Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
batı, doğunun, tanzimat

Tanzimat: Doğunun Yerine Batı

Eski 05-12-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Tanzimat: Doğunun Yerine Batı



Tanzimat: Doğunun yerine batı
Bilindiğince, XIX yüzyılda Batılılaşma akımına koşut olarak gelişen Türk yazını, roman, öykü tiyatro gibi yeni türlerin denenmesiyle çağdaş bir çizgiye girmiş; Türk yazınının yönü Batı düşüncesinin temel alınması sonucu değişmiştir Batıyla ilişkiler, aydınların bir batı dilini öğrenmeleri, batı yazınından yapılan çeviriler, batıdaki siyasal eğilimlerle, ideolojilerle tanışma bir uygarlık değişimini de gerektirmiştir Başka deyişle doğunun yerini batı almıştır
Batılılaşma ve buna bağlı olarak yeni bir kültüre açılınması başlangıçta Türk yazınını da batı yazınının güdümüne sokmuştur Ahmet Hamdi Tanpınar bu konuda şunları söyler: “Sırf edebi cereyanlar yönünden bakılırsa, bu yüz sene içinde Türk edebiyatının Garp edebiyatlarında ve bilhassa Fransız edebiyatında mevcut bütün cereyanları uzak ve yakın fasılalarla, muntazam surette takip ettiği görülür
Bileşimin gerçekleştirilemediği Tanzimat döneminde iyice belirgindir bu Özellikle de öykü ve romanlarda Çünkü şiir, en azından biçim olarak bir geleneğe yaslanmaktadır Oysa, bir düzyazı geleneği olmakla birlikte, öykü de, roman da tür olarak yenidir Tanzimat sanatçısı için “Yeni Türk edebiyatını kurmak için gayret eden ilk iki neslin (1825 ve 1840 sıralarında doğanlar: Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal) zevk ve gayretleri hemen hemen aynıdır Bu iki neslin ikisi de XVII asır Fransız klasikleriyle beraber XVIII asır Fransız filozoflarını ve gene Fransız romantiklerini okumuşlardır” (Tanpınar) verdikleri ürünlerde de coşumcuları izlerler Ama Tanzimatçıların coşumculuğu, batıdaki örneklerde olduğu gibi, bu akımı besleyen toplumsal ve düşünsel özden yoksundur
Gerçi Tanzimat romanı belli toplumsal koşulların sonucudur Ama bu toplumsal koşullar, batıda olduğunca yapısal bir değişimin sonucu değillerdir Daha doğrusu, üretim araçlarının el değiştirmesi sonucu üretim ilişkilerinin değişmesi söz konusu değildir Diyelim, batıda da roman salt ekonomik ve toplumsal olanın önceliğiyle açıklanamaz Ama kentsoyluluğun gelişimiyle sanat da yeni özlere, yeni biçimlere açılmıştır Bir bakıma kentsoyluların Fransız devrimiyle tam olarak egemenliklerini kurmaları, bilim ve sanat gibi üstyapı kurumlarının yardımıyla gerçekleşir, öncü görevini bunlar yüklenir, kentsoyluların egemenliğinin pekiştirilmesini sağlarlar Victor Hugo’nun, coşumculuğu, “edebiyat olan Fransız devrimi” biçiminde tanımlaması bu doğruyu vurgular Çünkü devrimden önce siyasal güç, kentsoyluların derebeyleri yıkmak için geçici bir işbirliğine girdikleri prenslerin, soyluların elindedir Temel ilkelrei us, gerçek ve doğa olan klasisizm bu sınıfın çevresinde gelişir Coşumculuk ise usun yerine duyguyu koyar Klasisizmin gerçeği belli bir güzellik anlayışıyla sınırlıdır, ölçülü biçilidir Coşumculuk bütün sınırları yıkar, onun gerçeği yaşamdır Klasisizm geneli anlatır, tiptir onun için önemli olan Coşumculuk ise, özeli yakalamaya çalışır, tiplerle değil, kişiliklerle uğraşır Bu nedenle de bireycidir, bireyciliğin utkusudur
İşte bu nedenle, kendilerini kurtarıcı olarak gördükleri için coşumculuğun düşçü yanı Tanzimatçıları etkilemişti denilebilir Doğu düşüncesi insanı siler çünkü Birey olarak yoktur insan Tanrı vardır yalnızca ve insan onun suretidir Oysa Tanzimatçıların karşılaştıkları batılı insan, eğitilmiş, bilgili, toplumu ileriye götüren yaratıcı insandır Onlar da hemen, bu insanın oluşumu üzerine düşüneceklerine, o insan gibi olmaya çalışmışlardır Böylesi bir çabanın inanmış, duygulu, coşkulu bir aydın tipi yaratacağı açıktır Kısacası batı coşumculuğu, Tanzimatçıların ruhsal durumuna uygun düşmektedir
Ayrıca, coşumculuğun sıradan yapıtlarda cıvıklaşan duyguculuğu sanatçılarımızı yeninin ta kendisi olarak çekecek, bu duygusallık Tanzimatçılarda bir ağlama duvarı oluverecektir Sonuçta, batı coşumculuğu nasıl yozlaşarak kurtuluşu kaçışta ve gerçekle bağdaşmayan bir düşte bulmuşsa, Tanzimat coşumculuığu da bu düşü sanatçılarda yaratıcı bir imgelem olmadığından - ölüm kılığına sokarak, insanların kurtuluşunu onları öteki dünyaya göndermekte bulmuştur
Coşumculuğun bellibaşlı niteliklerini basitleştirmekte ve her romanda kullanılabilecek reçeteler biçimine getirmekte ustadır Tanzimat sanatçıları Bu reçeteleri ilkel olarak ortaya koyan Ahmet Mithat, en iyi biçime sokan ise Namık Kemal’dir Üstelik ekonomik ve toplumsal koşulların ezdiği, İslam gizemciliğinin etkisiyle kendisini edilgen bir dünya görüşüyle koşullamış Türk insanının günlük yaşamında, yüzeysel olarak alınınca hemen ağlamaklı bir coşumculuğa konu olabilecek tablolar çoktur
Sözgelimi köle kız ya da köle erkek bütün Tanzimat romanında boy gösterir Ama köle insandan yola çıkarak kölelik kurumuna, giderek toplumsal düzenin bozukluğuna bıçak atabilmek olasıyken, işin duygusal yanına kaçılmıştır hep Buysa doğal bir sonuçtur Coşumculuğun etkisi, bilinçsizlik ve deneysizlikle birleşince, Tanzimat sanatçısının bir aşama yapması olanaksızdı Yalnız Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeştinde bu öykünün kimi gerçekçi çizgiler taşıdığı görülür Daha doğrusu gözlem girer öyküye Ama bu gözlem, esir pazarının anlatılması ya da esir yaşamından bir iki tablo çizilmesidir, o kadar Yoksa, Sergüzeşt’te Tanzimat coşumculuğunun bütün özelliklerini taşır
Oysa Tanzimatçıların ürün verdikleri yıllarda, batıda coşumculuk çoktan aşılmış, gerçekçi anlatım yöntemleri alabildiğine geliştirilmişti Coşumcu dönem içinde ele alınmakla birlikte gerçekliğin asıl öncüleri sayılan Balzac’la Stendhal’in yapıtları yayımlanalı yıllar olmuştu Ama Tanzimatçılar gerçekliğin adını etmekle yetindiler Gözlem ürünü bir iki betimlemeyi gerçekçilik sandılar Bu konuda benzeri yanılgılar günümüzde de sürmekte, Türk yazın tarihi çalışmalarında yanlış değerlendirmelere gidilmektedir
Çünkü gerçekçilik, temelde bir anlatım yöntemidir Yazında gerçekçi yönelişler olguculuğun (positivisme) gelişimine koşut olarak ortaya çıkmış, bilimin gelişmesi, gerekirci (deterministe) görüşler gerçekçiliği hazırlamış; deney, gözlem, nesnelik gibi yöntemsel ilkeler gerçeklerin de ana ilkeleri olmuştur Nitekim, “XIX yüzyılın ilk gerçekçilerinin üzerinde az çok birleştikleri bir gerçeklik kavramı vardı Bu romancılar gerçekçi bir roman yazmadan ve bu tür romanları savunmayı üzerlerine almadan önce, insanın dışında, ondan ayrı ve bağımsız bir gerçekliğin varlığını kabul etmişlerdi Bilimdeki bulgular tarihte ilk kez ancak görünen varlıkların gerçek olduğu, görünmeyenlerin gerçek olmadığı inancını uyandırmıştı Buna bir de XIX yüzyılın sonunda ruhbilimde yeralan ilkelerle insanın iç gerçekliğinin de yine bilimin yardımıyla aydınlanacağı inancı ekleniyordu Gerçekçi roman yazarı insan hakkındaki gerçekliğin tümünün insanın iç ve dış dünyalarındaki olguların gözlenmesi ile saptanabileceğine güveniyordu Gerçekçi romanın işi bu olguları yansıtmaktı İnsan yaşantısının gerçekliğine ancak bu gerçekliğin bilinebileceği tek yoldan, bilimsel yoldan ışık tutulabilirdi” (Necla Aytür)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.