Ayrılık Hatıraları 4 |
07-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ayrılık Hatıraları 4Ayrılık Hatıraları Hikayesi - Değnek Hikayeleri - Aynur Engindeniz - Aynur Engindeniz Yazıları 4-DEĞNEK Köye gelişimin üzerinden henüz bir ay geçmişti Babam sürekli telefon ediyor, camiye gidip gitmediğimi soruyordu Refika öldükten sonra, camiye gitmeyi istemediğim için, evdekiler de beni zorlamamıştı Bir pazartesi günü anneannem beni erkenden kaldırdı Akşamdan benim için yapılan hazırlıklardan, bugün için camiye başlayacağımı anlamıştım Ne kadar gitmem, o kıyafetleri giymem diye direttiysem de dedemin sert bakışları nazıma galip geldi Teyzem başörtümü bağlarken, anneannem de iftiharla beni seyrediyordu Giyinme işi tamamlandığında, dedemin tıraş aynasını getirdiler Aynadaki sabun gölgelerinden yüzümü zorla seçsem de, kahkahayı patlatmam için, yüzümün o kadarını görmem bile kafi geldi Komik olmuştum…Tıpkı cüce kadınlara benziyordum Halimi komik bulsam da, teyzemin başıma sardığı mavi-pembe, ipekli başörtüsünü pek beğenmiştim Sırf, o hoş renkli ipek başörtüsünün hatırına, o gün camiye gitmeye razı oldum Köyde hemen her erkek çocuğun bisikleti vardı Kızlara ise bisiklet yasaktı Cami yolunda, erkekler bisikletleriyle, kızlar yaya olarak ilerlerken, ben teyzemin elinde, diğer çocuklara gayri ihtiyarı bir kibirle bakarak yürümeye başladım Köy çocuklarının boyunlarına asılı bezden çantaları dikkatimi çekti Zengin çocuklarının ki, daha allı pullu ketenden, amele ve ırgat çocuklarınınki ise, yer yer ipleri sökülmüş, kahverengi çuvaldandı Benim çantam olmadığı için, kitabımı naylon poşete koymuşlardı Bu halimle, ne fakir çocuklara dahildim, ne zenginlere… Teyzem süslü çantalara dikkatlice baktığımı fark etmiş olacak ki, yanağımdan öperek,: _Sen hele bir, birinci sayfayı ver, bak ben sana ne güzel bir çanta dikeceğim Hem istersen kurdela bile takarız çantana, dedi… ………………………………………………………………………………………………… Bütün çocuklar, caminin ağaçlar arasında gizlenmiş avlusuna dizildik Burası öyle güzel bir yerdi ki, aklıma Şahmeran’ın süslü sarayı geldi Oranın da böyle pırıl pırıl parlayan yaldızlı sütunları vardı Çocuklar kendi aralarında cıvıldaşırken, ben apayrı bir masal alemine dalmıştım Sanki birazdan, şu kemerli kapıdan, İpekli eteklerini savura savura Şehrazat çıkacak gibiydi Çok geçmeden minareden ezan sesi duyuldu Hiç bu kadar yakından ezan dinlemediğim için, bu gür sesten biraz korktumsa da, alaycı gözlerle bana bakan çocuklara halimi belli etmedim Ezanın sonunda bütün çocuklar, son nefeslerine kadar “ Allahu Ekber” diye bağırdılar Ben bu adeti bilmediğim için çok utandım Çocukların küçümseyici bakışları arasında olduğum köşeye büzüldüm Ezandan bir müddet sonra, tamamı üç beş ihtiyardan ibaret cemaat , camiden dışarı çıktı Bu, sakalları neredeyse bellerine değen ihtiyarlara bakarken, insanın yaşlandıkça ne garip bir sıfata büründüğünü düşündüm Belleri kambur, elleri ve çeneleri titrek, başları kel, dişleri sayılı… Çocuklardan biri, hocanın rahlesinin kenarına doğru diklenmiş değneği kaptığı gibi, ihtiyarlara sezdirmeden, onların geçiş yoluna doğru uzattı Elindeki tespihe üfleye üfleye dışarı çıkan ihtiyarlardan birinin, değneğe takılmasıyla, zavallıların üç beşi birden yere abandı Hafız Hocanın şaşkın bakışları arasında, tuzağın müsebbibi olan çocuk, ayağa fırladığı gibi, ihtiyarların yardımına koştu _Cemal dede, iyi misin? Osman amca sen de ver elini…Hah işte oldu Çocuk, ihtiyarların üzerindeki toz toprağı silkelerken yarım gözle de hocayı kolluyordu Diğer çocuklar bu gülünç manzara karşısında kahkahayı basarken, ben iğneleyici gözlerle ihtiyarların yanındaki çocuğa bakıyordum Ne demek istediğimi anlamış olacak ki, hoca cemaati yolun sonuna kadar yolcu ederken, o sinsi bir suratla yanıma yaklaştı Çocuğun, ön tarafı girdap gibi dönen, arkaları diken gibi karşıya doğru duran sarı saçlarından ne aksi olduğu anlaşılıyordu _Bana bak gavur kızı, hocaya şakamızdan söz edersen cami çıkışında seni döveriz! _Dövemezsiniz, beni teyzem alacak! Hem ben gavur kızı değilim! _Gavur kızısın işte, senin giydiklerini gavurlar giyermiş! _Hiç sevmiyorum sizi…Hem hocaya söylemezsem… _Hele söyle! Bu akşam dövemezsek başka bir sefer döveriz seni Diğer çocuklara baktım Hepsi de acımasız bir şekilde gülüyordu Korktum Teyzem hep benle gelecek değildi ya… Hoca yaklaşıyordu, düzenbaz çocuk bir sihirbaz çevikliğiyle yerine geçti Oturduğu yerden hala, kaş göz hareketleriyle beni tehdit ediyordu _Sallama kafanı, hocaya söylemezsem hepinizi, diye ağlayarak ayağa fırladım Daha önce hiçbir yerde böylesine küçümsenmemiş, hiç bu kadar etrafıma yabancı kalmamıştım Geldiğimden bu yana ilk defa “ Anneciğim” diyerek ağladım…Tabi bu halim çocukları daha da neşelendirdi Oğlanlardan iki üçü bir türkü tutturmuş, diğerlerini de, türkülerine davet eden el hareketleri eşliğinde, bağırıyor da bağırıyorlardı _ Hıçkırık tuttu beni Tuttu kuruttu beni Elin oğlu değil mi Gitti unuttu beni Nefret denen duygunun, yüreğime yerleşmesi bu vaka ile olmuştur Sonsuz bir nefret, hepsinin canını yakacak kadar, hepsinin canının yanmasını dileyecek kadar büyük bir nefret… Çocuk kalbine göre, yerin dibine geçmek nasıl bir histi onu şu an tarif edemeyeceğim Ama şu bir gerçek ki, büyük insanların nefretinden daha entrikasız olsa da, daha keskin, daha acımasız, daha yakıcıydı çocukların nefreti…Belki kısa süreliydi, ama yazın yağan kısa, sıcak ve dopdolu yağmurların, ekinleri çöle çevirmesi gibi… _Hiç sevmiyorum sizi, hiç! Allah belanızı versin! Herkes susmuştu Ben de…Hafız Hoca, cami kapısında durmuş bana bakıyordu _Ne dedin sen! Ne demiştim ben…Daha önce hiç kullanmadığım bu cümleyi nasıl kurmuştum Teyzem bahçeyi harap eden tavuklara bağırırdı bu şekilde “ Allah belanızı versin pis musibetler! Tevekkeli horoz başınızdan inmiyor Adam gibi durmuyorsunuz ki! Allah da onu size terbiyeci göndermiş “ der dururdu hemen her sabah… _Nazlı, söylediğin ağır bir lakırtıdır Tövbe de bakayım, dedi Hafız Hoca _Demem! Ağlattılar beni Hem…Şu sarı kafalı var ya… Tam bu esnada, ihtiyarlara tuzak kuran sarı saçlı çocuk, yine bir sihirbaz çevikliğiyle hocanın yanına sokuldu _Hocam, bu kız demin Cemal Dedeyi düşürdü _Yalan söylüyorsun, diye bağırdım _Billahi de yalan değil, aha bu musaf çarpsın hocam! Diğer çocuklar da ona şahitlik ettiler Ne kadar ben yapmadım dedimse de, hoca onlara inandı _Nazlı, burada bir okul gibidir Okulda kurala uymayan cezalandırılır Şimdi senin cezan… Düşünürken sakalını kaşıyordu Bir bana, bir diğer çocuklara bakıyordu _Evet senin cezan, ayetel kürsiyi iki günde ezberleyip bize burada okumak _? Elimdeki kitabımın en arka sayfalarını açıp, bana ezberlemem gereken duanın hangisi olduğunu gösterdi Bu dua bana çok uzun geldiğinden: _Bari şu kısa olanları ezberleyeyim hocam, dedim _Hayır, ezberleyemezsen de, sen de herkes gibi değneği yersin! _ O zaman şimdi vurun, çünkü ben bunu ezberleyemem! Hoca şaşırmış, sinirden olsa gerek, yüzü kıpkırmızı olmuştu _Peki sen istedin ona göre! Necmi, ver bakayım değneğimi… Necmi sırıtarak değneği getirdi Diğer çocuklar da, eşsiz bir film izler gibi heyecanla bize bakıyordu _Elini aç! ……………………………………… _Allah belanızı versin! Nefret ediyorum sizden! Nefret ediyorum hepinizden… Anneciğim…Allah belanızı versin …Yalancılar… Camideki değnekten sonra bayılmışım Acıdan değil, zaten acıtacak şiddette vurmamıştı hoca O elindeki değneği havaya kaldırdığı an, bütün çocukların sinsi kahkahaları kulaklarımda uğuldamaya, tuzakçı çoğun başının önündeki saç girdabı beynimde dönmeye başlamıştı Gözlerimi açtığımda salondaki divanda yatıyordum Teyzemle, köye yeni tayin olan ebe Mahidevran Hanım, başucumda bana bakıyordu Ebe hanımı daha önce Refikanın cenazesinde görmüştüm Eve gelip giden kadınlardan pek farklı bir tavrı hali vardı Güler yüzlü, konuşkan bir kadındı Genç yaşına rağmen, köy kadınlarının danışmanı oluvermişti _Teyze, beni bir daha gönderme oraya! _Göndermem kuzum… _Evimize de gelmesinler Hafız Hoca da gelmesin! “Allah belanızı verin” dedim diye değnek attı Ne var bunda, sen de tavuklara diyorsun, hiçbir şey olmuyor ki…Hem bana iftira attılar… Ebeyle teyzem gülümseyerek bir birlerine baktı Sonra Mahidevran Ebe, yanaklarımı sıkarak: _Öyle beddua edilmez…Onlara bir şey olsa üzülmez misin, dedi… _Hiç de üzülmem! Onlar bana üzüldü mü ki? _Sen yine de beddua etme Çocukların ağzına yakışmaz böyle laflar O akşam namaz vakti Hafız Hoca bize gelmedi Dedem çayını yalnız başına içip camiye gitti Ertesi sabah, sela sesiyle uyandık Anneannemler avluda toplanmış, kim ölmüş diye anlamak için Hafız Hocaya kulak vermişlerdi _Rasim oğlu Cevdet, Recep oğlu Necmi Allahın rahmetine kavuşmuştur Cenazeleri bugün, öğle namazına mütakiben… Anneannem dizlerine vurarak: _Vah vah, ne oldu bu çocuklara! Vah, Fatma’nın ciğeri yanmıştır şimdi… Yengem de sessiz bir gölge gibi odasından çıkmış, ölenlerin çocuk olduğunu duyunca gözyaşları içinde tekrar odasına dönmüştü Avludan hıçkırıklarını ve bağırışlarını duyuyorduk: _Neden çocukları alıyorsun! Neden! Neden! Allah, onların canına ihtiyacın mı var sanki! Teyzem sessizce yerdeki mindere oturdu Ben kimin öldüğünü bilmemekle beraber, ölenlerin çocuk olduğunu anlamıştım Aklıma Refikanın cenazesinde söylenen sözler geldi: “ Bu köy lanetli, kaç çocuk öldü, soyumuz kuruyacak” Ürperdim Teyzemin kucağına girdim _Kim ölmüş teyze? _Tanımazsın sen…Hadi gir yatağına Daha çok erken Odama doğru giderken anneannemin teyzeme söylediklerini duydum _İyi ettin de demedin kim olduklarını Refika öldüğünde de suçu kendinde bilmişti Ah çocuk, ne bilsin bu köydeki musibeti… _Ne musibeti anne! Bırak bu işleri… _Siz gençler daha inanmayadurun, aha da, birer ikişer gidiyor soyumuz Neyse, şu gelinin yanına varayım da, ona da tembih edeyim Nazlıya ölenlerin camide kavga ettiği çocuklar olduğunu söylemesin Ayağa kalktı, arkasını döndü Beni görünce gözbebekleri büyüdü, soluğu kesildi _Yatmadın mı sen? _Duydum seni…Nasıl ölmüşler acaba? Sesimdeki buz gibi ifade anneannemi de teyzemi de şaşırtmış olacak ki, birbirlerine bakakaldılar Üzülmemiştim o an…Hiç de suçluluk hissetmemiştim Hak ettiler diyordum içimden Evet, hak ettiler… En sonunda yukarıdan bizi izleyen Allah duamı kabul etmişti O yüzden üzülmek bir yana, mutlu bile sayılabilirdim Kendimi özel hissediyordum Öğleye doğru, gelip giden kadınlardan, çocukların, cami dönüşü, Kazan Gölü denen, son derece tehlikeli gölde yüzerken çamura saplandıklarını ve boğulduklarını öğrendik Bu felaketi de diğerleri gibi o meşhur “lanete” yordular Aynur Engindeniz |
|