Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ezzürakî, ibni, râfi’, rifâa, riyâzü, salihin

Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ Ez-Zürakî

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ Ez-Zürakî






Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ ez-Zürakî
HADİS İcinde Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ ez-Zürakî konusu , Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ ez-ZürakîRifâa İbni Râfi’ ez-Zürakî
Medineli olan Rifâa Hazrec kabilesindendi Babası Râfi’ İbni Mâlik el-Ensârî bu kabileden ilk müslüman olanlardan biriydi Akabe biatında kabilesini temsil etmişti Bu biatta babasıyla beraber Rifaa da bulunmuştu Annesi Ümmü Mâlik, Medineli münafıkların reisi Abdullah İbni Übey İbni Selûl’ün kızıydı Baba ile oğul aynı zamanda hem Bedir Gazvesi’ne hem de Resûlullah ile birlikte bütün gazvelere katıldılar
Rifâa Resûl-i Ekrem’den başka Hz Ebû Bekir, Ubâde İbni Sâmit gibi sahâbîlerden birkaç hadis rivayet etti Üç rivayeti Sahîh-i Buhârî’de yer alan Rifâa hem Cemel hem de Sıffîn savaşlarına Hz Ali’nin saflarında iştirak etti ve 41 veya 42 (661 veya 662) yılında vefat etti
ondan razı olsun
Açıklamalar
Hadisimizde, Ehl-i Bedir dediğimiz Bedir kahramanlarının üstün yeri belirtilmektedir Hicretin ikinci yılında Bedir mevkiinde Mekkeli müşriklerle ölüm kalım savaşı veren bu 313 kişilik yiğitler ordusu, hem hem de Resûlullah tarafından methedilmişlerdir Resûl-i Ekrem Efendimiz onların hepsinin cennetlik olduğunu belirtmiştir (Buhârî, Megâzî 9) Hz Ömer savaş gelirlerini müslümanlara dağıtmak üzere divan teşkilatını kurunca, divan defterinin başına Ehl-i Bedir’in adını yazmıştır Tarih boyunca onlar müslümanlar tarafından hep hayırla ve minnetle anılmışlardır Haklarında pek çok kitap yazılan bu bahtiyar nesil, müslümanların en faziletlisi olarak kabul edilmişlerdir
Cebrâil aleyhisselâm, Bedir Gazvesi’ne katılan meleklerin, katılmayanlardan daha üstün olduğunu belirtmektedir Onların, meleklerin en faziletlisi sayılmasının delili şu âyet-i kerîmedir: “Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına’ diye vahyediyordu” [Enfâl sûresi (8), 12] Bedir Gazvesi’ne katılan melekleri diğer meleklerden üstün yapan husus şudur: Onlar, kendilerinden üç misli daha fazla olan şer güçlerin karşısında sebatla direnen bir avuç yiğide destek olmak suretiyle, İslâm’ın yeryüzünden silinip gitmesini önlemişler, ’ın isminin kıyamete kadar yer kürede yankılanmasına yardımcı olmuşlardır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Bedir kahramanları, ashâb-ı kirâm arasında en üstün yeri işgal ederler
2 Onlara bu savaşta yardım eden melekler de, bu yardımları sebebiyle meleklerin en üstünü sayılırlar
1834- وعن ابنِ عُمَر رضي اللَّه عنْهُما قال : قال رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إذا أنْزل اللَّه تَعالى بِقَوْمٍ عَذَاباً أَصَابَ الْعَذَابُ مَنْ كَانَ فِيهمْ ثُمَّ بُعِثُوا على أعمَالِهمْ » متفقٌ عليه
1834 İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ bir kavme azâb gönderdiği zaman, o azâb orada bulunanların hepsine erişir Sonra da herkes amellerine göre yeniden diriltilir
Buhârî, Fiten 19; Müslim, Cennet 84

Açıklamalar
Bir toplumda kötülükler yaygın hale geldiği, büyük çoğunluk bu fenalıkları benimsediği zaman, ilâhî kanun gereği o toplum cezayı hak etmiş olur; aralarındaki iyiler ayırt edilmeksizin ilâhî ceza hepsine birden gelir 191 numaralı hadiste geçtiği üzere, bir gün Peygamber aleyhisselâm korkudan titreyerek Zeyneb binti Cahş vâlidemizin yanına geldi ve:
- ’tan başka ilâh yoktur Yaklaşan şerden dolayı vay Arap’ın haline!” buyurdu Baş parmağı ile şehâdet parmağını birleştirip halka yaparak “Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’ün settinden şu kadar yer açıldı” dedi Hz Zeyneb:
- Yâ Resûlallah! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk olur muyuz?diye sorunca:
- Kötülük ve günah çoğaldığı vakit, evet!” buyurdu Demekki toplumda kötülükler önlenemez hale gelince, oradaki iyilerin göz yaşına bakılmaz Onlar kötülerle birlikte cezaya çarptırılır; hepsi birlikte yok olup giderler İyilerin başına gelen bu hal bir tür haksızlık gibi görünse de, onlar dünyada iken kötülüklere bir mânada göz yumup ses çıkarmadıkları için, bu cezayı hak etmiş sayılırlar
Bu gerçeği Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dile getirmiştir: “İnsanlar fenalıkları görüp de onu değiştirmeye çalışmazlarsa, çok geçmeden Teâlâ onların başına umumî bir belâ verir” (İbni Mâce, Fiten 20 Ayrıca bk 195 numaralı hadis)
Kötülerle birlikte yok edilen bu kimselere, âhirette, öldükleri zamandaki durumlarına göre muamele edilir Hayatta iken kötülerle mücadele etmişler, kötülüğe göz yummamışlarsa, şüphesiz onlara mükâfatları kat kat fazlasıyla ödenir 2 numaralı hadiste bu konu üzerinde genişçe durulmuştu
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Bir topluma gelecek olan ilâhî ceza iyi kötü ayırımı yapmadan herkesi kapsar
2 İyiler âhirette yeniden hayat buldukları zaman iyiliklerinin, yani niyet ve amellerinin karşılığını görürler
3 İyilerin başına gelen bu ceza, kötülükle yeterince savaşmadıkları içindir
4 Dünya hayatında kötülerin başına gelecek cezayı hak etmemek için onlardan uzak durmalıdır
1835- وعَنْ جابرٍ رضي اللَّه عنْهُ قال : كانَ جِذْعٌ يقُومُ إلَيْهِ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، يعْني في الخُطْبَةِ ، فَلَما وُضِعَ المِنْبرُ ، سَمِعْنَا لِلْجذْعِ مثْل صوْتِ العِشَارِ حَتَّى نَزَلَ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَوضَع يدَه عليْهٍ فسَكَنَ
وفي روايةٍ : فَلَمَّا كَانَ يَومُ الجمُعة قَعَدَ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم على المِنْبَرِ ، فصاحتِ النَّخْلَةُ التي كَانَ يخْطُبُ عِنْدَهَا حَتَّى كَادَتْ أنْ تَنْشَقَّ
وفي روايةٍ : فَصَاحَتْ صياح الصَّبيِّ فَنَزَلَ النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، حتَّى أخذَهَا فَضَمَّهَا إلَيْهِ ، فَجَعلَتْ تَئِنُّ أنِينَ الصَّبيِّ الَّذي يُسكَّتُ حَتَّى اسْتَقرَّتْ ، قال : « بكت عَلى ما كَانَتْ تسمعُ مِنَ الذِّكْرِ » رواه البخاريُّ
1835 Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
Mescid-i Nebevî’de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in hutbe okurken dayandığı bir kütük vardı Mescide minber konulduğu (artık Resûlullah hutbesini orada okumaya başladığı) zaman bu kütüğün, doğumu yaklaşmış deve gibi inlediğini duyduk Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem minberden indi, elini kütüğün üzerine koyunca sesi kesildi
Buhârî, Menâkıb 25

Bir başka rivayet şöyledir: Cuma günü gelip de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem minberin üzerine oturunca, yanında Resûlullah’ın hutbe okuduğu hurma kütüğü ikiye bölünüyormuş gibi haykırdı
Buhârî, Büyû‘ 32

Bir başka rivayet şöyledir: Kütük çocuk gibi bağırdı Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem aşağı inerek onu tutup kucakladı Kütük de teskin edilmeye çalışılan bir çocuk gibi yavaş yavaş sükûnet buldu Hz Peygamber:
“Dinlediği zikirden mahrum kaldığı için ağladı” buyurdu
Buhârî, Menâkıb 25

Açıklamalar
Peygamber Efendimiz’in mescidi pek sade idi Damı hurma dallarıyla örtülü, zemini kum ve topraktı Yağmur yağdığı zaman sular içeri akar, namaz kılan sahâbîlerin alınları çamurlanırdı Bu kadar sade olan Mescid-i Nebevî’nin minberi de o ölçüde sade olup kuru bir hurma kütüğünden ibaretti Daha doğrusu 'ın Resûlü hutbe okurken bu kütüğe dayanıp yaslanırdı Ensardan bir kadın veya erkek:
- Yâ Resûlallah! Sana bir minber yapsak olmaz mı? diye sordu O da:
- Olabilir, dedi Bazı rivayetlere göre o hanım veya erkek sahâbî, marangoz olan kölesine üç basamaklı bir minber yaptırdı Onu getirip Mescid-i Nebevî’ye koydular Bu minberin Peygamber Efendimiz’in arzusu üzerine yapıldığı da rivayet edilmektedir Bir cuma günüydü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilk defa minbere çıkıp hutbe okumaya başlayınca, hurma kütüğünden bir inilti, bir ağıt sesi duyuldu Herkes bu iniltiyi kendisinin o andaki anlayışına ve duyuşuna göre yorumladı Kimi bu sesi doğumu yaklaşmış bir devenin iniltisine, kimi iki parçaya bölünen bir şeyin sesine, kimi de ağlayan bir çocuğun hıçkırığına benzetti ’ın zikrini yakından duyma zevkinden, Resûlullah’ın mübarek vücuduna temas etme hazzından mahrum kalan ve bu yüzden ağlayıp inleyen kütüğün hali, Resûl-i Ekrem Efendimiz’i duygulandırdı Minberden indi ve onu kucaklayarak teskin etti Bazı rivayetlerden öğrendiğimize göre Peygamber aleyhisselâm, “Eğer onu kucaklamasaydım, kıyamet gününe kadar inleyecekti” buyurdu (Dârimî, Mukaddime 6) Daha sonra bu duygulu kütük Resûlullah’ın emri üzerine toprağa gömüldü
Resûlullah’ın hasretine dayanamayarak ağlayan kütük olayı, yüzlerce sahâbînin huzurunda meydana gelmiştir Bu sebeple, olayla ilgili hadis, âlimlerimiz tarafından mütevâtir yani en sağlam ve en güvenilir rivayet olarak kabul edilmiştir
Tâbiîn neslinin büyük âlim ve zâhidi Hasan-ı Basrî hazretleri, bu hadisi rivayet ettikten sonra etrafındakilere şöyle derdi:
- Ey müslümanlar! Kütük bile Resûlullah hasretiyle inliyor, onu özlüyor Resûlullah'a kavuşmayı arzu eden kimselerin onu daha çok özlemesi gerekmez mi? (Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, II, 559)
Burada, Tecrid Tercemesi’nin aziz mütercimlerinden Babanzâde Ahmed Naim Bey’in Resûlullah muhabbetini pek güzel dile getiren şu duygu dolu uyarısını ibretle okuyalım:
“Cenâb-ı Hakk'ın elçisi, hidâyet önderi Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i cansız bir varlık bu derece özlerse, o saf nûrun eşsiz güzelliğini görmek için 'ın birliğine inanan bir mü’min acaba ne kadar hasret duymalıdır? Varın kıyas edin! Ve ibret alın!” (Tecrid Tercemesi, III, 79)
Demekki Teâlâ kudretinin alâmetlerini seçkin insanlara göstermek istediği zaman, cansız dediğimiz varlıklarda bile canlılardakine benzer asil ve üstün duygular yaratmakta ve böylece onların derin imanını kat kat artırmaktadır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Bu olay Resûlullah Efendimiz’in mûcizelerinden biridir
2 Pek çok sahâbînin huzurunda cereyan eden bu olayı dile getiren hadîs-i şerîf, en çok bilinen mütevâtir rivayetlerden biridir
3 Bir kütük bile Resûlullah’ın hasretine dayanamadığına göre, ümmetinin ona daha çok hasret duyması gerekir
1836- وعنْ أبي ثَعْلَبَةَ الخُشَنيِّ جَرْثُومِ بنِ نَاشِرٍ رضي اللَّه عَنْهُ عنْ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: إن اللَّه تعالى فَرَضَ فَرائِضَ فلا تُضَيِّعُوهَا ، وحدَّ حُدُوداً فَلا تَعْتَدُوهَا ، وحَرَّم أشْياءَ فَلا تَنْتَهِكُوها ، وَسكَتَ عَنْ أشْياءَ رَحْمةً لَكُمْ غَيْرَ نِسْيانٍ فَلا تَبْحثُوا عنها » حديثٌ حسن ، رواه الدَّارقُطْني وَغَيْرَهُ
1836 Ebû Sa’lebe el-Huşenî Cürsûm İbni Nâşir radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ihmal etmeyin Bazı günahlara yaklaşılmaması için sınırlar koydu, o sınırları aşmayın Bazı şeyleri haram kıldı, o haramları çiğnemeyin Bazı şeyleri de unuttuğu için değil size olan merhameti sebebiyle dile getirmedi, onları da araştırıp kurcalamayın
Dârekutnî, es-Sünen, IV, 184 Ayrıca bk Hâkim, el-Müstedrek, IV, 115

Açıklamalar
Hadisimizde Cenâb-ı Hakk’ın kullarına yönelik emir ve yasakları başlıca dört ana başlık altında özetlenmiştir Bunlardan birincisi farzlardır Farz; yapanın sevap kazandığı, yapmayanın ceza gördüğü bir ibadet türüdür Zira farzların yapılması tarafından kesin bir dille emredilmiştir Meselâ iman, namaz, zekât birer farzdır Resûl-i Ekrem Efendimiz farzlarason derece dikkat edilmesini, onların mutlaka yerine getirilmesini, hatta kusursuz bir şekilde ifa edilmesini tavsiye buyurmaktadır
İkincisi; bazı sınırlar konularak belirlenen, yaklaşılması, aşılması, aykırı davranılması yasaklanan hususlardır Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Kur'ân-ı Kerîm’de oruç tutmak isteyen kimsenin imsâk vaktine kadar yiyip içebileceği, o andan itibaren iftar saatine kadar kesinlikle bir şey yemeyeceği, eşiyle beraber olamayacağı gibi hususlar belirtildikten sonra “Bunlar ’ın koyduğu sınırlardır; sakın onlara yaklaşmayın” [Bakara sûresi (2), 187] buyurulmaktadır Ayrıca ’ın koyduğu sınırları aşan kimselerin birer zâlim olduğu da belirtilmektedir [Bakara sûresi (2), 229] Sabah namazının farzının iki, akşamın üç, öğle, ikindi ve yatsının farzlarının dörder rek’at olarak belirlenmesi de böyle bir sınırlamadır Onun da kesinlikle delinmemesi gerekmektedir
Üçüncüsü haramlardır Zina, adam öldürme, kendiliğinden ölen hayvanların etini yeme, kan içme fiilleri Teâlâ tarafından kesinlikle yasaklanmış davranışlar yani haramlardır Bunlar da açıkça bellidir
Dördüncüsü de Teâlâ’nın bildirmeyi unuttuğu için değil, bildirdiği takdirde kullarının zorlanacağını bildiği için bu farzdır, bu helâldir, bu haramdır diye açıklamadığı hususlardır Resûl-i Ekrem Efendimiz bunların hükmünü öğrenmek için, özellikle kendisi hayatta iken ve daha sonraki devirlerde, inceden inceye araştırılıp kurcalanmasını doğru bulmamıştır
Hz Peygamber hayatta iken fazla kurcalanması halinde bunların helâl iken haram kılınması veya onlara bazı sınırlamalar getirilmesi ihtimali vardı Günümüzde de, meselâ yenilmesinin helâl mi, haram mı olduğu açıkça belirtilmeyen şeyleri fazla kurcalamak yerine, “Yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı” [Bakara sûresi (2), 29] âyetini göz önünde bulundurmak suretiyle “Eşyada aslolan ibâhadır” kuralına göre hareket etmek daha uygun bir davranıştır
Nevevî çok önemli gördüğü bu hadîs-i şerîfi, Kırk Hadis adlı eserine otuzuncu hadis olarak almıştır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Her müslüman farzları yapmak, haramlardan kaçınmak zorundadır
2 Teâlâ’nın belirlediği esaslar, çizdiği sınırlar vardır; bu esaslara ve sınırlara uyulması şarttır
3 Cenâb-ı Mevlâ kullarına olan merhameti sebebiyle bazı konuları helal, haram gibi kesin şekilde belirlememiştir “Bilinçli boşluk” veya “rahmet alanı” diyebileceğimiz bu konularda ince eleyip sık dokumak uygun değildir
1837- وعنْ عَبدِ اللَّهِ بن أبي أوْفي رضي اللَّه ، عَنْهُمَا قال : غَزَوْنَا مع رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم سَبْعَ غَزَوَاتٍ نَأكُلُ الجرادَ وفي روايةٍ : نَأْكُلُ معهُ الجَراد ، متفقٌ عليه
1837 Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yedi gazâ yaptık O gazvelerde çekirge yedik
Diğer bir rivayete göre, Resûl-i Ekrem ile beraber çekirge yedik, dedi
Buhârî, Zebâih ve’s-sayd 13; Müslim, Sayd ve’z-zebâih 52 Ayrıca bk Tirmizî, Et’ime 22; Nesâî, Sayd ve’z-zebâih 37
Açıklamalar
Hem hadisimizin râvisi Abdullah hem de Ebû Evfâ künyesiyle bilinen babası Alkame İbni Hâlid sahâbî oldukları için, “ her ikisinden de razı olsun” anlamında radıyallahu anhümâ diye ikisine de dua ettik
Kısa hal tercümesini 54 numaralı hadiste verdiğimiz ve Kûfe’de 86 (705) yılında en son vefat eden sahâbî diye bildiğimiz bu aziz insan, Resûlullah Efendimiz ile birlikte yedi, bazı rivayetlere göre altı gazvede bulunduğunu ve erzakları tükendiği zaman bazan çekirge yediklerini söylemektedir Gerçekten de İslâm askerleri bu seferlerde bir çeşit komando eğitiminden geçmişlerdir
Çekirge yemenin câiz olmadığına dair bazı rivayetler bulunmakla beraber, bu rivayetlerin hepsi zayıftır Bu konudaki en sağlam hadis budur Çekirgenin yenebileceğine, hatta kesilmeden yenebileceğine dair İslâm âlimlerinin fikir birliği (icmâ) vardır Yalnız Mâlikîler çekirgenin kesilmesini gerekli görmüşlerdir İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ise çekirgeyi balık gibi kabul etmiş, onun, ölü olarak bulunsa bile yenmesinde bir sakınca olmadığını söylemiştir (Daha fazla bilgi için bk Tecrid Tercemesi, XII, 18-19)
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Peygamber Efendimiz ashâbıyla birlikte savaşlar yapmış, bu savaşlarda bazan çekirge yenilmiştir
2 Çekirge yemek helâldir
1838- وعَنْ أبي هُريْرةَ رضي اللَّه عنْهُ أنَّ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَال : « لا يُلْدغُ المُؤمِنُ مِنْ جُحْرٍ مرَّتَيْنِ » متفقٌ عليه
1838 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz
Buhârî, Edeb 83; Müslim Zühd 63 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Edeb 29; İbni Mâce, Fiten 13
Açıklamalar
Efendimiz aleyhisselâm,bu hadîs-i şerîfi, Câhiliye devri şâirlerinden Ebû Azze’ye söylemiştir Asıl adı Amr İbni Abdullah el-Cümahî olan bu Mekkeli şair, Bedir Gazvesi’nde esir alınıp Resûlullah’ın huzuruna getirildiği zaman boyun büküp halini Resûlullah’a arzetti: “Sen de biliyorsun ki, benim fidye verecek malım mülküm yok; çoluğu çocuğu haddinden fazla fakir bir adamım Şayet lutfeder beni serbest bırakırsan, söz veriyorum artık aleyhinde bulunmayacağım” dedi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisini serbest bırakınca, onu metheden bir de kaside söyledi Ertesi yıl müşrikler Uhud Gazvesi’ne hazırlanırken, Hz Peygamber’e söz verdiği için bu savaşa katılmayacağını ifade etti; fakat kendisine vaad edilen maddî imkânlara dayanamayıp savaşa katıldı Hatta müşrikleri müslümanlarla savaşmaya teşvik eden şiirler söyledi Ama bu savaşta yine müslümanlara esir düştü Bağışlanması için dil dökmeye başlayınca, Resûlullah Efendimiz işte bu hikmet dolu hadisi söyleyerek “Mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz” buyurdu ve Âsım İbni Sâbit hazretlerine emrederek Ebû Azze’nin boynunu vurdurdu
Mü’min dikkatli ve uyanık insandır Kendisine hile yapan, tuzak kuran, kendisini oyuna getirmek isteyenlerin oyununa gelmez Dikkatsizlik veya tedbirsizlik sebebiyle bir defa aldatılsa bile, ferâsetini kullanarak ikinci defa aynı tuzağa yakalanmaz Mü’min, halîm selîm bir insandır Gerektiğinde karşısındakini bağışlar, yapılan kusurları büyütmez Ama biri kendisini kandırmaya kalkar, o da bunu farkederse, bu defa İslâm’ın izzetini korumak için bu hilekârı bağışlamaz, ona haddini bildirir Nitekim 642 numaralı hadiste Hz Âişe annemizden öğrendiğimize göre Resûl-i Ekrem Efendimiz, ’ın yasakları çiğnenmediği sürece şahsı adına hiçbir şeyden dolayı intikam almamış, ama ’ın bir yasağı çiğnenmişse, bu hareketin cezasını mutlaka vermiştirDemek ki müslüman hakkı söz konusu olduğu zaman daha dikkatli ve titiz olacaktır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Müslüman, her konuda dikkatli ve uyanık olacaktır Kendisini aldatmak isteyenlerin oyununa gelmeyecektir
2 Bir defa yanılmış, aldatılmış, oyuna getirilmiş olsa bile, ikinci defa aynı oyuna gelmeyecektir
1839- وَعنْهُ قَال : قَال رسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « ثَلاثَةٌ لاَ يُكَلِّمُهُمُ اللَّه يَوْمَ الْقِيَامةِ وَلاَ ينْظُرُ إلَيْهِمْ وَلا يُزَكِّيهِمْ ولَهُمْ عذابٌ ألِيمٌ : رجُلٌ علَى فَضْلِ ماءٍ بِالْفَلاةِ يمْنَعُهُ مِن ابْنِ السَّبِيلِ ، ورَجُلٌ بَايَع رجُلاً سِلْعَةً بعْد الْعَضْرِ ، فَحَلَفَ بِاللَّهِ لأخَذَهَا بكَذَا وَكَذا ، فَصَدَّقَهُ وَهُوَ عَلى غيْرِ ذَلِكَ ، ورَجُلٌ بَايع إمَاماً لا يُبايِعُهُ إلاَّ لِدُنيَا ، فَإنْ أعْطَاهُ مِنْهَا وفي ، وإنْ لَم يُعْطِهِ مِنْهَا لَمْ يَفِ » متفقٌ عليه
1839 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, yüzlerine bakmaz ve kendilerini temize çıkarmaz; onlar için acıklı azâb vardır:
Biri, yolculuk sırasında ihtiyacından fazla suyu olup da onu öteki yolculardan esirgeyen kimse
Diğeri, ticaret malını ikindiden sonra satarken, onu şu kadar fiyata aldım diye yemin eden, gerçek hiç de öyle olmadığı halde müşteri kendine inanan kimse
Öteki de, bir devlet başkanına dünyalık hatırına biat sözü veren, kendisine para pul verirse sözünde duran, vermezse sözünden cayan kimsedir
Buhârî, Müsâkât 10, Şehâdât 22, Ahkâm 48, Tevhîd 24; Müslim, Îmân 171-173 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Büyû‘ 60; Tirmizî, Siyer 35; Nesâî, Büyû‘ 6; İbni Mâce, Ticârât 30, Cihâd 42
Açıklamalar
Hadisimizde üç bahtsız insandan söz edilmektedir Bunların bahtsızlığı şuradan gelmektedir:
* Teâlâ kıyamet gününde onlara değer vermeyecek, kendilerindenhoşnut olduğunu gösteren yumuşak bir üslûpla konuşmayacak, belki de kendilerine yüz vermeyecektir
* Yüzlerine merhametle bakmayacaktır
* Kendilerini günah kirinden arındırıp temize çıkarmayacak, iyiliklerini dile getirip anmayacaktır
* Onları acıklı bir azâba uğratacaktır
Bir mü’minin şu dünyadaki asıl hedefi Cenâb-ı Hakk’ı kendinden memnun etmek, O’nun rızâsını kazanmak, merhametini elde etmek, lutfu keremiyle günahlarını bağışlatıp cennete ve cemâlullaha kavuşmak, diğer bir ifadeyle cehennemin acıklı azâbından kurtulmaktır Bunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir Efendimiz’in bu ifadeleri şu âyet-i kerîmeden alınmıştır: ’a verdikleri sözü, ettikleri yemini az bir bedelle değiştirenlere gelince, onların âhirette bir nasibi olmayacaktır, kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır; onları acı bir azâb beklemektedir” [Âl-i İmrân sûresi (3), 77]
Bu bahtsız insanların ilki, çölde (veya kırda) bulunduğu sırada yanında ihtiyacından fazla su olup da onu diğer yolculardan esirgeyen kimsedir Onun bahtsızlığının sebebi, ’ın kendisine esirgemeden verdiği bir nimeti, kendisinin insanlardan esirgemesidir Böyle bir hal o kimsenin son derece cimri, üstelik kendinden başkasını düşünmeyen çıkarcı biri olduğunu gösterir ki, bu sıfatlar Cenâb-ı Hakk’ın hiç sevmediği kötü huylardır Bu sebeple o kimseye kıyamet gününde, mademki sen ihtiyacından fazla suyu benim kulumdan esirgedin, ben de bugün rahmetimi senden esirgiyorum, diyecektir
İkinci talihsiz insan, âhireti kazanacağı yerde, dünya malı kazanacağım diye insanları aldatmaktan çekinmeyen kimsedir Bu adam ikindiden sonra, yani akşamın yaklaştığı, pazarın bitmek üzere olduğu, dolayısıyla herkesin bir an önce ihtiyacını temin etmeye çalıştığı bir saatte, bu malı şu kadar fiyata aldım veya ona şu kadar para verdiler de satmadım diye yeminler ederek malına müşteri çekmeye çalışan, gerçek hiç de öyle olmadığı halde müşteriyi kandırmaya gayret eden ve neticede saf insanları kendisine inandıran kötü bir tüccardır O da bu davranışlarıyla Cenâb-ı Hakk’ın gazabını hak eder; Onun merhametini ve rızâsını kazanamaz
Üçüncü kötü kişi ise, devlet idaresi gibi önemli bir konuyu menfaatine âlet eden çıkarcıdır Bu çirkin davranış, memleketimizde daha çok seçimler söz konusu olunca gündeme gelmektedir Bazı adayların seçmenleri bazı menfaatler karşılığında elde ettiği bilinmektedir Milletvekili, belediye seçimleri gibi önemli hâdiseler memleketi, din ve devleti doğrudan alâkadar ettiği için, o konularda menfaatin kesinlikle düşünülmemesi, sırf rızâsı için hareket edilmesi gerekir Kişinin insanca ve müslümanca yaşaması bu seçimlerin isabetli bir şekilde yapılmasına ve işin ehliyetli kişilere teslim edilmesine bağlıdır Böylesine önemli bir konuda şahsî çıkarını ön planda tutan kişiler, hadisimizin başında buyurulduğu gibi, kıyamet gününde Cenâb-ı Hakk’ın kendileriyle konuşmamasını, yüzlerine bakmamasını ve neticede kendilerini acıklı azâba uğratmasını hak etmiş olurlar
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Teâlâ kıyamet gününde bazı kimselere değer vermeyecek, onlarla konuşmayacak, hatta onların yüzlerine bile bakmayacak, kendilerini temize çıkarmayacaktır Bunun tabii sonucu olarak onlar acıklı bir azâba uğratılacaklardır Bu hadiste onlardan üçü söz konusu edilmektedir
2 Bunlardan biri, yolculuk sırasında yanında bulunan ihtiyacından fazla suyu diğer yolculardan esirgeyen kimsedir
3 Bir diğeri, ticaret malını ikindiden sonra, yani pazar yerinde herkesin telâşlı olduğu bir zamanda satarken, müşterileri kandırmak için, ben bu mala şu kadar para verdim diye yalan yere yemin eden kimsedir
4 Üçüncüsü de bir devlet başkanına, dünya malı karşılığında biat edecek olan kimsedir
1840- وَعَنْهُ عن النَّبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : « بَيْنَ النَّفْخَتَيْنِ أرْبعُونَ » قَالُوا يا أبَا هُريْرةَ ، أرْبَعُونَ يَوْماً ؟ قَالَ : أبَيْتُ ، قالُوا : أرْبعُونَ سَنَةً ؟ قَال : أبَيْتُ قَالُوا : أرْبَعُونَ شَهْراً؟ قَال : أبَيْتُ « وَيَبْلَى كُلُّ شَيءٍ مِنَ الإنْسَانِ إلاَّ عَجْبَ الذَّنَبِ ، فِيهِ يُرَكَّبُ الْخَلْقُ، ثُمَّ يُنَزِّلُ اللَّه مِنَ السَّمَآءِ مَاءً ، فَيَنْبُتُونَ كَمَا يَنْبُتُ الْبَقْلُ » متفقٌ عليه
1840 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sûra iki üfleme arasında kırk vardırAshâb-ı kirâm:
- Ebû Hüreyre! Kırk gün mü? diye sordular
- Bir şey diyemem, dedi Sahâbîler:
- Kırk yıl mı? diye sordular
- Bir şey diyemem, dedi
- Kırk ay mı? diye sordular
- Bir şey diyemem, dedi (Sonra hadisi şöyle tamamladı) “Kuyruk sokumu (acbü’z-zeneb) dışında insanın bütün bedeni çürüyüp yok olur Yeniden yaratılma işi kuyruk sokumundan başlar Sonra Teâlâ gökten bir su indirir, herkes bitkiler gibi yeniden canlanır
Buhârî, Tefsîru sûre (39), 3, (78), 1; Müslim, Fiten 28

Açıklamalar
Bir gün Ebû Hüreyre, kıyamet koptuktan sonra insanın yeniden dirilişi konusunda Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğu bir hadisi rivayet ediyordu Kâinatta bulunan her şeyin yok olacağı birinci sûr ile, insanların yeniden dirileceği ikinci sûr arasında kırk, bu kadar zaman olduğunu söyledi “Sûra iki üfleme arasında kırk vardır”sözü kapalı olduğu için, sahâbîler bunun ne kadarbir zaman dilimi olduğunu merak ettiler ve kırk gün mü, kırk yıl mı, kırk ay mı diye sordular Ancak Ebû Hüreyre hadîs-i şerîfi Resûl-i Ekrem Efendimiz’den böyle müphem bir ifadeyle duyduğu için, kendiliğinden bir yorum getirmeyi doğru bulmadı ve bu konuda bir şey diyemeyeceğini söyledi
Hadisimizde yeniden diriliş konusunda çok önemli bir bilgi verilmektedir Toprak, insanın bütün cesedini yiyip tüketecek, ama Efendimiz’in teşbihiyle, bir hardal tanesi gibi olan (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 28) ve dolayısıyla insan bedeninin çekirdeği sayılan acbü’z-zeneb denen kuyruk sokumu çürümeyecektir Bazı hadislerden öğrendiğimize göre insan acbü’z-zenebden yaratılmıştır; tekrar ondan diriltilip hayat bulacaktır (Müslim, Fiten 142) Kâinattaki her şeyin çürüyüp tükeneceğini, bu sebeple acbü’z-zenebin de çürüyüp yok olacağını söyleyen âlimler vardır Onlara göre acbü’z-zeneb, uzun süre çürümeden durduğu ve en son çürüyen uzuv olduğu için hiç çürümeyeceğinden bahsedilmiştir
Acbü’z-zenebin hiç çürümeyeceğinden bahseden hadisler son derece güvenilir ve sağlamdır Bu hadisleri zâhirî mânalarıyla kabul etmek istemeyenlerin ise hiçbir geçerli delili yoktur Demek oluyor ki, İsrâfil aleyhisselâm’ın sûra üflemesiyle bu kâinatta var olan her şey yok olup gidecek, bazı rivayetlerde daha açık olarak belirtildiği üzere, kırk yıl sonra gökten bir nevi hayat suyu yağacak ve sûra ikinci defa üflenecek, bu sesi duyan bütün insanlar, bir hardal tanesini andıran kuyruk sokumu kemiğinden bitkiler gibi yeniden diriltileceklerdir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Büyük meleklerden olan İsrâfil’in sûra birinci üflemesiyle bütün kâinât yok olacaktır
2 Muhtemelen kırk yıl sonra, Teâlâ’nın yağdıracağı bir nevi hayat suyunun ardından İsrâfil sûra ikinci defa üfleyecek, o zaman bütün insanlar, kuyruk sokumu demek olan acbü’z-zenebdeki küçücük bir kemikten, bitkiler gibi yeniden diriltileceklerdir
1841- وَعَنْهُ قَالَ بيْنَمَا النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في مَجْلِسٍ يُحَدِّثُ الْقَوْمَ ، جاءَهُ أعْرابِيُّ فَقَالَ : مَتَى السَّاعَةُ ؟ فَمَضَى رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يُحَدِّثُ، فقَال بَعْضُ الْقَوْمِ : سَمِعَ مَا قَالَ ، فَكَرِه ما قَالَ، وقَالَ بَعْضُهمْ : بَلْ لَمْ يَسْمَعْ ، حَتَّى إذَا قَضَى حَدِيثَهُ قَالَ: « أيْنَ السَّائِلُ عَنِ السَّاعَةِ ؟ » قَال : ها أنَا يَا رسُولَ اللَّه ، قَالَ : « إذَا ضُيِّعَتِ الأَمَانةُ فانْتَظِرِ السَّاعةَ » قَالَ: كَيْفَ إضَاعَتُهَا ؟ قَالَ : إذَا وُسِّد الأمْرُ إلى غَيْرِ أهْلِهِ فَانْتَظِرِ السَّاعة » رواهُ البُخاري
1841 Yine Ebû Hüreyre şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir yerde sahâbîlerle konuşurken bir bedevî çıkageldi ve:
- Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü kesmeden konuşmasına devam etti Bunun üzerine sahâbîlerden biri:
- Bedevînin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi, dedi Bir başkası da:
- Hayır, soruyu duymadı, dedi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem konuşmasını bitirince:
- “Kıyamet hakkında soru soran nerede?” buyurduBedevî:
- Buradayım, Yâ Resûlallah! dedi
- “Emanet zâyi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu Bedevî:
- Emanet nasıl zâyi olacak? diye sordu Resûl-i Ekrem de:
- “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu
Buhârî, İlim 2, Rikak 35 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 361

Açıklamalar
Bir âlime soru sormanın da bir edebi vardır En azından onun sözünü bitirmesini beklemek, şayet zamanı ve durumu müsaitse soru sormak gerekir Hadisimizdeki bedevî böyle bir edebe riayet etmediği için Peygamber aleyhisselâm ona hemen cevap vermeyip konuşmasına devam etmiştir Onun bu tutumu mecliste bulunan bazı kimseleri de meraklandırmış, “Soruyu duymadı; hayır duydu, ama soruyu beğenmedi” gibi kendi aralarında konuşmalarına meydan vermiştir
Bu olayda Resûl-i Ekrem Efendimiz’i bir hoca, kendisine kıyamet hakkında soru soran bedevîyi de bir talebe gibi düşünmek ve onlar arasındaki bu görüşmeyi hoca-talebe münasebeti açısından değerlendirmek mümkündür
Bedevîler, medeniyetten uzakta, çölün sıkıntılarına karşı hayat mücadelesi veren insanlardır İçinde yaşadıkları zor hayat şartları onların davranışlarına da akseder Hadisimizdeki bedevînin bir toplulukta konuşma ve soru sorma edebini bilmemesi, Efendimiz’e daha sözünü tamamlamadan soru sormaya kalkması, onun belki de bir başka şahsın sorusunu cevaplandırdığını düşünmemesi bunu göstermektedir
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bedevîye bu kabalığından, yol ve yöntem bilmemesinden dolayı kızmaması, onun zarâfetini ve insanları anlayışla karşıladığını ortaya koymaktadır Bedevînin bu yersiz ve zamansız sorusuna hemen cevap vermeyip zamanı ve sırası gelince kendisine söz hakkı vermesi, dolaylı ve nâzikâne bir eğitim tarzıdır Bir defasında adamın biri, kâmet getirildiği ve farz namaza durulacağı sırada Peygamber Efendimiz’e soru sordu Soru, uygun olmayan bir zamanda sorulduğu için 'ın Resûlü ona cevap vermedi Namazı kıldırınca, soru soranı yanına çağırdı ve sorusuna cevap verdi
Resûl-i Ekrem Efendimiz sorunun önemine ve soru soranın durumuna göre de farklı tutumlar izlemiştir 608 numaralı hadiste gördüğümüz üzere, Ebû Rifâ’a radıyallahu anh Resûlullah’ın tam da hutbe okuduğu sırada mescide girmiş ve önce, İslâmiyet’i bilmediğini ve dini öğrenmek istediğini söylemişti O zaman Resûl-i Muhterem Efendimiz hutbeyi bırakmış, minberden aşağı inerek onu karşısına almış, sorusunu cevaplandırdıktan sonra tekrar minbere çıkarak hutbesini tamamlamıştı
Hadisimizdeki ikinci önemli mesele, kıyametin ne zaman kopacağı sorusunun cevabıdır Resûl-i Ekrem Efendimiz bu konuda sorulan sorulara, kıyametin ne zaman kopacağını kendisinin de bilmediğini kesinlikle belirtmiş, bununla beraber kıyametin alâmetleri hakkında bilgi vermiştir Bu cevapların bir kısmı deccâlin çıkması, güneşin batıdan doğması gibi fizikî alâmetler, bir kısmı da dindarlığın zayıflaması türünden ahlâkî alâmetlerdir Hadisimizde zikredilen alâmet de ahlâkî alâmetlerden biridir Emanetin ehil olmayan kimseye verilmesi, her şeyin çığırından çıkması anlamına gelmektedir Bilgiye ve liyâkate değer verilmediği zaman, işler ehil olmayan kişilere bırakılmış olur Onlar da üstlendikleri işi gerektiği şekilde yürütemeyecekleri için her şeyin düzeni kısa sürede bozulur
Hadisimizde sözü edilen kıyamet, öncelikle dünyanın sonu demek olan büyük kıyamettir Büyük kıyametin şartlarını hazırlayacak ve dünyanın defterini dürecek olan küçük kıyametlerdir Meselâ bir şirketin, bir hükümetin, bir devletin işleri yetersiz, yetkisiz, sorumsuz ve ’tan korkmayan insanlara bırakılınca, o şirket, o hükümet, o devlet kısa sürede yıpranır, tükenir ve yıkılır Bu kabil olayların yaygınlık kazanmasıyla da dünya yıkılır gider
Emanet konusu 201-204 numaralı hadislerin bulunduğu “Emaneti Yerine Getirme” bahsinde geniş bir şekilde ele alınmıştır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Âlim, kendisine soru soran kimseyi herhangi bir kusurundan dolayı azarlayıp incitmemelidir
2 Soru yersiz ve burada olduğu gibi net bir cevabı bulunmayan bir soru bile olsa, uygun bir cevap vermelidir
3 Soru sormak için uygun zamanı kollamalı ve sırasının gelmesini beklemelidir
4 Kendisine verilen cevabı yeterince anlamayan ve tatmin olmayan kimse tekrar sormalıdır
5 Kıyametin kopmasını hazırlayan şartlar vardır Bunlardan biri de işlerin ehil olmayan kişilere, yetkisiz ve sorumsuz kimselere bırakılmasıdır
1842- وعنْهُ أنَّ رسُول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : « يُصَلُّونَ لَكُمْ ، فَإنْ أصَابُوا فَلَكُمْ ، وإنْ أخْطئُوا فَلَكُمْ وَعَلَيْهِمْ » رواهُ البُخاريُّ
1842 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İmamlar sizin için namaz kılarlar; eğer eksiksiz kıldırırlarsa hem size hem de onlara sevabı vardır; şayet hata ederlerse, size sevap, onlara da ceza vardır
Buhârî, Ezân 55 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 355, 537

Açıklamalar
Hadiste sözü edilen imamlar, hem namaz kıldıran imamlar hem de valiler ve emirlerdir Zira bugün namazı cami görevlileri kıldırsa bile, bu iş öncelikle devlet yöneticilerinin görevidir Şu hadîs-i şerîf konumuza açıklık getirmektedir Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Benden sonra birtakım valiler sizin işlerinizi üstleneceklerdir Onların hakka ve hakikate uyan sözlerini dinleyiniz ve itaat ediniz Arkalarında da namaz kılınız Eğer iyi davranırlarsa kendi lehlerinedir; şayet fena davranırlarsa aleyhlerinedir” (Dârekutnî, Sünen, ‘Îdeyn, Sıfatü men tecûzü’s-salâtü meahû ve’s-salâtü ‘aleyh, [II, 55])
Namazı şartlarına uygun olarak “eksiksiz kıldırmak” diye tercüme ettiğimiz “esâbû” kelimesini, namazı vaktinde kıldırmak diye anlayanlar da olmuştur Nitekim bazı Emevî halifeleri namazları vaktinden çok sonraya bırakırlardı Peygamber Efendimiz muhtelif hadislerinde “Benden sonra başınıza gelecek olan bazı emirler namazları vaktinden sonraya bırakacaklardır” diye durumu haber verdikten sonra, namazı (evde veya camide) vaktinde kılmayı tavsiye buyurmuş, şayet cemaat camiden ayrılmadan önce emir gelip de namaz kıldıracak olursa, “Niye valinin veya emirin arkasında namaz kılmıyorsun?” diye bir fitne çıkmaması, için aynı namazın bir de onunla kılınmasını tavsiye etmiş ve bu ikinci namazın nâfile olacağını belirtmiştir (Müslim, Mesâcid 26, 238, 241, 243, 244; Nesâî, İmâmet 55) Hadisin tercümesindeki “hata ederlerse” sözü de yukarıda anlatılan duruma göre, namazı bilerek veya yanılarak eksik kıldırırlarsa veya vaktinde kıldırmayıp geciktirirlerse şeklinde anlaşılmalıdır
Demek oluyor ki, imamın hatası cemaate yansımamaktadır Cemaat imamın hangi hususta kusurlu olduğunu bilmediği ve bu sebeple de telâfi imkânı bulamadığı hususlarda sorumlu değildir Şayet imama uyan kimse onun hatasını görmüş ve bu hatadan dolayı namazın sahih olmadığı kanaatine varmışsa, Hanefîler’e göre o namazı iade etmesi gerekir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 İmamın namazı, cemaatin namazı demektir
2 İmamlar namazı tam ve kusursuz kıldırırlarsa, sevabı hem imama hem cemaate olur Şayet imam kusur işlemişse, bundan dolayı cemaat sorumlu olmaz
3 İmamlık, büyük sorumluluğu gerektirir
1843- وَعَنْهُ رضي اللَّه عنْهُ : { كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أخْرِجَتْ لِلنَّاسِ } قَالَ : خَيْرُ النَّاسِ لِلنَّاسِ يَأْتُونَ بِهِمْ في السَّلاسِل في أعْنَاقِهمْ حَتَّى يَدْخُلُوا في الإسْلامِ
1843 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh:
“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” âyetini okudu ve onu şöyle açıkladı:
İnsanların diğer kimselere en hayırlı ve faydalı olanları, bazı şahısları boyunlarından zincire vurulmuş olarak (İslâm toplumuna) getiren kimselerdir Sonra o getirdikleri esirler İslâmiyet’i kabul ederler
Buhârî, Tefsîru sûre (3), 7

Aşağıdaki hadisle birlikte açıklanacaktır
1844- وَعَنْهُ عَن النَّبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَال : « عَجبَ اللَّه عَزَّ وَجَلَّ مِنْ قَوْمٍ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ في السَّلاسِلِ » رواهُما البُخاري معناها يؤسرون ويقيدون ثم يسلمون فيدخلون الجنة
1844 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ, boyunlarından zincire vurulmuş olarak cennete götürülen kimselerden hoşnut olur
Buhârî, Cihâd 144 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Cihâd 114

Açıklamalar
Birinci hadîs-i şerîfte rızâsı için cihad ederek insanların hidayetine vesile olmanın önemi, ikincisinde de müslümanlarla yaptıkları savaşta onlara esir düştükten sonra İslâmiyet’in yüceliğini görerek müslüman olmanın değeri ortaya konmaktadır
Birinci hadiste, Ebû Hüreyre’nin sözü imiş gibi görünen açıklamanın esasen onun sözü olmadığı; bunun, ikinci hadiste okuduğumuz Resûlullah Efendimiz’in sözünün, Ebû Hüreyre’nin ifadesine bürünmüş şekli olduğu anlaşılmaktadır
İnsanların en faydalısı, insanlara faydalı olandır Şüphesiz bu böyledir İyi ama insanlara faydalı olmak için yapılması gereken en iyi şey nedir? İşte birinci hadisimiz bunun cevabını ortaya koymaktadır: Onların hidâyetine yani doğru yolu bulmasına vesile olmaktır Çünkü hayatın gayesi ’a giden yolu bulmak, o yolda yürümek ve böylece ’ın rızâsını elde etmektir Bu en önemli işe vesile olan kimse veya kimseler de şüphesiz en hayırlı ve en faydalı insanlardır “Hayra Öncülük Etmek” bahsinde muhtelif örneklerini gördüğümüz ve 177 numaralı hadiste Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Hz Ali’ye ’a yemin ederim ki, senin vasıtanla ’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere (dünyanın en değerli şeylerine) sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurduğunu okuduğumuz üzere, insanları yoluna çağıran kimse en faydalı işi yapmış olur
Teâlâ boyunlarından zincire vurulmuş olarak cennete götürülen kimselerden hoşnut olur” ifadesi, yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere mecâzî bir anlatımdır İslâmiyet’i tanımayan, ’ın hoşnut olduğu ve kullarının benimsemesini istediği yegâne dinin İslâm olduğunu bilmeyen kimselerin müslümanlarla çarpışması, onlara esir düşüp zincirlere vurulması gayet tabiidir Sonra kendilerini esir eden kimseler vasıtasıyla hidayete eren, böylece hem ’tan başkasına kul köle olmaktan kurtulan hem de dünyayı tanıyarak ona mânen köle olma zilletinden kurtulan kimse, Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanır ve onun lutfuyla cennete kavuşur “Boyunlarından zincire vurulmuş olarak cennete götürülmek” şeklindeki mecâzî ifadeyle anlatılmak istenen işte bu gerçek kurtuluştur
Bu iki hadiste sergilenen manzara, okula zorla ve ağlayarak giden, fakat daha sonra doğru okumanın verdiği bahtiyarlığı farkedip mutlu olan insanın halini hatırlatmaktadır Şüphesiz doğru yola ileten sadece ’tır Şayet O dilerse, hidâyet mıknatısıyla kulunu en berbat şartlar altından çekip alır ve hadisimizde anlatıldığı üzere onu zorla cennete götürür
İkinci hadise çok farklı mâna veren âlimler de olmuştur Onlara göre bu hadiste anlatılan kimseler, düşmanla savaşarak onlara esir düşen, zincire vurularak götürülen ve bu durumda iken ölen veya öldürülen müslümanlardır için savaşıp düşman eline esir düşen ve o durumda ölen veya düşman tarafından öldürülen kimselerden Teâlâ’nın hoşnut olacağı bellidir Bu hadise birinci hadis ışığında bakıldığı zaman, meselenin daha önce açıkladığımız şekilde anlaşılması gerektiği görülür
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1 Ashâb-ı kirâm ile onların izinde gidenler, insanların iyiliği için yaratılmış en hayırlı ümmettir
2 İnsanların en faydalısı, başkalarının doğru yolu bulmasına vesile olan kimselerdir
3 Teâlâ, gerçeği görüp İslâmiyet’i kabul eden kimselere cennetini ikrâm eder
1845- وَعنْهُ عَنِ النَّبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَالَ : « أَحَبُّ الْبِلاَدِ إلى اللَّه مَساجِدُهَا ، وأبَغضُ الْبِلاَدِ إلى اللَّه أسواقُهَا » روَاهُ مُسلم
1845 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ’nın bir beldede en beğendiği yer oranın mescitleri, bir beldede en sevmediği yer de oranın çarşı-pazarıdır
Müslim, Mesâcid 288

Aşağıdaki hadisle birlikte açıklanacaktır
1846- وَعَنْ سَلْمَانَ الْفَارِسيِّ رضي اللَّه عَنْهُ منْ قَولِهِ قَال : لاَ تَكُونَنَّ إن اسْتَطعْتَ أوَّلَ مَنْ يَدْخُلُ السُّوقَ ، وَلا آخِرَ مَنْ يَخْرُجُ مِنْهَا ، فَإنَّهَا مَعْرَكَةُ الشَّيْطَانِ ، وَبهَا ينْصُبُ رَايَتَهُ رواهُ مسلم هكذا
ورَوَاهُ البرْقَانِي في صحيحه عَنْ سَلْمَانَ قَالَ : قَالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لا تَكُنْ أوَّلَ مَنْ يَدْخُلُ السُّوقَ ، وَلا آخِرَ منْ يخْرُجُ مِنْهَا ، فِيهَا بَاضَ الشَّيْطَانُ وَفَرَّخَ »
1846 Selmân-ı Fârisî radıyallahu anh şöyle dedi:
Şayet yapabiliyorsan, çarşı-pazara ilk giren ve oradan en son çıkan kimse sen olma! Çünkü orası şeytanın savaş alanı olup bayrağını oraya diker
Müslim, Fezâilü's-sahâbe 100

Berkânî Sahîh’inde bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:
Selmân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Çarşı-pazara ilk giren ve oradan en son çıkan sen olma! Şeytan orada yumurtlar ve orada yavru çıkarır
Açıklamalar
Teâlâ’ın en fazla sevdiği yerlerin mescidler olmasının sebebi, bu mübarek yerlerin sırf O’nun rızâsını kazanmak için samimiyetle yapılan binalar olmasıdır Bu tertemiz mekânlar müslümanların yine ihlâsla, samimi duygularla ibadet etmelerine, kâinatın Rabbine kulluklarını arzetmelerine vesile olduğu için son derece değerli yerlerdir Cenâb-ı Hakk’ın mescidleri sevmesi demek, bu mübarek yerlerde kendisine ibadet niyetiyle bulunan kullarına hayır dilemesi, onların dünya ve âhiret bahtiyarlığını arzu buyurması demektir
Çarşı-pazarların Cenâb-ı Hakk’ın beğenmediği yerler olmasının en önemli sebebi, oraların birtakım insanlara hep dünyayı hatırlatması, dünyayı ön plana çıkarması ve adeta ’ı, âhireti unutturmasıdır Dünyanın simgesi olan bu mekânlarda insanların, çıkarları uğrunda her türlü yalanı rahatlıkla söylemesi, ’tan korkmadan birbirlerini aldatmaya çalışmasıdır İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz çarşı-pazarı savaş meydanına benzetmiştir Çünkü buradaki insanların çoğunun hedefi, her ne pahasına olursa olsun dünyalık kazanmaktır Dünyalık uğrunda her türlü ahlâksızlığı mübah gören bu kimselerin, keselerini doldurma uğrunda yapmayacakları şey yoktur
İnsanların bu mekânlarda mânevî değerleri bir yana atmalarının, dünyalık kazanmak için ahlâk dışı her davranışı rahatlıkla yapmalarının sebebi şeytandır, şeytanın tahrikleridir, onları bu yola sevketmesidir Peygamber aleyhisselâm çarşı-pazarı kinayeli ifadelerle şeytanın savaş alanı, bayrağını diktiği yer, yumurtladığı ve yavru çıkardığı mahal olarak göstermekle işte onun bu iğvâsına, baştan çıkarmasına, diğer bir ifadeyle başarısına işaret etmiştir
Şeytan ve yardımcıları binbir hile ve tuzaklarıyla çarşı ve pazarlarda insanı baştan çıkardıkları için Teâlâ bu mekânları sevmez İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz saflığı, temizliği, kimsesizliği ve hele İslâm uğrunda çektiği çileler sebebiyle kendisini sevip takdir ettiği sahâbîsi Selmân-ı Fârisî’ye, elinden geliyorsa, şeytanların kol gezdiği bu sakıncalı bölgeye kendisini ilk atan ve adeta orada bulunmaktan hoşlanıyormuş gibi davranarak oradan en son çıkan sen olma, diye tavsiye buyurmuştur Çarşı-pazara helâl rızık kazanmak, elde edeceği kazancı yolunda harcamak için gelen kimseler için hadisimizde herhangi bir yasaklama söz konusu değildir Şeytan ve avaneleri böyle iyi niyetli kişilere hiçbir zarar veremez Bununla beraber iyi niyetli müslüman tüccar çarşı-pazarda şeytanların varlığını unutmamalı, onların tuzağına düşmemeye dikkat etmeli, kendisini aldatmalarına hiçbir şekilde fırsat vermemeli, bunun için de bedeni çarşı-pazarda, ama gönlü camide olmalıdır
Riyâzü’s-sâlihîn müellifi Nevevî’nin, ikinci hadisin farklı bir rivayetini es-Sahîh adlı eserinden aldığı Ebû Bekir el-Berkânî, 425 (1034) tarihinde vefat etmiş olan titiz bir hadis ve fıkıh âlimiydi Hadis ilmine karşı beslediği sevgi o kadar fazla idi ki, bu sevgisinin sevgisine gölge düşürmesinden endişe eder, bu aşırı derecedeki hadis sevgisinin mûtedil hâle gelmesi için kendisine dua edilmesini isterdi ona rahmet eylesin
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1 Teâlâ cami ve mescidlerde ibadet için bulunan kullarının hayrını ve iyiliğini diler
2 Çarşı-pazarda dünyalık uğrunda insanları aldatan ve yalan söyleyen kimselerin hayır ve iyiliğini dilemez
3 Meslekleri icabı çarşı-pazarda bulunan kimseler ’ı ve âhireti unutmamalı, kendisi çarşıda bulunsa bile kalbi mescide yani ’a bağlı olmalıdır
4 Bir kimse insanları aldatmasa bile, başkalarının ahlâk dışı davranışlarda bulunduğu çarşı-pazarda gereğinden fazla kalmamalıdır
5 İslâmiyet helâl kazancı ve ticareti teşvik eder; çarşı-pazarda boşu boşuna vakit geçirmeye karşıdır
1847- وعَنْ عاصِم الأحْوَلِ عَنْ عَبْدِ اللَّه بنِ سَرْجِسَ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قُلْتُ لِرَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : يَا رَسُولَ اللَّه غَفَرَ اللَّه لكَ ، قَالَ : « وَلَكَ » قَالَ عَاصِمٌ : فَقلْتُ لَهُ : اسْتَغْفَرَ لَكَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ؟ قَالَ : نَعَمْ وَلَكَ ، ثُمَّ تَلاَ هَذه الآيةَ :{ واستغفِرْ لِذَنْبِكَ ولِلْمُؤمِنِينَ والمُؤْمِناتِ} [ محمد : 19 ] ، رَواهُ مُسلم
1847 Âsım el-Ahvel’den rivayet edildiğine göre Abdullah İbni Sercis radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
- Yâ Resûlallah! seni bağışlasın, dedim O da:
- “Seni de bağışlasın” buyurdu
Âsım el-Ahvel dedi ki, Abdullah İbni Sercis’e:
- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin için böyle mağfiret diledi mi? diye sordum
- Evet, senin için de mağfiret diledi, dedi ve şu âyet-i kerîmeyi okudu:
(Habîbim!) Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!”
Müslim, Fezâil 112

Açıklamalar
Hadisimizin râvisi olan sahâbî Abdullah İbni Sercis radıyallahu anh hakkında 975 numaralı hadiste kısa bilgi verilmişti Onunla yukarıda görüldüğü şekilde konuşan Âsım el-Ahvel ise (ö 142/759) güvenilir tâbiîn muhaddislerinden biridir Âsım bir gün Abdullah İbni Sercis’e Resûlullah Efendimiz’i görüp görmediğini veya nasıl gördüğünü sormuş olmalı ki, Abdullah ona Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüğünü, hatta onunla et ve ekmek, (bir rivayete göre tirit) yediğini söyledi Sonra aralarında geçen yukarıdaki konuşmayı anlattı Daha sonra Resûlullah’ın arka tarafına dolandığını ve iki omuzunun arasındaki peygamberlik mührüne baktığını belirtti (Müslim, Fezâil 112)
Muhterem sahâbî Abdullah İbni Sercis, Peygamber duası almanın pek güzel bir yolunu bulmuş Verilen bir selâma, yapılan bir duaya en azından aynıyla karşılık vermenin bir İslâm edebi olduğunu bildiği için, 'ın Resûlü’ne, “ seni bağışlasın” diye dua etmiş, ondan “Seni de bağışlasın”karşılığını almış ve böylece maksadına ulaşmıştır Bu olayı kendisine anlattığı talebesi Âsım el-Ahvel, Peygamber duası almanın bir insan için ne büyük bir meziyet ve fazilet olduğunu çok iyi bildiği için hocasına:
- Gerçekten Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin için böyle mağfiret diledi mi? diye sormuş; Efendimiz’in genç sahâbîlerinden biri olan Abdullah, kendisinin bir zamanki halini hatırlatan bu genç talebesini sevindirmek için olmalı ki:
- Evet, senin için de mağfiret diledi, diyerek yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okumuştur Bu âyette Teâlâ Resûlü’ne:
(Habîbim!) Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!” [Muhammed sûresi (47), 19] buyurmaktadır
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in her vesileyle ümmetinin bağışlanmasını dilediğini, onların âhirette bahtiyar olmalarını cânü gönülden istediğini bilmekteyiz Bu âyet-i kerîme ona bu görevin Teâlâ tarafından verildiğini, dolayısıyla bizim hem dünya hem de âhirette bahtiyar olmamızı herkesten önce yüce Rabbimiz’in arzu buyurduğunu açıkça göstermektedir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Resûlullah Efendimiz’e ümmetinin bağışlanması için dua etme görevini Teâlâ vermiştir
2 Teâlâ ona bu görevi yüklemek suretiyle hem kendisine verdiği değeri göstermiş hem de onun ümmetine duyduğu sevgi ve merhameti ortaya koymuştur
3 Peygamber aleyhisselâm, kendisine dua eden birine aynı şekilde dua ile karşılık vermek suretiyle bize bir İslâm edebi öğretmiştir
4 Büyüklere dua etmek suretiyle onların duasını almak, “Bize dua ediniz” demekten daha akıllıca bir harekettir
1848- وَعَنْ أبي مسْعُودٍ الأنْصَارِيِّ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلامِ النُّبُوَّةِ الأولَى : إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنعْ مَا شِئْتَ » رواهُ البُخَاريُّ
1848 Ebû Mes’ûd el-Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”
Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Edeb 6; İbni Mâce, Zühd 17

Açıklamalar
Bu hadis, hayâ dediğimiz utanma duygusunun ilk insandan beri var olduğunu, ilk peygamberlerden itibaren bu duygunun önemi üzerinde durulduğunu, peygamberlere verilen bir kısım ilâhî emirler çağların değişmesiyle değişebildiği halde, utanma duygusu hakkındaki ilâhî buyruğun hiç değişmediğini, aksine her peygamberin bu duygu üzerinde ısrarla durduğunu göstermektedir
Bir atasözü halinde nesilden nesile aktarılarak gelen “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” hikmeti, utanma duygusunun insanı fenalıklara dalmaktan alıkoyduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir Şu halde ’tan ve insanlardan utanan bir kimsenin, nefsinin istediği her hareketi yapması mümkün değildir Utanma duygusuna sahip olmayan bir kimsenin ise önünde hiçbir engel yoktur; dolayısıyla öyle bir kimse her türlü çirkinliği kolayca yapabilir
“Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözü, yukarıda belirtildiği şekilde, hayâ duygusundan yoksun olan birinin her şeyi yapabileceğini ifade etmektedir Bu sözü bir tehdit olarak anlamak da mümkündür O takdirde bu söz, “İstediğin fenalığı yap bakalım; bir gün bunların hesabını tek tek vereceksin” anlamına gelmektedir Bir diğer mânası da, “Yapacağın işe iyi bak! Şayet bu iş ’tan ve insanlardan utanılacak bir şey değilse, onu gönül hoşluğu ile yap! Eğer yaptığın takdirde ’tan ve insanlardan utanacaksan, onu kesinlikle yapma!” demektir Bu sonuncu mânasıyla bu söz insana bir davranış ölçüsü vermektedir Yapılacak bir iş, neticede insanın utanmasına yol açacaksa ondan sakınmalıdır Utanılacak bir durum mevcut değilse, onu yapmakta herhangi bir sakınca yoktur
682-685 numaralı hadislerin bulunduğu “Utanma Duygusu, Değeri ve Bu Duyguya Sahip Olmaya Teşvik Etmek” bahsinde konu ayrıca işlenmiştir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Utanma duygusu iyi ile kötüyü, haram ile helâli birbirinden ayırmada önemli bir ölçüdür
2 Utanmayan bir kimse, her türlü fenalığı çekinmeden yapabilir
3 Sağlıklı bir toplum için utanma duygusuna sahip insanlar yetiştirme gereği vardır
4 Hayâ denilen utanma duygusu, bütün peygamberlerin, ümmetlerine öğretip tavsiye ettiği ilâhî kaynaklı bir özelliktir
1849- وَعَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « أوَّلُ مَا يُقْضَى بَيْنَ النَّاسِ يوْمَ الْقِيَامةِ في الدِّمَاءِ » مُتَّفَقٌ علَيْهِ
1849 İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar arasında ilk görülecek hesap, kan dâvalarıdır
Buhârî, Diyât 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28 Ayrıca bk Tirmizî, Diyât 8; Nesâî, Tahrîmü’d-dem 2; İbni Mâce, Diyât 1
Açıklamalar
İnsanoğlu kıyamet gününde başlıca iki bakımdan hesaba çekilecektir Birincisi ile kul arasındaki hesaptır Bu hesapların ilki namazdır (Ebû Dâvûd, Salât 145; Tirmizî, Salât 188)İkincisi de kul hakkı dolayısıyla vereceği hesaptır Bu türde görülecek hesapların ilki ise kan davasıdır
Kan dâvalarının ilk görülecek hesap olması, insanın katında her şeyden daha kıymetli olması sebebiyledir Peygamber Efendimiz bu durumu, “Canımı kudretiyle elinde tutan ’a yemin ederim ki, müslüman bir kimsenin haksız yere öldürülmesi, Cenâb-ı Hak katında dünyanın yok olup gitmesinden daha büyük bir hâdisedir” diye ortaya koymuştur (Nesâî, Tahrîmü’d-dem 2) Demek oluyor ki, Teâlâ’ya göre bir mü’minin öldürülmesi, dünyanın yıkılmasından daha korkunçtur Şu halde bir müslümanı haksız yere öldüren kimse, Cenâb-ı Mevlâ’nın en değerli mahlûkunu yok etmek suretiyle âhiretini esasen kendi elleriyle mahvetmiş olmaktadır Zira 222 numaralı hadiste geçtiği üzere, “Haram kan dökmedikçe, mü’min kişi için ’ın rahmetini umma imkânı daima vardırAma kasten cinayet işlemek suretiyle en büyük günahların başında gelen bir suçu işleyen kimsenin vaziyeti son derece kötüdür Zira Teâlâ’nın belirttiği üzere “Her kim bir mü’mini kasten öldürürse, onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azâb hazırlamıştır” [Nisâ sûresi (4), 93]
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Haksız yere adam öldürmek büyük günahların en büyüğüdür
2 Bu sebeple Teâlâ kıyamet gününde kul hakları içinde ilk defa kan davalarının hesabına bakacaktır
1850- وَعَنْ عَائِشَةَ رضي اللَّه عَنْهَا قَالَتْ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « خُلِقَتِ المَلائِكَةُ مِنْ نُورٍ ، وَخلِقَ الجَانُّ مِنْ مَارِجٍ منْ نَارً ، وخُلِق آدمُ ممَّا وُصِفَ لَكُمْ » رواهُ مسلم
1850 Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Melekler nûrdan, cinler kızıl ateşten, Âdem de size bildirilen şeyden (topraktan) yaratılmıştır
Müslim, Zühd 60 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 153, 168

Açıklamalar
Hadisimizde, özellikleri itibariyle birbirinden farklı olan üç cins mahlûkun yaratıldığı asıl madde ortaya konmakta, dolayısıyla onların tabiatlarına, tavır ve hareketlerine bu maddelerin etki ettiğine işaret edilmektedir
Buna göre melekler nûrdan yaratılmış latîf varlıklardır Bu sebeple onların günah işlemeye karşı bir meyilleri yoktur İşleri Cenâb-ı Hakk’a ibadet etmek, O’nun kendilerine verdiği görevleri aynen yerine getirmektir İnsanların ve cinlerin aksine onlar bir şey yiyip içmezler Nurdan yaratılmanın onlara sağladığı bir imkân da değişik şekillere girebilmeleridir
Cinlerin hâlis ateşten, dumansız saf alevden yaratıldığı âyet-i kerîmede belirtilmekte [Rahmân sûresi (55), 15], hatta bu ateşin “zehirli ateş” olduğu ifade edilmektedir [Hicr sûresi (15), 27] Hadiste sözü edilen “kızıl ateşin” kırmızı, sarı ve yeşil renklere çalan ateş olduğu açıklanmaktadır Cinler ateşten yaratıldıkları için, ana maddelerinin çeviklik, ataklık, hiddet, şiddet, değişkenlik, kararsızlık gibi özelliklerine sahiptir
Teâlâ’nın Hz Âdem’e secde etmeleri hususundaki emrine melekler uyduğu halde şeytanın, ‘Ben Âdem’den üstünüm’ diye secde etmemesi, kendini beğenip kibirlenmesi ve bu yüzden ebedî azâba ve lânete uğraması işte bu yaratılış özelliğinden kaynaklanmaktadır
İnsanın topraktan yaratıldığını açıkça gösteren âyetler bulunduğu gibi, bu yaratılışın muhtelif safhalarında toprağa, çamur (tîn), süzme çamur (sülâle min tîn), yapışkan çamur (tîn lâzib), kurumuş çamur (salsâl) gibi adlar da verilmiştir [meselâ bk Hicr sûresi (15), 26, 28, 33; Rahmân sûresi (55), 14] İnsan; asıl maddesi olan toprağın tabiatına uygun olarak ağırbaşlılık, sükûnet, tevâzu, vakar, hilim, sabır gibi üstün özelliklere sahiptir Hz Âdem’i işlediği günahtan sonra Cenâb-ı Hakk’a tövbe ve istiğfâra, derin bir tevâzu içinde yalvarıp yakarmaya sevkeden şey, işte bu yaratılış özelliğidir Bu güzel vasıfları sebebiyle de Cenâb-ı Mevlâ’nın affına ve mağfiretine nâil olmuştur
Üç önemli varlığın üç ayrı şeyden yaratılmış olması, onların yaratıldığı asıl maddelerin tabiatlarına, tavır ve hareketlerine yansıması, Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin büyüklüğünü ve her istediğini yapmaya güç yetirdiğini göstermektedir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Cenâb-ı Hak kudretinin sonsuzluğunu göstermek üzere pek çeşitli varlıklar yaratmıştır
2 Bu sebeple melekleri nûrdan, cinleri kızıl ateşten, insanı da topraktan yaratmıştır
1851- وَعنْهَا رضي اللَّه عَنْهَا قَالَتْ : « كَانَ خُلُقُ نبي اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم الْقُرْآنَ » رواهُ مُسْلِم في جُمْلَةِ حدِيثٍ طويلٍ
1851 Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Nebiyy-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkı Kur’an idi
Müslim, Müsâfirîn 139 Ayrıca bk Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 2


Alıntı Yaparak Cevapla

Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ Ez-Zürakî

Eski 07-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Riyazü's Salihin - Rifâa İbni Râfi’ Ez-Zürakî



Açıklamalar
Hz Âişe annemizin bu kısa ifadesi, uzun bir hadisten alınmıştır Enes İbni Mâlik’in amcası Hişâm İbni Âmir’in oğlu Sa’d, tâbiîn neslinden cihad aşkıyla dolu bir gençti Hayatı boyunca Bizanslılara karşı savaşmak ve bir daha geri dönmemek arzusuyla önce karısından ayrılmaya karar verdi; sonra kalkıp Medine’ye geldi Niyeti, oradaki arazisini satıp bir kısım parasıyla silah ve at satın almak, geri kalan parayı yolunda harcamaktı Bunu duyan bazı müslümanlar ona bu düşüncenin yanlış olduğunu, savaşa gerektiğinde gidileceğini, nitekim kendisi gibi düşünerek karılarını boşamak isteyen altı kişiye Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in izin vermediğini söyleyince Sa’d bu niyetinden vazgeçti Karısını büsbütün boşamadığı için ona geri döndü Ama gönlündeki cihad aşkı hep taze kaldı Daha sonra doğu taraflarına yapılan bir sefere katılarak muhtemelen İran’daki Mekrân’da, bazı rivayetlere göre Hindistan’daki Mükrân’da şehid oldu
Sa’d Medine’ye gelmişken Hz Âişe’yi ziyaret etmek ve ona zihnindeki bazı sualleri sormak istedi Âişe annemize gece namazı ve vitir namazı hakkında da sorular sormuş olan Sa’d ona ilk olarak:
- Ey Mü’minlerin annesi! Bana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkını (yaşayışını) anlat, dedi Hz Âişe:
- Sen Kur’an’ı okuyorsun değil mi? diye sorunca Sa’d:
- Evet, okuyorum, diye cevap verdi Bunun üzerine Hz Âişe yukarıdaki sözü söyleyerek:
- Nebiyy-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’inahlâkı Kur’an idi, dedi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlâkının Kur’an olması demek, Kur’an’ın uygun gördüğünü uygun görmesi, Kur’an’ın beğenmediği bir işi, bir hareket tarzını beğenmemesi demektir Bir şeye kızıyorsa, o şeyi Kur’an çirkin gördüğü için kızması, bir kimseyi seviyorsa, onun tutumunu Kur’an tasvip ettiği için sevmesi demektir Kur’an’ın helâl saydığını helâl, haram saydığını haram sayması ve öylece uygulaması demektir
Resûlullah Efendimiz’in ahlâkı Kur’an olduğu için Teâlâ bütün kullarına onun ahlâkını, yani yaşayış tarzını tavsiye ederek “Yemin ederim ki, sizin için ’ın Resûlü güzel bir örnektir” [Ahzâb sûresi (33), 21] buyurmuşturPeygamber Efendimiz ilâhî terbiye ile yetişmesi sebebiyle, 622 numaralı hadiste görüldüğü üzere, “insanların en güzel ahlâklısı” kabul edilmiş, her hali ve tutumu Kur’an’a uygunluk sağlaması sebebiyle de canlı bir Kur’an sayılmıştır Efendimiz’in sünnetinin müslümanlar için taşıdığı önem de işte buradan kaynaklanmaktadır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Resûlullah Kur'ân-ı Kerîm’in canlı bir örneğidir Bu sebeple Teâlâ onu bütün kullarına en güzel örnek olarak tavsiye etmiştir
2 Her müslümanın Resûlullah’ın izinde gitmesi, onun uygun gördüğünü yapıp sakındırdığından kaçınması gerekir
3 Sünnet, müslümanlar için vazgeçilmez bir değerdir
1852- وَعَنْهَا قَالَتْ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « مَنْ أحَبَّ لِقاءَ اللَّهِ أحبَّ اللَّه لِقَاءَهُ ، وَمنْ كَرِهَ لِقاءَ اللَّه كَرِهَ اللَّه لِقَاءَهُ » فَقُلْتُ : يَا رسُولَ اللَّه ، أكَرَاهِيَةُ الموْتِ ؟ فَكُلُّنَا نَكْرَهُ الموْتَ ، قَالَ :« لَيْس كَذَلِكَ ، وَلَكِنَّ المُؤمِنَ إذَا بُشِّر بِرَحْمَةِ اللَّه وَرِضْوانِهِ وَجنَّتِهِ أحَبَّ لِقَاءَ اللَّه ، فَأَحَبَّ اللَّه لِقَاءَهُ وإنَّ الْكَافِرَ إذَا بُشِّرَ بعَذابِ اللَّه وَسَخَطِهِ ، كَرِهَ لِقَاءَ اللَّه ، وَكَرِهَ اللَّه لِقَاءَهُ»رواه مسلم
1852 Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim ’a kavuşmak isterse, da ona kavuşmak ister Kim ’a kavuşmak istemezse, da ona kavuşmayı arzu etmez” buyurduBunun üzerine ben:
- Yâ Resûlallah! Ölümü sevmediği için mi (kavuşmak istemez)? Öyleyse hepimiz ölümü sevmeyiz, dedim
- “Hayır, öyle değil Mü’mine ’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman Teâlâ’ya kavuşmak ister; işte o zaman da ona kavuşmayı arzu eder Kâfire ’ın azâbı, gazabı haber verildiği zaman ’a kavuşmaktan hoşlanmaz; da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu
Müslim, Zikir 14-17 Ayrıca bk Buhârî, Rikak 41; Tirmizî, Cenâiz 67, Zühd 6; Nesâî, Cenâiz 10; İbni Mâce, Zühd 31
Açıklamalar
’a kavuşmayı istemek sözü kapalı bir ifadedir Nitekim Resûlullah Efendimiz “Kim Cenâb-ı Hakk’a kavuşmak istemezse Teâlâ da ona kavuşmak istemez” buyurduğu zaman, Hz Âişe, insanların tabiatları icabı ölümden hoşlanmadığını söyledi Ölüm, insanı hayattan kopardığı ve ölüm sonrası bilinmediği için onu hiç kimsenin sevmediğini anlattı İşte o zaman Nebiyy-i Muhterem Efendimiz bu sözü açıklama gereğini duydu ve ancak ölmek üzere olan kimselerin yaşadığı bir hali açıklayarak şöyle buyurdu: “Göz yukarı dikildiği, göğüs hızlı hızlı kalkıp inmeye başladığı, tüyler diken diken olduğu ve parmaklar yumulup büzüldüğü zaman, işte o anda kim ’a kavuşmayı dilerse, da ona kavuşmayı diler; kim ’a kavuşmayı istemezse, da ona kavuşmayı istemez” (Müslim, Zikir 17; Nesâî, Cenâiz 10) Demekki hadisimizde “’a kavuşmayı istemek” sözüyle anlatılmak istenen şey, yaratılış gereği sevmek veya sevmemek değil, ’a imanın, O’nun kullarına olan vaadlerinin doğruluğuna inanıp güvenmenin meydana getirdiği bir istek ve arzudur; bunun neticesi olarak da âhiret hayatını dünya hayatına tercih etmektir Ölümü sevmemek ise, dünya zevklerinden büsbütün kopma endişesinin ve belki bir daha bu tür zevkleri tatmama korkusunun verdiği huzursuzluk ve tedirginliktir
Bu kimselerin hali ve âkıbetleri Kur'ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Öldükten sonra bize kavuşmayı ümit etmeyip dünya hayatına razı olan ve onunla yetinenler ve bizim âyetlerimizden gâfil olanlar yok mu, işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden varacakları yer, ateştir!” [Yûnus sûresi (10), 7-8]
Ölüm ânında insanlar genellikle iki türlü manzara sergiler
Mü’minin yüz hatları gayet sâkindir; yüzünde tatlı bir tebessüm parıldar; tavırları o andaki halinden memnun olduğunu gösterir Bu kimse ’a kavuşma olayının gerçekleşmek üzere olduğunu, ölümün bu kavuşmada köprü vazifesi gördüğünü iyice anladığı ve hele o sırada kendisine melekler tarafından ’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman”, bütün bu nimetleri daha önce âlimlerimiz bize anlatmıştı diye düşündüğü ve ’ın, Resûlullah’ın sözlerinin doğruluğunu kavradığı anda, mü’min olmanın sevinci ve bahtiyarlığı yüzüne akseder Ölmek üzere olan mü’minin neden sevindiğini şu âyet-i kerîme ne güzel anlatır:
“Şüphesiz, Rabbimiz ’tır deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner ve onlara şöyle derler: Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! Dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınız biziz Bağışlayan ve çok merhametli olan ’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır[Fussılet sûresi (41), 30-32]
Ölüm ânında kâfirlerin ise yüzü asıktır Gördüğü manzaradan hoşlanmadığı belli olur Çünkü onlara hadisimizde belirtildiği üzere ’ın azâbı, gazabı haber verildiği” için ölmeyi, ’a kavuşmayı ve kendisine gösterilen korkunç âkıbet ile karşılaşmayı istemez da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” demek, öyle kimselerden rahmetini, nimetini, cennetini uzaklaştırır demektir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Ölmek üzere olan mü’mine Cenâb-ı Hakk’ın merhameti, cenneti ve O’nun kendisinden hoşnut olduğu müjdelenir O da ölümü sevinçle kucaklar
2 Ölmek üzere olan kâfire de ’ın kendisinden hoşnut olmadığı ve mutlaka cehenneme gireceği haber verilir O da bu yüzden ölmeyi bir türlü istemez; bu hal onun yüzünden anlaşılır
3 İşte bu sebeple her mü’min, Teâlâ’nın âhirette kendisi için hazırladığı nimetleri düşünerek O’na kavuşmayı arzu etmeli; henüz aklı başında iken âhiret hayatını dünya hayatına tercih etmeli ve bunun gereklerini yapmalıdır
1853- وَعَنْ أُمِّ المُؤْمِنِينَ صَفِيَّةَ بنْتِ حُيَيٍّ رَضِيَ اللَّه عَنْهَا قَالَتْ : كَانَ النَّبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم مُعْتَكِفاً، فَأَتَيْتُهُ أزُورُهُ لَيْلاً فَحَدَّثْتُهُ ثُمَّ قُمْتُ لأنْقَلِب ، فَقَامَ مَعِي لِيَقْلِبَني ، فَمَرَّ رَجُلانً مِنَ الأنْصارِ رضي اللَّه عَنْهُما ، فَلمَّا رَأيَا النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أسْرعَا فَقَالَ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :« عَلَى رِسْلُكُمَا إنَّهَا صَفِيَّةُ بنتُ حُيَيٍّ »فَقالاَ : سُبْحَانَ اللَّه يَارسُولَ اللَّه ، فَقَالَ :« إنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِي مِنْ ابْنِ آدَمَ مَجْرَى الدَّمِ ، وَإنِّي خَشِيتُ أنْ يَقذِفَ في قُلُوبِكُمَا شَرا أوْ قَالَ : شَيْئاً » متفقٌ عليه
1853 Mü’minlerin annesi Safiyye Binti Huyey radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem itikâfa girmişti Bir gece onu ziyarete gidip konuştum Sonra eve dönmek üzere kalktığım zaman o da beni evime götürmek üzere kalktı
Bu sırada ensardan iki kişi - onlardan razı olsun- bizimle karşılaştı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görünce oradan çabucak uzaklaşmak istediler Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Biraz yavaş olun Yanımdaki Safiyye Binti Huyey’dir” dedi Onlar:
- Elçisinin uygunsuz bir davranışta bulunmasından ’ı tenzih ederiz, Yâ Resûlallah! deyince de:
- “Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır, Onun sizin kalbinize bir kötülük - veya bir şüphe- atmasından korktum” buyurdu
Buhârî, İ’tikâf 11, Bed’ü’l-halk 11, Ahkâm 21; Müslim, Selâm 23-25 Ayrıca bk Ebû Dâvûd, Savm 79, Edeb 81; İbni Mâce, Sıyâm 65
Açıklamalar
Hadisimizde kötü niyetten ve suizan diye de anlatılan şüpheden uzak durmanın ve bunlara meydan vermemenin önemi anlatılmaktadır Önce hadîs-i şerîfteki olayı kısaca görelim:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, âdeti üzere o yıl da ramazan ayının son on gününde Mescid-i Nebevî’de itikâfa girmişti Olayın geçtiği gün Hz Safiyye diğer annelerimizle birlikte Resûlullah Efendimiz’i ziyarete gitmişti Bir müddet oturduktan sonra Efendimiz’in hanımları evlerine gitmek üzere kalkınca Safiyye annemiz de kalktı O diğer zevcât-ı tâhirât gibi Mescid-i Nebevî’nin etrafındaki odalarda değil, daha uzakta ve sonraları Üsâme İbni Zeyd’e geçen bir evde oturduğu için Nebiyy-i Muhterem Efendimiz onu evine götürmek istedi (Buhârî, İ’tikâf 11) Yolda onları ensardan iki kişi gördü Bu iki sahâbî, Peygamber aleyhisselâm’ın hanımıyla birlikte yürüdüğünü görünce, belki de onları rahatsız etmemek için süratle oradan uzaklaşmak istediler Fakat Peygamber Efendimiz, onların kalbine şeytanın, “Acaba Peygamber gecenin bu saatinde hangi kadınla dolaşıyor!” diye bir şüphe atabileceğini düşünerek, onlara durumu açıklama gereğini hissetti ve yanındaki hanımın eşi olduğunu belirtti Sahâbîler, hatırlarına fena bir düşünce gelmediğini ve gelemeyeceğini söyleyince de, şeytanın insanın hatırına her şeyi getirebileceğini ifade buyurdu
Bir peygamberin, hatıra gelmesi muhtemel olan böyle bir günahı işlemesi elbette mümkün değildir Çünkü Teâlâ peygamberlerini günah batağına düşmekten korumuştur İşte bu sebeple bir müslüman, Peygamber’i hakkında böyle bir şüpheye kapılamaz Aksi halde bu suizan onu büyük bir günaha, hatta küfre bile götürebilir Ancak şeytan insanı baştan çıkarmak ve ona dilediği gibi tesir edebilmek için büyük imkânlara sahiptir Düşmanı olduğu insanın düşünce sistemine girme ve orada tıpkı damarlarda dolaşan kan gibi hareket etme ve ona olmadık şeyleri telkin etme özelliği vardır İşte bu sebeple insanın bu ezelî düşmanına karşı dikkatli olması gerekir Zira insan, damarlarında büyük bir süratle dolaşan kanın hareketini nasıl hissedemiyorsa, şuuruna şeytanın kolayca nüfuz ettiğini ve kendisine kötü düşünceler, vesveseler telkin ettiğini de farkedemez
Güzel sözleriyle tanınan mürşid ve mutasavvıf Yahyâ İbni Muâz 258/872), şeytanın insanı kandırmak için sahip olduğu avantajları şöyle anlatmaktadır: “Şeytan boş, biz ise meşgulüz; işimiz gücümüz var O bizi görüyor, biz ise onu göremiyoruz Biz unutuyoruz, o ise görevini hiç unutmuyor Ayrıca büyük düşmanımız olan nefis de şeytanın lehine çalışmaktadır
Şu halde bize düşen görev, Teâlâ’nın buyurduğu gibi, şeytanı düşman bilmek ve onun bizi cehenneme sokmak için her hileye baş vurduğunu unutmamaktır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır ve onun kalbine her türlü şüpheyi, vesveseyi atabilir
2 Bu sebeple şeytana karşı dikkatli ve uyanık olmalıdır
3 Bir müslüman diğer insanların kendisi hakkında şüpheye kapılabileceği davranışlardan uzak olmalı, böylece hem kendini zan ve töhmet altında bırakmamalı hem de diğer kardeşlerinin kendi yanlışı yüzünden günaha girmesine imkân vermemelidir Dedikoduya yol açacak durumlarda, etrafındakilere açıklama yapmalıdır
4 Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetine karşı işte böylesine şefkat doluydu; onların istemeden de olsa günah işlemelerine gönlü razı olmazdı
5 İtikâftaki bir müslümanı eşi veya başkaları ziyaret edebilir; o da itikâf yerinden dışarı çıkarak onları yolcu edebilir
1854- وَعَنْ أبي الفَضْل العبَّاسِ بنِ عَبْدِ المُطَّلِب رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : شَهِدْتُ مَعَ رسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَوْمَ حُنَين فَلَزمْتُ أنَا وَأبُو سُفْيَانَ بنُ الحارِثِ بنِ عَبْدِ المُطَّلِبِ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لَمْ نفَارِقْهُ ، ورَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم علَى بغْلَةٍ لَهُ بَيْضَاءَ
فَلَمَّا الْتَقَى المُسْلِمُونَ وَالمُشْركُونَ وَلَّى المُسْلِمُونَ مُدْبِرِينَ ، فَطَفِقَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، يَرْكُضُ بَغْلَتَهُ قِبل الْكُفَّارِ ، وأنَا آخِذٌ بِلِجَامِ بَغْلَةِ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أَكُفُّهَا إرادَةَ أنْ لا تُسْرِعَ ، وأبو سُفْيانَ آخِذٌ بِركَابِ رَسُولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :« أيْ عبَّاسُ نادِ أصْحَابَ السَّمُرةِ » قَالَ العبَّاسُ ، وَكَانَ رَجُلاً صَيِّتاً : فَقُلْتُ بِأعْلَى صَوْتِي : أيْن أصْحابُ السَّمُرَةِ ، فَو اللَّه لَكَأنَّ عَطْفَتَهُمْ حِينَ سَمِعُوا صَوْتِي عَطْفَةَ الْبقَرِ عَلَى أوْلادِهَا ، فَقَالُوا : يالَبَّيْكَ يَالَبَّيْكَ ، فَاقْتَتَلُوا هُمْ والْكُفَارُ ، والدَّعْوةُ في الأنْصَارِ يقُولُونَ : يَا مَعْشَرَ الأنْصارِ ، يا مَعْشَر الأنْصَار ، ثُمَّ قَصُرَتِ الدَّعْوةُ عَلَى بنِي الْحَارِثِ بن الْخزْرَج
فَنَظَرَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَهُوَ علَى بَغْلَتِهِ كَالمُتَطَاوِل علَيْهَا إلَى قِتَالِهمْ فَقَال : « هَذَا حِينَ حَمِيَ الْوَطِيسُ »ثُمَّ أخَذَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم حصياتٍ ، فَرَمَى بِهِنَّ وَجُوه الْكُفَّارِ ، ثُمَّ قَال : «انْهَزَمُوا وَرَبِّ مُحَمَّدٍ » فَذَهَبْتُ أنْظُرُ فَإذَا الْقِتَالُ عَلَى هَيْئَتِهِ فِيما أرَى ، فَواللَّه ما هُو إلاَّ أنْ رمَاهُمْ بِحَصَيَاتِهِ ، فَمَازِلْتُ أرَى حدَّهُمْ كَليلاً ، وأمْرَهُمْ مُدْبِراً رواه مسلم
« الوَطِيسُ » التَّنُّورُ ومَعْنَاهُ : اشْتَدَّتِ الْحرْبُ وَقَوْلُهُ : « حدَّهُمْ » هُوَ بِالحاءَِ المُهْمَلَةِ أي : بأسَهُمْ
1854 Ebü’l-Fazl Abbâs İbni Abdülmuttalib radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Gazvesi’nde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bulundum Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (Düldül adındaki) beyaz katırın üzerinde otururken, Abdülmuttalib’in torunu Ebû Süfyân İbni Hâris ile ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’inyanından hiç ayrılmadık Müslümanlarla müşrikler birbirine girince müslümanlar gerilemeye başladı Bu sırada Resûlullah Düldül’ü durmadan kâfirlerin üzerine sürüyordu Ben Düldül’ün geminden tutmuş savaş alanına girmesine engel olmaya çalışıyordum Ebû Süfyân ise Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in katırının özengisine yapışmıştı Bu sırada Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Ey Abbâs! Bey‘atürrıdvân’da bulunanlara seslen!” buyurdu
Gür sesli bir zât olan Abbas sözüne şöyle devam etti:
Var gücümle “Bey‘atürrıdvân’da bulunan sahâbîler! Neredesiniz?” diye bağırdım Vallahi onların sesimi duydukları zaman Hz Peygamber’e doğru dönüp gelişleri, bir ineğin yavrusuna doğru şefkatle gelişi gibiydi “Lebbeyk! Lebbeyk! (Emret! Emret!)” diyerek kâfirlerle vuruştular Ensarı savaşa çağırırken “Ey ensar topluluğu! Ey ensar topluluğu!” diye sesleniyorlardı Daha sonra da sadece Hâris İbni Hazrecoğullarından yardım istendi Bu sırada Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Düldül’ün üzerinde ileri doğru uzanmış vaziyette onların çarpışmalarına bakarken “İşte tandırın kızıştığı zaman!” buyurdu Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerden birkaç çakıl taşı alıp kâfirlerin yüzüne doğru fırlattı Ardından da: “Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki, bozguna uğradılar” dedi
Ben savaşanlara bakmaya gittim Gördüğüm kadarıyla savaş başladığı gibi devam ediyordu Vallahi Hz Peygamber’in, kâfirlere taşları fırlatmasından sonra, güçlerinin gittikçe zayıfladığını ve işlerinin tersine döndüğünü gördüm
Müslim, Cihâd 76

Açıklamalar
Hz Abbas’ın bize önemli bir ânını naklettiği Huneyn Gazvesi, Mekke ile Tâif arasındaki Huneyn vadisinde yapıldığı için bu adı almıştır Bu gazve, hicretin sekizinci yılı Şevvâl ayında (Ocak veya Şubat 630), İslâm’ın en azılı düşmanı olan Hevâzin kabilesiyle yapıldı Bu kabile, cengâverliği ile meşhurdu Bu savaşa on iki bin kişilik büyük bir güçle katılan ve maalesef sayılarının çokluğu ile övünen müslümanlar, savaşın başlarında bozguna uğrayıp geri çekilmişler ise de, hadisimizde anlatıldığı üzere Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ve Resûlullah Efendimiz’in gayretiyle toparlanıp düşmanlarını yenmişlerdir Bu hal Kur'ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılır:
“Andolsun ki birçok savaş alanında ve Huneyn Gazvesi’nde size yardım etmişti Hani o gün çokluğunuz sizi böbürlendirmişti; fakat bunun size hiç yararı olmamış, bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti Sonra da bozguna uğrayarak arkanızı dönüp geri çekilmiştiniz Sonra , Resûlü ile mü’minlere sükûnet ve iç huzuru vermek suretiyle mâneviyatlarını düzeltti ve sizin görmediğiniz askerler indirerek kâfirleri azâba uğrattı İşte kâfirlerin cezası budur!” [Tevbe sûresi (9), 25-26]
Bu savaşta Resûlullah Efendimiz’in yanından iki kişinin hiç ayrılmadığı görülmektedir Biri Peygamber aleyhisselâm’ın amcası Abbas İbni Abdülmuttalib, diğeri ise amcası Hâris İbni Abdülmuttalib’in oğlu, Ebû Süfyân künyesiyle meşhur Mugîre idi Ebû Süfyân Peygamber Efendimiz’in sütkardeşiydi O da Halîme hâtun tarafından emzirilmişti Resûlullah peygamberliğini ilân edinceye kadar onu çok seven Ebû Süfyân, o tarihten itibaren tam yirmi sene boyunca Hz Peygamber’in düşmanı olmuş, söylediği hicviyeler ile hem Nebiyy-i Muhterem’i hem de müslümanları çok üzmüştü Ebû Süfyân, Mekke fethinden kısa bir süre önce müslüman olmak üzere Resûlullah’ın huzuruna gelmiş, fakat 'ın Resûlü hiç kimseye yapmadığı şekilde nazlanarak onu huzura kabul etmek istememiş, sonunda onu bağışlamıştı O tarihten itibaren Ebû Süfyân İbni Hâris bütün varlığı ile Resûlullah’a bağlanmış, Huneyn Gazvesi’nde hayatı pahasına onun yanından bir an bile ayrılmamıştı Ebû Süfyân, Resûlullah’ın vefatından sonra söylediği mersiyelerle derin üzüntüsünü dile getirmiştir
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in beyaz katırına, hızlı yürümesi ve çevikliği sebebiyle Düldül adı verilmiştir Düldül’ü Peygamber aleyhisselâm’a hicretin altıncı yılında (627) Mısır hükümdarı Mukavkıs hediye etmişti
Bu savaşa katılan müslümanlar arasında, daha bir ay önce cereyan eden Mekke fethinde (Ramazan 8/Ocak 629) İslâmiyet’i kabul etmiş veya kabul etmek zorunda kalmış, suçları Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından bağışlanmış epeyce bir kimse vardı Ne yazıkki savaş başladıktan bir müddet sonra, başta bunlar olmak üzere diğer müslümanların önemli bir kısmı geri çekilmeye başladı Bu bozgunu gören ve savaşlardaki cesaretiyle bilinen 'ın Resûlü, Düldül’ü düşmanın üzerine doğru sürmek suretiyle hem yiğitliğini göstermiş hem de yapılması gereken hareketi müslümanlara hatırlatmıştı Müslümanların, Hz Abbas’ın gür sesini duyar duymaz kendilerine gelmeleri ve “Lebbeyk! Lebbeyk!” diye bağırarak yeniden savaşa dönmeleri onların savaş meydanından fazla ayrılmadıklarını göstermektedir
Savaş bütün şiddetiyle devam ederken ve henüz ortada düşmanın yenilgi alâmeti yokken, 'ın Resûlü’nün,“Muhammed’in Rabbine yemin ederim ki, bozguna uğradılar” buyurması bir mûcize olup, onun, zafer müjdesini daha önce aldığını göstermektedir Bu haberi sözlü mûcize kabul edersek, olayın bir de fiilî mûcize tarafı vardır O da yukarıdaki âyet-i kerîmede, “Sizin görmediğiniz askerler indirerek kâfirleri azâba uğrattı” diye belirtildiği üzere, Teâlâ’nın mü’minlere melekler vasıtasıyla yardım etmesidir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Resûlullah Efendimiz son derece cesurdu Savaş alanlarında yalnız başına kalsa bile düşmandan korkmazdı
2 Bu savaşta Teâlâ müslümanlara pek önemli bir ders verdi Zira onlardan bir kısmı, sayıları on iki bini bulan İslâm ordusunun düşmana yenilmeyeceğini söylüyordu Cenâb-ı Hak hem böbürlenmenin kötülüğünü hem de kendi yardımı olmadan kimsenin zafer kazanamayacağını fiilî olarak gösterdi
3 Huneyn Gazvesi’nde, İslâm askerinin önemli bir kısmını meydana getiren yeni müslümanların çabucak bozguna uğraması, savaşta en önemli gücün iman olduğunu ortaya koymaktadır
4 Ashâb-ı kirâm, Peygamber aleyhisselâm’ı canlarından çok severlerdi Bir anlık gafleti, lebbeyk, lebbeyk diye ona doğru koşarak süratle telâfi ettiler
5 Teâlâ, birçok savaşta, görünmeyen melekler ordusuyla müslümanlara yardım etmiştir
1855- وعَنْ أبي هُريْرَةَ رضي اللَّه عنْهُ قَالَ : قَالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « أيُّهَا النَّاسُ إنَّ اللَّه طيِّبٌ لا يقْبلُ إلاَّ طيِّباً ، وَإنَّ اللَّه أمَر المُؤمِنِينَ بِمَا أمَر بِهِ المُرْسلِينَ ، فَقَال تَعَالى : {يَا أيُّها الرُّسْلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّباتِ واعملوا صَالحاً } وَقَال تَعالَى : { يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمنُوا كُلُوا مِنَ طَيِّبَات مَا رزَقْنَاكُمْ }ثُمَّ ذَكَرَ الرَّجُلَ يُطِيلُ السَّفَر أشْعَثَ أغْبر يمُدُّ يدَيْهِ إلَى السَّمَاءِ : يَاربِّ يَارَبِّ ، وَمَطْعَمُهُ حَرامٌ ، ومَشْرَبُه حرَامٌ ، ومَلْبسُهُ حرامٌ ، وغُذِيَ بِالْحَرامِ، فَأَنَّى يُسْتَجابُ لِذَلِكَ ، ؟ » رواه مسلم
1855 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir Cenâb-ı Hak Peygamberlere:
‘Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!’ buyurmuştur Mü’minlere de:
‘Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin’ buyurmuştur
Resûl-i Ekrem daha sonra şunları söyledi:
“Bir kimse yolunda uzun seferler yapar Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! diye dua eder Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!”
Müslim, Zekât 65 Ayrıca bk Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3

Açıklamalar
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, Cenâb-ı Hakk’ın, içi dışı temiz insanlara değer verdiğini belirtmekte, görünüşü temiz olmayan, yediği, içtiği, giydiği, kuşandığı haram olan insanların katında bir değeri bulunmadığını anlatmaktadır Bu gerçeği ortaya koymak için söze önce Cenâb-ı Hakk’ın temiz olduğunu, temiz olmayan hiçbir şeyi kabul etmediğini anlatarak başlamaktadır Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Teâlâ, kulunun her türlü çirkinlikten, ahlâksızlıktan arınmasını, onun kazancının helâl yollardan elde edilmiş temiz kazanç olmasını arzu etmektedir İnsanın çok hayır yapması, parasını, servetini dinin uygun gördüğü yerlere harcaması güzel davranışlardır Bu güzel işlere vesile olan servetin mutlaka temiz olması, temiz yolla kazanılması şarttır Haram ticaret yollarıyla kazanılmış bir servetin tamamı yolunda harcansa, bunun hiçbir değeri yoktur; zira Teâlâ “Sadece temiz olanları kabul etmektedir
Yiyeceklerin, içeceklerin, giyeceklerin, yolunda harcanacak malların temiz ve helâl olması bakımından, peygamberler ile mü’minler arasında hiçbir fark yoktur Nitekim Teâlâ peygamberlerine, “Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!” [Mü’minûn sûresi (23), 51] buyurduğu gibi, mü’minlere de: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin[Bakara sûresi (2) 172] buyurmuştur Hadiste anlatıldığı üzere, bir kimse din uğrunda savaşmak için canını ortaya koysa, “saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette”dinine hizmet etmek için uzun seferler yapsa bile, haram lokma ile beslendiği takdirde onun bu fedakârlığının değeri yoktur Midesinde haram lokma bulunan kimsenin ibadeti de, duası da kabul olunmaz Duanın iki kanadı olduğunu unutmamak gerekir; biri helâl yemek, diğeri doğru söylemektir
Müslümanı dünyanın en temiz insanı yapan sadece inancı değildir Onu diğer insanlar arasında en üstün ve en temiz yapan şey, dinin emirlerine uygun olarak yaşaması, temiz ve helâl gıda ile beslenmesi ve böylece hem maddesinin hem de mânasının temiz olmasıdır
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Müslümanın kazancı temiz olmalıdır Dolayısıyla hem kendi hem aile fertleri helâl gıda ile beslenmelidir
2 Onun yolunda sarfedeceği para da temiz bir şekilde kazanılmış olmalıdır Haram yollardan kazanılan paranın hayrı olmaz
3 Bir insanın duasının kabul edilebilmesi için helâl gıda ile beslenmesi şarttır Haram ile beslenenin duası kabul olmaz
4 Dinî sorumluluklar bakımından peygamberler ile diğer insanlar arasında fark yoktur
1856- وَعنْهُ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « ثَلاثَةٌ لاَ يُكَلِّمُهُمْ اللَّه يوْمَ الْقِيَامةِ ، وَلاَ يُزَكِّيهِمْ ، وَلا ينْظُرُ إلَيْهِمْ ، ولَهُمْ عذَابٌ أليمٌ : شَيْخٌ زَانٍ ، ومَلِكٌ كَذَّابٌ، وَعَائِل مُسْتَكْبِرٌ » رواهُ مسلم « الْعَائِلُ » : الْفَقِيرُ
1856 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları temize çıkarmaz, suratlarına bile bakmaz; onlar için acıklı azâb vardır:
Bunlar zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar, kibirlenen fakirdir
Müslim, Îmân 172 Ayrıca bk Tirmizî, Cennet 25; Nesâî, Zekât 75,77

Açıklamalar
Muhtelif hadîs-i şerîflerden öğrendiğimize göre, Teâlâ’nın kıyamet gününde kendileriyle konuşmayacağı, temize çıkarmayacağı, hatta suratlarına bile bakmayacağı kötü kişiler vardır Cenâb-ı Hakk’ın onlarla konuşmaması; kendilerine gazap etmesi demek olduğu gibi, onları temize çıkarmaması, günahlarını affetmemesi, hatta ibadetlerine bile değer vermemesi anlamına gelmektedir Suratlarına bakmaması ise, onlara merhamet etmemesi demektir Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğramak, affını yitirmek, merhametinden uzak kalmak mahrumiyetlerin en büyüğü, bahtsızlıkların en korkuncudur Yüce Mevlâ böyle bir âkıbetten bizi ve bütün mü’minleri muhâfaza buyursun
Bu bahtsızlardan diğer üçünü 1839 numaralı hadiste görmüştük Burada kendilerinden söz edilen bir başka üçlü grup ise, zina, yalan ve kibir gibi en büyük üç günahı işleyen üç zavallıdır Onların kaçınmadığı bu üç yasağa dikkatle bakılırsa, kendilerinin, bu işlerden en uzak mesafede bulunması gereken kimseler oldukları görülür Buna rağmen o işleri yapmaları, ya ’ın bu yasaklarına önem vermediklerini veya kula hiç de yakışmayan bir inat içinde olduklarını gösterir
Bunlardan birincisi “zina eden ihtiyar”dır Yaşlı bir kimsenin, bir gence nisbetle zinadan daha uzak olması gerekir Zira onu bu günaha götürecek olan fena duyguları azalmış, güç ve kuvveti zayıflamış, kendisine helâl olan cinsî ilişkiyi bile yapamayacak hale gelmiştir Daha da önemlisi, herkesin gideceği o dönülmez yolu, ihtiyarın herkesten iyi farketmesi icap eder Esasen yaşlılık, zina fiilinden uzak durmak için güzel bir fırsattır Bütün bunlara rağmen gözü ve ayağı çöplükte olan ihtiyar, Cenâb-ı Hakk’ın azâbını haketmiş olur
“Yalan söyleyen hükümdar”ı da anlamak mümkün değildir Çünkü yalan söylemek güçsüzün, zavallının silâhıdır Elinde her türlü imkân bulunan bir devlet başkanı, yalandan en uzak durması gereken kimsedir Buna rağmen yalan söylemek gibi büyük bir günahtan kaçınmayan kimse, ilâhî gazaba müstahak olur “Kibirlenen fakir”, kendisine hiç yakışmayan bir işi yapmış olur Esasen fakirlik iyi bir şey olmamakla beraber, onun en büyük faydası, insanı mütevâzi olmaya sevketmesidir Bu sebeple tevâzu fakirde daha güzel durmakta, ona daha çok yakışmaktadır Zenginin durumu bunun tam aksinedir Onun elinde büyük imkânlar bulunduğu, her istediğini yapabilecek güce sahip olduğu için kibir duygusuna daha yakın, tevâzudan daha uzaktır İşte bu sebeple haline bakmadan kibirlenen fakir, Cenâb-ı Hakk’ın affını, merhametini ve iltifatını kaybetmiş olur
Bu hadis 618 numarayla geçmiştir
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Bazı büyük günahlar, kulun ’ın rahmetinden büsbütün uzaklaşmasına, hatta gazabını kazanmasına yol açabilir
2 Zikredilen üç günahı işleyen bu üç kişi, konumları itibariyle o suçlardan en uzakta olmaları gereken kimselerdir
3 Buna rağmen kendilerine hiç yakışmayan bu günahları işlemeleri, onları kesin yasağa rağmen önemsemediklerini gösterir
1857- وَعَنْهُ رضي اللَّه عنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « سيْحَانُ وجَيْحَانُ وَالْفُراتُ والنِّيلُ كُلٌّ مِنْ أنْهَارِ الْجنَّةِ » رواهُ مسلم
1857 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil, bunların hepsi cennet nehirlerindendir
Müslim, Cennet 26 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 261, 289, 440

Açıklamalar
Hadisimizde zikredilen dört ırmaktan üçü güzel yurdumuzdan çıkmaktadır Bunlardan Seyhan ve Ceyhan Orta Anadolu’dan çıkıp Akdeniz’e dökülmektedir Fırat da aynı şekilde Doğu Anadolu’dan çıkmakta, topraklarımızı sulaya sulaya akmakta, sonra da Basra körfezine dökülmektedir Nil nehri ise Mısır’ın hayatı sayılmaktadır
Bu nehirlerden Fırat ile Nil, Kütüb-i Sitte dediğimiz en değerli altı hadis kitabımızın çoğunda daha başka ifadelerle de yer almıştır Bunlardan bazıları şöyledir:
Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, Mi’rac gecesinde dört nehir gördüğünü, bunların kaynaklarından iki görünen (zâhir), iki de görünmeyen (bâtın) nehir çıktığını söylemekte, görünmeyen nehirlerin cennette bulunduğunu, görünen nehirlerin ise Nil ve Fırat olup bunların sidretü’l-müntehâ denilen ağacın dibinden kaynadığını haber vermektedir (Buhârî, Bed'ü'l-halk 6; Menâkıbü'l-ensâr 42, Eşribe 12, Tevhîd 37; Müslim, Îmân 264) Cennet, cehennem, arş, kürsî ve sidretü’l-müntehâ gibi bize görünmeyen şeyler hakkında herhangi bir fikrimiz yoktur Bunların ne olduğunu, nasıl olduğunu, nerede bulunduğunu bilmemekteyiz Bu sebeple bazı âlimler, bu ifadeleri aynen kabul etmenin uygun olacağını söylemişlerdir Doğru olan da budur Bazı âlimler ise, insanların bu nevi anlatımları yadırgayacaklarını düşünerek o hadisleri te’vil etmeyi uygun görmüşler ve bu hadislerde, adı geçen nehirlerin suladığı bölgelerde yaşayan ve onların yetiştirdikleri ile beslenen kimselerin, müslüman olmaları sebebiyle cennete gireceklerine ve cennet nimetlerini tadacaklarına işaret edildiğini söylemişlerdir
Bir başka te’vile göre, cennette bu nehirlerin adlarıyla anılan dört nehir vardır Hadîs-i şerîfte buna işaret edilmektedir
Günümüzün anlayışına daha uygun bir te’vil de şudur: Bu nehirlerin suları tatlı, insanların çeşitli şekillerde kullanmasına elverişlidir Özellikle aktığı topraklara bereket getirirler Bir de bu nehirler peygamberlerin yaşadığı bölgelerde aktığı için, onlar tarafından içilip kullanılmak suretiyle diğer ırmaklara nisbetle şeref kazanmıştır İşte bu gibi sebeplerle o dört nehir cennet ırmaklarından sayılmıştır Hatırlanacağı üzere 1826numaralı hadiste Resûl-i Ekrem Efendimiz Fırat nehri hakkında bir bilgi vermiş ve “Fırat nehrinin suyu çekilip, aktığı yatakta bulunan bir altın dağı meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz” buyurmuştur
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil cennet nehirleridir
2 Onlar aktıkları yerlere bereket götürürler
1858- وَعَنْهُ قَال : أخَذَ رَسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بِيَدِي فَقَالَ : « خَلَقَ اللَّه التُّرْبَةَ يوْمَ السَّبْتِ، وخَلَقَ فِيهَا الْجِبَالَ يَوْمَ الأحَد ، وخَلَقَ الشَّجَرَ يَوْمَ الإثْنَيْنِ ، وَخَلَقَ المَكْرُوهَ يَوْمَ الثُّلاثَاءِ ، وَخَلَقَ النُّورَ يَوْمَ الأرْبَعَاءِ ، وَبَثَّ فِيهَا الدَّوَابَّ يَوْمَ الخَمِيسِ ، وخَلَقَ آدَمَ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بَعْدَ الْعَصْرِ مِنْ يَوم الجُمُعَةِ في آخِرِ الْخَلْقِ في آخِرِ سَاعَةٍ مِنَ النَّهَارِ فِيمَا بَيْنَ الْعَصْرِ إلى الَّليلِ » رواه مسلم
1858 Ebû Hüreyre şöyle dedi:

Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elimi tutarak şöyle buyurdu:
, toprağı cumartesi günü yarattı Oradaki dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, sevilmeyen şeyleri salı günü, nûru çarşamba günü yarattı Hayvanları yeryüzüne perşembe günü yayıp dağıttı Âdem’i yaratılanların sonuncusu olarak cuma gününün son saatlerinde, ikindiyle akşam arasında yarattı
Müslim, Münâfıkîn 27 Ayrıca bk Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327

Açıklamalar
Resûlullah Efendimiz bu hadisi söylemeden önce, İslâmiyet’i öğrenmek için memleketini bırakıp Medine’ye gelen ve karın tokluğuna Mescid-i Nebevî’de yatıp kalkan Ebû Hüreyre’ye verdiği değeri ve ona duyduğu sevgiyi göstermek üzere elinden tutmuş, sonra da ona dünyanın yaratılışı hakkındaki bu önemli bilgileri vermiştir
Hadîs-i şerîf yeryüzündeki önemli varlıkların altı günde yaratıldığını, Hz Âdem’in de son günde ve sonuncu olarak yaratıldığını belirtmektedir Şu âyet-i kerîme de bunu ifade etmektedir: “Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık Bize hiçbir yorgunluk çökmedi” [Kâf sûresi (50), 38] Bazı müfessirler bu altı günü altı dönem olarak yorumlamışlar, buna gerekçe olarak da, henüz dünyanın yaratılmadığı, dolayısıyla gün anlayışının belirgin hale gelmediği bir zamanda “gün” sözüyle, daha geniş veya daha az bir vaktin kastedilmiş olabileceğini söylemişlerdir Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri şudur: Bu hadis, sayılan günlerde Teâlâ’nın sadece bu işleri yaptığı, başka bir şey yapmadığı anlamına gelmez Bizi ilgilendiren veya bizim bilmemiz istenen husus yeryüzünün, dağların, ağaçların, Hz Âdem’in ve diğer varlıkların hangi günlerde yaratıldığıdır Kâinâtın diğer varlıklarının hangi günlerde yaratıldığına dair bazı âyetlerde bilgi bulunmaktadır “Böylece onları iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti” [Fussilet sûresi (41), 12] âyeti bunlardan biridir Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler Elmalılı M Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirine bakabilirler [A’râf sûresi (7), 54; Fussilet sûresi (41), 10-12]
Kaf sûresinin yukarıda zikredilen 38 âyeti ile bu hadis, yahudilerin “ yoruldu; cumartesi günü istirahata çekildi” (Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn 1-2) şeklindeki iddialarının asılsız olduğunu göstermektedir
Hz Âdem’in ve dolayısıyla neslinin yeryüzünde mutlu ve huzurlu bir hayat sürmesini sağlamak üzere yer ve gökteki her şey onlardan önce yaratılmış, böylece onlar daha dünyaya gelmeden rahat ve konforları sağlanmıştır Çünkü insan kâinatın özüdür Muhtelif âyetlerde belirtildiği üzere yeryüzü, gökyüzü, kısaca bütün kâinat onun için, ona hizmet etmek için yaratılmıştır
Salı günü yaratılan sevilmeyen şeylerin neler olduğu konusunda fazla bilgi yoktur Salı günü demirin yaratıldığına dair zayıf bir rivayet vardır (Heysemî, Mecme‘u’z-zevâid, V, 93) Sevilmeyen şeylerin demir gibi madenler olduğunu söyleyenler herhalde bu ve benzeri rivayetlere dayanmışlardır Şayet sevilmeyen nesneler ölüm ve âfet gibi şeyler ise, buna dair de bir rivayet bulunmaktadır Buna göre cuma günü yıldızlar, güneş, ay ve melekler, aynı günün muhtelif saatlerinde ise ecel, âfet ve Hz Âdem yaratılmıştır (Hâkim, el-Müstedrek, II, 543)
Bu hadisi tenkit etmek ve onu tâbiîn âlimlerinden Kâ’b el-Ahbâr’ın sözü gibi göstermek isteyenler çıkmışsa da, Müslim ile Ahmed İbni Hanbel’in yukarıda zikredilen eserlerinde açıkça görüldüğü üzere bu hadis Kâ’b’ın değil, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sözüdür
Hadisten Öğrendiklerimiz
1 Teâlâ kâinatı ve Hz Âdem’i hadiste zikredildiği şekilde yaratmıştır
2 Günden maksadın ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir
3 Her şey, insanın rahatını sağlamak üzere ondan önce yaratılmıştır
1859- وعنْ أبي سُلَيْمَانَ خَالِدِ بنِ الْولِيدِ رضي اللَّه عَنْهُ قالَ : « لَقَدِ انْقَطَعَتْ في يَدِي يوْمَ مُؤتَةَ تِسْعَةُ أسْيافٍِ ، فَمَا بقِيَ في يدِي إلا صَفِيحةٌ يَمَانِيَّةٌ » رواهُ البُخاري
1859 Ebû Süleymân Hâlid İbni Velîd radıyallahu anh şöyle dedi:
Mûte Savaşı’nın yapıldığı gün elimde dokuz kılıç kırıldı Elimde sadece Yemen yapısı enli bir kılıç kaldı
Buhârî, Meğâzî 44


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.