Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
avrupa, hun, imparatorluğu

Avrupa Hun İmparatorluğu

Eski 05-04-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Avrupa Hun İmparatorluğu



Avrupa Hun İmparatorluğu





K imlikleri hakkında, 200 yıldan beri türlü tahminler yürütülen ve bazı bilginler tarafından Moğol (K Shiratory, Asya Hunlarını Moğol saydığı için), Türk-Moğol karışımı (P Pelliot, R Grousset), Türk-Moğol-Mançu karışımı (L Cahun vb), Fin-Ugor (Klaproth, K F Neumann vb) oldukları veya doğrudan doğruya Slav menşeinden geldikleri (Venelin, îlovayski, Zabelin, înostrantsev), yahut Germen soyuna mensup bulundukları (Müllen-hoff, A Fick, R Much, J Hoops), veya Kafkas kavimlerinden bir kol teşkil ettikleri (LJeliç, Gy Meszaros) ileri sürülen Batı Hunlarının, Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır Bu hususta birçok tarihî, coğrafî, linguistik ve kültürel deliller gösterilmiştir:


Coğrafyacı Strabon (ölm 25) Hunların Grek-Baktria krallığının doğusunda olduklarını söylerken, tarihçi Plinius (ölm 125) adı geçen krallığın Hunlar tarafından yıkıldığını kaydeder ki, bu Hunlar'ı Çin kaynakları Hiung-nu olarak tanıtmıştır Orosius (1 asrın sonları) ve Ptolemaios (MÖ 160-170) haritalarında, "Hun"ların oturdukları bölgeler Çin kaynaklarında Hiung-nuların toprakları olarak belirtilmiştir Batı Hunlarının Asya Hunlarından geldikleri hakkında kuvvetli bir delil de Fr Hirth tarafından ortaya konmuştur Buna göre, 355-365 yıllarında Alan ülkesinin (Hazar-Aral arası) istila edilmesi münasebeti ile Çin kaynakları (Wei-shu) bu memleketin Hiung-nular tarafından zapt olunduğunu kaydederken, o devir Latin yazan A Marcellinus (4 asır sonu) fethin Hunlar tarafından yapıldığını belirtmiştir Aynı hadise üzerinde birbirini doğrulayan bir Uzak-doğu ve bir Batı kaynağının tespit ettiği Hiung-nu=Hun aynîliği, Çin'de, Hun başbuğu Liu Yüan sülalesi (304-329) tarafından Lo-Yang'ın zaptında (311) esir düşen Sogdlu tacirlerden bahseden, Çin Tabgaç hüküm-darı Kao-çung (452-465)'a yazılmış Sogd dilinde bir metin ile de ayrıca teyid edilmektedir

Geniş Hun imparatorluğu topraklarında başta Gotça olmak üzere çeşitli Germen lehçeleri, İslav, İranî ve Fin-Ugor dilleri, Latince ve Grekçe konuşulmakta idi Kaynaklarımızda Hunlardan kalma dil yadigârlarından bir kısmının bu yabancı dillere ait olması tabiî görülebileceği gibi, hatta Hun hükümdar ailesinden veya yakın akrabalarından bazılarının adlarının bilhassa Gotlarla çok sıkı münasebet dolayısıyla Gotça'dan gelmiş olması da mümkündür Fakat hükümdar sülalesinin soyca Türk olduğunda ve Hun kütlesinin Türkçe konuştuğunda şüphe yoktur Hükümdar ailesinde tespit edilen adlar şöyledir: Karaton (kara don = siyah renkte elbise Veya Ka-ra-tun /güçlü soy/: , Muncuk (boncuk, aynı zamanda "bayrak" manasında, Attila'nın babası), Attila, İlek, Dengizik (=dengiz = deniz'den), İrnek (Attila'nın üç oğlu), Aybars, Oktar (Attila'nın amcaları), Arıkan (Arıghan)


Tanınmış kimseler: Basık, Kursık,Atakam, Eşkam Topluluk: Akatir, Şar (Sarı = ak) - Ogur Ayrıca, kımız Hatta Dura-Europos (Fırat nehrinin orta mecraında Suriye-Irak sınırına yakın yerde buluntu yeri)'da ele geçen M 3 yüzyıl ortalarından kalma Parth ve Parsî dilindeki kitabede Güney Kafkasya'daki Hunların Erk Kapgan, Topçak, Tarkan-beg, Kubrat, Kurtak gibi Türkçe adlar taşıdıkları ileri sürülmekte ve Batı Hun hükümdar ailesinin Asya tanhularından indiklerini tespit bile mümkün görülmektedir


Hunlar 4 asrın ortalarında Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374'de İtil (Volga) kıyılarında göründüler O tarihlerde Karadeniz kuzeyindeki düzlükler bir Germen kavmi olan Got'ların işgali altında idi Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Gotları (Ostrogot), onun batısında Batı Gotları (Vizigot) bulunuyordu Daha batıda Transilvanya ve Galiçya'da Gepid'ler, bugünkü Macaristan'da Tisza nehri havalisinde Vandallar vardı Bu dört Germen kavmi dışında aynı bölgede İranlı ve Slav kütleler, daha başka küçük Germen toplulukları da yaşıyordu Hun başbuğu Balamir (veya Balamber)'in idaresindeki büyük taarruz önce Doğu Gotlarına çarptı ve bu devleti yıktı (374), kral Ermanarikh intihar etti Yerine geçen Hunimund, Hunlar tarafından "tayin" edilmişti


"Hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve geliş-miş bir süvari taktiği ile" devam eden Hun taarruzunun Dinyeper kenarında vurduğu ağır darbe Batı Gotlarını da çökertti ve kral Atanarikh, kalabalık Vizigot kütleleri ile batıya doğru kaçtı (375) Böylece Hun askerî gücünün harekete geçirdiği ve çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak, topraklarından çıkararak, Roma imparatorluğunun kuzey eyaletlerini alt-üst ederek ta İspanya'ya kadar uzanmak suretiyle Avrupa'nın etnik çehresini değiştiren tarihî "Kavimler Göçü" başlamış oldu


Anî ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik mahallerde görünen Hun akıncı müfrezelerinin Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında korkunç akisler yaratmış, Hunlar aleyhine, çoğu Latin ve Grek kaynaklarında kayıtlı, inanılmaz rivayet ve hikayelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep olmuştur Hunlar, Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan teşkil ettikleri yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna'yı geçtiler ve Romalılardan mukavemet görmeksizin Trakya'ya kadar ilerlediler Ancak Roma topraklarında görünen bu kuvvetler keşif vazifesini yapan öncülerdi Nitekim aynı tarihlerde bugünkü Macaristan ovalarına kadar akınlar tertiplenmişti

Hunlardan korkan, bugünkü Avusturya arazisindeki Markomanlarla Kuadlar Roma topraklarına geçmeye hazırlanırken, İran asıllı Sarmatlar sınırları ("limes") aşıp Roma imparatorluğu'na giriyor, önce Transilvanya'da duraklamış olan Batı Gotları da Roma hudutlarını geçiyorlardı (381) Diğer taraftan bir kısım Germen menşeli kütlelerle İranlı Baştarnalar Pan-nonia (Batı Macaristan)'dan Alplere doğru sarkarak İtalya'yı tehdide başlamışlardı

Hunlar, Roma İmparatoru Theodosios I'in ölüm yılı olan 395'te yeniden harekete geçtiler Bu hareket iki cepheli idi: Hunlardan bir kısım Balkanlar'dan Trakya'ya ilerlerken, daha büyük sayıda diğer bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yöneltilmişti Hun devletinin Don nehri havalisindeki "doğu kanadı" tarafından tertiplenen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi Romalıları olduğu kadar Sasanî imparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)'ye ve Kilikia (Çukurova)'ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve Antakya'yı bir müddet kuşattıktan sonra, Suriye'ye inerek Tyros (Sür)'u baskı altına almışlar,

oradan Kudüs'e yönelmişlerdi Çok süratli cereyan eden bu harekâttan korkuya kapıldıkları için Hunlara dair acaip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, akıncılar sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu'ya, Kappadokia, Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)'ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler (395-396) Bu, Türkler'in Anadolu'da, tarihî kayıtlarla sabit ilk görünüşleri olmalıdır 398'de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma'nın genç imparatoru Arkadius hiçbir ciddî tedbir alamamıştı

Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız kumandasında iyice hissedildi Balamır'ın oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attila'nın son yıllarına kadar takip edilecek Hun dış siyasetinin esaslarını tespit etmişti ki, buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile iyi münasebetler devam ettirilecekti Çünkü Bizans'ın Hun nüfuzuna alınması ilk hedefi teşkil ediyor, buna karşılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek huzursuzluk çıkaran "barbar" kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanları oldukları için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu Nitekim Uldız'ın Tuna'da görünmesi ile Kavimler Göçü'nün 2 büyük dalgası başlamış,

Asding Vandalları, Hunlardan kaçan Vizigotlar İtalya'da görünmüşlerdi Alarikh'in idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı kumandan Stilikho tarafından güçlükle önlendi (Nisan 402) Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandal'ları, Sueb'leri, Kuad'ları, Burgond'ları, Sakson'ları, Alaman'ları vb kendi demir yumruğu altında birleştirmiş olarak Roma üzerine atılan Radagais idi İtalya'da müthiş tahribat yapıyor, Roma'yı yeryüzünden kaldıracağını ilan ediyordu Stilikho'nun bile Pavia savaşında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında mağlup oldu Büyük Feasu-lae (= Fiesole, Floransa'nın güneyinde) muharebesinde bizzat Uldız'ın kumanda ettiği, Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu tarafından mağlup edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406) Bu zaferi ile Uldız Roma'yı kurtarmış olduO aynı zamanda Hun kudretinden bir kere daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb kütlelerini Ren nehri ötesine, Galya'ya gitmeğe zorlamakla, Hunların batıya yönelik yolları üzerindeki engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan hazırlamıştı

Sınırları Asya'da Aral gölünün doğusuna kadar uzandığı anlaşılan Hun imparatorluğunun "batı kanadı" kralı (= elig) olduğu tahmin edilen Uldız 404-405 yıllarında ve bilhassa 409 yılında Tuna'yı geçerek, nehrin güneyinde bazı köprü başlarını tutmak suretiyle Bizans'a Hun tehdidinin eksilmediğini göstermiş ve Grek kaynaklarına göre (Sozomenos, Codex Theodosianos vb), kendisi ile barış müzakeresi için gönderilen Trakya umumî valisi (magister militum)'ne "Güneş'in battığı yere kadar her yeri zaptedebilirim" diyerek meydan okumuştu Uldız'ın ölümü (410 sıraları)'nden sonra Hun imparatorluğunun başında Karaton bulunuyordu Bunun hakkında bildiğimiz sadece 412 yılında Bizans elçisi Olympiodoros'un onun yanına gitmiş olduğudur Karaton daha çok doğu işleri ile uğraşmış görünmektedir 422'ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden o kanattaki meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir

422 yılı Avrupa (Batı) Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir Bu sene-de Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) biri olan Rua, imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Attila'nın babası) erken öldüğü için, diğer iki kardeş "kanat elig'leri" durumunda bulunuyorlardı Siyasette Uldız'ın izinde yürüyen Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tabi kavimleri Hun'lardan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesini ve propagandacıları ileri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), mukavemet göstermeyen Bizans'ı yıllık vergiye bağladı:

350 libre altın (25,200 solidus) İmparator Theodosios II (408-450)'nin, 423'te henüz 4 yaşında iken Batı Roma imparatoru ilan edilen Valentinianus III karçısında Roma'ya sa-hip olmak iddiası ile İtalya'ya ordu ve donanma sevk etmesi Batı Roma'yı Hunlara daha çok yaklaştırdı Roma Senatosu'nun da küçük imparatorun yerine 1 "Notarius" (devlet baş müsteşarı) Johannes'i seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade F Aetius (Aesius), yardım sağlamak için Rua'nın yanına geldi Hun imparatoru 60 bin süvari başında İtalya'ya yöneldi Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans'tan ağırca bir harp tazminatı alındı İleride Attila ile hesaplaşacak olan Aetius gençlik çağının Roma tahtı içlerine karışmaktan doğan buhranlı anlarını Hun yardımı ile atlatmış, "magister militum" iken "konsül"lüğe yükseldiği 432 yılında Afrika'da Vandal kralı Geiserikh ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua'ya sığınmak suretiyle kurtarmış, imparator Valentinianus'un annesi Placidia da Hun kuvvetlerinin İtalya'ya yönelmesi üzerine Aetius ile uzlaşmağa mecbur olmuştu

Bütün bunlar Rua'nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma'nın iç ve dış siyasetlerine yön verdiğini göstermekte idi Artık Hunlara tabi "barbar" kavimlerin Roma'ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis konusu değildi Ancak, Bizans tarihçisi Priskos'un ifadesi ile "Rua'dan barışı yılda 350 libre altınla satın almış olan Theodosios II" yine de, Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmaktan geri kalmıyordu Bu sebeple Rua o zamana kadar mutad olan, Bizanslıların Hun imparatorluğundaki yabancılardan ücretli asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti

Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest dolaşamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile Atakam'ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi Theodosios II süratle antlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik heyetini Hun başkentine göndermeğe karar verdi Fakat o sırada Rua öldü (434 bahan) Bizans kudretli bir düşmandan kurtulduğu için seviniyor, piskopos Proculos, vaazlarında Tanrı'nın, dindar împarator Theodosios'un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığını söylüyordu Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik heyeti Rua'yı da gölgede bırakan bir başbuğ ile karşılaştı: Attila (Etil)


Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti Memleketi büyük kardeşi Bleda (sonraları Macarlar tarafından Buda diye anılmıştır) ile birlikte devralmışlardı

Fakat kaynaklarda açıklandığına göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Buda, ikinci planda kalarak, devleti ciddî bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıştı Ordu ve dış ilişkilerin düzenlenmesi Attila'nın elinde idi Amcaları Aybars (doğu kanadı elig'i) ve Oktar (batı kanadı elig'i), Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı Aralarında iddia edildiği gibi bir rekabet bahis konusu olmadıktan başka, Bleda da "iktidar hırsı ile yanan" Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi Attila'nın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl Hun imparatorluğunun idaresine katılan Bleda 445'te eceli ile ölmüştür

434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Bizans Margos (bugünkü Dubravica) kalesinin tam karşısında -Tuna'nın kuzey kıyısında- bulunan Konstantia surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan temsilcilerine, taleplerini, barış şartları olarak yazdırdı Konstantia Barışı (veya Margos Barışı) diye anılan bu antlaşmanın başlıca maddelerine göre, Bizans bundan böyle Hunlara bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlardan kaçanlara esir alınmış Bizans teb'ası dahil sığınma hakkı tanımayacak, Bizans elinde bulunanlar iade edilecek (Grek asıllı olanlar için fidye verilebilecek), ticarî münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans'ın ödemeyi taahhüt ettiği yıllık vergi iki katına (700 libre altın veya 50, 400 solidus) çıkarılacaktı


Theodosios II'nin aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak, Hunlara iade edilen kaçakları Attila, daha Bizans ülkesi içinde, Trakya'da Karsus (Bulgaristan'da Hirsovo) kalesinde astırdı Bu durum Hunlar arasında olduğu kadar Bizans'ta, Roma'da ve diğer kavimler arasında Attila adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti Bundan sonra Attila, imparatorluğun doğu bölgelerinde, at üzerinde, aylarca süren bir teftiş gezisi yaparak, İtil (Volga) kıyılarındaki Şaragur (Ak-Ogur)'ların ayaklanma teşebbüsünü bastırdı (435) Batı kanadının ağırlık merkezi Tuna etrafında, doğu kanadının ağırlık merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu tarihlerde Hun imparatorluğunda, kaynaklardan (Priskos, Jordanes, P Diaconus, J Honorius vb) takip edilebildiği kadar, başlıca şu topluluklar yer almışlardı:

a Germenler (doğudan batıya): Doğu Got, Gepid, Turciling, Sueb, Markoman, Kuad, Herul, Rugi, Skir

b İslavlar (Orta ve Batı Rusya'da): Veneda, Ant, Sklaven

c İranlılar (Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar, dağınık halde): Alan, Sarmat, Baştarna, Neur, Roxolan

d Fin-Ugorlar (Ural'dan Baltık'a kadar): Çeremis, Mordvin, Merya, Veşi, Çud, Est, Vidivari

e Türkler: İmparatorluğun her tarafına yayılmış olarak Hunlar, Karadeniz kuzeyi düzlüklerinde Volga'ya kadar Beş-ogur, Altı-ogur, On-ogur, Şaragur, Azak'ın batısında Akatir Volga'nın doğusunda Sabar ve başka Türk kütlelerdi

Sayıları 45'e varan ve çeşitli dil ve soydan olan bu kavimler yalnız siyasî yönden bir birlik teşkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri ve kralları vasıtası ile devlete bağlı bulunmakta idiler Hun imparatorluğu dahilinde sükûnet vardı 442 yılında, Hun devlet meclisi başkanı ve başbakan olan Onegesios ile Attila'nın büyük oğlıı İlek idaresindeki Hun orduları tarafından bastırılan Akatir isyanı dışında bu sükûnet bozulmamıştı Halbuki Roma imparatorluğunda, Kavimler Göçü dolayısıyla hareket halinde olan kavimlerin geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapmaları, yerli halkın mahsulatını zorla ellerinden almaları vb yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü (Bagaudlar) isyanları, nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma, Aetius vasıtası ile bir kere daha Hunlara müracaat zorunda kalmıştı îki yıl kadar süren müdahale sonunda, Attila'nın gönderdiği Hun müfrezelerinin yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldırıldı ise de bu defa da, Kral Gundikar idaresinde bugünkü Belçika bölgesine saldıran


Burgondlarla savaşmağa mecbur olundu Bilhassa Necker nehri boyunca cereyan eden muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı elig'i Oktar kumanda ediyordu ki, rivayete göre, Kral Gundikar dahil 20 bin Burgond'un öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanların meşhur "Nibelungen" destanlarına konu teşkil etmiştir Bütün "Germania"nın Hunlar tarafından zaptını tamamlayan bu savaşlar neticesinde, 436'yı takip eden yıllarda, şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Burgondlar, Bayavurlar, Yuthanglar, aşağı Ren sahasındaki Franklar, Türingler, Longobardlar, Hun hakimiyetinin "Okyanus adaları"na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılanna ulaştığı, hadiselere çağdaş tarihçi Priskos tarafından bildirilmiştir

440'dan itibaren Attila Bizans'a karşı baskıyı artırdı Çünkü Theodosios II, Konstantia antlaşmasının hükümlerine aykırı olarak, Hunlardan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu Mesela Got menşeli Arnegisclus'u "general" rütbesi ile Trakya'da Hun sınırında vazifelendirmişti Müşterek pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları aldatıyorlardı Margos piskoposu, Konstantia civarında, kıymetli madenlerden yapılmış silahlan ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin mezarlarını soymuş bu davranış Hunları infiale sevk etmişti Nihayet Bizans, yukarıda geçen Akatirler isyanında tahrikçi rol oynamıştı Diğer taraftan Kuzey Afrika Vandal kralı Geiserikh,


Akdeniz'deki harekatını engelleyen Bizans'a karşı Attila'dan yardım istemişti Bu sebeplerle Attila'nın idaresinde olarak, Margos'un zaptı ile başlayan 1 Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya'ya doğru gelişirken, Batı Roma'nın aracılığı neticesinde hızını kesti Roma orduları başkumandanı Aetius, bundan böyle Theodosios'un antlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu Karpilio'yu, Hun sarayına rehine olarak göndermişti Bu sefer sonunda Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırılmış, Balkanlar'da Hunlara karşı durabilecek mukavemet yuvaları kaldırılmıştı


445'te Bleda'nın ölümü üzerine tek başına Hun imparatoru olan Attila, iktidarının şahikasına yükselmekte idi Batı Asya ile Orta Avrupa'ya hakimdi Her iki Roma'nın durumları meydanda idi Attila'ya karşı koyabilecek bir kuvvetin kalmayışı, bir psikolojik belirti olarak, "savaş tanrısı Ares'ın kılıcını Attila'nın ellerine verdi Priskos'a göre, uzun zamandan beri kayıp olan bu kutlu kılıç bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila'ya getirilmişti Artık dünyanın fethi yakındı, zira Ares'in kılıcı vasıtası ile yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından Attila'ya tevdi edildiğine inanılıyordu

Bu duruma ilaveten Bizans'ın kaçakları geri vermekten çekinmesi, yıllık vergiyi ödemede isteksizliği 2 Balkan seferinin açılmasına sebep oldu (447) Attila'nın idaresi altında birkaç noktadan Tuna'yı geçen Hun ordusu, iki koldan ilerleyerek kaleleri, Sardika (Sofya), Philippopolis (Filibe), Marki-anopolis (Preslav), Arkadiopolis (Lüleburgaz) müstahkem mevkî ve şehirlerini zapt ede ede ve Tesalya'da Termopil'e kadar geniş bir daire çizdikten sonra, Bizans başkentini kuşatmak üzere Athyra (Büyük Çekmece)'ya ulaştı Orada, barış yapmak için Theodosios'un sür’atle gönderdiği magister ve patricius Anatolios, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı (Anatolios Barışı) Buna göre, Tuna'nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, buralardaki pazarlar yerine, artık bir Hun sınır şehri haline gelen Naissus (Niş)'da ortak pazar kurulacak ,Bizans, harp tazminatı olarak 6000 libre altın ödeyecekti Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın veya yaklaşık 150000 solidus) çıkarılmıştı

Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi Her sene bu kadar altın tedarik edilmesi imparatorluğun takatini aşıyordu Şaşırdığı anlaşılan Theodosios, sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyesi ile, garip bir kurtuluş yolu buldu: Bir suikast ile Attila'yı ortadan kaldırmayı planladı Başında Edekon (umumiyetle kabul edildiğine göre, Skir Germenlerinin şefi Fakat A Vambery'ye göre Türk Adın aslı Edikkün) ve Orestes (Pannonia'lı bir Romalı)'in bulunduğu Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila'nın devlet merkezine, yani Orta Macaristan'a doğru yola çıkan, tanınmış hukuk bilgini Maximinos başkanlığındaki heyette, seyahat notları, başta Attila ve çağı olmak iizere 5 asır Avrupa Türk tarihini ayrıntılı şekilde öğrenmemize yardım eden katip Priskos da dahil bulunuyordu Suikastı gerçekleştirmekle vazifeli Bigila'nın da katıldığı heyet 448 yılı yazında Hun başkentine (yeri belirlenememiştir) geldiğinde, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı alenî sorguda Bigila'ya maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi Bizanslıların hiçbirine dokunmadı, fakat Theodosios'a hitaben yazdığı şu mesajı hususî elçi ile imparatora yolladı: "Theodosios, Attila gibi, asîl bir bahanın oğludıır Attila, babası Mııncuk'tan aldığı asaleti muhafaza etmiş, fakat Theodosios Attila'nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna düşmüştür

Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisi olan Attila'nın canına kıymak istemiştir Attila'yı teskin etmek üzere Bizans' tan, derhal, yukarıda adı geçen Anatolios ile magister ve kançılar Nomos başkanlığında ikinci bir heyet yola çıkarıldı Bu elçiler Hun başkentinde Attila'yı, tahminler hilafına, sakin ve yumuşak buldular Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi: İmparator Theodosios'un şahsında Bizans'ı tamamen kendi iradesine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma'ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu Batı Roma'ya esasen son mühim askerî destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra yardımlar tedricen kesilmişti Batı Roma, Hun devletine yıllık vergisini muntazaman ödemekle beraber gelişen yeni durumun farkında olan başkumandan Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi:


"Barbar"larla münasebetlerini düzeltmiş, onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk uslünde, çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar'a bağlı bazı kavimlerle gizli temaslar aramağa başlamıştı Buna karşılık Attila da 443 yıllarında tekrar alevlenen ve Galya'dan İspanya'ya da sıçrayan köylü isyanları ile yakından ilgileniyor, Roma'ya karşı Vandallarla işbirliği imkânlarını araştırıyordu O da, şüphesiz, Roma imparatorluğu ve "barbar"lardan meydana gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve nezaketini takdir etmekte idi

448'lerden itibaren iki yıl kadar süren Hun siyasî ve askerî hazırlığı tamamlanınca, Attila ilk diplomatik taarruzunu Roma'ya yöneltti împarator Valentinianus III'ün kızkardeşi olup, vaktiyle, evlenmek arzusu ile Attila'ya nişan yüzüğü gönderen ve 425'ten beri imparator hukukunu haiz olduğunu belirlemek üzere "Augusta" unvanı ile anılan, delişmen tabiatlı Honoria'yı zevceliğe kabul ettiğini bildiren Attila, çeyiz olarak imparatorluğun Honoria'nın hissesine düşen yarısını veya "Augusta"nın kocası sıfatı ile Roma imparatorluğunun idaresine iştirak hakkını istediÖnce oyalama yolunu tutan Valentinianus ile Aetius'un teklifi nihayet açıkça reddetmeleri, büyük Hun seferini meşru duruma soktu Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ve Vizigotlarla ilgili bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı

451 başlarında, Orta Macaristan'dan batıya harekete geçen Hun kuvvetlerinin mevcudu, 80-100 bini Türk, bir o kadarı da yardımcı Germen ve İslav olmak üzere 200 bin kişi civarında idi Hun orduları Mart ayı ortalarına doğru Ren nehrini üç noktadan açarak Galya'ya girdiği sırada, İtalya'dan yola çıktıktan sonra, Hun düşmanı "barbar"ların sağladığı takviyelerle sayısı yine 200 bine yükselen Aetius kumandasındaki Roma ordusu Galya'da kuzeye doğru hızla ilerliyor; Hun ordulan Mettis (Metz)'i (7 Nisan) ve Durocortorum (Rheims)'i zaptederek Paris yakınındaki Aurelianum (Orleans) şehrine ulaştığı zaman, Aetius da oraya yetişmiş bulunuyordu

Fakat karşılaşma Attila'nın Türk taktiğine daha uygun gördüğü Katalaunum (veya Campus Mauriacus /Kampus Mavriyakus/ sahası, Troyes şehrinin batısında Champagne ovasına doğru)'da oldu (20 Haziran 451) Batı dünyasının iki yarısının birbiri üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve iki tarafın çok ağır kayıplar verdiği (Jordanes'e göre 165 bin ölü) muhakkak olan bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa edilmektedir Avrupalı tarihçiler, ta A Thierry'den beri (1856), Attila'nın yenildiğini söylerler ve buna Roma kuvvetlerinin imha edilmeden Hunların çekildiğini delil gösterirler Ancak son araştırmalar meseleye biraz daha ışık tutmuş görünmektedir: Anlaşılmıştır ki, savaş gününün akşamı Roma ordusu dağılmış, birlikleri arasında irtibatı kaybeden başkumandan Aetius bile yanlışlıkla düştüğü Hun kıt’aları arasından güçlükle kurtulmuş,


ertesi gün erken saatlerde, Roma'ya bağlı Batı Got ordusu, savaşta ölen kral Theodorikh'in oğlu Thorismund idaresinde, muharebe meydanından uzaklaşmış, ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onları takip etmişti Ayrıca bu savaşta Attila'nın gayesine ulaştığı da aşikardı Batıyı hakimiyetine alabilmek için Roma imparatorluğunun insan ve asker deposu durumunda olan Galya barbarlarını saf dışı etmek isteği ile önce Galya'ya yürümüş olan Attila, Roma'nın bu tabiî müttefiklerinin savaş gücünü kırarak, Roma'yı desteksiz bırakmağa muvaffak olmuştu Ünlü Aetius'un Roma'da gözden düşmesi bunun neticesi idi


Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içinde 20 gün kadar bir zamanda kendi başkenti bölgesine getirebilen Attila kudret ve "korkunçluğunu" muhafaza ettiğine göre, Kampus Mauriakus'ta Batı imparatorluğunun ne kazandığı, o sırada Roma'da sık sık sorulan suallerdendi Nitekim, daha bir yıl geçmeden Attila, İtalya seferine başladığı zaman Roma'nın Hunlara karşı çıkaracak kuvveti kalmamıştı Hadiselere çağdaş Prosper Tiro (Papa Leo I'in kâtibi)'nun kaydettiğine göre Aetius, mukavemet imkansızlığı dolayısıyla, imparator Valentinianus'un İtalya'dan ayrılmasını tavsiye etmekte idi


Attila, 452 baharında çekirdeğini süvari kuvvetlerin teşkil ettiği 100 bin kişilik ordusunu Julia Alpleri'nden geçirerek bugünkü Venedik düzlüğüne indirdi Oradaki meşhur Aquileia kalesini zaptettikten sonra Po ovasına girdi Aemilia bölgesini işgale başlayıp Roma imparatorluğunun o zamanki başkenti Ravenna'yı tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kafi geldi Roma sarayı endişeli, halk telaşlı, Senato ne olursa olsun barış yapmak kararında idi

Kilise de bu arzuya katıldı Sür'atle bir heyet hazırlandı Hitabeti ile meşhur Papa Leo 1 ("Büyük Leo") başkanlığında konsül G Avi-anus ve eski "praefecture" Trygetius'dan kurulu bu heyet, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte ordugâhını kurmuş olan Attila tarafından kabul edildi (452 Temmuz ortası) Papa, imparator ve bütün Hıristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma'yı esirgemesini rica etti Beş yıl kadar önce kahir bir kuvvetle Çekmece'ye kadar geldiği halde nasıl İstanbul'u tahrip etmekten kaçınmış ise, Papa'nın ağzından Roma'nın teslim olduğunu öğrendikten sonra bu eski medeniyet merkezini korumayı da vazife sayan Attila, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz, tıpkı Bizans gibi,




Batı Roma imparatorluğunun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde idi Priskos'un, 448'de Hun başkentinde Batı Roma elçisi Romulus'dan duyarak belirttiği üzere, şimdi sıra Orta-doğudaki Sasanîlerde idi Oranın da himayeye alınması ile "dünya hakimiyeti" gerçekleşecekti Fakat bu, Attila'ya nasip olmadı İtalya seferinden dönüşte, rivayete göre zifaf gecesinde herhangi bir iç kanama neticesi ağzından, burnundan kan boşanmak suretiyle öldü (453) Yaşı 60 civarında idi

Attila, milletlerin hafızalarında ölümsüzlüğe ulaşmış tarihin nadir simalarıından biridir Hatırası etrafında İtalya'da, Galya'da, Germen memleketlerinde, Britanya'da, İskandinavya'da ve bütün Orta Avrupa'da asırlarca ağızdan ağıza dolaşan efsaneler türemiş , romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara konu olmuş, hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri durumuna yükselmiş, tiyatro yazarlarına, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir Son yarım asırda yapılan tarafsız tarih araştırmaları onun, Hıristiyan Orta-çağının taassup kokulu uydurmaları ile ilgisi bulunmadığını, Nibelungen destanları başta olmak üzere, çağdaşı kayıtlar, onu iyilik sever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdığını ortaya koymuştur

Attila'nın ölümünden sonra, hatunu Arıgkan'dan doğan üç oğlu; sırasıyla İlek, Dengizik, İrnek, babalarının yerini tutamadılar împarator olan İlek, ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya'da) savaşında hayatını kaybetti (454) Çok cesur, fakat siyasî zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslının kılıcı ile can verdi (469) İrnek ise, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, artık Orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz'in batı kıyılarına döndü

İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra Balkanlar'da ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarların teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır Tarihî kayıtlarda Bulgar-Türk devletinin hükümdar ailesi olan Dulo (Doulo) sülalesi 'ne mensup gösterilen İrnek, Macar geleneklerinde, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı tarafından ata tanınmaktadır 4 asırda Hunlara, Volga'dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli "Sihirli Geyik" efsanesinde de, Hunlarla Macarlar (Hunor-Moger) kardeş gösterilmiştir Nihayet Macaristan'da yaşamış olan Sekellerin Hunların çocukları olduğu zannını uyandıran bir başbuğ Çaba Efsanesi vardırAvrupa Hun kütlesi yalnız bu Türk devlet ve topluluklarının oluşuna ve kültür yönünden Batı Avrasya'sına sağlam bir zemin vermekle kalmamış, daha mühim olarak, Asya kıtasında yer darlığı, kıtlık yüzünden veya siyasî-askerî bir sebeple sıkıntıya düşen ve bu tedirginlikten kurtulmak için huzurlu, rahat, hür yeni iklimler arayan Türk kütlelerine Batı yönünün açıcısı olmuştur Aynı zamanda, yol üzerindeki İndo-İranî ve Germen gruplarını (Alanlar, Sarmatlar, Gotlar vb) ileriye, uzaklara iterek veya kısmen kendi içinde eriterek temizlemek suretiyle bu yolu, sonraki 900 yıl müddetle Türk göçlerinin hizmetine hazırlamıştır Bu noktanın bilhassa belirtildiği batı araştırmalarında, Hunlar üzerinde Avrupa'nın çeşitli kültürel tesiri konusunda düşülen aşırılık da dikkatten kaçmamaktadır Attila'nm sarayında, yabancı kökenden görevlilerin bulunduğu, bunların yüksek mevkiler işgal ettiği ve Türk, Got, Latin dillerinin aynı ölçülerde konuşulduğu doğrudur Ancak, halkı Germen ve Latin olan Avrupa kıtasında tabiî sayılması gereken bu durumun, derin kültür tesirinden ziyade, Hun-Türk imparatorluğunun niteliğinden doğduğunu kabul etmek daha isabetli olur Nitekim Hun topluluğu ne dil, ne de hayat tarzı yönlerinden değişikliğe uğramamış, siyasî iktidar sona erince de oraları bırakıp Türk çevresine dönmek tercih edilmiştir Buna karşılık, Hun hakimiyeti çağının Avrupa'da şu derin etkileri olmuştur:

a "Kavimler göçü" yolu ile etnik bugünkü durumun temeli);

b Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ile edebî (Nibelungen Destanı, efsaneler vb);

c Bozkır sanatı yolu ile estetik;

ç Batı Roma İmparatorluğunun yıkılması (476 İtalya'nın ilk yabancı kralı Odovakar, Attila'nın sadık adamlarından Edekon'un oğlu idi) ve büyük istila hareketlerinin başlaması üzerine çok mühim bir tarihî gelişme olarak, Roma-Germen gruplaşma eğiliminin uyanması yolu ile siyasî;

d Hatta köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik "şövalyelik" (dar manada, atlı savaşçılık) hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı millî duyguların yaratıcısı olarak sosyal;

e Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri dolayısıyla askeri bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı'da hemen bütün Orta-çağlar boyunca devam etmiştir


Alıntı Yaparak Cevapla

Hunlar

Eski 05-19-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Hunlar




Hunlar

a) ASYA HUNLARI





Ana vatan coğrafyası içerisinde kurulan ilk büyük Türk Devleti Hun Devletidir Çin kaynaklarında Hiung-nu diye adlandırılan Hunlar ile ilgili ilk bilgiler MÖ I bin yıllarına kadar çıkmaktadır Ancak Çin kaynaklarındaki bilgiler, Hunların güçlenmeleriyle birlikte MÖ IV yüzyılın sonlarına doğru artmaktadır Bu tarihlerde Hunlar, Ötügen merkez olmak üzere Orhun bölgesi ve Altay dağları civarında oturuyorlardı

M Ö III yüzyılın ikinci yarısına doğru Hiung-nu yani Hun boylarının Çin üzerindeki baskıları iyice artmıştır Çinliler, kuzeyden gelen saldırılara karşı, çok eski devirlerden itibaren kuzey sınırı boyunca savunma duvarları yapmaya başlamışlardı Nihayet artan Hun saldırılarına karşı, sınırdaki bu duvarların birleştirilmesi MÖ 214 yılında tamamlanmış ve meşhur Çin Seddi ortaya çıkmıştırHunların bilinen ilk hükümdarı, Şanyü ûnvanını taşıyan, Tuman (Teoman)dır Hunlar, Teoman zamanında güçlü bir siyasî birlik olarak ortaya çıkmışlardır Teoman, oğlu Mete ile giriştiği siyasî mücadele neticesinde ortadan kaldırılmıştır (MÖ 209) Çin kaynaklarının Mete (Mao-tu) adını verdikleri bu büyük hakanın adının Türkçe karşılığının, Bagatur veya Bahadır gibi bir ad olduğu sanılmaktadır Mete, Hun tahtının meşru varisi olmasına rağmen, üvey annesinin kışkırtmasıyla, babası tarafından Hunların düşmanı olan Yüeçilere rehin olarak verilmişti Buradan kaçmayı başaran Mete, babasına karşı mücadeleye girişti
Sıkı bir disiplin altında yetiştirdiği ordusuyla babasını yenerek ortadan kaldırmıştır Böylece MÖ209 yılında Hun çağının en parlak devri olan Mete devri de başlamış oluyordu Bu tarihî olay "Oğuz Kağan Destanı"nda, Oğuz Kağanın babasıyla yaptığı mücadeleye ilham olmuşturDevleti yeniden teşkilâtlandıran Mete, doğudaki Moğol-Tunguz kabileleri birliği Tung-hular'ın ısrarlı toprak taleplerine savaş ile karşılık verip onları perişan ettikten sonra, güney-batıya dönerek, İpek Yolu'na hâkim durumdaki Yüeçilerin üzerine yürüdü Yüeçileri daha batıya sürdü Ardından Çin topraklarına giren Mete, Çin İmparatoru Kao-ti'nin 320 binlik tamamı piyadelerden oluşan ordusunu, Turan taktiği ile çember içine aldı İmparator, ancak Hunların bütün şartlarını kabul ederek kendisini ve ordusunu kurtarabilmiştir(MÖ201) Yapılan anlaşmaya göre Çin İmparatoru, Hunların yaşadığı bütün toprakları Hun devletine bırakmayı, yıllık vergi yanında yiyecek ve ipek vermeyi kabul etmek zorunda kalmıştır






Bir süre sonra Mete, Isık göl etrafında oturan Vusunları hâkimiyeti altına aldı Böylece devletin sınırları, bütün konargöçer kavimleri bir bayrak altında toplamış ve MÖ 177'de Çin hükümdarına yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan herkes Hun oldu" diyerek millet olma şuuruna güzel bir örnek vermiştir Büyük Hun Hakanı Mete'nin yönetim ve askerlik alanında yaptığı düzenlemeler, Türk devlet geleneğinde önemli bir başlangıçtır

Mete MÖ 174'te ölünce yerine oğlu Kiyük geçti Kiyük, Tanrı dağları civarını ellerinde tutan Yüeçiler'i, kesin olarak mağlup ederek, batıya sürmüş, Yüeçilerin batıya göçü ise Batı Türkistan, Afganistan ve Hindistan için önemli sonuçlar doğuracak olan bir kavimler hareketine sebep olmuştur Mete'nin Çin ile yaptığı anlaşma, onun döneminde de devam etmiş ancak MÖ166 yılında Çin'e bir sefer düzenlemiştir

Kiyük'un ölümünden sonra (MÖ160) Çin, politikasını değiştirerek, Hunlara üstünlük sağlamak için büyük reformlara girişmiş ve ordusunu Hunları örnek alarak yeniden tanzim etmiştir Ayrıca Hun siyasî birliğini içten parçalamak maksadıyla iç mücadeleleri ve bazı kavimleri kışkırtmıştır Bu faaliyetlerinin sonuçlarını almakta gecikmeyen Çin, Kiyuk'un oğlu Kun-şin (MÖ160-126) devrinden itibaren inisiyatifi ele geçirir Bu dönemden sonra gerileme dönemine giren Hun akınları kuzeyde durdurulurken, Çin'in karşı saldırıları ile İpek Yolu üzerindeki memleketler de birer birer elden çıkmaya başlamıştır İpek Yolu'nun kontrolünün Çinlilerin eline geçmesi Hunlar için tam bir yıkım olmuş, iktisadî ve siyasî bakımdan yaşanan zorluklar Hunların ikiye bölünmesiyle neticelenmiştir MÖ 58 yılında tahta çıkan Ho-han Ye'nin sıkıntıları aşmak için Çin'e tâbi olunması gerektiği fikrini savunması ve bunu şerefsizlik sayan kardeşi Çi-çi'nin ona karşı çıkması üzerine Hunlar ikiye bölündüler

Ho-han-ye Çin himayesini kabul edip, halkının bir kısmını Çin'in kuzey sınırındaki Ordos'a gönderirken, Çin'e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi, kendine bağlı boylarla batıya çekildi (MÖ54 ) ve Çu-Talas boylarında bağımsızlığını ilân etti Çi-çinin kurduğu Batı Hun Devleti fazla ömürlü olamadı Çi-çi, Talas ırmağı boylarında kurduğu şehirde kalabalık Çin ordularının muhasarasına maruz kaldı Meydan savaşına alışkın olan Hun ordusu, kale savunmasında başarılı olamayarak, Çinliler tarafından imha edildi (M Ö 38) ve böylece batıdaki Hun devleti yıkılmış oldu Çin'e bağlanan Hunlar da kısa bir süre için güçlenmişlerse de MS48 yılında bu devlet de kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüştür Kuzey Hunları, batıdaki Hunlarla birleşirken, Güney Hunları Çin sınırına yerleşmiş ve MS216 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir Çin hâkimiyetindeki 5 bölgede 19 boy hâlinde teşkilâtlanan Hunlar, gittikçe çoğalarak siyasî bir güç oluşturmuşlar ve nihayet 4yy'dan itibaren, Çin'deki iç savaşlardan da yararlanarak, Kuzey Çin'de dört devlet kurmuşlardır:

1-Kuzey Çin merkezli, Han ve Ön Chao devleti (304-329)
2-Kuzey-doğu Çin merkezli, Arka Chao devleti (319-351)
3-Kansu'da, Kuzey Liang devleti (401-439)
4-Ordos'ta, Hsia (407-431)

Bu Hun devletlerinin ortak özelliği, hâkimiyetlerini Çin'in tamamında meşru kılmak maksadına sahip olmaları ve bu nedenle de Çin isimlerini seçmeleridir Nitekim devlet anlayışı ve yaşayış bakımından bu devletler Hun karakterini muhafaza etmişlerdir

b) AVRUPA HUNLARI

Hunların batıya yönelişleri, Çu-Talas boylarında devlet kuran Çi-çi Han ile başlar ve MS II yüzyıldan itibaren yoğunlaşır Doğuda Çin'in ve Moğol kökenli kavimlerin baskısı Hunların bir kısmını Çin içlerine yöneltirken bazı Hun boylarının da batıya göçmelerine sebep olmuştur Ayrıca kuraklık ve kıtlığın baş göstermesi ile ağırlaşan hayat şartları, batı da Hun nüfusunun hızla artmasına yol açmıştır Böylece Hun kitleleri batı Türkistan'da birikmeye başlamışlardı Bu Hun birikintilerinin bir kısmı, sonradan İran'a ve Hindistan'ın kuzeyine inerek Akhun devletini kuracaklardır Bazıları da, Güney Rusya'ya doğru yöneleceklerdir İşte Avrupa Hunlarının ortaya çıkmaları ve yayılmaları, Türkistan'daki bu kavimler hareketine dayanıyordu

Batıya kayan Hun kitleleri IV yüzyılın ortalarına doğru siyasî bir birlik kurarak İtil(Volga) kıyılarına ulaşmışlardır Hunlar başlarında Balamır olduğu hâlde önce Don-Dinyeper nehirleri arasında yaşayan Ostrogotlar'ı ağır bir yenilgiye uğrattılar(374) ve ardından ileri hareketlerine devam ederek, daha batıda yer alan Vizigotlar'a ağır bir darbe vurdular(375) Hunların harekete geçirdiği İran, Slâv, Germen menşeli çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atmak suretiyle batıya doğru hızla akan büyük bir Kavimler Göçü böylece başlamış oluyordu

Bir yüzyıl kadar devam eden Kavimler Göçü, Avrupa ve dünya tarihî açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur Bu göçler neticesinde Roma İmparatorluğu sarsılmış, 395 yılında ikiye ayrılmış, 495'te ise batı Roma yıkılmıştır Bu olaylar Orta Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edilmiştir Çünkü bu dönemle beraber, Avrupa'da "feodalite" merkezî imparatorlukların yerini almış, bugünkü Avrupa'nın siyasî ve etnik yapısı bu dönemde şekillenmiştir Hunların gelmesiyle Avrupa'da atlı birlikler önem kazanmış, süvari silâh ve kıyafetleri Hunlardan esinlenmiş ve belki de Orta Çağ Avrupasının şövalye tipi, Hun Alplerine öykünülerek oluşturulmuştur

Hunlar, Ostrogotları önlerine katarak, kısa bir süre sonra Karadeniz'in kuzeyindeki Tuna ve Tisa nehirleri arasındaki verimli ve stratejik bölgeleri ele geçirirler Burası, Karadeniz' in kuzeyinden Türkistan'a kadar uzanan uçsuz bucaksız bozkırların son halkasıdır Ayrıca bu bölge, Avrupa'nın önemli yollarının kavşak noktası durumundaydı Hunlar, Avrupa'nın içlerine kadar akınlar yapmış olmalarına rağmen bu bölgeyi, uzun yıllar devletlerinin ağırlık merkezî olarak korumuşlardır MS400 başlarında Balamir'in oğlu Uldız(Yıldız)'ın Tuna'da görünmesiyle Kavimler Göçü'nün ikinci büyük dalgası da başlamış oluyordu
Yine bu devirde Attila'nın son zamanlarına kadar takip edilecek olan Hun dış siyasetinin esaslarının belirlendiğini görüyoruz Bu esasları; Doğu Roma'nın baskı altında tutulup, Batı Roma ile iyi ilişkilerin devam ettirilmesi şeklinde özetleyebiliriz

Uldız birkaç defa Tuna'yı geçmiş, çaresiz kalan Bizans, barış istemek zorunda kalmıştır Uldız 410 yılında ölmüştür Diğer Türk devletlerinde OLDUĞU GİBİ ikili devlet düzeni Avrupa Hunlarında da vardır Uldız Batı Hun ülkelerinin hükümdarı iken Karaton ise doğuda hüküm sürüyordu 422 yılı Avrupa Hunları için yeni bir dönemin başlangıcıdır Bu tarihte Hunların başında Rua, Muncuk, Aybars, Oktar'dan oluşan Hun hükümdarlık ailesinden dört kardeşi görüyoruz Attila'nın babası olan Muncuk erken öldüğü için Rua merkezde, diğer iki kardeş de doğu ve batı kanatlarında bulunuyorlardı

Attila Devri: Doğduğu yer olan İtil (Volga)'den ismini alan Attila, 39-40 yaşlarında amcası Rua'nın yanında devlet işlerinde yetişmiş olarak hükümdar oldu Başlangıçta kardeşi Bleda ile Hun tahtını paylaşan Attila, 445'te kardeşinin ölümü üzerine tek başına hükümdar olacaktır Daha önce ağır barış şartlarları ile Attila'nın gazabından kurtulan Bizans'ın barış şartlarına uymaması üzerine Hun orduları Tuna'yı geçip Trakya'da İki kol hâlinde ileri harekâtlarına devam ettiler Bizans başkentini kuşatmak üzere Büyük Çekmece'ye kadar ulaştıklarında dehşete düşen Bizans'ın barış talebi çok ağır şartlar karşılığında kabul edildi (447)

Bu tarihten sonra, Batı Roma'ya karşı izlenen Hun dış politikasında bir değişiklik gözlenmektedir İyi ilişkilerin yerini savaş almıştır Attila, Galya (bugünkü Fransa) üzerine yürüyüp karşısına çıkan çok kalabalık Roma ordusu ile ilk çağın en büyük meydan savaşlarından birini yapmıştır (451) İstediği sonucu alamadığı bu savaştan hemen bir yıl sonra İtalya üzerine yürüyecektir(452) Papa Büyük Leon idaresindeki Roma elçilik heyetinin ricaları üzerine Po ovasından geri dönen Attila, 453 yılında anî olarak vefat etti Attila'nın bu beklenmedik ölümü üzerine hem Bizans hem de Batı Roma İmparatorluğu rahat bir nefes alma imkanına kavuşmuştur

Attila'nın ölümünden hemen sonra, pek az sayıdaki Hun idareci tabakasının hâkimiyeti altında yaşayan yabancı kavimler ayaklanırlar Attila'nın oğulları arasında çıkan taht kavgalarıyla zayıflayan devlet kısa bir süre sonra parçalanır Hunların bir kısmı Karadeniz'in kuzeyine sığınmışlar, bir kısmı ise yabancı kavimler arasında eriyip gitmişlerdir Ancak Attila ve Hunları hafızalardan silinmemiş, haklarında üretilen efsanelerde, edebiyat eserlerinde, müzik eserlerinde yaşamaya devam etmişlerdir Otoritesi ve yöneticilik kabiliyeti ile Attila, her zaman örnek alınmıştır












Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Avrupa Hun İmparatorluğu

Eski 05-26-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Avrupa Hun İmparatorluğu






Türk göçlerinin doğu yönünde devam ettiği asırlarda, Çin’de kurulan Chou devletinin (MÖ 1050-256) Türklerle ilgisi üzerine dikkat çekilmiş, hükümdar sülalesinde Gök dini, Güneş ve yıldızların kutlu sayılması gibi inançlarla, askerî kuvvette harp arabalarının bulunması ve devletin, daha çok, Türklerle meskûn bölgede (Şensi, Batı Şansi, Kansu) kurulmuş olması, çeşitli ilim dallarından bazı bilginleri (F Hirth, B Karlgren, Ed Chavannes, J C Anderson, R Wilhelm, W Eberhard vb), bu hanedanın aslen Türk olabileceği, veyahut devlette Türk unsurunun hakim bulunduğu düşüncesine sevk etmiştir Bununla beraber, aslında daha ziyade Türk kültürü tesiri fazla belirli bir Çin devlet ve cemiyeti gibi görünen Chou devletine ait bu faraziye kesinlik kazanıncaya kadar, Asya Türk tarihini Hunlarla başlatmak yerinde olacaktır


Çin kaynaklarında, MÖ 4 asırdan itibaren, Türklerle birlikte Moğol Tunguz soyundan bazı grupların başındaki “Kuzey Barbarları Hanedanı”nı belirlemek üzere Hiungnu (Hsiungnu) diye anılan kütlenin, hangi soydan oldukları hakkında, türlü görüşler ileri sürülmüştür Bu görüşlerde, eskiden, Çin kaynaklarının Hiungnularla ilgili olarak verdikleri örf, adet ve ekonomik faaliyetlere ait, iyi incelenmemiş bilgi dikkate alınmış, son zamanlarda ise hayli ilerleyen dil ve kültür araştırmaları, esas teşkil etmiştir

Bunlara göre, Hiungnular Türk’tür (J De Guignes, 1757; J Klaproth, 1825; F Hirth, 1899; J Marquart, 1903; P Pelliot, 1920; 0 Franke, 1930; Gy Nemeth, 1930; McGovern, 1939; R Grousset, 1942; W Eberhard, 1942; B Szasz, 1943; L Bazin, 1949; F Altheim, 1953; HV Haussig, 1954; W Samolin, 1958; 0 Pritsak, 1959; G Clauson, 1960 vb) K Shiratori, önce Türk kabul etmiş, sonra da Moğol olduklarını söylemiştir L Ligetiye göre, Hiungnuların kimliğini tespit etmek müşküldür A V Gabain, Türk-Moğol karışımı oldukları fikrindedir


Her ne kadar, Hiungnuların büyük imparatorluğunda, Türkler yanında Moğol, Tunguz vb yabancı kavimlerin de yer almaları tabiî ise de, devleti kuran ve yürüten asıl unsurun Türk olduğunda şüphe yoktur Bu devlette, aslında orman kavmi olan Moğol ve Tunguz değil, Türk bozkır kültürü hakim olup, Gök Tanrı’ya inanılıyor (aslında totemci olan Moğollara, “Tanrı” sözü, sonra Türklerden intikal etmiştir); aile, “baba hukuku” üzerine kurulu bulunuyordu


Nihayet Hiungnu devletinde idareci zümre ve hanedanın dili Türkçe idi Siyasî ve kültürel münasebetler vesilesi ile, Çin yıllıklarında Hiungnu dilinden zapt edilen, Tanrı, kut, börü, il (el), ordu, tuğ, kılıç vb kelimeler Türkçe olup Türk dilinin en eski yadigârlarındandır Ve nihayet devletin sahipleri, kendilerine, Türkçe’de “kavim, halk” manasında olan “Hun” (Khun=/tü/ı) diyorlardı “Hun” adı, bir görüşe göre, MÖ 1 bin başlarında “Kwan, Gun”, 5 asırdan önce “Kun”, 4 ve 3 asırlarda ise “Khun” telaffuz edilmişti Ağırlık merkezinin, Orhun-Selenga ırmaklan ve Türklerce kutlu ülke sayılan Ötüken havalisi, Orhun ırmağı üzerindeki Karakum ile Ordos bölgesi arasında bulunduğu anlaşılan Hun siyasî birliğinin kesin tarihini, MÖ 4 asırdan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır Hunlarla ilgili en eski yazılı vesika olarak, MÖ 318 yılında yapılan bir anlaşma zikredilmiştir


O zaman, Chou iktidarının zayıflaması sonucu meydana çıkan 14 kadar büyük derebeyliğin mücadele sahası olan Çin’de, birbirleri ile savaş halindeki bu feodal “muharip devletler”den Ch’in (Ts’in)’in gittikçe kuvvetlenmesinden endişelenen komşu beş “krallık” (derebeylik), zikredilen yılda, Hun birliği (Hiungnu) ile ittifak antlaşması yapmıştı Hunlar, daha sonra Çin topraklarında baskıyı artırdılar Mahallî hanedanlar, uzun müdafaa savaşları sırasında, korunmak maksadı ile, meskûn sahaları ve askerî yığınak yerlerini surlarla çeviriyorlardı


Chou’lardan iktidarı MÖ 256′da tamamen devralan Ch’in devletinin (Şensi’de) ünlü hükümdarı Shihhuangti (MÖ 247-210), kuzey taarruzlarına karşı sınırlarını büsbütün kapamak için, surların iç kısımlarını yıktırarak elde ettiği malzeme ile, dış surları birbirine bağlamak ve boş yerleri tamamlatmak sureti ile, meşhur Çin Seddi’ni (15 m yükseklik, 9 m genişlik, düz bir hat halinde uzunluk:1845 km) meydana getirdi (MÖ 214) Böylece, Çinlilerin en tesirli korunma tedbirini aldıklarına kanaat getirdikleri bu sırada, iki mühim hadise vukua geldi: Çin’de uzun müddet dirayetli imparatorlar yetiştiren Han sülalesinin (İlk Han, MÖ 206-MS 22, İkinci Han MS 24-220) kurulması ve Hun devletinin başına da Mo-tun’un (veya Maotun, Mavdun; eski okunuşlar: Moduk, Meitei, Mote, Mete) geçmesi (MÖ 209)


Çin kaynaklarında, Hunların Tuku (=Türk?) adlı aile veya kabilesine mensup olduğu bildirilen Mo-tun (Beğtun), kendi oğlunu tahta getirmeyi tasarlayan üvey anasının teşviki ile, babası T’uman tarafından tahttan mahrum bırakılması teşebbüsü karşısında, emrindeki, demir disiplin altında yetiştirilmiş, 10 bin atlı ile katıldığı bir sürek avında Tuman’ın öldürülmesi üzerine, Hun hükümdarı ilan edilerek (MÖ 209-174), Hun dilinde “imparator” manasında “sonsuz genişlik, yücelik, ululuk” ifade eden ve Asya Türk devletlerinde 6 asır kadar kullanılan Tanhu (türlü okuyuşlar: Tanju, Jenuye, Şanu ve son olarak, aynı Çince işaretin bugünkü söylenişi ile Şanyü, Şany) unvanını aldı

Devletini yeniden düzenledi ve kendisini iyi tanımadıkları anlaşılan Tunghuların (doğudaki Moğol-Tunguz kabileler birliği) ısrarla toprak talepleri karşısında savaş açarak, onları perişan etti Böylece, hakimiyetini kuzey Peçili’ye kadar genişlettikten sonra, Orta Asya’da Tanrı dağları, Kansu havalisindeki, Hind-Avrupa menşeli sanılan Yüeçileri (Yüehch’ih) mağlup etti (MÖ 203) O sırada, Hun devleti “Sol Bilge eligi”nin Shangku’da, “Sağ Bilge eligi”nin Shangkün’de (Şensi) ikamet ettiği tahmin edildiği bu dönemde Mo-tun, daha sonra, Çin topraklarına yöneldi, 3 yıl kadar sürdüğü anlaşılan (201-199) bu savaşlarda Mai, Taiyuan bölgelerini zapt etti Han sülalesinin kurucusu imparator Kaoti’nin (MÖ 206-195) 320 bin kişilik ordusunu, Paiteng’de bozkır usulü sahte ric’at gösterisi (Turan Taktiği) ile çember içine aldı İmparator, bozkır bölgelerinin Hun devletine terki, yiyecek ve ipek verilmesi ve yıllık vergi şartları ile kendini ve ordusunu kurtarmağa muvaffak oldu

Doğu Asya tarihinde, iki büyük devlet arasında akdedilmiş ilk milletlerarası mukavele olduğu belirtilen bu antlaşma (MÖ 201) gereğince, Mo-tun’un bir Çin prensesi ile de evlenmesi sonucu, Çin ile dostluk havası içinde, imparatoriçe Lü (MÖ 195-179) ve imparator Wenti (MÖ 179-157) zamanlarında da devam etmiş olan ticarî münasebetler geliştirilirken, Mo-tun, Baykal gölü kıyılarından İrtiş yatağına kadar olan bozkırları ve daha batıdaki Tingling’ler, bazı Ogur (Hochieh = 0k’ue) kollan ile meskûn araziyi, kuzey Türkistan’ı zaptetti ve oradaki Yüeçi’lerin komşusu Wusun’ları himayesine aldı Bu suretle Büyük Hun hükümdarı, o çağda Asya kıtasında yaşayan Türk soyundan hemen bütün toplulukları, kendi idaresinde tek bayrak altında toplamış oluyordu

İmparatorluk sınırlarının, doğuda Kore’ye, kuzeyde Baykal gölü ve Ob, İrtiş, İşim nehirlerine, batıda Aral Gölüne, güneyde Çin’de Wei ırmağı - Tibet yaylası - Karakurum dağları hattına ulaştığı bu tarihlerde, Hunlara tabi olanlar arasında, Moğollar, Tibetliler, Tunguzlar ve Çinliler de vardır Mo-tun tarafından Çin hükümetine gönderilen, MÖ 176 tarihli mektuptan anlaşıldığına göre, yalnız İç Asya’da Türk devletine bağlı kavim ve şehir devletçiklerinin sayısı 26 idi ve hepsi, Tanhu’nun ifadesi ile “yay geren”lerle “tek bir aile” halinde birleşmişlerdi

Mo-tun, MÖ 174 yılında öldüğü zaman, sivil ve askerî teşkilatı, iç ve dış siyaseti, dini, ordusu, harp tekniği ve sanatı ile yüksek vasıflı bir cemiyet halinde, daha sonraki bütün Türk devletlerine örnek olan, tarihi kesin ilk Türk siyasî teşekkülü olan “Büyük Hun Devleti”, kudretinin zirvesinde bulunuyordu Görüldüğü üzere bu devlet, idaresindeki kısıtlı tarım sahalarına karşılık, daha ziyade, otlağı bol, besiciliğe elverişli bozkırlar bölgesinde kurulmuştu

Ekonomisinin temeli, başta at olmak üzere, hayvan yetiştiricilik idi Buna göre, sosyal durumu da, toprağa bağlı “köylü” kültüründeki geniş arazi sahibi Çin “gentry” tabakası ile köle sınıfından çok farklı idi Ne malikanelere, ne de toprak kölelerine rastlanmayan Hun bölgelerinde halk, kan akrabalığı ile birbirine bağlı ailelerin meydana getirdiği sosyal ve siyasî birlikler olarak, disiplinli ve kendilerini müdafaa için daima silahlı kabileler (boylar) halinde yaşıyor ve devlet, bu kabile birliklerinin (budunlar) kendi aralarında sıkı işbirliği yapmalarından doğuyordu Devlet, bu kuruluşu icabı ve bilhassa ordunun Mo-tun tarafından tanziminden sonra, merkezden idare edilen bir “askerî teşkilat” niteliği kazanması sebebi ile askerî karakterde idi ve gerekli şartlar (bozkırda eğitilmiş olmak, at ve silah) hazır olduğu için de fütuhata açıktı Bu yönden de, “köylü” Çin devletinden ayrılıyordu

Çin’de esas rejim “feodalite” olduğu halde, Hun devletinde merkeziyetçilik, dikkati çekecek kadar belirli idi Küçük memurlar ve bazı müşavirler belki Çinli idi, fakat emirlerindeki silahlı kuvvetlerle, aynı zamanda birer kumandan olan bütün yüksek görevliler ile birinci derecede sorumlu makam sahipleri, hep Hun asıldan oldukları gibi, devlet teşkilatının da (mesela, sağ-sol veya doğu-batı taksimatı vb) Çinlilik ile hiç ilgisi yoktu Mo-tun tarafından gerçekleştirilen ve toplulukta kabilecilik gayretlerini kırarak adeta devlete millî topluluk havasını getiren ordudaki 10′lu tertip de Türk idi

Esasen devletin millî karakterinin korunmasına dikkat edildiğine dair bazı davranışlar göze çarpıyordu: Mesela Paiteng’de, imparator idaresindeki Çin ordusunu kuşatan Mo-tun’un, Çin içlerine dalarak bozkırdan uzaklaşmasına, zevcesi ve herhalde devlet meclisi tarafından engel olunmuştu İnanç yönünden de, ne Moğol totemciliği, ne de Çin toprak tanrıcılığı ile ilgisi bulunan, bozkır Türk Gök-Tanrı itikadındaki Hun devletinin meydana gelişinde, “Çin imparatorluğu”nun model olduğuna dair yaygın görüş, normal ölçülerdeki karşılıklı kültür tesirleri dışında, doğru sayılmamalıdır Zira bu düşüncenin gerekçesinde ileri sürülen, “Hiungnu hükümdarının, tıpkı Çin imparatoru gibi Gök’ün (Tanrı’nın) oğlu olarak görünmek ve Çin’dekine benzer saray erkânına sahip olmak lüzumu”, Hun devleti için zarurî değildi

Önce, devlet, Çin topraklarında değil, “Hiungnu”lar sahasında kurulmuştu; dolayısıyla Çin meşruiyet prensiplerini, bu devlette aramakta isabet yoktur İkincisi, Mo-tun’un “Gök’ün oğlu” diye bir unvan takındığı şüphelidir, çünkü onu tavsif eden: T’engli Koto (aynı Çince işaretin bugünkü söylenişi ile, Ch’engli kut’u) tabirindeki şimdiye kadar “oğul” manasına geldiği sanılan ikinci kelimenin “kut” (siyasî iktidar) demek olduğu anlaşılmıştır Üçüncüsü, Çin devletinde “Gök’ün oğlu” kavramı da aslen Çin değil, Türk menşelidir Bütün bunlardan dolayı, Mo-tun zamanında kesin şeklini aldığı görülen Büyük Hun devleti, etnik yönden ve hakimiyet anlayışı, sosyal yapısı, idarî ve askerî kuruluşları (sosyo-politik üniteler, devlet meclisi = toy, sağ sol teşkilatı, bilge elig’ler vb) dini ve dünya görüşü ile, Türk milletinin tarih ve kültüründe feyizli etkilerini, iki bin yıl sürdüren bir ana kaynak durumundadır Bu itibarla, Türk ve dünya tarihinde çok büyük önem taşır

Mo-tun’un oğlu tanhu Kiok (Chiyü /Kök?/ veya Laoshang, MÖ 174-160), Hun İmparatorluğunun bu büyüklüğünü muhafaza etmeğe çalıştı Yurtlarından oynattığı Yüeçilerin, Afganistan’a giderek Baktria (Belh) bölgesinde, vaktiyle İskender tarafından kurulmuş olan Grek hakimiyetine son verdikleri tarihte (MÖ 166), kalabalık ordusu ile Çin’e girerek, başkent Ch’angan yakınındaki imparator sarayını yakan Kiok, bu seferdeki gayesine uygun olarak, Çin ile iktisadî ilişkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için, bir Çin prensesi ile evlendi Şüphesiz, Çin sarayı ile devam ettirilen akrabalık, siyasî mahiyette bir davranıştan ibaretti
Fakat bu suretle ileride, Çin ile temas halindeki hemen bütün Türk devletleri bakımından kötü neticeler verecek olan bir çığır, derinleştirilmiş oldu

Çünkü hanedanlar arasındaki bu yakınlaşmalar, her zaman, Çin hile makinesinin harekete geçmesi için, fırsat teşkil etmekte idi Hun merkezinde, Çinli prensesin himayesinden faydalanan Çin diplomat ve vazifelileri, Hun imparatorluğu topraklarında serbestçe gezip dolaşıyorlar, Türkler ve tâbi kavimler arasında kötü propaganda yapıyorlar, devleti sinsice kuvvetten düşürmeğe çalışıyorlardı Bundan başka, ticaret malı olarak memlekete sokulup, Hun ileri gelenleri arasında revaç bulan Çin ipeği, lüks zevki yolu ile rehaveti arttırmakta idi Kiok devrinde fazla hissedilmeyen bu menfî durumlar, onun oğlu Künçin (Chünch’en) zamanında (MÖ 160-126), gerçek bir huzursuzluk kaynağı olarak kendini gösterdi Keza, Han sülalesine damat olan bu tanhu, babası ve dedesi ölçüsünde dirayetli ve asker ruhlu bir hükümdar olmadığı için, Hun iktidarında sarsıntılar belirdi Çinlilerin, bu devirde (imparator Chingti, 157-141), sınır boylarında ufak çaptaki akınları durdurduğu görülüyordu

İlk defa, imparator Wuti (MÖ 141-87), kalabalık ordular teşkil ederek Hun hakimiyetinin yıkılmasını hedef tutan planlarını tatbike girişti Propagandayı arttırdı Gayelerinden biri de, Çin için büyük gelir kaynağı olan ipeğe, batı bölgelerinde yeni pazarlar bulmak ve İç Asya-İran üzerinden Akdeniz kıyılarına ulaşan, meşhur “İpekyolu”nu emniyet altına almaktı

Dolayısıyla, Orta ve Batı Asya’da, yabancıların kudretini kırması lâzımdı Bilindiği gibi, aşağı yukarı MS 1 bin sonlarına kadar, Türk-Çin mücadelelerinin temel sebeplerinden biri, bu kervan yoluna hakimiyet meselesi olmuştur Wuti’nin, İpekyolu üzerindeki memleket ve kavimleri öğrenmek ve Hunlara karşı onlarla işbirliği sağlamak maksadı ile batıya gönderdiği yüksek rütbeli bir asker olan Çangk’ien’in (Changch’ien), gizli vazifesini yaparken Hunlar tarafından bir süre gözaltında tutulmasına rağmen, buralarda geçirdiği uzun müddet içinde (MÖ 138-126) edindiği bilgiyi, temaslarını ve hükümete tavsiyelerini ihtiva eden mühim rapor, imparatoru memnun etmiş ve sonraki Çin siyaseti için başlıca rehber vazifesini görmüştür
Bu arada Çinliler, çok ehemmiyetli bir başarı daha elde etmişlerdi ki, o da, ordularını Türk usulüne göre yetiştirmeleri ve Hun silahları ile teçhiz etmeleri idi Daha Mo-tun’dan çok önceleri, 318 andlaşması ile ilgili olup, Hunlara karşı askerî gücünü takviyeye çalışan Chao (Şansi’de) krallığında Wuling (MÖ 325-298) zamanında başlayıp, daha sonra, Kuzey Çin’de feodal hükümetlerin yerini alan büyük Ch’in devletinin imparatoru Shihhuangti zamanında hızla devam eden bu askerî ıslahat hareketleri, Han imparatoru Wuti’nin kumandanlarından Weits’ing ile Hun tarzında 140 bin kişilik bir süvari kuvveti çıkaran Ho K’üping tarafından, büyük başarıya ulaştırılmıştı MÖ 127-117 yılları arasında, Ordos’daki Hunlara karşı kazandıkları zaferler, Hun ağırlık merkezinin, Gobi’den kuzeye, Orhun nehri bölgesine kaymasına sebep olmuştu

Hunlar, artık eskisi gibi değildiler Akınları duraklamış, bilhassa Tanhu Tsütihoü (Chut’eho) zamanından itibaren (MÖ 101-96) 40 yıl devamınca, zengin güneybatı topraklarının (Tanrı dağları, Cungarya, Turfan, Yarkent, Kuça vb) düşman istilasına uğraması ile devlet geliri azalmış, o zamana kadar Çin’den vergi ve hediye olarak sağlanan malî destek kesilmişti İç huzursuzluk, idarecilerle başbuğların arasını açmağa yönelen kesif Çin propagandası ile gittikçe derinleşiyordu Hun prenslerinin birbirleri ile olan anlaşmazlıkları, mücadeleyi şiddetlendirdi İktisadî darlık ve askerî güçsüzlük karşısında, maddî yardım temin edilir düşüncesi ile, çıkar yol olarak Tanhu Hohanyeh’in (MÖ 58-31) Çin himayesini isteme meyli, durumu büsbütün karıştırdı

Sol Bilge eliği (Sol kanat kralı) olan Çiçi (Chihchih, Tsitki), bu kardeşinin tanhuluğunu tanımadı Mesele, Hun devlet meclisinde (Türkçesi: toy) ağır münakaşalara yol açtı Hohanyeh’in teklifi; istiklâlin feda edilmesini “gülünç ve utanç verici” bir davranış sayan ve kendilerinden ülkenin devralındığı atalara karşı hürmetsizlik kabul eden Çiçi taraftarlarınca reddedildi Tanhu’nun fikrinde direnmesi, Hunları ikiye ayırdı (MÖ 55) Devlet birliğinin parçalanması ile, Çin üzerindeki Hun tehdidi ortadan kalktığı için, Doğu Asya tarihinde bir dönüm noktası olan bu yıllarda, Hun prensleri arasında iyice alevlenen açık mücadele sonunda, rakiplerini mağlup, bu arada tanhuluk merkezini de işgal ederek Hun imparatoru durumuna yükselen Çiçi karşısında, Hohanyeh, kendine bağlı kütlelerle birlikte, desteğini sağladığı Çin’in kuzeybatı sınır bölgesine (Ordos, Pingçu) çekildi (MÖ 54)

Devletini güçlendirmek ve iktisadî imkanlara kavuşturmak bakımından, hakimiyetini batıya doğru yaymağı uygun gören Çiçi Tanhu, MÖ 51′de harekete geçti Önce, Tanrı Dağları kuzeyi Isık Göl havalisindeki Wusun’ların mukavemetini kırdı; Tarbagatay bölgesindeki Ogurları, daha kuzeydeki Kırgızları ve İrtiş etrafındaki Tingling’leri tabiiyetine aldı İki yıl içinde kazandığı bu başarılardan sonra, Wusun akınlarının tedirginliğinden kurtulmak isteyen Kangkü (Çu, Güney Kazakistan bozkırı, Maveraünnehir) kralının arzusu üzerine, bu devleti himaye etmek vesilesi ile Aral Gölüne kadar bütün batı bölgesini idaresi altına alarak, geniş Orta Asya Hun İmparatorluğunu ihya etti

Çiçi, hükümetinin kuzey Moğolistan’daki ağırlık merkezini de, Çu-Talas nehirleri arasına kaydırarak, orada etrafı surlarla çevrili yeni bir başkent inşa ettirdi (MÖ 41) ki, böylece, mevkii dolayısıyla İran, Afganistan, Hindistan, Doğu ve Orta Avrupa kıtaları bakımından, Asya tarihinin bundan sonraki gelişiminde sürekli tesiri görülecek olan Türkistan sahasına, Türk halkının iyice nüfuzunu sağlamış oluyor (Batı Hunları) ve Fergana, Baktria (Belh) havalisini kendine bağladıktan sonra, Çin kaynaklarına göre, Ansi bölgesini, yani güneybatı sınırları, ta Anadolu’ya kadar uzanan Parth İmparatorluğunun kuzeydoğu kısmını zaptetmek için planlar hazırlıyordu

Fakat Çiçi’nin hakimiyeti uzun sürmedi Topraklan çok genişti ve Hun devleti bu bölgelerde henüz iyice yerleşmiş, idarî nizamı kurmuş, tâbi kütleler ve komşuları ile normal münasebetlerini geliştirmiş değildi Çiçi’nin harekâtını, adım adım takip eden Çin, Wu’sun’ları, Kangkü devletini kendine çekmeği bildi ve derhal saldırıya geçti Etraftan aldıkları yardım ve 70 bin kişi civarındaki orduları ile, baskın şeklinde, Hun topraklarına girerek süratle ilerleyen Çinliler tarafından kuşatılan, Talas ırmağı üzerindeki surlu Hun başkenti, tamamıyla tahrip edildi (MÖ 36) Başkentte, hayrete değer bir müdafaa yapılmış, sokaklarda kanlı savaşlar verilmiş, hatta tanhuluk sarayı içinde oda oda çarpışılmış ve Çiçi, oğlu ve hatunlar dahil, saray mensuplarından 1518 kişi, ellerinde kılıç, devletleri uğruna hayatlarını feda etmişlerdi

Çiçi’nin batıya uzaklaşmasından sonra kendini toplayan ve Çin hükümeti ile anlaşma yaparak (MÖ 43), devlet meclisinin kararı ile başkentini Orhun bölgesine nakleden, fakat MÖ 36′dan itibaren tekrar Çin tâbiliğine giren Hohanyeh’e (ölm MÖ 31) bağlı kütleler, onun evlatları tarafından bir müddet idare edildikten sonra, tekrar toparlanmağa başlamışlar ve kudretli bir devlet adamı olduğu anlaşılan Yu (Hotodzsisi) Tanhu zamanında (MS 18-46), Çin’e karşı istiklallerini elde ederek, doğuda Mançurya’ya, batıda Kaşgar’a kadar olan geniş bölgeyi tekrar idarelerine almağa muvaffak olmuşlardı
Fakat Yu’nun ölümünden itibaren iç anlaşmazlıklara düşmeleri ve uzun süren kıtlık yıllarının sebebiyet verdiği çok sayıda hayvan kırımı ile ülkede baş gösteren açlık, Hunları müşkül duruma soktu Yu’nun oğlu Tanhu P’unu’ya karşı mücadele açarak, kuzeydeki Hun kabileleri arasına çekilen Pi’nin (P’unu’nun yeğeni) orada kendini tanhu ilan etmesi hadisesi (MS 48), Hunları tekrar ve artık bir daha birleşememek üzere ikiye ayırdı: Kuzey Hunları (Kuzey veya Dış Moğolistan’da) ve Güney Hunları (Güney veya İç Moğolistan’da)

Böylece, M 48′de, ayrı siyasî vasıfları kesinlik kazanan iki Hun devleti arasındaki büyük fark, güneydekinin Çin tabiiyetini devam ettirmesi, Kuzey devletinin ise istiklalini daima koruması idi Bundan başka, Güney Sibirya, Cungarya ötesine kadar Batı ve İç Asya’da iktisadî ehemmiyeti bilinen bütün şehir devletleri de, Kuzey Hun Devletinin idaresinde idi Dolayısıyla siyasî ve askerî Çin saldırılarının ana hedefini teşkil ediyordu Daha Hun İmparatorluğunun bölünmesi ile sonuçlanan iç mücadeleleri ustaca istismar eden Çin, Hunlara bağlı doğudaki Moğol-Tunguz karışımı Wuhuan ve Sienpi (Hsienbi) kütlelerini kışkırtmış, bunların sürekli baskıları neticesinde Hun Devleti, Doğu Moğolistan’da kontrolü kaybederken, batı bölgesinde de tahrikçi Çin siyaseti ile karşılaşmıştı

Bu sebeple, en tesirlisi Yarkent Krallığı olmak üzere, Şanşan (Loulan, Lobnor’un güneyi), Turfan vb bölgelerdeki ayaklanmalar ile uğraşmak zorunda kalındı (46-60 yılları) Hun Devletinin buralarda, bilhassa Çin’in sömürücü tutumu ile Yarkent kralı Kien’in çok merhametsiz davranışından perişan düşen halk tarafından, kurtarıcı gibi karşılanması ve duruma hakim olduktan sonra, yeniden baskı altına aldığı Çin’i, sınır kasabalarında serbest ticarete mecbur etmesi (61-65), Çin’i tam kararlılık içinde ve doğrudan doğruya askeri harekâtla Hun Devletini çökertmek hazırlığına sevk etti İmparator Mingti (58-75), Ç’engti (75-89) ve Hoti (89-105) devirlerinin ünlü generali Pan Ç’ao’nun yüksek kumandasında kalabalık Çin ordularının, 30 yıl süren harekâtı sonunda Kangk’ü’ye kadar (Kaçgar, Hami, Yarkent, Hoten dahil) sayısı 50′yi bulan zengin ve kervan yolu üzerinde olduğu için, iktisadî yönden önemli şehir, Çin idaresine geçti
Bilhassa 73-74, 89-90-91 yılları harekâtında ağır kayıplara uğrayan Hunlar, İç-Asya’da hakimiyetlerini kaybederken, doğuda da Sienpi’lerin hücumlarına (en şiddetlisi 89-91 arasında) maruz bulunuyorlardı İki cephede, sürekli savaşlar vermek zorunda kalan Kuzey Hun Devleti, son tanhuların başarılı müdafaalarına rağmen, kuvvetten düştü, durum aleyhte gelişti

Hakimiyetlerini, Güney Sibirya’ya ve Cungarya’ya kadar genişletmeğe muvaffak olan Sienpi’lerin hükümdarı Tanshihhuai (aş yk 147-156) tarafından, nihayet saf dışı edilen Kuzey Hunlarının (ihtimal Tanhu Avitokhol zamanında) toprakları, düşman kabilelerin istilasına uğradı Siyasî iktidarlarının zayıflamağa yüz tuttuğu tarihlerde, esasen memleketi terk etmeğe başlayan Hunlardan (büyük çapta göçler 91′de ve 155′e doğru), Kuça civarında kalan Yüepan-Yüebanlar dışındaki kalabalık kütleler, batıya çekilmişlerdi ki, bunların şimdiki Güney Kazakistan bozkırındaki soydaşlarına (Çiçi Hunları) katıldıkları anlaşılmaktadır

M 48′den beri, Çin sınır bölgesinde yaşayan ve kuzeyden gelecek saldırılar için Çin’in ileri karakolu bir tampon devlet durumunda olan Güney Hunları da pek huzurlu değildi Kukla tanhulara karşı, Hun kabileleri, sık sık başkaldırıyorlardı 94, 124 ve 140 yıllarında görülen ayaklanmalar güçlükle bastırılmış, bunları 153, 158 isyanları takip etmişti Bu senelerde Kuzey Moğolistan’ı işgal eden Sienpi’ler, güneye doğru baskılarını artırarak, Hun devleti için tehlikeli olmağa başladılar (177′den itibaren) 188′de Çin hükümetince tayin edilen tanhunun tamamen Çin’e teslim olma kararı üzerine Hunlar tarafından öldürülmesi, devleti başsız bıraktı Kabileler, diğer tayinli iki tanhuyu da tanımadılar ve dağınık kabile hayatına döndüler Son tanhunun, Çin başkentinde hapsedilmesi ve ülkenin 5 eyalete bölünerek Çinli askerî valilerin gözetimine verilmesi ile, Güney Hun Devleti de sona erdi (M 216)

Bununla beraber, Sienpi baskısı yüzünden bilhassa 3 yy’ın 2 yarısında güneye gelmek suretiyle Çin’de sayıları gittikçe artan Hunlar, Çin idaresi altında ve Çinli halk arasında, varlıklarını korumayı bildiler Çin’de, Han sülalesi iktidarının zayıflamağa yüz tuttuğu tarihlerde (180′den itibaren) birbirleri ile mücadeleye girişen generallerin tutumu, büyük değişiklik meydana getirmiş, siyasî birliğin parçalanmasına yol açmıştı (”16 Devlet” devri) Sui hanedanının, birliği ihya ettiği 589 yılına kadar süren bu devrede Türk kütleleri, başta Tabgaç (Wei) sülalesi olmak üzere, müstakil devletler kurmuşlar ve Han iktidarının son bulması ile, MS 220′lerde, tekrar sahnede görünen Güney Hun kabile başbuğlarının idaresinde nüfuzlarını artırarak, zamanla hemen bütün Kuzey Çin’i Türk hakimiyetine almayı başarmışlardı Bunu sağlayan kuvvet, yukarıda zikredilen asî generallerden biri olan Ts’ao Ts’ao’nun, savaşlarında yardımları olduğu için, Şansi bölgesine yerleştirdiği 19 Hun kabilesi idi

Kalabalık olan ve her fırsatta Çin idaresine başkaldıran (meselâ 271, 294, 296 yıllarında) bu Türk kütlesi, millî benliğini koruyor ve eski tanhu ailesi mensuplarına karşı saygı beslemeye devam ediyordu
19 kabileden biri T-opa (Tabgaç), biri de büyük Tanhu Mo-tun ailesinin indiği Tuku veya T’uko idi Hun Tuku (T’uko) başbuğu, eski tanhular neslinden ve Hun elig’lerinden olan Liu Yüan (Liu, bu devirde Tuku ailesine Çinlilerin verdiği addır) çetin bir hürriyet mücadelesi verdikten sonra, dikkat çekici bir siyasî kavrayışla, 500 sene önceki atalarının, eski Han sülalesi ile olan dostluklarını ve “kardeş”liklerini de ileri sürerek ve hatta kendi sülalesine “Han” adını vererek, bu Çin bölgesinde (merkez: P’ing ç’eng) Türk devletini kurmağa muvaffak oldu (304-329 1 Chao) Çin başkenti Loyang’ı zapt etti (311)
Kendisinden sonra, Çin’in öteki başkentini de ele geçiren kardeşi Liu Ts’ung’un geliştirdiği bu siyasî hakimiyet şuuru; idare, başbuğ aileleri arasında el değiştirmesine rağmen, devam etti (başlıca Hun sülaleleri: 2 Chao: 329-351, Hsia: 407-431, Kuzey Liang: 401-439 ve bunun devamı: Lou-lan krallığı, 442-460; Turfan civarında) Aynı şuur, Tsükü (Chuch’ü) Mengsün tarafından kurulmuş olan son Hun devleti “Kuzey Liang”ın 439 yılında Tabgaç hükümdarı T’aivvu’nun baskısı ile başkent Gutsang işgal edilerek yıkılması üzerine, buradan kaçıp kurtulduğu anlaşılan Türk Açına [Asena, Bozkurt] ailesinin temsil ettiği büyük Göktürk Hakanlığı’na ulaştı

Çin sahasında Hun adı altındaki siyasî hayatları böylece tarihe karışmakla beraber, MÖ 1 asırda Çi-çi iktidarının yıkılması neticesinde, etrafa dağılmış olarak Sogdiana’nın (Seyhun-ötesi) doğusunda, Kafkaslar’ın kuzeyinde, hatta Dinyeper nehri civarında ve bilhassa Aral Gölünün doğu bozkırlarında varlıklarını devam ettiren Türk kütleleri, oradaki diğer Türk zümreleri ve 1 asır sonlarından 2 asrın yarısına kadar, doğudan gelen Hun kalıntıları ile çoğalmışlar ve uzunca bir müddet sakin bir hayat yaşamak suretiyle güçlerini artırmışlardır Bunların, büyük ihtimalle iklim değişikliği yüzünden veya son yıllarda gelişen yeni bir görüşe göre, 110-350 yıllarında doğudan gelen Uar-hun baskısı karşısında batıya yöneldikleri ve sonra Avrupa Hun İmparatorluğu’nu kurdukları anlaşılmaktadır Bu kütlelerin batıya Sibirya’ya doğru Çin sahasından uzaklaşmalarından dolayı, haklarında, 2 asır gibi uzun bir süre yazılı bilgi bulunamadığı gerekçesine dayanılarak, Hiungnularla aynı kavim sayılamayacakları yolundaki bazı iddialara rağmen, Atilla zamanında, bütün Avrupa’da Türk hakimiyetini gerçekleştirenlerin, bu Asya Hunları neslinden oldukları çeşitli vesikalarla belgelenmektedir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Büyük Hun İmparatorluğu

Eski 05-26-2009   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Büyük Hun İmparatorluğu



Askerî Teşkilat





Sadece hafif zırhla korunmuş ve tamamı atlı okçulardan oluşan bir ordunun, nasıl bunca orduları yok ettiği ve hattâ iyi eğitimli, tam zırhlı ve yüksek tecrübeli Roma lejyonlarını yendiği, ilk bakışta hayret vericidir Bu zaferlerin sırrını çözebilmek için, Hunlar’ın savaş taktiklerini, silahlarını ve nasıl organize olduklarını iyi bilmek gerekir


Atlar, Hun askerî kuvvetinin temel taşıydı Daha sonraları Avarlar ve Macarlar gibi Türk kavimleri de atı, ataları Hunlar gibi iyi kullanmışlardır Hun atları, Avrupa atlarından farklıdır Bunlar daha küçük, tüylü ve daha dayanıklı, cesurdular Bu atlar sayesinde Hunlar, düşmanlarından 5 kat daha uzun mesafeleri, onlarla eşit sürede alabiliyorlardı Bütün askerler, yanlarında en az iki at taşırlardı ve bu yedek atlar sayısı, 5 e kadar çıkardı Bunun, iki nedeni vardı





Eğer savaşta atı ölürse, diğer atlardan birini kullanabiliyordu ve üstelik çok sayıda at, düşmanların, Hun kuvvetlerinin miktarını tam olarak kestirmesini engelliyordu Hun askerleri, ikmal yolları kurmazlardı Her asker, yiyeceğini, silahını, çadırını, sefere çıkmadan önce ayarlamak zorundaydı ve bunları yedek atlara yüklerdi Hun atları da, askerleri gibi, çok hafif zırhlı idiler

Hunlar, semeri kullanmasını biliyorlardı, fakat, üzengiyi kullanmamışlardır Aslında kullanmalarına gerek olmadığı da bazı Çin ve Avrupa tarihçileri tarafından bahsedilmektedir Çünkü, Hun askerleri, ata, sözleri ile hakim olabiliyorlar, böylece ok ve kılıç kullanırken, çok rahat hareket edebiliyorlardı Emirlerle atların düşman atlarını ısırması ve yere düşen düşman askerinin ezilmesi sağlanıyordu Üzengi, Avarlar sayesinde 5 yüzyılda Avrupa’da yayılmaya başlamıştır

Hun atlı okçuları, “Birleşik Yay” diye bilinen, çok güçlü ve etkili, ağaçtan yapılma, boynuz ve deriyle kaplanmış bir yay kullanıyorlardı Elbetteki bu yaylar, yerin altında binlerce yıl kaldıklarından, bugün sadece kemikle kaplanmış kısımları mevcuttur Bir Macar okçuluk uzmanı ve seyisi, Lajos Kassai, yıllar sonra Hun hikâyelerine, buluntulara ve arkeolojik kazılara dayanarak Macar, Hun ve Moğol yaylarını üretmeyi başarmıştır Bu şekilde bir yayla, bir asker, 2 yaya sahip olmuş oluyordu Bu yaylar, kuru tutulmak zorundaydılar Askerler, yanlarında deriden yapılma bir sadak taşırlardı Bu çeşit bir yayı üretmek, genelde yarım sene alıyordu Öncelikle kayın ya da akça ağaç diye bilinen uygun ve şekil alabilir bir ağaç olması gerekiyordu

Yay’ın gövdesine, boynuz ve sert odun parçaları yapıştırılıyordu Deriyle kaplanarak, nem karşısında önlemler alınmış oluyordu Bu yay sayesinde, Avrupalı askerlerin kullandıkları yaylardan daha etkili ve hızlı bir şekilde atış yapabiliyorlar, daha az yoruluyorlardı Şimdi düşünün, 10 000 atlı asker, düşman karşısında ve atlarını sadece sözleri ve diz hareketleri ile yönetiyorlar, ellerinde en az 3-4 ok var, yani bu bir dakikadan az bir sürede, aynı anda 40 000 ok demek

Hun ordusu yakın savaşa pek girmese de, mecbur kaldığında genellikle mızrak ya da pala, hançer kullanırlardı Askerler, küçük yaştan itibaren eğitilmeye başlanır, onlara at sürmesi, yay ve kılıç kullanması öğretilirdi Okçuluk talimleri, genellikle fare, kuş, gelincik, daha sonra tavşan ve tilki gibi küçük hayvanlara karşı yaptırılırdı Böylece, büyüdüğünde mükemmel derecede at süren ve yay kullanan, kusursuz bir atlı okçu savaşçı yetişirdi

Hunlar gibi atlı göçebe milletler, genellikle savaşlarda mahvediciydiler Kullandıkları taktikler, Avrupa orduları ve Çin piyadeleri için bilinmeyen ve sezilemeyen tuzaklarla doluydular Hun askerleri, hep sayıca üstün kuvvetlerle savaştıkları için, öncelikle onların sayılarını etkisiz hale getirene kadar ok yağmuruna tutar, iyice yıpranan düşmana mızrak ve kılıç hücumuna çıkarlardı Oklara karşı kalkan kullanmayı deneyen ordulara karşı ise, grup halindeki okçularla ateş ederlerdi Önce havadan ok yağmuru başlar, diğer grup da hemen, kalkanlarını havaya kaldırmış askerleri oklardı

Genellikle, pusu kurarak hücum etme taktiği kullanılırdı Avrupalı ve Çinli tarihçiler, Hunlar’ın en tehlikeli ve hileli taktiğini, yani bizim bildiğimiz Turan Taktiğini şöyle tanımlamışlardır: Ordu bütün kuvvetleri ile düşman hatlarına hücum eder, kısa bir süre çarpıştıktan sonra, bir işaretle geri çekilir, gözünü hırs bürümüş düşman, zaferi kazandığına inanıp Hun ordusunu takibe koyulur, ancak ani bir işaretle Hun atlıları, eğerlerinin üzerinde ters döner ve 3-5 ok atarak ön hücum hattının saldırısını kırarlar ve bu sırada yanlara açılmış Hun okçuları, düşmanı iyice çevirmiştir Avrupa tarihçileri bile, bu taktikleri ve iyi organize olmuş savaş düzenini, barbar ve kana susamış ilkel kavimlerin yapamayacağını kabul etmiştir

İktisat

Aslında İktisat ve Hun, birlikte düşünüldüğünde, çoğu kişi şaşırabilir Çünkü Hunlar, bugüne kadar göçebe koyun çobanları olarak bilinirlerdi Fakat yeni araştırmalar, bu bakış açısını değiştirmiştir Baykal Gölü etrafındaki son kazılardan sonra Bilim adamları, Hiung-nular’ın sadece koyun çobanlığına dayanan ekonomisi görüşünü terk etmişlerdir Hunlar’ın şehirler kurduklarını, bunların etrafını sıkı duvarlarla koruduklarını, taştan ve odundan sürekli kullanmak için evler yaptıklarını, sadece çadır kullanmadıklarını tespit etmişlerdir Bu bölgelerin ticaret ve tarım merkezleri olduğu, esnaf ve birçok zanaatkârın bulunduğu, ayrıca Hunlar’ın pulluğu kullandıkları, arpa ve buğdayı bildikleri ortaya çıkmıştır


Hunlar’a ait oldukları kanıtlanmış birçok mezarda ise, bazı tarım aletleri, bugünlerde Rusya’da bulunmuştur Hunlar, buğdayı büyük çukurlarda saklamışlar, iki taşın arasında öğütmüşlerdir Ayrıca çanak ve çömlek kullandıkları, demiri ve bronzu işledikleri anlaşılmıştır Ticaret kervanları, Çin’e ve İran’a kadar ulaşmıştır Ormanlar da Hunlar’ın ekonomisinde çok etkili olmuştur

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Hunlar

Eski 09-11-2009   #5
Şengül Şirin
Varsayılan

Hunlar



Hunlar




Orta Asya’da ve Avrupa’da devlet kuran Türk boyudur Osmanlı hanedanı dışında Türklerin başında hüküm süren en uzun ömürlü ve en önemli hanedan Hunlardır Onları dört önemli topluluk olarak ele alabiliriz




Orta Asya Hunları, ilk büyük Hun hakanlığıdır (MÖ 220-MS 216) ilk büyük hükümdarları Teoman Yabgu’dur Oğlu Mete (Oğuz Han da denir), MÖ 209′da Teoman’ın yerine tahta geçti 35 yıl hükümdarlık etti Bütün Türk, Moğol, Tonguz, Altay Türklerini buyruğu altında topladı Devletinin sınırları Büyük Okyanus’tan Hazar Denizi’ne, Tibet ve Keşmir’den Kuzey Sibirya’ya uzanıyordu











Volga Hunları, MS 48′de devlet ikiye bölündü, sonra da göçler sonucu dağıldı Çeşitli Türk boylarının birbiri üzerine yaptığı baskılarla zayıflayan önemli Hun boyları batıya göç etmeğe başladılar Bunların bir bölüğü Volga ile Ural ırmakları arasında bir devlet kurdu (MS 374) Hakanları Balamir Han’dı Avrupa Hun Devleti, MS 425′te kuruldu 454′e kadar yaşayan bu devletin en büyük hükümdarı Attilâ idi 9 yıl süren saltanatı sırasında 4 milyon km2′lik bir toprak üzerinde dünyanın en büyük imparatorluğunu meydana getirdi










Hindistan Hunları (Akhunlar), ise Moğollarla karışarak güneye inen ve orada VII imparatorluk hanedanını kuran Hunlardır 3,5 milyon km2′lik bir bölgede 71 yıl Hindistan’a egemen olduktan sonra dağıldılar

Attilâ ve Azizler

Attilâ iktidarından ve Hun gücünden korkan Hıristiyan inancına göre Attilâ’nın atının bastığı yerde ot bilmezmiş Attilâ’nın Avrupa’ya saldığı korku yüzünden, kilise ona direnme cesaretini gösterenleri azizliğe yükseltti: Paris’i kurtaran Azize Genevieve; Romalıları yardıma çağıran Orieans piskoposu Aziz Aignan, Roma’ya ilişmemesi için Attilâ ile pazarlığa girişen papa Leo I bunlar arasındadır






Hun uygarlığı

Ordu örgütlemeyi, savaşmayı, at yetiştirmeyi çok iyi bilen Hunlar, büyük bir uygarlığa sahipti Tahta evlerde oturur, deriyi işler, dokuma yapar, şiir ve edebiyatla uğraşırlardı Avrupa’ya Asya uygarlığının önemli öğelerini ve özelliklerini onlar götürdüler











Hunların önünde dize gelen Avrupa, Attilâ’yı ve yiğit savaşçılarını vahşiler olarak görmek ve göstermek istemiştir Ünlü ressam Raffaello’nun bu tablosunda, Roma kapılarında Attilâ ile papa Leo I’in karşılaşmaları da, eli sopalı melekler ilâvesiyle ve aynı anlayışla canlandırılıyor Vatikan Müzesi, Roma




__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.