İki Keklik Seke Seke / Orhan |
07-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İki Keklik Seke Seke / Orhanİki Keklik Seke Seke / Orhan hikayesi - İbrahimi Feyzullah Yalçın 'İnnâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn' Bir gün babam gergin ve üzgün bir hâlde eve geldi Bu dediğim takrîben 28-29 yıl önceydi Anneme haydi hazırlan, köye gidiyoruz dedi Mübârek valdem telâşlandı, köye gidişin sebebini sordu Babam, -doğrusunu sonradan öğreneceğiz- bir bahâne buldu Reno bir taksi geldi, rengi mâviydi O zamânlar üç kardeştik; Anzelihâ Ablam 6-7 yaşında, ben 4-5 yaşlarında, kardeşim Emine 2-3 yaşlarındaydı Kıymetli pederim, mübârek valdem ve biz üç kardeş taksiye bindik ve köye doğru yol aldık Köye yakın, tepede olan Sıtkı Amcamın evinin önünde bir kalabalık farkettik Araba Sıtkı Amcamın evine doğru yöneldi Eve vardığımızda durum belirginleşti; insanlar ağlıyor, biri ölmüş, bura yas yeri Evet biri ölmüş; Sıtkı Amcamın kızı Emine ölmüş Gencecik bir hanımefendiydi Emine, ama hep hastaydı ve bünye artık dayanamamıştı İçeri girdik, doğu-batı istikâmetinde bir döşek serilmiş, üstünde genç bir kız, ve insanların figânları, hıçkırıkları, vâveylâları Orhan, Emine'nin yanaklarını öpüyor, kardeşim! Deyip hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Hem amcamın, hem teyzemin oğlu olan Orhan'ı hatırlama bâbında hâfızamın beni götürdüğü en eski yer burası, gerisi yok Sekiz kızı olan bir âilenin çocuğuydu Orhan Mehmet, en küçük kardeşlerden olduğu için bir nevi Orhan âilenin tek erkeğiydi Büyük bir âilenin yükü Orhan'ın omzundaydı Yalnızdı O, bunun farkındaydı Gece-gündüz çalıştığı olurdu İlk mektebi bitirdikten sonra Suruç İmâm Hâtib'e yazdırdılar Başarılı da bir öğrenciydi ama kısmet! Okuyamadı Çocuk yaşta gurbet ellere çalışmaya gitti Evinden, memleketinden uzak diyârlara gitti Sondaj makinesi gibi çok ağır işlerde, çocuk yaşta çalışmaya başladı İlk gençlik döneminde, bir askerde rahât etti O askerdeyken, ben ilk mektebe gidiyordum Biribirimize mektup göndermişliğimiz oldu Bir keresinde bana yakışıklı bir resmini göndermişti Bizim evimiz şehirde olduğu için, askere gideceği zamân son durak bizim evdi Askere gittiğinde en son bize uğrayıp gitmişti Ve tezkereyi aldığında da bize gelmişti Bir sabâh namâzı vaktiydi kapımızın zili çalındı Kapıyı açtık, elinde çantasıyla, saçları üç numara, çakı gibi bir adam! Terhîs olmuş, gelmişti Orhan Orhan'ı da yanımıza alıp âilece köye gittik Ben Sıtkı Amacama müjdeyi verdim, hatırı sayılır bir harçlık da aldım Askerden döner dönmez yine çalışma hayâtına atıldı Sanırım Türkiye'nin her tarâfında çalıştı Bir ara babamla ortaklaşa 640 bir traktör aldılar Traktör, iş sezonunda mercimekleri biçecekti Suruç Ovası'nın her tarâfında çalıştı Ben de onun yardımcısıydım Mercimek biçiminde körelen bıçakları ispiralle keskinleştirmekti görevim Günlerce böyle geceli-gündüzlü çalıştı Çalıştığımız köylerden biri, anlaştığımız meblâğı vermemek için bahâneler bulmaya çalıştı Orhan, hem yapılı, hem cesûr, hem dediğim dedik diyen bir adamdı Meydân okudu köylülere, hâkkını aldı Babamın bürokraside tanıdıkları vardı Bir vesîleyle Orhan'a resmî bir iş buldular Artık Orhan resmî dâirede çalışıyordu Eskiye nazâran artık çok rahâttı Orhan dotmam(amcakızı) İslim'e âşıktı Babam, yardımcı oldu, Orhan, İslimle evlendi İslim de onu çok severdi Bir müddet Urfa'da çalıştı, sonra Birecik'e tâyin edildi Birecik'te Milli Eğitim'de çalışıyordu artık Kendini geliştirdi, iletişim araçlarını öğrendi, insan ilişkilerinde seviyeyi hep yükseltti Artık o çok sert, titiz, asık suratlı Orhan gitmiş, yerine babacan bir adam gelmişti Âilemizin kendini en çok geliştireniydi Ben isrâfı, isrâf edenleri hiç sevmem, ama Orhan'ın bir oda dolusu elbiseleri antipatik gelmedi bana hiç Çünki o yıllar yılı yağ-pas-çamur içinde çalışmıştı Kaldı ki o, kendisiyle barışmayı öğrenmiş, barıştığı kendisine renk renk, desen kıyâfetler giydirmişti Artık Birecik'te keyfince yaşıyordu Arkadaşları çoktan çoktu Babayiğit, hâksızlığa göz yummayan, sözünün eri biri olduğu için de ona 'Orhan Baba' diyorlardı Düğünlerde, cenâzelerde hep o vardı âilemiz adına Gençleri çok seven, tutan bir yapısı vardı Esprileri ki günlerce gülünecek türdendi Normalde yasyerleri hüzünlü yerlerdir Her yas yerinde o vardı Kendisi acı kahveden sorumluydu Ayrıca, gençleri de o yönetirdi Dedim ya yasyerleri hüzün yerleridir ama o olunca sanki başkalaşırdı herşey, yas yeri bile onunla güzeldi Ha, eli her işe yatkın, çok mahâretliydi Bir gün benim bisikletimin zincir dişlisini yapmaya çalışırken, dişliyi aşama aşama nelerden geçirdiğinin şâhidiyim Orhan Şehirde, kravatlı ceketli masabaşında bir beyefendi; köyde şalvarlı, fıstık ağaçlarını budayan, tarla süren bir cotkâr(çiftçi) Para biriktirdi kendisine Fıat/Uno marka bir otomobil de aldı Orhan, arabada kırmızı uğursuzluk getirir demişler, gülüp geçmiş, ben arabamı seviyorum demiş Yanına hâtunu İslim'i alıp ora senin, bura benim, gezerlerdi Demiştim ya, o gençlik dönemini hiç yaşamadı, yaşamak, olgunluk dönemine nasipmiş Ammâ, bir hasreti hep vardı! Orhan, çocukları çok severdi, lâkin çocukları olmazdı Eşi İslimle tedâvi için gitmediği yer kalmadı Onun evlâd sâhibi olmak için harcadığı para, hâtırı sayılır bir servet ederdi Sülâlede en yabancı evliliği ben yaptım Bir Türk hanımefendisiyle evlenmem de bir ilkti Bütün sülâle beni sever, sağolsun hâtun da kalben bana benzediği için hâtunu da çok sevdiler Hâtun öğretmen, Orhan da Milli Eğitim'de çalıştığı için, meslek benzerliğinden dolayı ayrıca muhâbbetleri çok iyiydi Ki Orhan, bizim hâtunun bir ağabeyine çok benzediği için, bizim hâtun için Orhan Ağabeyi ayrıca kıymetliydi Memlekete gittiğimizde bizi evine götürür izzet-ikrâmda bulunurdu Bu anlamda çok da cömertti Arabası olmadığı zamânın birinde kendisine misâfir olmuştuk Bizi arabayla geldi aldı Bizim için arkadaşın birinden almıştı arabayı Çok merhametliydi Annesi kalb hastasıydı ve durumu kötüydü Belki aylarca annesinin ameliyât olduğu hastanenin dışında arabada kaldı Hastanede kalamıyor, otele gitse, annesinden uzak düşeceği için de buna gönlü râzı olmuyordu Haziran başıydı Telefonum çaldı, hatun! Ve ağlamaklı 'Orhan Ağabey kazâ geçirmiş' gerisini zor getirdi: 'Ölmüş' Düşüp bayılmadım Hıçkıra hıçkıra ağlamadım Sükûnete büründüm Hâtun ağladı, ben ağlamadım Normalde her an ağlayabilecek kıvâmdayım Ki, ben ağlamaksız bir günümün geçtiğini hatırlamıyorum Ama içimi yırtarak ağlamadım Orhan'a Bu kahreden durumun sebebi neydi? İçimde iki kişi var gibi Biri kendini paralamaya, parçalamaya hazır dolu, diğeri umursamaz, ki o dolu tarafımın boşalmasını da engelliyor Hâtun, aynı durum bende de var; öyle olmazsa, sen kendini yiyip bitirirsin dedi Sanırım doğru bu, ama haftalar oldu ben daha içimi yırtarcasına ağlayabilmiş değilim Bu anlamda kendimi samîmiyetsiz buluyorum Köye gittim, Orhan'ın en küçük kardeşlerinden Mehmet, yalınayak beni karşıladı ve Orhan'ın bir ablası ve kızkardeşleri Hepsinin sesi kısılmış, ku ku ku diye ses çıkarıyorlar, hâlleri perişân Ben orada ağladım Ama, Orhan'ın hâkkını verecek bir ağlama olmadı bende Ben yazarım, sanırım ben satırlarımla ağlamayı seviyorum Yazınca ağlıyorum Yazılarımla ağlıyorum Ki bu satırları yazınca içimin dolu, perişân tarâfı daha baskın, umursamaz tarâfım sessiz Satırlar çözdü bendeki beni O kadar çok çocuk severdi ki, çocuk için farklı yollara tevessül etti Kimden duymuşsa, belirli bir sayıda ismi Muhammed olanlardan küçük miktarda bir para alıp, o parayı gümüşe çevirip Hacca giden bir hacı adayına verip onu Kâbe'ye göndermek Son yaptığı iş buydu Gümüşü Kâbe'ye varmadan, kendisi, Rabbine vardı Son verdiği söz de, ablamları, eniştemleri, çocukları arabayla Halfeti'ye götürüp gezdirmek Kazâ yaptığı yeri sormadım, görmedim, bilmek istemedim Mezârına da gitmedim Toprak, 'bu dağ karsızdır, ben bunu kabul etmem, demedi mi!?' diye mırıldandım 'İki keklik seke seke' mi? Bu, Azîz ses sanâtkârı merhûm Seyfettin Sucu'dan sevdiği bir türküydü Mükemmele yakın bir müzik kulağı, ve tertemiz bir sesi vardı Türküleri sever, sesi gerçekten çok güzeldi En son telefona kaydetiği kendi söylediği türkü 'Bir dikili taştan gayrı nem kaldı' idi Benim el'gitarımı pek sevmezdi 'Pısmam(emmoğlu) keşke sen saz çalsaydın!' derdi Yas yerinde eşi İslim'i gördüm İslim, bildiğim en güçlü kadınlardan biridir Bu defâ görüşüm, hicrânlar verdi Öyle bir çâresizdi ki! İslim, anem, ablam ve Orhan'ın kardeşleriyle Yas çadırının dışında oturmuşuz Ablam, bana 'Senin vaâzların vardı, teselli ederdin, ne oldu?' dedi 'Benim, İslim'i teselliye yetecek cümlem yoktur Benim yoksa, sanırım hiç kimsenin yoktur Diyorum yâ, ben İslim'i rahatlatacak kelimeler bulamıyorum Ben, biz aradan çekilelim, Rabbıyla kalsın! Rab teâla onun içini aça, yanan içine, gönlüne su serpe' dedim İslim, 'demin biri beni teselli etmeye çalıştı, sus! N'olur bir şey deme, içim daha çok acıyor Dedim' dedi İslim'in kardeşi Sever O da tanıdığım en güçlü insanlardan biri Yaşıtım ve köydeki en yakın arkadaşım O, öyle bir ağlayışla ağladı ki, içinde kazanlar kaynıyor gibi sesler çıkardı Yas yerinde herkes, elinde acı kahve cezvesiyle Orhan'ın gelmesini bekledi 'İki keklik seke seke bizim hânı yol'eyledi' Orhan öldü 30 Hasîrân‘11 İnsandul/ İnsankul İstanbul 01:15 İbrahimi Feyzullah Yalçın |
|