Bulantı (La Nausée) - Jean Paul Sartre |
06-25-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Bulantı (La Nausée) - Jean Paul SartreBulantı (La Nausée) Yazan: JEAN-PAUL SARTRE (1905-1980) Başlıca Karakterler
Bu kitap boyunca yaptığımız gibi, romanların plânları, karakterleri ve tezleri arasındaki farkları belirtmek her zaman keyfîdir Fakat bu tarz, hiç bir kitapta Sartre'nin Bulantı'sı kadar keyfî yapılmış değildir Bu kitaptaki yegâne plân, karakterlerin belirtilmesidir; biz, kahramanın hareketleriyle değil, onun reaksiyonlarıyla ilgileniyoruz Roman, Antoine Roquentin adında; arkadaşları, ailesi ve hatta bir işi bulunmayan yapayalnız bir entelektüelin günlük hâtıraları şeklinde yazılmıştır Onun hakkında sadece bir iki gerçek meydana çıkıyor Avrupa'da, Afrika'da ve Asya'da uzun uzun dolaşmış; Hindistan ve Çin-Hindi'ndeki arkeolojik araştırmalara katılmış, fakat sonunda bu tür faaliyetlerle ilgilenmemeğe başlamıştır Bir ara, Anny adında bir metresi vardır, fakat kavga ederler ve senelerce kadım görmez Hâlen, Bouville («Mudvill,» muhtemelen Le Havre) adındaki mahalli bir şehrin küçük bir otelinde yaşar; onsekizinci asırda yaşamış ve pek bilinmeyen Comte de Rolleben adındaki bir maceraperestin hayatı hakkında araştırma yapar Seksüel ihtiyaçlarını, civardaki bir kahvehanenin sahibesi ile yaptığı bir anlaşma neticesinde karşılamaktadır Her gece bir erkekle yatmak ihtiyacını duyan bu kadın, hiç bir teklifi reddetmez Roquentin'in, bu yalnız, kendisine yeterli hayatı, bulantı adını verdiği acıtıcı hücumlara maruz kalır: Sadece kendi hayatından değil, hayat denilen şeyden tamamiyle bıkmıştır İlkin, bu tür hisler, ne olduğunu anlamaksızın, aniden gelen ve kaybolan parlak izler halinde görünür O, bu ânlarda, kendisinin aklını oynatıp oynatmadığını düşünür Eşyanın, kendi anladığı hayata yabancı bir hayatı bulunduğu görünür Alelade eşyalar, onun indinde, garip objeler olur ve artık yerden bir taş veya kâğıt alamayacak hâle gelir Kısa bir müddet için bu hislerini, eski bir caz plâğını dinlemekle gidermeğe çalışır Plâğın sağlam katılığı, eşya ile önceki ünsiyet hissini geri getirir Mamafih, kendisini garip bir durumda hissetme sini, ancak çok kısa bir zaman için uzakta tutabilir Çok geçmeden, bu hisler Roquentin'in kendi vücuduna yayılır, elleri dahi, bir balık veya tırnaklarını oynatan bir yengeç gibi muhtar bir varlığa sahip garip bir hayvan gibi görünmeğe başlar Kendi vücudunun yoğun ve yepyeni idraki karşısında ne yapacağını bilemez; vücudunun, şuurlu ve tam bir şahsiyetin merkezi olduğunu değil de hayatının ılık, lüzûci, belirsiz bir mihrakı olduğunu hisseder Sonunda, eşyanın her tarafta, âdeta adlarından ve alışılmış kullanılma şekillerinden sıyrılmışlarcasına, beklenmedikleri sekide oturmamış bir karakter kazandıklarını görür Bir tramvayın kanepelerini, şişirilmiş karnı ile su üstünde sırt üstü yüzen ölmüş bir eşeğe benzetir «Oturacak bir yer, bir kanepe» diye mırıldanır; fakat kelimeler kendilerini, eşyaya bağlamazlar Her eşya isimsizdir, gülünçtür, maksatsızdır Bu dünyada, hiç bir şeyin, niye mevcut olduğunun bir sebebi yoktur Onların nasıl hareket edeceklerini Allah tayin etmez, yönetmez Eşyalar, Roquentin'i tiksindirircesine katı, kaim, şehvetli, şişirilmiş, âdi bir bolluk içindedir Eşyalar saçmadırlar Hiç bir kurala boyun eğmezler Bir bakıma de trop, gereksizdirler Böyle bir dünyada, herhangi bir şey, herhangi bir şeye dönebilir, zira onun varlığını yöneten bir kanun veya mantık yoktur Roquentin, kendisini bir takım düşüncelere kaptırır: eğer çocuğunun yüzündeki bir sivilceye bakan bir anne, bu sivilcenin, gülen küçük bir göze istihale ettiğini görse acaba ne yapardı? Veya bir kimse, ağzının içinin kaşındığını hissetse ve ağzını açtığı vakit dilinin, kıpır kıpır kıpırdayan bir kırkayak haline istihale ettiğini görse acaba ne hissederdi? Çünkü dünya kanunsuz ve gayri-mantıkî olduğundan, insanlar hürdürler ve -bir şey yapmanın artık hiç bir mânası kalmasa bile-istediklerini yapabilirler, işte bu topyekün fakat mânâsız hürriyete karşı hissedilen tiksintidir ki, egzis-tansiyel bulantının özünü teşkil eder Cemiyetten böylece tecrit edilmiş yaşamasına rağmen, Roquentin'in hayatı, dünyayı başka gözlerle görenlerin hayatlarıyle karışır Kahvehane sahibesi ile yürüttüğü ilişkilerin pek önemi yoktur Bu kadın, onun sadece fizikî ihtiyaçlarını yerine getirir Diğer taraftan, Bouville'in, kendi kendilerine hürmet besleyen, kendilerini önemli addeden, kanuna hürmet duyan vatandaşlarının, içinde bulundukları gerçek durumları yine kendilerinden gizlemek için giriştikleri devamlı teşebbüsler onu son derece kızdırır Onların bütün sosyal hareketleri, düzen, vazife ve haklar gibi her kelimesi gerçek değil, muazzam bir sahtekârlık makinesidir Onları, ekseriya meydanlardaki heykeller ve sanat galerilerindeki portreler diye anlatan Roquentin, onların yaşadıkları hayatın cansızlığını ve sunîliğini gösterir Roquentin'in mütemadiyen önüne çıkan bir diğer beşerî yaratık da, «Kendi kendini yetiştiren adam» dediği, ızdırap verici küçük bir bilgiçtir Mahkemede kâtiplik yapan bu adam, Bouville Kütüphanesindeki bütün kitapları okuyarak kendisini yetiştirmeğe karar verir Kitapları, alfabe sırasına göre okumağa başlar ve yedi sene sonra L'ye ulaşır Sartre, öyle anlaşılıyor ki bu işlemi, zengin imkânlarla dolu hayata, dışarıdan bir düzen empoze etmek isteyen rasyonel sistemlerin bir karikatürü olarak göstermeğe çalışıyor «Kendi kendini yetiştiren adam», mütemadiyen Roquentin'in önüne çıkar, can sıkıcı alelâdelikleriyle Roquentin'in gözlerinden yaş getirecek, kadar rahatsız eder Bu adam, beşeriyete âşık bir idealist olduğunu iddia ederse de Roquentin, onun yanında oturan adamın saçlarının rengini sorduğu zaman ne cevap vereceğini bilemez Onun da nasıl bir adam olduğu kısa bir zaman sonra anlaşılır «Kendi kendini yetiştiren adam,» kütüphaneye gelen genç çocukların bacaklarını ve ellerini gizliden gizliye okşamaktan zevk alır Tam manasıyla faziletli bir adam olan kütüphane müdürü, onu okuma salonundan kovar Roquentin, bu adamın şimdi, yalnızlık içinde geçecek hayatının çıraklık devresine başladığını söyler Roquentin'in ümitle baktığı tek kimse, önceki metresi Anny'dir Eğer kadın geri gelse, bulantısı kaybolabilirdi Anny'den gelen bir mektupta, kendisini, Paris'te görmesi rica edilir Roquentin, kadına karşı beslediği aşktan ziyade merak saikiyle Paris'e gider Bir aktris olan Anny, önceleri, aralarındaki ilişkiyi oldukça teatral bir açıdan ele alıyordu Kadın, bu ilişkinin, «mükemmel ânlar»a ulaşmasını istiyordu Yani mükemmel bir aşk için gerekli olan her şey -sahne, his ve hareket- birleşecek ve sanatkârane bir bütün vücuda getireceklerdi Kadın ne istediğini aniden söylüyor, beklediğini bulamayınca da Roquentin' le alay ediyordu Fakat artık orta yaşlıdır ve gittikçe de şişmanlamaktadır Mükemmel anların mümkün olduğuna artık* inanmaz Onun uğradığı hayal kırıklığı da Roquentin'inki gibidir; fakat şurası gariptir ki, birbirlerindeki bu değişikliği sezemezler Egzistansiyel sezgi, öyle görülüyor ki, bir kimseden diğe-rne aktarılamaz ve herkes, realitenin kendilerince görünen şekli içinde yapayalnızdır Anny ile görüşme bir netice vermez, kadın kendisi için hiç bir mânâ ifade etmemekle beraber, yine de beraber yaşadığı adama döner Bu ızdırap verici, mânâsız hayatta bir tek ümit ışığı, kurtuluşun bir tek yolu vardır: Bunu da, Roquentin'in, büyük zevk duyarak sık sık çaldığı caz plâğı gösterir Çevresindeki şekilsiz, etli, müphem, tayin edilemeyen mevcudiyetle karşılaştırıldığı zaman, bu melodi temiz ve kesindir, gayri-şahsî ve canlıdır «Mevcut olmanın günahından tamamen temizlenmiştir» Kompozitör ve şarkıcı, sanatlarının safiyetinde kurtuluşa ermişlerdi Roquentin, niye aynı şeyi kendisinin de yapamayacağını sorar Onun başarısı bir kitap olabilir, muhtemelen bir roman Zira Comte de Rolleben ve tarih artık onu ilgilendirmez Belki de bu yüzden, kendi kendisini benimsemeyi başarabilirdi Roquentin'e ne olduğu hakkında sadece tahminler yürütebiliyoruz Kitabını yazmağa başladı mı? Bahsedilen kitap, bu hatıralar mı? Hâtıralardan önce konulan «editörün notu» başlıklı hayalî bir yazıda hâtıraların, Roquentin'in notları arasında bulunduğunu okuyoruz Ne oldu? Öldü mü? İntihar mı etti? Çıldırdı mı? Hiç bir zaman bilemeyeceğiz Tenkid Sartre, Bulantı'yı yazdığı zaman, kendisini egzistansiyelist olarak görmedi, çünkü bu terim ancak beş sene sonra uyduruldu Felsefî açıdan bakıldığında, Sartre, özünü Husserl ve Heidegger gibi Alman düşünürlerinden alan ve bir kimsenin önündeki ilk tecrübenin somut gerçekleri üzerinde duran feno-menalizm ekolüne mensuptur Fenomenalistler, Eflatun gibi ideal şekillerle, Kant gibi eşyanın kendisi ile veya Hegel gibi Mutlak ile ilgilenmedikleri gibi; pozitivistler gibi, objektif ve sübjektif tecrübeler arasında bir fark gözetmezler Onları ilgilendiren dünya, eşyalar dünyasının, rasyonel kafa tarafından sistematik ilişkiler verilmesinden ve isimlendirilmesinden önceki hâlidir Bu noktaya kadar ileri sürülen görüşler şu formül ile anlatılır: «Varoluş özden önce gelir» Başka bir ifade ile, somut obje, mantıkî olarak, zekâ tarafından kavranan mahiyetinden önce gelir İdealistler için, bunun aksi doğrudur Roquentin'in başından geçen bir çok tecrübelerde, fenomenalist dünya görüşünü anlıyoruz Meselâ, eğer onun eli kendisine bir balık veya bir yengeç veya bir minder, ölmüş bir eşek gibi görünüyorsa, ona, âdeta çıplak şekliyle, kendisi ile gördüğü şey arasına isimler koymadan baktığındandır Bir isim, eşyaları sadece belirli şekiller altında görmemize zorlar; öyle ki, meselâ bu isimdeki oturulacak bir yeri, normal olarak, üzerinde oturulması gereken bir yer olarak da düşünemeyiz, öte yandan, biz onu sadece bir obje olarak görebilirsek, herhangi bir isim, bir diğeri kadar iyi veya kötüdür Böyle bir tutum bize, sebep ve neticenin normal kanunlarını bir kenara koymamıza imkân verir ki, haddizatında, tecrübenin gerçeklerinden ziyade kafanın tecrübeye empoze ettiği mücerretliklerdir Bunun neticesidir ki, Roquen-tin, her şeyin mümkün olabileceğini söyler Bir sivilce bir göze veya kırmızı bir paçavra, canlı bir et parçası haline istihale edebilir (Bu tür istihaleler sürrealizmde de görülür) Hayatın aslında saçma olduğunu idrak eden Roquentin, kendi mazisini yeniden değerlendirir Faal hayatına ve uzun seyahatlarına rağmen, hiç bir macera hayatı yaşamadığını anlar Çünkü macera denilen şey gerçekte, macerayı anlatan kişi tarafından yaratılmıştır Yine, Rolleben'in biyografisini yazmağa çalışmaktan da vazgeçer O âna kadar yaptığı bütün şeyin aslında, sağlamlıkları şüpheli gerçekler üzerine tahminlere dayalı bir düzenleme olduğunu anlar Kendi mazisini dahi canlandıramazsa, yıllarca önce ölen bir adamın hayatını nasıl dile getirebilirdi? Aynı sezgi, Roquentin'in, yanındaki bir masada, iki kişinin m'ükâleme ettiği sırada, bir kahvehanede Eugene Grandet'i okumağa çalışırken meydana çıkan istihzalı bir sahneyi de anlatır Kitaptaki diyalog berrak, düzenli ve mantıkîdir; masadaki iki kişinin konuşmaları gelişi güzeldir, kesik kesiktir ve kulak kabartılarak onların neler konuştuklarını anlamak hemen hemen imkânsızdır Bu fark, varolmanın haşin gerçekleri üzerinde berraklık ve düzen empoze eden sanat ve akim fonksiyonunu gösterir Kendisinin veya herhangi bir şeyin niye mevcut olması, veyahut olmamasının bir sebebi bulunmadığına inanan Roquentin, insanların, hayatın mânası ile ilgili bütün sözlerini reddeder Bu cevapların hiç biri samimî değildir Bunlar sadece, insanın, her arzu ettiğini yapabileceği mânâsız kâinat karşısında duyduğu dehşetin ifadesidir İnsanoğlu, kendisine dehşet veren hürriyetten korunmak için haklar, vazifeler, sebepler ve idealler icat etmiştir Bu hayallerle yaşayanlara ve Roquentin'in hazin, suiistimal edilmemiş sağduyusundan mahrum olanlara, Roquentin salauds (domuzlar, picler, oyun bozanlar) der Ama burada bir istikrarsızlığın mevcudiyetinden de şüphe edilemez Şayet egzistansiyelist görüş, en yakın bir mazide geçmiş tecrübeye dayalı ise, ifşa edebileceği yegâne hakikat, her fert için ortaya koyabileceği hakikattir Bir tür tecrübeyi diğerine tercih etmek için de bir sebep yoktur İnsanların ekserisinin, objeler mevcut olduklarından ötürü, tiksinti duymadıkları aşikâr Sağduyu sahibi bir insan, kendisini, neler getireceği bilinmeyen bir dünyada bulur Yine de, varlığını sürdürmesini becerir Egzistansiyelist, bizi, kendisi gibi hissetmeğe ikna edemezse, onun iddialarının bizim indimizde hiç bir değeri bulunmaz Bir egzistansiyelist felsefe sistemi, terimlerdeki bir çelişkidir Bu sebepten ötürü, bu hareketin en önemli eserleri, felsefî incelemelerden ziyade, piyesler ve romanlar gibi, tahayyül eserleridir İngilizce konuşan okuyucular kendilerini, muhtemelen, fenomenalistlerden ziyade pozitivistlerle rahat hissedeceklerinden, tenkitlerini daha da öteye ***ürmek isteyebilirler Roquentin, psikopattan başka bir şey olmayan bir insan değil midir? Bu düşünce doğru ise, onun başından geçen tecrübeler bizim için klinik ilgiden öteye geçer mi? Şüphesiz, kendisini vücudundan kopmuş hissetmesi, bir şeyin tümünden ziyade parçaları üzerinde saplanıp kalması, halüsinasyonlara (aklî denge bozukluğundan ileri gelen kuruntu) yaklaşan hayalleri şizofreni'yi andırıyor Psikolojiden anlayan bazı münekkidler, daha da öteye giderek, Sartre'in, hayatı kâbuslu gören görüşlerini tayin eden özel sarsıntı veya saplantıları üzerinde durdular Egzistansiyelistlerin, bu hücumlara verdikleri cevap şu: Roquentin'in bulantısını, patolojik diyerek önemsememeğe çalışmak, korkakça bir harekettir Sartre'nin belki de haklı olduğunu gösteren bir korkunun ifadesidir Böylece, tartışmada yer alanların, meseleyi halledecek müşterek bir nokta bulamadan birbirlerinin zayıf taraflarını göstermekten ileri gidemedikleri söylenebilir Şu halde, Bulantı'nın sonunda nasıl değerlendirileceğini görebilmek için, medeniyetimizin, egzistansiyalizm ile ne yapacağını beklemek gerekecek Bulantı, hiç şüphesiz, çağımızın en ifşa edici romanlarından biri; insanoğlunun içinde yaşadığı şartlara hitap eden bir kitap Okuyucular çok defa arzu etmeyerek de olsa, kitabın zorlayıcı tahayyül gücünde a bahsettiler Yine de edebiyat tarihi, bir zamanlar şaheser diye alkışlanmakla beraber, bugün sadece belirli bir zamanın kitabı olarak gösterilen romanlarla dolu İddialı bir şekilde yeni bir felsefeyi açıkladıklarını belirten kitaplar, bugün ancak, müelliflerinin dahi farkına varmadıkları özelliklerinden ötürü okunurlarken, bu tür kitapların ihtiva ettikleri söylenen büyük mesajlara esnenerek tahammül ediliyor Sartre'nin eseri, otuz sene sonra değerini kaybederek okuyucudan uzaklaşabilir Eğer ayakta durma gücüne sahipse, sonunda, edebî dünyadaki daimî yerini alacaktır Yazar Söylemeğe dahi gerek yoktur ki, Sartre'nin kesin bir hayatı hâlâ yazılmadı ve onun hakkında standard referans kitaplarında belirtilenlerden fazlasını öğrenmek isteyenler, hakkındaki anekdotlara ve mülakatlarına dayanmak mecburiyetindeler Sartre, 1905'te Paris'te doğdu, iki yaşında iken babası öldü ve onbir yaşında iken de, annesi tekrar evlendi Eğitimini Paris liselerinde ve Ecole Normale Superieure'de yaptı ve 1929'da pek iyi derece ile bitirdi Resmî eğitimini böylece tamamladıktan sonra, La Havre, Laon ve Neuilly liselerinde felsefe hocalığı yaptı Avrupa'da ve Orta Doğu'da uzun uzun dolaştı 1933'ten 1934'e kadar Almanya'da, Husserl ve Heidegger'in nezaretleri altında felsefe tahsili yaptı Egzistansiyelist tohumları saçmakta belki herkesten fazla başarılı olan Danimarkalı filozof Kierkegaard'ın (1813-1855) eserlerini inceledi Sartre, 1935'te Paris'te yerleşti, Condercet Lisesinde ders vermeğe başladı ve çevresine genç entelektüelleri topladı Hemingway ve Faulkner gibi çağdaş Amerikan yazarlarının Fransa'da tanınmasında onun büyük rolü oldu Sartre'nin ilk önemli eseri Bulantı, 1938'de yayınlandı Ardından, kısa hikâyelerinin bir arada toplandığı aynı derecede kasvetli Duvar (Le Mur, 1939) adlı kitabı çıktı 1939'da harp başlayınca, Sartre er olarak Fransız ordusuna yazıldı ve bir sene sonra Fransa çöktüğü zaman Almanlara esir düştü Esareti sırasında, diğer esirler için piyesler yazdı ve yönetti Serbest bırakıldıktan sonra, Fransız yeraltı mukavemet hareketine katıldı ve bu hareketin mecmualarında yazılar yazdı, işgal yıllarında, iki önemli piyesi yayınlandı Sinekler, 1943'te sahneye kondu Piyesin tezi, esarete karşı başkaldırma idiyse de: Alman sansürcülerinin gözlerinden kaçtı Çıkış Yok (Huis Cios) -1944'te yayınlandı- cehennemdeki üç kişinin hikâyesidir Onların katlanmak zorunda kaldıkları işkence şudur: Her biri, ebediyete kadar diğerleri için yaşamak mecburiyetindedir Var Olmak ve Olmamak (L'Etre et le Néant, 1943), Sartre'ın felsefesinin teşhir edildiği bir eserdir Aynı devirde yazdığı tahayyülî eserlerini anlamamıza yardım eder Harpten sonra, Sartre -Simone de Beauvoir, Camus, Berleau-Ponty ve diğerleriyle birlikte- egzistansiyelist hareketin en belirli lideri olarak sahnede göründü Bu, nüfuzlu bir hareket olmakla kalmadı, moda haline gelen bir hareketti de Sartre ve arkadaşlarının sık sık gittikleri Cafe de Flore, turistlerin ziyaret ettikleri bir yer oldu Satre'ın genç müridlerinden bazıları kendilerini, egzistansiyelist olma oyununa öylesine coşkunlukla attılar ki, bazan gülünç oldular, halkın alaylarına maruz kaldılar Maamafih Sartre, ciddî eserlerini devam ettirdi 1945'ten 1949'a kadar, üç kısım halinde, Hürriyet Yolu adında (Les Chemins de la Liberté) bir roman yazdı: I Makuliyet Çağı (L'Age de Raison); II Muvakkat Kurtuluş (Le Sursis); III Kâbuslu Uyku (La Mort dans l'Ame) Sonraları yazdığı piyeslerden bazıları da şunlardır: Galip Gelenler (Morts sans Sépulture), Hürmete Lâyık Fahise (La Putain Respectueuse), Kirli Eller (Les Mains Sales), Şeytan ve Tanrı (Le Diable et le Bon Dieu), Kean ve Altona Mahkûmları (Les Séquestres d'Altona) Belki Antoine Roquentin onun bu görüşünü benimsemeyecekti, ama onu yaratan adam, insanların politika ile iştigal etmelerini istedi Bu inanışını da, Fransa'nın işgali sırasındaki faaliyeti ve daha sonraları Modern Çağ adlı mecmuayı kurması ile fiiliyata soktu Marksizmin, tarihin objektif bir mânasını ve yolunu bulduğunu iddia etmesine ve bundan böyle fenomena-lizm ile hiç de bağdaşamayacağını belirtmesine rağmen, Sartre'ın tarih ve cemiyet görüşleri Marksist görüş paralelindedir Macar isyanı Sartre'i, Komünist Partisinden kopardı Onun şimdi bir neo-Marksist olduğu söyleniyor Yani, bağımsız ve gayri-ortodoks bir Marksist Sartre, İngilizce konuşan dünyadaki ilk okuyucularını harpten sonra buldu Sinekler ve Çıkış Yok, 1947'de, Bulantı, 1949'da ve daha sonraki eserleri de, yayınlandıklarından bir iki sene sonra İngilizceye çevrildiler Kafka'nın ve daha sonraları Camus'un takdir edildiği çevrelerde bilhassa büyük nüfuz kazandı Piyesleri ve romanları, felsefî eserlerinden -ki filozoflara hitap eder- daha fazla tutunmuştur Fransız yazı diline âşık olanlar, Sartre'nin, bilhassa teknik eserlerinde, Fransızlara, Almanlar gibi yazmasını öğretmeğe çalıştığını görerek üzüleceklerdir |
|