Ademoğulları/Nuh ve Nuhoğulları |
09-30-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Ademoğulları/Nuh ve Nuhoğulları“Ben Haz İdris’e dedim ki, etrafımda dolanan bir ruh gördüm Bana atalarımdan olduğunu belirterek ismini söyledi Onun ölüm tarihini sordum, bana kırk bin sene önce olduğunu söyledi Bizim inançlarda Adem’in ne zamanlar yaşadığını sordum O da, `Hangi Adem’i soruyorsun, Yakın olan Adem mış’ diye sordu Haz İdris Buyurdu ki, `Doğrudur …’ ” İbn’ül Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye (1) Adem ve Ademoğulları Adem, üç semavi din tarafından ilk insan olarak bilinir Fars-Sanskrit kökeninde bulunan “adamas” sözcüşü Türkçe’de “adam”, erkek olarak yerleğmiştir (2) Bu gösteriyor ki Adem sözcüşü oldukça yaygındır İbranice’de “kızıl toprak” anlamına gelen Adem, ilk insanın Kızılderili olduğu kanısını uyandırmıştır Ayrıca, Atlantaloglar arasında Atlantis’in toprağının verimli, voklanik ve demir oksitli oluşundan dolayı kırmızı renkte olduğunu düşünenler de var Kızılderili, Amerika’nın keğfinden çok önce Grekler tarafından (Atlantisliler gibi) deniz ulusları olan Finikelilere ve Giritlilere denilirdi Fenikeli (Phoinikia) Grekçe’de Kızılderili anlamına gelir Ayrıca Mısırlılar kendilerinin aslen Kızılderili olduklarını söylerdi Blavatsky’e göre, “Gizli Doktrin öğretir ki, Ad-i ilk konuşan insanlara verilen adını… Adam, Sanskritçe Ada-Nath’dır, ve Ad-İswara gibi ilk önder anlamına gelir Aynı şekilde Ad (ilk)’le başlayan her hangi bir Sanskrit sözcük bu anlamı içerir” (3) Fenikelerin tanrısı Adonis etrafında, Anadolu ve Orta-DoŞu’da yaygın bir kült oluşmuştu Batı Anadolu’da Frigler ona Attis derlerdi Sami dillerde Adonis sözcüşü efendi veya önder (hükmeden) anlamını aldı İbraniler Tanrı anlamıa gelen “Yahweh” sözcüşü boş yere kullanıp on emirlere karşı gelmemek için onun yerine aynı kökenden “Adonay” sözcüşü kullanırlar Adem konusu, tarih boyunca çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır Tevrat’ta verilen bilgilere göre, Adem’in ilk oğulları, Habil ve Kabil (Kaini) idi Kabil öz kardeği Habil’i öldürdüşü için lanetlenmişti ve Tanrı tarafından yüzüne bir işaret konularak kovulmuştu Cennet Bahçesi Aden’in Doğusunda uzak bir yerde kendine Nod adında bir şehir kurmuştu ve evlenerek çocuk sahibi olmuştu Onun soyundan Filistin’de Kenanlılar ortaya çıkmıştı Tevrat’ta bu çelişkili metin (Tekvin, Bap 4) “Adem öncesi” Irkların (Pre-Adamities) varlığı konusunda birçok varsayımlara yol açmıştı Adem ve Havva’nın oğlu, Kabil’in kendisine karı bulması, hatta şehir kurması aksi takdirde nasıl açıklanırı Ezoterik anlamda din kitaplarında anılan Adem, ilk insan değildi, fakat Atlantis’te ortaya çıkan yeni bir Irkın prototipi idi, ondan önce başka “Adem”ler de vardı Adem, o halde, belirli bir insan proto-genotip’e verilen bir unvandı Doğal olarak, ortaya çıktığında dişer aborijin/yerli insan türlerine göre daha gelişmiş olduğunu varsaymak gerekir Bu sebepten dolayı, Kutsal Kitaplar onun ortaya çıkışı ile, insan prototipin ilk yaratıldığını belirtmişlerdir Donelly’e göre cennet bahçesi, Aden, Atlantis’ti “Aden” sözcüşü “Atlan” kelimesinde türemişti ve Adem sözcüşü “Atlantis Irkı” Ad’lardan türemişti Tevrat’ta Kenan ülkesinin (Filistin) Aden’in Doğusunda olmasının belirtilmesi (Tekvin Bap 4/16) oldukça anlamlıdır Bu gösteriyor ki, Aden, cennette değil de, yer yüzünde bir bölgedir, ve insanların ana yurdu olan ve tufan öncesi bir yer olan Aden, batıda yer almaktaydı O halde, Atlantis öyküsü üç “semavi” dinde yer alan öykülere açıklık getirmektedir, ve onlara tamamen uyumludur İbranilere göre, ilk insanın kızıl topraktan meydana gelmiş olması ve Platon’un Atlantis’le Amerika arasındaki ilişkinin üzerinde önemle durması, tufan öncesi kayıp ülke ve Amerikalar arasındaki yakın başı işaret etmektedir Atlantoloji’nin en kuvvetli kanıtları Amerika’lardan geliyor Orta Amerika’nın muhteğem uygarlıkları beyaz adamın gelişi ile, dizili iskambil kağıtları gibi yıkılı verildi İspanyol konkiskadoru Cortez Meksika’ya istila ettişi zaman, yerliler onu çok iyi karşıladılar, Çünkü efsanelerinde çok eski devirlerde beyaz “tanrılar” gemilerle Doğudan gelmişlerdi ve onlara uygarlık öğretmişlerdi Sonra, tekrar döneceklerine söz vererek Doğuda yurtlarına dönmüİlerdi Kızılderililer köse oldukları halde “tanrılar” aynı Cortes’in yüzbaşısı Pedro de Alvarado gibi sakalı, sarı saçlı, beyaz tenli ve mavi gözlüydü Kızılderililer onu tanrıları Kuetzalkoatl sanarak önünde secde ettiler Peru’ya istila eden Pizarro’da aynı sebepten dolayı, bir avuç adamla 10 milyon nüfuslu ıncalara karşı kolay bir zafer kazanmıştı, onların tanrıları Virakoıa’nın adı “beyaz adam” anlamına geliyordu Ergeç Kızılderililer Doğudan gelen bu istilacıların uygar, insancıl ve öğretici “beyaz tanrılar”la hiç bir ilgileri olmadığını öğrendiler Onların vermeye değil, çalmaya geldiklerini gördüler Kısa bir sürede, din maskesi ile beyaz adam, kızıl adamın altınlarını, gümüİlerini, ve kıymetli taşlarını soyacak; sanat eserlerini, heykellerini, edebiyatlarını yok edeceğini; kültürlerini silmek için elinden geleni yapacaklarını göreceklerdi Kızılderililere ruhsuz bir boşluk çökmüştü, tarih boyunca gurur duyduğu ananeler küstahça ayak altında ezilmişti Yeni gelen bu acımasız insanlar, onun kutsal topraklarına yerleğiyorlardı; onun kucak açtığı doğayıtahrip ediyorlardı Eski, çok eski uygarlıkları sönüyordu İspanyol Krallı II Philip’e, Peru’daki ınkalar ile ilgili rapor veren Manico Serra de Leguicamo, onların beyaz adam gelene kadar suç ve ahlaksızlık bilmediklerini, fakat sonradan beyaz adamı örnek alarak, hızla değiştiklerini yakarmıştı, “orada kötülük yoktu, Şimdi neredeyse iyilik kalmadı” (4) Atlantis’nin en kuvvetli kanıtlarından biri Meksikalı Azteklerin kendilerine Azt’ler olarak tanımlamaları ve batıda “Aztlan” adında “sula çevrili ve büyük bir dağın bulunduğu bir ülke” den geldiklerini belirtmelerinden kaynaklanıyor Atantis tezine karşı olanlar, Azteklerin 12 asırda geldiklerini işaret ediyorlar Ancak onlar, ne Azteklerin bir deniz kültüründen geldiklerini, ne de “Aztlan”ın nerede olduğu konusunu açıklama getiremiyorlar (5) Kristof Kolombo’nun Amerika’ya ilk indişi yere yakın, Atlan adında bir yerleğim bölgesi varmış Ayrıca Peru’da Atlan isminde bir liman vardı İspanyollar Meksika’ya girdikleri vakit Atlan isminde beyaz yerlilerin bulunduğu bir yerleğim bölgesi buldular Kızılderili dillerde “atl” su anlamına gelir ve “atlan” le biten pek çok yer ismi vardır Kuran’da söz edilen Ad kavmine gelince, M Asım Köksal’ın Peygamberler Tarihi şöyle yazar,”Ad kavminin yurtları; Hudramevt’e ve Yemen’e kadar uzanan yerler olup Allah’ın yerlerinden, en genişi, en otlu, sulu, bol nimetli olanı idi Başkalarına verilmeyen boy bos, güç kuvvet de, onlara, verilmişti … Onlar, inatçı bir zorbanın emrini tutup ardından gittiler de: `Kuvvetçe, bizden daha güçlü kim varmış?” diyerek yer yüzünde büyüklük taslamaya, memleketlerinde azgınlık ve fesatlarını artırmaya, halka zülüm etmeğe başladılar”(6) Bundan sonra Hud peygamber’in ikazlarına dinlemeyerek Tanrının gazabına uğradılar Bir kara bulutun ardından gelen kasırgada yok oldular Halen kadim megalit (büyük taş,) harabelere Araplar “işte Ad kavimden arta kalanlar” diye gösterirler Soy kütükleri Tekvin’de Nuh oğlu Ham’ın soyundan Ad olarak gösterilen bu kavime gelen felaket Atlantis tufanından sonra olması gerekir Ancak onlar, tufandan kurtulanlar arasında olup, Nuh soyundan ayrı bir kavim olabileceklerini de hesaba katmamız gerekir Bu durumda onların iri lanetlenmiş Titan-Nefilim soyundan olup, Atlantisli atalarının “Ad” ismini kullanmaları doğaldır Türkçe’de “ata” sözcüşün Atlantis’le ilgili ilkel bir anı içerebilir Linguist ve Anlantolog Charles Berlitz aşağıdaki cetveli (7) hazırlamıştır: Bask – ait Quechua – taita Türkçe ve Türk dilleri – ata Dakota (siyu) – atey Nahuatl – tata Semiole – initati Zuni – taççu (tatçu) Malta – ta Tagalog – tatay Welsh – tad Roumani – thatha Fiji – tata Samoa – tata Ayrıca, Latince’da Pater söcüşü unutmamak gerekir Grek mitolojisinde “titan” aynı kökten geldikleri kanısındayız İlerdeki sayfalarda göreceğimiz gibi büyük olasılıkla titanlar Atlantis’in yerlileriydi Tamamen varsayımlara dayanarak, Türkçe’de “ata” sözcüşü Atlantis’li Ad’lara dayanan bir soy kütüşün göstergesi olabilir miş Ada sözcüşü Atlan’dan türemiş olabilir miş Bu konuda bir varsayım ileri atmaktan ileri gidemeyiz Aynı şeyi Poseidon’a kutsal olan ve bazılarına göre soyları Atlantis’te gelişen at için denilebilir miş Atın ilkel türleri Amerikalarda bulunduğu halde, onlar oradan binlerce sene önce yok oldular İspanyollar Amerika’ya ilk atları getirdikleri zaman yerliler ilk başta, İspanyolları yarı at yarı insan bir yaratık sandılar Tekvin’e göre, Adem’in yaratılışından tufan’a kadar 10 nesil geçmişti Her neslin başında bir önder (patriarch) vardı Bunların birincisi Adem ve onuncusu Nuh’tu Onların yaşları gümümüzdeki insanlara göre oldukça fazlamış Bu konuda Metuıelah 966 senelik ömrü ile rekoru tutuyor Bazı araştırmacılar bu yılların aslında ay hesabı olduğu kanısındalar Platon’un kaydettişi Atlantis’in batış tarihini bu kameri hesapla düşürmeye çalışanlar da olmuştur Ancak, Tekvin’in yazarı veya yazarları onları yıl olarak gösterir Tekvin’e göre tufandan sonra insanın yaşama süresi yıl itibari ile, gittikçe azaldı Platon’un Atlantis’inde 10 kral olması ve Berosus’un tarihinde tufan öncesi 10 kral olması, geçen yüzyıllarda Batı dini çevrelerde gözden kaçmadı, ve Platon’un öyküsü Tevrat’la karşılaştırıldı Bir çok benzerlikler çeşitli din adamları tarafından Platon’un öyküsün kutsal kitapları doğruladığı görüşüne sevk etti Tekvin’de dişer bir bölüm oldukça anlamlıdır, “Ve vaki ki toprağın üzerinde adamlar çoğalmaya başladı, ve onların kızları doğduğu zaman, Tanrı oğulları adam kızlarının güzel olduklarını gördüler, ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar Ve Rab dedi, Ruhun adam ile ebediyen çekişmeyecektir, çünkü o da ettir, bunun için onun günleri yüz yirmi yıl olacaktır Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları, ve bu kızlar onlara çocuk Doğurdukları zaman, o günlerde hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilim (devler) vardı, bunlar eski zorbalar, şöhretli adamlardı” (Tekvin Bap 6) Bu yazımızda biraz olta atacaşız belki de zaman zaman sizce fazla uçuk ve fantastik gelebilecek olasılıklarla flört edebiliriz, ancak asıl amacımız bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaktır Kitabi Mukaddes’te (Eski Ahit ve Yeni Ahit/ıncil) Enok kitabından yer yer söz edilir Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir Adı “Enok’un (Haz İdris) Sırlar Kitabı”dır(8) Bu kitapta Enok’un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır İkinci ve çok daha uzun kitap ise “Enok’un kitabı”dır Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmedişinde insanları yediklerini yazıyor Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine “Tanrının şehri”) ve kitabın 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeğ manastırında bulunana dek, eski ahit külliyatından çıkarılmasına, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti (9) Bu kitaba göre Samael tarafından idare edilen melekler Hermon dağına inerek insanlara büyü, savaş, kozmetik gibi yasak sanatları öğretiler Daha sonra başmelek Mikhael’in önderlişinde dört bağ melek Rafael (israfil) Mikayil, Cebrail ve Uriel onları başladılar yeraltına inen bir çukura atılar Bundan böyle bu dört başmeleğe “Denetçiler” denildi ve onlar dört istikameti, DoŞu, Güney, Batı ve Kuzeyi uykusuz gözleriyle gözetlediler Harut ve Marut gibi düşmüş melekler efsanesi böyle gelişti ve daha sonra Legemeton gibi Haz Süleyman’a addedilen büyü kitaplara malzeme oldular Bu da ayrı bir hikaye Belki de Blavasky’nin dedişi gibi kutsal metinlerin ezoterik şifrelerini çözmede 7 anahtar kullanmamız gerekir Tekvin’de söz edilen varlıklar melek değil de fiziksel olmalı ki Ademoğullarının kızları ile ilişki kursunlar ve çocukları olsun Ademoğulları ile birleğerek bir melez Irkı Doğuran Tanrı oğulları kimdiş Gerek Tevrat’ta gerek Ölü Deniz’de bulunan Esen kayıtları anlatıyor ki, insanoğulları kadim bir devirde bir genetik aşılanma gördüler Bu o kadar açıkça ifade edilmiştir ki bazı arkeolojik ufologlar uzaydan astronotların (tanrıların) gelip insan evrimini geliştirmek için böyle bir işlemde bulundukları olasılığı ciddi ciddi ele almışlardır Her ne kadar bu yazarlar, kendi tezlerini doğrulamak için bir takım asılsız benzetmeler ortaya atmışsa, Tanrı oğullarının kim oldukları konusunda, kimse tatminkar bir çözüm getirememiştir ve binlerce sene önce, uzaydan gelen ve insandan daha gelişmiş, ancak yinede humanoid (insan türününden) olan varlıkların, insan evrimini hızlandırmak için bir genetik aşılama yapmaları modern mitoslardan da biridir Böyle bir tez doğruysa, o zaman onların insanlarla ortak bir kaynak paylaşmaları gerekir, aksi takdirde onların ne humanoid olmaları, ne de Ademoğullarının kızlarından çocuk yapmaları olasılığı vardır Bu da spekülasyonlar için yeni sahalar açmaktadır, ancak bütün bunlar, tabii ki, birer varsayımdır Kayıtlar insanı kolayca böyle bir düşünceye sevk ediyor Tanrı oğulların (Beni Elohim) yaratışı bu melez Irk, Grek mitolojisinde Titanlar’a benzer Platon’un belirtişi gibi bir “tanrı” olan Poseidon yerli bir kadınla birleğerek Atlas ve dişer Titan kardeğlerini Doğurdu Platon’a göre, Atlantis’i yöneten sınıfta tanrı soyu vardı, ancak zamanla tanrı soyu insan soyuna nispeten azalmıştır ve Atlantis’de bir çöküş, bir dejenerasyon başlamıştı Onlar “yüce ideallerinden sapmaya” başladıkça, sonları hazırlanmaya başlanmıştı Burada kullanılan “tanrı” sözcüşü ele alırken, unutmamak gerekir ki, farklı kültürlü bir toplumdan çevrilmiş bir terimdir Platon tek bir Tanrı’yı öğretirdi, küçük harf başlıklı “tanrı” sözcüşü ise büyük harf başlıklı “Tanrı” ile aynı şey ifade etmez Irk kavramları, İkinci Dünya Harbinden sonra tabu bir konu haline gelmiştir Ancak, materyalist bir temele dayanan ve Üçüncü Reich mitosunu oluşturan “herenvolk”, “Irk saflığı” gibi görüİler yerine, bu kadim görüİlerde melezlişin işlendişini görüyoruz Ancak, Nuh soyu için, Irk saflığını korumak gibi adetlerin varlığı metinlerde gözükmektedir Bu, hem Yafeti bir kökenden gelen Ariler için, hem de Sami bir kökenden gelen İbraniler için geçerli olmuştur Musevilerin Irkları dışında evlilik yapmaları tabu olduğu gibi, Ariler de benzeri uygulamaları Hindistan’da yürüterek kast sistemini oluşmuşlardır En üstte Ari soyundan Brahminler vardı Onların dişer kastlerle evlenmeleri bir tabudu Hatta, en alt tabakayı oluşturan Sudralar dokunulmazdı Bu adet de, Nuh soyundan olmayan kavimlerinin varlığını ima etmektedir Ezoterik açıdan, bedeni esas alan “Irkcılık” tezleri geçersizdir Çünkü beden ruhun bir aracıdır Reenkarnasyon yolu ile ruh farklı Irklara, kültürlere enkarne olmaktadır ve böylece deneyimleri zenginleğmektedir Ancak, makro düzeyde, kitlesel açıdan ruhsal evrime paralel olarak gelişen ruha daha uyumlu bir araç sağlamak üzere insan bedeninin de bir evrimden geçirmesi söz konusudur Bu sebeple Nazilerin zorla, kan dökerek empoze etmek istedikleri Irksal evrim, aslında doğal ve birazda planlı ve bilinçli (eugenics) yöntemlerle, Irk ayrımına yer vermeden ileri ki yılarda gerçekleşecektir O halde, bazı kadim öğretilere göre, soyumuzda her türlü karşımdan geçen biz insanlar, aslında melez bir Irkız, ve hemen hemen her birimiz, her Irktan olanımız, tarih öncesi unutulmuş göçler sayesinde, bu sözde “tanrıların” kanını az veya çok taşımaktayız Ancak, Nuh peygamberi ile ilgili kayıtlar bu tür bir aşılamayı desteklemekle birlikte, aynı zamanlarda farklı türden bir mütasyonu da kutsal kitaplarda ele alındığını görüyoruz ” O günlerde Nuh gördü ki, dünyanın ekseni eğildi, ve felaket yaklaşıyordu O zaman ayaklarını kaldırarak dünyanın ucunda büyük babasının babası, Enok’un (İdris) bulunduğu yere götürdü Ve Nuh acılı bir sesle üç kez haykırdı: Dinle, dinle, dinle, söyle dünyada neler oluyorı Yeryüzü zorlanıyor ve şiddetli bir şekilde sarsılıyor” Enok’un Kitabı (64/ 1-3) Nuh ve Nuhoğulları Genelde, insan tarihinin 10,000 sene önce biten son buzul çağın gerilemesiyle başladığı inanılır, tabii burada taş devrinden başlayan yükselişten söz ediyoruz Atlantis’in olması gerektişi çağda dünyanın büyük kısmı buzlarla örtülü olmalıydı Bu buzlar hemen hemen Kanada’nın ve Kuzey Avrupa’nın çoşunu kapladığı gibi Güney Amerika’nın bazı kısımlarını örtüyordu Demek oluyor ki, dünyanın etrafında ince bir kuşak uygarlığı barındıracak durumdaydı Aslında dünyanın Şimdiki durumu bundan iyi olmakla beraber yine de, onun yuvarlak oluŞu ideal iklim açısından güneşi bazı yerleri fazla, bazı yerleri az ısıtmaya ve aydınlatmaya yol açıyor Ancak, buzul çaşı ile ilgili bilmedişimiz birçok şey vardır Buzul çağların neden olduklarını bilim adamları saptayamamıştır Bir takın hipotezler ortaya atılmıştır Güneğte periyodik olarak ısı gücün azaldığı veya güneğ sistemi zaman zaman soğuk alanlara girdişi ortaya atılmıştır Ayrıca son buzul çağında tropik iklimlerin bitki ve hayvan çeşitlerinin bulunması iklim kuşaklarının yer değiştirdişi tezini güçlendiriyor Bilindişi gibi İbranilerin kutsal kitapları arkeoloji ve tarih açısından genelde oldukça güvenilir kaynaklar oldukları saptanmıştır Ancak kronolojik kayıtlar daha eski çağlara indikçe güvenilirlişi de aynı oranda azalmaktadır Dünyanın Tevrat’ta belirtildişi gibi 6000 yıl önce yaratılmadığı ve en az dört buçuk milyar yıllık ömrü olduğu artık herkes tarafından biliniyor Oysa, 1654 yılında, Ussher adında bir İrlandalı Başpiskopos, Tevrat’taki verilere dayanarak yaratılışın MÖ 4004 yılında, 26 Ekim sabahı, saat dokuzda başladığını iddia etmişti Bazı metin ve hadislere dayanarak, dünyanın yaratılış süresi olan 6 günü, her günü 1,000 veya 50,000 yıl ile çarpsak yinede alinan netice tatminkar değildir O halde, eski İbrani metinlerinin Kuran’da belirtildişi gibi tahrifata uğradığı kanısına varmak mümkündür Oysa, mecazi açıdan, Kuran’da da belirtildişi gibi, Yaratılışın sürdüşü 6 günün, aslında farklı anlama geldişi, ilerdeki bölümlerde ele alınacaktır “Gün” denildişi zaman belirli bir devreyi (bir siklüsü) tamamlayan bir süre düşünüldüşü ortaya çıor Kutsal kitaplarda (Kuran, ıncil ve Bhagavad Gita) bu bazen 1000 yıl olarak ifade edilmektedir (”Tanrının nezrinde bir gün bin yıl gibidir”), 6 gün için daha farklı yaklaşımlar da söz konusu Bu konuyu kapsamlı olarak “Siklüsler” adlı bölümde ele alınacaşız Aynı şekilde, Atlantoloji açısındanda, Nuh tufanı MÖ 2500 veya 3000 değilde, MÖ 10000 civarında olması mümkündür Bu tarihlerde, büyük olasılıkla, önce açıkladığımız gibi dev bir asteroid’ın yeryüzü ile çarpışması, ya dünyanın yörüngesini güneğe daha yakın getirmişti, veya eksenini değiştirerek yine buzul alanları yaratıp eski buzul alanın erimesine yol açmıştır Böylece, kutuplarda yer değişme iklim değişliklere de yol açması gerekir Kutuplarda buzların altında bulunan ormanları, aksi taktirde nasıl açıklarız İlginçtir ki, gerek Enok’un kitabında gerek Herodotus’ un Mısır rahiplerinden duyduklarında ve nice eski kayıtta böyle bir eksen değişiklişi olduğu açıklanıyor Mısırlı rahiplerin Herodotus’a anlattıklarına göre Güneğ bir zaman batıdan Doğuyormuş be Doğuda batıyormuş ve dünya birkaç kez eksen değiştirmiş Çarpışma yerinin büyük olasılıkla Atlas Okyanusunda, belki de Meksika körfezinde olması okyanusdaki kara parçaları volkanik patlamalar eğlişinde denizin dibine sürükledi Amerika kıtasında incelemeler oranın belirsiz bir geçmişte, büyük bir meteor yağmuruna tutulduşun göstermiştir Aynı şekilde Büyük Okyanusta bir zamanlar böyle bir meteor yağmuruna maruz kalmıştır Gökten gelen felaketin sonucunda Atlantis kıtası batmıştı, bazı dağ tepeleri de okyanus ortasında adalar olarak kalmıştır Bir taraftan kara parçaları çökerken, başka kara parçaları yükselmeye başlamıştı, bunların arasında Ant dağları, Cordilleras dağları, Himalayalar, Pamir dağları ve Kafkas dağlarını sayabiliriz Hayvan sürüleri, doğa örtüleri ve insanlar toplu olarak öldüler insanların uygarlık anıtları yeryüzünden silindi O halde, insan tarihin dünya geçmişi açısından bu kadar kısa bir süre önce başlamasına şaşırmamak gerekir insanlar her şeyi yeniden başlamaları gerekirdi Bu öykünün doğru olmadığını savunanlar, Platon’un belirttişi tarihten çok sonra yazı ve uygarlığın geliştişini belirtiyorlar Ancak mevcut arkeolojik bulgulara dayanarak MÖ 8-9 bin yıl önce Konya yakınlarında Çatalhöyük’te gelişmiş şehircilik olduğunu gösteriyor (10) Yazının nispeten yakın tarihte gelişmesi, onun bir felaket öncesi uygarlıkta bulunmaması anlamına gelmez Yaşlı Mısırlı rahip bilginin yazının unutulması konusunda verdişi açıklamalar bu konuda yeterlidir Arkeolojik buluntular, uygarlık gereçlerini, bilim ve sanatları gittikçe daha geri bir tarihe atıyor Binlerce yıl önceki bu felaketten bir kaç insanın kurtuluŞu, tarih boyunca unutulmayan bir öykünün konusu olmuştur Daha önce belirttiğimiz gibi, bu öykü dünyanın her tarafında korunmaktaydı şüphesiz, bunun sonucu olarak dişer felaketlerde olduğu gibi, bir çok hayvanların nesli tükenmişti Bilimsel bir varsayıma göre, bu devirde (11 bin sene önce) 40 milyon hayvan aniden öldü Nuh peygamberinin bu devirde yaşadığını varsayımına dayanarak onunu bu felakette hazırlıklı olduğu belirtiliyor Gemisinde ailesi ile birlikte hayvan neslinin seçkin çeşitlerini de almış Büyük olasılıkla, o devirde bol çeşitleri olan vahşi ve dev cüsseli hayvanlar yerine evcil hayvanların felaketten kurtulmaları, ve gelecekte insan yararına nesillerini devam etmeleri öngörülmüştü Ayrıca, Kutsal metinlerde açıkca belirtilmedişi halde, tarıma elverişli bitkilerin ve meyve ağaçların filizleri de taşındığını kabul edebiliriz bu konuda bazı belirtiler vardır Ancak, dünyanın her tarafında yaygın olan tufan mitoslara dayanarak, öyle sanıyoruz ki, dünyanın çeşitli yerlerinde başka kurtulanlar da vardı Onlar, “ikinci Adem” olarak değerlendirilen Nuh’tan farklı olarak hazırlıklı değillerdi Kurtulmaları genelde şans eseriydi Bu kurtulanlar arasında Ad soyundan olanlar da vardı, dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan “Adem öncesi” ve tanrı soyundan aşılanmamış, aborijin Irklar da vardı Bu yüzden Nuhoğulları ve Ad’lar Irklarının “saflığını” korumak için türlü yöntemler aldılar, ve tarih boyunca görülen ve çeşitli kutsal kitapta yazılan (aborijin) yerlilerle ilişki yasağı sürdürüldü Ancak, bu uygulanma doğal olarak pek başarılı değildi 1947 yıllında, Ölü Denize yakın Kumran mağrasında bulunan rulo yazıtlar, İbrani kutsal edebiyatın en eski örneklerini oluşturuyor Bulunan bir yazıta göre Haz Nuh farklı bir fizişe sahipti Öyle ki, babası Lamek onun kendi oğlu olduğunu karısı Bartenoı’un yemin ve ısrarlarına rağmen inanmamıştı Haz Nuh’un “Bakıcılar, Kutsal Olanlar veya devler” in soyundan gelmedişini ancak “meleklerden her şeyi öğrenen” büyükbabası Enok (Haz İdris)’a danıştıktan sonra inanmıştı (11) Kumran’da bulunan bu yazıtların Haz İsa’dan yüz sene önce yazıldığı dikkate alınırsa onların değeri anlaşılır Her ne kadar Enok’un kitabı San Augustin tarafından belirtiildıi gibi kadimlişinden dolayı tahrifata uğramışsa da, Kumran yazıtları ile ilginç benzerlikleri vardır Orada Haz Nuh ile ilgili şunları yazılıyor: “Bir süre sonra, oğlum Mathusala, oğlu Lamek için bir eğ aldı O ondan hamile oldu ve bir çoçuk Doğurdu O çocuğun etti kar gibi beyaz ve gül gibi kırmızı ydı, saçları yün gibi beyaz ve uzun, gözleri güzeldi Gözlerini açtığı zaman evi güneğ gibi aydınlat ?… Ve babası Lamek ondan korktu ve koşarak Mathusala’ya gitti ve şöyle konuştu, Ben başka çocuklara benzemeyen bir oğul Doğurdum O insan değil gibi, fakat gökyüzü meleklerinin çocuklarına benziyor O bizden farklı bir yapıda ve hiç bir şekilde bize benzemiyor … Ve Şimdi, babam sana gerçeşi öğrenmek için atamız Enok’a gitmeni yalvarırım, çünkü onun yurdu meleklerledir” (Enok’un kitabı 105/1-6) O halde, eski kayıtlar tufanla silinen eski dünyadan, Nuh ve soyu yeni bir insan prototipi olarak kurtulduşunu belirtiyor Bu soyun eski Kızılderili ademoğulları ve melez dev Irk yerine beyaz Irk olduğu görülmektedir Daha önce belirtimiz gibi, Blavatsky’e göre Atlantisliler dördüncü kök Irka mensuptu, üçüncü kök Irk’ta Lemuryalılar’dı (Mulular), her bir Irk bir felaketle yok olduğu gibi, kurtulanlar, bir sonraki Irkın atalarını oluşturup yeni bir Irk oluşturmuşlar Bizim de beğinci kök Irktan olduğumuz söylenir ve altıncı kök Irk oluşmaktadır Tevrat’ta göre, Nuh’un gemisi Ararat dağında demirlendi Her ne kadar bu bize olasılık dığı gibi gelse, jeolojik kanıtlar o bölgenin bir zaman su altında olduğunu gösteriyor Civarda bol miktarda deniz fosilleri ve tuz kristalleri vardır Van göllünün tuzlu olduğu ve deniz balıkları bulunduğu bilinir Bunun dışında Ararat’ın tepesinde doğru veya yanlış gemi kalıntıları bulunduğu söylenir Zaman zaman, bu parçalar incelenmek üzere indirilmişti (12) Bu konuda ilginç iddialar var, çeşitli belgeler ve fotoğrafları içeren kitaplar yazıldı Keğif heyetlerinin araştırmaları düzenlendi Bu iddiaların gerçek olup olmadığını bilmiyoruz, ancak kutsal kitaplardaki her öykünün arkasında bir gerçek payı vardır Nuh’un üç oğlu Yafes, Ham ve Sam’dan bütün Irkların türedişi inanılır Yafes’ten “beyaz” Irk, Sam’den Araplar ve İbraniler dahil olmak üzere Sami Irkı, ve Ham’dan Kuzey Afrikalılar türedişi yazılır Tevrat’ta bu üç oğlun soylarını ayrıntılı olarak açıklıyor Bu soy isimleri aslında bir çoğu Anadolu’da olmak üzere bir çok kavim ve halkların isimlerinden başka bir şey değildir Bu konuda birinci asırda yazılan Flavius Josephus’un İbraniler tarihi ayrıntılı bilgi veriyor (13) Josephus bu konuda şöyle yazıyor, “Nuh’un oğulları üçtü, tufandan yüz sene önce doğan Sam, Yafes ve Ham, [Tufan'dan sonra] dağlardan vadilere ilk inip ev kuranlardandı Tufanı anımsayarak alçak arazilere inmekten büyük korku duyanları da ikna ederek önderlik yaptılar (1-4-1)” Onlar biliyorlardı ki ya?lı Mısırlı rahibin belirttişi gibi bir tufan olduğu zaman, dağlarda yaşayanlar kurtulur ve vadi ve ovalarda yaşayanlar silinirdi İlginçtir ki, Orta-Amerika kızılderilileri, gelen ilk beyaz adamlara, piramitlerin tufandan korunmak, yükseklere tırmanmak maksadıyla yapıldığını söylemişlerdi Josephus’un tarihi, Tekvin’deki verilere dayanarak Nuhoğulları için şöyle yazıyor: “Nuh’un torunları anısına kurdukları devletlere kendi isimlerini verilmiştir Yafes’in yedi oğullu vardı, onlar ilk başlarda Toros ve Amanus (Klikya) dağlarında yerleğtiler, sonra Asya’ya doğru Tanais nehrine kadar, ve bir kolu Avrupa’da Kadiz [İspanyada Cebelültarık'ın aşızında ve Atlas Okyanus kıyısında bir şehir]‘a kadar yol aldı ve daha önce başkaları bulunmayan ülkelerde yerleğerek, kendi adlarını verdiler Yafes’in oğlu Gomer Grekler’in Galata [Ankara çevresinde bir Kelt Devleti, ayrıca Fransa'da aynı halk Gal'ler] dedikleri fakat o zamanlar onlar Gomerliler olarak bilinirdi Magog, Magogitleri kurdu, onlara Grekler İskitller derlerdi Yavan ve Madai’a gelince, Madai’dan Madianlar geldi Onlara’da Grekler Medes [İranlı bir kavim] derlerdi Oysa, Yavan’dan İyonyalılar ve bütün Yunanlılar gelmiştir Thobel, Thobelitleri kurdu, onlardan da bütün İberler gelir Mosocheniler Mosoch tarafından kuruldu onlara Şimdi Kapadokyalılar (Göreme, Nevşehir) denilir Halen onlarda eski adlarını gösteren Mazaca (Kayseri) şehri vardır Anlayana bu gösterir ki, bütün devlet bir zaman o ismi taşırdı Thiras aynı zamanda hükmettişi halklara Thiraslılar derdi, ancak Grekler onların adlarını Trakyalılar olarak değiştirdiler Yafes’in soyundan ilk yerlileri olan devletleri adedi çoktur Gomer’in üç oğlundan Aschanax, Aschanakslılar gelmişdir, artık onlara Grekler tarafından Rhegin [Güney İtlaya'da]‘ler denilir Aynı şekilde Riphath’da Riphalılar Paphlagonlar [Anadolu'da Karadeniz kıyısında yaşayan bir topluluk] ismi türedi Grekler’in Frigler (Batı Anadolu’da bir devlet) dedikleri Thrugramma’dan türeyen Thrugrammalılar’dı Yavan’ın üç oğullundan Elissa, Eliselilere adını verdi, onlara Şimdi Aioller (Batı Anadulu’da) denir Tharslar’dan Tarsus ismi alındı, ki bu Klikya’nın eski adıydı Bunun belirtisi şöyledir, onların en kayde değer şehirlerin ismi Tarsus’dur bu adda theta yerine Tau harfini değiştirmek suretiyle elde edilmiştir Cethimus, Cethima adasını almıştır, ona Şimdi Kİbrıs denilir Bu nedenle İbraniler adalara ve deniz kıyılara Cethima derler Kİbrıs’ta bir şehir eski adını belirtisi korumuştur, o da Grekler tarafından Citius denilir, fakat yerliler tarafından Cithim denilir…” “Ham’ın çoçukları Suriye, Amanus ve Libanus dağlarına kadar yayıldılar… Chus’tan Habeğliler geldi Halen’de günümüzde onlara kendileri ve başkaları tarafından Kuşit’ler denilir Mestre ismi halen Mısır’da oturanlara Mestre’liler olarak korunmuştur Phut Libya’nın ilk yerlisiydi… Grek coğrafya’cılar oradaki nehrin ve yerin ismi Phut’tan değiştişini kaydetmişlerdir Şimdeki ismini Mesraim’in oğullarından biri olan Lybyos’tan almıştır… Sabas, Sabileri kurmuştur…” “Sam, Nuhu’un üçüncü oğullunun beğ oğullu olmuştur Onlar Fırat nehrinden Hint Okyanusa kadar olan bölge’de yerleğtiler Elam Pers’lerin (İran) atası olan Elamlıları kurdu Ashur Nineve şehrinde oturdu ve halkına Assuriler dedi…Arphaxad, Şimdi Keldani’ler denilen Arphaksadlılar’? kurdu Aram, şimdi Suriyeliler fakat önceden Aramiler denilen topluluğu kurdu Laud, Şimdi Lidyalılar (Batı Anadolu’da) fakat önce’den Lauditler olarak bilinen devleti kurdu Aram’ın dört oğulundan Uz Teachonitis ve Şam’? kurdu…Uz Ermenistan’? kurdu… (1-6)” Josephus bundan sonra Arphaxad’ın soy kütüşün inceleyerek Haz İbrahim’e kadar getiriyor Bilindişi gibi kutsal kitaplara göre, Haz İbrahim’in bir oğullundan İbraniler, dişer oğulundan Araplar türemişti Kayıtlara göre, Atlantisliler Nuh yönetiminde bir dağa yerleğtiler Bu dağ Tekvin’e göre Ararat daşı, Kuran ve Suryani Tekvin’ine göre Cudi daşı ve dişer tradisyonlarda farklı dağlardı Unutmamak gerekir ki olay çok eskidir ve kulaktan ağza geçerken ve yazıtlar kopyalanırken insanlar sürekli bildişi ve onlara yakın olan yerlerin isimlerini yerleğtirmeye yönelirlerdi Atlantis felaketinden dişer kurtulanlar dağlık bölgelerde yerleğtiler Kafkas dağları, Pireneler ve Atlas dağlar onların odaklandığı yerler olduğu kanısındayız Burada yerleğmiş olan Kafkasyalılar, Basklar ve Berberler aynı soydan geldişi anlaşılıyor Ararat dağına yakın olan Kafkas dağları büyük göçlerin başladığı bir yerdir “Beyaz” Irka Batıda kokazik (kafkasyalı) denilmesi oldukça anlamlıdır Ömer Büyükata’nın değerli çalışmaları (14) bu konuyu ayrıntılı bir şekilde aydınlatıyor Ona göre Apas kelimesi ve Yafes (Japhet) ile aynıdır, hatta Bask ve Pelask aynı kelimenin zamanla değişmeye uğramasından kaynaklanıyor Toponymy (bölge ve yer isimleri)’e dayanarak Büyükata bu göç yerleri belirtiyor Pelasklar, Akdenizin Grek öncesi yerlileri idi ve Yunan kültürünü büyük çapta etkilemişlerdi Dünyanın en kadim dillerinden birine sahip olan Basklar, Atlas dağlarında yaşayan Berberler ile akrabalıkları vardır Cohane’e göre Berber, İber kelimesinden kaynaklanıyor(İber-İber) Aynı şekilde, Britanya (ınglitere) ve Breton (Batı Fransa) aynı kelime kökenindendir(Britler), ve çok eski çağlarda megalit (büyük taş,) inşatlar yapan gelişmiş bir İberik akımın kalıntıları ınglitere, Batı Fransa, İrlanda gibi Atlas Okyanus sahili ülkelerde görmek mümkündür (15) Son bulgulara göre bunların sanıldışından daha eski oldukları ortaya çıkmıştır Sekiz senelik bir araştırma sonucu kitabını yazan Cohane, toponomi’e dayanarak dünyayı saran bir kadim kültür kalıntısı konusunda ilginç neticelere varmıştır Birbirinden yakın neticelerine varan Büyükata ve Cohane’nin çalışmaları şaşılacak benzerlikler arz ediyor Ancak, ne yazık ki Batı edebiyatı, Kafkasya konusunu ihmal etmektedir Roma çağında Kafkasya İmparatorluğa bağlı bir eyaletti, adıda aynı İspanya’nın antik adı gibi “İberia”dı Kafkasyalıların eski adı Adigeler’di Başka bir değişle, Ad’lardı Atlas Okyanusun sahilinde yerleğmiş olan Baskların dilleri Orta-Amerika’da Maya diline çok yakın bir benzerlişi vardır Bask efsanelerine göre ataları mağaralarda saklanarak felaketten kurtulmuşlar Baskların eski bir adeti Kızılderili uygarlıklarındaki gibi 20′lerle saymaktı Bu adet halen Fransızların 80 rakamı 4 adet 20 ile dille getirmeleri şeklinde kalmıştır Baskların “jai alai” ismindeki top oyunları Mayaların “pok-a-tok” oyunlarına benzer Kan grupları da dişer Avrupalılardan farklıdır (rh negatif ve AB ve O grubu aşırlıklıdır) Baskların MÖ 10,000 sene Avrupa’yı batıdan istila eden Kro-Magnonların bir kalıntısı oldukları inanılır Kro-Magnonların beyin kapasiteleri (1600cc) bugünkü insanlardan (1400cc) daha büyüktü Bu günkü insanlardan daha iri ve boyludular (182-195 cm) (16) Bu insanların belki en son türleri Kanarya adalarında bir zamanlar yaşayan Guançlardı, soylarını İspanyollar tamamen tüketildi Guançlarda ölülerini mumyalama gibi birçok kadim gelenekleri mevcuttu ve değik fiziksel özelliklere sahip oldukları söylenir Aynı şekilde Peru ve Paskalya adalarında yaşayan “Uru” lar yakın zamanda yerliler tarafından tamamen öldürüldü Bu ada halkları günümüzün insanlarına göre iri ve boyludular Atlas Okyanusun Batı sahilleri Şu anda Keltler adında sonradan gelme halklarla çevrilidir Bunlar İskoçyalılar, İrlandalılar, Galler, Cornwallılar ve Bretonlardır Konuştukları diller Kafkas dillerine benzerlik gösterir Onların binlerce sene evvel Kafkasya’dan göç ettiklerine dair efsaneleri vardır Atlas Okyanusuna geldikleri zaman kendilerine benzeyen İberlerle hemen kaynaşmışlardı Keltlerin izlerini Anadolu’da da bulmak mümkündür, bir zamanlar Ankara yakınlarında bir Galata devleti vardı (17) İskoçların çaldığı tulumun (bagpipes) ve Bretonlar’ın çaldığı biniou’a benzeri müzik aleti, Basklar’da ve Karadeniz sahilinde Kafkas soyundan olan Laz’larda tulum halen çalınır Amerika kıtasından gelen tarım ürünler çoktur Yüzlerce bitki arasında patates, domates, çilek, salatalık gibi ürünler beyaz adam gelmeden evvel Amerika’da, çoğu And dağlarında yetişiyordu Soframıza kurduğumuz sebze ürünlerin yarısı Amerika’ların keğfine borçluyuz Gerçekten Amerikan uygarlıkların sofraları gelen İspanyollara nispeten daha zengin olduğu saptanmıştır Bu ürünlerin birçoşunun vahşi çeşitlerin bulunmaması onların çok kadim çağlardan yetiştirilip geliştirdişini gösterir Avustralya gibi Atlantis İmparatorluğun ağından uzak olan ülkelerde tarımsal ürünlerin yoksunluŞu Darwin’in de dikkatini çekmişti Donnelly’e göre bu ürünlerin kaynaşı Atlantis’ti ve o, bu ürünlerin gelişmesi gerektişi on binlerce yıllık evrimin orada gerçekleştişi kanısında Yeni dünyayı bir kenara bırakıp eski dünyada tarım ürünlerin yayıldığı başka bir bölgede de görüyoruz Edmond de Molin’i aktaran Ömer Büyükata, “Gerçekten; meyve ağaçları, dünyanın bu mümtaz derecede çeşitli meyve türlerine rastlanılmaz … Sicilya’ dan daha mutlu olan Kolkhide (Batı Kafkasya) eski bolluşundan bugün hiçbir şey kaybetmemiştir … Burada en çok göze çarpan şey meyve ağaçları arazisi olmasıdır Hatta Kandül ve başka bitki bilginlerine göre Kolkhide, meyve ağaçların anavatanıdır Onların kanılarına göre elma, armut, erik, kiraz, dut, kiraz badem ağaçları, frenküzümü, bağ, turp ve birçok sebze çeşitleri hep buradan, bu vadilerden etrafa yayılmış bulunduğu gibi, bu ürünler en ilkel ve en çok kendi kendine yetişir bir halde yalnız burada bulunurlar …”(18) Bir varsayıma göre tufandan kurtulan bir gemi, insanoğullunun evcilleğtirdişi hayvanları ve tarım için elverişli bitki ve ağaç türlerini bu bölgeye yakın bir yere taşıdı, bu gemiye Nuh’un gemisi denilirdi Türkçe’nin kızılderili dillerle benzerlikleri bilinir, bu konuda bazı araştırmalar vardır Atlantoloji ve Mu konusu işleyenler arasında ile ilgili özellikle Haluk Cemil Tanju’nun “Orta-Asya Göçlerinde Turunçderililer” (19) ve Kazım Mirıan’ın anlaşılması zor “Akışın Mekaniği, Altı Yarıq Tişin” (20) kitapları ilginçtir Ayrıca Dr Hamit Zübeyir Koşay birkaç yıl Basklar arasında bulunduktan sonra Türkçe ve Baskça arasında bir bağ kurmuştur (21) Diller kısa sürelerde büyük değişikliklere uğradığı için binlerce sene evvelki durumu için bir şey söylemek zor Norveç’li Thor Heyerdahl yaptığı araştırmalarında haklı bir ün kazanmıştır “Kon-Tiki” (22), “Aku Aku” ve “Polenesya’ya Deniz Yolları” adlı eserlerinde anlatılan, Peru’dan Paskalya adalarına ilkel bir deniz salında yaptığı yolculukta, eskiden böyle bir yolculuşun olasılığını kanıtlamıştı Onun gerek arkeolojik, dilbilimi ve mitolojik araştırmaları eski çağlarda beyaz adam anlamına gelen “Urukehu” adında bir halkın Peru uygarlığını yaratıklarını, ancak melezler ve oranın yerlileri tarafından kovulduktan veya bilinmeyen bir sebepten dolayı göç ettiklerinde, Paskalya adalarına yerleğtiklerini belirtmişti Urukehular sonradan Paskalya ve Hawaii adalarında aynı akibete uğradıktan sonra nesli yok olmuştu Yeni Zelanda da aynı şekilde Urewera ülkesinin dağlarında bir zamanlar Turehu adında beyaz bir Irk varmış Bu Irklar And dağlarında Titicaca gölü civarında yaşayan ve muhtemelen Uruguay’a ismini veren “Uru”larla aynı oldukları inanılyor Heyerdahl’a göre Urukehuların boyları iki metre civarlarında olup, genelde kızıl saçlı ve bazen sarışındılar Gerek Peru’da gerek de Paskalya adasında yapılan mezar kazıları bu tezleri doğrulayan cesetler bulundu Ayrıca Paskalya adasındaki dev heykellerin kafa üstleri kırmızı ya boyanıyordu Paskalaya adalarında on yedinci asırda çıkan bir ayaklanmada yerliler “uzun kulaklılar” denilen bu halkı yok ettiler Kurtulan tek bir “uzun kulaklı” soyunu sürdü, ve Thor Hyderdahl bazıları kızıl saçlı olan ve önceden Avrupalı sandığı torunları ile geçirdişi ilginç anıları kitaplarında aktarmıştır Bu kavimin adı kulaklarını uzatmak için uyguladıkları bir deformasyon yönteminden ileri geliyordu ve uzun kulak kültü, Uzak DoŞu’da, özellikle Kamboçya’daki esrarengiz Anghor medeniyetine Buda heykellerinde görülmektedir Paskalya adalarında bulunan yazıt örneklerindeki harf karakterleri Sümer yazıtları ile hemen hemen aynı oldukları gözetilmiştir Bu çok ilginç bir olaydır, arkeologlar her zaman ki gibi açıklayamadıkları olaylar karşısında sessizliklerini korumaktadırlar Ergenekon efsanesine göre ilk Türkler demirciydi Sarp dağlarla çevrili bir arazide bulunuyorlardı Dağları eriterek ve delerek bu doğal hapisten kurtulmuşlardı, ki bu yüksek bir teknoloji anımsatıyor Çin kayıtlarına göre eski Göktürkler (Tükmenler) genelde kızıl kestane saçlı ve bazen sarışındı, gözleri yeğil veya maviydi İran’daki Türkmenlerde de aynı şey söz konusu Kullandıkları runik görünüşlü alfabe de düşündürücüdür Yine de, bu konuda demode ve şoven Irkçı tezleri yeniden hortlatmak amacınca değiliz, bu görüİlerimize tamamen ters düşer Dişer topluluklar gibi Türkler çok karşımıştır, özellikle Anadolu ve Trakya Türkleri Günümüzün insanı her yerde melezdir, ancak kadim çağlarda insanlar bu denli karşımamışlardı Türk adının kökeni Urukehu veya Turehularla bir olabilir miş James Bailey’nin araştırmalarına göre dünyanın muhtelif yerlerinde demir mağaraları bulunur Karbon 14 testlere göre Güney Afrika’da bir mağara MÖ 41250 senesinde işleniyordu Bailey’e göre binlerce yıl önce Tunç çaşı denizci madencilik firmaları dünya’nın çeşitli yerlerinde demir ve başka madenler için kazı yapıyorlardı ve mağara duvarlarında “şirketlerinin logolarını” bıraorlardı Bunların arasında gamalı haç (svastika), haç, güneğ sembolü, çifte balta, helezon ve paralel iki dalga en yaygın olanlar arasındaydı Türklerin ilk ataları Ural-Altay dağlarında kadim ve kayıp uygarlığın madencilik kolonisi olabilir miş Felaket geldişinde ondan kurtulanlar arasında olup, yeni yurtları Orta Asya’da yayılmış olabilirler miş Yoksa, Yafes oğullarının bir kolları mI idilerı Tanrıçaları “Turan” olan ve Troya’dan (Truva, Tür-va ?) Etrurya’ya (İtlaya/Tyrhenia) göç ettikleri söylenen ve şehirleri Tarkon tarafından kurulan Etrüskler (E-türk ?) ve ile bir başlantıları var mıydı? Bir denizci halkı olan Etrüsklerin Anadolu’dan geldiklerini ve Lidya’dan giden bir koloni oldukları Herodotus tarafından kaydedildişi halde, günümüzde bu ihtiyatla karşılanır Her ne kadar Lidyalıların baştanrıları Tarku adına taşıyorsa, Halikarnaslı Diyonysos iki toplumun arasındaki farkları işaret etmişti Heykel ve resimlerindeki çekik gözlü moğul-kokazoid figürler, at, lavaş ve güreğ motifleri bir Türk köken tezine yol açmıştı, ancak bunu kanıtlayacak ciddi delil olmadığı gibi, dilleri de henüz çözülememiştir Ayrıca Türklerin kökeni en az Etrüsklerin kökeni kadar çözülmemiştir Elli yıl önceye kadar, Batı’da Türklere belirli bir hüviyet tanınIrken ve Sümeroloji ile ilgili kitapların çoşunda Sümerlerin Turan asıllı olduğunu yazarken, günümüzde Türklerin adeta kökleri olmadığı yolundaki görüİler yaygındır Ancak, bundan alınmamak gerekir, çünkü varsayımcılığa karşı olan bu akım, dişer toplumları da aynı işleme tabi tutuyor Bir iddiaya göre Lidyalıların bir kolu İtalyaya giderken, dişer bir kolu Klikya’ya (Güney DoŞu Anadolu) giderek Toroslara ve Tarsus şehrine adlarını vermişler, onlara Trakheiotlar denilirdi ve adları Trakyalılara benzerlik arz eder Dişer bir kolu da İspanya’ya giderek Tartessus (Eski Ahit’te Tarıiş) ismini vermiş, ancak Tartessus’un çok eski olduğu, kökenleri taş devrine uzandığı anlaşılıyor Her ne kadar İtalya’da Turin ve Torino gibi bir sürü ilginç şehir isimi varsa ve Roma ve Romulus efsanesi, Asena efsanesine şaşılacak benzerlişi varsa Tabii ki, şüpheli bir yöntem olan toponymy’e (yer isimleri) dayanarak ve şoven duygulara kapılarak böyle bir sonuca varmak, bu konuda spekülatif bir varsayımı ileri sürmekten öteye gitmez Daha somut sonuçlara varmak uzmanların işidir Ama bazı ilginç başlantılara işaret etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz Örneğin, İsviçre’de Zurih kentinin eski adı Turikon idi ve civarında ona benzer yer adları da varmış Donelly şöyle yazıyor “Strabo (MÖ 63 – MS 21) Turduli ve Turdetaniler konusunda şöyle diyor “Bütün İberler arasında en bilgili bunlardır; onlar yazı sanatı kullanıyorlar; eski tarih anılarını kaydeden kitapları var, ayrıca altı bin senelik bir geçmişleri olduğunu iddia ettikleri şiir ve şiir olarak yazılmış kanunları var” Ayrıca, eski Mısır kayıtlarına göre, Anadolu sahil halkları denizciydi ve korsanlık yaparlardı Onlara Tukrianlar denilirdi Altı topluluşun birlişinden oluşmuş bu halklar Ramses III ile savaşmışlardı ve aralarında Tokhariler ve Thekerler de vardı Onlarla Lübnan’ın kadim ve esrarengiz şehri Tyre ile başlantı kuranlar var Gerek Tyre, gerekse de Tartessus denizcilerin barındığı liman şehirleriydi Sahara Çölünde yaşayan Tuaregler de Atlantis ile başlantıları olduğu varsayılmıştır Peter Kolosimo “Timeless Earth” kitabında şöyle yazıyor “Comte de Charencey (1832-1916) `Histoire légendaire de la Nouvelle-Espagne’adlı kitabında “Berber, Tamaçek (Tuareglerin dili), Euzkara (Baskların dili) ve kadim Gal dilinde bazı sözler kesinlikle Kuzey ve Güney Amerikadaki Kızılderili dillerine akrabalığı vardır” (23) Vahşi çöl hayatına dönüşmüş, kendine özgü katı kuralları olan ve pek konuşmayan Tuargeler’in çok eski Finike kökenli yazıları ve alfabeleri vardır Erkeklerin yüzlerini örttüşü ve asillerin daima mavi giydikleri bu toplum, bir zamanlar çölün hakimleriydi Bir zamanlar Sahara Çölünde büyük bir göl vardı, Libya’da çok eski, esrarengiz şehir kalıntılarının duvar resimleri o zamanın zengin bitki örtüsüne ve hayvan çeşitlerine şahittir Tevrat’ta göre Kral Nemrud, Babil kulesini inşa etmesinden önce insanlar tek bir dil konuşurmuş ancak onun yıkımı ile birden herkes farklı bir dilde konuşmaya başlamış ve birbirini anlamamaya başlamıştır Batıda konuŞulan diller genelde üç büyük gruba ayrılır: Hint-Avrupalı diller grubu, Sami diller grubu ve Ural-Altay / Finno-Ugarik, Turan diller grubu Bazı dil bilimciler (diffusionist) bütün dillerin ortak bir dilden geldişi kanısındalar, ancak bu tez halen tartışmalı olmakla beraber pek raİbet görmez Kaynakça (1) Muhyiddin-i Arabi’nin Fütuhat’? Mekkiye adında eseri Türkçe’ye çevrilmedi Selahaddin Alpay’ın bu isimde 430 sayfalık eseri, yazarın belirttişi gibi, aslında bir kısaltmadır Bu eseri aslı onun gibi birkaç cilt tutar Verdişimiz bu metin Fusuus’l-Hikem (İbnu’l-Arabi’nin) Tercüme ve şerhi, Ahmed Avni Konuk, Cilt I, sayfa 159-160, (Dergah Yayınları, İstanbul,1987) bulunmaktadır ve sadeleğmiş bir Türkçe ile aktarılmıştır (2) Türk Dilinin Etimolojik Sözlüşü, ?smet Zeki Eyuboğlu, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1988
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|