Ozanlarımız(O-P-R) |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(O-P-R)Ruhsati Daha senden gayrı âşık mı yoktur Nedir bu telaşın ey deli gönül Hele düşün devr-i Adem’den beri Neler gelmiş geçmiş say deli gönülMevlâ’m kanat vermiş uçamıyorsun Bu nefsin elinden kaçamıyorsun RUHSATÎ dünyadan geçemiyorsun Topraklar başına vay deli gönül Bir şiirinde; Elli birde zuhur edip Doğup cihana gelelim ben diyen Ruhsatî, H 1251 (Miladî 1835) yılında doğmuştur Yine bir şiirinde; Sultan Mehmet şant zat-ı âlişan Erer maksuduna pâyına düşen ifadelerinden de onun Sultan Mehmet Reşat devrini (1909-1918) idrak ettiğini anlıyoruz Vehbi Cem Aşkun, Ruhsatî’nin cülustan iki yıl sonra, yani 191I’de vefat ettiğini söylüyor Eflatun Cem Güney de; “Ruhsatî 1327 (191l)’de yetmiş altı yaşında gözlerini kapamıştır” diyerek, Aşkun’u destekler Bir köy şairi olan Ruhsatî, Sivas’ın Deliktaş bucağında doğmuş ve ömrünün hemen hemen tamamını burada geçirmiştir Onun; Dedem vilayeti gitsem Tonus’a Saklamaz sırrını sezegen olur sözlerinden, soyunun Tonus (yeni adı; Altınyayla) ilçesinden geldiği hükmüne varıyoruz Ben bilirim Şeyh Mehmet’tir pederim RUHSATî’ye eş ben oldum ağlarım deyişinden, Ruhsatî’nin babasının Mehmet olduğunu öğreniyoruz Fakat şiirlerinde annesinin ismine yer vermemiştir Eflatun Cem Güney, annesinin isminin Safiye olduğunu ifade etmiştir Ruhsatî on iki yaşında öksüz ve yetim kalmış; bu bakımdan kuvvetli bir tahsil görememiştir Bir divandaki; Eğer nikâhtan sorarsan dördü bitirdim tamam Eğer evlattan sorarsan yiğirmi üçtür heman ifadelerinde, dört kere evlendiğini ve bu evliliklerden yirmi üç çocuğu olduğu neticesine varıyoruz Eşlerinin adı sırasıyla şöyledir: Mihri, Ayşe, Fatma ve Mühimme Bunlardan Mihri, oğlu Âşık Minhacî’nin annesidir Ruhsatî, uzun müddet Deliktaş ağalarından Ali Ağa’nın yanında azap durmuştur Kimi zaman Tecer’deki değirmenlerin su işlerinde çalışmış, kimi zaman da köyünde kiracılık, rençperlik ve çobanlık yapmıştır Bazen de inşaatlarda bennelik (duvarcılık) yaptığı olmuştur Zaman zaman gurbete çıkan Ruhsatî ömrünün sonlarında köyünde imamlık yapmıştır Ömrü fakirlikle geçen Ruhsatî, ufak-tefek yardımlar haricinde kimseden arzuladığını bulamamıştır Mezarı, doğduğu yer olan Deliktaş’tadır Ruhsatî, bedeli bir âşıktır Birgün Kertme köyü mezrasında uyuyakalmış ve bu sırada pirlerin verdiği badeyi içmiştir Aşağıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, kendisi de zaman zaman bunu dile getirmiştir Bir gece menamda gördüm muhabbetin badesin İçmeden mest eyledi fincana aklı m yetmedi Baktım bir bade sundular yatarken bir gecen ben Anasından doğduğuna oldu pişman sanmasın Ben değilim Hak söyletir dilimi Bade içtim kimse bilmez hâlimi Asıl adı Mustafa olan Ruhsatî’nin mahlasını Şeyh İbrahim Efendi vermiştir Kimi Ruhsatî der kimisi koca Kimisi âşık der kimisi hoca Kimisi Cehdi’ der kimisi yuca Gazaya razı ol belâya sabur Bir zaman İcadi bir zaman Cehdî Şimdi de Ruhsati baba dediler sözlerinden anlaşılacağı gibi, her ne kadar İcadî, Cehdi mahlasını da kullandığını söylüyorsa da biz, bu mahlaslarla söylenmiş şiirine rastlayamadık Ruhsatî, irticali olan fakat saz çalmayan bir âşıktır Hakkında yazılmış kitaplarda ve makalelerde, saz çaldığından söz edilmişse de bunun böyle olmadığını bizzat kendisi ifade etmiştir Ne çöğürüm ne kavalım ne sazım Ne bir Hakk’a yarar vardır niyazım Saz ile söz ile alınmaz meydan Ruhsat’ın mahlası serpilmedikçe Ruhsatî’nin pek çok âşıkla karşılaştığı şüphesizdir Ancak biz bunlardan Hacı Necati, Âşık Halil ve Kanaklı Sefilî gibi isimleri tespit edebildik Fiziki olarak uzun boylu, beli bükük, çil yüzlü, çakır gözlü, sarı sakallı bir yapıya sahip olan Ruhsatî, karakter itibariyle de ideal insan vasıflarına sahiptir Basiret, kanaat, tevazu ve izan sahibidir Haramdan, koğ, ve gıybetten kaçınmış; sır saklamasını bilmiştir Kimsenin azına çoğun karışmamış; kimsenin malına göz dikmemiştir Samimi bir Müslüman olup İslâm Peygamberini aşk derecesinde sevmiştir Önceki kaynaklarda Bektaşî olduğu ileri sürülmüşse de Ruhsatî, kendisinin de pek çok şiirinde belirttiği gibi Nakşibendi tarikatine mensup bir âşıktır B EDEBÎ VE FİKRİ YÖNÜ 1 Şiirlerin Teknik Yapısı a Vezin XIX yüzyılın seçkin halk şairlerinden olan Ruhsatî, şiirlerinin çoğunu hece vezni ile yazmıştır Ancak Âşık Ömer, Dertli, Emrah, Seyranî gibi geleneğe uyarak aruz vezni yahut hecenin 14 ve 15’li şekilleri ile şiirler (divanlar) yazdığı da olmuştur Sözgelişi Uğru ile Kadı Hikâyesi’ni aruz vezni ile yazmıştır Ne var ki, pek çok halk şairinde rastladığımız gibi aruz vezninde başarılı olamamıştır Hece vezninde olan divanları 7+7 yahut 8+7 duraklıdır Ruhsan, bu tür şiirlerde genellikle olaylara ve mistik düşüncelere yer vermiştir Her ne kadar divan adını verdiğimiz bu şiirlerde veciz sözler söylemişse de Ruhsatî, asıl başarısını hece vezinli şiirlerde göstermiştir Ruhsan, en çok on bir heceli şiirler söylemişti Bunu sekiz heceli şiirler takip eder Âşık-ı didar Allah Allah de Dağıtsm keder Allah Allah de veya; Yola sevdiğim yola Kolun boynuma dola Zülüfünü sağa sola Bölüşü bir hoşçadır şeklinde gördüğümüz beşli yahut yedili şiirleri ise azınlıktadır Ruhsatî’nin gerek on bir, gerekse sekizli şiirlerinden duraklar sağlamdır On birli şiirlerde 6+5 ve 4+4+3, sekizli şiirlerinde 4+4, 5+3 ve 3+3+2 duraklarını kullanmıştır b Kafiye Türk halk şairleri genellikle yarım kafiyeyi kullanmışlardır Ruhsatî’nin şiirlerinde de aynı özellik vardır Vuslatına yol bulmaya iverim Sana gelen gazaları savarım Aman küsme gözlerini severim Yüzümden bezmede meramın nedir dörtlüğünde görülen yarım kafiyeler şiirin tamamına hakimdir Fakat birçok şiirinde; On altıya kadar verdim yaşını Yenice sevdaya salmış başını El yanında yıkar gider kaşını Tenhalarda gülüşünü sevdiğim dörtlüğündeki gibi tam kafiyelere ve; Her nereden baksam nazarıma gel Cam dükkânı açtım pazarıma gel Ölürsem ziyaret mezarıma gel Başıma bir çiçek yadigâr eyle örneğindeki gibi zengin kafiyelere rastlarız Ruhsati’nin dili sadedir şiirlerinde zorlama yoktur Hece, durak, kafiye ve rediflerde titiz davranmış; anlam bütünlüğüne dikkat ederek daha güçlü, daha kalıcı şiirler söylemiştir Kelimeleri seçerken tesadüflere yer vermemiştir Sözgelişi, “çalar” döner ayaklı şiirinde Türkçe’yi nakış nakış işlediğini görmekteyiz Yenice bir bağa bağıban oldum Lebi sükker yanakları al çalar Kemhalar giyinmiş servi boyuna İnce bele lahuriden şal çalar Benim mecnun olduğumu bilir de Emsin diye dudağına bal çalar Kerem et sevdiğim çıkma dışarı Seher yeli zülüfünden tel çalar Kerem eyle Ruhsatî’yi unutma Düşmanlar sevinip bize el çalar Yukarıdaki sözlerde “çalmak” kelimesi değişik anlamda kullanılmıştır Şiirde; “al çalmak” benzemek, “şal çalmak” örtmek, kuşanmak, “bal çalmak” sürmek, “tel çalmak” alıp götürmek, “el çalmak” vurmak anlamlarındadır Yine bir şiirinde; Kimse bilmez hikmetinin batnı ne Kim bilir ki zahiri ne batnı ne Habibim de taş bağladı batnına Aklına burayı getirsin demiş diyen Ruhsatî, bize güzel bir cinas örneği veriyor Ruhsatî’nin destanlar dışında kalan şiirleri, genellikle 3-5 dörtlükten oluşur İlk dörtlüğün kafiye düzeni (abab) yahut (abcd) şeklindedir Diğer dörtlüklerin ilk üç dizesi kendi arasında, dördüncü dizeler ilk dörtlüğün ana kafiyesi ile kafiyelidir c Dil ve Üslup Anlatmak istediği düşünceyi, şiirlerinde gayet ustalıkla dile getiren Ruhsatî, konuyu dinleyiciye veya okuyucuya haber vererek şiirine başlar Aynı tavrı diğer âşıklarda da görürüz Bunu takip eden dörtlüklerde olay, durum, duygu, düşünce, dilek dile getirilir Âşıklar vermek istedikleri mesajlara, dörtlüklerin üçüncü ve dördüncü dizelerinde yer verirler Asıl söylemek istediğini de son dörtlüğe saklar Ruhsatî de bu usulü kullanmakla, diğer âşıklardan ayrı düşmez Şiirlerinde tasvire fazla yer veren Ruhsatî, bunda başarı sağlamıştır Bir köy şairi olduğu için, pek çok şiirinde ağız özelliklerine bağlı kalmış, oldukça fazla yekun tutacak kadar mahalli kelime kullanmıştır 2 Şiirlerdeki Konular: Halk şairleri halkın duygularına, düşüncelerine, inançlarına, dünya görüşlerine, dertlerine, isteklerine, bunalımlarına, hülasa bütün ferdi ve sosyal meselelerine tercüman olan kişilerdir Sözleri, anlamlı, özlü ve etkileyici olup, aynı zamanda gerçeği ve doğruyu yansıtır Türk halk şiirinde işlenen konular müşterektir Bir başka deyişle, bir aşığın şiirinde yer verdiği konuya, bir başka zaman ve bir başka yörede herhangi bir âşık da yer verir Ruhsatî de bu konulara yer vermekle, müşterek bir geleneğin bir üyesi olduğunu ortaya koyar Ruhsatî, şiirlerinde genellikle köy hayatının özelliklerini yansıtmıştır Duygu ve düşünce âlemi, köyde gördüğü intibalarla doludur Bunun yanın da duyduğu ve bildiği konulara da yer verdiği olmuştur Şiirlerinin mihverini halk kültürü ve kendi intibaları oluşturur Ruhsatî’nin hemen her konuda deyişi vardır Pek çok âşıkta rastladığımız başta aşk, tabiat ve gurbet, öğüt, taşlama ve tenkit, mistik düşünce fanilik olmak üzere dert, şikâyet, dilek konulardaki şiirleri Ruhsatî’de de bulabilmekteyiz Ancak zamana ve mekana bağlı olarak konuyu ele alış tarzında ve üslupta, âşıklar arasında farklılık gözükür 3 Şöhreti, Etkilendiği ve Etkilediği Âşıklar a Etkilendiği Aşıklar Türk halk şairlerinin söylediği şiirler, aitliği bakımından iki cephelidir; kendisine ait şiirler, usta malı şiirler Âşıklar usta malı şiirleri söylerken, daha çok çevresinde iz bırakmış aşıkların veya ustasının ya da kendisinden önce yaşamış meşhur halk şairlerinin deyişlerini söylemeye dikkat eder Öyle an gelir ki, gençliğinden beri usta malı söyleyen şair, zihnine yer eden sözleri ve kafiyeleri kendi şiirlerinde de kullanmaya başlar Konusu, sözleri ve kafiyeleri aynı olan bu şiirlerin zamanla karmaşıklığa yol açtığı olur Ruhsatî’nin şiirleri incelendiğinde en çok Karacaoğlan’ın etkisinde kaldığı görülür Bilhassa beşeri aşk konulu deyişlerinde, bu etki daha fazladır XVII yüzyılın güçlü temsilcilerinden Âşık Ömer ve Gevherî’nin de Ruhsatî’de etkisi görülür Bilhassa “divan”larında Âşık Ömer’in etkisi daha belirgindir Ayrıca Ruhsatî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet Üstadım Dadaloğlu gibi âşıklarla, çağdışı âşıklardan Dertli ve Seyranî’nin de etkisinde kalmıştır b Etkilediği Âşıklar Ruhsatî, ömrünün çoğunu Deliktaş’ta geçirmiştir Gerek kişiliği, gerekse kuvvetli deyişleriyle çevresinde sevilmiş ve sayılmıştır Sağlığında bizzat, öldükten sonra da şiirleriyle pek çok âşığa ustalık yapmıştır Ruhsatî’den etkilenen âşıkların başında oğlu Minhacî gelir Öyleki halk, çoğu zaman ikisinin şiirini birbirine karıştırır olmuştur Her ikisinin şiiri de dil, üslup ve konu bakımından oldukça benzerlik gösterir Ancak Minhacî’nin şiirlerinde daha yanık ve daha içli bir eda hâkimdir Minhacî’den başka Meslekî, Zakirî (Noksanî), Emsalî ve Tabibî gibi âşıklar da Ruhsatî’den etkilenmişlerdir Ayrıca Bekir Kılıç, Ehramî, Gafilî, Hamza, Hitabî, İsmetî, Kelamî, Kenanî, Memiş Eroğlu, Muzaffer, Nedimî ve Zakir gibi günümüz şairlerinin âşık olmalarında Ruhsatî’nin şiirlerinin etkisi olmuştur Bu etkilenmede asıl sebep, onların Ruhsatî’yi usta kabul etmeleridir Sözünü ettiğimiz âşıklar, pek çok şiirlerinde Ruhsatî’nin işlediği konuları işlemişler, aynı kafiyeyi kullanmışlardır Ruhsati, Sivas civarında avam tabakasının çok sevdiği bir kişidir Öyleki halk, kendisini veli olarak bilmektedir Sağlığında insanlardan ilgi göremeyen ve mutsuz bir ömür sürdüren Ruhsatî; Sağlığımda beni teperler Ölünce mezarım öperler demiş ve öldükten sonra kıymetinin anlaşılacağını hissetmiştir Bugün mezarı kutsal bir yer olarak bilinmekte olup, halk toprağını bazı hastalıklarda kullanmaktadır c Ruhsatî Kolu Toplumun birçok kesiminde gördüğümüz çırak yetiştirme geleneği, Aşık Edebiyatında, aşıklığın yaşatılmasında da önemli bir yer tutar Usta aşık, saza-söze kabiliyeti olan bir genci yanında gezdirmek suretiyle, zamanla onun aşık olmasını sağlar; günü gelince mahlasını verir Çırak da zamanı gelince ustasının izniyle şiirlerini çalıp söylemeye başlar Ustasının ölümünden sonra meclislerde, sohbetlerde onun şiiriyle söze başlar, adını yaşatır izinden gider Aşık Edebiyatında çıraklık geleneği çerçevesinde birbiri ardınca yetişen âşıklar, odak hüviyetindeki âşıkta hakim olan üslup, dil ve konularına bağlı kalır Zamanla bu gelenek zinciri içinde bir âşık kolu ortaya çıkar Edebiyatımızda bu şekilde vücut bulmuş Erzurumlu Emrah, Ruhsatî, Dertli, Deli Derviş Feryadî, Sümmanî, Derviş Muhammed, Huzurî ve Şenlik Kolları gibi sekiz kol vardır Bu kollar içinde Ruhsatî kolu, Şenlik kolundan sonra en kuvvetli âşık koludur C ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER 1 Âşık-ı didar Allah Allah de Dağıtsın keder Allah Allah de Olasın makbul Sıdk ile kul ol Şakı bülbül ol Allah Allah de Pahıllık etme Kem yola gitme Hergiz unutma Allah Allah de Eyleme teftiş Aşkından yan piş Kapısına düş Allah Allah de Artır virdini Terk et yurdunu Söyle derdini Allah Allah de Dağ ile taşta Kuruda yaşta Çağır her işte Allah Allah de Olma utanık Olasın tanık Uyu uyanık Allah Allah de Zikret RUHSATî Artır firkati Bulun cenneti Allah Allah de 2 Yedi kat yer gök âlem kuruldu bismillah ile Cümle eşyaya destur verildi Bismillah ile Besmelenin (Be) sinin noktasıyım dedi Ali Putperest Lat ü Uzza kırıldı Bismillah ile Yaz deyi emretti kalem yazdı Bismillah’ı pes (Mim) harfinden hem Muhammed Mustafa’dan geldi ses Şakkoldu kalem yarıldı almadı hiç bir nefes Baştanbaşa bu cihan nur oldu Bismillah ile Cennet’te dört ırmak akar dört müminin özünden Besmeleyle devam eden nuş ederler özünden Melekler raksa gelirler besmele avazından Sekiz Cennet’te zeyn olup doldu Bismillah ile Besmeleyle niyyet eyle evvelinden her işin Evvel ahır hayra döner kalmasın hiç teşvişin Selâmetle necat bulur darda kaldıysa başın İsmail taş vurdu şeytan kör oldu Bismillah’la Bihamdillah yerin aldı nere atsam her taşım Ne tarika yettiğimi fark edemez sırdaşım Besmeleyle devam ede ede gözüm kardaşım RUHSATî’ye bu âşıklık verildi Bismillah ile 3 On birinde bir güzele hizmetim Yeni açmış has bahçede gül gibi On ikide henüz gelmiş baharı Akar gider boz bulanık sel gibi On üçünde ebru zülfü top durur Aklı fikri temelinden kopturur On dördünde yanağından öptürür Dili şeker dudakları bal gibi On beşinde çilesini doldurur On altıda kendisini bildirir On yedide maşukunu öldürür Göz ucuyla bakar gider yel gibi On sekizde gördüğünü şaşırmaz On dokuzda döktüğünü döşürmez Yiğirmide aklın derer taşırmaz Sahip olur her yanına mal gibi Yirmi beşte döner yüceden gider Otuzunda dört etrafın denk eder Otuz beşte yavaş yavaş kan gider Kırk yaşında geçmez olur pul gibi Kırk beşinde kızıl düşer gülüne Ellisinde yokuş gelir yoluna Elli beşte bak dünyanın haline Tozar gayri sermayesiz kül gibi Altmışında duvarlara yan gelir Altmış beşte gözlerinden kan gelir Yetmişinde umut etme can gelir Tekne taşır teneşirde sal gibi Yetmiş beşte söyler söyler usanmaz Sekseninde her ne etse utanmaz Seksen beşte yatar gayri uyanmaz Ne söylersen haber vermez lal gibi Doksanında hazır eyle bezini Doksan beşte kimse çekmez nazını Yüz yaşında teslim eder özünü 1 Ey RUHSATî felek yine dul gibi 4 Ben arifim diye sürme meydana Bir tenhada irfanına iyce bak Âlem bu ya senden kâmil bulunur Teraziyle dört yanına iyce bak Bazı ahmak sözün bilmez tutulur Nohut gibi her mancaya katılır Kâmil meclisinde gevher satılır Cilâ gelir imanıma iyce bek Cahil meclisinde satma güheri Ne bilsin kadrini beyni serseri Bir münasip söz bul kapat defteri Mukayyet ol lisanına iyce bak Azıcık söylersen olursun rahat Boş durma kalbinden getir salâvat Ki sende var ise din ü diyanet İstikamet erkânına iyce bak Kimisi söylerken vurur kafana Ne kisbine2 fayda ne de safana Durma savuş sarılmadan yakana Yüze güler düşmanına iyce bak Kimi gıybet söyler kimisi yalan Demez ki imanım oluyor talan Hiç bulunmaz kendi aybını bilen Sen adam ol noksanına iyce sak Kimi bir iftira çıkarır yoktan Ne nâstan utanır ne korkar Hak’tan Kimisi kendini düşürür tahttan Açık gezen şeytanına iyce bak Kimi zarafetle işin bitirir Kimi ferasetle dinin yitirir Kimi yıkar ocağını batırır Emmi dayı gümanına iyce bak Kimsenin aybına sen olma nazır Cümlenin Halik’ı her yerde hazır Belki meclisinde bulunur Hızır Kalp gözüyle dört yanına iyce bak Eğerki bir zalim3 seni döverse Sükût eyle sakalına söverse Baktın ayağına bir taş değerse Sabreyleyip isyanına iyce bak Etme bir kimseye sakın intizar Hakkını hak eder ol Perverdigâr Eğer bir kimseyle edersen pazar Arşınına4 mizanına iyce bak Edepli ol edebini takın ha Cahil meclisine olma yakın ha Zamanenin nisasından sakın ha Kan akıtır bühtanına iyce bak Kurtarayım dersen eğer serini Beş vakit namaza sarf et varını Kardeşine bile deme sırrını Kastederler öz canına iyce bak İpeğini kara kıla katarlar Güherini az parayla satarlar Sonra seni pamuk gibi atarlar Ey RUHSATî zamanına iyce bak 5 Daha senden gayrı âşık mı yoktur Nedir bu telaşın ey deli gönül Hele düşün devr-i Adem’den beri Neler gelmiş geçmiş say deli gönül Günde bir yol duman çöker serime Elim ermez gidem kisb ü kârime Kendi bildiğine doğrudur deme Gel iki adama uy deli gönül Şu yalan dünyadan ümidini üz İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz Hanen mezaristan malın bir top bez Daha doymadıysan doy deli gönül Baktım iki kişi mezar eşiyor Gam kasavet geldi boydan aşıyor Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor Gel de bu rüyayı yoy deli gönül Birgün bindirirler ölüm atına Yarın iletirler Hakk’ın katına Topraklar susamış adam etine Hep ağzını açmış hey deli gönül Mevlâ’m kanat vermiş uçamıyorsun Bu nefsin elinden kaçamıyorsun RUHSATÎ dünyadan geçemiyorsun Topraklar başına vay deli gönül 6 Yine bahar geldi bülbül sesinden Seda verip seslendin mi yaylalar Çevre yanın lale sümbül bürümüş Gelin olup süslendin mi yaylalar Yedi veren dağlar nasıl düzenmiş Sarıçiçek elvan elvan bezenmiş Yoktan var eyleyen nasıl özenmiş Boynun eğip dos(t)landın mı yaylalar Gözyaşlarım sel olmuş da çağlıyor Kömür gözlüm karaları bağlıyor Bülbül gelmiş gül dalında ağlıyor Deli idin uslandın mı yaylalar Zülüfler perişan kâküller deste Ah ne yapayım ki gönlüm şikeste Daha benden gayri kalmadı yasta Derdim çekip pos(t)landın mı yaylalar Sefil sümbül boynun eğmiş bakıyor Sarıçiçek amber olmuş kokuyor Senin bu hasretin beni yakıyor Al giyinip feslendin mi yaylalar Gül açılmış koku katıyor yıldan Okusam da anlamıyor bin dilden Çekeyim derdini ne gelir elden Eğip boynun dos(t)landın mı yaylalar Ben de senin gibi ersem murada Neyleyim ki elimde yok irade RUHSATÎ’yim gam yüklerim kirada Beni görüp yaslandın mı yaylalar 7 Zenginin züğürdün vasfın edeyim Züğürt nere varsa han da bulamaz Zengine baklava börek çekilir Züğürt arpa darı nan da bulamaz Zenginin yoluna çıkarlar karşı Aralıkta kalır züğürdün başı Zenginler giyerler kutnu kumaşı Züğürt bacağına don da bulamaz Zenginin yoluna olurlar türap Züğürt nere varsa her işi harap Zenginler giyerler kundura çorap Züğürt ayağına gön de bulamaz Zenginin faytonu dağlardan aşar Züğürt düz ovada yolundan şaşar Zenginin helvası bal ile pişer Züğürt herlesine un da bulamaz Zenginin iki üç kat olur damı Gece şule vermez züğürdün mumu Kızılırmak gibi zenginin demi Züğürt damarında kan da bulamaz Zengin nere varsa ırahat olur Züğürdün her işi kabahat olu Zenginin kefeni dokuz kat olur Züğürt kefenine yen de bulamaz RUHSAT bu güftarı yazar bitirir Züğürdün vasfını yazar bitirir Zengin zemheri de terler oturur Züğürt ağustosta gün de bulamaz |
Ozanlarımız(O-P-R) |
06-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(O-P-R)Rindani Tüm yolları tutacağım Ta ki sen gelene kadar Vuslat düşü kuracağım Ta ki sen gelene kadar Bu gönül hep seni özler Her gün yollarını gözler Rindani sarf eder sözler Ta ki sen gelene kadar Asıl adı Mehmet BORA'dır Eylül 1987 yılında Kağızman'ın kümbet mahallesinde doğdu İlköğretimi Refik Cesur İlköğretim okulunda tamamladı ve şu anda Kağızman Lisesi son sınıfta okumakta Şiire küçük yaşta başladı Şiire ısınmasını sağlayan ustası Miskini'nin hakkı yabana atılamaz Ustası tarafından "Sen Gelene Kadar" şiiri bestelendi ancak henüz kimse tarafından okunmadı Şiirlerimde hece ölçüsünü kullanmakta halk şiiri tarzında şiirlerinin yanında yeni denemekte olduğu "Hece Ölçüsü ile Divan şiiri" denemeleri de bulunmakta Şiirleri henüz ilk aşamasında bulunuyor Yerel gazete ve dergilerde yayınlanan şiirleri de bulunmaktadır Sait Küçük'ün (Sadık Miskini) çıkarmakta olduğu Aras gazetesine ek olarak dört sayfalık "Kağızman" gazetesini çıkarmaktadır Eserlerinden bazıları: Sen Gelene Kadar Tüm yolları tutacağım Ta ki sen gelene kadar Vuslat düşü kuracağım Ta ki sen gelene kadar Yerlerde kuş, kurt ağlasın Göklerde bulut ağlasın Yedi cihan, yurt ağlasın Ta ki sen gelene kadar Sensiz huzur olmayacak Boş testiler dolmayacak Açılan gül solmayacak Ta ki sen gelene kadar Bu gönül hep seni özler Her gün yollarını gözler Rindani sarf eder sözler Ta ki sen gelene kadar Çağdaş Dünya Biri ağlıyor bak hep haykırıyor Duyamıyor musun ey çağdaş dünya Garibim bağırıp tarih düşüyor Duyamıyor musun ey çağdaş dünya Hani varlık hani bu sakin ahval Aldığın can yetmez al yine al al Bağırıyor sen olduğun yerde kal Duyamıyor musun ey çağdaş dünya Hani o verdiğin vaat nerede Nerede o geçen saat nerede Eskiden at silah avrat nerede Duyamıyor musun ey çağdaş dünya Düzen düzelende yenilmeyecek Fakirler boynunu hiç eğmeyecek Düzenbazla arsız gülemeyecek Duyamıyor musun ey çağdaş dünya Riyaya mezarı kazdım o öldü Düzen ışığında insanlık güldü Rindani gül için öten bülbüldü Duyamıyor musun ey çağdaş dünya Ters Nasihat Ters nasihat yapayım Uç lazım bu devirde Anlamazsan n'apayım Suç lazım bu devirde Elimde kuvvetim yok Öğüt çok nasihat çok Bunlara karnımız tok Güç lazım bu devirde Biz kısaca üç diyek Biri güç biri sürek Biri de nüfus gerek Üç lazım bu devirde İnsanlık tam yok olmuş Bak bu güller de solmuş İnsanlar korku dolmuş Öç lazım bu devirde Buralarda kalmazsın Yeri versem almazsın Bir sazı da çalmazsın Göç lazım bu devirde Rindani'ye kalırsa Biri bir gün alırsa Sazını da çalırsa Taç lazım bu devirde Dağlar Düşerim yollara dağa varmaya Gezerim dağlarda kendimi bilmem Susuz kalıp her an adın sormaya Gezerim dağlarda kendimi bilmem Aklım fikrim zikrim şahsım vücudum Gerekirse derim iç yudum yudum Su yok geziyorum biraz kurudum Gezerim dağlarda kendimi bilmem Adını zikreder gezerim yollar Bizi sarmasın mı gençliğin kollar Ama isteyen hep fırsatı kollar Gezerim dağlarda kendimi bilmem İmdadıma yetiş Hazret-i Hünkar Yaptığım iş öyle ki sanki akla kar İçimde eser bir bora tipi kar Gezerim dağlarda kendimi bilmem Dağlar arasında buldum sükunet Kar ve kışı bile geliyor şerbet Görüp güzelliğin ediyorum met Gezerim dağlarda kendimi bilmem Rindani bellerde salınır iken Dağlar delik delik delinir iken Tam bu yüzden ahım alınır iken Gezerim dağlarda kendimi bilmem Selamımı Söyleyeyim Dağa taşa uçan kuşa Selamımı söyleyeyim Kurak yaza kara kışa Selamımı söyleyeyim Cenge giren mert yoldaşa Azmi ile dağ taş aşa Beni seven o kardaşa Selamımı söyleyeyim Duman duman çöker durur Yaş ağaçlar nasıl kurur Bana felek kaç kez vurur Selamımı söyleyeyim Benim adım dost Rindani Candan severim cananı Sever insan seven canı Selamımı söyleyeyim Gazel Kalbimdeki bu sevda beni bırakmadıkça Esiri olurum ben seni bırakmadıkça Duman gibi kararır gözümün önü ansız Dumanı olurum ben deni bırakmadıkça Sürmediğim saltanat senin olsun isterim Sultanım azad edip yeni bırakmadıkça Amansız hastalıktır benim aşk-ı baharım Tez gelirim dermana fani bırakmadıkça Rindani senin için düştü vuslat yoluna Hak kayıra işini canı bırakmadıkça |
Ozanlarımız(O-P-R) |
06-24-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(O-P-R)Pir Sultan Abdal Alçakta yüksekte yatan erenler Yetişin imdada aldı dert beni Başımı alıp hangi yere gideyim Gittiğim yerlerde buldu dert beni Abdal Pir Sultan'ım gönlüm hastadır Kimseye diyemem gönlüm yastadır Bilmem deli oldu bilmem ustadır Şöyle bir sevdaya saldı dert beni Pir Sultan Abdal'ın yaşamı üzerine, yazılı kaynaklarda pek bilgi yoktur Doğum ölüm yılları bile bilinmiyor Yaşamı üzerine bilgiler, genellikle, kendi şiirlerinden, halk söylentilerinden, kuşaktan kuşağa anlatıla gelen menkıbelerden, bir de yakınlarının ya da başka ozanların onu anlatan şiirlerinden çıkarılır Gene de bu yollardan epeyce bilgi edinilmiştir, çünkü Pîr Sultan, bağlandığı tarikatın din anlayışını, dünya görüsünü yansıtmakta ya da derinleştirmek için soyut şiirler yazan bir sanatçı değildir, doğrudan doğruya başından geçenleri, kavgasını, özlemlerini, katlandığı acıları, yaşamının türlü yönlerini yansıtan somut şiirler yazmıştır Şiirlerden, halk söylentilerinden çıkarılan bilgilere göre, Pîr Sultan Sivas'ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Bucağına bağlı Banaz köyünde doğmuştur Yıldız dağı eteklerinde, Çırçır'a kırk sekiz kilometre uzaklıkta, denizden bin yedi yüz metre yüksekte, çoğu tek katli kerpiç evleri, soğuktan korunmak için yari yari yarıya toprağa gömülü bir köy Banaz'da bugün de Pîr Sultan'ın olduğu söylenen bir ev, önünde sairin yaşadığı dönemden kaldığına inanılan bir söğüt ağacı, ağacın altında, asâsının ucuna takip Horasan'dan getirildiğine inanılan bir değirmen taşı vardır Pîr Sultan yaz aylarının güzel havalarında bu taşın üstüne oturup karısıyla sohbet edermiş Köylüler bu evi, ağacı, taşı kutsal sayarlar Kızının yaktığı ağıtta uzun boyluluğuna, biçimliliğine değinilen sairin asil adi, şiirlerinde belirttiğine göre, Haydar'dir Bir yerde soyunun Yemen'li olduğunu, bir yerde Peygamber'in öz torunu olduğunu söyler, bir yerde de İmam Zeynel-Âbidin'den "Zeynel dedem" diye söz eder Uzmanlara göre, Pîr Sultan'in bu sözleri söylemesinin nedeni halk üzerindeki etkisini arttırmak içindir Muhammed peygamber soyundan geldiklerini, "seyyid"liklerini ileri sürmek tarikat uluları arasında bir gelenektir Genel kani, sairin İran'ın doğusundaki Türk yurdu Horasan'dan, önce Iran Azerbaycan'ında ki Hoy kasabasına, oradan da Anadolu'ya göçüp Sivas'a yerleşen bir Türkmen soyundan geldiği yolundadır Çocukluğu çobanlıkla geçen Pîr Sultan'ın okuma yazma bildiği anlaşılıyor, ama bilgin bir kişi olduğu söylenemez Tekke eğitimi çerçevesinde kalmıştır Halifeler tarihini, peygamber menkıbelerini, evliya menkıbelerini, tarikat kurallarını, Yunus Emre'yi, Hatâyî'yi bilir Bunlar dışında, çağının bilimleriyle ilgilenmediği gibi, divan edebiyatı ile de ilgilenmemiştir Şiirlerinde Yunan mitolojisinin, Iran mitolojisinin izleri pek yoktur Ayrıca, genel olarak bütün tarikatların kaynaklandığı Tasavvuf felsefesinin yüksek konularına da girmez Söylentiye göre, Pîr Sultan'ın üç oğlu, bir kızı varmış oğullarından Seyyit Ali Banaz köyünün üst yanındaki çam korusunda,Pîr Muhammed Tokat'in Daduk Köyünde, Er Gaib de Dersim'de gömülüymüşler Adi Sanem olan kızının Pîr Sultan asıldığı zaman söylediği ağıt çok ünlüdür Bazı uzmanlar bu ağıtı Sanem'in ağzından bir tarikat ozanının yazmış olabileceğini belirtirler Pîr Muhammed ise babası gibi sairdir Delikanlı iken attan düşerek öldüğü, Pîr Sultan'in "Allah verdiğini almaz dediler / Bana verdiğini aldı n'eyleyim" derken bu olaya değindiği söylenir Şiirlerinden uzun yasadığı, çok çocuğu bulunduğu açıkça anlaşılan sairin, sağlığında iki oğul acısı görmüş olduğunu ileri sürenler de vardır Pîr Sultan Alevî-Bektasî tarikatindandir Tarikata girme arkadasi, yani musaibi, Ali Baba'dir Baglandigi tekkenin pîri ise, Ahmet Yesevî'nin Anadolu'ya gönderdigi dervislerden Koyun Babanin tekkesinde, Bektasîligin kurucusu Haci Bektas Veli'nin tekkesinde posta oturmus, yani en üst makamlara getirilmis Seyh Hasan'dir Pîr Sultan, baglandigi tarikatça yalniz dinsel önder degil, devlet baskani olarak da görülen Iran Sahlari adina, Anadolu halkini Osmanlilar'a karsi kiskirttigi,ayaklanmaya çagirdigi, belki de bir ayaklanmaya öncülük ettigi için, Sivas Valisi Hizir Pasa'nin emriyle tutuklanmis, yolundan dönmeyecegi anlasilinca da asilmistir Söylentiye göre, asildigi yer Sivas'da eskiden Keçibulan adini tasiyan, sonra uzun süre Daragaci diye anilan, simdi ise Kepçeli denilen yerdir Bugün Sanayi Çarsisi'nin karsisinda Mal Pazari olarak kullanilan bu alanin Gazhane bitisiginde, sira sögütlerin bitiminde bulunan, boyu bes metre, eni bir metreden fazla, bakimsiz toprak yigini onun mezaridir Üstündeki moloz taslar, asilmasi sirasinda Hizir Pasa'nin emriyle halkin attigi taslardir Mezarinin, bir menkibeye göre Erdebil'de, Bektasî gelenegine göre de Merzifon'da oldugu söylenir Daha baska söylentiler de vardir, ama gerçege en yakin görünen söylenti asildigi yere gömüldügü, yakinlarinin, tarikat erlerinin, hükümet baskisi yüzünden ölüsünü alip köyüne bile götüremedikleridir Siirlerinden, halk söylentilerinden çikarilan bu daginik bilgileri degerlendirebilmek için, önce, Pîr Sultan'in ne zaman yasadigini saptamak gerekir NE ZAMAN YASADIGI Uzmanlar "Yürüyüs eyledi Urum üstüne" diye baslayan siirindeki sözlerine bakarak, Pîr Sultan Abdal'in Sah Tahmasb zamaninda yasadigini söylüyorlar Bu siirinde söyle sözler var: Aslini sorarsan Sah'in ogludur () Koca Haydar Sah-i cihan torunu Ali nesli güzel imam geliyor "Koca Haydar Sah-i cihan" diye anilan, Sah Ismail'in babasi Seyh Haydar'dir "Sah" diye anilan ise, Akkoyunlu Devleti'ni yikip Safevîogullari Devleti'ni kurarak Sîî mezhebi baskanligi ile devlet baskanligini birlestiren, Sah Ismail'in kendisidir Seyh Haydar'in torunu, Sah Ismail'in oglu da Sah Tahmasb'dir Sah Tahmasb'in saltanat döneminin (1524-1578) büyük bir bölümü, Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat dönemine (1520-1566) rastlar Bu iki hükümdar geçmisteki aci olaylar yüzünden, uzun süre ülkeleri arasinda barisi saglayamamislar, Iranlilar ile Osmanlilar, 1534'den 1554'e kadar, tam yirmi yili anlasmazliklar, çatismalar, savaslarla geçirmislerdir Kanunî Sultan Süleyman 1534'de yaptigi dogu seferinde, Iranlilar'in elinde bulunan Bagdat'i Osmanli topraklarina katmis, Sah Tahmasb 1548'de Anadolu'ya girerek Kemah'a kadar ilerlemis, 1552'de Ercis, Ahlat kalelerini geri almistir Pîr Sultan'in siirlerindeki olaylarin Sah Tahmasb dönemindeki olaylara uymasi, daha sonraki Iran sahlarinin Anadolu üzerine "yürüyüs eylemis" olmalari, bazi uzmanlarin kesin konusmalarina, sairin bu dönemde yasadigindan süphe edilemeyecegini söylemelerine yol açar Oysa bu dönemde Sivas'da valilik etmis bir Hizir Pasa yok, ama 1552'de Köstendil, 1554'de Sam, 1560'da Bagdat beylerbeyliklerinde bulunmus bir Hizir Pasa var Uzmanlar 1567'de ölen bu Hizir Pasa'nin, Bagdat'a giderken, Sivas'a ugrayip oradaki ayaklanmayi bastirmis olabilecegini söylüyor Bu görüs dogruysa, Pîr Sultan 1560'da asilmis demektir Pîr Sultan'in dili on altinci yüzyilin ikinci yarisinin dilidir, diyen bazi uzmanlar ise sairin 1560'da asilmis olabilecegini kabul etmiyorlar Onlar halk söylentisini degerlendirerek baska bir yoldan gidiyor, Sivas'da valilik etmis Hizir Pasa'yi ariyorlar Sofi Aziz Mahmut Hüdâyi Efendi'nin I Ahmed'e yazdigi bir mektupta, Alevîler ile Seyh Bedreddin'e bagli olanlari iyi taniyan, onlarla ugrasmasinin bilen bir Hizir Pasa'dan söz ediliyor Belgenin ilgili bulundugu dönemde ise iki Hizir Pasa yasamis Birinin özellikleri söyle: Deli Hizir Pasa, Van Beylerbeyi (1582), Kars Beylerbeyi olarak Iran seferine katilma (1587), Erzurum Beylerbeyi (1588), Sivas Valisi (1588), Diyarbakir Valisi (1589), gene Sivas Valisi (1590), Tuna Muhafizi (1602), Budin Muhafizi (1605), ölümü (1607) Deli diye anilmasi gözü pek, acimasiz bir kimse oldugunu gösteriyor Ayrica Iran seferine katilmis, yani Safevîlere karsi savasmis Safevî yanlisi Alevîlere düsmanlik besleyebilir Iki kere Sivas'a vali gönderilmis, ikincisinde oldukça uzun kalmis Alevîleri iyi tanidigi, onlarla ugrasmasini bildigi anlasiliyor Pîr Sultan'i astiranin Sivas Valisi Deli Hizir Pasa oldugunu söyleyen uzmanlarin görüsü dogruysa, sairin ölümü 1588'de, ya da 1590'dan sonradir Gene uzmanlara göre, Pîr Sultan 1534'de Bagdat'in Osmanlilar'a geçisi üzerine, Iran Sahina, Güzel Sah'im çok yerlerden görünür Asli nedir niye verdin Bagdat'i diye siir yazmistir 1534 ile 1590 arasinda 56 yil var Pîr Sultan bu siiri yazdiginda, diyelim 20 yasindaysa, 76 yasinda ölmüs olur Böyle uzun bir ömür sürdügü kabul edilirse, uzmanlar arasindaki görüs ayriliklari da sona erebilir Çünkü bu uzun ömre hem Pîr Sultan'in siirlerindeki olaylara uygun düsen Sah Tahmasb dönemi, hem de Deli Hizir Pasa sigdirilabiliyor Gene de bazi durumlarin açiklanmasi kolay degil Örnekse, Pîr Sultan'in siirlerinde bir Alevî ayaklanmasindan söz ediliyor, oysa Deli Hizir Pasa döneminde Sivas'da böyle bir ayaklanma olmamis Uzmanlar arasindaki görüs ayriliklarinin ötesinde, kesin olan sudur: Pîr Sultan abdal on altinci yüzyilda Anadolu'da, Sivas yöresinde yasadi KITAPLAR Pîr Sultan abdal üzerine ilk önemli çalismayi 1929'da Sadettin Nüzhet ERGUN yapmis, 105 siir yayimlayarak, sair üzerine bilgiler verilmistir: XVII Asir Saz Sairlerinden Pîr Sultan Abdal Konuya ikinci önemli yaklasim Pertev Naili BORATAV ile Abdülbâki GÖLPINARLI'nin birlikte hazirladiklari, 1943'de yayimlanan Pîr Sultan Abdal adli kitaplar olmustur Diger yayinlar: Pîr Sultan Abdal,Abdülbâki Gölpinarli, Varlik Yayinevi Pîr Sultan Abdal, Cevdet Kudret, Yeditepe Yayinevi Pîr Sultan Abdal, Cahit Öztelli, Milliyet Yayinevi Sabahattin Eyüboglu'nun, ölümünden önce hazirlayip bitiremeden biraktigi bir seçmeler kitabi, dostlarinca tamamlanip Cem Yayinlari arasinda basildi SANATI Halkin benimsedigi, destan kahramani durumuna getirdigi sairlerin alinyazisini Pîr Sultan da paylasmistir Uzmanlar yazmalarda gördükleri ya da agizdan agiza sürüp gelen Pîr Sultan siirlerinden hangilerinin gerçekten onun oldugunu, hangilerinin onun adina baskalarinca söylendigini ayirmakta güçlük çekiyor, çaresiz kaliyorlar Görünüse bakilirsa, halkimiz Pîr Sultan'in siirlerini çogaltma çabasini günümüzde bile sürdürüyor On altinci yüzyilda yazildigi bilinen bir yazmadaki, genellikle eski yazmalardaki Pîr Sultan siirleriyle sonradan bulunanlar arasinda, gerek dil, gerek söyleyis yönünden büyük ayriliklar oldugu gerçektir Bu durumu gözönünde tutan uzmanlar, Pîr Sultan'in sanati üzerine konusurken, özellikle eski yazmalardaki siirlerinden, onun söyledigine kesin diye bakilan siirlerden yola çikiyorlar Görüsleri söyle özetlenebilir: Pîr Sultan Halk edebiyati geleneklerinden hiç ayrilmamis, ölçü, uyak, biçim, dil, söyleyis özellikleriyle, bir halk ozani görünümünü hep sürdürmüstür Siirleriin genellikle hece ölçüsünün 11'li (4+4+3 ve 6+5) ya da 8'li (4+4 ve 5+3) kaliplariyla yazmis, arada 7'li kalibi da kullanmistir Aruz ölçüsüyle siiri yoktur Yalniz, gene heceyle yazdigi bir siirinde gazel düzenini denemistir Bunun disinda siirleri hep dörtlikler biçimindedir, kosma ya da semaî biçiminde Çogu zaman yarim uyak kullanmis, ses azligini rediflerle giderme yoluna da sik sik basvurmustur Siirlerinden Pîr Sultan'in saza bagliligi açikça anlasiliyor Iyi bir çalgi ustasi oldugu da düsünülebilir Konularini yalnizca dinsel inançlardan, mezhep ya da tarikat inançlarindan almamis, yasamin çesitli yönleri üzerine kesinlikle din disi siirler de söylemistir Tarikat siirlerinde ise, Ali, On Iki Imam gibi genel konularin yani sira, kendi kavgasini, yasadigi günlerdeki çatismalari, ayrintilariyla yansitmis olmasi çok ilginçtir Kurumsal konulara, örnekse Tasavvufun derin sorunlarina girmemis, yasam karsisinda hep sonut, hep disa dönük kalmistir Inançlarinin,kavgasinin yilmak bilmez, sözünü sakinmaz bir propagandacisidir Onun siirlerini okurken Anadolu'nun toplumsal tarihi üzerine bilgiler ediniriz devlet düzenini bozuklugunu, mezhep ayriligindan dogan iç kavgalari, bu yüzden Alevîlere yapilan zulümleri, kadilarin haram yedigini, müftülerin yalan yanlis fetva verdigini, Siilerin karsilastigi güçlüklerin Sünnî halktan degil, Sünnî Osmanli Devleti'nden geldigini ögreniriz Alevî Türkmenlerin, yönetimi durmadan bozulan, dinsel hosgörüden uzaklasan Osmanlilar'dan nasil kopup, Mehdî diye, kurtarici diye Iran Sahlarina sarildiklarini, siyasal kaygilara nasil araç edildiklerini görürüz Bu baglanisin altindaki çaresizlikleri, giderek bu baglanisin yarattigi umut kirikliklarini sezeriz Pîr Sultan din disi konular islerken halk ozanlarinin kaliplasmis sözlerini kullandigi gibi, zaman zaman bunlardan bütünüyle uzaklasmis köy yasamini tertemiz, katkisiz bir gözlem gücüyle yansiyan siirler de söylemistir Insan, hayvan, doga sevgisiyle örülmüs siirler Kullandigi dil çaginin konusma dilidir Yabanci sözcükler, din, mezhep, tasavvuf, tarikat araciligiyla yasadigi günlerin konusma diline girdigi oranda onun siirlerine de girmistir KAYNAK: MEMET FUAT Pîr Sultan Abdal-Yasami Sanatçi Kisiligi Yapitlari-DE Yayinevi 1977 Eserlerinden bazıları : Alçakta Yüksekte Alçakta yüksekte yatan erenler Yetisin imdada aldi dert beni Basimi alip hangi yere gideyim Gittigim yerlerde buldu dert beni Oturup benimle ibadet kildi Yalan söyledi de yüzüme güldü Yalin kiliç olup üstüme geldi Çaldi bölük bölük böldü dert beni Üstümüzden gelen boran kis gibi Yavru sahin pençesinde kus gibi Seher çagi bir korkulu düs gibi Çagirta çagirta aldi dert beni Abdal Pîr Sultan'im gönlüm hastadir Kimseye diyemem gönlüm yastadir Bilmem deli oldu bilmem ustadir Söyle bir sevdaya saldi dert beni Sultan Suyu Gibi Çağlayıp Akma Sultan Suyu Gibi Çağlayıp Akma Erilir Gam Yeme Divane Gönül Er Başımda Duman, Dağ Başında Kış Erilir Gam Yeme Divane Gönül Yıkılır Mı Hakk’ın Yaptığı Havuz Şah-ı Merdani' nin, Biz De Kılavuz Üç Günlük Dünyada, şu Yahşi Yavuz Erilir Gam Yeme Divane Gönül Pir Sultan Abdal’ım, Sırdan Sırada Bu İş Böyle Oldu, Kalsın Burada Cümlemiz Niyetlendiği Murada Erilir Gam Yeme Divane Gönül Bugün Yardan Haber Geldi Bugün Yardan Haber Geldi Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Eğildim Bir Buse Aldım Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Güzel Olanı Severler Yanağından Gül Dererler Kulakta Mengiç Küpeler Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Baş Koydum Yarin Dizine Uykular Girmez Gözüme Ağ Ellerin Sür Yüzüme Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Şekerden Şerbet Ezerler İnce Tülbentten Süzerler Dört Yanım Almış Güzeller Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Pir Sultanım Gel Yanıma Seni Sarayım Canıma Dola Kolların Boynuma Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Bilene Danış Bilirim Bilirim Dersin Bilene Danış Danışan Dağları(Hey Dost) Aşar Mı Aşar Danışmadan Yola Çıksa Bir Kişi Akıbet Yolundan(Hey Dost) Şaşar Mı Şaşar Cahile Irak Ol Kamile Yakın Bir Mana Söyleyim(Hey Dost) Darılma Sakın Hasmın Karıncaysa Merdane Takın Ummadık Taş Başa (Hey Dost) Düşer Mi Düşer Pir Sultan Abdalım Böyle Mi Olur Kişi Ettiğini(Hey Dost) Elbette Bulur Yırtıcı Kuşların Ömrü Tez Olur Zararsız Akbaba(Hey Dost) Yaşar Mı Yaşar Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez Bu Yıl Bu Dağların Karı Erimez Eser Bâd-ı Sabâ Yel Bozuk Bozuk Türkmen Kalkıp Yaylasına Yürümez Yıkılmış Aşiret İl Bozuk Bozuk Kızılırmak Gibi Çağladım Aktım El Vurdum Göğsümün Bendini Yıktım Gül Yüzlü Cerenin Bağına Çıktım Girdim Bahçesine Gül Bozuk Bozuk Elim Tutmaz Güllerini Dermeye Dilim Tutmaz Hasta Hâlin Sormaya Dört Cevabin Mânasını Vermeye Sazım Düzen Tutmaz Tel Bozuk Bozuk Pir Sultan'ım Yaratıldım Kul Diye Zalim Paşa Elinden Mi Öl Diye Dostum Beni Ismarlamış Gel Diye Gideceğim Amma Yol Bozuk Bozuk Gurbet Elde Gurbet elde bir hal geldi başıma, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir Derman arar iken derde düş oldum, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir Hüma kuşu suya düştü ölmedi, Dünya Sultan Süleyman'a kalmadı Dedim yâre gidem nasip olmadı, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir Kağıda yazarlar ufak yazılar, Anasız olur mu körpe kuzular Yürek yaralıdır, ciğer sızılar, Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir Pir Sultan Abdal'ım böyle buyurdu, Ayrılık donları biçti giydirdi Ben ayrılmaz idim felek ayırdı Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir Kul Olayım Kalem Tutan Ellere Kul Olayım Kalem Tutan Ellere, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle Sekerler Ezeyim Şirin Dillere, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey Sivas Ellerinde Sazım Çalınır, Çamlı Beller Bölük Bölük Bölünür Yardan Ayrılmışam Bağrım Delinir, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey Pir Sultan Abdal’ım Ey Hızır Paşa, Gör Ki Neler Gelir Sağ Olan Basa Beni Hasret Koydun Kavim Kardaşa, Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey Ey Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş Dostun Bahçesine Bir Hoyrat Girmiş Korudur Da Benli Dilber Korudur Gülünü Dererken Dalını Kırmış Kurudur Da Benli Dilber Kurudur Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Bu Meydanda Serilir Postumuz Çok Şükür Mevlaya Gördük Dostumuz Bir Gün Kara Toprak Örter Üstümüz Çürüdür De Benli Dilber Çürüdür Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Pir Sultan Abdal’ım Başımdan Başlar İyisini Korda Kemini Taşlar Bin Çiçekten Bir Kovana Bal İşler Arıdır Da Benli Dilber Arıdır Neredesin De Dudu Dillim Nerede Neredesinde Kömür Gözlüm Nerede Gelmiş İken Bir Habercik Sorayım Gelmiş İken Bir Habercik Sorayım Niçin Gitmez Yıldız Dağı Dumanın Gerçek Erenlere Yüzler Süreyim Niçin Gitmez Yıldız Dağı Dumanın Alçağında Al Kırmızı Taşın Var Yükseğinde Turnaların Sesi Var Ben De Bilmem Ne Talihsiz Başın Var Niçin Gitmez Yıldız Dağı Dumanın Benim Şah'ım Al Kırmızı Bürünür Dost Yüzün Görmeyen Düşman Bilinir Yücesinden Şah'ın İli Görünür Niçin Gitmez Yıldızdağı Dumanın El Ettiler Turnalar Bazlara Dağlar Yeşillendi Döndü Yazlara Çiğdemler Taşınsın Söylen Kızlara Niçin Gitmez Yıldız Dağı Dumanın Şah'ın Bahçesinde Gonca Gül Biter Anda Garip Garip Bülbüller Öter Bunda Ayrılık Var Ölümden Beter Niçin Gitmez Yıldız Dağı Dumanın Ben De Bildim Su Dağların Sahisin Gerçek Erenlerin Nazargâhısın Abdal Pir Sultan’ın Seyrangâhısın Niçin Gitmez Yıldız Dağı Dumanın |
Ozanlarımız(O-P-R) |
06-24-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(O-P-R)Ozan Şahturna Ateşi yakar Güneşim Yıldızları Avuçlarım Doğmadan bin yıllık yaşım İnsanlığı Amaçlarım ŞahTurna şakır dalında Rengim var gülün alında Mazlum insanlık yolunda Çekildi tel tel saçlarım! Ozan Şahturna, 1950 yılında Sivas’ın, Gürün ilçesine bağlı Kaynarca köyün de dünyaya geldi Üç yaşında iken çiçek-kızamıktan gözlerini kaybetti Müziğe ilgi duydu On yaşında saz çalmaya, türkü-deyiş söylemeye başladı 14 yaşında plak çıkarttı Verdiği konserlerde düzene başkaldırma gerekçeleriyle defalarca tutuklandı, hapis yattı! Büyük üne kavuştu Göz tedavisi için yurt dışındayken vatandaşlıktan çıkartıldı; Almanya’nın, Berlin kentine yerleşti, sür gün yaşadı Burada Ozan Şiar ile evlendi, Şafak ve Şirin adli iki kız çocuğu oldu Vatandaşlığa alınmasından sonra geldiği Türkiye’de bir konuşmasından dolayı yine tutuklandı; kamuoyu baskısıyla serbest bırakıldı Bu çileli yaşamda yüzlerce şiir yazdı, plak, kasetler çıkarttı, radyo ve televizyon programlarına çıktı, konserler verdi Yapıtları uluslararası dillere çevrildi Üniversitelerde konferanslar verdi Çok yönlü yapıtlarını nakış-nakış işleyerek kendini-çevre sini aştı Birçok ilk’e imzasını atan büyük üstad, tutarlı ve baş eğmez yapıtları ve mücadeleleri ile Sanat ve Demokrasi-insanlık öncülerindendir Birçok ödüllerin yanı sıra, “Uluslararası Dostluk-Barış ve Özgürlük” ödülünü alan ilk sanatçımız olan aydın ozanımız, aynı zamanda birçok Kültür-Sanat-Demokratik Kurumların kurucusu-üyesidir Ayrıca, Kültür-Sanat Vakfı Başkanlığı’nı da sürdürmektedir… "Şakıyan Turna Şahturna" adlı kitabında, dostlarının kendisini anlatması ve kendi şiirlerinden bir bölüm ile dünya görüşleri vardır İkinci kitabında yaşam öyküsünü anlatacaktır Ozan Şahturna Şakıyan Turna Şahturna Can Yayınlar-Aralık 1998 Eserlerinden bazıları: Ateşi Yakar Güneşim Ateşi yakar Güneşim Yıldızları Avuçlarım Doğmadan bin yıllık yaşım İnsanlığı Amaçlarım Dolu aktım,boşa doldum Denizlere buhar oldum Güze kışa bahar oldum Düze çıkar Yamaçlarım ŞahTurna şakır dalında Rengim var gülün alında Mazlum insanlık yolunda Çekildi tel tel saçlarım! Bir yaralı kuşum! Hasret kaldım gül kokuna Emdiğim sütün akına Takıldım zulmün okuna Yetiş kaldım darda anam Ben bir yaralı kuş idim Hasret çekene düş idim Yerlere düştüm üşüdüm Kurtar beni karda anam! Gönülde şahım atlandı Gecem gündüze katlandı Umutlarım kanatlandı Koyma beni zarda anam ŞahTurna’yım samah çeker ‘Bin üzülür’, bir ah çeker Her gece bir sabah çeker Yetiş kaldım darda anam! Dar çatı altına sğınamam ben Dar çatı altına sğınamam ben Duvarsız, çatısız dünya istiyorum Dar kalıp, dar fikir savunamam ben Sınırsız, kapısız dünya istiyorum Acı olan ağız, dudak ballansm Mavi, yeşil, beyaz sarı allansın Dünyada bir tek bayrak sallansm Doğusuz-batısız dünya istiyorum Kültürler arası köprü kurulsun Akan kan, bulanık sular durulsun Silah deposuna kilit vurulsun Senetsiz-hapissiz dünya istiyorum Kirli insan, kirli doğa yok olsun Karanlık dünyalar aydın, ak olsun Halklar kucaklaşsın, paylar hak olsun Sürgünsüz, savaşsız dünya istiyorum ŞahTurna barış tohumu ekilsin Suçlular Mansur darına çekilsin Ordular dağılsın, surlar sökülsün Gümrüksüz, kapısız dünya istiyorum! Güllerde boğdular beni Büyük okyanusta yüzdüm Göllerde boğdular beni Dikenli yollarda gezdim Güllerde boğdular beni Geçmiş ‘anıları’ andım Bazı yandım bazı dondum Yüce dağlara tırmandım Yollarda boğdular beni ŞahTurna güller kokladım Her seher vakti yokladım Arıydım çiçek topladım Ballarda boğdular beni Başım dimdik bel götürdüler Hasretin, gurbetin ağacı oldum Meyvemi toplayıp bal götürdüler Mazlumun derdinin ilacı oldum Elimi uzattım kol götürdüler Bahçıvanım deyip bağa girdiler Hoyrat olup,güllerimiz kırdılar Önde durup,arkamızdan vurdular Başım dimdik ama bel götürdüler ŞahTurna’yım dost bağında gül aldım Siyahla savaştım, beyaz-al aldım Arı oldum her çiçekten bal aldım Acı bana kaldı bal götürdüler İnsanı başa taç yaptım Ne eğildim, ne de saptım Acılardan ilaç yaptım İnsanı; başa taç yaptım Tacı-tahtı yıktım canlar! Özümü çektim darlara Güneşim vurur karlara Uyuyan bakan körlere, Acı acı baktım canlar! İnsanlık için yürüdüm Bedenim korla bürüdüm Mum oldum yandım, eridim Meşaleler yaktım canlar! Şah Turna, yar yarasından Güneş doğar arasından Nesimi'nin derisinden, Boynuma ip taktım canlar! |
Ozanlarımız(O-P-R) |
06-24-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(O-P-R)Ozan Sinemi Çok görmeyin dostlar bana Bir ceylanın vurgunuyum Tükendim ben yana yana Bir ceylanın vurgunuyum Sinemi'yim aklım şaştı Özüme bir çıngı düştü Gönlüm kanatlanıp uçtu Bir ceylanın vurgunuyum 1961 Yılında Sivas ili Divriği ilçesine bağlı Karakuzulu köyü Hıdırlık Mezrasında doğdu İlk okulu komşu köyü olan Güneş köyü ilk okulunda okudu Askerlik çağına kadar köyünde çiftçilikle uğraştı bu dönemde yöresinin ozanları olan Feyzullah Çınar, Mahmut ERDAL, Mehmetali Karababa ve Ozan Rehberi gibi ozanların etkisinde kaldı Daha ilkokul yıllarında iken sesinin güzelliği yöre halkı tarafından tespit edilmişti Düğünlerde bayramlarda türkü söyletirlerdi küçük yaşta iken kendi imkanlarıyla saz çalmayı öğrendi Uzun yıllar usta malı yani, Pir Sultan Abdal'ın, Ruhsati'nin, Devriş Kemal'ın Mihneti'nin ve Feyzullah Çınarı'nın eserlerini seslendirdi Askerlik dönüşü Ankara'ya yerleşti Daha önceleri asıl adı olan Ali Cavit Coşkun olan ozanımız daha sonra değerli ozanımız Ozan Dergahi'nin önerisiyle Sinemi mahlasını almıştır 1995 yılında Halk Ozanları Kültür Vakfı'na üye oldu Aktif olarak vakfın etkinliklerine katıldı Ozanlık geleneğine hizmet eden bütün ozanlarla tanıştı 1999 yılında Ozanlar Vakfı Genel Başkanlığına seçildi Uzun yıllar bu görevine devam etti Bugüne kadar çeşitli yarışmalarda onlarca ödül aldı 'Mahkum ettin' 'Güzel Dost' adlı iki kaset yaptı 'Güzel Dost' adlı bir kitabı yayınlandı 2005 yılında Anadolu Halk Ozanları Kültür Derneğini 25 ozan arkadaşı ile birlikte kurdu Halen bu dernek faaliyetlerinde çalışmaktadır Ozanlık geleneği'nin sürdürülmesinde aktif olarak çalışmaktadır LAİKLİĞİ İŞLEDİK Hünkar Hacı Bektaş Veli'den beri Özümüze Laikliği işledik Kendimize önder seçtik o piri Sözümüze laikliği işledik Bektaşilik ikiliğe son verdi Aleviler canan için can verdi İnsanlığa yol gösterip yön verdi Hazımıza laikliği işledik Karşı çıkanlara şaşırdık kaldık Gururla yaşadık şerefle öldük Horasan'dan beri yürüdük geldik İzimize laikliği işledik Sevgi bahçesinde yeşerdik bittik Ayrık otlarını yolduk yok ettik Gönül yaylasında çok sürü güddük Kuzumuza laikliği işledik Kapımız açıktır kapalı değil Elimiz kalemli, sopalı değil Mülkümüz engindir, tepeli değil Düzümüze laikliği işledik Birlik fidanını diktik bu yurda Hiç medet ummadık cahilde körde Döşüne tel taktık koluna perde Sazımıza laikliği işledik Aşıklar taşımaz kini benliği Hoşgörüde bulur zevki şenliği Yırtılmaz sökülmez aşkın önlüğü Bezimize laikliği işledik Karanlığa ışık tutar dünümüz İlim öğrenmekle geçti günümüz Atatürk'ün İlkeleri konumuz Tezimize laikliği işledik Cehalete karşı tavır takınca Ey Sinemi korkma yoktur sakınca Cumhuriyet meşalesin yakınca Közümüze laikliği işledik 2005 yılı Hacı Bektaş Veli'yi anma Törenlerinde "Alevi Bektaşilerin Laikliğe Bakışı " Konulu Şiir Yarışmasında 1lik ödülünü alan şiiridir GİTSİNMİ BÖYLE Doğruyu söylemek suç olur diye Susalımda kervan gitsinmi böyle Onurlu yaşamak güç olur diye Her gelen bir tokat atsınmı böyle Yalan gerçek hep bir tutulup gitti Kurtlar kuzulara katılıp gitti Deve hamuduyla satılıp gitti Herkes bir köşeyi satsınmı böyle Kimi kiralanmış can alan asi Kimi sindirilmiş çıkmıyor sesi Kimine vermişler sarığı meshi Uyan demiyelim yatsınmı böyle Bölüp parçalamak zalimin huyu Çağdaş geleceğe kazarlar kuyu Gemi her taraftan alıyor suyu Görmezden gelelim batsınmı böyle Ozan Sinemi'yim halkıma kıyıp Emeğini üç beş soyguncu yeyip Alaca kargaya bülbülsün deyip Verelim meydanı ölsünmü böyle YÜRÜMÜŞ Ozanlar tarihi binyıllar öte Kıl kamış bir destan yazmış yürümüş Kayalar kestirmiş Şirin Fehata Vuslat arzusunu sezmiş yürümüş Muhittin Arabi isyan eylemiş Mansur darda En-el Hakk'ı söylemiş Nesimi yüzülüp çok yol boylamış Zulmün oynunu bozmuş yürümüş Şaman topuz çalmış türkmen bağlama Şarab ilham olmuş Ömer Hayyam'a Hatayi kavgada yenilmiş ama Hayatın sırrını çözmüş yürümüş Bedret'din ömrünce gerçeği demiş Börklüce çarmığa boyun ermemiş Kalender çelebi bir sınav vermiş Hakkı sevenleri üzmüş yürümüş Dadaloğlu ozanların serveri Köroğlu kavgadan dönmemiş geri Celali Başbuğu sözünün eri Bolu Beyliğini ezmiş yürümüş Fuzuli çileyi bağrına basmış Sürmeli sevdiği Senem'e küsmüş Seyrani sazını duvara asmış Taze karılar gibi tozmuş yürümüş Yunus Emre doğru sözü eğmemiş Koca Haydar zulme ödün vermemiş Nazım Hikmet memlekete sığmamış Ömrünce haksıza kızmış yürümüş İşte böyle ozanların töresi Mazlumun isyanı aşkın çırası Sinemi'nin hicran olmuş yarası Günbegün bağrında azmış yürümüş NELER GÖTÜRDÜ Ben seyir ederken zevki sefayı Yıllar benden neler neler götürdü Sırtlayıp giderken bunca cefayı Beller neler neler götürdü Ne bahar yaşadım ne de yazını Hep taşıdım kahrını nazını Çok dinledim muhannetin sözünü Diller benden neler neler götürdü Kimisine köle oldum kul oldum Bazen acı bazen tatlı dil oldum Çoğunada yoldaş oldum yol oldum Kullar benden neler neler götürdü Hep çırpındım türlü işe bulaştım Kendim yordum ne menzile ulaştım Göçüm alıp diyar diyar dolaştım Yollar benden neler neler götürdü Ozan Sinemi'yim yağdım yatışdım Zalim ile cebelleştim atıştım Kim çağırsa sazım ile yetiştim Teller benden neler neler götürdü MAHKUM ETTİN O mahsum bakışın ile Gözlerine Mahkum ettin Hayran oldum baka kaldım Yüzlerine mahkum ettin Belaya koydun başımı Çıkmaza sürdün işimi Kestin ekmeğim aşımı Nazlarına mahkum ettin Sevenler beslermi kini Yıktırdın sarayı hanı Alev gibi sardın beni Közlerine mahkum ettin Dost Sinemi bu ne halın Bir sevdaya düşmüş yolun Gahı acı tatlı dilin Sözlerine mahkum ettin KURBAN OLDUĞUM Neredesin dönde gel sen Yoluna kurban olduğum Sohbetine hasretim ben Diline kurban olduğum Sevdan işledi özüme Sensiz Dünya boş gözüme Siyah saçın dök yüzüme Teline kurban olduğum Viran ettin sen bu yeri Uğruna koymuşum seri Önüm sıra sallan yürü Beline kurban olduğum Sensin Sinemi'nin canı Damarında dönen kanı Sür yüzüme okşa beni Eline kurban olduğum VURGUNUYUM Çok görmeyin dostlar bana Bir ceylanın vurgunuyum Tükendim ben yana yana Bir ceylanın vurgunuyum Leyla Şirin Aslı soylu Gönlü engin melek huylu Gül yanaklı selvi boylu Bir ceylanın vurgunuyum Yokluğu boynumu eğer Ölüm ayrı koyam eğer Gülüşü Dünya'yı değer Bir ceylanın vurgunuyum Sinemi'yim aklım şaştı Özüme bir çıngı düştü Gönlüm kanatlanıp uçtu Bir ceylanın vurgunuyum UTAN Çağdaş laikliğe vesile olmuş Bu Cumhuriyet'i kurandan utan Bunca özgürlüğü hep sana sunmuş Vatana canını verenden utan Olmazdı ibadet kalmazdı ezan Çıkmazdı İstiklal Marşı'nı yazan Bütün sınırları kanıyla çizen Göksünü düşmana gerenden utan Anan bilinirdi baban olmazdı Biterdi Türklüğün adı kalmazdı Ata ejdadını kimse bilmezdi Kanayan yarayı sarandan utan Bitmişti Osmanlı teslim olmuştu İnglizler dört bir yana dolmuştu Kocaman İzmir'i ele almıştı Yunanlı'yı yurttan sürenden utan Ozan Sinemi'yim gafletten uyan Cepheden cepheye hep zafer diyen Lozan Belgesi'ne imzayı koyan Sevr zincirini kırandan utan |
Ozanlarımız(O-P-R) |
06-24-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Ozanlarımız(O-P-R)Osman Dağlı (Maksudi) Kamil olan kalmaz naçar Gam yeme gönül gam yeme Kara gündür gelir geçer Gam yeme gönül gam yeme Maksudi bade içerim İçer serinden geçerim Kırar demiri kaçarım Gam yeme gönül gam yeme 7 Mayıs 1936 tarihinde Afşin'in Hunu (şimdiki adı Arıtaş) köyünde doğdu İlkokulu köyünde okudu Aynı zamanda medrese eğitimi de alarak dini öğretiler ve Kuran öğrendi Şiir yazmaya da bu dönemlerde tasavvuf ağırlıklı konuları işleyerek başladı Köylerine gidip gelen çeşitli aşıkların yanında Aşık İhsani, Kul Hasan ve Davut Sulari'nin etkisi oldu Sonraki yıllarda Mahzuni, Kul Hasan, İhsani, Nesimi Çimen gibi birçok aşıkla Türkiye'nin hemen her bölgesini dolaştı Ozan Maksudi mahlasının yanında, adını ya da soyadını da kullanan Dağlı, şiirlerinde toplumsal sorunlardan sevgiye her konuyu işledi Şiirleriyle birçok aşığı etkileyen Dağlı'nın çeşitli eserleri başta Feyzullah Çınar ve Aşık Mahzuni olmak üzere değişik kişilerce bes-telendi 1962 yılında açılan Ankara Halk Ozanları Derneğinin kurucuları arasında bulunan Osman Dağlı, 1971'de Almanya'ya yerleşerek yaşamını orada sürdürmeye başladı Çeşitli şenlik ve konferanslara katılan ve yaklaşık 2000 şiiri bulunan Osman Dağlı'nın eserleri birçok gazete, dergi ve araştırmada aktarıldı 4 Ekim 2007 Perşembe günü aramızdan ayrıldı Fadime Geldim bir kelam sormaya İnsaf eyle dön Fadime Seni kötüde görmeye Dayanır mı can Fadime Öleydin buna varmadan Yörebe gönül vermeden Hergün koynuna girmeden Düş ataşe yan Fadime Çalı olur biten gülü Giyilmez yeşili alı Tükenmez cefanın sonu Aşk atına bin Fadime Kötüye gönül katmadan Koynuna girip yatmadan Hergün muhabbet etmeden Sıkılmaz mı can Fadime Seni bir kötü sarıyor Herkes lafını veriyor Dağlı'm bir şahan arıyor Gel koluma kon Fadime Seher Yeli Sabahta seherde boşa yorulma Koca Binboğa'ya dön seher yeli Varıp orda güzellere darılma Belin yurtlarına kon seher yeli Belin pınarları akıyor taştan Gönül vaz gelir mi gerdandan döşten Bir seferin olsun şol kara taştan Karcağız eline in seher yeli Cinoluk yurdunun içmeli suyun Gölel evci yurdu akıyor çayın Gene beni yaktı kemer boz koyun Sen de benim gibi yan seher yeli Gönül arzusunu dağla tartıyor Subatan yaylasın sümbül örtüyor Söylesem Kaman'ı derdim artıyor Aşıyor başından gün seher yeli Osman Dağlı'm yeter düzenle teli Her dağı aşıyor yaylanın yolu Ebelikli düzü büsbütün halı Her tarafın gezdim ben seher yeli Sinsice Zaman denen sonsuz ırmak Akar sinsice sinsice Sarar ömrüm yumak yumak Büker sinsice sinsice Sakın aldanma zamana Habersiz saldırır sana Kıvılcım atar ormana Yakar sinsice sinsice Habersizce kurar pusun Böler kralın uykusun Sanki bir gecekondusun Yıkar sinsice sinsice Ne aman dinler ne acır Belleğine vurur zincir Birgün ocağına incir Diker sinsice sinsice Ahir ömrün bir an eyler Mamurları viran eyler Bir katreyi umman eyler Akar sinsice sinsice Osman Dağlı'm ömrüm çağı Ferhat olur deler dağı Sarartır yeşil yaprağı Döker sinsice sinsice Kaybettim Edeli Gözüm yaşı sele döndü Sizi kaybettim edeli Gözlerimin feri söndü Gizi kaybettim edeli Sen bu ellerden gideli O gün bugün gülemedim Dünyadan zevk alamadım Dost aradım bulamadım İzi kaybettim edeli Sen bu ellerden gideli Gözlerinde nem var idi Farıdı gönlüm farıdı Göz pınarlarım kurudu Özü kaybettim edeli Sen bu ellerden gideli Aylar geçti yıl içinde Kaldım türlü hal içinde Yandı cismim kül içinde Közü kaybettim edeli Sen bu ellerden gideli Vuslat sarpta yollar yokuş Kahrı da hoş lütfü de hoş Sakiler yok kadehler boş Sazı kaybettim edeli Sen bu ellerden gideli Osman Dağlı'm talan oldum Dolular boşa doldum Dost aradım düşman buldum Gözü kaybettim edeli Sen bu ellerden gideli Ne Hacet Davut Sulari'ye Üstat ne sorarsın alemin fendin Arifsen bahara yaza ne hacet Nerde olsa hüner gösterir kendin Gönül incitecek söze ne hacet Bir gönül gafletten ayılır ise Şöhreti aleme yayılır ise Aşık maşukunca sevilir ise Karşıdan karşıya poza ne hacet Bülbül gibi aşık oldum güllere Onun için düştüm gurbet ellere Muhabbet ehlin bul dokun tellere Keramet dildedir saza ne hacet Arif olan hercaiye darılmaz Coşkun seller akmayınca durulmaz Özür dileyene tokat vurulmaz Aşk ehline gezden göze ne hacet Dağlı'yı hor görme er meydanında Kılıcımız gizli sevda kınında Kem söz söylemeyiz dostun yanında Hak birdeyse size bize ne hacet |
|