Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
devletleri, türkislam

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




TÜRKLERİN İSLAMİYET'İN KABULÜ
İlk Müslüman-Türk Münasebetleri ve Türklerin İslâmiyete Girişi Emevi Halifeliği zamanında müslüman Araplar, Suriye ve İran'ı hâkimiyetlerine alarak Maverâünnehir bölgesine ulaşmışlardı Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arasındaki bu bölgede Türkler bulunmaktaydı Böylece Araplar ile Türkler ilk defa temasa geçmişlerdir
Emeviler bölgede İslâmiyet'i yaymaktan çok, yeni zaferler peşinde koşmuşlar; Müslüman olmalarına rağmen yerli halka ağır vergiler yüklemişlerdi Bu sebeple ilk karşılaşma pek dostça olmamış ve Türklerle Araplar arasında küçük çapta çarpışmalar cereyan etmiştir Özellikle Kuteybe bin Müslim'in Horasan valiliğine getirilmesiyle mücadele iyice kızışmıştır (705)
Kuteybe bin Müslim'in Maverâünnehir 'in doğusuna düzenlediği akınlara karşı Türgeş Beğleri güçlü bir direnme göstermiştir Göktürklerin batı kanadında yer alan Türgeşler, Arapları savunmaya çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Göktürklerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745 )
Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çinliler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır Bu dönemde Maverâünnehir bölgesinin savunmasını, Türgeşlerden sonra Karluk Türkleri üstlenmiştir
Emevilerin Arap olmayan Müslümanlara karşı âdil ve eşit davranmamaları huzursuzluğu arttırmıştı Bu duruma karşı çıkanlar, Emevi idaresine son vererek yerine Abbasi Devletini kurmuşlardır (750) Türkler, Abbasi Devleti'ni daha çok benimsemişler, yeni yönetime daha sıcak bakmışlardır
Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra, Çinliler bütün Türk ülkelerini ele geçirmeyi plânlamaktaydı Emevilerin ortadan kalkmasından da faydalanmak isteyen Çin ordusu daha batıya yönelerek Karluk topraklarına girmişti Bu durum üzerine Karluklar, Abbasilerin Horasan valisi olan Ebû Müslim'den yardım istediler Ebû Müslim, komutanlarından Ziyad ibni Salih'i bölgeye gönderir Arap ordusu ile batı bölgesinin genel valisi komutasındaki Çin ordusu Talas ırmağı boylarında karşılaşırlar Türklerin de islâm ordusu yanında hücuma geçmesi sonucunda Çinliler büyük bir yenilgiye uğratılır ( 751)
Türklerin İslâmiyet'le ilk tanışmaları Emevi dönemiyle başlar Ancak Emevi yönetiminin tutumu sebebiyle, Türk toplulukları arasında İslâmiyet fazla yayılmamıştır Buna rağmen, az sayıda da olsa Emevi ordusunda görev alan Müslüman Türkler bulunmaktaydı Meselâ Horasan Vâlisi Ubeydullah bin Ziyad henüz 674 tarihinde 2000 Türk okçusundan bir ordu oluşturmuştu
Talas Savaşı, Türklerle Müslümanların birbirlerini daha yakından tanımalarını, dostane ilişkiler kurulmasını sağladı Bu sebeple Talas Savaşı hem Türkler hem Müslümanlar için bir dönüm noktasıdır Bu savaş neticesinde İslâmiyet Türkler arasında hızla yayılmaya başlamıştır Abbasi ordusunda çok sayıda Türk görev aldı Zamanla Türk askerleri, ordunun ve yönetimin denetimini ele geçirdiler Hatta bazı Türk komutanları, Abbasi Devleti sınırları içerisinde kendi devletlerini bile kurmuşlardır
Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle 10ncu yüzyılda hız kazanmıştır Henüz 900 tarihlerinde İtil ( Volga) çevresinde bulunan Bulgar Türkleri arasında Müslümanlığa çok büyük ilgi vardı Nitekim İtil Bulgarları hükümdarı Almış Han, 920 'de Abbasi halifesine müracaat ederek din âlimleri ve mimarlar göndermesini rica etmişti Aynı tarihlerde Önce Karluk, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni, Oğuzlar ise Selçuklu Devleti' ni kurmuşlardır
İslâmiyet ve Türkler
Türklerin Müslüman Olmasının Sebepleri:
Türkler İslâmiyet'i kılıç zoruyla değil, kendi rızalarıyla kabul etmişlerdir Şüphesiz bu dini seçmelerinin en önemli sebebi, eski Türk inancı ve anlayışı ile İslâmiyet arasında birçok benzerlik bulunmasıdır:

1-Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmektedir Bu inanışa göre Türkler, İslâmiyet'teki gibi tek bir Allah'a inanıyor ve O'na Tanrı (Tengri) diyorlardı İslâmiyet'te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah'ın sıfatlarından bazıları, eski Türk inancında da mevcuttu
2-Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu Türkler cennet için uçmağ (uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı
3-İslâmiyet'te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu
4-İslâmiyet'teki 'gaza ve cihât' ile Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim kılmak için yaptıkları savaşlar benzer mahiyettedir İslâm anlayışına göre savaş sonunda elde edilen ganimet helâldir
5-İslâmiyet'in telkin ettiği ahlakî kurallar, Türk anlayışına da uygun düşmektedir
Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdi Ancak bu dinler halk arasında değil daha çok idareci kesimde kabul görmüştü Buna rağmen İslâmiyet dışındaki dinlere girenler Türklüklerini koruyamamışlardır İslâm dini, millî yapıya uygun olduğu içindir ki Türkler kitleler hâlinde bu dini kabul etmişler ve Türklüklerini korumuşlardır
Türklerin İslâmiyet'e Hizmetleri:
Türklerin İslâmiyet'i kabul etmeleri hem İslâm âlemi hem de dünya tarihi açısından büyük sonuçlar doğurmuştur Türkler, karışıklık içinde bulunan İslâm dünyasının koruyuculuğunu üstlendiler Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler

Batıda Haçlı Seferleri'ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturuldu Böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur Bin yıla yakın bir süre Türkler, İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır
Gazneli Mahmud'un Hindistan'a kadar yaptığı seferler neticesinde İslâmiyet Hindistan'a kadar ulaşmıştır Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş'in temelleri atılmıştır Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlara yerleştiler Arnavutlar, Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu dönemde Müslüman oldular Türklerin İslâmiyet'e hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı kalmamıştır Devlet idaresi ve askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de inkâr edilemez hizmetlerde bulunmuşlardır Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm rönesansı, Türklerin katkıları ve sağladıkları huzur ve emniyet sayesinde gerçekleşmiştir Dolayısıyla İslâm dininin ve medeniyetinin, dar Arap ve Fars çevresine sıkışıp kalmayarak, evrensel hâle gelmesi yine Türkler sayesinde mümkün olmuştur, demek yanlış olmaz
Meselâ, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medreseleri (1066 ), öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler İslâm medreselerinin ilk örneği olarak kabul edilmişti Halbuki Samanoğulları ve Gazneliler devrinde de medreselerin bulunduğu bilinmektedir Ancak Nizamiye Medreseleri dinî bilimler yanında müspet ilimlerin de okutulduğu ilk medreseler olmakla, modern üniversitelere öncülük etmiştir
İslâm medeniyetinin öncüleri durumunda olan Türk bilginler bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca bilime rehberlik etmiştir Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve İbni Sina'dır
Oğuzların Karaçuk (Farab) şehrinde doğan Farabi (870 -950), matematik, fizik, astronomi vb konularda 160 kadar kitap yazmıştır
Ancak onu asıl önemli kılan Helen felsefesinin akılcı, mantığa dayalı yönüyle islâm düşüncesini kaynaştırdığı felsefe alanındaki çalışmaları olmuştur Aristo'nun düşüncelerini en iyi açıklayan kişi olduğundan "Muallim-i Sâni" (ikinci öğretmen) adıyla anılmıştır Eserlerinin çoğunun Lâtinceye çevrildiği batıda "Al-farabius" adıyla bilinmektedir İhsâ'ül -Ulûm isimli eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran Farabi aynı zamanda Öklit geometrisini de açıklamıştır Farabî'nin düşüncelerinden etkilenen İbni Sînâ (980-1037), çeşitli konularda 220 civarında eser vermiş diğer ünlü bir Türk bilginidir Avrupa'da "Avicenna" adıyla bilinmektedir Felsefe ve müspet bilimlerle uğraşan İbni Sina asıl ününü tıp alanında kazanmıştır "El-Kanun fi't-Tıb" adlı eseri Lâtinceye çevrilmiş ve yüzlerce yıl ders kitabı olarak okutulmuştur
Birûnî (973 -1051), Harzemşahların sarayında yetişti ve Gazneli Mahmud'un himayesine girdi Matematik, geometri, tıp ve coğrafya gibi alanlarda 113'ten fazla eser veren Birûnî'nin asıl başarısı astronomi dalındadır Yıldızların yüksekliğini, açılarını ölçen hassas aletler geliştirdi Dünya çekirdeğinin çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla 63388 km olarak tespit etmiştir Yazdığı astronomi kitabı, dünyanın ilk astronomi ansiklopedisi olarak kabul edilmektedir Farabî ve İbni Sina'nın açtığı yoldan birçok Türk âlim ilerlemiştir Felsefe dalında; El-Harezmî, Şehristânî ve tasavvufun öncülerinden Gazali, İbni Rüşd, Fahreddin Razi, geometride Abdurrezzak Türkî, trigonometri'nin kurucularından Abdullah el-Baranî ilk akla gelenlerdir Selçuklu Sultanı Melikşah İsfehan ve Bağdat'ta birer rasathane kurdurarak, İranlı ünlü matematikçi ve astronom Ömer Hayyam'ı buralarda görevlendirdi Ömer Hayyam'ın da içinde bulunduğu bazı bilim adamları, Melikşah adına güneş yılına dayanan Celâlî veya Takvim-i Melikşâh adlarıyla anılan bir takvim hazırladılar
Sanat ve mimarlık alanlarında da Türk-İslâm devletleri zamanında büyük gelişme görülmektedir Türk-İslâm kültürü ve sosyal hayatına uygun olarak gelişen mimarlığın en önemli örnekleri cami, medrese, kervansaray, imaret, darüşşifa (hastane) vbdir İlk Türk-İslâm mimarî örneği, Tolunoğlu Ahmed tarafından Kahire'de yaptırılan Tuluniye Camisi'dir ve bugün dahi varlığını korumaktadır
Türkler tarafından geliştirilen kubbe, kemer ve sütun biçimleri, Orta Asya yaşantısı ve çadır kültürünün, İslâm mimarîsine yansıtıldığı yeni bir mimarî üslûbu getirmiştir Özellikle tekke, kümbet, cami ve medrese gibi yapılarda, Türk mimarî üslûbunun eşsiz örnekleri görülür
Yazı, cilt, çini, minyatür sanatları ile seramik, dokumacılık, taş ve maden işçiliği vb alanlarda Türkler eşsiz örnekler vermişlerdir İslâmî anlayışa uygun düşmemekle beraber heykel ve kabartma sanatını devam ettirmişlerdir Örneğin birçok yapıda hayvan figürleri kullanılmış, Sultan Tuğrul bastırdığı madalyona kabartma resmini koydurmuştur Müzik alanında da Türkler yenilikler getirmişlerdir Farabî müzik üzerine iki eser yazmış ve bunlar dünya müzik tarihine geçmiştir Eserinde ses ve müziğin fizik temellerini inceleyerek, ses perdesinin özelliklerini ilk defa ortaya koymuştur Saraylardaki nevbet (bando), Osmanlı askerî mehterine örnek olmuştur Ayrıca bazı tarikatlerin yaptıkları dinî müzik ve rakslar, Türk tasavvuf musikisinin ve semahların özünü oluşturmuştur



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri






KARAHANLILAR (840-1212)
Karahanlılar, daha önceki Türk devletlerinden farklı olarak, hükümdarların ve halkının çoğunluğunun Müslümanlığı seçtiği ilk Türk-İslâm devletidir Bu sebeple Türk tarihi içerisinde Karahanlıların özel bir yeri ve önemi vardır


Hâkaniye ve İlig-Hanlar adlarıyla da anılan Karahanlı Devleti, başta Karluklar olmak üzere Çiğil, Yağma ve Tuhsı gibi Türk Boylarına dayanıyordu Karluklar, Balasagun merkez olmak üzere Yedi-su bölgesinde bir devlet kurmuşlardı Karluk yabgusu, bağlı bulunduğu Uygur Hakanlığı'nın 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılması üzerine istiklâlini ilân etti Kendisini Türk hakanlarının yasal halefi sayan yabgu Karahan unvanını aldı

Karahanlıların ilk hükümdarı olarak Bilinen Bilge Kül Kadır Han, Maverâünnehir'deki Sâmanî devleti ile mücadelelerde bulundu Oğullarından Arslan Han ulu hakan olarak Balasagun'da, Oğulcak Kadır Han ise Talas'ta oturdular Kadır Han 893'te başkenti Kaşgar'a nakletti Bu dönemde yeğeni Satuk Buğra Han Müslümanlarla temas kurdu ve Karahanlı Devleti'nin başına geçince de İslâmiyet'i resmî din olarak kabul etti (920)

Bu tarihten sonra Abdulkerim Satuk Buğra han adıyla anıldı Ancak Karahanlı sınırları içersindeki halkın tamamiyle İslâmiyet'i seçmesi Satuk Buğra Han 'ın oğlu Baytaş zamanında gerçekleşmiştir

Karahanlı Hükümdarı Ebu Nasr Ahmed zamanında, kardeşi İlig Nasr tarafından Samaniler devletine son verildi (999) Ebu Nasr Ahmed Abbasi halifesi tarafından bir İslâm hükümdarı olarak tanınan ilk Karahanlı hanı olmuştur Karahanlı Devleti'nin sınırları Balasagun, Özkent ve Tarım Havzası'nın batı kısmı ile Karakurum dağları dolaylarına kadar genişlemişti Güneyde Gazneliler ile komşu oldular ve mücadele ettiler Ancak hanedan arasında çıkan anlaşmazlık neticesinde devlet Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı (1042) Doğu Karahanlıların başında Tamgaç Buğra Han; Batı Karahanlıların başında ise Ahmet Arslan Han bulunuyordu

Karahanlılar dönemine ait en önemli eser Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan " Divan-ü Lugat-i Türk" tür



Doğu Karahanlı Devleti (1042-1211):
Doğu Karahanlı Devleti'nin sınırları Kaşgar, Fergana, Balkaş gölü civarına kadar uzanmaktaydı Devletin merkezi zaman zaman Balasagun, Talas ve Kaşgar şehirleri olmuştur Doğu Karahanlı Devleti'nin ilk hükümdarı sayılan Tamgaç Buğra Han âdil ve dindar bir kişi olarak tanınmaktaydı Yusuf Has Hacib'in yazdığı Kutadgu Bilig bu hükümdara sunulmuştur Doğu Karahanlı Devleti 1090 yılında Selçuklulara bağlandı Devlet 1133 yılında Moğol asıllı Karahıtayların hâkimiyetine girdi Bu durum 1211'e kadar devam etti Bölgenin tamamı Cengiz Han tarafından istilâ edildi

Batı Karahanlı Devleti (1042-1212):

Batı Karahanlıların sınırları batıda Aral gölünden doğuda Çimkent ve Özkent'e kadar uzanmaktaydı Devletin başkenti önceleri Özkent idi Daha sonra Semerkant ve Buhara devletin merkezleri olmuştur İlk hükümdarları Ahmet Arslan Han idi

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah bir Karahanlı prensesi ile evlenerek iki devlet arasında akrabalık kurdu ve böylece Karahanlıları kendisine bağladı (1089) Selçukluların Katavan Savaşı'nda yenilmesiyle beraber Batı Karahanlılar da Karahitay hâkimiyetine girmişti (1141) Harzemşahlar bölgedeki Moğol hâkimiyetine son vermiş, son Karahanlı hükümdarı Osman Han'ı da ortadan kaldırarak, bu devleti yıkmışlardır (1212)



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri






GAZNELİLER (969-1187)


Gazneliler Devleti adını, Doğu Afganistan'da bulunan başkentleri Gazne'den almaktadır Ayrıca hükümdarlık hanedanının kurucusundan dolayı Sebük-teginliler veya lâkaplarından dolayı Yemînîler diye de anılırlar Sâmanoğulları Devleti'nin (819-1005), dağılmaya başladığı sırada, bu devlette komutanlık ve valilik yapan Türkler, bazı bölgeler de hâkimiyet kurmuşlardı

Bunlardan biride Horasan Emiri Alp-Tegin'dir Alp-Tegin Doğu Afganistan'daki Gazne şehrini ele geçirerek, Gazneli Devleti'nin ilk temellerini atmıştır 963) Alp-Tegin'in ölümünden sonra yerine geçen oğulları aynı başarıyı gösteremeyince, Türkler Alp-tegin'in komutanlarından Sebük- tegin'i başa geçirdiler (977) Sebük-tegin 'in başa geçmesiyle, Gazneliler Devleti hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir hanedanın idaresine girmiştir Nitekim Sebük-tegin'in ölümüyle birlikte tahta oğlu Mahmut geçti Gazneli Mahmut zamanında, devlet en parlak devrini yaşadı





Türk tarihinde sultan unvanını ilk defa Gazneli Mahmut kullanmıştır Gazneli Mahmut 1001-1027 tarihleri arasında Hindistan'a 17 sefer düzenleyerek, Kuzey Hindistan'ı topraklarına kattı Bölge İslâmlaştı ve böylece Pakistan devletinin temeli atılmış oldu

Gazneli Mahmut'un ölümü üzerine (1030) yerine geçen Sultan Mesut, babası gibi dirayetli değildi Selçuklu tehlikesinin artmasına rağmen, O Kuzey Hindistan'a sefer düzenlemişti Nihayet Dandanakan Savaşı'nda Selçuklular karşısında büyük bir yenilgiye uğradı Topraklarını kaybederek Hindistan'a çekilmeye mecbur kaldı Sultan İbrahim zamanında devlet Selçuklu hâkimiyetine girdi (1059) Afgan asıllı Gurlular, 1187 tarihinde Gazneli Devleti'ni ortadan kaldırdılar



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri






BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ



Batı Türklüğünün en kalabalık ve güçlü kesimi olan Oğuzlar , 2nci Göktürk Devleti ve Uygur Kağanlığı zamanında daha batıya göç etmek zorunda kalmıştı 9ncu ve 10ncu yüzyıllarda gerçekleşen ikinci göçte, Guz adıyla anılan bir kısım Oğuz boylar Doğu Avrupa'ya kadar ilerlemiş, asıl boylar ise Seyhun nehri civarında kalmıştır Seyhun bölgesine gelen Oğuzlar, 10ncu yüzyılda kışlık merkezleri Yenikent olan bir siyasî teşkilât oluşturmuşlardır Başkanlarına Yabgu denildiği için bu devlete de Oğuz Yabgu Devleti adı verilmiştir

Devletin sınırları Seyhun'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanmaktaydı Ancak Oğuz Yabgulularında asıl siyasî ve askerî güç yabgudan çok sübaşı, yani ordu komutanının elindeydi Selçuklu Devleti'ne adını veren Selçuk Bey ve babası Dukak da sübaşı görevinde olup, Oğuz yabgusu ile aralarında gizli bir mücadele söz konusuydu Nitekim kaynaklarda adı belirtilmeyen Oğuz yabgusu, bir Türk zümresi üzerine sefer yapmak isteyince sübaşı Dukak bu sefere itiraz etmiş ve bu yüzden aralarında kavga olmuş ve gizli mücadele böylece gün yüzüne çıkmıştır Bu olay Dukak'ı sübaşılıktan etmişse de, onun ve ailesinin Oğuzlar arasındaki itibarını artırmıştı Nitekim ölümünden sonra oğlu Selçuk da sübaşılık görevine getirilmiş, devletin askerî gücünü eline geçirmişti Sübaşı Selçuk ile yabgunun arası da açılmış, hem bu yüzden hem de yer ve otlak darlığı yüzünden, Selçuk ve emrindekiler Maverâünnehir'e göç etmek zorunda kalmışlardır

Selçuk Bey'in, Seyhun nehri kenarındaki Cent şehrine göçü (960) Selçuklu Devleti'nin ortaya çıkmasını sağlayacak önemli bir gelişmedir Cent'te halkın büyük bir kısmı Müslüman idi Selçuk ve kendine bağlı olanlar, eski inanışlarıyla benzerlik gösteren bu dine sıcak bakıyorlardı Kısa bir süre sonra İslâmiyet'i kabul ettiler Böylece siyasî ve sosyal yönden de yeni bir kimliğe ve güce sahip olmuşlardı Nitekim Selçuk Bey, Oğuz yabgusunun yıllık vergiyi almak için gönderdiği memuru, kafire haraç verilmeyeceğini söyleyerek Cent'ten kovdu Müslüman olmayan Oğuzlarla mücadele etmekten kaçınmadı Böylece İslâm ve Türk dünyasında şöhreti gittikçe yayıldı Müslümanlığı kabul eden Oğuz kitlelerinin kendisine katılmasıyla Selçuk Bey, gücünü her geçen gün daha da artırmaktaydı Sayılarının gittikçe artması üzerine Selçuk Bey , Samaoğulları hükümdarından kendilerine yeni bir yurt gösterilmesini istedi Buhara yakınlarındaki Nûr kasabası yurtluk olarak gösterildi Seyhun'u geçen Oğuzlar, Nûr kasabasına yerleşti Buna karşılık Karahanlılarla çarpışan Samanoğullarına yardım edildi Ancak Samanoğulları Devleti kısa bir süre sonra yıkıldı (999) Ülke Karahanlı ve Gazneliler tarafından paylaşıldı Yüz yaşını geçmiş olan Selçuk Bey 1009 tarihin de Cent'te vefat etti

Selçuk Bey'in 4 oğlu vardı: Mikâil, Arslan, Yusuf ve Musa En büyük oğlu Mikail babası hayatta iken bir savaşta ölmüştü (998) Bu sebeple Tuğrul ve Çağrı adındaki iki oğlunu Selçuk Bey yetiştirmiştir Yabgu unvanını taşıyan Arslan, babasının ölümü üzerine başa geçti Diğer kardeşi Musa ise onun yardımcısı durumundaydı

Arslan Yabgu, Maverâünnehir'i ele geçiren Karahanlılarla mücadele etti Karahanlılara karşı isyan eden Ali Tegin ile ittifak kurdu Buhara'yı ele geçirdiler Bu güç birliğine karşı Gazneli Sultan Mahmut ve Karahanlı Yusuf Kadır Han anlaşmaya vardılar Gazneli Mahmut, görüşmek isteği ile yanına çağırdığı Arslan Yabgu'yu tutukladı ve Hindistan'ın kuzeyindeki Kalincar Kalesi'ne hapsetti (1025) Arslan Yabgu 7 sene kaldığı bu kalede öldü(1032)Tuğrul ve Çağrı Beyler, amcaları Arslan Yabgu'nun tutuklanması üzerine fiilen Oğuzların liderleri durumuna geldiler (1025) Ancak geleneğe uygun olarak diğer amcaları Musa'yı yabgu ilân ettiler Arslan Yabgu'nun ölümünden sonra Selçuklularda kısa süren bir dağınıklık yaşandı Arslan Yabgu'ya bağlı Türkmenlerin bir kısmı, Gazneli Mahmut'un izniyle Horasan' a geçti Bunlar ileride Selçukluların Irak ve Horasan kolunu oluşturacaklardır Arslan Yabgu ile ittifak kurmuş olan Buhara hâkimi Ali Tegin, Tuğrul ve Çağrı Beylerin kendine bağlı kalmasını istiyordu Buna karşı çıkan Tuğrul ve Çağrı Beyler ile Ali Tegin arasında şiddetli muharebeler cereyan etti Selçuklular Harzem bölgesine çekilmek zorunda kaldı Gazneli Valisi Harzemşah Altuntaş'ın gösterdiği bölgeye oturdular (1030 ) Ancak daha sonra, artan Gazneli tehlikesine karşı Selçuklular, Ali Tegin ve Harzem valisi ile ittifak kurdular Harzem'de Cent Hâkimi Şah Melik tarafından 7-8 bin Türkmen'in öldürüldüğü korkunç baskın(1034), ve müttefikleri Harzemşah Harun ve Ali Tegin'in ölümleri (1035) üzerine, Selçuklular Horasan'a geçmek zorunda kaldılar Tuğrul ve Çağrı Beylerin beraberlerinde Musa Yabgu ve İbrahim Yınal kuvvetleri olduğu hâlde, Gazneli hâkimiyetindeki Horasan'a girişleri, Gazneli sultanı Mesut'u oldukça telâşlandırdı Çünkü daha önce bu bölgeye gelen Türkmenler, Gaznelileri çok uğraştırmıştı Bu sebeple Gazneli Mesut büyük bir ordu hazırladı Ancak Nesa yakınlarında yapılan savaşta Selçuklular bu orduyu ağır bir yenilgiye uğrattı (Haziran 1035) Gazneli Mesut, Selçuklulara bazı bölgeleri bırakmayı kabul etti Fakat Selçukluların kazandığı zaferi duyan Oğuz kitleleri bölgeye akmaya başlamıştı Bu durum karşısında Gaznelilerden yeni bölgeler istendi Bu isteği geri çeviren Gazneli Mesut, Selçukluların üstüne yeniden bir ordu gönderdi Serahs yakınlarında yapılan savaşta Selçuklular yine büyük bir zafer kazandı (Mayıs 1038) Horasan'ın tamamı Selçuklu hâkimiyetine geçti Selçuklular bağımsızlıklarını ilân ederek ilk idarî düzenlemeleri yaptılar Tuğrul Bey ele geçirilen Nişapur'u devlet merkezi ilân etti

Dandanakan Savaşı ve Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu

Horasan'ı kaybeden Gazneli Sultanı Mesut, Selçuklulara kesin bir darbe indirmek için ordusunun başına geçti Sefer esnasında katılanlarla birlikte Gazneli ordunun mevcudu 100 bine ulaşmıştı Selçuklu kuvvetleri ise ancak 20 bini bulan hafif süvarilerden oluşmaktaydı Bu dengesizlik sebebiyle Selçuklu ordusu yıpratma savaşı vermeyi uygun bulmuştu Bu sebeple ordu çöllere doğru çekildi Nişapur'a giren Gazneli Mesut, Selçuklu ordusunu takibe koyuldu Selçuklu birliklerinin vur-kaç taktiği ile iyice yıpranan Gazne ordusuna karşı meydan savaşı yapma zamanının geldiğine karar veren Çağrı Bey nihayet Merv yakınındaki Dandenakon Hisarı önünde Gaznelileri karşıladı Üç gün süren savaş sonucunda Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı (22-24 Mayıs 1040) Gazneli Mesut beraberindeki 100 kadar atlı ile ancak kaçabildi ise de Hindistan'a giderken kendi adamları tarafından öldürüldü

Dandanakan Savaşı, Selçuklular için bir dönüm noktası olmuştur Aslında Serahs Savaşı'yla fiilen kurulmuş olan devlet, bu savaş neticesinde hukuken bağımsızlığını kazanmış, bölge ülkeleri ve halife Selçuklu devletini tanımıştır Böylece bölgedeki en büyük güç hâline gelen Selçuklular, Türkleri bir bayrak altında toplamaya başlayacak ve İslâmiyet'in öncülüğünü üstleneceklerdir
Dandanakan Savaşı'nın hemen ertesinde Tuğrul Bey Selçuklu Sultanı ilân edildi Merv'de yapılan kurultayda devlet teşkilâtı düzenlendi Selçuklu ülkesi ve ele geçirilmesi plânlanan memleketler Selçuklu hanedanına mensup üç lider arasında taksim edildi Buna göre merkezi Merv olmak üzere Ceyhun ve Gazne arasındaki bölge Çağrı Bey'e; Herat merkez olmak üzere Bust -Sistan arazisi Musa Yabgu'ya verildi Tuğrul Bey Sultan unvanı ile başkent Nişapur'da kaldı, Irak kendisine bağlandı Çeşitli bölgelere gönderilen diğer hanedan üyeleri de Sultan Tuğrul'un emrine verildi Bunlar daha sonra Büyük Selçuklulara bağlı kalmakla beraber kendi devletlerini kurdular



TUĞRUL BEY




Hanedan üyeleri kendilerine ayrılan toprakları birer birer zapt ediyordu Doğuda yapılan seferlerde Çağrı Bey Gaznelileri tamamen Horasan'dan çıkardı, Belh şehrini ele geçirdi Karahanlıları barış yapmak zorunda bıraktı Çağrı Bey'in oğlu Yakutî Hint denizi kıyılarındaki Mekran'ı aldı Diğer oğlu Kar Arslan Kavurd ise Buveyhîler'in hâkimiyetindeki Kirman'ı , Hürmüz Emirliği'ni ve Umman'ı Selçuklu idaresine bağladı Tuğrul ve Çağrı Beylerin birlikte çıktığı seferde Harezm bölgesi tamamen Selçuklulara geçti (1043) Tuğrul Bey İran'daki birçok bölgeyi bizzat çıktığı seferle ele geçirdi Tuğrul Bey'in üvey kardeşi İbrahim Yınal, İran'ın en önemli merkezlerinden Rey şehrini zapt etti ve Tuğrul Bey'i buraya davet etti Tuğrul Bey, fetih bölgelerine daha yakın olması sebebiyle Nişapur' u bırakarak, Rey'i devletin yeni başkenti yaptı (1042)
ÇAĞRI BEY
Tuğrul Bey zamanında Bizans ve Gürcülere karşı da büyük başarılar sağlanmıştı Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış ve İbrahim Yınal, Bizans-Gürcü kuvvetlerini Pasinler Savaşı ile büyük bir hezimete uğrattılar (1048) Bu savaşta Gürcü Kralı Liparit esir edilmiş; İstanbul'daki yıkık bir caminin onarımı ve Tuğrul Bey adına burada hutbe okunması şartıyla serbest bırakılmıştır 1054 yılında Tuğrul Bey Azerbaycan'daki mahallî hükümdarları itaat altına aldıktan sonra Anadolu'ya yönelmiş ve Malazgirt'i kuşatmıştır Ancak kışın yaklaşması üzerine geri dönmüş, Yakutî'yi Anadolu akınlarını devam etmekle görevlendirmiştir Tuğrul Bey, Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrullah'ın isteği üzerine, Şiî Büveyhoğullarının tehdidi altındaki Bağdat'a 1055 ve 1058'de iki kez girmiş ve böylece "doğunun ve batının hükümdarı" unvanını bizzat halifeden alarak, Selçukluların İslâm dünyasının koruyucu liderliğini üstlendiğini kabul ettirmiştir Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan Çağrı Bey 1060'ta ve Sultan Tuğrul Bey ise 1063'de öldü

ALP ARSLAN

Çağrı Bey cesareti ve kumandanlığı, Tuğrul Bey ise adaleti ve siyasî zekâsıyla, 2nci Göktürk Devleti'ndeki Bilge ve Kül-Tigin kardeşleri hatırlatan büyük şahsiyetlerdir Tuğrul Bey' in çocuğu yoktu Bu sebeple Selçuklu tahtına Çağrı Bey'in büyük oğlu Süleyman'ı vasiyet etmişti Ancak Çağrı Bey'in diğer oğlu Alp Arslan bunu kabul etmedi Henüz çocuk yaştayken babasını temsil eden Alp Arslan, Karahanlı ve Gaznelilere karşı başarılar elde etmiş, onları itaate zorlamıştı Bu sebeple Selçuklu tahtının hakkı olduğunu düşünüyordu Aynı zamanda Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış da kendini sultan ilân etmişti Askerlerin desteklediğini alan Alp Arslan, Kutalmış'ın isyanını bastırdı ve Rey'de tahta çıktı Nizamülmülk'ü vezirliğe getirdi (1064)Alp Arslan, devlet nizamını sağlar sağlamaz Azerbaycan ve Anadolu üzerine sefere çıktı Tuğrul ve Çağrı Beyler, henüz devlet kurulmadan bu bölgelere akınlar düzenlemişler, kalabalık Türkmen kitleleri batıya yönelmişlerdi Bu sebeple Alp Arslan, yeni fetih alanı olarak Anadolu'yu seçmiştir Alp Arslan Azerbaycan ve Kafkasya'da birçok kaleyi ele geçirdikten sonra Doğu Anadolu'ya girdi Hıristiyanlığın doğudaki en güçlü kalesi olan Ani'yi şiddetli bir kuşatmadan sonra ele geçirdi Ardından Kars'a girdi (1064)1065 yılında, atalarının ilk yerleştiği şehir olan Cend'e gitti ve Kıpçakları hâkimiyeti altına aldı Kirman Meliki Kavurd'un isyanını da bastıran Alp Arslan, böylece devletin doğu sınırlarının emniyetini sağlayarak, bütün gayretini Anadolu'ya sarf etmeye başladı Sultan Alp Arslan Azerbaycan üzerinden Malazgirt'e gelerek burayı kısa sürede ele geçirdi Ardından Ahlat, Meyafarikin (Silvan), Amid (Diyarbakır) ve havalisini fethetti



Sultan, Abbasi halifeliğini tehdit eden Mısır Fatimî Devleti'ne karşı sefere hazırlandığı sırada Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in Doğu Anadolu'ya ilerlediğini öğrendi Şam'a yürümekten vazgeçen sultan, hızla geri döndü ve Malazgirt'te Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı Bu savaş sonuçları itibarıyla Dandanakan'dan sonra cereyan eden en önemli meydan savaşıdır Bu savaştan sonra Türkler için Anadolu'da yeni bir dönem başlar Sultan Alp Arslan, Malazgirt'ten sonra çıkan karışıklıkları bastırmak amacıyla Maverâünnehir üzerine sefere çıkar Ancak burada esir alınan bir kale komutanı tarafından hançerlenir ve 25 Kasım 1072'de vefat eder Alp Arslan, kendinden sonra tahta geçmesi için oğlu Melikşah'ı veliaht olarak hazırlamıştı Nitekim Alp Arslan'ın ölümü üzerine Melikşah henüz 18 yaşında iken sultanlığa getirildi (1072) Melikşah öncelikle sınırlara tecavüz eden Karahanlı ve Gazneliler'i yenerek, barışa zorladı Ardından amcası Kavurd'un isyanını bastırdı (1073)
MELİKŞAH
Devlet merkezi Rey'den daha güneydeki İsfahan'a taşındı Bizans'ın Malazgirt'ten sonra anlaşmaya uymamaları üzerine Anadolu akınları hızlandırıldı Kutalmış'ın oğulları ve bazı Türkmen reisleri Batı Anadolu'ya kadar akınlar düzenlediler Bu arada Türkmen liderlerinden Atsız Suriye'yi ele geçirdi Kudüs şehri Fatımîlerden alındı Melikşah, kardeşi Tutuş'a Suriye'nin idaresini verdi (1078) Anadolu fatihlerinden Artuk Bey, Melikşah'ın emriyle Arabistan Yarımadası'ndaki Hicaz, Yemen ve Aden'i Selçuklu topraklarına kattı Melikşah 1087'deçıktığı sefer sonucunda Karahanlıların doğu kolunu da hâkimiyeti altına aldı Sultan Melikşah henüz 38 yaşında iken zehirlenerek öldü ( 1092) Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır Bu sınırlar, batıda Anadolu ve Mısır'dan, doğuda Balkaş ve Isık gölüne; kuzeyde Kafkaslardan güneyde Arabistan Yarımadası'na kadar uzanmaktaydı

Büyük Selçuklu Devleti'nin Dağılışı :

Melikşah döneminde Selçuklu Devleti en parlak yıllarını yaşamıştır Ancak Melikşah'ın ölümünden sonra gelişen bazı olaylar devletin gücünü kırar Büyük Selçukluların dağılışını hızlandıran gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz :

Haçlı Seferleri: Türklerin Anadolu'yu fethi ve Bizans'ı tehdit etmesi, Kudüs'ün Müslümanların eline geçmesi gibi sebepler, Hristiyan dünyasını ortak hareket etmeye yöneltmişti Melikşah'ın ölümüyle başlayan taht mücadelelerini fırsat bilen Hristiyanlar, haçlı seferlerini başlattılar (1096) Suriye ve Filistin'in büyük bölümü Haçlıların eline geçti

Bâtınîlik Hareketleri: Mısır'daki Şiî Fatımîler, Selçuklu Devleti'ni zayıflatmak ve kendi propagandalarını yapmak için adamlar yetiştiriyordu Bu kişiler İslâmiyet'le tamamen ters düşen inanışlar taşıdıklarından Bâtınî adıyla anılmışlardır Bunlardan biri de Hasan Sabbâh'dır Cahil kitleler arasında taraftarını artıran bu kişi Hazar'ın güneyinde yer alan Alamut kalesini ele geçirmiş ve burayı üs olarak kullanmıştır (1090) Haşhaş gibi uyuşturucularla kendine bağladığı fedaîler vasıtasıyla, devletin ileri gelenlerine suikastlar tertip etmişlerdir Nitekim Melikşah'ın ünlü veziri Nizamülmülk de bu fedaîler tarafından öldürülmüştür Melikşah bu kötülük yuvasını yıkmak için Türkmen reisi Kızıl Sarıg'ı Alamut'a yollamış, fakat sultanın ölümü üzerine kuşatma kaldırılmıştır Batınîlik hareketi 13ncü yüzyıl ortalarına kadar faaliyetine devam etmiştir

İç Mücadeleler: Selçuklu Devleti'nin dağılmasında esas rol oynayan, kendi aralarındaki mücadeleler olmuştur Taht kavgaları, bağlı beyliklerin bağımsızlığını ilân ederek birbirleriyle mücadele etmeleri ve isyanlar ülkenin düzenini bozmuştur Melikşah'ın ölümü üzerine Selçuklu tahtına oğlu Berkyaruk geçmişti (1092) Fakat Suriye Selçuklu Meliki Tutuş yeğeninin hükümdarlığını kabul etmeyerek, taht üzerinde hak iddia etti Tutuş, Berkyaruk ile yaptığı savaşı kaybetti ve öldü (1095) Bu zafere rağmen Bâtınî ve Haçlı hareketleri karşısında başarılı olamayan Berkyaruk, henüz 25 yaşında iken öldü (1104) Berkyaruk'tan sonra Selçuklu tahtına kardeşi Mehmet Tapar geçti (1104-1118) Haçlılar ve Gürcülere karşı bazı başarılar kazanıldıysa da iç mücadeleler birliğin sağlanmasını engelliyordu Mehmet Tapar'ın ölümünden sonra tahta oğlu Mahmut geçmişti Melikşah'ın diğer oğlu Horasan Meliki Sencer kendini sultan ilân etti ve Mahmut'u himayesine aldı (1119) Böylece Sencer büyük sultan olurken, Mahmut Irak Selçuklu Sultanı olarak kalıyordu Selçuklu başkentini Merv'e taşıyan Sultan Sencer, Büyük Selçuklu Devleti'nin son büyük hükümdarıdır Onun zamanında devlet tekrar eski gücünü toparlamaya başlamıştır Bu sebeple Sultan Sencer zamanı için ikinci imparatorluk devri adı verilir

Sultan Sencer henüz Horasan meliki iken Gaznelileri ve Karahanlıları, 1121'de ise Afganistan'daki Gurlu Devleti'ni kendine bağlamıştır Ayrıca Selçuklu ülkesinin tamamında hâkimiyet kurarak birliği sağlamıştı Fakat 1141 yılında doğudan gelen Kara-Hıtaylar 'a karşı yaptığı Katavan Savaşı'nda yenilince itibarını kaybetti Maverâünnehir Kara-Hıtayların eline geçti Ülkede tekrar otorite boşluğu doğdu Nitekim İran asıllı memurların fazla vergi istemesi üzerine, devletin asıl unsuru olan Oğuzlar (Türkmenler ) isyan ettiler, daha fazla toprak istediler Sultan Sencer soydaşı olduğu Oğuzlara esir düştü (1153) Oğuzlar Horasan bölgesini ellerine geçirdiler Sultan Sencer serbest bırakıldı Fakat bir müddet sonra öldü Sencer'in ölümüyle Büyük Selçuklu Devleti fiilen son bulmuştur (1157) Büyük Selçuklu Devleti, Karahanlılar ve Gazneliler ile başlayan Türk-İslâm devlet geleneğini sağlam temellere oturtan ilk büyük cihan devletidir Daha sonra kurulan Türk devletlerine her açıdan örnek olmuşlardır

Büyük Selçuklulara Bağlı Beylikler:

Dandanakan Savaşı'ndan sonra yapılan kurultayda ülkenin çeşitli bölgelerine hanedan üyelerinin idareci olarak gönderildiğini belirtmiştik Gönderildikleri bölgelerde, devlete bağlı kalmak şartıyla kendi idaresini kuran bu kişiler, Melikşah'ın ölümünden sonra (1092) bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamışlardır Bu dönemde ülke dörde bölünmüştür:

Irak ve Horasan, Kirman, Suriye ve Anadolu Irak ve Horasan Selçukluları (1092-1194) Irak ve Horasan Selçuklu Devleti'nin merkezi durumundaydı Sultan Mehmet Tapar'dan sonra Selçuklu tahtına geçen oğlu Mahmut tahta geçtiği sırada amcası Sencer Horasan meliki idi Sencer Mahmut'u tahttan indirdi ve himayesine aldı Mahmud, merkezi Hemedan olan Irak Selçuklu Devleti sultanlığına getirilirken, Sencer büyük sultan sıfatıyla Horasan'daki Merv'de tahta oturdu (1119) Irak Selçukluları, Azerbaycan'dan Fars bölgesine, Horasan Selçukluları ise Maverâünnehir'den Afganistan'a kadar uzanan bölgeleri içinde barındırmaktaydı Irak Selçuklularının son sultanı III Tuğrul devrinde yönetim aslında atabeylerin eline geçmişti Sultan Tuğrul'un Harezmşah Tekiş'e yenilmesiyle Irak Selçuklularının toprakları Harzemşahlara geçti (1194)

Kirman Selçukluları ( 1092-1187)

Çağrı Bey'in oğlu Kavurd , Selçukluların Kirman kolunun başı idi İran'ın güneyinde yer alan Kirman'dan başka Fars, Hürmüz ve Umman'ı da zapt etmişti Birkaç kez isyan eden Kavurd Sultan Melikşah tarafından boğdurulmuştu Yerine geçen oğulları Selçuklulara bağlı kaldılar Bir ara Gurlular'ın hâkimiyetine giren Kirman Selçuklularına Oğuz Başbuğu Dînar tarafından son verilmiştir (1187)

Suriye Selçukluları ( 1092-1117)

1077 yılından beri Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş, kendini sultan ilân ederek, Berkyaruk'un üzerine yürümüş, fakat yenilmişti (1095) Oğullarından Rıdvan Halep'te, ve Dokak Şam'da hâkimiyetlerini ilân ettiler Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele etti Bir ara sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti 1117'ye gelindiğinde her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti

Türkiye Selçukluları (1075-1308)

Türkiye Selçukluları kolu, Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış'ın neslindendir Kutalmış'ın oğlu Süleyman Şah 1075'te İznik'i almış ve oğlu 1nci Kılıçarslan burada hükümdarlığını ilân etmiştir (1092) Daha sonraları Konya başkent olmuştur Türkiye Selçukluları İlhanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır (1308)

Atabeylikler

Ülke idaresini öğrenmek için çeşitli bölgelere gönderilen şehzadeleri eğitmek ve onlara vekillik etmekle görevlendirilen tecrübeli komutanlara atabey denilmektedir Atabeyler Selçuklu Devleti'nin zayıfladığı zamanlarda bölgedeki gücünü ve nüfuzunu artırarak, idareyi tamamen ellerine geçirmişlerdir Böylece atabeylik adı verilen sülâleler ortaya çıkmıştır Büyük Selçuklular zamanında ortaya çıkan atabeylikler şunlardır:

Salgurlular (1147-1284)

Oğuzların Salgur (Salur) boyundan Atabey Sungur tarafından kurulmuştur Güney İran'daki Fars bölgesinde kurulduğu için Fars Atabeyliği olarak da bilinir Merkezi Şiraz idi İlhanlıların hâkimiyetinden sonra 1284'te sülâle sona ermiştir

İldenizoğulları (1146-1225)

İldenizliler veya Azerbaycan Atabeyliği de denir Kıpçak Türklerinden Şemseddin İl-deniz'in kurduğu Atabeyliğin merkezi Tebriz idi Zamanla çok güçlenen ildenizliler, Azerbaycan'dan başka bütün Irak'a, Hemedan ve İsfahan'a da hâkim oldular Celâlettin Harzemşah 1225'de Tebriz'i ele geçirince bu atabeylik sona ermiş oldu

Beg-Teginoğulları (1146 -1232)

Musul Atabeyi Zengî'nin valilerinden Beg-tegin oğlu Zeyneddin Ali Küçük tarafından kurulmuştur Merkezi Erbil olup, Şehr-i Zor, Hakkari, Sincar ve Harran atabeyliğin sınırları içerisindeydi Ülkeyi 44 yıl başarıyla yöneten Kök-Böri, Anadolu Selçuklularına bağlıydı Ölünce, vasiyeti gereği Erbil Abbasi halifeliğine verildi (1225)

Böriler (Şam Atabeyliği) (1128-1154)

Suriye Selçukluları'nın Şam kolu, Atabey Tuğtekin tarafından yönetiliyordu Oğlu Tacü'l-mülk Böri babasının ölümü üzerine idareyi ele aldı Pek güçlü olmayan bu atabeylik, Zengî Atabeyi Nureddin Mahmut tarafından ortadan kaldırıldı (1154)

Zengîler (1127-1259)


Melikşah'ın Halep Valisi Ak-Sungur'un oğlu İmadeddin Zengi'nin Musul valiliğine getirilmesiyle kuruldu (1127) Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerle öne çıkmışlardır İmadeddin Zengî, Haçlılardan Urfa'yı alınca Avrupalılar 2nci Haçlı Seferi'ni düzenlemişlerdir (1137) Zengî'nin ölümünden sonra atabeylik Musul ve Halep olmak üzere iki kola ayrıldı (1146) Halep'teki oğlu Nureddin Mahmut haçlı kontluklarına karşı başarılı mücadeleler verdi Şam'daki Börileri kendine bağladı Haçlılarla iş birliği yapan Mısır Fâtımî Devleti'ni ortadan kaldırdı (1171) Nureddin Mahmut ölünce atabeylik Eyyûbî ailesine intikal etti (1174) Nihayet 1259'da İlhanlılar atabeyliğin tamamını işgal ettiler


Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




Harzemşahlar



XI yüzyılın sonlarında Harezm'de kurulan ve 1230'da yıkılan Türk imparatorluğu
Harezmşahlar soyunun kurucusu Anuş Tigin, Garca adlı bir Türk kölesidir Garca, Büyük Selçuklu emîrlerinden Bilgi Tigin tarafından, Gürcistan'dan satın alınarak saray hizmetine verildi Kısa bir süre sonra, başarılı çalışmaları sebebiyle, Harezm valiliğine getirildi Ölümünden sonra, oğlu Kutbeddin Muhammed, Muhammed Harezmşah unvanıyla, Sultan Sencer tarafından Harezm'e gönderildi Otuz yıl süre ile Harezm'i yöneten Kutbeddin Muhammed, iyi bir yönetici, anlayışlı bir siyaset adamı idi Zamanında Harezm, büyük bir ilerleme gösterdi Kutbeddin'in ölümünden sonra, büyük oğlu Kızılarslan Atsız, Harezmşah olarak görevlendirildi Atsız, ilk zamanlarda Selçuklulara bağlı kaldı Sultan Sencer ile birlikte seferlere çıktı Kendi gücünü arttırmak için, Cend ve Mangışlak gibi, Seyhun ötesindeki sahalara kadar ilerledi Bir süre sonra Sencer ile arası açıldı Sencer, Atsız'ı beğeniyordu Bunan yararlanan Atsız, bağımsızlığını ilan etti Selçuklu memurlarını hapsederek, mallarına el koyduğu gibi, Horasan yollarını da kapattı Bu sırada Belh'te bulunan Sencer, büyük bir ordu ile Harezm üzerine yürüdü (1138) Yapılan savaşta, Atsız'ın ordusu yenilgiye uğradı, oğlu Atlığ da esir edilerek öldürüldü Sencer, Harezm'in yönetimini Süleyman bin Muhammed'e vererek vezir, atabey, hâcib gibi memurlardan meydana gelen bir dîvan kurdu, sonra Merv'e döndü (1139) Bu durum, Harezm halkını gücendirdi Bundan da faydalanan Atsız'ın çalışmaları sonucu, Süleyman ve adamları, Harezm'den ayrılmak zorunda kaldılar (1140) Bir yıl sonra Harezm hâkimiyetini elde eden Atsız, Sencer'e bağlılığını bildirdi (1141) Sencer, aynı yıl, Karahıtaylarla yaptığı savaşta yenildi Bunun üzerine Atsız, tekrar bağımsızlığını ilan etti Horasan üzerine yürüyerek, Sencer'in (Selçuklu) başkenti Merv'i ele geçirdi 1142'de de Nişapur'u alarak kendi adına hutbe okuttu
Ancak, Atsız'ın bu başarısı çok uzun sürmedi Horasan'da hakimiyetini tekrar kuran Sencer'in üzerine geldiğini duyan Atsız, aldığı yerleri boşaltarak Harezm'e döndü Tekrar, Sencer'e bağlılığını bildirdi (1144) Merv'den aldığı hazineleri geri verdi Karahıtaylara her yıl 20 000 dinar altın vermeyi kabul etti Bir taraftan da Sultan Sencer'i öldürtmek için Merv'e iki fedaî gönderdi Durumu haber alan Sencer, bu suikast teşebbüsünden kurtulduğu gibi, Harezm'e karşı üçüncü defa sefere çıktı (1147) Hazarasb kalesini, iki aylık bir kuşatmadan sonra aldı Harezm'in başkenti olan Gürgenç önlerine geldi Bu sırada araya giren bir dervişin ricasını kıramayarak, Atsız'ın atından inip toprağı öperek, kendisini metbu tanıma isteğini kabul etti Fakat Atsız, atından inmeden, Sencer'in isteğini başıyla selam vererek yerine getirdi Bunun üzerine Sencer, Merv'e döndü Horasan üzerindeki niyetlerini bir tarafa bırakan Atsız, Seyhun kıyılarını aldı (1152) Oğuz-Selçuklu savaşında Sultan Sencer, Oğuzların eline esir düştü Bu olay üzerine Atsız, bir yandan Sencer'i kurtarmağa, bir yandan da Oğuzlarla Sencer'in arasını bulmağa çalıştı Sencer'in esaretten kurtulmasından sonra, ona tebrik mektubu göndererek, emrinde olduğunu bildirdi Aynı yıl temmuz ayının otuzuncu güü öldü (1156) Atsız'ın yerine veliaht olan Ebu Feth İl-Arslan geçti Harezm'de bulunan amcaları İnal Tigin ve Yusuf'u, kardeşleri Hitay Han ile Süleyman Şah'ı öldürten İl-Arslan, rakipsiz olarak Harezmşah tahtına çıktı Sultan Sencer'in ölümü, Harezmşah Devletini, Doğu İran'ın en güçlü devleti haline getirdi (1157) Sencer'e bağlı mahallî hanedanlar, Oğuz reisleri, Büyük Selçuklu emîrleri, yönettikleri bölgeleri genişletmek için büyük bir çaba gösteriyorlardı Irak'taki Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Muhammed bin Mahmud'un durumu pek sağlam değildi İl-Arslan, bu durumdan yararlanarak, bağımsızlığını ilan ettiği gibi, durumu Selçuklu sarayına da duyurdu Harezmşahlar artık, Selçukluların uydusu değil, dostu oldular
İl-Arslan, Selçuklu emîrlerinin doğu İran'da yaptıkları muharebelere, zaman zaman, çıkarı için karıştı Bağdat halifesi ile Irak Selçuklu sultanı arasında aracılık etti Nişapur'u kendisine merkez yaptıktan sonra Tus, Bistan, Pamyan taraflarını da ele geçirdi Karahıtaylar, Harezm üzerine yürüdüler (1172) İl-Arslan, öteki Harezmşah hükümdarlarının yaptığı gibi, topraklarını su altında bırakarak savunmak istedi Aynı yıl, hastalanarak Nişapur'da öldü
İl-Arslan'ın ölümünden sonra küçük oğlu Celaleddin, Harezmşah tahtına oturdu Cend'de vali olan büyük kardeşi Tökiş, Celaleddin'in emrini yerine getirmediği gibi, Karahıtaylara sığınarak, askerî yardım talebinde bulundu Karahıtaylar, Tökiş'in isteğini olumlu karşılayarak, çok kuvvetli bir orduyu onun emrine verdiler Bunun üzerine Celaleddin Şah ve annesi, Harezm'den ayrılarak, Irak Selçuklularının nâibi Melik Ay-Aba'nın yanına geldiler Kardeşinin kaçması üzerine Tökiş (1172-1200), kolayca Harezmşah tahtına geçti Tökiş, ailenin en büyük hükümdarlarından birisi olarak ün kazandı Saltanatının ilk yıllarında, kardeşi Celaleddin Şah, Melik Ay-Aba ile onun üzerine yürüdü Tökiş, Subarlı kasabasında Ay-Aba'yı bekledi Ordusunu pusuya düşürüp yok etti Ay-Aba'nın başını kestirdi (1174) Celaleddin Şah ve annesi, bu başarısızlık üzerine Dihistan'a kaçtılarsa da, Tökiş, Terken Hatun'u yakalatıp öldürttü Celaleddin Şah ise Gur sultanı Gıyaseddin'e sığındı Çok geçmeden Tökiş ile Karahıtayların arası açıldı Bu durumu öğrenen Celaleddin Şah, Karahıtaylar ile birleşerek Harezm'e yürüdü
Harezm, topraklarını sular altında bırakarak, başkentte kendisini savundu Büyük bir savaşı göze alamayan Karahıtaylar, geri çekildiler Yalnız, Celaleddin Şah'a bir miktar asker vererek Merv, Serahs şehirlerini içine alacak küçük bir emîrlik kurmasına yardımcı oldular Zaman zaman, kardeşi Tökiş ile dostça geçinen Celaleddin Şah, kardeşinin İran seferinde bulunuşunu fırsat bilerek Nişapur üzerine yürüdü (1187) Başarı sağlayamadan Merv'e dönmek zorunda kaldı Bir süre sonra burada vefat etti
Kardeşinin ölümünden sonra Tökiş, bütün Doğu İran ve Horasan'a söz geçirmek ve oraları buyruğu altına almak istedi Abbasî halifesi Nâsır ile anlaşarak, Selçuklu sultanı II Tuğrul'u yendi ve öldürttü (1194) Hemedan ile öteki Selçuklu kalelerini ele geçirdi Selçuklu Sultanlığının yıkılışından sonra Tökiş, kendisine sultan unvanını verdi, kestirdiği sikkelere bu unvanı yazdırdı Harezmşahların, Batı İran'da üstünlük kurmaları kolay olmadı Tökiş, öümüne kadar, İran işleriyle uğraşmak zorunda kaldı Isfahan'ı Kutluğ İnanç'a, Rey'in idaresini onun oğlu Yusuf'a verdi Büyük emîrlerinden Mayacuk'u atabey yaptı Kendisi harezm'e döndü Bu sırada, Halife ordusunun Irak'a yaptığı saldırı püskürtüldü Yusuf Hanın, Rey'den ayrılmasıyla, Mayacuk yönetimi ele aldı Durumu düzeltmek için Tökiş, üçüncü defa Irak seferine çıktı (1196) Bağdat ordusunu yendi Hemedan'ı kendisine sığınmış olan Atabey Özbek'e, Isfahan'ı da oğlu Erbaş'a verdi 1198'de Mayacuk ayaklandı Tökiş, onu yendi ve öldürttü İsmailîlerin elinde bulunan bazı kaleleri aldıktan sonra Harezm'e döndü, orada öldü (1200) Oğlu Alâeddin Muhammed, onun yerine geçti
Büyük kardeşi Melikşah'ın 1197'de ölümünden beri veliaht olan Alâeddin Muhammed, önce Gur sultanları Şahabeddin ve Gıyaseddin ile savaştı Tökiş'in ölümünden faydalanan bu sultanlar, Merv ve Tus şehirlerini aldıktan sonra Nişapu'u ele geçirdiler Hindu Han, Melikşah'ı, Alâeddin'e karşı koz olarak kullanmak için, Merv ve Serahs vilâyetlerinin idarsiyle görevlendirdi Nişapur'a yürüyen Alâeddin, Gurluları, ülkelerine serbestçe dönmek şartı ile bıraktı Merv ve Serahs'ı geri aldı Hindu Han, Gur ülkesine dönmek zorunda kaldı Harezm'e dönen Alâeddin, bir yıl sonra, Herat üzerine yürümeye karar verdi, fakat Sultan Şahabeddin'in, Harezm'e yürümek için ordu hazırladığını duyunca, bundan vazgeçti Harezm'e çekilen Alâeddin'in ardından Gurlular da Tus'a geldiler Kardeşi Gıyaseddin'in ölüm haberini alan Şahabeddin, Gur'a döndü Bunun üzerine Alâeddin, Herat'ı almak istediyse de başarı kazanamadı Gur'da durumunu düzelten Şahabeddin, hızla Harezm üzerine yürüdü Alâeddin, daha önceki savunma usulüne başvurarak, Harezm'in o çevresini sular altında bıraktı Fakat, Gur ordusu, Harezm tarihinde ilk defa olarak, kırk günde bu bölgeyi geçti ve Alâeddin'in ordusunu yendi Karahanlı sultanı Osman ve Karahıtay orduları, Alâeddin'in yardımına geldi Gurlular, ağırlıklarını yakarak geri çekildiler Onları takip eden Alâeddin, Hazarasb'da, Gurlular'ın sağ kolunu dağıttı, bir çok esir ve ganimetle döndü Karahıtay ordusu ile Anahod önünde, Şahabeddin'in ordusunu çevirerek, iki gün süren bir savaştan sonra mağlup etti Zorlukla Anahod kalesine sığınan Şahabeddin, Semerkand sultanı Osman'ın aracılığıyla, büyük bir fidye karşılığında Gazne'ye dönebildi Karahıtayların başarısı, Harezmşah'ı korkuttu Bu yüzden, bir süre sonra, Gurlu Sultanı Şahabeddin ile dostluk kurmak için Gazne'ye elçi gönderdi Hindistan'da büyük başarılar kazanan bu Müslüman hükümdar, dinsiz Karahıtaylar'dan öc almak istediği için, Alâeddin'in dostluk teklifini iyi karşıladı 1205'te, ordusunun eksiklerini tamamlamak için Hindistan'a bir sefer düzenledi Dönüşünde de Alâeddin'e haber göndererek, Karahıtaylar üzerine yürüyeceğini bildirdi Fakat, bir Hintli veya Batınî tarafından hançerlenerek öldürüldü (1206) Onun ölümünden sonra Gurlular yıkıldı Harezmşah Alâeddin, bu durum karşısında, Nişapur'a emîrler göndererek, Horasan ordusunu Herat'ı almak için görevlendirdi Kısa zamanda Herat alındı, valiliğine Hüseyin getirildi Ordusunun başında Belh'e yürüyen Alâeddin, kuvvetli bie kuşatmadan sonra burayı teslim aldı (1207)
Alâeddin'in bu tarihten sonra karşısında bulunan siyasî ve askerî güç, Karahıtaylardı Harezmşahların her yıl vergi vermek zorunda oldukları bu devleti ortadan kaldırmak, Alâeddin'in en büyük hedefi idi Bunu gerçekleştirmek isteyen Alâeddin, büyük bir orduyla Mâverâünnehir seferine çıktı Karahıtayları yenerek, Buhara'yı aldı (1208) Bu tarihten sonra Karahıtaylar bir daha toparlanamadılar Küçlük kumandasındaki Naymanların, Cengiz'in önünden kaçarak Karahıtay topraklarına girişi, bu devletin yıkılışını kolaylaştırdı Ayrıca, Semerkand, Alâeddin tarafından zaptedildi (1212) Mâverâünnehir, kesin olarak, Harezmşahların hakimiyeti altına girdi Gazne'yi alan Alâeddin, bu bölgenin yönetimini, büyük oğlu Celâleddin'e verdi (1215) İran'a sefer yaptı (1217) Fars ve Âzerbaycan atabeylerini itaat altına aldıysa da, Hemedan'dan Esedâbâd yolu ile Bağdat'a gönderdiği ordu, ağır kış yüzünden, ağır bir kayba uğrayarak dağıldı (1218) Bu sırada Cengiz'in zaferlerini duyan Alâeddin, bilgi edinmek için Moğol hakanına bir elçi gönderdi Cengiz'in gönderdiği elçilik heyetini kabul etti Cengiz, elçisi aracılığıyla Alâeddin'e, dostluk e ticaret ilişkilerinin sıkılaştırılması dileğini bildirdi Fakat, bir süre sonra Cengiz'in bir kervanı, Otrar'da, Alâeddin'in Muhammed'in valisi İnalcuk tarafından yağmalanarak, kervanda bulunanlar öldürüldü Kervandan kaçıp kurtulabilen bir kişi, durumu Cengiz'e bildirdi Bunun üzerine Cengiz, Harezmşah'a bir heyet göndererek, Gayır Han diye bilinen İnalcuk'un teslimini ve malların tazminini istedi Alâeddin Muhammed, bu isteği şiddetle reddederek, Cengiz ile savaşa karar verdi Alâeddin'in bu kararı, Harezmşah İmparatorluğunun birden ortadan kaldırılması, Doğu İslâm dünyasında yüz binlerce Müslümanın ölümü, birçok şehir ve eserin yakılıp yıkılmasıyla sonuçlandı
Cengiz, Harezmşahlara karşı 200 000 kişilik bir ordu hazırladı Alâddin Muhammed, kurduğu harp meclisinde, Moğol ordusunun Seyhun nehri kıyısında karşılanması görüşünü kabul etmeyerek, Mâverâünnehir'de savaş yapılmasını kararlaştırdı Kuvvetlerini, büyük şehir ve kalelere dağıttı Bu kuvvetlerin başına ayrı ayrı kumandanlar getirdi, kendisi de Horasan'a geçti Cengiz, ordusunu küçük birliklere ayırıp, Mâverâünnehir'in sağlam kalelerini birer birer ele geçirdi, savunan ve kendini koruyan şehirleri yakıp yıktı Kısa bir süre içinde Buhara ve Semerkand, Otrar, Sıgnak, Barçlığ, Kend, Cend, Benâkend ve Hocend gibi şehirler, Cengiz'in eline geçti Mâverâünehir'in en güçlü savunma merkezi olan Semerkand, Türk kumandanının büyük kahramanlık göstermesine rağmen teslim oldu Cengiz, ordusuna, küçük vilâyetlerin alınmasını emretti Belh'te bulunan Alâeddin, Irak'a, oğlu Rükneddin'in yanına gitmek bahanesiyle Tus'a kaçtı Moğollar, her yanda hızla ilerliyorlardı Nişapur ve Bistâm yoluyla Rey'e gelen Alâeddin, oğlunu da yanına alarak, Devletâbâd yakınlarında Moğolları durdurmak istedi Yenilerek Abiskun'da bir adaya sığındı Biraz sonra, burada hastalanarak öldü (1220) Yerine oğlu Celaleddin geçti





CELALETTİN HARZEMŞAH
Harezm'e dönen Celaleddin, veliahdlığını tanımak istemeyen bazı Türk kumandanlarının, kendisini öldürteceklerini, Moğolların da yaklaştığını öğrenince Horasan'a kaçtı Bir süre sonra iki kardeşi Uzlug Şah ve Ak Şah Horasan'a geldiler Harezm'de toplanmış olan 90 000 kişi, Humar Tigin adlı bir emîrin idaresi altında, Harezmşahların merkezi Gürgenç'i (Harezm-Ürgenç) dört ay savunduktan sonra Moğollara teslim olmak zorunda kaldılar (1221) Celaleddin Harezmşah, imparatorluğun ortasından koparabildiği ve kurtarabildiği insanlarla, Harezmşah devletini, vefatına kadar sürdürdü Moğolların doğuda ve batıda yayılmasını bir süre geciktirdi
Devlet İdaresi
Harezmşah devletinin ilk çekirdeğini Büyük Selçuklu Devletine bağlı Harezm'i yöneten bir Türk ailesi kurdu Hükümdar ve sülalesi ile devlet hazinesinden yararlananların dışında bütün halk vergi öderdi Sınırları korumak, asayişi sağlamak, devletin göreviydi Bu görev, ücretli askerler, belirli bir toprağın vergisini almakla yetkili sipahiler tarafından yapılırdı İdare, maliye, adliye işleriyle uğraşan kurumlarda çalışan görevliler, bir çeşit bürokratik aristokrasi meydana getirirlerdi Büyük küçük, hemen hemen bütün memuriyetler babadan oğula geçerdi İdarî müesseseler, Büyük Selçuklu Devletinin aynıydı Alâeddin zamanında, mahallî bağımsız beyliklere ve hanedanlıklara son verilerek, merkezî yönetim sistemi uygulandı Bağımsız eyaletten, önce tâbi bir devlet, sonra bir imparatorluk durumuna gelince, saray teşkilatı, teşrifat kuralları, lâkaplar, unvanlar, daha gösterişli bir nitelik kazandı Alâeddin, İskender-i Sânî ve Sancar lakaplarını kullandı, tuğrasına zıllullah-i fi'l-arz (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) yazdırdı Şehzadelere genellikle Alâeddin lakabı verilirdi Hükümdarların lakapları ise, önceleri Harezmşah, melik iken, sonraları şahenşah, sultan, sultanıâzam olarak değiştirildi Hükümdarların hepsinin tuğra ve tevkîleri ayrı ayrıydı Hükümdarlık sembolü, bayrak ve çetreydi Sultan elbiseleri siyahtı Sarayda sultanın özel bir mızıka takımı vardı Selçuklu saraylarındaki hâcib, çomakdâr, çavuş gibi sınıflar, Harezm sarayına da girmişti
Hükümdarın, dîvan görüşmelerini kafes arkasından izlemesi, Ramazandaki huzur dersleri gibi Osmanlı saray gelenekleri, Harezm'de de vardı Saltanat hususunda Harezmşahlarda yerleşmiş bir kural yoktu Bu yüzden şehzadeler arasında sık sık taht kavgaları olurdu Veliahdlar genellikle Horasan'a tayin olunur, güvenilir bir Türk kumandanı, atabey unvanıyla yanlarına verilirdi Merkezî idarenin başında bulunan vezir, hükümdarın vekili olarak devlet işlerini yürürtürdü Bütün tımarlardan, hattâ sultanın hassından, öşür alan vezirlerin maiyetinde çeşitli dîvanlar (dîvan-ı tuğra, dîvan-ı inşâ, dîvan-ı arz, dîvan-ı istîfâ, dîvan-ı işrâf vb) vardı Bu dîvanlar, çeşitli idare şubeler niteliğindeydi
Maliye işleri, dîvan-ı istîfâ tarafından yürütülürdü Vergi düzeni Selçukluların aynıydı ayrıca, zaptolunan yerlerde mahallî gelenekler korunur, antlaşma ile genel gelirin üçte biri tutarında vergi alınır, olağanüstü durumlarda salma ve müsadere yoluna gidilirdi Ordu ve askerî işlere, dîvan-ı has bakardı Orduda görevli herkesin belirli değerde bir ikta'ı vardı İkta sahiplerinin kurduğu büyük süvari gücü, imparatorluğun her tarafına yayılmıştı Bunun yanı sıra, doğrudan doğruya sultana bağlı hâssa ordusu başkente yakın bir yerde, emre hazır beklerdi Orduda ayrıca, ücretli asker ve köleler de savaşçı olarak görev alırdı Adlî teşkilâtta, şer'î kazâ ile örfî kaza birbirinden ayrılmıştı Saraylıların işlediği suçlar, kendi âmirlerince cezalandırılırdı Memlekette en çok Hanefî ve kısmen Şâfiî fıkhı uygulanırdı Toplum hayatında reâya sınıfından başka, büyük şehir ve kasabalarda ticaret yapan varlıklı bir tüccar sınıfı yaşıyordu
Toprak sahibi köylüler arasında, topraksız gündelikçiler, yarıcılar bulunurdu Bunların dışında, büyük toprak ve sermaye sahibi dihkân sınıfı ve göçebe kabîleler vardı
Bilim ve Sanat
Harezmşahlar devrinde başkent Cürcân, bir bilim ve sanat merkeziydi Şehirde on büyük vakıf kütüphane vardı Hükümdar ve şehzadeler, iyi eğitim görmüş kişilerdi, âlim ve sanatçıları korurlardı Ebü'l-Fazl Kirmânî, Ebu Mansur, Hüseyin Ersbendî, Ebu Muhammed Harekî gibi kadı, vâiz ve filozoflar, başkent Cürcân'da toplanmışlardı Ayrıca, Fahr-i Harezm lakabını taşıyan Zemahşerî (1074-1144), Fahrüddîn-i Râzî, Şihâbeddin Hivâkî, Şemsüddin Muhammed el-Zabî gibi bir çok tanınmış âlim ve şair, Harezm'de yaşadılar Harezmşahlarda bilim ve din dili olarak, Arapça ön sırada yer alırdı Dîvanlar, fermanlar Farsça yazılırdı Yalnız, Ahmed Yesevî ve onun yolundan gidenler, eserlerini Türkçe yazdılar Muhammed bin Keys adındaki yazarın Celaleddin Harezmşah'a sunduğu Tibyân-ı Lügati't-Türkî alâ Lisanü'l-Kanglı (Kanglı Dilinde Türk Dili Lügati) bu dönemde yazılan önemli eserlerden biridir



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




Eyyubîler Devleti (1171-1252)

Tarihte Türkler'in kurdukları hanedanlardan birisi de Eyyûbîler'dir Hanedân'ın kurucusu Selâhaddin'in babasının adından dolayı tarihte Eyyûbîler olarak bilinen bu Türk devleti, günümüzde bölgede sun'î olarak yaratılmak istenen bir millete, olmayan tarihinin yerine ikâme edilmeye çalışılmaktadır Bunun başlıca sebebi Eyyûb'un babası Şadî'den önceki ailenin soyunun, tespit edilememiş olmasıdır
Bu sebeple bazı tarihçiler, Selâhaddin'in hemen ölümünden sonra (1193), bu hanedanı Araplaştırmaya uğraşan devrin Arap asıllı tarihçilerinin etkisinde kalarak, Selahaddin Eyyûbî'nin menşeini Araplaştırmaya çalışmışlardır Diğer yandan özellikle bölücü unsurlar ve bunların ideologları da, kendilerine yeni millî tarih yaratmak gayesiyle, bu hanedanın Türk'ten ayrı başka bir millete ait olduğunu iddia etmektedirler
Tarihî gerçeklere baktığımızda, bu iddiaların hiçbir geçerli tarafının olmadığını görürüz Devletin kurulduğu coğrafî bölge Mısır ve çevresidir Halkın büyük çoğunluğu Arap olmakla beraber, ordu ve idareci zümre Türk çoğunluğun kontrolündedir Aynı bölgede daha önce Tolunoğlu Ahmed kendi hanedanını kurmuş (875) ve bu hanedan 905 yılına kadar devam etmişti
Daha sonra, yine başka bir Türk komutanı Toğaçoğlu Muhammed Ebu Bekir, tarihte İhşidî adıyla anılan hanedanı kurmuş ve bu hanedan (935-969) yılları arasında bölgeye hakim olmuştur Her iki Türk hanedanı, Abbasî halifeliğinin bir politikası olarak Türk komutanları ile Türk askerlerine, orduda büyük yer vermelerinin sonucunda doğmuştur İhşidîler'i 969 yılında yıkan Şiî Fatımî devletine de Selahaddin Eyyûbî, Musul Atabek'i Nureddin Mahmud Zengî'nin bir Türk komutanı olarak Mısır'a gelmiş ve son vermiştir (1171)
Bağlı bulunduğu Nureddin Mahmud'un ölümüne kadar (1174), Nureddin Mahmud'un bir valisi olarak hareket eden Selahaddin bilâhare istiklâlini ilân etmiştir Eyyûbî Türk devletine son veren ve yerine Türk Memlûk devletini kuran İzzeddin Aybeg de, Mısır'daki Türk ordusu komutanlarından birisidir Bu tarihî gerçekler, halkın çoğunluğunun Arap olmasına karşılık, ordunun ve hanedanın Türkler'de kaldığını, açıkça göstermektedir
Eyyûbî hanedânı üyelerinin büyük çoğunluğunun adları, en eski Türk adlarıdır Selahaddin'in ağabeyinin adı Turanşah'tır Kardeşlerinin adları ise, Tuğtekin ve Böri'dir Selâhaddin'in dayısının adı, Şihabeddin Mahmut b Tüküş idi Selahaddin'in annesi ise özbeöz Türk'tür Gene Selâhaddin'in hanımlarından birisi olan Unar Bey kızı İsmetüddin Amine Türk'tür İki eniştesi de Türk'tür Bunlardan birisi, Unaroğlu Sadeddin Mesut; diğeri ise Muzafferüddin Gökbörü idi
Eyyûbî hanedanının bir Türk hanedanı olduğunun en açık delillerinden birisi de, devrin şairlerinden İbn Senâül-mülk'ün, Haleb'in Selâhaddin tarafından alınmasından sonra yazdığı medhiyesidir Bu medhiyenin bir beyitinde, şair şöyle demektedir: "Arap milleti, Türkler'in devletiyle yüceldi Ehl-i Salip (Haçlı) davası, Eyyûb'un oğlu tarafından perişan edildi"
Eyyûbî hanedânının devlet teşkilatı, Karahanlı ve Gazneli Türk devletlerinde başlayan ve Selçuklular'la gelişen teşkilatın aynıdır Sultan, Divan, Meşveret yani Kurultay, Üstâzüddâr (saray idaresi, şarapdarlık, çeşnigîrlik gibi görevleri yürüten kişi), Hâcîblik, Silâhdârlık, Emîrahurluk, Davâdârlık, el-mükebbis, taşdarlık, çavuşluk gibi saray teşkilâtı, Türk-İslâm devletlerinin bir devamıdır Adliye işlerine bakan kazaskerlik müessesesi bilindiği üzere Osmanlılar'da devam edecektir
Eyyûbî ordusunun temelini ve büyük çoğunluğunu Tavâşî adı verilen Türk memlûkları teşkil etmekte idi Bu Türk ordusu, bağlı bulundukları komutanların adlarına göre el-Nuriyye, el-Esediyye, el-Necmiyye, el-Salâhiyye gibi adlarla adlanırlardı Selâhaddin devrindeki bu Türk Memlûklu ordusu komutanları arasında Bahaeddin Karakûş, Şerefeddin Karakuş el-Takavî, İzzettin Cavlı, Şarimüddin Kutluaba, Hüsameddin Sungur el-Halâtî gibi Türkler bulunmakta idiler
Hakimiyet alâmetlerinden birisi de, bilindiği üzere bayraktır Eyyûbîler'in bayrağı sarı renkte idi Amblemi de kartaldı Eyyûbî hanedânı Türk geleneklerine uyarak, açık sarı rengi kendi hakimiyet rengi olarak kabul etmişti Ayrıca bayrağına, bir Türk amblemi olarak kartalı koymuştu Kartal, Eyyûbîler'den başka Selçuklular'ın, Artuklular'ın da devlet sembolü olmuştur
Türk hakimiyet sembollerinden birisi de mehter'dir Eyyûbî sarayında da Türk geleneklerine göre yer alan mehter, nevbet vurur ve büyük saygı görürdü Hatta Selâhaddin, gözde cariyelerinden birisini, sarayın yüksek memurlarından birisi olan mehterbaşı ile evlendirerek, bu kuruluşa verdiği değeri göstermişti
Selâhaddin'in hayatta bulunduğu sürede, büyük bir Türk-İslâm devleti özelliğini gösteren Eyyûbî hanedânı, Selâhaddin'in ölümünden sonra, oğulları ve kardeşleri arasında paylaşılmıştır Mısır'daki son Eyyûbî hükümdârı Turanşah, Türk Memlûk komutanlarından Aybeg tarafından ortadan kaldırılmıştı (1250)



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




Memlûklar
Her neferin en yüksek mevkie çıkması mümkün olan bu Türk Devleti, Arapça kaynaklarda daima Türkiye Devleti (=ed-Devletü't-Türkiyye) olarak zikredilmektedir Memlûk Devleti teşkilâtında en kabiliyetli gençlerin sivrilmeleri, idare tarzının esasını teşkil ettiği cihetle, ancak fevkalâde hasletlere sâhip kimseler işbaşına geçebilirdi Bu yüzden akranları arasında en mümtaz olanlardan seçildikleri gibi, gayet itinalı bir askerî terbiyeye tâbi tutulmak suretiyle yetişen emîrlerin, Bahriye Memlûkları'ndan ayrı olarak teşkil ettikleri gruplar sayesinde, devleti merkezîleştirerek, teşkil ettikleri ordular, yakın-Doğu tarihinde mühim bir rol oynamağa muvaffak olmuş, Mısır ise, her türlü tecavüzden masun kalarak iktisaden ve fikren mütemadî bir surette inkişâf etmiştir
Bununla beraber, başlangıçta ufak iktâlara sahip olan onlar, yüzler emirlerinin, hârici tehlikeler karşısında birleşmelerine rağmen, birbirleri ile olan rekabetleri sebebiyle ayrı ayrı hususî Memlûk grupları teşkil etmeleri, kuvvetleri gittikçe azalan Bahriye Memlûkları'nın zararına oldu
Bahriye Memlûkleri'nin ilk sultanı olup el-Melikü's-Sâlih'in Türk asıllı dul zevcesi




R MEMLUK SULTANI
Şeceretü'd-Dürr ile evlenerek iş başına geçen Aybey et-Türkmânî (1250-1257), başlangıçta Bahriye Memlûkleri'nin muhâlefeti ile karşılaştı Zira el-Melikü's-Sâlih âilesine sâdık kalan bu grup, Aybey'in Atabey olarak kalacağını, devletin başına da Eyyûbiler'den bir melikin getirileceğini ümid ediyor idi Oğuz-Türkmen grubu ile Bahriye Memlûkları arasında çıkan anlaşmazlık dikkate şayandır Aybey'in yeni bir Memlûk Grubu (=el-Muizzî) teşkil etmesinin, bu muhâlefeti arttırdığı söylenebilir Nitekim, karşı koyup şiddetle cezalandırılan Bahriyeliler'den bir kısmı, Suriye'deki feodal Eyyûbî meliklerinin yanına gittiği gibi, diğer bir kısmı da Kerak, Dımaşk (Şam) ve Filistin'e yayılmış, yüz otuz Bahriyeli de Anadolu Selçuklu Sultanına ilticâ etmiştir
İşte bu Bahriyeliler'den Dımaşk'a sığınanlar Eyyûbîler'den el-Melikü's-Sâlih İsmail (1202-1251)'i Atabey'e karşı teşvik etmişlerdi Fakat Oğuz-Türkmenlerin yardımını sağlayan Aybey, kendisine karşı harekete geçen Eyyûbî meliklerini Abbâse'de mağlup etmeğe muvaffak oldu Fakat çok geçmeden, Aybey'in Kıpçak veya Harezmli kölesi, Saltanat Nâibi Kutuz, Muizzîler'le birlikte hareket ederek, Aybey'i bertaraf etti ve Bahriyeliler'in Mısır'a gelmelerini sağladı
Bu suretle Bağdad'ı alıp Abbasî Hilâfetine son veren Moğollar'ın sebep oldukları siyasî buhran sırasında Muizzî ve Sâlihîler'in gayretleriyle iş başına geçen Kutuz (öl 1260), Bahriyeliler'i kendi tarafına çektiği gibi, mühim bir mânevî nüfûz kazanarak, Gürcü ve Ermeni süvarileri tarafından desteklenen Moğollar'ı Ayn Câlût'ta müthiş bir hezimete uğrattı (1260) Memlûkler gibi İslâm âlemi için Ayn Câlût savaşının maddî ve manevî sonuçları büyük oldu
Moğollar'ın Suriye'den sonra Mısır' da elde ederek, Franklar ile işbirliği yapmaları önlendiği gibi, yerli halkın Memlûkler'e karşı itimadı arttı; Mısır, Türkler sayesinde, İslâmiyetin ve Moğollar önünden kaçan halkın yegâne melcei (sığınağı) hâline geldi Fakat, Kutuz'un da yeni bir Memlûk grubu kurması aleyhine oldu Kendi soyundan Borlular'ın desteklerini sağlayan Baybars, Kutuz'u öldürüp (22 Ekim 1260) Bahriyeliler'in yeniden iş başına geçmelerini sağladı
Kıpçak boylarından Borç-oğlu veya Borlu boyuna mensup olup Ayn Câlût'ta esas rolü oynayan Baybars et-Türkî (1233-1277), ilk iş olarak, Kutuz'un koymuş olduğu ağır vergileri kaldırdı; Bahriyeliler'e iktâlar verdi Ayrıca irsî reislerinin emir ve idaresi altında yaşayan Türkmen boy ve uluslarını, küçük parçalara ayırarak, ayrı ayrı sahalara iskân etti (1264)
Bütün geçitler, dar boğazlar Türkmenler (sonradan: Halep ve Şam Türkmenleri) tarafından tutulduğu gibi, sahiller de diğer Türkmen gruplarının (Lübnan'da: Kesrivan Türkmenleri) kontroluna geçti Baybars, el-Melikü's-Sâlih gibi Memlûk Devletini merkezîleştirmeğe çalışarak, idarî, askerî ve ticarî bakımdan büyük faydalar temin eden bir takım tedbirler aldı; yeni bir teşkilât kurdu; kendi ismine nispetle ez-Zâhirî adını alan ırkdaşlarından mürekkep yeni bir Memlûk grubu meydana getirdi
Öte yandan Moğollar'ın istilâsında bulunan yerlerden gelmiş Türkler, Memlûk Sultanlığı'na ilticâ ederek, para ve zeâmet karşılığı askerî grupları teşkil ettiler Bu suretle belli-başlı iktâlara sahip olmak suretiyle gitgide çoğalan Memlûk grupları, çok geçmeden, kendi beylerinin emrinde, devletin mukadderatına hâkim olmakta gecikmediler
Baybars, bilhassa, Hıristiyanlar ile Ayn Câlût'un intikamını almak hevesinde olan Moğollar'ın müşterek bir hareketlerini göz önünde tutmuş, kuzeyde Küçük Ermenistan krallığı, sahillerdeki Franklar, Kıbrıs Krallığı, nihayet tâkip ettiği sünnî siyaset yüzünden Suriye ve Mısır'daki İsmâîlîler, Nuseyrîler gibi kuvvetli şiî unsurlarla savaşmak zorunda kalmıştır
Baybars'ın ölümü üzerine (1277), yerine oğlu Berke, sonra da Sülemiş geçmiş ise de, bunları bertaraf eden Kıpçaklı Kalavun (öl 1290), Moğollar ve Franklar'la savaşmış, Kastilya Kralı Alfons ve Sicilyalı Jacob ile bir nevi tedâfüî ittifak yapmıştır Ayrıca Şamamûm emrindeki Nubyalılar ile de savaşan Kalavun, 1290'da Akkâ'yı fethe hazırlanırken vefât etmiştir
Kalavun ve halefleri 1382'ye kadar beş nesil boyunca hüküm süren bir nevi saltanat-hânedânı kurmağa çalışmış ve bunda da muvaffak olmuştur Ancak hânedânını devam ettirmek gayesiyle, el-Melikü's-Sâlih'i taklit ederek, Türk Memlûk gruplarının varlığına rağmen, ayrı cinsten olan Çerkesler'den yeni bir Memlûk grubu teşkil etmesi neticesinde, hânedânı bu Memlûklara istinad ettiği cihetle, Karadeniz limanlarında kurulmuş olan büyük pazarlardan, Venedik ve Ceneviz gemileri ile Mısır esir pazarlarına sevk edilen Çerkes memlûkları gittikçe çoğalarak zamanla Mısır'ın mukadderatını ellerine geçirdiler
Kalavun'un on iki bin Memlûk arasında seçerek el-Mukaddem dağından derin bir hendek ile ayrılmış olan Kal'atu'l-Cebel (=dağ kalesi)'e yerleştirdiği üç bin yediyüz Âs ve Çerkes, kale burçlarına nispetle Burcîye Memlûkları (=el-Memâlîku'l-Burcîyye) adını aldı Hemen ilâve edelim ki, Çerkesler'in gittikçe çoğalıp diğer Memlûklar'a üstünlük sağlamaları hususu, çok geçmeden Kalavun-oğulları'nın da dikkat nazarlarını çekti
Filvâki, hükümdarlar yeni Memlûk grupları teşkil ederek muvazene tesisine muvaffak olmuşlarsa da, gerek bu grupların, gerekse yeni unsurlarla beslenmek suretiyle teşekkül eden Türkmen gruplarının Çerkesler'le mücadelesi Berkuk'un zamanına kadar devam etti Büyük Türk hükümdarı el-Melîku'n-Nasır Mehemmed (1293-1341) üçüncü saltanatında Çerkes Memlûkların çoğalmaları meselesini ele aldı
1315 senesinde tanzim ettirdiği Kadastro (Revku'n-Nâsırî)da mevcut on beş vilâyetin Çerkesleri'ni tespit ettirerek, kimliklerini araştırdı; sayılarını azalttı Bunun üzerine Mısır ve Suriye'nin belli başlı önemli noktalarını ellerine geçirmeğe muvaffak olan Şam ve Halep Türkmenleri, Memlûk ümerâsı arasında yeniden mühim bir mevki elde etmeğe başladılar
Nitekim, Mısır-Anadolu münasebetlerinin çok sıklaştığı bir devirde, Kosun, Şeyhûn, Altunbuğa, Aydoğmuş ve Mancak gibi Anadolulu emirler (=er-Rûmî), bu devir olaylarında önemli roller oynadıkları gibi, Türkçe de dinî ve hukukî sahalarda büyük bir önem kazandı Mısır'a gelen bu Türk ümerânın teşkiline muvaffak oldukları Memlûk grupları, umûmiyetle, muhtelif Türk boy ve oymaklarına mensup Türkmenler'den teşekkül ediyordu; bunların Mısır'a gelmelerine de, el-Melîku'n-Nâsır Mehemmed'in Güney Anadolu beylikleri, bilhassa Karaman-oğulları ile yakın teması sebep olmuş idi
Öte yandan el-Melîku'n-Nâsır'ın Deşt-i Kıpçak ile olan diplomatik münasebetleri, Altunordu hükümdarları üzerinde Müslümanlık bakımından mühim tesirler icrâ ettiğinden Kırimî, Sarâyî, Gülüstânî nisbelerini kullanan bu mıntıka halkından bir kısmı, Mısır'a gelerek, Memlûk Sultanlığı'nın hizmetine girmişlerdir Melîku'n-Nâsır'ın batı hakkındaki bilgisi de gayet geniş idi Nitekim, 1336'da Kahire'ye gelen Johannis de Mandeville, el-Melîku'n-Nâsır'ı görüp onunla mülâkat etmiş ve bu sultanın batı hakkındaki fikirlerini öğrenerek hayrete düşmüş idi
Umûmiyetle Hanefi mezhebinde olup el-Melîku'n-Nâsır'a bağlı bulunan Suriye'nin seçkin Nâibleri (=Vali), bu hükümdarın vefâtını müteâkip (1341), oğullarının Memlûk Sultanlığı tahtına çıkmalarında mühim roller oynadılar, fakat Halep ve Şam Türkmenleri'ne istinad etmek suretiyle 1360'da Nâsır'ın oğlu Hasan'ı bertaraf eden Nâiblerden Yulbuga el-Umerî, saltanat nâibi olarak, Memlûk Sultanlığı'nın mukadderatına hâkim oldu; Aybey, Kutuz ve Kalavun'u taklid ederek, satın aldığı kölelerden Çerkesler'in ekseriyette bulunduğu yeni bir Memlûk grubu (=Yulbugâviye) teşkil etmekle mevkiini sağlamlaştırmak istedi Bununla beraber, Türkmenler'e mensup emirler, Kalavunoğulları'nı da elde etmek suretiyle, bu yeni Memlûk grubu ile mücadeleye giriştiler; bunlardan biri olan Taybuga et-Tavil (uzun), bütün nüfuzu elinde toplayarak Yulbuga'yı öldürttü (1367) Yulbugâviyeler Suriye'ye sürüldü
Kahire'deki malları müsadere edildi Fakat, Memlûk Sultanı Şâban'ın bir süre sonra, Yulbugâviler'i Mısır'a çağırması, bunların yeniden çoğalarak nüfûzlarının artmasına ve çok geçmeden kendi şefleri Berkuk'un etrafında toplanmalarına sebep oldu
İşte Yulbugâviyeler'in tabiî şeflerinden biri olan Berkuk, efendisi Yulbuga'yı taklid etmek suretiyle, satın aldığı kendi cinsi Çerkesler'den yeni bir Memlûk grubu teşkil etmeğe muvaffak oldu Zâhirî Memlûkları (=Memâlîkü'z-Zâhiriyye) ismini alan bu Memlûk grubu, gittikçe çoğalarak, Mısır'daki Çerkes ekseriyetinin artmasına ve hâkimiyetin bunlara geçmesine sebep oldu
Bu suretle Çerkesleri iş başına getirmeye muvaffak olan Berkuk, kara yollarının emniyetini ve ticâret kervanlarının sâlimen Mısır'a gelmelerini temin ettiğinden el-Kârimî tüccârlarının da desteği ile 1382'de saltanata geçti fakat Mısır'ın mukadderatını ellerinde bulunduran Türk emirleriyle çarpışmak zorunda kaldı Yulbuga en-Nâsırî ve Mintaş gibi Türk emirleri ile yaptığı savaşları kaybederek tahttan indi ise de, bu iki Türk emirinin aralarında zuhur eden rekabet yüzünden, 1390'da yeniden saltanata geçti
Bununla beraber, Türk potası içinde eriyen Berkuk, iyi bir diplomat olarak, Timur' karşı Bayezid, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Altun Ordu hükümdarı Toktamış Han ile anlaştı; Celâyirli hükümdarı Sultan Ahmed'i müdafaa etti 20 Haziran 1399'da vuku bulan ölümü ile bütün bu ittifaklar dağıldı XIV yüzyıl Yakın-Doğu tarihinin mühim simalarından biri olup siyasî ve iktisadî buhranların iş başına getirdiği Berkuk, rakiplerinden Timur'un kuzeyde Toktamış, Bayezid'in batıda Macarlar ve Haçlılarla meşgul olduğu bir sırada, dahilî mücâdeleler ile yıpranan Memlûk Sultanlığı'nı merkeziyetçi bir devlet haline sokmuş, Osmanlılar tarafından da bazı hususları benimsenen Memlûk teşkilâtını bir kat daha kuvvetlendirmiştir Fakat, Türk millî şuûruna yabancı olmadığı anlaşılan Berkûk'un bütün meziyetlerine rağmen, kendi cinsi olan Çerkesler'i iş başına getirmek maksadıyla, Türk emirlerine karşı giriştiği mücâdele, Memlûk Sultanlığı'nın âtisi için faydalı olmamış, Türk ve Çerkes rekabetinin doğurduğu ayrılık ise devleti temelinden sarsmıştır
Esasen, Türkler'e üstünlük temin etmiş görünen Çerkesler, Memlûk Sultanlığı'nı lâyıkı veçhile, temsil edememişler, kendilerine yeni bir ufuk açmak gayretiyle Türkler'in teşkilâta müstenid hayatiyetine son veren Berkûk'un ölümü ile meydana çıkan yeni siyasî ve iktisadî buhranlar karşısında da âciz kalmışlardır Nitekim, yerine geçen oğlu Ferec (öl 1412) zamanında Osmanlılar, Güney Anadolu şehirlerini zapta başladıkları gibi, Şam Timur'un eline düşmüştür
Şam'da öldürülen Ferec'den sonra memleket tamamen bir keşmekeş içinde kalmıştır (1412) Ferec'den sonra tahta geçen el-Melîkü'l-müeyyed (1412-1421) ve Tatar (1421) istisna edilecek olursa Memlûk Sultanlarının en büyüklerinden biri Baybars (1422-1438)'dır
Baybars, bilhassa, kendi hakkında propaganda yapan Cânî Bey es-Sûfî ile uğraştı, 1424-26 seferleriyle Kıbrıs'ı zapt ettirerek, Kral Janus'u esir etti; yeni bir ticaret politikası takip ederek, bâzı maddeleri inhisarı altına aldı; fakat bu tedbirler, ticaretin sukutuna sebep olmuştur Nitekim, bu yüzden Mısır ve Suriye şehirleri âdeta boşaldı 1438'de hastalıktan ölen Baybars'dan sonra Memlûk tahtına çıkan Çakmak (öl 1453), Aynal (1453-1461), Hoşkadem (1461-1467), Kayıtbay (1468-1495) nihayet Kansuh el-Gûrî (1501-1516), Osmanlılar'la rekabete girişmek, Dulkadır ve Ramazan-oğulları'nı himâye etmek, Kıbrıs ve Akkoyunlular'la münasebetlerde bulunmak suretiyle devirlerini tamamladılar
Kansuh'un Osmanlılar'la ilişkisi dostane olmuştur Fakat İran'la savaşta bulunan Yavuz Sultan Selim'e karşı Şiî Şah İsmail'i desteklemesi aleyhine oldu Merci Dâbık'da yapılan savaşta (24 Ağustos 1516) atından yere yuvarlanarak öldü Merci Dâbık savaşından sonra Mısır'a kaçabilen bir kısım Memlûk ümerâsının gayretiyle Tumanbay Memlûk Sultanı ilân edilmiş ise de (Kasım 1516), Ridaniye'de yapılan savaşı kaybetmiş, Memlûk ordugâhı Osmanlılar'ın eline geçmiştir (23 Ocak 1517) Tumanbay'ın ele geçirilip Kahire'nin Züveyle kapısında asılmasıyla, iki yüz altmış yedi senedir devam eden Memlûk Sultanlığı sona ermiştir (13 Nisan 1517)
Yavuz Sultan Selim Han, İstanbul'a avdetinden evvel Kahire'deki bazı hükümdar oğulları ile Halife III el-Mütevekkil ale'llâh Muhammed ve akrabalarını, nüfûzlu âlim, şeyh ve beylerden bir kısmını, Mısır'ın sayılı mimar, mühendis, tüccâr ve sanat erbâbından bir haylisini, deniz yolu ile İstanbul'a göndermiştir Bu arada, Memlûk Sultanlığı'nın tarihe ve teşkilâtına ait kitaplar da İstanbul'a sevkedilmiş, Kansuh el-Gûrî'nin oğlu Muhammed de payitahta gönderilmiştir
Türkçe'nin XIV yüzyılda birdenbire büyük bir inkişâfa mazhar olarak Suriye ve Mısır dahil bütün Orta-Doğu'ya yayıldığını, birçok müelliflerin, Arapça ve Farsça'nın yerine geçen bu dille yazdıklarını ve eserlerini Türk beylerine veya vâli ve hükümdarlara ithaf ettiklerini görüyoruz Bilhassa, Mısır ve Suriye'ye hâkim olan Memlûklu Sultanı el-Melikü'z-Zâhir Seyfeddin Berkuk devrinde (1382-1399) Türkçe'nin gittikçe önem kazanması, hattâ hukukî (=kazâ) meselelerin bile bu dille konuşulması, çok dikkate şâyândır
Nitekim, hukukî meselelerde Hanefî kadılarla Türkçe konuşan Berkuk, birçok eserin bu dile tercüme edilmesini emrettiği gibi, Memlûklu nâib (=vâli)leri de, kendi adlarına Türkçe eser yazdırmışlar veya tercüme ettirmişlerdir Kemal-oğlu İsmail, 1387'de ilk Ferah-Nâme'yi Trablus-Şam Nâibi Mîr Gâzî namına; Berke Fakîh Kitâb İrşâdu'l-mülûk ve's-selâtin adlı eserini, Memlûk Nâibleri'nden Seyfeddin Becmân, Manzûme'sini de Altubuga el-Çobânî namına yazmıştır
Öte yandan, Türkçe Yüz Hadîs'i yazan ed-Darîr, Vâkıdî'nin Futûhu'ş-Şam'ını 1393'de Halep Nâibi Çolpan namına tercüme etmiş, Tolu Bey'in isteği üzerine de Ok atmak ilmi hakkında Türkçe bir eser kaleme almıştır Nihayet, Seyf Sarâyî de, Sa'dî'nin meşhur Gülistan'ını Memlûk emirinden biri namına Türkçe'ye tercüme ettiği gibi, baş-hassekî Demür Bey namına Münyetü'l-guzât adında Türkçe bir eser kaleme almış ve Kitâb baytaru'l-vâzıh Türkçeye tercüme edilmiştir 1421'de Türkçe konuşulan Mısır'da fıkıh hakkında Türkçe bir kitap (Kitâb fi'l-fıkıh bi-lisâni't-Turkî) yazılmıştır
XV ve XVI yüzyıllarda Türkçe, devletin resmî dili olarak mevcûdiyetini muhafaza etmiş, Kansuh Gûrî'ye kadar Memlûk Sultanları namlarına Türkçe eserler tercüme ettirdikleri gibi, bâzıları da, bizzat Türkçe eserler kaleme almış veya Osmanlı tarzında şiir yazmışlardır Baybars, Aynî (öl 1451)'nin Ikdu'l-Cumân adlı eserini Türkçe'ye çevirmişti Hattâ Aynî, Arapça eserini Türkçe olarak Baybars'a okurdu Kansuh da, Malatya vâlisi iken Osmanlı Türkçesi tarzında şiirler yazmış, II Bayezid'e Türkçe mektuplar göndermiştir Onun zamanında İbrahim Gülşenî Mısır'a giderek, Türkçe risâleler kaleme almıştır Mısır ve Suriye'de konuşulan Türkçe son zamanlara kadar devam etmiştir



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




Tulunoğulları Beyliği (875-905)

Mısır'da ve Suriye'de kurulan ve Abbasî hilafetine ismen bağlı ilk Müslüman-Türk devletidir Devletin kurucusu Ahmed, bir Türk askeri idi Babası Tulun (Tulun: Türkçe'deki dolun, yani dolun aydan gelir) yaklaşık 815-816'da Buhara valisi tarafından Bağdad'a gönderilmişti Ahmed, Eylül 835'te Bağdad'da doğdu
O çok iyi askerî ve dinî bir terbiye gördü ve tahsilini Tarsus'ta tamamladı Daha sonra cesareti sayesinde Halife Mustain'in beğenisini kazandı Üvey babası Bayıkbeg'in vekili olarak Mısır valiliği yaptı Ahmed, 15 Eylül 868'de Fuslat'a ulaşmasıyla Tulunîlerin kuruluşu başlıyordu Ondan önce de Mısır'da Türk valileri görev yapmış, bunlardan Muzâhim b Hakan'ın devrinde buraya Türk askerleri gelmeye başlamış ve Mısır, Samarra'dan sonra Türklerin ikinci üssü olmuştu
Ahmed bin Tulun'un Fuslat'a ulaşmasıyla Müslüman Mısır tarihinde yeni bir devir başlıyordu Ancak o Mısır'da hakimiyeti ele geçirmek ve nüfuzunu bütün ülkeye yaymak istediği zaman bazı engeller ile karşılaştı Ahmed'in karşılaştığı en büyük güçlük malî hususlarda oldu Mısır'ın maliyesi bu sırada kuvvetli ve usta bir maliyeci olan Ahmed bin Müdebbir'in elinde idi ve o Ahmed bin Tulun'a muhalefete kalkışmıştı Ahmed bin Tulun, İbn-i Müdebbir ile dört yıl süreyle yaptığı mücadeleyi kazanmaya ve onu Suriye'ye uzaklaştırmaya muvaffak oldu Artık Ahmed Mısır'da malî bağımsızlığa da sahipti Öte taraftan Bayık beg Haziran 870'te öldürülmüş ve Mısır ıkta'ı İbn Tulun'un kayınpederi Yarcuh el-Türkî'ye geçmişti Yarcuh, damadı İbn Tulun'a Berka ve İskenderiye'nin idaresini de verdi Böylece bütün Mısır onun hakimiyeti altına girdi
Yine 870 yılında, Abbasî halifesi, el-Mu'temid oldu El-Mu'temid tahta geçtikten biraz sonra idarî işlerinin büyük bir kısmını kardeşi el-Muvaffak'a bıraktı Abbasî halifesi daha sonra 20 Temmuz 875'te oğlu Cafer'i "el-Muvaffız" lakabıyla veliahd tayin etmiş ve batı eyaletlerinin valiliğini ona vermişti Ondan sonra el-Muvaffak'ı da ikinci veliahdlığa ve doğu eyaletlerinin valiliğine tayin etti Böylece Mısır, Cafer'in hakimiyeti sahasına giriyordu Ancak Ahmed b Tulun, Mısır'da hüküm sürmekte olduğundan burada gerek halîfenin ve gerekse oğlunun sözü geçmemekte idi El-Muvaffak ise usta idareciliği ve kabiliyeti sayesinde kısa zamanda devlette hakikî hükümdar durumuna gelmişti ve onu Ahmed b Tulun ile çatışması kaçınılmazdı
Ahmed b Tulun, ise bu olaylar olurken Bağdad'a gidecek olan haracı muntazam bir şekilde azaltarak ve sınırlandırarak büyük bir servet toplamıştı Aynı zamanda o çeşitli fırsatlardan yararlanarak Türk ve Sudanlı esirlerden iyi talim görmüş tam teçhizatlı bir ordu meydana getirdi Saltanat naibi el-Muvaffak ile Ahmed bin Tulun arasındaki çatışma, el-Muvaffak'ın doğudaki zenci isyanları ve Saftarîler ile uğraşması sebebiyle patlak verdi El-Muvaffak, kendi hakimiyeti sahasında olmamasına rağmen, bu sırada Mısır hazinesini de kendi imkânları için kullanmak istedi ve İbn Tulun'a elçi göndererek para istedi
Öte taraftan Halife Mu'temid kardeşi el-Muvaffak'tan korkarak bizzat Ahmed'e mektup yazmış, istenilen paranın kendisine gönderilmesini istemişti Buna rağmen Ahmed b Tulun, el-Muvaffak'a 1200000 dinar göndererek onunla uzlaşmayı tercih etti Ancak Muvaffak bu parayı yetersiz bularak daha fazlasını istedi Ahmed'in bu isteği sert bir şekilde reddetmesi, aradaki anlaşmazlığı şiddetlendirdi El-Muvaffak bu durumda onu azletmeye karar verdi ve yerine Suriye valisi Amacur'u tayin etti Fakat bu karar tatbik edilemedi Amacur el-Türkî 877/878 yılında öldüğü zaman Ahmed b Tulun kolayca Suriye'yi ele geçiriyordu
Ancak onun bu zafer sevinci Mısır'da vekil olarak bıraktığı oğlu Abbas'ın isyanıyla yarıda kalmıştı Abbas, 879 tarihinde Mısır'ı terketmiş ve Berberîleri para kuvvetiyle elde ederek yeni bir devlet kurmak istemişti Ahmed b Tulun Mısır'a dönerek bu isyanı bastırdı, artık o Mısır ve Suriye'nin hakimi idi, paralar üzerine Halifeden sonra kendi adını da bastırmıştı Ahmed b Tulun ile el-Muvaffak arasında düşmanlık 882'de Tulunîlerin Suriye valisi Lu'lu'nun el-Muvaffak tarafına geçmesiyle son haddine ulaştı Ahmed, buna karşılık olmak üzere Muvaffak'ın baskısı altında bulunan Halife Mu'temid'i yanına gelmesi için ısrarla davet etti O belki de Halifenin gelmesiyle saltanat naibliğini ele geçirerek kendi devletini bütün Abbasî imparatorluğu'nun merkezi yapmayı ümid ediyordu
Neticede Halife, Ahmed b Tulun'un yanına gitmeye karar vererek Samarra'dan harekete geçti (882 Kasım ayı sonları) Ancak o Musul'a ulaştığı zaman el-Muvaffak'ın emriyle İshak bin Kundacık tarafından Samerra'ya dönmeye mecbur edildi El-Muvaffak bununla da yetinmedi, Halife'yi İshak b Kundacık'ı Mısır ve Suriye valisi tayin etmesi için zorladı Ancak bu tayin hiç bir netice vermedi Buna karşılık Ahmed de kendisine katılan fakihlerin fetvasıyla Şam'da el-Muvaffak'ın azlini ilan etti Daha sonra gerek Ahmed ve gerekse el-Muvaffak hakim oldukları ülkelerin minberlerinde birbirlerine lanetler yağdırmakla yetindiler Nihayet bir süre sonra iki taraf arasında barış görüşmelerinin başladığı sırada, Ahmed b Tulun kuzey Suriye'ye tertiplediği bir seferde hastalanarak öldü (10 Mayıs 884)
Ahmed b Tulun'un yerine yirmi yaşındaki oğlu Humareveyh geçti Büyük oğlu Abbas buna itiraz etti ise de öldürüldü Öte taraftan Humareveyh'in başa geçmesi, Abbasîler ile Tulunîler arasında yapılan barış görüşmelerinin sona ermesine sebep oldu Bu sırada daha önce Mısır ve Suriye valisi tayin edilmiş olan İshak b Kundacık ve Saracoğullarından Diyar-ı Mudar valisi Muhammed el-Afşin birleşmişler ve Humâreveyh'in tecrübesizliğinden yararlanarak onun hakimiyeti altındaki toprakları ele geçirmek için hazırlıklara başlamışlardı Ayrıca onlar el-Muvaffak'a da müracaat ederek yardımcı kuvvet istediler
El-Muvaffak bu teklifi siyasetine uygun bularak kabul ve onlara Dımaşk üzerine yürümelerini emretti Bu emri alan iki kumandan harekete geçerek Haleb, Hıms, Antakya'ya hâkim oldular Tulunîlerin Dımaşk'daki naibi de onlara iltihak etmiş, sadece Şeyzer şehri Humâreveyh'e bağlılığını sürdürmüştü Humâreveyh Suriye'deki bu olayları haber aldığı zaman hemen bir ordu gönderdi ise de bu ordu Dımaşk'a hakim oldu ve kışın yaklaşmasıyla bir netice alamadı Öte taraftan el-Muvaffak da oğlu Ahmed'i iki kumandanla birleşmesi için Suriye'ye göndermişti
Mısır ordusu bu müttefik kuvvetler karşısında başarılı olamayarak Remle'ye çekilirken Ahmed, Ocak-Şubat 885 tarihinde Dımaşk'a giriyordu Bu olaylar Humâreveyh'in Mısır'dan bizzat harekete geçmesini gerekli kılmış ve Remle'de beklemeye başlamıştı Bu sırada İshak ve Muhammed bir anlaşmazlık sebebiyle Ahmed'den ayrıldılar Bu durumda ordusu oldukça zayıflayan Ahmed ile Humâreveyh, Dımaşk-Remle arasında el-Tavvâhin denilen yerde karşılaştılar (Şubat-Mart 885) Humâreveyh gençliği ve tecrübesizliği sebebiyle daha başlangıçta savaş meydanını terketti
Abbasî ordusu bu durumda Mısır ordugâhını yağmalamaya başladı Ancak Humareveyh'in çekildiğinden haberi olmayan Mısır ordusundan Sa'd el-Aysar pusuda bulunan birlikleriyle Ahmed'in kuvvetlerine saldırdı Bu kez kaçma sırası Ahmed de idi, geride ağır kayıplar ve esirler bırakarak savaş meydanını terketti Humareveyh bundan sonra Suriye, Sugur(uc) şehirleri ve Musul'a hakim oldu El-Muvaffak, el-Tavvahîn yenilgisiyle artık Mısır'a sahip olamayacağını anlamıştı Bu nedenle Humareveyh ile bir barış yapmak zorunda kaldı İki taraf arasındaki barışa göre (886), Humareveyh, Mısır, Suriye ve Anadolu hudud bölgelerinde otuz yıl süreyle vali olarak tanınıyordu Buna karşılık o yılda 300000 dinar vergi ödeyecekti Ancak bu miktar daha önce Ahmed b Tulun tarafından sadece Mısır için ödenmişti
Öte taraftan İshak b Kundacık ile Muhammed el-Afşin arasındaki iyi münasebetler bozulmuş, bu iki kumandan birbirlerinin topraklarına göz dikmişlerdi Muhammed el-Afşin, Humareveyh'e yanaşarak onunla birleşti Ancak bu ittifak bir yıl kadar sürmüştü İshak, Humareveyh ile anlaşmanın kendisi için daha yararlı olduğunu anlamış ve bunu da gerçekleştirmişti Buna mukabil Muhammed el-Afşin Dımaşk'ı zaptetmek için harekete geçti Humâreveyh ile Muhammed'in orduları Dımaşk yakınında Senîyet el-U'kab mevkiinde karşılaştı (Mayıs-Haziran 888)
Savaşı Mısır ordusu kazandı Muhammed kaçmayı tercih etti Humareveyh onun peşinden İshak b Kundacık'ı gönderdi Neticede Muhammed el-Afşin bu iki müttefike karşı koyamayacağını anlamış ve Bağdad'a el-Muvaffak'ın yanına gitmek zorunda kalmıştı (Temmuz 889)
Daha sonra el-Mu'temid Ekim 892'de öldü ve yerine el-Muvaffak'ın oğlu Ahmed, el-Mu'tezid lakabıyla halife oldu Mu'tezid de Humareveyh'in görevinde kalmasını tasdik etti Böylece Tulunîler ile Abbasîler arasındaki münasebetlerde dostça gelişmeler görüldü Nitekim Hümareveyh'in Katr el-Nadâ namıyla meşhur kızı Esmâ, Halife Mu'tezid ile evlendi Humâreveyh yaşadığı süre içinde harcamalarda müsrif davranmış ve bu devletin malî durumunu çok sarsmıştı O Suriye'ye yaptığı bir sefer sırasında köleleri tarafından takriben otuz iki yaşında iken öldürüldü (8 Ocak 896) Onun genç yaşta öldürülmesi öldürülmesi Tulunîler Devleti ve Mısır için büyük bir talihsizlikti
Mu'tezid'in yerine daha sağlığında veliahd tayin ettiği oğlu Ebü'l-Asakir Ceyş geçmişti Ancak o henüz ondört yaşında tecrübesiz bir gençti, etrafındaki kötü niyetli kimselerin etkisiyle tecrübeli emir ve kumandanlara karşı harekete geçti Onun bu davranışı gerek hükümdarlık gerekse hayat süresinin kısa olmasına sebep oldu Neticede ayaklanan kumandanlar onu azlederek öldürdüler (25 Temmuz 896) Ceyş'in yerine aynı derecede ehliyetsiz ve tecrübesiz kardeşi Harun geçirildi
Tulunî hanedanının son yılları idarede iktidarsızlık, entrikalar ve Abbasîlerin gittikçe artan bir şekilde Mısır'a müdahalesiyle geçmişti 899 yılında Halife Mu'tezid ile yeni bir anlaşma yapıldı Bu üçüncü anlaşmayla Tulunîlerin idaresindeki ülkelerin sayısı azalıyor ve Abbasîlere verdikleri vergi 450000 dinara çıkarılıyordu Öte taraftan Karmatîlerin Suriye'deki isyanları yalnız Tulunîler için değil Abbasîler için de tehlikeli olmaya başlamıştı
Bu sırada Halife Mu'tezid ölmüş (902) ve yerine oğlu el-Muktefî geçmişti Halîfe Muktefî, Suriye'ye Muhammed b Süleyman idaresinde bir ordu gönderdi Neticede Abbasî ordusu Karmatîler'i müthiş bir mağlubiyete uğrattı (903) Bu seferden sonra Muhammed b Süleyman Abbasî orduları başkumandanı tayin edilerek Mısır meselesini neticelendirmekle görevlendirildi Muhammed b Süleyman karadan ve denizden Mısır'a hücum etti Bu sırada Harun, kesin olarak sebebi anlaşılamayan bir şekilde öldürüldü (31 Aralık 904) Ona amcası Şeyban Halef oldu
Şeyban, Tulunî kuvvetlerini müdafaa için bir düzene sokmaya çalıştı ise de artık çok geçti Nihayet Muhammed b Süleyman Mısır kapılarına dayandı Şeyban teslim olmak teklifini kabul ederek aile fertleriyle Muhammed b Süleyman'a sığındı Tulunî ordusundan bir kısmı durumdan habersiz olarak mücadele ettilerse de bu mukavemeti hayatlarıyla ödediler Muhammed b Süleyman bundan sonra 12 Ocak 905'te Fustat'a girdi Böylece Tulunî Devleti sona erdi ve ailenin geride kalan fertleri zincire vurularak Bağdad'a götürüldü
Tulunîler zamanında Mısır yeniden bir canlanma, ilerleme ve refah devri yaşamıştı Bu devlet, temelde kuvvetli bir orduya ve ülkenin iktisadî bakımdan kalkınmasına dayanmıştı Ayrıca ticaret de fevkalâde gelişmişti
Nitekim Ahmed b Tulun bu sebeple Afrika'nın Mısır ve Suriye üzerinden geçen ticaret yollarının kontrolünü elinde tutmak istiyordu Mısır'da Tulunîler ile beraber bir saray teşkilatı kurulmuş ve bu Abbasîleri de geride bırakacak şekilde bir gelişme göstermişti Öte taraftan Ahmed b Tulun halk hizmetlerine yarayacak muazzam imar faaliyetlerinde bulundu Kataî adı verilen yeni bir şehir kurdu
Burada bir saray ve kendi ismiyle anılan büyük bir camii ve Dar el-İmare (hükümet konağı) yaptırmıştı Ayrıca 837 yılında bir hastane (mâristan) ve bugün hâlâ duran bir su kemeri inşa ettirmişti İbn Tulun'un en büyük eseri olan camii, 876-879 yılları arasında tamamlanmış olup bugün de varlığını sürdürmektedir Oğlu Humareveyh de Kataî şehrini genişletmiş ve burada bahçeler ve havuzlar yaptırmıştı
Ahmed b Tulun edebiyat ve musıkiye de meraklı olup Türkçe şiirler yazmıştı Humareveyh de âlim ve şairleri himâye etmesiyle ün kazanmıştı Nitekim gramerci Muhammed b Abdullah (öl 944) onun himâyesinde ve aynı zamanda oğullarının hocası idi El-Kasım b Yahya el-Meryemî (öl 929) de Humavereyh'in savaşlardaki zaferlerini kutlamak için kasideler yazmıştı



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




İhşidoğulları Beyliği (935-969)

Mısır ve Suriye'de hüküm süren ikinci Türk hanedanıdır Kurucusu Muhammed b Tuğç 882'de Bağdad'da doğdu Babası Tulunîlerin hizmetinde görev almış, Şam ve Taberiyye valiliği yapmıştı Bu bakımdan Muhammed devlet idaresi içinde yetişmiş hatta bir süre Taberiyye'den babasına vekâlet etmişti Muhammed Tulunîlerin yıkılmasından sonra Abbasi Devleti hizmetinde çalıştı
Bu sırada bazan Mısır'da bazan Suriye'de görev yaptı O devlet kademelerinde yavaş yavaş yükselmiş ve 933 yılında nüfuzunu bütün Suriye üzerinde yaymıştı, ancak Mısır'a da sahip olmak istiyordu Öte taraftan Tulunîlerin yıkılmasından sonra Mısır'da ortaya çıkan meseleler burada kuvvetli bir hükümete ihtiyaç gösteriyordu Mısır, şimdi doğuda ve batıda İslam dünyasının liderliği için çekişen iki devletin ortasında idi Bağdat'taki Abbasî hükümeti Mısır'da kuvvetli ve kendine güvenen bir devletin bulunmasını uygun görüyordu
Çünkü Mısır'da hüküm sürecek kuvvetli bir devlet batıdan Fatımîlerin ilerlemesine karşı bir engel olacak ve daha sonra Suriye'de yeni ortaya çıkan Bedevî hanedanlar üzerinde kontrolü elinde tutacaktı Bu ortamdan faydalanmasını bilen Muhammed b Tugç, Mısır ve Suriye vergi mütesellimi (müfettişi) el-Fazl bCafer el-Furat'tan da kendisine destek buldu O Suriye'ye ilave olarak Mısır valisi tayin edildi Nitekim kuvvetli bir ordu ve donanma sayesinde Fustat'a girdi (935)
Böylece Ihşidî Devleti'nin temellerini atarak Mısır'ır karışık durumunu yoluna koydu Bu arada Ahmed b Tulun gibi o da kuvvetli bir maliyeci Ebû Bekir Muhammed el-Madârâî ile uğraşmak zorunda kaldı Ancak Muhammed, mukavemetini kırdığı el-Madarâî'yi hizmetine aldı ve böylece iktisadî meselelerde kendisine kabiliyetli ve etkili bir yardımcı buldu
Muhammed b Tuğç'un Abbasî Devleti'yle münasebetleri dostâne idi Halife Râzî'den Ihşid ünvanını aldı (939) ve kurmuş olduğu devlet İhşidîler adıyla anıldı İhşid, prens veya hükümdar anlamında Farsça bir ünvandır ve Soğd ile Fergana'nın İranlı hükümdarları tarafından kullanılmıştır
Muhammed b Tuğç, çok geçmeden idaresi altındaki eyaletlerden Suriye'yi Abbasî Devleti'nin kudretli emirlerinden Muhammed b Raika'ya karşı müdafaa etmek zorunda kaldı İbn-i Râik süratle Suriye'yi ele geçirip Remle'yi almıştı (939) Muhammed b Tuğç'un öncü kuvvetleriyle yapılan bir çarpışmadan sonra iki taraf anlaştılar Buna göre Remle ve havalisi kendisine bırakılmak suretiyle Suriye, Taberiyye'den kuzeye kadar İbn Raik'e veriliyordu Ancak ertesi yıl İbn Raik tekrar harekete geçti
Muhammed b Tuğç, el-Ariş'te onu bozguna uğrattı ise de (24 Haziran 940), Laccûn'da baskına uğrayarak mağlup oldu (18 Ağustos 940) Neticede ilk seferki şartlarda yeniden barış yapıldı Ancak Muhammed ilave olarak İbn Raik'e her yıl 140000 dinar vermeyi kabul etmişti İbn Raik'in 942'de Hamdanîler tarafından öldürülmesiyle Muhammed b Tuğç rahat bir nefes aldı ve bizzat Suriye seferine çıkarak bu ülkede altı ay kaldı Bu kez ona Suriye'de Hamdanîler rakip olmuştu
Muhammed, bundan sonra emîr el-ümeralık mevkiini elde etmek için çıkan mücadeleye katıldı ve bu maksatla Rakka'da Halife el-Muttekî ile buluştu (944) Fakat sonra emir el-ümerâ olmak düşüncesinden vazgeçerek Mısır'a döndü Çok geçmeden Hamdanîlerden Seyf ed-Devle ile mücadeleye başladı Seyf ed-Devle önce Haleb'i (944), sonra da Şam'ı ele geçirdi (945) Muhammed b Tuğç Kınnesrîn'de onu yendi fakat kolay yerine getirebilecek barış şartları öne sürdü
Neticede iki taraf arasında bir barış yapıldı (Ekim-Kasım 945) Buna göre Seyf ed-Devle Suriye'nin kuzey taraflarını muhafaza ve ayrıca bir tahsisat elde edebiliyordu Muhammed b Tuğç bu barıştan sonra Şam'a döndü ve orada öldü (24 Haziran 946)
Muhammed b Tuğç'un ölümünden sonra yerine oğullarından ikisi geçti ise de bunlar sadece birer kukla hükümdar idi Ihşidîler Devleti'nde asıl iktidar, onun ölümünden biraz önce çocuklar için saltanat naibi olarak tayin ettiği, Nubyalı kölesi Kâfur'un eline geçmişti Muhammed b Tuğç'a önce Unucur (? On Uygur) halef oldu Unucur bir süre sonra arkadaşlarının tahrikine kapılarak Kâfûr'un vesayeti altından kurtulmak istedi ve bu maksatla Remle'ye gitti (954)
Ancak, o bu düşüncesini yerine getiremedi Son anda annesi ve Kâfur onu yatıştırmaya muvaffak oldular Unucur'un ölümünden sonra yerine kardeşi Ali geçti (961) Kâfur naiblik görevini muhafaza ediyordu Bu devirde Suriye tekrar Mısır'ın nüfuzu altına girmişti Ali'nin 966'da ölümünden sonra Kâfur kendisini Mısır'ın tek hâkimi olarak ilan etti Bu durum Abbasî Halifesi el-Muti tarafından da tasdik edildi
Kâfûr'un tek başına hükümeti uzun sürmemiş ve 968'de ölmüştü Kâfur, naibliği dahil, hüküm sürdüğü devrede Kuzey Afrika kıyıları boyunca ilerleyen Fatımî yayılmasını durdurmuş, Suriye'yi Hamdanîlere karşı başarı ile müdafaa etmişti Ayrıca onun zenginliği de dillere destan olmuştu Kâfur'un ölümünden sonra Ali'nin oğlu Ahmed başa geçtiyse de onun zayıf idaresi çok kısa sürdü ve Fatımîler Mısır'ı işgal ederek Ihşidî Devleti'ne son verdiler (969)
Ihşidî hükümdarları da âlim ve sanatkârların hâmisi olmuşlardı Tarihçilerden İbn el-Dâye, el-Kindî, Abdullah el-Ferganî ile şair Mütenebbi himâye görmüş meşhur şahsiyetlerdi Ayrıca Ihşidîler mimarî bakımdan da pek parlak olmamakla beraber faaliyet göstermişlerdi Muhammed b Tuğç, Ravza adasında "Muhtar" adı verilen bir bahçe, hükümet binası (dar el-imare) yaptırmıştı Kâfûr ise saraylar, iki cami, bir hastane ve başkentte Kâfûriyye bahçeleri inşa ettirmişti



Alıntı Yaparak Cevapla

Türk-İslam Devletleri

Eski 06-27-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk-İslam Devletleri




Safevîler

İran'da bir tarikat ve devlet kurmuş olan Türk hanedanı
Hanedan, adını, Safeviye tarikatı şeyhi Safiyyüddin Erdebilî'den aldı Şeyh Safiyyüddin ölünce, yerine oğlu Şeyh Sadreddin Musa (şeyhliği: 1334-1392) şeyh oldu Onun döneminde Safevîlerin manevî nüfuzu arttı O ölünce, yerine oğlu Hoca Alâüddin Ali (şeyhliği: 1347-1429) tarikatın başına geçti İlk Osmanlı padişahları, bu tarikatın şeyhlerine, "çerağ akçesi" adıyla hediye gönderirdi Hoca Alâüddin Ali'ye kadar Sünnî olan bu tarikat, Hazret-i Ali'nin soyundan gelen İsnâaşeriye (oniki imam) taraftarı olduklarını iddia edenleri kazanmak amacıyla Şiî oldu Hoca Alâüddin Ali'nin, Timur Han üzerinde büyük nüfuzu vardı Timur Han, Hoca Ali'ye Erdebil ve köylerini verdi Bu durum, Anadolu'daki Batınî zümreleri arasında, kendisine çok sayıda taraftar sağladı Timur Han'ın Anadolu'dan İran'a götürdüğü Türkmenler, Hoca Ali'nin şefaatiyle Erdebil'e yerleştiler ve onun müritleri oldular Bunlardan bir kısmı, Anadolu'ya dönerek, şeyhlerinin propagandasını yapmağa başladılar Tarikat merkeziyle uzak yerlerdeki müritler arasında, halife denilen aracılar vardı
Hoca Ali'nin ölümünden sonra yerine oğlu Şeyh İbrahim (şeyhliği: 1429-1447), o ölünce yerine oğlu Şeyh Cüneyd (şeyhliği: 1447-1460) geçti Tarikat şeyhleri, Şeyh Cüneyd'den sonra, siyasî amaçlar peşinde koşmağa başladılar Cüneyd, şeyhliği şahlığa çevirmek için çalıştı Şiîliği bütünüyle benimsedi Amcası Cafer ile arası açıldı Babasının müritlerini etrafına topladı Azerbaycan, Doğu Anadolu ve İran'ın öteki bölgelerine müritler gönderdi; yer yer isyanlar çıkardı Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah, bu isyanlar yüzünde onu sınır dışı etti Cüneyd de Anadolu'daki Alevîler arasında çalışmak için II Murad Han'a başvurdu, fakat isteği kabul edilmedi Karaman'a sığındı Amacı anlaşıldığından burada da tutunamadı İçel bölgesinde, Güneydoğu Anadolu'da, Kuzey Suriye'de bulunan Türkmen aşiretleri (özellikle Varsaklar arasında) propagandaya girişti Bir emîrlik kurmak istedi Memlûk sultanlığının işe karışmasıyla başarılı olamadı Trabzon Rum devletini ortadan kaldırıp, bu devletin toprakları üzerinde yeni bir devlet kurarak amacını gerçekleştirmek istediyse de başaramadı Bundan sonra, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitti Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah'a karşı, Cüneyd'in taraftarlarından yararlanmak isteyen Uzun Hasan, kızkardeşi Âlemşah Hatun'u onunla evlendirdi (1458) Şeyh Cüneyd, bundan sonra, Erdebil'e döndü Müritleriyle, Gürcü ve Çerkes ülkelerine akınlar yaptı Kuzey Azerbaycan ve Dağıstan'a hakim olan Şirvan hükümdarı Halil ile yaptığı savaşta öldürüldü (1460)
Şeyh Cüneyd'in yerine oğlu Şeyh Haydar (şeyhliği: 1460-1488) geçti Babasının yarıda kalan çalışmalarını, Uzun Hasan'ın kızkardeşinden doğan Haydar sürdürdü Dayısı Uzun Hasan'ın kızıyla evlenerek, durumunu kuvvetlendirdi Müritlerine, oniki imamı ifade eden 12 dilimli kızıl taç giydirdi, sarık sardırdı Bu yüzden tarikatının mensuplarına Kızılbaş veya Haydarî denildi Haydar, babasının intikamını almak üzere, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesâr'ın üzerine yürüdü; fakat savaş meydanında öldü (1488) Bundan sonra, Şeyh ailesi hakkında takibata başlandı Uzun Hasan'ın oğlu Sultan Yakub, Şeyh Haydar'ın oğullarını Fars eyaletinde İstahr kalesine hapsetti Sultan Yakub, 1490'da ölünce, Akkoyunlu ailesi arasındaki saltanat mücadelesinde, Safevîler'in nüfuzundan yararlanmak isteyen Akkoyunlu hükümdarı Rüstem Bey, Şeyh Haydar'ın İstahr kalesinde tutuklu bulunan oğullarını serbest bıraktı ve Erdebil'e yerleşmelerine izin verdi
Bundan sonra, Şeyh Haydar'ın oğlu Ali (şeyliği: 1488-1494) şeyh oldu Şeyh Ali'nin döneminde, Safevî ailesinin Akkoyunlular üzerindeki nüfuzu arttı Şeyh Ali, müritleriyle birlikte Tebriz'den ayrıldı; fakat onun çevresinde toplananların çokluğu, Rüstem'i kuşkulandırdı Şeyh Ali'yi geri çevirmek için kuvvetler gönderdi Meydana gelen çatışmada Şeyh Ali öldü (1494)
Şeyh Ali ölünce, tarikatın müritleri, Şeyh Haydar'ın diğer oğlu (Şeyh Ali'nin kardeşi) İsmail'i (1487-1524), Geylân'da Lâhican kalesine sakladılar İsmail, Akkoyunlu hükümdarı Rüstem'in öldürülmesinden sonra, 13 yaşında olduğu halde, büyükbabası Uzun Hasan'ın bıraktığı devletin başına geçmek için, gizlendiği Lâhican'dan ayrıldı (1499) Safevî ailesine bağlılıkları bilinen ve çoğu Anadolu'da oturan Ustaclu, Şumlu, Rumlu, Musullu, Hindli, Bayburtlu, Tekeli, Çapanlı, Karamanlı, Dulkadırlı, Varsak, Avşar, Kaçar gibi Türk boylarını çevresine topladı Arrân'ın ve Şirvan'ın bir kısmını ele geçirdi Azerbaycan üstüne yürüdü; Akkoyunlu Elvend Mirzâ'yı Nahcivan'da yendi Mirzâ, Diyarbakır'a kaçtı; İsmail de Tebriz'e döndü Bu şehri, Safevîlerin ilk başkenti yaptı ve saltanat tacını giydi (1501) Şah İsmail, bundan sonra, Irak-ı Arab ve Fars hükümdarı Murad Bey'i Hemedan'da yendi (1503) Şiraz ve Bağdad'ı aldı (1504) Akkoyunlu soyundan olanları öldürttü Kurtulanlar, Dulkadırlılara, Mısır'a ve Osmanlılara sığındılar Şah İsmail, Fars ve Irak hükümdarı Murad Bey'in, Dulkadırlı Alâüddevle'ye sığınması üzerine, Elbistan'a yürüdü Alâüddevle, Turna dağına çekildi Şah İsmail, Harput ve Diyarbakır'ı aldı (1507) Saltanatını güçlendiren İsmail, Şiîliğe aşırı derecede bağlandı Sünnî mezheplere karşı şiddet kullandı Camilerde ilk üç halifenin (Hz Ebubekir, Hz Ömer ve Hz Osman) lânetlenmesini emretti Komşu devletlerde, özellikle taraftarlarının çok olduğu Anadolu'da Şiî propagandasına girişti Özbek hanı Şeyhânî'nin üstüne yürüdü Merv'de yapılan savaşı kazandı; Özbek hanı öldü İsmail, bundan sonra, batıda Osmanlılar ve Memlûklara karşı faaliyete geçti Anadolu'ya gönderdiği halifeler ve kurdurduğu hânkâhlarla Osmanlı Devletine karşı büyük bir isyan hazırladı Şiî propagandasını, etkili şekilde geliştirdi II Bayezid Han'ın yaşlı olması, devlet adamlarının kayıtsızlığı ve Osmanlı şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelesi, İsmail'in faaliyetlerini kolaylaştırdı Nur Ali Halife, Avşar, Varsak, Karamanlı, Turgutlu, Bozoklu, Tekeli ve Hamidelli gibi aşiretlerden büyük kuvvet topladı; Osmanlı ordusunu yendi Şahkulu Baba Tekeli (Karabıyıklıoğlu veya Şeytankulu) adlı halifesi büyük bir isyan çıkardı (1511) Tekeli'de (Antalya yöresi) çıkan bu isyanı, Karagöz Ahmed Paşa, Şehzade Ahmed ve Haydar Paşa bastıramadı Sadrazam Hadım Ali Paşa, Gedikhanı'nda Şahkulu'nu yendiyse de savaşta öldü I Selim Han (Yavuz), tahta geçtikten sonra, Anadolu'daki Şiîlerin çoğunu öldürttü; sonra da İran seferine çıktı Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim Han, 1 Ağustos 1514'te Çaldıran'da karşılaştılar Yapılan savaş, Şah İsmail'in yenilgisiyle sonuçlandı; Selim Han, Tebriz'e geldi Azerbaycan, Diyarbakır ve Doğu Anadolu, Osmanlı ülkesine katıldı
Şah İsmail'in ölümü üzerine, yerine oğlu Şah Tahmasb (1514-1576) 12 yaşında tahta geçti Şah Tahmasb büyüyünceye kadar, İran'ı aşiret reisleri yönetti; merkezî idare sarsıldı Her aşiret, kendi bölgesinde bağımsız hareket etmeğe başladı Tekeli oymağı gibi isyan edenler ve yenilince Osmanlı idaresine geçenler oldu; fakat Anadolu'daki Şiîlerle Safevîlerin manevî bağları kesilmedi Tahmasb, Osmanlılara karşı, babasının düşmanca siyasetini sürdürdü Karl V ve Ferdinand'a, Osmanlılara karşı ittifak teklif etti Kanunî Sultan Süleyman Han, 1533'te Irâkeyn, 1548'de Tebriz, 1553'te Nahcivan seferlerine çıktı Azerbaycan, Irâk-ı Arab ve Irâk-ı Acem bölgeleriyle Tebriz, Bağdad ve Basra Osmanlıların eline geçti İki devlet arasında yapılan Amasya antlaşmasıyla (1555) başlayan barış devri, Şah Tahmasb'ın ölümüne kadar devam etti (1576)
Tahmasb'ın yerine oğlu II İsmail geçti (hükümdarlığı: 176-1577) Tahmasb'ın ölümünden sonra İran'da meydana gelen taht kavgaları sonunda, Osmanlılarla İran arasındaki barış bozuldu İkinci Şah İsmail, Anadolu'daki Alevîleri ve Osmanlı Devletine bağlı bazı sınır beylerini kendi tarafına çekti II İsmail'den sonra, kardeşi Mehmed Hüdabende tahta çıktı ve devletin yönetimini oğulları Abbas Mirza ve Haydar Hamza Mirza'ya bıraktı Bu dönemde Osmanlı-İran savaşları başladı I Şah Abbas (hükümdarlığı: 1587-1629) zamanında Osmanlı-İran savaşları sona erdi Büyük unvanıyla anılan I Abbas, tahta geçtikten sonra, ülkesinin askerî ve idarî teşkilatını yeniden düzenledi Başkaldıran emîrlerin isyanını bastırdı Özbekleri Horasan'dan uzaklaştırdı Osmanlı baskısı karşısında, devlet merkezini Kazvin'den Isfahan'a götürdü Bir hâssa ordusu (Şahsevenler) kurdu Osmanlılar aleyhinde Fransa, İngiltere, Lehistan ve papaya elçiler gönderdi Ticaret ve sanatları geliştirdi Yeni başkent Isfahan büyüdü I Abbas, Osmanlılara geçen İran topraklarını geri almak için savaş açtı Savaşlar, Nasuh Paşa antlaşmasıyla sona erdi Safevîlerin en parlak devri, Şah Abbas'ın saltanatına rastlar
I Abbas ölünce yerine torunu Şah Safi (hük 1629-1642) tahta geçti Özbek Hanlığı ve Osmanlılarla savaştı Safevîlerin Van'a saldırısı üzerine, IV Murad Han, Revan seferine çıktı (1636) Daha sonra Bağdad seferiyle Revan ve Irâk-ı Arab'ın kesin olarak Osmanlılarda kalmasını sağladı (1639) Savaşlara, Kasrışirin Antlaşmasıyla son verildi
Şah Safi'den sonra II Abbas (hük 1642-1666), ondan sonra Şah Süleyman (hük 1666-1694), ondan sonra Şah Hüseyin (hük 1694-1727) tahta geçti Sonuncusunun döneminde, din adamları devlet işlerine karışmağa başladılar Şiî olmayanlara baskı yapıldı Kandehar valisi Mîr Veys, 1709'da bağımsızlığını ilan etti 1722'de Mîr Veys'in oğlu Mahmud, Isfahan'ı ele geçirdi Şah Hüseyin, tahttan indirildi (1727) İran, karışıklıklar içinde kaldı
1729'da Kumandan Nadir, II Tahmasb'ı tahta çıkardı Afganlar, İran'dan kovuldu II Tahmasb'dan sonra, Kumandan Nadir, 1732'de III Abbas'ı tahta çıkardı Yaşı küçük olan III Abbas'ın ölümüyle Nadir, saltanatı eline aldı ve kendini şah ilan etti (1736) Böylece İran'da Safevî hanedanı sona erdi Nadir Şah ile Avşarlar devri başladı
Safevîler, bir Türk ailesi olmakla birlikte, siyasetlerini yaymak amacıyla yayımladıkları Silsilenâme'de, kendilerini Sâdât-ı Hüseyniye'den (Hz Hüseyin'in neslinden) gösterdiler En kuvvetli zamanlarında, İran, Horasan, Güneydoğu Anadolu, Irak, Gürcistan ve Güney Kafkasya'yı elde ettiler Batıda Osmanlılar, kuzeydoğuda Özbekler (Şeybanîler) ile mücadele ettiiler Devletin resmî dili Türkçe ve Farsça'ydı Safevîler başlangıçta, Akkoyunlu idarî teşkilat ve kurumlarını örnek olarak aldılar Çaldıran'dan sonra, Osmanlı yönetim usullerinden yararlandılar Safevîler zamanında şah, mutlak hâkimdi; ayrıca bir müşavere meclisi bulunurdu Şah Abbas'tan öncekiler, geleneğe uygun olarak, Şiî ileri gelenlerinin ve din büyüklerinin düşüncelerine önem verirlerdi Bazı idarî makamlar, babadan oğula geçerdi Devletin en büyük memuru vezîr-i büzürg'dü Bu vezire itimaduddevle veya nüvvâb-ı İran medârî denirdi; kendisinin mührü olmadan hiçbir hüküm geçerli sayılmazdı Ondan sonra kurçibaşı (emîr'ül-ümerâ) gelirdi Mâlî işlere nâzır-ı buyutat bakardı Divan beyi, adalet divanının başkanıydı Mîr Şikâr ve mirahurbaşı (imrahorbaşı), şahın özel hizmetinde bulunurlardı Akkoyunlu teşkilatına göre kurulan ordunun yetersizliği, Çaldıran savaşında anlaşıldı Şah Abbas, Avrupa'dan uzmanlar getirterek, yeni silahlarla donatılmış bir ordu kurdu İki askerî kuvvet vardı: Devlet ordusu ve Şah ordusu Devlet birlikleri, tarikat mensuplarıyla valilerin gönderdiği kuvvetlerden meydana gelirdi Şah ordusu beş kısımdı: tüfekçiler, süvariler, sufiler, bir kısım topçular ve saray muhafızları



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.