soğuk su dökerdi
Peygamber Efendimiz sıtmanın cehennem ateşinin bir parçası olduğunu söylemekle, cehennem ateşinin yakıcı, kavurucu özelliğine işaret buyurmuş olmalıdır Bazı âlimler “Sıtma, cehennem ateşindendir” ifadesini bir benzetme değil, gerçek mânada anlamanın daha uygun olacağını söylemişlerdir Onlara göre sıtma ateşiyle kavrulan kimsenin vücudundaki hararet, cehennem ateşinin bir parçasıdır Teâlâ’nın sıtmayı, insanların cehennem ateşini buna kıyas ederek ibret almaları ve kendilerine çeki düzen vermeleri için böyle ateşli bir hastalık yaptığını ileri sürmüşlerdir
Resûlullah Efendimiz’in “Öğle namazını biraz sonraya bırakınız; zira sıcağın şiddeti cehennemin şiddetli hararetinden bir parçadır” (Buhârî, Bed'ü'l-halk 10) hadîs-i şerîfi de, bütün sıcakların ve hararetlerin cehennem ateşini andırdığına işaret buyurmakta veya bazılarının dediği gibi sıcakların, cehennem ateşinin gerçekten bir parçası kabul edilmesi gerektiğini göstermektedir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Sıtma, hastayı ateşiyle yakıp kavuran bir rahatsızlıktır
2 Hz Peygamber onun cehennem ateşini andırdığını veya gerçekten cehennem ateşinden bir parça olduğunu söylemiştir
3 'ın Resûlü sıtma hastalarının sıkıntısını su ile hafifletmeyi tavsiye buyurmuştur
1862- وَعَنْهَا رضي اللَّه عَنْهَا عَنِ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ:«مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ صَوْمٌ ، صَامَ عَنْهُ وَلِيُّهُ » متفقٌ عَلَيْهِ وَالمُخْتَارُ جَوَازُ الصَّوْمِ عَمَّنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ صَوْمٌ لِهَذَا الْحَدِيثِ ، والمُرَادُ بالْوَليِّ : الْقَرِيبُ وَارِثاً كَانَ أوْ غَيْرِ وَارِثٍ
1862 Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse, oruç borcuyla ölürse, yakını onun yerine orucunu tutar
Buhârî, Savm 42; Müslim, Sıyâm 153 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Savm 40, Eymân 21
Açıklamalar
Ramazan orucu, mükellef olan her müslümanın tutması gereken ilâhî bir borçtur Herhangi bir sebeple oruç borcunu ödeyemeden vefat eden kimseyi bu borcundan kurtarmak için, onun yerine bir yakını oruç tutabilir Yakınlık, hadisimizde “velî” kelimesiyle ifade edilmiştir Bu yakınlık bazı âlimlere göre ölenin oğlu, kızı, anası, babası gibi bir yakınlık, bazılarına göre ona mirasçı olan kimseler, bazılarına göre de onun akrabası olan herkestir
İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı, ramazan orucunu tutamadan ölen kimse namına her gün bir fakire sadaka vermeyi tavsiye eden hadisleri dikkate alarak, ölen kimsenin yerine oruç tutmaktansa fidye vermeyi uygun görmüşler ve hadisimizdeki “Onun yerine yakını oruç tutar” ifadesini, ölenin yakını, fakirleri doyurarak onun oruç borcunu ödemiş olur, şeklinde yorumlamışlardır Buna göre, tutulamayan her oruç için, ramazanda verilen fitre kadar bir miktar para fakirlere dağıtılacaktır İmâm Mâlik bu görüştedir İmâm Şâfiî’nin bu konuda iki görüşü vardır İlk görüşü, hadisimize uygun olarak, oruç tutulabileceği yönündedir Kitabımızın müellifi Nevevî İmâm Şâfiî’nin bu görüşünün daha doğru olduğunu söylemiştir Şâfiî, sonraları görüşünü değiştirmiş, oruç tutulmayıp fakirleri doyurmanın veya onlara yiyecek vermenin daha uygun olacağını söylemiştir Ahmed İbni Hanbel de yukarıdaki hadisi esas almış ve oruç borcuyla ölen kimsenin yerine yakınının oruç tutabileceğini söylemiştir İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, şayet ölen kimse “oruç borçlarım için fidye verin” diye vasiyet etmişse onun yerine fidye verileceğini, vasiyet etmemişse verilmeyeceğini söylemiştir Bununla beraber oruç borcu bulunan kimsenin, vasiyetinde bunu mutlaka belirtmesi gerektiğini söylemiştir Ölenin yerine oruç tutmaktansa fakirlere sadaka vermeyi savunan âlimler, Peygamber aleyhisselâm’ınbir başkası yerine namaz kılınamayacağını, hatta oruç da tutulamayacağını belirten hadisleri olduğunu, bu sebeple ölünün yerine yakınlarının oruç tutmasının uygun olmadığını söylemişlerdir
Bir de bazı âlimler, yine bu konudaki değişik hadisleri dikkate alarak, farz olan ramazan orucu ile vâcip olan adak (nezir) orucunu birbirinden ayırmışlar, bir kimsenin başkası yerine ramazan orucunu tutamayacağını, ama adak orucunu tutabileceğini belirtmişlerdir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Bir müslüman oruç borcuyla vefat etmişse, yakın akrabaları onun bu borcunu mutlaka kapatmalıdır
2 Bazı âlimlere göre, ölen kimsenin tutamadığı oruçları en yakın akrabaları tutabilir Bazı âlimlere göre ise, tutulamayan her oruç yerine bir fidye vermelidir
قَالُوا : ولاَ تَعْلَمُ أنَّ معَهُما ابْنَ الزُّبَيْرِ ، فَلمَّا دخَلُوا ، دخَلَ ابْنُ الزُّبيْرِ الْحِجَابَ ، فَاعْتَنَقَ عائِشَةَ رضي اللَّه عنْهَا ، وطَفِقَ يُنَاشِدُهَا ويبْكِي ، وَطَفِقَ المِسْورُ ، وعبْدُ الرَّحْمنِ يُنَاشِدَانِهَا إلاَّ كَلَّمَتْهُ وقبَلَتْ مِنْهُ ، ويقُولانِ :1863- وَعَنْ عَوْفِ بنِ مَالِكِ بنِ الطُّفَيْلِ أنَّ عَائِشَةَ رضي اللَّه عَنْهَا حُدِّثَتْ أنَّ عَبْدَ اللَّه ابنَ الزَّبَيْر رضي اللَّه عَنْهُمَا قَالَ في بيْعٍ أوْ عَطَاءٍ أعْطَتْهُ عَائِشَةُ رضي اللَّه تَعالَى عَنْها : وَاللَّه لَتَنْتَهِيَنَّ عَائِشَةُ ، أوْ لأحْجُرَنَّ علَيْهَا ، قَالتْ : أهُوَ قَالَ هَذَا ؟ نَعمْ ، قَالَتْ : هُو ، للَّهِ علَيَ نَذْرٌ أنْ لا أُكَلِّم ابْنَ الزُّبيْرِ أبَداً ، فَاسْتَشْفَع ابْنُ الزُّبيْرِ إليها حِينَ طالَتِ الْهجْرَةُ فَقَالَتْ : لاَ وَاللَّهِ لا أُشَفَّعُ فِيهِ أبَداً ، ولا أتَحَنَّثُ إلَى نَذْري فلَمَّا طَال ذَلِكَ علَى ابْنِ الزُّبيْرِ كَلَّم المِسْورَ بنَ مخْرَمَةَ ، وعبْدَ الرَّحْمنِ بْنَ الأسْوَدِ بنِ عبْدِ يغُوثَ وقَال لهُما : أنْشُدُكُما اللَّه لمَا أدْخَلْتُمَاني علَى عائِشَةَ رضي اللَّه عَنْهَا ، فَإنَّهَا لاَ يَحِلُّ لَهَا أنْ تَنْذِر قَطِيعَتي ، فَأَقْبَل بهِ المِسْورُ ، وعَبْدُ الرًَّحْمن حَتَّى اسْتَأذَنَا علَى عائِشَةَ ، فَقَالاَ : السَّلاَمُ علَيْكِ ورَحمةُ اللَّه وبرَكَاتُهُ ، أَنَدْخُلُ ؟ قَالَتْ عَائِشَةُ : ادْخُلُوا قَالُوا : كُلُّنَا ؟ قَالَتْ: نَعمْ ادْخُلُوا كُلُّكُمْ ، إنَّ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم نَهَى عَمَّا قَدْ علِمْتِ مِنَ الْهِجْرةِ وَلاَ يَحلُّ لمُسْلِمٍ أنْ يهْجُر أخَاهُ فَوْقًَ ثَلاثِ لَيَالٍ فَلَمَّا أكْثَرُوا علَى عَائِشَةَ مِنَ التَّذْكِرةِ والتَّحْرِيجِ ، طَفِقَتْ تُذَكِّرُهُما وتَبْكِي ، وتَقُولُ : إنِّي نَذَرْتُ والنَّذْرُ شَدِيدٌ ، فَلَمْ يَزَالا بَهَا حتَّى كَلَّمتِ ابْنِ الزُّبيْرِ ، وَأعْتَقَتْ في نَذْرِهَا أرْبعِينَ رقَبةً، وَكَانَتْ تَذْكُرُ نَذْرَهَا بعْدَ ذَلِكَ فَتَبْكِي حتَّى تَبُلَّ دُمُوعُهَا خِمارَهَا رواهُ البخاري
1863 Avf İbni Mâlik İbni Tufeyl’den rivayet edildiğine göre, bir kimse Âişe radıyallahu anhâ’ya gelerek, sattığı veya bağışladığı bir şey hususunda (yeğeni) Abdullah İbni Zübeyr’in, “Vallahi Âişe ya bu işten vazgeçer veya ben onun böyle davranmasına engel olurum” dediğini haber vermişti Âişe bu haberi getiren adama:
- O böyle mi dedi? diye sordu Oradakiler de:
- Evet, böyle söyledi, dediler Bunun üzerine Âişe:
- Abdullah İbni Zübeyr ile eğer ölünceye kadar bir daha konuşursam, ’a adağım olsun, dedi
Hz Âişe’nin dargınlığı epeyce uzayınca, İbnü’z-Zübeyr araya şefaatçiler koyarak teyzesinin kendini bağışlamasını istedi Fakat Âişe:
- Vallahi ben onun hakkında kimsenin aracılığını kabul etmem, adağımı da bozmam, dedi Bu dargınlığın hayli uzadığını gören Abdullah İbni Zübeyr, Misver İbni Mahreme ile Abdurrahman İbni Esved İbni Abdiyegûs’a konuyu açarak:
- aşkına beni (teyzem) Âişe’nin yanına götürüp barıştırın Benimle ilgiyi kesip konuşmamak üzere adak adaması helâl değildir, dedi
Misver ile Abdurrahman bu teklifi kabul edip Hz Âişe’nin evine geldiler ve:
- ’ın selâmı ve bereketleri sana olsun, girebilir miyiz? diye içeri girmek üzere izin istediler Hz Âişe de:
- Girin, dedi
- Hepimiz mi girelim? diye sordular Yanlarında İbnü’z-Zübeyr’in olduğunu bilmediği için o da:
- Evet, hepiniz girin, dedi İbnü’z-Zübeyr de onlarla birlikte içeri girdi; perdenin arkasına geçerek teyzesinin boynuna sarıldı ve kendisini bağışlamasını isteyerek ağladı Misver ile Abdurrahman da, aşkına onu bağışla, diye yalvardılar ve:
- Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de, pek iyi bildiğin gibi, küs durmayı yasaklamıştır Bir müslümanın din kardeşiyle üç günden fazla dargın durması helâl değildir, diyerek onunla barışmasını istediler Suç bağışlamanın önemi, akraba ile ilgiyi kesmenin kötülüğü konusunda o kadar çok şey söylediler ki, nihayet Hz Âişe onlara adağından söz ederek ağlamaya başladı:
- Ben konuşmamak üzere adak adadım; adağı bozmak günahtır, dedi Mahreme ile Abdurrahman onun gönlünü yapmak üzere o kadar çok şey söylediler ki, sonunda Hz Âişe İbnü’z-Zübeyr ile konuştu Adağını bozduğu için de kırk köleyi âzad etti Hz Âişe sonraki günlerde bu adağını sık sık anıp ağlar, gözlerinden akan yaşlar baş örtüsünü ıslatırdı

Buhârî, Edeb 62

Açıklamalar
Abdullah İbni Zübeyr, Hz Âişe’nin kız kardeşi Esmâ Binti Ebû Bekir’in oğludur Riyâzü's-sâlihîn’in ikinci hadisini açıklarken de bahsedildiği üzere, Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Teyze anne sayılır” buyurdu ve çocuğu olmayan Âişe annemize bu yeğeninin adıyla, Abdullah’ın annesi anlamında Ümmü Abdullah künyesini verdi Hz Âişe yeğeni Abdullah’ı pek severdi

Hayatı hakkında 204 numaralı hadiste geniş bilgi verdiğimiz Abdullah İbni Zübeyr, bir rivayette belirtildiğine göre, teyzesinin bir gayri menkûlünü, parasını rızası için dağıtmak üzere çok ucuza sattığını duymuş veya cömertliğini bildiği teyzesinin bu kabil hayırlarını pek aşırı bulmuş, bunun üzerine teyzesinin hacir altına alınması, yani malî haklarını kullanma ehliyetinin elinden alınması gerektiğini söylemişti Yeğeninin bu sözü kendisine iletildiği zaman Hz Âişe çok üzülmüş, işte bunun üzerine, onunla ölünceye kadar bir daha konuşmamaya ahdetmiş, eğer konuşursam adak borcum olsun, demişti
Teyzesinin büyüklüğünü, müslümanların gözündeki üstün yerini çok iyi bilen Abdullah İbni Zübeyr, onu gücendirdiğini anlayarak çok üzülmüş, Mü'minlerin Annesi’nin elini öpüp gönlünü almak için birkaç defa teşebbüste bulunmasına rağmen kendisini bağışlatmaya muvaffak olamamıştı Sonunda her ikisi de ashâb-ı kirâmdan olan Misver İbni Mahreme ile Resûl-i Ekrem’in dayısının oğlu olup, kendisine Hz Âişe’nin çok değer verdiği Abdurrahman İbni Esved’e başvurmuş, onlardan teyzesi ile kendisinin arasını bulmalarını istemişti
1595-1601 numaralı hadisler arasındaki “Üç Günden Fazla İlişki Kesme Yasağı” bahsinde okuduğumuz üzere, müslümanların birbiriyle üç günden fazla dargın durmasının günah olduğunu ümmü'l-mü'minîn Hz Âişe de çok iyi biliyordu O sadece bunu değil, bazı kimselere hak ettikleri dersi vermek gibi meşrû bir sebebe dayanması şartıyla, bu yasağı daha fazla uzatmanın câiz olduğunu da biliyordu Kendisi hakkında o yersiz sözleri sarfetmesi sebebiyle, herhalde yeğenine bir ders vermek istiyordu
İşin bir başka yönü daha vardı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dünyadan ayrılışından sonra Hz Âişe, onun yerleştirdiği esasların en sâdık uygulayıcılarından biri olmuştu İşte bu sebeple adağını bozmak istemiyordu Adağını bozan zengin bir kimsenin, kefâret olarak bir köle âzad etmesi kâfi geldiği halde, o kırk köle âzad etmişti Daha sonraki günlerde adağımı bozdum diye sık sık ağlar, gözlerinden dökülen yaşlar yaşmağını ıslatırdı
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Meşrû ve dinî bir sebebe dayanmak şartıyla üç günden fazla dargın durmak câizdir Dünyevî ve nefsânî sebeplerle üç günden fazla küs durmak ise haramdır
2 Hz Âişe, evini satarken veya sadaka verirken gereken dikkati göstermediği gerekçesiyle, yeğeninin, kendisini hacir altına almayı düşünmesini dinî bakımdan haksızlık ve lâubalilik saymış ve onu bu düşüncesi sebebiyle cezalandırmak istemiş olmalıdır
3 Yapılması günah olan bir konuda adak adamak doğru değildir Adağını bozmanın cezası yani kefâreti, zengin için bir köle âzad etmektir Buna gücü yetmeyen kimse on fakiri doyurabilir veya giydirebilir; buna da gücü yetmeyen üç gün oruç tutar
1864- وعَنْ عُقْبَةَ بنِ عامِر رضي اللَّه عنْهُ أنَّ رسُولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم خَرجَ إلَى قَتْلَى أُحُدٍ فَصلَّى علَيْهِمْ بعْد ثَمان سِنِين كالمودِّع للأحْياءِ والأمْواتِ ، ثُمَّ طَلَعَ إلى المِنْبر ، فَقَالَ : إنِّي بيْنَ أيْدِيكُمْ فَرَطٌ وأنَا شهيد علَيْكُمْ وإنَّ موْعِدَكُمُ الْحوْضُ ، وَإنِّي لأنْظُرُ إليه مِنْ مَقامِي هَذَا، وإنِّي لَسْتُ أخْشَى عَلَيْكُمْ أنْ تُشْركُوا ، ولَكِنْ أخْشَى عَلَيْكُمْ الدُّنيا أنْ تَنَافَسُوهَا» قَالَ: فَكَانَتْ آخِرَ نَظْرَةٍ نَظَرْتُهَا إلَى رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، متفقٌ عليه
وفي روايةٍ : « وَلَكِنِّي أخْشَى علَيْكُمْ الدُّنيَا أنْ تَنَافَسُوا فِيهَا ، وتَقْتَتِلُوا فَتَهْلِكُوا كَما هَلَكًَ منْ كَان قَبْلكُمْ » قَالَ عُقبةُ : فَكانَ آخِر ما رَأيْتُ رَسُولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم عَلَى المِنْبرِ
وفي روَايةٍ قال : « إنِّي فَرطٌ لَكُمْ وأنَا شَهِيدٌ علَيْكُمْ ، وَإنِّي واللَّه لأنْظُرُ إلَى حَوْضِي الآنَ ، وإنِّي أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ خَزَائِن الأرضِ ، أوْ مَفَاتِيحَ الأرْضِ ، وَإنَّي واللَّهِ مَا أَخَافُ علَيْكُمْ أنْ تُشْرِكُوا بعْدِي ولَكِنْ أخَافُ علَيْكُمْ أنْ تَنَافَسُوا فِيهَا »
وَالمُرادُ بِالصَّلاةِ عَلَى قَتْلَى أُحُدٍ : الدُّعَاءُ لَهُمْ ، لاَ الصَّلاةُ المعْرُوفَةُ
1864 Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, aradan sekiz yıl geçtikten sonra bir gün Uhud şehidlerini ziyarete gitti Yaşayanlara ve ölenlere vedâ eder gibi onlara dua etti Sonra (konuşmak üzere) minbere çıktı ve şunları söyledi:
“Ben âhirete sizden önce gideceğim ve sizin için hazırlık yapacağım; sizin yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim Buluşma yerimiz Kevser havuzunun yanıdır Ben şu bulunduğum yerden Kevser havuzunu görmekteyim Ben sizin ’a şirk koşmanızdan korkmuyorum Ama dünya hırsıyla birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum
Ukbe sözüne şöyle devam etti: Bu benim Resûlullah’ı son görüşüm oldu
Buhârî, Megâzî 17; Müslim, Fezâil 31 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Cenâiz 68-70; Nesâî, Cenâiz 61
Diğer bir rivayete göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“Ben sizin dünya hırsıyla birbirinizle kapışmanızdan, birbirinizi katletmenizden ve sizden öncekiler gibi helâk olup gitmenizden korkuyorum
Ukbe şöyle dedi: Bu benim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i minberde son görüşüm oldu

Müslim, Fezâil 31

Diğer bir rivayete göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“İçinizde Kevser havuzuna ilk ulaşan ben olacağım ve sizin yolundaki hizmetlerinize şâhitlik edeceğim Vallahi şu anda havuzum gözümün önündedir Yeryüzü hazinelerinin anahtarları (veya yeryüzünün anahtarları) bana verildi Vallahi sizin benden sonra tekrar şirke dönmenizden hiç korkum yok Ben asıl sizin dünyayı elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum
Buhârî, Cenâiz 71, Menâkıb 25, Megâzî 27, Rikâk 7, 53; Müslim, Fezâil 30

Açıklamalar
Hadisimizde sözü edilen günler 'ın Resûlü’nün son günleriydi Gerçi o günlerde, kendisini iyice hırpalayan son hastalığına henüz yakalanmamıştı Belliki vefat edeceğini öğrenmişti Sahâbîsi Ukbe İbni Âmir’in tesbitine göre, Vedâ haccında ashâbıyla “Belki bu yıldan sonra bir daha görüşemeyiz” diyerek bir nevi vedalaştığı gibi, hayatında çok önemli bir yeri bulunan Uhud Gazvesi’nde kaybettiği arkadaşlarıyla da, aradan sekiz yıl geçtikten sonra tekrar vedâlaşmak ister gibi bir hali vardı Önce Uhud şehitliğine gitti Bazı rivayetlere göre orada, cenaze namazı kılar gibi bir namaz kılıp şehidlere dua etti (Müslim, Fezâil 30; Ebû Dâvûd, Cenâiz 68-70) İbni Hibbân, Beyhakî ve müellifimiz Nevevî gibi âlimler bu hadisleri Peygamber aleyhisselâm’ın orada cenaze namazı kıldığı şeklinde anlamanın, yani “salât” kelimesine dua değil de namaz mânası vermenin yanlış olduğunu söylemişler, onun her zaman yaptığı gibi, o gün de ölülere dua ettiğini belirtmişlerdir
Resûl-i Ekrem Efendimiz Uhud şehitliğini ziyaret ettikten sonra Mescid-i Nebevî’ye geldi ve minbere çıkarak ashâbına onlardan önce âhirete ve Kevser havuzunun başına gideceğini, orada günahkâr ümmetine şefaat etmek üzere hazırlık yapacağını, dinin emirlerini gerektiği gibi yerine getiren ümmetlerinin de iyi birer mü’min olduklarına şâhitlik edeceğini haber verdi (Resûlullah Efendimiz’in ümmetine ve diğer ümmetlere şâhid olacağı hususu âyetlerde belirtildiği gibi, 447 ve 1010 numaralı hadislerde de geçmişti) Sonra da Ümmetiyle buluşma yerinin Kevser havuzunun yanı olduğunu söyledi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in o gün bulunduğu yerden Kevser havuzunu gördüğünü söylemesi, mü’minlerin hayallerini süsleyen bu buluşma yerinin halen mevcut olduğunu ve etrafında 'ın Resûlü ile bir araya gelecek mü’minleri beklediğini göstermektedir Kevser havuzu hakkında Resûl-i Ekrem Efendimiz’in pek çok hadisi vardır
Biz Riyâzü's-sâlihîn’in 53 numaralı hadisinde onun “Havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz” buyurduğunu, 1031 numaralı hadiste de, ileride gelecek olan ümmetini, abdest alırken yıkadıkları organlarının parlaklığından tanıyacağını belirterek “İşte onlar abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak (cennete) gelecekler Ben havuzun başına onlardan önce varacağım” buyurduğunu okumuştuk
Havz-ı Kevser nedir? Kevser Teâlâ’nın Peygamber Efendimiz’e vereceğini vaad ettiği bir nehirdir Bu ilâhî vaad, Kevser sûresinin ilk âyetinde “Biz sana Kevser’i verdik” şeklinde ifade edilmektedir Hayrı çok anlamına gelen Kevser nehri, Resûlullah’a mahsus olan bir havuza dökülmektedir Ümmet-i Muhammed kıyamet gününde bu havuzun etrafına gelecektir Havuzun etrafını, ortası boş incilerden yapılmış kubbeler çevirmiş, oraya yıldızlar kadar çok bardak dizilmiştir Suyunun rengi sütten beyaz, kokusu miskten daha hoş, tadı baldan tatlıdır Bir baştan öteki başa ancak bir ayda gidilebilecek kadar da uzun bir mesafeyi kaplamaktadır (Buhârî, Rikak 53; Müslim, Salât 53, Fezâil, 27)
Peygamber aleyhisselâm, “Yeryüzü hazinelerinin anahtarları (veya yeryüzünün anahtarları) bana verildi” buyurmakla da çok büyük bir mûcize göstermiştir Bu hadîs-i şerîfin mânası, benim ümmetim bütün yeryüzüne İslâm’ın nûrunu yayacaklardır demektir Bu mûcize aynen gerçekleşmiş, 'ın Resûlü’nün vefatından bir müddet sonra İslâm’ın aydınlığı yerkürenin büyük bir kısmını kucaklamıştır
Peygamber-i Zîşân Efendimiz bütün ashâbının İslâmiyet’i bırakıp yeniden küfre dönmesinden kesinlikle korkmadığını yeminle ifade etmekte; asıl korktuğu şeyin, dünya malını ve makamını ele geçirmek için, daha önceki ümmetlerin yaptığı gibi, onların da birbirinin boğazına sarılacağından endişelendiğini söylemekte; eski milletlerin tarihten bu yüzden silinip gittikleri gibi, kendi ümmetinin de aynı şekilde yok olacağından korktuğunu dile getirmektedir 'ın Resûlü’nün bu haberi de aynen gerçekleşmiştir
Ashâbı yeniden küfre dönmemekle beraber, Hz Osman devrinde başlayan ve onun şehid olmasına sebep olan üzücü hâdiseler artarak devam etmiş; Cemel, Sıffîn, Kerbelâ vak’aları başta olmak üzere nice yürek yakan olaylar sürüp gitmiş; yüzyıllar boyu müslümanlar kanlı göz yaşları dökmüştür
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Uhud Gazvesi’nde şehid düşen ashâbın değeri pek üstündür
2 Teâlâ Resûlü’ne daha dünyada iken cenneti, cehennemi, Havz’ı ve âhiret hayatıyla ilgili birçok şeyi göstermiştir
3 Resûlullah Efendimiz, İslâmiyet’in ve müslümanların kıyamete kadar devam edeceğini müjdelemiştir
4 Her devirde müslümanları bekleyen en büyük tehlike, onların dünya menfaatleri için birbirleriyle çekişmeleri, hatta birbirlerini öldürmeleridir
5 Kabirlere gidilmeli ve orada yatanlara dua edilmelidir
1865- وعَنْ أبي زَيْدٍ عمْرُو بنِ أخْطَبَ الأنْصَارِيِّ رضي اللَّه عَنْهُ قَال : صلَّى بنا رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم الْفَجْر ، وَصعِدَ المِنْبَرَ ، فَخَطَبنَا حَتَّى حَضَرَتِ الظُّهْرُ ، فَنَزَل فَصَلَّى ثُمَّ صَعِدَ المِنْبَر فخطب حَتَّى حَضَرتِ العصْرُ ، ثُمَّ نَزَل فَصَلَّى ، ثُمًَّ صعِد المنْبر حتى غَرَبتِ الشَّمْسُ، فَأخْبرنا مَا كان ومَا هُوَ كِائِنٌ ، فَأَعْلَمُنَا أحْفَظُنَا رواهُ مُسْلِمٌ
1865 Ebû Zeyd Amr İbni Ahtab el-Ensârî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıktı, öğle namazına kadar konuştu Aşağı inip namazı kıldırdı, tekrar minbere çıktı ve ikindi namazına kadar konuştu Minberden inip ikindi namazını kıldırdıktan sonra yine minbere çıktı ve güneş batıncaya kadar konuştu Artık bize olmuş ve olacak her şeyi haber verdi Bunları en iyi bilenimiz, hâfızası en sağlam olanımızdır
Müslim, Fiten 25 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 341


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.