Dîvân-İ Hümâyün... |
07-16-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Dîvân-İ Hümâyün...Mühim devlet işlerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı yüksek merci Dîvân-ı Hümâyûn, bugünkü Bakanlar Kuruluna benzetilebilir (Bkz Müslüman Türk Devletlerinde Dîvanlar) Diğer Türk ve İslâm devletlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da Dîvân-ı hümâyûn adı ile bütün mühim devlet işlerinin görüldüğü ve karara bağlandığı bir merci olmak üzere, büyük dîvân vardı Osmanlı Devletinin merkez teşkilâtının üç büyük temel unsurundan biri de, Dîvân-ı hümâyûn ve kalemleridir Diğerleri Bâb-ı âsafî ve kalemleri ile Bâb-ı defterî ve kalemlerinden meydana gelmektedir Dîvân-ı hümâyûnda, imparatorluğa ait siyasî, idarî, askerî, örfî, şer’î, adlî ve malî işler, şikâyet ve davalar görüşülüp, ilgililer tarafından tetkik edildikten sonra, bir karara bağlanırdı Dîvân, hangi dil ve millete mensup olursa olsun, her sınıf halka, kadın erkek herkese açıktı Devletin idarî, siyasî ve örfî işleri doğrudan doğruya; diğerleri, bir müracaat, bir itiraz veya bir lüzum üzerine tetkik edilirdi Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahallî kadılarca haklarında yanlış hüküm verildiğini iddia edenler, vakıf mütevellîlerinin haksız muamelelerine uğrayanlar, idarî veya askerî âmirlerden şikâyeti olan herkes ve diğer davacılar Dîvân-ı hümâyûna bizzat başvururlardı Bütün davalar burada tarafsızlıkla görülürdü Ayrıca, harp ve sulh gibi kararlar dîvânca verildiği gibi, bütün mühim devlet işleri de burada müzakere edilir ve neticelendirilirdi Dîvânda bitmeyen veya padişaha arza muhtaç olmayan gerek resmî ve gerek hususî işler, padişahın mutlak vekili olan veziriâzamın İkindi Dîvânı'nda müzâkere edilir ve karara bağlanırdı Dîvân-ı hümâyûn, mutat toplantılarından başka, kapıkulu askerlerine ulûfe dağıtımı için üç ayda bir fevkalâde olarak toplanırdı Gelen yabancı elçiler de, bu vesile ile sadrazamla görüşürler ve daha sonra padişahın huzuruna çıkarlardı Buna, Galebe Dîvânı denirdi Padişahın, tebaasıyla ve bilhassa askerî sınıflarla vasıtasız olarak görüşmesi gayesiyle, tahtın, Bâbüssaâde denilen, sarayın üçüncü kapısı önünde kurulması suretiyle akdedilen olağanüstü toplantılara ise, Ayak Dîvânı denirdi Ayak dîvânları, ekseriya ihtilal veya karışıklık zamanlarında olurdu Hükümdar, burada halkla veya askerle doğrudan doğruya temas eder, dertlerini dinlerdi Ayak Dîvânının, mühim ve acele işleri müzakeresi ve derhal bir karara varılması için, hükümdarın veya serdâr-ı ekremin başkanlığında, saray dışında ve meselâ sefer zamanlarında ordunun bulunduğu yerde toplandığı da olurdu Bu sırada müzakerelere, yalnız devlet adamları ve tecrübeli komutanlar katılırdı Fatih devrine kadar, dîvâna bizzat padişahlar başkanlık ederlerdi Daha sonra padişah adına veziriâzamlar başkanlık etmişlerdir Padişah nerede bulunursa, dîvân orada toplanırdı Yalnız veziriâzam seferde bulunurken, büyük dîvân onun başkanlığında toplanırdı Fatih zamanında da dîvân her gün toplanmakta olup, haftada dört gün padişahın huzaruna arza girilirdi Dîvân-ı hümâyûn toplantıları, 16 yüzyıldan sonra haftada dört güne inmiştir Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli’nin yazdığına göre, Üçüncü Murad Han zamanına kadar, haftada dört gün dîvân toplanır ve bu dîvân toplantılarından sonra dört defâ da arza girilirken, dört defa arza girmek çok görüldüğünden, arz günleri, ikiye indirilmiştir Toplantı, Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı günleri yapılırdı Bu dört günde, Dîvân-ı hümâyûn üyeleri, saraya gelip işlere bakarlardı Pazar ve Salı günleri müzakerelerden sonra veziriâzam ile diğer vezirler, kazaskerler ve defterdarlar, Arz Odası'nda padişahın huzuruna kabul olunarak, dîvân işleri hakkında her biri ayrı ayrı izahat verirdi Dîvân heyetine, vezir rütbesinde olmadıkça, Yeniçeri Ağası katılamazdı Vezir olmayan Yeniçeri Ağası, arz günlerinde dîvân üyelerinden önce arza girip, Yeniçeri Ocağına dair söyleyeceğini söyler, sonra maiyetiyle beraber, ağa kapısına girerdi Dördüncü Mehmed’in padişahlığı ve Fazıl Ahmed Paşanın sadrazamlığı zamanında, evvelâ Avusturya ve sonra Leh seferleri dolayısıyla padişah Edirne’de bulunduğundan, dîvân müzakerelerini, yalnız arz günlerine inhisar ettirerek, haftada iki gün, yani Pazar ve Salı günleri toplanması kararlaştırılmıştı Padişah, 1677’de İstanbul’a gelince, yine aynı surette haftada iki gün olarak devamı emredilmişti Bu durumda devlet işleri, yavaş yavaş sadrazamların İkindi Dîvânı'na yükletilmiş oluyordu İkinci Ahmed’in saltanatının son senelerinde, haftada iki gün toplanan dîvânın azlığı ve iş sahiplerinin mağduriyeti göz önüne alınarak, bu hükümdarın emriyle, dîvân toplantıları yine haftada dört gün olmuştu Dîvân toplantılarının, 18 yüzyıl başlarında, Üçüncü Ahmed Han zamanında, haftada ikiye ve sonra bire indiği görülmektedir Daha sonraki devirlerde dîvân toplantıları, büsbütün terk edilerek işlerin halli sadrazam dîvânına bırakılıp, padişahların iradeleri alınmak için, hükümdara telhisçi gönderilmek suretiyle, Paşa Kapısı'nda görülür olmuş ve dîvân akdi üç ayda bir, kapıkulu ocaklarına maaş verme ve yabancı elçi kabulü şekline dönüşmüştür Dîvân-ı hümâyûnun Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı denilen binasını, Kanunî Sultan Süleyman zamanında veziriâzam Damad İbrahim Paşa yaptırmıştır Bundan evvel, sonradan Eski Dîvânhâne denilen başka bir dîvân toplantısı yeri bulunmaktaydı Dîvân-ı Hümâyûn binası, ikinci yer veya alay meydanı denilen orta kapı ile Bâbüssaâde arasındaki sahada sol kısımdadır Kubbealtı veya Dîvân-ı hümâyûn binası, esas itibariyle, üç kubbe altındadır Bu üç kubbeden birisi, dîvân üyelerinin toplandığı müzakere salonudur Burada, üyelerin oturacağı yerler bellidir Bu salonda veziriâzam ile diğer vezirlerin oturdukları yerin üstünde, padişahların dîvân toplantılarını gizlice dinledikleri “Kasr-ı Adl” denilen kafes pencereli yer bulunmaktadır Dîvân-ı hümâyûn, 18 yüzyıldan sonra önemini kaybetmesine rağmen, büsbütün ortadan kaldırılmayarak, imparatorluğun sonuna kadar muhafaza edilmiştir Dîvân-ı Hümâyûn Üyeleri Veziriâzam (Sadrâzam): Osmanlıların ilk devirlerinde, veziriâzamlar, ilmiye sınıfından gelmişlerdir Padişahın mutlak vekilidirler Kanunnâmelerde yazıldığına göre veziriâzamlar, imparatorluktaki ilmiye tevcihleri (görev, rütbe veya makam verme) de dahil olmak üzere, bütün tayin ve aziller, katiller, terfî ve ilerlemelerde, birinci derecede merci olup, her iş onun emir ve müsaadesiyle olurdu Sefer dışındaki zamanlarda vezir, kazasker ve şeyhülislâm gibiler hakkındaki muamelelerde, padişahın muvafakati alınırdı Sadrazamlar sefere gittikleri zaman, devlet merkezindeki işleri görmeleri için, vekil olarak bir veziri kaymakam bırakırlardı Buna “Rikab-ı Hümâyûn” veya “Sadaret Kaymakamı” denilirdi Sadaret kaymakamı da, gerek Dîvân-ı hümâyûnda, gerekse Paşa Kapısı'nda dîvân toplandığı zamanlarda görülen işleri, müstakil defterlere yazdırır, buna da Rikab Defteri ismi verilirdi Dîvân-ı hümâyûn üyelerinin seferde bulunması hâlinde, bu dîvânlara vekilleri gelirdi Kubbe vezirleri: Veziriâzamdan sonra gelen diğer vezirler ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir vb şekilde adlandırılırdı ve sayıları yediye kadar çıkabilirdi Dîvân müzakerelerinde ve siyasî herhangi bir işin hallinde de tecrübeli devlet adamları olan bu kubbe vezirlerinin fikirlerinden istifade edilirdi On yedinci yüzyılın başlarından itibaren defterdar, nişancı ve kaptan paşaların vezirlikleriyle beraber, vezirlerin adedi artmıştır Hattâ bazı beylerbeyliklere tayin edilen kişilere de vezirlik rütbesi verilmiştir Kazasker (Kadıasker): 1480 tarihine kadar bir adetken bu tarihten sonra Rumeli ve Anadolu kazaskerlikleri ismiyle iki olmuştur Yavuz Sultan Selim zamanında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun fethi üzerine, 1516’da Arap ve Acem Kazaskerliği ismiyle, üçüncü bir kazaskerlik kurulmuş, Diyarbekir de bu kazaskerliğe merkez olmuştur Daha sonra Suriye ve Mısır’ın da ilhakıyla, Arap ve Acem kazaskerliği, merkeze nakledilmiştir 1518’den sonra da lağvedilmiş ve kazaskerlik tekrar ikiye inmiştir Kazaskerler, dîvânda, şer’î meselelere bakarlardı Nişancı veya Tevkıî: Devlet kanunlarını iyi bildiğinden, gerektiğinde bu meseleler hakkında fikri alınırdı Dîvândan padişah adına sâdır olan (çıkan) fermanlara tuğra çekmek de, bunların göreviydi Dîvân üyesi olmasına rağmen, vezir rütbesinde olmadıkça, arz günlerinde padişahın huzuruna giremezlerdi Defterhâne'deki tahrîr defterine, bizzat nişancılar yazı yazabilirdi Defterdarlar: Fatih Kanunnâmesi’ne göre defterdar, padişahın malının vekilidir Defterdarlık teşkilâtına “Bâb-ı Defterî” de denilir Başdefterdardan sonra Anadolu malî işlerini görmek için Anadolu Defterdarı geliyordu Yavuz Sultan Selim devrinde, buraların malî işlerini görmek üzere, Halep’te bir defterdarlık daha kuruldu Fakat bu, devlet merkezinde değildi On altıncı yüzyıl ortalarında, devlet merkezinde, Şıkk-ı Sânî adı ile bir defterdarlık daha kurulmuştur Bu şekilde Başdefterdar, Anadolu Defterdarı ve Şıkk-ı Sânî isimlerinde üç defterdarlık olmuştur Dîvân-ı hümâyûn, sabah erkenden toplanır ve kuşluk zamanına ve bazen de öğleye kadar devam ederdi Dîvân-ı hümâyûna gelecek olan devlet adamları, sabah namazını çoğu zaman Ayasofya Camii'nde kılar, Yeniçeri ocağı ile süvari bölük ağaları ve bir miktar yeniçeri, sarayın Bâb-ı Hümâyûn denilen ve Ayasofya Camii'ne bakan kapısı önünde iki sıra üzerine dizilirler, dîvân erkânı, namazdan sonra buradaki yerlerini alırlardı Bu sırada duacı dua ettikten sonra Bâb-ı Hümâyûn kapıcıları, kapıları açarlardı Dîvân-ı hümâyûnda, dîvân üyelerinden başka reisülküttâb, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, büyük ve küçük tezkireciler ve tercümanlar hizmet görürlerdi Dîvânda nişancı, tuğra çekilmesi lâzım gelen ferman, berat, menşur gibi evraka tuğra çekerdi Örfî işleri ise, veziriâzam kararlaştırırdı On sekizinci yüzyılın son çeyreğinden itibaren, Osmanlı kabinesi şu şekilde teşekkül ettirilmiştir Sadrâzam Sadaret Kethüdalığı: 1835 yılında, Umûr-ı Mülkiye Nezareti ve 1837 yılında Dahiliye Nezareti olmuştur Reisülküttaplık: 1836 yılında, Umur-ı Hâriciye Nezareti olmuştur Defterdarlık: 1838 yılında, Maliye Nezareti olmuştur Çavuşbaşılık: 1836 yılında, Deâvî Nezareti ve 1870 yılında Adliye Nezareti olmuştur Yeniçeri Ağalığı: 1826 yılında Seraskerlik, 1908 yılında Harbiye Nezareti olmuştur Kapdan-ı Deryâlık: 1878’den sonra, Bahriye Nezareti olmuştur Daha sonraları kabineye, Şeyhülislâm da dâhil edilmiştir Dîvân-ı Hümâyûn Kalemleri Dîvân-ı hümâyûnda Reisülküttaplık ile onun maiyeti olan beylikçinin nezaretleri altında, Dîvân-ı hümâyûn kalemleri bulunmaktaydı Amedî Kalemi: Reisülküttabın hususî kalemi olup, aynı zamanda, bütün dış işleriyle meşgul olur ve sadrazamlıkla sarayın irtibatını sağlardı Padişahın kendisine sadrazam tarafından yazılacak tahrir, telhis ile yabancı devletlerle yapılacak antlaşmalara dair ahidnâme ve musâlahanâme (antlaşma, sözleşme, vb) suretleri, sadrazam tarafından yabancı devletlere gönderilen mektup müsveddeleri ve protokoller, elçi, konsolos, tercüman ve yabancı tüccarlara ait yazışmalar, burada yazılır ve bu kalemde saklanırdı Beylikçi veya Dîvân Kalemi: Dîvânda müzakere olunup karara bağlanan işlerin, gereken yerlere havalesi ve dîvân sicillerinin tutulmasıyla vazifeliydi Ferman ve beratlar burada yazılırdı Beylikçi, yazı işlerinden dolayı Reisülküttâbın emri altında bulunurdu Tahvil Kalemi: Bu kaleme, Nişan Kalemi veya Kese Kalemi de denilmektedir Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi beratlarıyla, vilayet kadılarının beratları, zeamet ve timarların kayıtları hep burada tutulurdu Rüûs Kalemi: Genellikle küçük berat olarak tarif edilir Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi ve vilayet kadısı derecesine çıkmış, ilmiye sınıfı hariç olmak üzere, bütün devlet memuriyetlerine intisab edenlerin (girenlerin) veya kendilerine evkaftan vazife verilenlerin muameleleriyle meşgul olur ve kayıtlarını tutardı Tahvil ve Rüûs kalemleri, bugünkü özlük işlerinin görevini yaparlardı Teşrifâtçılık Kalemi: Dîvân-ı hümâyûndaki mühim vazifelerden biri de teşrifatçılık idi Gerek sarayda ve Dîvân-ı hümâyûnda, gerekse sadrazam konağında yapılan merasimlerde, elindeki defter gereğince protokolü tatbik ederdi Vakanüvislik Kalemi: Osmanlılarda vakanüvislik ismiyle resmî bir memuriyet ve kalemin kuruluşu, 18 yüzyıl başında ortaya çıkar Bu kalem, devlet işlerine ait, verilen vesikaları tetkik ve kaydederdi İlk meşhur vakanüvis tarihçi, Mustafa Nâimâ Efendidir Mühimme Odası Kalemi: 1797 tarihinde çıkan nizamnâmeyle, dîvân veya beylikçi kalemlerindeki Mühimme Nüvislerin (yazanların), bir yerde çalışmaları için Mühimme Odası veya Mühimme Kalemi kurulmuştur Dîvân-ı hümâyûn kalemlerinin şeflerine Hâcegân ve bir kalemin en kıdemli memuruna Halîfe denirdi Dîvân-ı Hümâyûn Defterleri Dîvân-ı hümâyûnda çeşitli işler hakkında tutulmuş pek çok defter bulunmaktadır Bunlar arasında en önemlileri; mühimme, ahkâm, tahvil, rüûs, nâme, ahidnâme defterleridir Mühimme Defterleri: Dîvân-ı hümâyûnun muntazaman toplandığı zamanlarda her dîvân toplantısında görüşülen siyasî, içtimaî, malî, idarî ve örfî kararların kayıtlarını ihtiva eden defterlere “mühimme defterleri” denirdi Dîvân toplantılarında zabıt tutma usulü olmayıp, görüşülen işin neticesi, yani karar sureti, dîvân kâtipleri tarafından kaleme alınırdı Bu karar suretini daha sonra reisülküttâb gözden geçirip tashih eder ve daha sonra icab eden yere yazılır ve en son olarak nişancı tarafından, hüküm veya fermanın tuğrası çekilirdi Dîvân-ı hümâyûn işlerinin Bâbıâlî’ye nakli sırasında, mühimme defterleri de, oraya taşınmıştır Elde mevcut mühimme defterleri, 16 yüzyıl ortalarından başlamaktadır Mühimme defterleri de birkaç çeşittir Biri normal dîvân görüşmelerine ait olan defterlerdir Diğer bir mühimme defteri de “Mektûm Mühimme Defteri” olup, adından da anlaşılacağı üzere, gizli yazılan hüküm ve fermanları havidir (içerir) Bunlardan elde mevcut olanlar, 18 yüzyıldan başlamaktadır Savaş zamanlarında lâzım olan defterler, sadrazam ve serdâr-ı ekremle (başkomutan) beraber sefere gönderildiğinden, seferdeki görüşmelere ait tutulan mühimme defterlerine “Ordu Mühimmesi” denilmektedir Sadrazamın seferde bulunması dolayısıyla, devlet merkezinde Rikab-ı Hümâyûn (Sadaret) Kaymakamının başkanlığı altında toplanan dîvân veya meclisteki görüşmelere ait tutulan defterlere, “Rikab Mühimmesi” ismi verilmiştir Ahkâm defterleri: Bazen bir eyalete ve bazen muhtelif eyaletlere ait olarak tutulmuşlardır Bu defterlerde valilere, kadılara ve saireye hitaben yazılan hükümler bulunmaktadır Tahvil defterleri: Bu defterlerin pek çok çeşitleri vardır Tahvil muameleleri, sadrazamın emrini müteakip en son olarak yapılırdı Rüûs defterleri: Rüûs, genellikle, küçük memuriyet, vazife veya mültezimlere o işin verildiğini gösteren tayin vesikası olarak, küçük berat şeklinde tarif edilmektedir On altıncı yüzyıl rüûs defterlerinde, büyük memuriyetlere ait beratlar da bulunmaktadır Rüûs defterlerinin kadı, mukâtaât, rikab, vakıf, müderrislik ve zeamet rüûsu gibi çeşitleri bulunmaktadır Bu belli başlı defterlerin dışında, pek çok Dîvân-ı hümâyûn defteri de bulunmaktadır |
|