Hekim Gözüyle |
07-16-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hekim GözüyleSanat tarihi dersinde öğrenip merak ettiği Mikelanj ve onun Musa heykelinin hikâyesini hiç unutmamış ve insan şeklini alan bu mermere şimdi hayran hayran bakıyordu Roma’ya tıp tahsili için gelen Orhan, canlı gibi duran heykelin karşısında Mikelanj’ın sanat kabiliyetini ve ustalığını, taşa sanki can veren bu ustanın nasıl bir insan olduğunu düşünüyordu Birden yanında beliren kendisi gibi Türkiye’den tıp tahsili için Roma’ya geien arkadaşı Adnan’ın selam verişiyle kendine geldi Derslerde yanında oturduğu Adnan ona her fırsatta insan vücudunun mükemmel dizaynından ve programından bahseder ve bu İlâhî sanat eserine dikkatini çekerek düşünmesini tavsiye ederdi Şimdi müzedeki heykele beraberce bakarlarken Adnan da heykele olan hayranlığını gizleyememekte “ne kadar ustaca ve kusursuz bir heykel değil mi Orhan?”demekteydi Arkadan “Kim bilir Mikelanj’ın geceli, gündüzlü kaç yılını, alın terini ve göz nurunu alan bu heykel maalesef cansız” diye eklemiş ve devam etmişti: “Aslında biz de aynı maddelerden yapılmamış mıyız? Heykelin yapıldığı taş nasıl karbon, hidrojen, oksijen ve diğer bazı elementlerin bir karışımıysa, biz de aynı elementlerin farklı bir karışımı değil miyiz? O halde bizi canlı onu cansız kılan fark nerede?” Bu sorular önce biraz canını sıkar gibi olduysa da gerçekten düşündüğünde Adnan’ın bu sorularında haklı olduğunu ve onu düşünmeye sevk etmek istediğini, beynini biraz zorlaması gerektiğini anladı Gerçi inançsız ve ateist biri sayılmasa bile orta ve lise tahsili boyunca bu tür konular yanında hiç konuşulmamış, ebeveyni onu sadece yarış atı gibi imtihandan imtihana hazırlamışlar; böyle sorularla zihnini yormamasını, tek hedefinin tıp fakültelerine girmek olması gerektiğini öğütlemişlerdi Fakat tıp fakültesine girdiğinden beri Adnan’ın zaman zaman başlattığı bu fikir ve düşünce dünyasındaki kısa egzersizler, onun ruh dünyasındaki derin boşlukları, kalbinin ve vicdanının yıllarca susturulmuş iniltilerini gün yüzüne çıkarmıştı İşte şimdi yine o, yıllarca terk edilmiş kalp ve ruh dünyasında ürpermeler başlamış, hem tatlı bir merak, hem korku, hem de kesin inanmakla üzerine binecek sorumluluk duygusuyla sarsılmıştı Adnan’ın samimî davranışlarından, yarım inancından dolayı kendisini küçük görmeyişinden, her derdine ortak olma gayretinden çok hoşlanıyor, onun yanında değişik bir huzur hissediyordu Bu yüzden onunla birlikte kalma teklifini hemen kabul etti Türkiye’den gelen diğer fakültelerde okuyan dört arkadaşıyla birlikte kalan Adnan’ın evine taşındı Artık her gün akşam yemeğinden sonra, iki tıp fakülteli arkadaş anatomik ve fizyolojik olayların arkasındaki mükemmel ilim, irade ve kudret hakkında konuşuyorlar; Adnan aslında bütün bu konuşmalarda soruyu soran ve cevabını da bildiği halde Orhan’a kendisinin bulması için yol gösteren bir rol oynuyordu Herkes odasına çekilip yattıktan sonra Orhan soruların cevabını vicdanından ve ruhunun derinliklerinden bin bir sancıyla çıkarmaya çalışıyor, yatakta bir o yana, bir bu yana dönüyor, Mikelanj’ın heykelini bir hekim gözüyle laboratuara alarak yeniden incelemeye başlıyordu Bir hücreden 100 trilyon hücre nasıl meydana geliyor? İnsan vücudundaki yaklaşık 200 farklı çeşitteki kas, kemik, kıkırdak, sinir, kan, salgı hücreleri her biri ayrı ayrı vazifeleri nasıl yükleniyorlar ve bir hücreden bu kadar çeşit özel hücreye nasıl farklılaşıyor? 100 milyar kadar sinir hücresine sahip, 1,5 kg ağırlığındaki beynimiz dünyanın en kompleks nesnesi olarak bütün duyularımızın ve hafızamızın merkezi, bütün medeniyetler ve korkunç teknolojiler tamamen 1,5 kg’lık pelte gibi bir madde yığını olan insan beyninin ürünü gibi gözüküyor? Hâlbuki o beyinler de, bildiğimiz topraktaki fosfor, bakır, karbon gibi elementlerin bir karışımı değil mi? Ölüp çürüdüğünde aynen toprak olan bu madde karışımı nasıl bir organizasyonla bir arada tutuluyor ki, beyin başta olmak üzere birçok canlı hücre grubu iş gören özel organlar halinde hayatın devamı için çalışıyorlar? Kılcallarıyla birlikte 120000 km’yi bulan kan dolaşım sistemi, en ücra köşelere bile kan getirecek şekilde bir şebeke halinde bütün vücuda yayılmış ve ömrümüz boyunca hiç durmadan 2,5 milyardan fazla atan kalbimiz nasıl mükemmel bir pompa? Kendinden yağlamalı, aşınmadan yorulmadan çalışıyor Günde 20 milyar yabancı toz ve mikrop gibi parçacıkları nefesle yuttuğumuz halde, solunum yollarımızdaki mükemmel filtreler sayesinde hava, akciğerlerimize temizlenerek geliyor Mikroplar, son derece iyi organize olmuş (hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz) bağışıklık sistemimiz ve onun vurucu timleri sayesinde affedilmeden yakalanıp imha ediliyor Bütün bunlar gayesiz ve sebepsiz olabilir mi? Sperm ve yumurtanın birleşerek embriyoyu ve daha sonra cenini meydana getirmeleri; cenindeki hücrelerin birbiriyle sessiz ve son derece hatasız haberleşme yolları kurmaları ve ne zaman, ne olacaklarını kimyevî ve elektriki uyarı lisanıyla birbirlerine haber vermeleri? Aman Allah’ım ne müthiş bir program! Embriyo gelişirken hem çoğalan hem de farklılaşan hücreler en az 50000 farklı protein sentez ederek bütün hücrelerin dengeli çalışmasını kontrol ediyor, her protein sentezi bir sonraki safhanın sebebi, bir öncekinin ise sonucu oluyor ve ne az ne de fazla sentezleniyor Kollagen, deriyi yaparken, insulin enerji kullanımını kontrol ediyor, hemoglobin oksijeni dokulara dağıtıyor ve her bir protein ayrı ayrı şifrelenerek özel formüllerle sentezleniyor Hücreler çoğaldıkça gruplar hâlinde yeniden tertipleniyor; uygun yerde ve uygun zamanda özel tabakalar, çukurlar veya tüpler hâlinde yeni dokuları meydana getiriyor Her saniye daha da kompleksleşerek gelişen ceninde göz, kulak, bacak ve kollar, mide, kalp gibi organlar, olması gereken yerde tam zamanında ve en mükemmel şekilde nasıl hazır oluyor? Böbreğimizdeki bir milyon kadar mikroskobik glomerulusdan, bowman kapsülü içine her an kanın içinden seviyesi yükselmiş olan zararlı maddelerin otomatik süzülmesi, sonra bir miktarının tüplerde geri emilmesi ve vücudun durumuna göre idrarın terkibinin ve miktarının ayarlanması, dolayısıyla metabolizmanın azotlu artıklarıyla vücudun zehirlenmekten korunması bu kadar hassas nasıl dengelenebilir? Ya endokrin sistemdeki mükemmel düzenleme, mikrogram hatta pikogram seviyesindeki hormonlarla koca vücutta umulmadık değişikliklerin ortaya çıkmasını, anahtar-kilit benzeri mekanizmayla çalışan binlerce enzimin her saniye milyonlarca reaksiyonu aksamadan yerine getirmesi, bütün bunlar kendi kendine nasıl olabilir? Vücuda ait bütün bilgilerin DNA ipliği üzerine nakış gibi işlenerek kodlanması, 100000 kadar genin gerektiği zamanda, gerektiği yerde ve uygun dozda çalışması ve gerekli sentez şifrelerinin üretilmesi tamamen mucizevî değil mi? Ancak burada sadece bilginin kâfi gelmeyişi, bu kadar kompleks hâdiseleri devamlı kontrol eden bir irade ve kudretin bulunmasını gerektirmektedir Çünkü her an müdahale edilmeden bu makinenin çalışması mümkün olamaz Zira kurulmuş saat gibi olsa sürekli değişen çevre şartları karşısında canlı sistem alternatif üretmeyeceğinden çoğunlukla bozulmaya ve parçalanmaya giderdi Ama öyle olmuyor, hücreye her an müdahale edilerek çok alternatifli durumlara uygun tedbirler alınıyor İşte bunu tesadüflere ve tabiata havale edemem! Demek ki, Musa heykelinin Mikelanj gibi bir ustası varsa, o heykelden milyonlarca defa daha mükemmel şu insan vücudunun, Mikelanj gibi binlerce sanatkârı da yaratan sonsuz kudret ve ilim sahibi bir Sanaîkâr’ı var! Bu hükümle Orhan, yatağında sevinçle doğruldu, içine tarifi mümkün olmayan bir huzur dolmuştu Sabah kahvaltısında Adnan’a sorularının cevabını bulduğunu söyleyip kendisini düşünmeye sevk ettiği için teşekkür ederken, Adnan yeni bir soruyla onu yeni bir yola sürükledi “Peki Mikelanj o kadar mükemmel yaptığı, özendiği, emek verdiği sanat eserini birkaç çekiç darbesiyle kırıp parçalayıp çöpe atar mı?” Bu sorunun cevabı açıktı; “tabiî ki böyle bir şey yapmaz, tam aksine onu herkes görsün ve Mikelanj’ın sanatını herkes takdir etsin diye en iyi şekilde sergilemeye bakar” Adnan hemen aradığı fırsatı bulmanın sevinciyle “peki o heykelden çok daha mükemmel olan bizim vücudumuzu Allah yokluğa atar mı?” Cevap yine açıktı “Tabiî ki atmaz” “O halde demek ki, bu dünyadan sonra bütün hesapların görüleceği ve tekrar bedenimizle dirileceğimiz bir âlemin olması gerekli değil mi?” Adnan’ın bu son cümlesini de mantıklı ve vicdanının sesine uygun bulan Orhan, artık inanan biri olmuştu, Yok olmama, sevdikleriyle ebedî beraber olma, bütün lezzetleri dünyada geliştirebildiği ölçüde sonsuz denecek bir şekilde tatma düşünceleri Orhan’a büyük bir huzur ve sevinç vermişti Bir tıp öğrencisinin insan vücudu hakkındaki merakı ve sorulan nereye varmış, o güne kadar inanmanın tadını bilmeyen Orhan, inancın huzur iklimine girmişti ProfDr Arif SARSILMAZ |
|