Türkologlar III |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türkologlar IIIProf Dr Hamza Zülfikar (1941 - ) Hayatı Öz Geçmişi 1941′de Bitlis’te doğan Hamza Zülfikar, Bitlis’in yerlisi olup bu ilin eski ve köklü bir ailesi olan Zülfikarlar’dandır Öğrenimi İlk ve orta öğrenimini Bitlis’te tamamladı 1958′de Bitlis Lisesinden mezun oldu 1959-1960 öğretim yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydoldu XV yüzyılda yazılmış Kısasü’l-Enbiya adlı yazmanın bir bölümünün dil özelliklerini bitirme tezi olarak hazırladı 1964′te bu Fakülteden mezun oldu Türk Dil Kurumunun açmış olduğu memurluk sınavını kazandı ve burada bir yıl çalıştıktan sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde açılan asistanlık sınavında başarılı görüldü Bu göreve 1965 yılında atandı “Pekiyi” notu ile derecelenen Çağatayca Bir Kur’an Tefsiri adlı doktora teziyle 14121970 tarihinde “edebiyat doktoru” unvanını aldı Türkiye Türkçesinde Ses Yansımalı Kelimeler I c: İnceleme, VI-282 s, II c: Sözlük, X-320 s adlı doçentlik tezini hazırlayarak sınava girdi Doçentlik sınavının bütün aşamalarını başararak 2841982 tarihinde “pekiyi” dereceyle doçent oldu 01121988 tarihinde yayınları ve bililmsel çalışmaları yeterli bulunarak Yeni Türk Dili Ana Bilim Dalının profesörlük kadrosuna atandı Askerlik 16 aylık askerlik görevini Ekim 1971 - Ocak 1973 tarihleri arasında Sarıkamış’ta yerine getirdikten sonra Fakültedeki işine geri döndü Yurt İçi Görevleri Fakültedeki asistanlık görevinin yanında Ankara Üniversitesine bağlı Türkçe Kursunda yabancı uyruklu öğrencilere ders verdi1750 sayılı Kanun’un 46 maddesi uyarınca 1976-1977 öğretim yılında bir yıl süreyle Fırat Üniversitesinde görev yaptı Fakültedeki öğretim faaliyetinin yanında 1980 yılından itibaren Türk Ansiklopedisi’ nin yayımlanmasında Başredaktör Yardımcısı olarak çalıştı Millî Eğitim Bakanlığının çıkardığı bu ansiklopedinin tamamlanıp ortaya konmasında yardımcı oldu 2547 Sayılı Kanunun 40 maddesi uyarınca l982 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesinde gönüllü kurucu öğretim üyesi olarak görev aldı ve haftada 10 saat ders verdi Ayrıca Van’daki Eğitim Yüksek Okulunun Müdürlüğünü de yürüttü Kanunun öngördüğü süre içinde Yüzüncü Yıl Üniversitesindeki görevini tamamlayarak Ankara Üniversitesine döndü 10101983′ten 05101989′a kadar 6 yıl süreyle Rektörlüğe bağlı bulunan Türk Dili Bölümü Başkanlığını yaptı Eskişehir’de bulunan Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinin Türkçe ders kitabını hazırlamakla görevlendirildi Prof Dr Hasan Eren ile birlikte bu fakülte için Türk Dili ders kitabını hazırladı Yüksek Öğretim Kurulunca hazırlatılan Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri adlı ders kitabına Cümle Bilgisi bölümünü yazdı 1983 yılında atanmış olduğu Yeni Türk Dili Ana Bilim Dalı Başkanlığını hâlen devam ettirmektedir Bu ana bilim dalının öğretim üyesi olarak lisans, yüksek lisans ve doktora derslerini vermektedir Bunun yanı sıra öğrencilere lisans, yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırmaktadır Bugüne kadar 15 öğrencinin yüksek lisans, 10 öğrencinin doktora tezini yönetti Hâlen 3 öğrencinin yüksek lisans, 6 öğrencinin doktora tezini yönetmektedir Biri Türkmenistanlı, biri Bosnalı ve biri de Arnavut olan üç yabancı öğrencinin doktora tezlerini yönetti Bu kişiler ülkelerindeki üniversitelerinde görev aldılar 11051992 tarihinde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığına atandı Bu görevi üç yıl sürdü Türk Dil Kurumunun aslî üyesi olarak bu Kurumda birçok yayının ortaya konmasında görev aldı İmlâ Kılavuzu çalışmalarına katıldı Kılavuzun 1996 ve 2000 baskılarının hazırlanmasına katıldı Türkçe Sözlük ‘ün 1988 yılı baskısını Prof Dr Hasan Eren, Prof Dr Nevzat Gözaydın, Prof Dr İsmail Parlatır ve Prof Dr Talat Tekin ile birlikte yayıma hazırladı Ardından okullar için plânlanan Okul Sözlüğü’nü Prof Dr İsmail Parlatır ve Prof Dr Nevzat Gözaydın ile birlikte yayımladı Bu arada Türkçe Sözlük’ün yeni baskısının hazırlanmasına katıldı ve sözlük, 1998 yılında yayımlandı Türkçe Sözlük’ün kelime sayısı yapılan katkılarla 75 bine madde başına ulaştırdı Taramalar devam etmektedir Son taramalarla kelime sayısı 80 binin üzerine çıkmıştır Hamza Zülfikar, Türk Dil Kurumu Terim Bilim ve Uygulama Kolu Başkanlığını yürütmüştür Burada İmlâ Kılavuzu, Kısaltmalar ve çeşitli terim sözlükleri üzerinde çalışmıştır 7 yıl boyunca Türk Dil Kurumu Başkan Yardımcılığı görevini de yürütmüş, kısa bir sürü de Türk Dil Kurumu Başkanlığın vekâleten yürütmüştür Bu görevin yanı sıra Devletin çeşitli birimlerindeki üst düzey toplantılara Türk Dil Kurumu temsilcisi olarak katılmıştır 4000 devlet memuruna yazışma, imlâ, Türkçe kursları vermiştir Adana, Kilis, İzmir, Van, Bitlis, Bayburt, Balıkesir, Konya, Karaman, Ankara, Çorum, Malatya gibi illerde alanı ile ilgili çeşitli konferanslar verdi Bu illerdeki Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerine dilde ve imlâdaki gelişmelerle ilgili bilgi aktardı, onların sordukları soruları cevaplandırdı Hamza Zülfikar 2001 yılında Türk Dil Kurumundaki bütün görevlerinden istifa edip ayrılmış, şimdi ise yalnızca Türk Dil Kurumunun bilim kurullarının toplantılarına katılmaktadır 12 Eylül 1980 tarihinden sonra, henüz tamamlanamamış ve yarım kalmış Türk Ansiklopedisi ele alınmıştı Kurulan yeni yayın heyeti içinde H Zülfikar da görevlendirilmişti Burada Redaktörlük ve Başredaktör Yardımcılığı yaptığı 1981-1983 yıllarında bu görev yanında, Türk Ansiklopedisi’nde Ünlü (266fask), Ünsüz (266fask), Ünlü uyumları (266fask), Ünsüz uyumu (266fask) gibi alanıyla ilgili bazı maddeler yazdı Üye Olduğu Kuruluşlar Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) üyesi Türk Dil Kurumu Asli Üyesi Bitlis Eğitim ve Tanıtma Vakfı kurucu üyesi Yurt Dışı Görevleri 1975′te Universty of California’nın davetlisi olarak 10 ay süreyle Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti ve adı geçen üniversitede Türkçe dersleri verdi Bu arada Amerikan kütüphanelerinde alanıyla ilgili araştırmalar yaptı 1985-1986 ders yılının ilk yarısında, Hollanda Hükûmetinin davetlisi olarak bu ülkeye gitti Nuts Akademisinde 4 ay süreyle Türk Dili dersleri verdi ve bu bölümün programlarının oluşturulmasına katkı sağladı Ders notlarını hazırladı Bu arada Hollanda’daki okul çağı çocukları için hazırlatılmış olan kitapları inceleyerek bir rapor düzenledi ve oradaki Eğitim Bakanlığına sundu 2-10 Haziran 1991 tarihleri arasında görevli olarak Arnavutluk Tiran Üniversitesini ziyaret etti Burada Şemsettin Sami üzerine bir konferans verdi 19-27 Temmuz 1992 tarihinde Dışişleri Bakanlığı kanalıyla Özbekistan’a gitti Bu süre içinde Bilâl Şimşir ve Prof Dr Sema Barutçu ile birlikte bu ülkedeki yeni harflere geçme çalışmalarına bağlı olarak Türkiye’deki tecrübelerden kendilerine bilgi aktardı 1998′de Kırgızistan’daki Manas etkinliklerine katıldı 1999′da Azerbaycan’da Dede Korkut etkinliklerine katıldı İran’daki Türk büyük elçisinin düzenlediği Yunus Emre Sempozyumu’na Prof Dr İsmail Ünver ile birlikte katıldı ve bir konuşma yaptı Eserleri Kitaplar Yabancılar İçin Türkçe Dilbilgisi (1980 ) Yüksek Öğretimde Türkçe Yazım ve Anlatım (1985 ) Türkçede Ses Yansımalı Kelimeler Anayasa Sözlüğü (1985) Türk Dili II (1987) Türk Dili I (1987) Türkçe Sözlük (1988) Okul Sözlüğü (1994) Bitlis-Muş Yörelerinde Halk Kültürü (1992) Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri (1990) Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları (1991) Devlet Memurları İçin Ders Notları Terim Sözlükleri Bibliyografyası Makaleler “Müştak Baba” (1967) “Karamanoğlu Mehmet Beg” (1968) “Abdullah Tukay (1886-1913)” (1967) “Bitlis Halk Ağzından Derlenmiş Atasözleri, Alkış Kargış ve Bilmeceler” (1968) “Ahmet Yesevî’den Hikmetler” (1973) “Cumhuriyet Döneminde Yurdumuzda Yapılan Türk Dili İle İlgili Kaynak Metinleri “Çağatayca Bir Kuran Tefsiri” “Van Gölü Çevresi Ağızlarının Özellikleri” “Cümle Yapılarından Bir Örnek” “Terimleri Açısından Teknik Dil”, Türk Dili, 404 (1985), 60-64 s “Atatürk, Muş ve Bitlis’in Geri Alınması” “Atatürk ve Gambos Dağı” “Mehmet Akif Ersoy’un Şiir Dili Üzerine” “Mehmet Akif’in Şiirinde Söz Varlığı” “Kadın, Hanım ve Benzeri Adlar Üzerine” “70 Yıl Sonra Doğu’da Savaş Alanları” “Günümüz Spor Terimlerine Bir Bakış” “Ata Sözü Terimi, Kaynağı ve İmlâsı” “İsa Savaş Spor Sözlüğü, Terimler ve Açıklamaları” “Yeni Bir Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü Dolayısıyla” “Eş Anlamlılık ve Ziya Gökalp’in Eş Anlamlılık İle İlgili Düşünceleri” “Kültür Bakanlığınca Yapılan I Türk Dili Kurultayı” “Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi “Günümüz Türkçesinden Bir Kesit” “Arap Harflerinden Yeni Türk Harflerine” “İmlâmızın Geçirdiği Evrelerden Örnekler” “Konuşlandırmak Sözü Üzerine” “Bankacılık Terimleri Üzerine” “Değerlendirmeler-Mustafa Acar Sosyal Bilimler Sözlüğü” “Türk Dili Kurultayı” “Türk Dil Kurumu Uluslararası Türk Dili Kurultayı” “Doğu Anadolu Ağızlarında Zaman Kavramı Taşıyan -ıp / -ı Eki” “Özbekistan’da Lâtin Harflerine Geçiş Süreci” Prof Dr Ali Şafak, Hukuk ve Emniyet Terimleri Sözlüğü” “Uluslararası İlişkiler Sözlüğü” “İslamî Terimler Sözlüğü” “Türk Cumhuriyetlerinde Lâtin Harfleri ve Yayımlanan Kitaplardan Örnekler” “Terimleri Açısından Askerlik Mesleği” “Aziz Çalışlar-Tiyatro Kavramları Sözlüğü” “Atatürk ve Harf İnkılâbı İçinde Tekirdağ’ın Yeri” “Tekirdağ’da Harf İnkılâbının 65 Yıl Dönümü Kutlamaları” “Prof Dr Hasan Tahsin Banguoğlu ve Türkçecilik Akımı İçindeki Yeri” “Faks” Gözlem Altına Almak Sözü Üzerine “Bir Yazım Kılavuzu Dolayısıyla” “İmlâ ve Terim Birliği” “Okul Sözlüğü’nün Eleştirisi Üzerine” “Doğu Kökenli Kelimelerin Son Hecelerindeki Uzun Ünlülerin Kısalması” “Girişik Cümle Sorunu” “Takısız Ad Tamlaması Sorunu” “Bainbridge, M, Dünyada Türkler “Bişkek’te Uluslararası Manas 1000 Kutlamaları” “Türk Dil Kurumunca Önerilen Karşılıklarla İlgili Görüşler” “Dilde Yozlaşma I” Türk Dili “Çağdaş Irak Türkmen Şiiri” “Doğu Kökenli Kelimelerin İlk Hecelerindeki Uzun Ünlülerin Kısalması” “Yabancı Kökenli Kelimelerde Uzun Ünlü Aşınması veya Oluşması” “Doğu Kökenli Kelimelerde Kalın K Sesinden Kaynaklanan Söyleyiş Sorunları” “Yer ve Millet Adlarına Dayanan Sözlerin Leksik Değerleri” “Ömer Seyfettin Kültür-Sanat Haftası İstanbul ve Gönen’de Yapıldı” “Karaman’da “Tarih Boyunca Türk Dili Bilgi Şöleni Yapıldı” “Dil Bayramı Bilkent Üniversitesinde Kutlandı” “Türkiye Bilişim Derneğinin Örnek Davranışı” “İbadet Dili Olarak Türkçe ve Atatürk’ün Bu Konudaki Düşünceleri” Saraybosna (Sarayevo)da Çıkmış En Eski Türkçe Gazete Türk Cumhuriyetleriyle Kurulması Beklenen Ortak Dil Üzerine II “Doğru Yazalım Doğru Okuyalım” (Türk Dili dergisi yazıları…) “Kalın “K” Ünsüzünün Okunuşundan Kaynaklanan Sorunlar” “Hocam Prof Dr Vecihe Hatiboğlu” “Prof Dr Zeynep Korkmaz’ın Öz Geçmişi” “Sözlü ve Yazılı Basının Türkçe Karşısındaki Tutumu” “Irak Türkmen Türkçesi ve Sorunları” |
Türkologlar III |
06-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türkologlar IIIProf Dr Efrasiyap Gemalmaz Belgin Tezcan Aksu’nun Efrasiyap Gemalmaz ile yaptığı söyleşiden… 891937 tarihinde Erzurum’da doğan sayın Gemalmaz üniversite hayatına Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Bölümünde başlamasına rağmen ailevi sebeplerle Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesinde yeni açılmış olan Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 1963 yılında mezun olmuştur 1966-1968 yılları arasında Fransa’da Strasbourg Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türkçe Okutmanı olarak çalışmış, 1973 yılında “Erzurum İli Ağızları” konulu doktora tezini savunarak Atatürk Üniversitesinde Edebiyat Doktoru unvanını almış, 1978 tarihinde Doçentlik kadrosuna atanmıştır 1989 yılında YÖK tarafından Türk Dil Kurumu üyeliğine seçilen sayın Gemalmaz, 1993 yılında profesör olmuştur Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Dekan Yardımcısı ve Fakülte Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulunmuş ve 2001 yılında emekli olmuştur Hâlen bilgisayar dilleri ve tabii dillerin -özellikle Türkçenin- bilgisayar yardımıyla incelenmesi konularında kişisel olarak çalışmakta olan sayın Gemalmaz ile Türk dili konusunda yaptığımız söyleşiyi sunuyorum: -Türkçe sizce yazıldığı gibi okunan bir dil midir? Türkçeyi öğrenenlere, doğru telaffuz ve doğru imla kazandırmak için, önce, Türkçe öğretiminde düstur hâline getirdiğimiz “Türkçe yazıldığı gibi okunur ve söylendiği gibi yazılır” sloganını zihinlerden silmemiz gerekir Şunu bilmeliyiz ki en gelişmiş fonetik alfabe bile bir dilin doğru telaffuz inceliklerini yazıya aktarmakta yetersiz kalır Konuşma dili ve yazı dili ayrı ayrı öğrenilmeli ve öğretilmelidir Birincisi işitme, ikincisi görme yoluyla algılanır Bu iki yol arasındaki ilişki ancak zihinde gerçekleştirilen karmaşık bir işlem sonucunda kurulur -Türkçe, fiil veya isim köklerine ekler getirerek yeni kelimeler oluşturma imkânı tanıyan eklemeli bir dildir Buradan yola çıkarak şu anda okullarda kullanılan tümden gelim metodunu değerlendirir misiniz? Diller insanların haberleşme ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulmuş birer avadanlık, birer alet takımıdır Her alet takımı gibi bir dilin de kendine özgü kullanım yöntemleri vardır Bu alet takımının belli başlı parçaları, söz konusu dilin, soyut bir alet çantası olarak görebileceğimiz sözlüğünde; bu parçaların kullanımıyla ilgili bilgiler de yine bir kullanım kılavuzu olarak görebileceğimiz o dilin dil bilgisi kitaplarında yer alır Bu alet takımı ve bu alet takımının kullanım yöntemleri, her alet takımında olduğu gibi ya kişinin yakınlarından bir şekilde -aynı ortamda uğraşmak gibi, bağışlama, miras gibi- devralınır ya da ödenen bir bedel karşılığında -ders araçları gibi, ders gibi- satın alınır Hangi yolla alınmış olursa olsun, dil öğreniminde en doğal yol, her zanaat ve sanatta olduğu gibi, sınama yanılma yoludur Kullanımda, haberleşmenin ürünü olarak seslendirilmiş veya yazıya geçirilmiş ifadeler vardır Bu ifadelerin ihtiyacımız doğrultusunda benzerlerinin üretilebilmesini sağlamak için, önce bunlara ilgi duymamız ve duyurmamız, bunların ayrıntılarını kavramamız ve kavratmamız gerekir Bu sebeple öğrenirken ve öğretirken bütünden parçaya gitmek; üretimde ustalık kazanmak ve kazandırmak için de parçalardan bütüne giden alıştırmalar yapmak ve yaptırmak gerekir Alfabe ezberleyerek ve ezberleterek, ses, harf, hece tarif ederek, zihinleri dil bilgisi terimleri ve bu terimlerin tarifleriyle doldurarak dil öğrenilemez ve öğretilemezTürkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz Türkçenin ilkokul ve orta öğretimde gerektiğince öğretilemeyişinin nedenleri müfredatın yetersizliği mi, öğretmenin yetersizliği midir? Müfredatın da, öğretmenin de yetersizlikleri olabilir Ancak en önemli yetersizlik ihtiyaç duyma yetersizliğidir İnsanlarımıza, Türkçeyi değil, iyi öğrenme ihtiyacını bile duyurmuyoruz Duyursak, müfredat da, öğretmen de gelişir, yenilenir elbette Toplumumuzda genel olarak bir kimseyi değerli görme eğilimi, o kimsenin, neyi bildiği, neyi becerdiği yönünde değil; hangi yüksek notu, hangi diploma ve sertifikayı aldığı, hangi unvanı taşıdığı, ne kadar çok para kazandığı yönünde geliştirilmiştir İnsanımızdan Türkçeyi bilmesini değil, Türkçe dersinden de ne yolla olursa olsun sınıfını geçmiş olmasını bekleriz Hele, benim gibi -bir zamanlar- hangi konuda olursa olsun profesör unvanı taşımış olanlarını bulunmaz bir şey sanırız -İnsanın ufkunu açmak, eğitmek, onu duyan, düşünen bir insan yapmak gibi amaçları olan edebiyat ile sosyal hayatın birbirinden ayrılması mümkün değildir Bu nedenle hazırlanacak müfredatta yaşayan dilin esas alınması gerekmektedir Bu yapılabilmiş midir sizce? Gerekçenize katılmamam mümkün değil Ancak böyle bir müfredatın oluşturulması için toplumun yukarıda belirttiğim değer hükümlerinin değişmesi gerekir Bu değişme sağlanmadıkça müfredatın belirttiğiniz yönde değişmesi şekilden öteye gidemez Dilin gelişmesi düşünceye; düşüncenin gelişmesi ifade edilip tartışılmasına bağlıdır En aykırı, en saçma, en edepsiz düşünceler bile ifade edilip tartışılmalıdır İfade özgürlüğünün sınırlı olduğu ülkelerde düşünce gelişemez; düşünce gelişmeyince dil de gelişemez -Çocuğu okumaya alıştırma ilk etapta ailelerin kültür seviyesine daha sonra öğretmenlerinin yönlendirmelerine bağlıdır Bu konuda aileleri ve öğretmenleri yeterli görüyor musunuz? Ben soruyorum: “Neden çok okuyalım? Okumak bir işe yarıyor mu? Okuyup bir şeyler öğrenip; sonra da sağda solda sarf edip başımıza iş mi açalım? Ülkemizde düşünen, düşündüğünü, özellikle aykırı düşüncesini ifade eden insanlarımızın sonu pek iyi olmamıştır Bu deneyimleri yaşayan ve izleyen aileler, öğretmenler, öğrencilerin, devletimizin uygun gördüğü ders kitabı ve yardımcı kitaplar dışında başka kitap okumalarını pek istemezler Bunları da sınıf geçecek kadar okumak yetişir Yazacak bir şeyimizse yok denecek kadar az zaten Adımızdan, numaramızdan tutun, hayatımızı dolduran at yarışı, spor toto, çoktan seçmeli sınav sorularının cevaplarına kadar her şeyi kodluyoruz Küçük bir ovalin, yuvarlağın içini karaladık mı yetiyor İnsandan yazacak bir şeyi olmasını beklemediğimize göre bir şeyler okumasını beklemenin bir anlamı olur mu? Önemli olan bilgi değil; “bilgilidir” diyen resmî belge değil mi? Toplum olarak ailelerin kültürlüsünü değil, ne yolla olursa olsun zenginini; öğretmenlerin kültürlüsünü değil, ne yolla olursa olsun bol not verenini; öğrencilerin ne yolla olursa olsun sınıfını geçip diplomasını alanını baş tacı ettiğimiz sürece, insanlardan çok okumasını beklemek safdillik olmaz mı?! -Yabancı dil öğrenimi konusunda düşündükleriniz nelerdir? Dil, bence ana dili bile, amaçlı olarak öğrenilir Bu amaç; aş ekmek istemekten, kız ve erkek tavlamaya, KPDS’den geçip dil tazminatı almaya, UDS’den geçip doktor, doçent, profesör unvanlarını ve varsa bunların tazminatlarını almanın yolunu açmaya kadar “çıkarcı ve ilkel” bir amaç olabildiği gibi ticaret ve siyaset yapmaktan, bilgi edinip ülke ve insanlık yararına uygulamaya kadar “evrensel ve gelişmiş” bir amaç da olabilir Bizde yabancı diller genelde “çıkarcı ve ilkel” amaçlar için öğrenilmeye çalışılır; ileri toplumlarda ise Türkçe de dâhil bütün yabancı diller genelde “evrensel ve gelişmiş” amaçlar için öğrenilir Sözün gelişi, ben, Fransızcayı, ortaokul ve lisede diğer dersler gibi ders olduğu için öylesine okudum ve sınıflarımı geçtim; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde okurken yabancı dil barajını geçmek için öğrenmeye başladım ve barajı geçecek kadar öğrendim; daha sonra, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenci olan eşim İnci Hanımı tavlamak için geliştirdim; daha daha sonra da profesör oluncaya kadar her önüme çıkan yabancı dil sınavında, Fransızcamı, kimse “neden Fransızca” diye sormadığı için rahat rahat utanmadan kullandım Doğrusunu söylemek gerekirse, diğer birkaç dile ilgim ise bir hobi olarak gördüğüm mesleğimdeki bilgimi ve diğer hobilerimi geliştirmek için oldu -Atatürk dil devrimi ile dilimizi yabancı kökenli söz ve tamlamalardan kurtarmayı amaçlamıştır Nasıl ki Osmanlı aydını Arapça ve Farsça özentisi içindeyse bugün de bazı aydınlarımızın batı kökenli kelimeleri kullanma özentisi içinde olduğunu görüyoruz Aydınlarımız bu durumdayken toplumumuzdan ne bekleyebiliriz? Toplumların kültürlerini tanımak için dillerinden yararlanırız Bu yararlanma işini ya söz konusu toplumun dilini öğrenerek doğrudan ya da o toplumun dilini ve bizim bildiğimiz bir dili bilen birisinin aracılığıyla dolaylı olarak gerçekleştiririz Bir kültür, bir şekilde ilgimizi çekiyorsa her iki hâlde de az ve çok o kültürün taşıyıcısı olan dili ya doğrudan ya da dolaylı olarak tanımak zorunda kalırız Doğal olarak kendi kültürümüz içinde doğrudan ulaştığımız yeni bir kavramı kendi dilimizin imkânlarıyla işaretlemeyi deneriz Çok kere başarılı da oluruz Ancak, bir başka kültür içinde ulaşılmış ve o kültürün taşıyıcısı dilin imkânlarıyla işaretlenmiş bir kavramı yeniden işaretlemek, iki dili bilen bir kimse için fazladan bir düşünme ve karar verme zamanı alarak haberleşmenin hızını keseceğinden gereksiz ve zorlama bir davranış olarak görülür Hele anında çeviri yapılırken böyle bir davranışa girmek, çok kere, zor anlaşılabilir olanı da hiç anlaşılmaz hâle koyar Osmanlı aydını, ufkunu açan kendi kültüründe bulamadığı kavramları, Arap ve Fars kültüründe bulmasaydı Arapça ve Farsça kökenli dil ögeleri; çağımız aydını da, ufkunu genişleten kendi kültüründe bulamadığı kavramları, batı kültüründe bulmasaydı batı kökenli dil ögeleri dilimize giremezdi Gönül isterdi ki; bırakalım teknolojinin son ürünlerini; hiç olmazsa bugün hemen bütün işlemleri ülkemizde gerçekleştirilen bir “tişörtü” ilk biz tasarlayıp üretip dünyaya “Te-gömlek” adıyla tanıtabilseydik… Teknoloji ve kültürel değer üretmeyen toplumlar, ya bunları üreten toplumlara özenecekler ya da içlerine kapanıp yok olacaklardır Adı konulmuş bir çocuğa yeniden bir ad koymak işgüzarlık; bu ikinci adı zorla kabul ettirmekse zorbalıktan başka nedir? Engelsiz özenti, giderek özene dönüşür ve yaratıcılığın yolunu açar -Aydınlarımız arasında ancak matematik gibi kuralları olan bir dilin bilim dili olabileceği konusunda bazı düşünceler var Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bilim dili olmak, her konuda en çok ve en yetkin telif ve tercüme bilim eserini bulunduran dilin hakkıdır Telif ve tercüme bilim eserlerinin çoğalması da sadece her alanda bilim adamlarının çokluğuyla değil; oturmuş, tutarlı ve yoruma kapalı terminoloji sözlüklerinin varlığına da bağlıdır Bir bilim dilinin en önemli kusurları ise ya birden fazla kavramı tek bir terimle ya da bir tek kavramı birden fazla terimle karşılamaktır Türkçeleştireceğiz diye giriştiğimiz terim üretme gayretimiz ve ürettiklerimizi çeşitli sebeplerle beğenmeyerek yenileriyle değiştirmemiz Türkçemizi hızla bilim dili olmaktan uzaklaştırmaktadır Bilim dili her şeyden önce görsel, grafik ve daha daraltılmış bir ifade ile bir çeşit yazı dilidir 24 büyüklü küçüklü grup fiil ve bir o kadar isim çekiminin olduğu, birçok anlam ve görev ögesinin bitişik yazıldığı ve anlamla ilgisiz şekli uyumlar yüzünden, aynı kavramı karşılayan bir ekin sekiz şekilde; bir kelimenin iki üç şekilde yazıldığı bir dil nasıl matematik bir düzen gösterir Türkçe, bir oyun oynar gibi öğrendiğimiz ana dilimiz olduğu için bize kolay ve düzenli gelmektedir Türkçenin çetrefilli yapısını ancak onu bir yabancıya öğretirken görebiliriz Ben bu durumu yaşamış birisi olarak dil bilgisi kitaplarımızın bu konuda ne kadar yetersiz olduğunu itiraf etmeliyim Üzülerek söylemeliyim ki yazı dili olarak İngilizce bu bakımdan da bilim dili olmaya Türkçeden daha yatkın -Bilgisayar teknolojisinde Türkçenin kullanımı konusunda düşünceleriniz nelerdir? Teknoloji, özellikle bilgisayar yazılımlarının Türkçeleştirilmesi konusunda hâlâ işimizi zorlaştırıyor Seri üretilen ve sürümü fazla olan malların fiyatlarının düşmesi ekonominin önemli bir kuralıdır Ne yazık ki, Türkçe bilgisayar ortamında oldukça az kullanılan dillerden biridir Yazılımları Türkçeleştirecek ve Türkçe yeni yazılımlar üretecek insan gücümüz ise yeterli değil Birçok yazılım modası geçtikten sonra Türkçeye kazandırılmış oluyor ve bunların çoğu da ya orijinali gibi çalışmıyor ya da eksiklerle dolu Yasal yollardan bir yazılımın İngilizcesini, hatta Arapçasını temin etmek Türkçesini temin etmekten kat kat ucuza gelmektedir Yabancı dil bilenler pahalı Türkçe yazılımları kullanmaktansa temini kolay, ucuz ve sağlam yabancı dildeki yazılımları kullanmayı tercih ediyorlar Gördüğüm kadarıyla bu konuda da “vatan, millet, Sakarya” nutukları bir işe yaramıyor -Fransa’da bir süre görev yaptığınızı biliyoruz Oradaki bilim adamlarının Türkçeye ve Türk dili konusunda Türkiye’de yapılan bilimsel çalışmalara karşı olan bakış açılarını bizim için değerlendirir misiniz? Tanıdığım, Türkçe ile ilgilenen yabancılar, her şeyi olduğu gibi Türkçeyi de amaçlı olarak öğrenirler Adını şimdi hatırlayamadığım öğrencilerimden biri kendi ifadesiyle kendisine yeterli ölçüde Arapça ve Farsça biliyordu ve bir üniversitede tarih profesörüydü Türkçeyi neden öğrenmek istediğini sorduğumda; tarihte Türk-Leh münasebetleri üzerinde çalıştığını, Lehçe bildiğini ve Osmanlıca kaynaklardan da yararlanmak istediğini söyledi Diğer bir tarihçi hanım öğrencim de tarihte Türk-İsveç münasebetleri üzerinde çalışıyordu Bir diğeri Türkiye ile ilişkileri olan ticari bir şirkette, bir başkası Türkiye’de arkeolojik kazılar yapan bir ekipte çalışmak amacıyla Türkçe öğrenmek istediklerini söylemişlerdi… Öğrencilerim arasında sınavda neler sorabileceğimi, diplomayı veya sertifikayı ne zaman alabileceğini, notunu soran tek bir öğrenci çıkmadı En zorlandıkları konu ünlü uyumu ve ekleme sırasında karşılaşılan diğer ses türeme ve değişmeleriydi Özellikle bu oluşumların yazıda gösterilmeye çalışılmasının sözlük kullanmayı zorlaştırdığını söylüyorlardı -Standart Türkiye Türkçesi konusuna niçin ilgi duyduğunuzu anlatabilir misiniz? Dillere hep hayatımızı kolaylaştıran alet takımlarından biri olarak baktım Ben geçmiş bir daha gelmemek üzere geçmiş olduğu için hep hâli ve geleceği düşledim Standart Türkiye Türkçesine ilgim de bu sebeple arttı Çağdaş bir insan olarak kendimi bir Türkten çok Türkiyeli olarak görmeye çalıştım Bir milletten olmanın gönül işi; ama bir dili öğrenmenin akıl işi olduğunu biliyorum Özellikle doğduğumuz ülkeyi, anamızı, babamızı, etnik kökenimizi seçemeyiz; ama, yaşayacağımız ülkeyi, kullanacağımız dili zor da olsa seçebilme ihtimal ve imkânımız vardır Ben ve yakınlarım, Türkiye’de yaşıyoruz ve devletimizin resmî dili olan standart Türkiye Türkçesini bugün kullanıyor; onunla etkinliklerimize değer katıyoruz Her üretimimizin olduğu kadar onun da standardını yükseltmenin, yararlılığını arttırmanın; etnik kökenimiz, dinimiz, ana dilimiz, örfümüz, âdetimiz, hangisi olursa olsun; Türkiye’de yaşayan herkesin görevi olduğuna inanıyorum Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî dili standart Türkiye Türkçesidir Devlet kurum ve kuruluşlarında sadece resmî dilin kullanılması gerekir -Ters Sözlük hakkında bize biraz bilgi verdikten sonra kullanım alanı konusunda düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız? Sözlüklerimiz gibi, dil bilgisi kitaplarımız da, çok kere başka dillerin dil bilgisi kitaplarına benzetilerek, aklımıza geldiği gibi yazılmaktadır Verilen kurallar ya yanlıştır, ya kesin değildir Niçin, geniş zamanda /gel-/, /gel-ir/; /git-/, /gid-er/; /bit-/, /bit-er/ olur Kuralı var mıdır? Yoksa; her bir durumun benzer şekilleri nelerdir ve kaç tanedir? Daha bunun gibi, yazıma yansıtılsın yansıtılmasın, ekleme sırasında karşılaşılan nice ses değişmeleri, dil bilgisi kitaplarında gereği gibi ortaya konulamamıştır Neden, “at, yağız”; “kedi, kara”; “gömlek, siyah” olur? Bütün bu değişmeleri yeterince eksiksiz görebilmek için düz sıralanmışbir sözlüğe gerek duyulduğu kadar, özellikle sondan eklemeli bir dil olan Türkçenin, kök, köken, gövde, taban ve ek arası ilişkilerini görmek için de ters sıralanmış bir sözlüğe gerek duyulmaktadır Şimdi adını hatırlayamadığım bir yabancının güzel bir sözü var; anlamca şöyle: “Bir dilin, bütün bir dil bilgisi değil; belki her ögesinin kendine özel bir dil bilgisi vardır” Bir sözlük nasıl eksiksiz düzenlenemezse, bir dil bilgisi de eksiksiz yazılamaz Ancak, bir dil bilgisinde kurallar yanlış olmamalı; eksikler en aza indirilmelidir Ters sıralanmış bir sözlük, bize, uyak arama dışında kelime sonlarında hangi harflerin, dolayısıyla seslerin bulunduğu ve kelimelere ekler getirildiğinde, kelime sonlarında ve ek başlarında hangi harflerin, dolayısıyla seslerin değiştiği; hangi eklerin, ne türlü kelimeler türettiği konularında bilgimizi denetlememizi; dilimizin, eklemeyle ilgili kurallarını daha incelikli belirlememizi; varsa kural dışı örneklerin, hemen eksiksiz bir listesini oluşturmamızı sağladığı gibi, söz dizimi konusunda da, düz sıralanmış sözlükte tamlayanlarına göre verilmiş birleşik yapılara, tamlananlarına göre de ulaşmamızı sağlar -Genel ağ sayfamızda kullanıma açtığımız Güncel Türkçe Sözlük ve yapısı konusunda neler düşünüyorsunuz? Eleştiri ve katkılarınızı söyler misiniz? Yaklaşık on yıl önce İnternetle ilk tanıştığımda, yabancı dillerdeki sözlükler dikkatimi çekmiş; standart Türkiye Türkçesinin de en az bir sözlüğünün İnternette bulunmasını istemiş; bu dileğimi Türk Dil Kurumunun bilim kurulu toplantılarında zaman zaman dile getirmiştim Başlangıçta pek ilgi görmeyen bu isteğim birkaç yıldan beri gerçekleşmiş bulunuyor Bu yolda çalışan arkadaşlara sonsuz teşekkür ediyorum Şimdi Türk Dil Kurumunun İnternete Türkçeden, başta İngilizce olmak üzere yabancı dillere; ve yabancı dillerden Türkçeye sözlükler; terim sözlükleri koymasını da bekliyorum Ayrıca Türkçe sözlüğe telaffuz eklenmesi de gerekmektedir -Türk Dil Kurumunun diğer çalışmaları konusunda neler söylemek istersiniz? Bugünkü durumuyla Türkçe; İngilizce, Rusça, Çince, Japonca, Fransızca, Almanca, Arapça ve benzerleri kadar fen bilimleri ve sosyal bilimler alanlarında yaygın yararlanılan bir bilim dili değil Ancak, Türk Dil Kurumu sayesinde en azından Türkoloji alanında en çok ve en yetkin telif ve tercüme bilim eserini bulunduran ve evrensel değeri de olan bir kitaplığın sahibi olmuştur -Sayın Gemalmaz, değerli düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim |
Türkologlar III |
06-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türkologlar IIIHüseyin Namık Orkun H Namık Orkun 1902 yılında İstanbul’da dünyaya geldi İlk,orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi Derin tarih merakı yüzünden Macaristan’a gitti Orada Budapeşte Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nde ünlü Macar Türkoloğu Gyula Nemeth’in öğrencisi olarak türkoloji öğrenimi yaptı 1930 yılında yurda döndü ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü tarih öğretmenliğine atandı Daha sonra buradaki görevi yanında Polis Koleji’nde, Devlet Konservatuarı’nda ve Ankara Tıp Fakültesi’nde Türk Tarihi ve İnkılap Tarihi dersleri verdi Bu okullarda Türk tarihini seven, milli tarih şuuruna sahip binlerce gencin yetişmesine vesile ve yardımcı oldu Hüseyin Namık Orkun ilmi araştırmaları ile de Türklüğe çok değerli hizmetler sunmuştur Bu araştırmaların sonuçlarını makaleler ve kitaplar halinde Türk ilim dünyasının bilgi ve eleştirisine sunmayı da ihmal etmediTürkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri 1944-1945 yıllarında bu öğretim ve araştırmalarına ara vermek zorunda kaldı Çünkü “Irkçılık-Turancılık Davası” sanıklarından biri de Hüseyin Namık Orkun’du Ne yazık ki haksız yere kalmaya mecbur edildiği zindan hayatı sağlığını bozmuş, vefatına kadar süren rahatsızlıklar yaşamasına sebep olmuştu Hüseyin Namık Orkun, Türk Milliyetçiler Derneği’ne destek olmuş, 1951′de Türk Ocağı Ankara Şubesi’nin açılmasını, Dr Tevetoğlu ile birlikte sağlamış ve vefatına kadar hizmet etmiştir HNamık Orkun 23 Mart 1956 tarihinde Uçmağa varmıştırKabri Ankara Asri Mezarlığındadır |
Türkologlar III |
06-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türkologlar IIIProf Dr Oktay Sinanoğlu 1935′te doğan Sinanoğlu, 1953’te Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesini burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti 1956’da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi 1957’de Massachusetts Institute of Technology ‘ yi ( MIT ) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek kimya Mühendisi oldu 1960’ta Yale Üniversitesinde “asistant professor” (yardımcı doçent ) olarak çalışmaya başladı 26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı ve “full professor” ( profesör ) ünvanını aldı Bu ünvan ile modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesi tarihinin en genç profesörü olduTürkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri 1964’te ODTÜ’ye danışman profesör oldu Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu keşfeden adam - solvofobik kuvvet ) Amerikan Ulusal bilimler akademisine Üye olarak seçildi Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu İki defa Nobel’ e aday gösterildi Defalarca Nobel Akademisinin isteği üzerine Nobel’e adaylar gösterdi Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi 26 yaşından beri devam ettiği Yale Üniversitesinde Moleküler biyoloji ve kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesinde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde Profesör olarak görevini sürdürüyor Türkçenin Yazılışı, Okunuşu… Eskişehir’e indim; Porsuk Çayı’nın orda, dükkânın adı “Lavash” İstanbul, Beşiktaş yokuşunda kebapçı olmuş “Dönerchi” Allah Allah, bunu yazan zât-ı Avrupaî anlaşılan Batı dilinde “ch” nın “c” değil, “ç” okunduğunun da farkında değil Ve tabii böyle gülünç (daha doğrusu acınacak) misâlleri artık sıkça görüyorsunuz Sâdece aşağılık duygusundan, sömürge ruhluluktan mı, yoksa üstüne özenti sıvanmış bir kara câhillikten mi oluyor bunlar dersiniz? Sanmam; işin temelinde “millî eğitim”i 1946′dan beri güdümüne almış yabancı danışmanların (ve tabii onların yerli emir kullarının) kademeli oyunlarından biri yatıyor Nasıl mı? Kademeler şöyle: 1 Önce Türkçe ikiye bölündü (yanlış adlarıyla “Osmanlıca”, “Öz Türkçe”, geçen iki yazımda belirttiğim daha doğru adlarıyla “Eski Türkçe”, “Kök Türkçe” diye) Bilim terimleri, Atatürk’ün yolunda bir süre Kök Türkçe’den türetilip bu terimler ortaöğretime yerleşti Ancak aynı terimleri evrenkentler pek kullanmadığı için tam bir teknik dili birliği oluşmadı “Solcu” diye bilinen Öz Türkçeciler 1950-1980 arası tedrîcen ana gayeden uzaklaşıp Eski Türkçe’yi tasfiye yoluna girdiler “Sağcı” diye bilinen Eski Türkçeciler ise bu tasfiyeciliğe aşırı bir tepki olarak bilim için Kök Türkçe’den türetilen terimlere dahî düşman oldular (Bu konuları son iki yazımda etraflıca işledim) Oluşan boşluğa İngilizce bozuntusu (”Tarzanca”) lâflar hücum etti İki tarafın da saplantılıları, artan “Anglomanlıca” tehlikesine pek aldırmadılar; birbirleriyle “Kelime mi, sözcük mü?”, “Millet mi, ulus mu?” diye kavga etmeyi sürdürüyorlardı 2 İngilizce ile eğitim, önceleri yalnız fen dersleri olmak üzere ilk kez bir Türk okulunda (hem de Atatürk’ün tam tersi gayeyle kurduğu okulda) 1953′te başladı Kısa sürede bu, devletin birçok okullarına, sonra özel ve cemaatlerinkine bulaştırıldı 1960′ta gene dış telkinle ilk kurulan İngilizce dilli Türk evrenkentini zamanla birçok yenileri tâkip etti Bunlarda yalnız fen değil, tüm dersler İngilizce oldu (tarih, edebiyat dâhil) Kamuoyu toptan aldatıldı (Bkz OS, “Bye Bye Türkçe” kitabı (Otopsi Yayınları, İst, 25baskı 2005)Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri 3 1990′larda “Tarzanca” ile eğitim ilkokullara, anaokullarına kadar indirildi (Bir ülkenin dilini yok etmenin temel yöntemi) 4 Bir yandan da Türk yazısını bozmak (sonra yok etmek) faaliyetleri yürütülüyordu 1980 darbesinde, birden Türk yazısındaki inceltme işaretleri (^) kalktı Tabii bu, “Eski Türkçe” sözcükleri yazılamaz hâle getiriyor, Türkçe’ye de büyük bir karışıklık darbesi vuruyordu (Örn “hala” “hâlâ”, “kar” “kâr” ikililerindeki gibi) İşin garibi, tasfiyeciliğe karşı olanlar dâhil “sağ”lı, “sol”lu basın-yayın bunu uyguladı Kimin başlattığına gelince, iki taraf ta birbirinin üstüne atıyordu Demek ki, hiçbirinden değil, olay gene yabancı danışmanlardan (yâni “güdücü”lerden) kaynaklanmıştı [Sanırım aynı sıralarda, okullarda da Türkçe yazım kuralları öğretilmez oldu Zâten edebiyat (ve târih) dersleri de azaltılıp duruyordu] 5 Atatürk’ün yeni Türkçe yazısı tüm dünyanın imrendiği, bütünüyle diline tam uyan, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir yazıdır Herkes bu yazıyı birkaç haftada öğrenebilir İlk defâ karşınıza çıkan bir kelimenin nasıl okunacağı, nasıl yazılacağı diye bir sorun yoktur “Harf harf söyle” diye sorulmaz Batı dillerinde, özellikle şu imlâsı tam bozuk “Tarzanca”da ise, biri “Adım Smith” dese, öbürü hemen, “spell it” (harfle) der Ne gülünç; halbuki “Smith”, Türkçe’deki “Mehmet” kadar yaygın bir isim Türkçe’nin ve yazısının bilgisayar ve bilim için en uygun dil ve yazı olduğu hakkında ise Batılılar da artık yazılar yazıyorlar Dili İngilizce olan okullarda çocuklara okuma yazma öğretmek çok zordur Her sözcüğün okunuşunu yazılışını çocuk ezberleyecek Kural kaide yok Nitekim ABD basınına göre orada liseyi bitirenlerin yüzde 60′ı kendi dili İngilizce’yi dosdoğru okuyup yazamıyor Türkçe’de ise yakın zamana kadar çocuklar heceleme yöntemiyle ve Türkçe’nin güzel kuralları sâyesinde her şeyi hemen okuyabilir, yazabilir konuma ilk yılda gelirlerdi Derken, Türkçe’yi yok edip yerine 250 kelimelik köle dili İngilizce’yi koymak ana planına uygun olarak, yabancı danışmanların güdümüyle okullarımızda Türkçe okumak yazmak öğretimi yöntemi değiştirilip kelime kelime, her birisinin görüntüsünü ezberleme yöntemi kondu Sonuçta evrenkentli gençlerin bile imlâsı bozuldu (e-postalarda sık sık görüyoruz) Tabii buradaki dış güdüm gayesi, aslında sâdece İngilizce okumayı öğretmek, Türkçe’yi toptan yok etmek Ayrıca ilkokulda Türk alfabesi öğretirken “w”, “q”yu da katıyorlar Yukarıda, bir dizi abuk sabuk, mantıksız gibi görünen olayların, yapılanların arasında nasıl bir temel bağıntı, nasıl bir düşman hedefine doğru adım adım yürüyüş olduğunu göstermeye çalıştık Umarım durum belirginleşmiştir Şimdi Türkçe’nin yazısı konusundaki ilkelerimizi şöyle sıralayabiliriz: a Türk yazısında inceltme (^) işaretleri herkes tarafından mutlaka kullanılmalıdır (Bilgisayarda onları koymak da çok kolay) Yazarlar, çıkacak yazılarında koydukları inceltme işaretlerinin aynen baskıda da olması için yayınevine, gazete, dergi idâresine (bizim yaptığımız gibi) ısrar etmeli b Okullarda okuma yazma tekrar bizim usul heceleme yöntemiyle öğretilmeli Türkçe’nin dilbilgisi, ses uyumları, terim türetme kuralları eskiden olduğu gibi çok iyi öğretilmeli c Türk edebiyatı (her dönemdeki) ve târihi dersleri yeniden ihyâ edilip 1980′e kadar olduğu şekle ve miktara rücû etmeli; tarih derslerinde Türk kültür tarihine verilen yer de artırılmalı Tabii bütün bunların olabilmesi için her düzeydeki eğitimi düzenleyen devlet kuruluşları artık kesinkes yabancı “danışman”lar hâkimiyet ve güdümünden kurtarılmalı Türk gençliğinin, dolayısıyla milletinin geleceğini, kaderini gizli, açık düşmanlar değil, Türk milletinin öz vatansever evlâtları belirleyecektir |
Türkologlar III |
06-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türkologlar IIIHüseyin Nihal ATSIZ İtalyan faşizmine sempati duyulduğu, Alman nazizmine methiyeler yazıldığı, Rus komünizmine kur yapıldığı bir dönemde ortaya koyduğu Türkçü mücadele ile bir kahramanlık destanı yaratan Hüseyin Nihal ATSIZ, mahkemeler, tabutluklar, zındanlar, sürgünler ve mahrumiyetlerin süslediği âbidevî hayatıyla yakın çağın Türkçülük tarihinde bir Ulu Türk Bilgesi olarak yarınki Türk nesillerinin sonsuza uzanan yollarını aydınlatacaktır Her nesil O’nda; heyecanının, coşkunluğunun, düşüncesinin terennümünü bulacak ve Türk’ün meselelerine Türk gözüyle bakışın metodunu öğrenecektir Türk Milleti, O’nun Türklüğe adanan yetmiş yıllık hayatında, kahramanlık ile feragatın yüce ve ölümsüz tablosunu seyredecektir… Şuna eminiz ki, Türklüğün ölümsüz efsanesi ATSIZ ATA, şimdi Tanrı Dağı’nda, Türk Atalarının kutlu tinlerinin toplandığı Tanrıkut otağında, çok sevdiği Kür Şad ile beraber Türk Elleri’ni izleyerek bütün Türklerin Bozkurt başlı sancak altında birleşeceği günü bekliyor… Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905′te İstanbul Kadıköy’de doğdu Atsız Beğ’in babası Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon’un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey’in kızı Fatma Zehra Hanım’dır Atsız Beğ’in ailesi, Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir Çiftçioğulları, Midi Köyünde 18 asrın sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göçmüşlerdir Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19 asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa’dır Ahmet Ağa’nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur İsmail Ağa’nın çocukları Midi’den, Yozgat’ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir Şakir Ağa’nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir Ahmet Ağa’nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894 ) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul’a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanması (Donanma-yı Hümayün) ‘da kalmış ve makina önyüzbaşlığına (çarkçı ( -Makine) Kolağalığı)’na terfi etmiştir Hüseyin Ağa’nın eşi Emine Hayriye Hanım’dır İki çocukları olmuştur Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944) Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması’na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı’ndan emekli olmuştur Mehmet Nail Bey’in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)’dır Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım’ın kızıdır Osman Fevzi Bey, Trabzon’lu ölüp ailesi Kadıoğulları namı ile marüfdür Mehmet Nail Bey’in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur 12 Ocak 1905′de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910′da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912′de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu) 1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir İkinci eşinin adı da Fatma Zehra’dır İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır Türkçülük fikrinin ilk kıvılcımları Atsız‘ın gönlünde, o daha 7-8 yaşında iken tutuşmaya başladı Babasının görevli bulunduğu Süveyş sokaklarında İtalyan çocuklarıyla yaptığı kavgalar, Fransız İlkokulu’nda Rum çocuklarının kendisine karşı düşmanca tutumları, O’nun çocuk gönlünde büyük akisler bıraktı Türk Milleti’ne mensup olmanın idrakine daha o yaşlarda vardı Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askeri Tıbbiye’ye kaydolunca, komünizm ve azınlık milliyetçiliği peşinde koşan Türk düşmanı kişilerle karşılaştı Türklük şuuru olgun bir seviyeye ulaşan Atsız, Türk devletinin birlik ve bütünlüğüne yönelen bu zararlı akımlarla fikrî ve fiili mücadeleye başladı Ziya Gökalp’in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine düşman öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)’ın kasti bir şekilde ve gereksiz bir yerde istediği selâmı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde 3 sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye’den çıkarılmıştır Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesi’nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları’nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yapmıştır 1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu’nun Edebiyat Fakültesi’nin “Edebiyat Bölümü”ne ve İstanbul Dârülfünûnu’nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi’ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul’da Taşkışla’da 5 piyade alayında er olarak yapmıştır Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuası’nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M Fuad Köprülü’nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî’nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır (Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati, 1930, 111 s Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82) Aynı yıl Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur Atsız’ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimleri sayabiliriz Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof Dr M Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu’nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931’de Atsız’ı kendisine asistan olarak almıştır Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır Atsız, 15 Mayıs 1931′den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)’yı çıkarmaya başladı M Fuad Köprülü, Zeki V Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu “Türkçü ve Köycü” dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (YD) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır 1932 Temmuzunda Ankara’da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof Dr Zeki Velidi Togan’a Dr Reşid Galib’in yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile Pertev Nâilî Boratav’ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr Reşid Galib’e “Zeki Velîdî’nin talebesi olmakla iftihar ederiz” diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de mimlenmiştir 19 Eylül 1932′de Dr Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu Kısa bir süre sonra da Prof M Fuad Köprülü’nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir Atsız’ı üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsız Mecmua’nın 17 sayısındaki “Dârülfünûn’un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi” adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve Edebiyat Fakültesi Dekanı, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız’ın üniversite asistanlığına son vermiştir Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi’nin Dekanı’nı Tokatlıyan’daki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır Atsız’a bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya’da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir Atsız’ın Edirne’deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933) Atsız, Edirne’de iken Atsız Mecmua’nın devamı mahiyetindeki “Aylık Türkçü Dergi” olan Orhun (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9)’u yayımlamıştır Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933’te bakanlık emrine alınmıştır 9 sayısında da Orhun, Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenen Atsız’ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur Atsız Bey, ikinci eşi Bedriye Atsız’dan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır Atsız, Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden ihraç edilmiştir Bunun üzerine Özel Yüce-Ülkü Lisesi’ne geçen Atsız, burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapmıştır Atsız, 19 Mayıs 1939 ile 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur Atsız, Boğaziçi Lisesi’nin Türkçe öğretmeni iken Orhun Dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası, 7 sayı) yeniden yayınlamaya başlamıştır II Dünya Savaşı sıralarında yerli komünistler faaliyetlerini olağanüstü artırdıkları halde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, seyirci kalmaktaydılar Atsız, ilgilileri ikaz için Orhun’un Mart 1944′te yayınlanan 15 sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır Atsız, bu açık mektupta, Marksistlerin artan faaliyetlerini belirtmekte idi Aynı zamanda, Orhun dergisi kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiriyordu Atsız, Orhun’un kapatılmaması üzerine, Nisan 1944′te yayımlanan 16 sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel’in Marksist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel’i istifaya çağırmıştır Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır Bu arada Atsız’a yurdun her köşesinden mektup ve telgrafların gelmesi Ankara’daki yetkilileri tedirgin etmekte idi Millî Eğitim camiasındaki komünistler sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, bu arada Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara’ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de devrin Halk Partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır “Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası” olmaktan çok “Komünizme karşı Türkçülük davası” halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız’ın cezası hâkim tarafından “milli tahrik” gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde itham eden nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaya başlamıştır Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır “Irkçılık-Turancılık davası” adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur Atsız, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı esastan bozmuştur Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (bu dava Prof Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir Nisan 1947′den Temmuz 1949′a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır Bir müddet Türkiye Yayınevi’nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan “Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir” adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır Atsız’ın sınıf arkadaşlarından Prof Dr Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız’ı 25 Temmuz 1949′da Süleymaniye Kütüphânesi’ne “uzman” olarak tayin etmiştir Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950’de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği’ne tayin olmuştur 4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi’nde vermiş olduğu “Türkiye’nin Kurtuluşu” konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız’ın aleyhine yalan yayın yapmıştır Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız’ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden “muvakkat” kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi’ndeki görevine tayin edilmiştir 31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi’nde çalışan Atsız’ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’nin genel başkanlığını üstlendi 1964’ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep’e giderken bir işçinin kendisine “idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar” sözlerine karşılık, “Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür” demişti Atsız bunun üzerine, Ötüken’in Nisan 1967′de yayınlanan 40, sayısından itibaren “Konuşmalar, 1″ (Sayı 40), “Konuşmalar, II” (Sayı 41), “Konuşmalar, III” (Sayı 43), “Bağımsız Kürt Devleti Propagandası” (Sayı 43), “Doğu mitinglerinde perde arkası” (Sayı 47) ve “Satılmışlar-Moskof uşakları” (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, bölücü Marksistlerin Doğu bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamıştı Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmıştır Savcılığın yaptığı ilk soruşturmada Atsız’a hiç bir suçlamada bulunulamamıştır Ancak bu yazılar üzerine, Ankara’daki bölücü kuruluşlar tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi’nin bir Diyarbakır Senatörü, senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçer’in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edilmiştir Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötüken’in sahibi Atsız’ı ve sorumlusu Mustafa Kayabek’i 15′er ay hapse mahkûm etmiştir Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1′lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur Fakat aynı mahkeme 2-1′lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır Atsız ve Mustafa Kayabek “Tashih-i karar” isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesine yazan Atsız’a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından “Cezaevine konulamayacağı” kaydı bulunan rapor verilmiştir Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve “reviri olan cezaevinde kalabilir” şeklinde değiştirilmiştir Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız’ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi’ne sevk etmiştir 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi’ne nakledilmiştir Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsız’ın yazılarından, fikirlerinden ve eserlerinden feyiz alan milliyetçi bilim adamları, üniversite mensupları, gençlik kuruluşları, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti, Cumhurbaşkanına başvurup Atsız’ın affını istemiştir Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yüreğinde vatan ve millet sevgisi taşıyan her kesimden milyonlarca Türk’ün yoğun isteği karşısında kendi yetkisini kullanarak Atsız’ın cezasını affetmiştir 22 Ocak 1974′te Bayrampaşa Cezaevi’nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın tarifi ile “Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan” Atsız, ateşli ve keskin bir üsluba sahip olması yanında, özel hayatında sakin, kibar, mülâyim, nüktedan ve şakacı idi Kendisinden kaç yaş küçük olursa olsun herkese “Bey” diye hitap ederdi Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır Ertesi akşam Atsız’ı ziyaret eden ikinci bir kriz, 11 Aralık 1975 Perşembe günü Atsız’ı aramızdan alıp götürmüştür Yarım asırdır hiç bir kuvvetin Türk milliyetçiliğinin burcundan indiremediği bayraklarından birincisi olan Atsız’a Kurban Bayramı dolayısıyla ziyaret yapmak isteyenler, 13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii’nde son vazifelerini yerine getirdiler Kılınan ikindi namazını müteakip Osmanağa Câmii’nden Karacaahmet mezarlığına kadar, onu eller üzerinde taşıdılar Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan Nihâl Atsız, aynı zamanda güçlü bir Türkolog’tur Türk dilini, tarihini ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, özellikle Türk tarihinin Göktürk devrini âdeta yaşamışçasına bilir ve severdi Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı iki eser ile romanlaştırmış ve Göktürkleri Türk milletine tanıtarak sevdirmiştir Deli Kurt adlı romanı Osmanlı tarihinin ilk devrelerinin romanlaştırılmış şeklidir Ruh Adam’daki Selim Pusat’ın şahsiyetinde Atsız’ı görürüz Ruh Adam’ın devamı olarak Yalnız Adam’ı yazacağını söylüyordu Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlar’ın 3 cildi idi Yayınlanmamış eserlerinin içerisinde II Mahmut’tan Günümüze Kadar Osmanlı Hanedanı Tarihi’ni zikredebiliriz Nihâl Atsız’n şiirleri “Yolların Sonu” adı ile kitap halinde defalarca basılmıştır Mekanın Türk Uçmağı olsun Atsız Atam… |
|