TUÜ Deyimleri |
06-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
TUÜ Deyimleri"T-U-Ü" harfleriyle başlayan deyimler T Tabana kuvvet: "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır"Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!" Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak"Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı" Tabanları yağlamak: 1 Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak 2 Hızlıca koşarak kaçmak Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı"Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler" Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek"Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim" Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak"Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler" Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak"O kebabın tadı damağımda kaldı" Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak"Yemeğin tadına baktın mı?" Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak"Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha" Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak"Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa" Tadını almak: 1 Bir şeyin lezzetini almak 2 Yaptığı işten zevk duymaya başlamak"O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz" Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak"Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım" Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak"İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı" Tahtalı köy: Mezarlık Tahtası eksik: Aklı noksan, deli"O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!" Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek"Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa" Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı Tam adamını bulmak: 1 En uygun kişiyi seçmek 2 En uygunsuz kişiyi seçmek"Tam adamını bulmuşsunuz hani!" Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş"Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler" Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk"O bir Tanrı misafiridir Nasıl kalk git diyebilirim" Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak"Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?" Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak"Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk" Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek Taş attı da kolu mu yoruldu?: "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında kullanılır Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak"Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular" Taş çatlasa: "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır"Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez" Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak"Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor" Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse"Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!" Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek"Çocuk sanki taş kesilmişti" Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek"Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar" Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz"Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler" Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz"Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak"Nihayet işi tatlıya bağladık" Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek"Tavına getirip söyle" Tava gelmek: 1 Yumuşamak, kanmak 2 Süzülecek duruma gelmek"Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi" Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak"Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum" Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen"Amma da tavşan yürekli bir adammışsın" Tazıya dönmek: 1 Oldukça zayıflamış olmak 2 Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak"Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor" Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak"Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma" Tekbir getirmek: "Allah-ü ekber" diyerek Allah`ın adını yüceltmek Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak"Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler" Tekin değil: 1 İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer 2 Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse"O eski ev tekin değil diyorlar" Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak Tel çekmek: 1 Telgraf çekmek 2 Telle sınırlandırmak, telle çevirmek Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek"Gelini bir güzel telleyip pulladılar" Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek Temel atmak: 1 Bir yapının temellerini yapmaya başlamak 2 Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek"Evin temelini yarın atacağız inşallah" Temel taşı: 1 Bir yapının temeline konan taş 2 Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı"Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır" Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak"Ödevlerinizi temize çekin" Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak"O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!" Temiz para: 1 Kesintiden sonra elde kalan para miktarı 2 Doğru yoldan kazanılmış para Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek"İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün" Tepeden inme: 1 Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen 2 Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir"Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına" Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu"Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı" Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek"Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı" Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak"Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü" Tepesine binmek: 1 Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak 2 Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak"Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu" Tepesi üstü: Tepe taklak, başı yere gelmek üzere"Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü" Tepe tepe kullanmak: Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak"Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!" Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek Tercüman olmak: Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak Ter dökmek: 1 Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek 2 Çok terlemek"Bu işi başarmak için az ter dökmedi" Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak"Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi" Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak"Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun" Ters yüz etmek: İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek"Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim" Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek Teselli etmek: Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak"Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim" Teselli bulmak: Avunmak Teslim bayrağı çekmek: 1 Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak 2 Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak"Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın" Teslim olmak: 1 Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek 2 Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak"Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!" Teşrif etmek: Onurlandırmak, şereflendirmek Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak"Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?" Tez canlı: Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan"Bu kadar tez canlı olma!" Tez elden: Çabucak, bir an önce, çarçabuk,"Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!" Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak"Hemen tezgâhı kurup gittiler" Tezkeresini eline vermek: Kovmak, işten atmak, işine son vermek Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak"Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır" Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek"Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını" Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse Tıpış tıpış yürümek: 1 Kısa adımlarla çabuk yürümek 2 İster istemez bir yere gitmek Tıraş etmek: 1 (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak 2 Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak"Yeni berber iyi tıraş yapamıyor" Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, korkutmak Tırpan atmak: 1 İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek 2 Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak"Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu" Tohuma kaçmak: Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)"Bu çocuk da tok evin aç kedisi" Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak Tok gözlü: Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert Tok sözlü: Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen"Rahmetli tok sözlü bir insandı" Tongaya basmak: Tuzağa düşmek"Çok kötü bastı tongaya" Top atmak: İflas etmek"Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım" Topa tutmak: 1 Bir yeri top ateşi altında bulundurmak 2 Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek Topun ağzında: Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" denir Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi"Topu topu beş elma almış" Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek"Kızına da hiç toz kondurmuyor" Toz olmak: Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak"Çabuk toz olun buradan" Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak"Hayatı hep toz pembe görmüştür" Tozu dumana katmak: 1 Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak 2 Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak"Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı" Tur atmak: Dolaşmak, dolaşıp gelmek"Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin" Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde"Merak etme, turp gibi o" Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin düşmek"Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı" Turşusu çıkmak: 1 Çok yorulmak 2 İyice ezilmek, parçalanmak"Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış" Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir"Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki" Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak Tuttuğunu koparmak: Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,"O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona" Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak"Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım" Tuz biber ekmek: 1 Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek 2 Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak"İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine" Tuz (la) buz olmak: Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak"Masadan düşen vazo tuzla buz oldu" Tuzlayayım da kokma: Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır Tuzluya mal olmak: Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak"Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu" Tuzu kuru: Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan"Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa" Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek"Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!" Tümen tümen: Pek çok Türküsünü çağırmak: Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak"Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık!" Türkü yakmak: Bir türküye ezgi uydurmak"Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar" Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek Tüy dikmek: Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek Tüyleri diken diken olmak: Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek"Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu" Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak U Ucu bucağı olmamak: Bir yer çok geniş, sonu yokmuş gibi olmak"Kafamı kaldırıp şöyle bir baktım, ovanın ucu bucağı görünmüyordu" Ucu dokunmak: Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek"O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum" Ucunu kaçırmak: Çıkmaza girmek, denetimi elinden kaçırmak"İşin ucunu kaçırdın, oldu mu ya?" Ucu ortası belli olmamak: Bir işe, söze nereden başlanacağı kestirilememek Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak"Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım" Ucu ucuna: Ancak yetişecek kadar"İp ucu ucuna geldi" Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak"Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık" Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu olmak"Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?" Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım istemek Uçsuz bucaksız: Çok geniş"Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum" Uçkuruna sağlam: Namuslu, iffetine bağlı Uç vermek: 1 Baş vermek (çıban) 2 Bitmek, sürmek (bitki) 3 Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek 4 Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak"İlk bahar geldi, dallar uç vermeye başladı" Ulu orta söz söylemek: Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak"Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı" Uma uma döndük muma: Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir Umurunda olmamak: Aldırış etmemek, önem vermemek Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir Utancından yere geçmek: Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak"Çok mahçup olmuştu, utancından yere geçmek üzereydi" Uyku bastırmak: Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği duymak"Yemekten sonra bir uyku bastırır, kafamı kaldıramazdım" Uyku çekmek: Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak"Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim" Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek, göz kapakları kapanmak"İki gündür yoldaydık, hemen hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu" Uykusu kaçmak: 1 Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak 2 Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe duymak"Uykusu kaçmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu" Uykusunu almak: Gerektiği kadar uyumuş olmak"Epeydir yatıyorsun, uykunu almış olmalısın" Uyku tulumu: 1 Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan 2 İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak"Uyku tulumu sen de, çabuk kalk!" Uykuya dalmak: Rahat ve derin bir şekilde uyumak Uyur uyanık: Yarı uykulu"Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu" Uzağı (ileriyi) görmek: Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek"Dedem uzağı gören bir adamdı" Uzaktan uzağa: 1 İlgisi pek az olan 2 Çok uzaktan"Uzaktan uzağa selâmlaşıyorduk işte" Uzun boylu: 1 Boyu uzun olan 2 Uzun süre 3 Derinlemesine, ayrıntılarıyla"Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık" Uzun etmek: 1 Nazlanmak, sözünde direnmek 2 Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek 3 Aşırı gitmek"Haydi uzun etme de gel benimle!" Uzun hikâye: Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu Uzun lafın (sözün) kısası: Özetle, kısaca, sözü uzatmayarak"Uzun lafın kısası, yazar gerçekçi olmalıdır" Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek"Meseleyi uzun uzadıya inceledik" Ü Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak"Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme" Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak"İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al" Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse) Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak"Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek" Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak"Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir" Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak"O cihana ün salmış bir güreşçidir" Üst baş: Kılık kıyafet, giyim kuşam"Üstüne başına hiç bakmaz ki o" Üste çıkmak: Suçlu olduğu hâlde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak"Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden" Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak"Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin" Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak"Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim" Üst perdeden konuşmak: 1 Üstünlük taslayarak konuşmak 2 Çok yüksek sesle konuşmak"Üst perdeden konuşmaya bayılır" Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak Üstü kapalı konuşmak: Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak"Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu" Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak"Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak" Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak 2 Suçlanmak"Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı" Üstünden atmak: Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek"Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme" Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek"Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi" Üstüne almak: 1 Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak 2 Bir görevi üstlendiğini kabul etmek"Her sözü üstüne alma lütfen!" Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek"Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı" Üstüne basmak: 1 Yerinde bir fikir beyan etmek 2 İyice belirtmek"Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!" Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek"Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!" Üstüne (üzerine) düşmek: 1 Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak 2 (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek"Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak" Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak Üstüne geçirmek: 1 Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak 2 Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek"Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?" Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek"Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum" Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak"Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim" Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek"Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor" Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak Üstüne üstüne gitmek: 1 Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak 2 Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak"Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin" Üstüne varmak: 1 Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek 2 Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek"Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?" Üstüne yıkmak: 1 Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek 2 Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek"Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar" Üstüne yürümek: Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak"Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü" Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek"Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden" Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek"Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu" |
|