Filozofların Evrensel Ahlak Yasaları |
07-22-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Filozofların Evrensel Ahlak YasalarıSOKRATES Sokrates (MÖ 469-399), insanın yapıp ettiklerini tümel bir doğruya dayandırmanın olanaklı ve gerekli olduğu kanısındadır Soruna şöyle bir çözüm getirmektedir: "Ahlakî eylemin amacı mutluluk, kaynağı ise bilgidir Bilgi, insanları doğru eyleme, bilgisizlik yanlış eyleme götürür Bilginin yolunu izleyen erdemli ve mutlu olur" Öyleyse erdemlilikle yani ahlaklılıkla mutluluk aynı şey demektir Bu yaklaşımıyla Sokrates, hem evrensel bir ahlak yasasının varlığını kabul etmiş hem de onu nesnel bir temele dayandırma girişiminde bulunmuş bir filozof olmaktadır Ne var ki bu görüşte aksayan bir şey olduğu söylenebilir Çünkü bazı durumlarda kişi, kendisine haz değil acı verecek bir tutumu ya da eylemi ahlaki olarak nitelemekte ve onun için her türlü özveride bulunabilmektedir Platon’a göre asıl gerçeklik idealar evrenidir Varlık evreni ise idealar evreninin bir kopyasıdır Platon ahlâk anlayışını da idea anlayışıyla açıklar İnsanın amacı mutluluğa ulaşmaktır Mutluluğun tek yolu da erdemdir Erdem insanı mutlu kılar İnsan iyiye varmak ister İyi ideası zaman üstüdür, ne doğar ne de yok olur Nesneler dünyasında insanın verdiği ahlâk yargıları, ahlâkî değerler, bu iyi ideasının bir yansımasıdır Eylemlerimizin ahlâkî ilkesi bütün zamanlar için geçerli olan iyi ideasında temelini bulur Buna göre ahlâklılık, iyi ideasının bilgisine dayanır Platon için de “ kimse bilerek kötülük yapmaz” Buna göre, iyi ideasını bilmek, doğruluk (hakikat) ile aynı anlama gelmektedir Platon ‘un ahlâkı tek kişiyi değil toplumun mutluluğunu esas alır Bu mutluluk da ancak devlette bulunur Devletin amacı insanlara erdemli, iyi olan bir yaşam sağlamaktır Platon hiç değişmeyen, hep kendisiyle özdeş kalan, öncesiz ve sonrasız olan varlıklara (örneklere) idea adını veriyor İdeaların görülemez, ancak kavranabilir olduklarını, var olan ideaların en yücesinin iyi ideası olduğunu belirtiyor ve bir eylemin "iyi" ya da "kötü" olduğunu, iyi ideasına uygun olup olmadığına bağlıyor Yani bir eylem iyi ideasına uygunsa iyi, değilse kötü oluyor Buradan, "Her insan idealar dünyasına yönelmeli ve eylemlerini iyi ideasına uydurmalıdır" sonucuna, başka bir deyişle nesnel temele dayalı evrensel bir ahlak yasasına varıyor Platon, "İnsan iyi ideasını kolay kolay göremez, görebilmek için de dünyada iyi ve güzel ne varsa hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur Kavranan dünyada doğruluk ve kavrayış ondan gelir İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış yaşamında bilgece davranabilir" der Bu sözlerden, Platon'un "iyilik ideası'nı bir tür tanrı olarak algıladığını ve evrensel ahlak yasasını ona dayandırdığını söyleyebiliriz FARABİ Evrensel ahlak yasasının varlığını, kabul eden ve onu nesnel özelliklerin belirlediğini ileri sürenlerden biri de Türk filozof Farabi'dir (870-950) Farabi, Aristoteles'in eserleri üzerinde çalışmıştır Bu nedenle, doğudaAristoteles "Muallimi Evvel (birinci öğretmen)" diye bilinirken kendisine ikinci öğretmen anlamına gelen "Muallimi Sani" denmiştir Farabi, "Bilgi erdemlerin başıdır, o halde niçin ahlak kuralları ortaya koyamasın" der ve bilginin önemini şöyle belirtir: "Aristo'nun eserlerinde yazılı şeyleri bilip ona göre davranmayan bir kimse, Aristo'nun öğretilerine uygun hareket eden fakat onları bilmeyen insandan efdal(üstün)dır Bilgi, ahlak hareketten daha üstün mertebededir; başka türlü olsaydı, ahlaki eylemler hakkında hüküm beyan edemezdik" Farabi'ye göre insanı mutluluğa ulaştıracak bilgi, kendi kendinin nedeni olan "zorunlu varlık"ın, yani Tanrı'nın bilgisidir Diğer varlıklar, yani kendi kendisinin nedeni olmayan "mümkün varlıklar" zorunlu varlıktan çıkmıştır Farabi ilk çıkan varlıkların "akıllar" olduğunu söyler En önemli akıl, insan zihninde olanak halinde bulunan, düşünceyi etkili duruma getirebilen etkin akıldır Farabi'ye göre mantık bilgi yasalarını ortaya koyabiliyorsa ahlak da insanın izlemesi gereken yolun ana kurallarını (yasalarını) ortaya koyabilir Bunu gerçekleştirecek yetkili organ akıldır Akıl, bir eylemin iyi ya da kötü olduğuna karar verebilir İnsan etkin akılla "iyi"nin bilgisine ulaşabilir Ona göre "iyi eylemler" akla dayanan seçimle yapılır ve insanı mutluluğa götürür BARUCH SPİNOZA Hollandalı Spinoza (1632-1677) panteist bir filozoftur Panteizm evren (kozmos) ile tanrıyı bir tutan, "Evren ve tanrı tek ve aynı varlıktır" diyen öğretidir Bu öğretide -örneğin Spinoza'da- tanrı, evrenin yaratıcısı değil, tözüdür (cevher) Tanrı ya da evren bütün varlıkların kaynağı olan yaratıcı doğa (natura naturans) ile onun sonucu olarak düşünülen bu varlıkların yani yaratılmış doğanın bütünüdür (natura naturata) Yaratıcı doğa, yaratılmış doğanın her noktasında etkindir Spinoza, felsefesine çıkış noktası olarak tanrı (kozmos) kavramını almıştır Tanrı kavramını bilmenin, bu kavramın içereceği bütün kavramları ve bunlar arasındaki bağıntıları bilmeye yeteceği görüşündedir Nitekim en önemli eseri olan "Etika"da ahlak sistemi tanrı temeline dayandırılmıştır Spinoza'ya göre tanrı kesin olarak özgürdür Onu hiçbir şey etkilemez Oysa insan başka şeylerin sürekli etkisi altındadır, insanı etkileyenlerin başında tutkular gelir Olumlu tutkular başarıya; olumsuz tutkular kötülüğe götürür, bireyi edilgin ve köle yapar Ahlakın görevi, düşünce yoluyla olumsuz ve yıkıcı tutkuları yenmektir Spinoza'ya göre kişiyi olumsuz ve yıkıcı tutkulardan kurtaran ve aklın uygun gördüğü yaşam biçimine kavuşturan bilgidir Bilgi ile donanmış kişi her şeyin tanrının özünden türemiş olduğunu anlar; güçsüzlükten ve kölelikten kurtulup güçlü, özgür ve erdemli olur Bundan sonra onun uyacağı, ahlak yasası bilgisini edindiği evrenin (tanrının) yasasıdır Yasaya uygun olan "iyi", aykırı olan "kötü"dür I Kant (1724-1804) kendisinden önceki filozofların öne sürdüğü ahlâksal eylemlerin mutluluk olduğu görüşünü kabul etmez Çünkü, mutluluk kişiden kişiye göre değişen bir durumdur ve yaşamın amacı olamaz Oysa ahlâkın temelini herkes için değişmeyen bir şey oluşturmalıdır Bu şey ise iyiyi isteme dir Asıl olan amaç, ister gerçekleşsin, ister gerçekleşmesin iyiyi isteme dir Bu bir ahlâk yasası olmalıdır Kant bu ahlâk yasasını şu yargı ile dile getirir: “ Öyle hareket et ki, senin hareketlerin aynı zamanda başka insanların da hareketleri için bir ilke ve yasa olsun” Kant bu yasayı insanın kendi özgür iradesi ile karar verdiği ve uyduğu için, evrensel ahlâk yasası olarak değerlendirir Özgür iradenin bu yasayla birleşmesi gerçek özgürlüktür Gerçek özgürlük ise insanın değerini tam olarak ortaya koyar Kant , evrensel ahlâk yasasını akıl yoluyla temellendirmiştir Bu yasa hem sübjektif hem de objektif özellikler taşır; kişinin özgür kararına bağlı olduğu için sübjektif, evrensel olma özelliği taşıdığı için de objektiftir Kant’ın bu görüşleri şöyle örneklendirilebilir: Öğrencinin derslerine çalışması onun ödevidir Öğrenci, ödev olduğu için derslerine çalışıyorsa, bu ödeve uygun eylemde bulunuyor demek olur ve bu da ahlâkî bir eylem olur Ama, sınıf geçmek gibi bir fayda amacı ile çalışıyorsa, o zaman bu çalışma eylemini ödev olduğu için değil, onu bir başka amaç için , bir fayda amacı için yapmış olur ki, o zaman bu ders çalışma eylemi ahlâkî bir eylem olmaktan çıkar Yine örneğin, yoksula yardım etmek bir ödev olarak yerine getiriliyorsa, bu ahlâkî bir eylem olur Ama, yardım kişinin kendi duygularını tatmin etmek amacıyla yapılıyorsa, bu eylemin ahlâkla bir ilgisi yoktur Bu akılcı ve formalist (içeriksiz) niteliği ile Kant’ın ahlâk anlayışı, ahlâk yasasını birey üstü ve evrensel bir boyutta temellendirirken, bir yandan ahlâk felsefesinin mutluluk ahlâkı ve dinsel ahlâk gibi içerikli ahlâk anlayışlarından olan bağımsızlığını, öbür yandan da ahlâk değerlerinin göreliliğine karşı genel-geçerliğini ve mutlaklığını savunmuş olur Kant, ahlaklı bir kimsenin şu üç buyruğa göre davranması gerektiği görüşündedir: 1) "Her zaman öyle davran ki eylemine ölçü olarak aldığın ilkeyi, herkes için genel bir yasa olarak isteyebilesin" Kant bu buyruktan, aslında aynı şeyin iki ayrı görünümünden başka bir şey olmayan iki buyruk daha çıkarıyor: 2) "Öyle davran ki insanlığı, kendinde ve başkalarında hiçbir zaman bir araç olarak değil, hep bir amaç olarak göresin" 3) "Öyle davran ki kendi istencini genel bir yasa koyucusu gibi saygın tutabilesin" Kant'a göre, kişinin yapması gereken, bu üç ilkeye uygun davranmaktır; çünkü ilkelere uygun olan "iyi", olmayan "kötü"dür Burada Kant'ın "bilgi"yi incelerken benimsediği yaklaşımdan ayrıldığını görüyoruz Bilgi alanında "mutlak"ı (numeni) bilemeyeceğimizi ileri süren filozof, ahlak alanında aklın yasa koyabileceğini kabul etmektedir Bu konuda Kant'a yöneltilen eleştirilerden biri de şudur: Bir eylemin sonuçlarının hiç dikkate alınmaması ne denli doğrudur? Kant ahlakını bu yönden eleştirenlere göre ahlaki bir eylem, hem salt iyi niyete dayanan hem de etkili iyi sonuçları olan bir eylemdir Ahlâk problemi yalnızca felsefede kalmamış, dinler de ahlâk yasasıyla ilgilenmişlerdir İslâm dünyasında gelişen tasavvuf düşüncesi, ahlâk yasasını kendine özgü yorumuyla temellendirmeye çalışmıştır Bu görüşler Türk-İslâm kültüründe ortaya çıkmış olan önemli kişilerde örneklendirilebilir MEVLÂNA Mevlâna Celâlettin Rumî (1207-1273), öbür mutasavvıflar gibi öncelikle şu iki soruya yanıt aramıştır: 1) Evrenin varlık nedeni nedir? Başka bir deyişle neden ve nasıl oluyor da bu evren vardır? 2) İnsanın bu evrendeki yeri ve değeri nedir? Mevlana birinci soruyu vahdetivücut (varlığın birliği) daha açık bir deyişle "Tanrı, evrenin özü; öteki canlı ve cansız varlıklar da onun belirtileridir" inancı içinde yanıtlamaktadır Ona göre de gerçek ve mutlak varlık yalnızca Tanrı'dır Tanrı'nın "gizli bir hazine" olmaktan çıkıp bilinmeyi istemesi, iyilik ve güzelliğini göstermeyi arzulaması evrenin varlık nedenidir Başka bir deyişle Tanrı, güç ve yüceliğini göstermek için evreni yaratmıştır Bu bakımdan evren bir görüntüler alanından başka bir şey değildir Mevlana'ya göre insanın evrendeki yeri ve değeri diğer yaratıklardan üstündür; çünkü "bilgi"ye erişmiş tek varlık odur Her ne kadar evrendeki tüm varlıklar aynı varlığın (Tanrı'nın) belirtileri olsalar da bunlar arasında kendisine ilahi ruh üflenmiş olan yalnızca insandır Bu nedenle bütün varlıklar içerisinde sadece o, tek varlığın (Tanrı'nın) özünü, güzellik ve iyiliğini sezebilir Ne var ki birtakım bedensel ve toplumsal zevkler bu "sezgi"ye ulaşmayı engeller O zaman insana düşen görev onlarla savaşmaktır Kişinin bu savaşta başarılı olması onu, kendi kendini tanımaya, giderek Tanrı'yı bilmeye ve sevmeye götürür Mevlana'ya göre gelip geçici bedensel ve toplumsal zevkleri yenmenin ve Tanrı'yla bütünleşmenin biricik yolu aşktır Aşk, yaratılmış her varlığın Tanrı adına sevilmesidir O halde evrensel ahlak yasasının temelini oluşturan aşk, eş deyişle sevgidir Bu sevgi insana yapıp etmelerinde uyacağı ahlak yasasını gösterir: "Yaratılmış her varlığı sevmek iyi, sevmemek kötüdür" İnsan bir takım sorumluluklar taşır Bu sorumlulukları Tanrı’nın güç, güzellik ve yüceliğini en saf biçimde bilmek ve buna göre yaşamaktır İnsan gelip geçici zevklerden arınarak ilahî aşk ile Tanrı’ya yaklaşmalıdır İlahî aşkı içinde duyan kişi tüm insanları sevecektir Evrendeki varlık ve düzenin kaynağı Tanrı olduğu için, kim ve ne olursa olsun sevilmeli ve hoşgörüyle davranılmalıdır YUNUS EMRE Yunus'a göre gerçek varlık Tanrı (Hak)'dır Doğru bilgi (hakikat) Tanrı'yı tanımaktır Yüce değer, Tanrı'ya ve Tanrı'yı tanımaya yönelmektir Tanrı'yı tanımanın tek yolu da sevgi(aşk)dir Tanrı hem seven, hem sevilen hem de sevginin kendisidir Tanrı, tek olduğu halde görünen çokluğu (evreni) sevgi, seven ve sevilen olmasından dolayı yaratmıştır Yunus Emre vahdetivücut görüşünü benimseyen mutasavvıflar gibi, varoluşu Tanrı'nın sevgisiyle açıklamaktadır Ona göre de evren bir görüntüler alanı, bir hayaldir; Tanrı'nın yüzünü insandan gizleyen bir tür perdedir Eğer Tanrı perdesiz ve apaçık olsaydı her şey anlamsızlaşırdı O zaman ne sır, ne aşk ne de iman ve küfür olurdu Yunus'a göre her insanda onu dünyaya bağlayan bir benlik vardır Kişi, benlik yoluyla gereksinimlerini karşılar yaşamını sürdürür Ne var ki benlik, insanı bencil, çıkarcı, hırslı yapar; onu sevgiden, dolayısıyla Tanrı'dan uzaklaştırır O halde benliği etkisiz kılmak gerekmektedir Bunun yolu da sevgi(aşk)dir Yunus, sevgiyle "benci benlik"in yok edilebileceği ve yerine "ilahi benlik"in konulabileceği görüşündedir Ona göre ilahi benlik kişiye yeni bir kimlik kazandırır Kişi, sevgi yüklü bu kimlikle de Tanrı'ya yaklaşır ve kendi içinde Tanrı'yı bulur Yunus Emre'ye göre Tanrı'nın yarattıklarını sevmeyen, onların haklarına saygı göstermeyen Tanrı'ya ulaşamaz Onunla bütünleşemez O halde Yunus'ta da evrensel ahlâk yasası öteki mutasavvıflarda, örneğin Mevlâna'da olduğu gibi açık seçik bellidir: "Yaratılmış her varlığı, özellikle de insanı sevmek 'iyi'; sevmemek 'kötüdür Yüce değer, iyilik yapmaktır" Ancak böyle davranılırsa erdem sahibi olunur “ Dünyadaki her yaratığa aynı gözle bakmayan, dinin evliyası olsa bile, gerçekte asidir” Sözü Yunus Emre’nin görüşlerinin özünü oluşturmaktadır HACI BEKTAŞ VELÎ Hacı Bektaş Velî 13 yüzyıl sonunda Horasan'dan Anadolu'ya gelmiş ve Kırşehir yöresine yerleşmiş bir Türk mutasavvıfıdır Benimsediği felsefi öğreti vahdeti vücuttur Tanrı'dan başka hiçbir varlığın bulunmadığını kabul eden bu öğretide, Tanrı'ya erişme üç aşamalı bir çabayı gerektirir Tasavvuf yolunda ilk adım vahdetişuhûddur Bu aşamada insan, çevresinde gördüğü (şahit olduğu) her şeyi tek şeyle, yani Tanrı'yla açıklar, ikinci aşama vahdetikusûddur Bu aşamada insan çevresinde gördüğü değişik nesnelerin aynı özden oluştuğunu düşünür ve bunları maddesel olan tek özde birleştirir Ancak bu aşamada, maddesel olan evrenle ruhsal olan Tanrı ikiliği devam eder İkinci aşamayı üçüncü ve son aşama izler Bu aşamada tüm varlıklar tek varlık içinde, eş deyişle Tanrı'da birleşip kaynaşırlar Böylece insan, kendi varlığını tek varlığa katarak vahdetivücut (varlığın birliği) aşamasına ulaşır ve kendisinin tek varlığın insan biçimindeki bir belirtisi olduğunun bilincine varır Hacı Bektaş Velî'ye göre bu aşamaya erişen kişi kâmil (olgun) insandır Kâmil insan Yaradan(Hak)la yaratılanı (halk) birbirinden farklı görmez Yaradan'ın yaratılanın iç yüzü olduğunu, yaratılanın ise Tanrı'nın bilgisinin ve zatının dış yüzü olduğunu bilir Hak ile halkın bu birliğine aynü'l cem denir Hacı Bektaş Velî'nin ahlak anlayışı eşitlik, kardeşlik, dayanışma, iyilik sevgi ve erdeme dayanır Mevlâna ve Yunus gibi onda da temel ilke insan ve Tanrı sevgisidir Ona göre de yaratılmış her varlığa sevgiyle yaklaşmak "iyi", sevgisiz yaklaşmak «kötü"dür Onun ahlâk anlayışı ve dayandığı ilke Tanrı’ya duyulan sevgidir Onun felsefesinde iki temel kavram vardır Biri “fark”, diğeri “cem” kavramıdır Fark, Tanrı ile yaratmış olduğu insanı birbirinden ayrıymış gibi bilmek ve tanımaktır Cem ise, Tanrı ve insanı birlik olarak bilmek ve tanımaktır Bu bilme ve tanıma, varlığın sırrıdır Bu sırra yükselen ve onu bilen kişi ise, kâmil, bilge kişidir Kâmil kişi, yaratan ile yaratılanı birbirinden farklı görmez * |
Filozofların Evrensel Ahlak Yasaları |
07-22-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Filozofların Evrensel Ahlak Yasalarıİnsanlar için iyilik ve mutluluk yöneldikleri hedeflerdir Bu hedeflere insan akıl yoluyla ulaşır Yani iyi ile kötü akıl yoluyla belirlenir İnsana özgür iradeyi akıl verir ******* ya göre, insan tutkular ve düşünce ikilemi içinde yaşar Tutkular, ruhun karışık ve bulanık yanını oluşturur ve bunlar güçsüzlük, erdemsizlik ve yetkinsizlik halleridir İnsan tutkularıyla bir köle, düşünce durumunda ise özgürdür Özgürlük erdemdir Buna göre, ahlâkın hedefi düşünce ile tutkuları yenmektir Ahlâkî hayat, aklın tutkulara karşı savaşıdır ve insanı tutkuların kölesi olmaktan kurtarıp, onu özgür kılmaktır *************************** İnsan bir takım sorumluluklar taşır Bu sorumlulukları Tanrı’nın güç, güzellik ve yüceliğini en saf biçimde bilmek ve buna göre yaşamaktır İnsan gelip geçici zevklerden arınarak ilahî aşk ile Tanrı’ya yaklaşmalıdır İlahî aşkı içinde duyan kişi tüm insanları sevecektir Evrendeki varlık ve düzenin kaynağı Tanrı olduğu için, kim ve ne olursa olsun sevilmeli ve hoşgörüyle davranılmalıdır herzaman ki gibi çok güzel bir paylaşım |
|