02-11-2009
|
#1
|
Berna
|
Âşıklık odur ki...
Mecazlar dünyası içinde "Dünyanın bütün aşkını şu benim inleyip duran yaralı kalbime verdiler Öyle ki titrek bir ele dolu kadehi emanet ettiler" demeye gelen bu beyitte kalp biçiminde yapılmış kadehlerden, insanı mest eden gönül kadehine, lebaleb dolu bir kadehi dökmeden içmeye çalışan bir sarhoş ile, yaşı ilerleyip bedeni söğüt yaprağına dönen veya irtiaş illetine (Parkinson) tutulup devamlı eli titreyen birinin emaneti koruma, kadehi dökmeme gayretine, aciz bir varlık olan insanın, dağlara taşlara teklif edilip kabul görmeyen ulvi emaneti taşımak gibi bir zavallılığa talip oluşundan buna muhatap tutulmakla kazandığı şerefe varasıya kadar pek çok açılım ve yorum mündemiçtir Ancak, şimdilik bizi asıl ilgilendiren husus, inleyişler içindeki bir gönle aşk-ı cihanın nasıl yüklendiğidir ki insanlık macerası biraz da bu yüklemeden ibarettir
Aşkın merhalelerine ve duraklarına baktığımızda önce sevenin sevgiliye bağlandığı bir zaman dilimine, bütün hayatı kuşatıp şekillendirecek o kısacık anın büyüsüne gitmek gerekir Buna "alâka" denir ki kelime itibariyle bir ilgiyi, bir bağlanışı ifade eder Yani sevgiliye bağlanan bir gönül İster saçlarının teline (tasavvufta masiva) bağlanıp ardından sürüklensin, ister zülfünün zincirine bend olup asılsın
Alâkadan sonraki merhaleye sevgi deriz Kalp sevgiliye doğru eriyip akar ve gün günden şiddetlenerek (gözden) akışı hızlandırır O dönemde âşık ister ki cihanın bütün âşıkları yerine aşkı tek başına kendisi soluklansın, bütün yükü insanlığın sırtından alıp omuzlasın, başka âşıkların adları tarihten silinsin ve geriye, uğrunda varlığını yok etmeye hazır olduğu sevgilinin adından gayrı bir şey kalmasın İster ki sevgi denen lezzetin tümünü kalbinde taşısın ve ne kendinden evvelkilerden, ne de sonra geleceklerden kimse ondan bir pay almasın Hani Hz Ebubekir'in "Rabbim! Bedenimi öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnızca ben kaplayayım da orada başka kullarına yer kalmasın!" alicenaplığı gibi bir şey
Aşkın üçüncü merhalesinde tutku vardır Tutku olmasının sebebi Sevgili'nin, kalpten hiç ayrılmaması, orada tutunup kalmasıdır Hani bir alacaklının borçlusuna yapışıp ondan ayrılmaması gibi Bir devamlılık ve ayrılmazlık halidir ki gözyaşına boğulmuş âşıkın içinde gittikçe büyüyen bir ateş yakar; ateş ile suyu üst üste biriktirir
Gönüldeki ateşin yeterince büyüyüp kalbe ve bedene zarar vermeye başladığı aşamaya aşk denir
Aşk, seven ile sevilen arasındaki maceranın dördüncü kademesidir ve önce aklı kovar, mantık zincirini bozar Bu ruhsal ve anatomik tagayyür sebebiyle aşka bir hastalık gözüyle bakanlar olmuşsa da bunun tedavi kabul eder bir şey olmadığı ortadadır
Beşinci basamakta şevk vardır Buna özlem de diyebiliriz Kalbin sevgiliye hızla yol alışından ibarettir Vuslata kanat çırpmak, sevgilinin yüzünü görmek ve kendini ona adamak gibi özellikler bu kademede müşahede eder Âşık bu merhalede sevgilinin yolunu bütün yollardan daha doğru, daha sahih görür Sevgilinin bir yerde kendisini beklediğini vehmeder ve bu yolculuk uğruna her şeyini vermeye hazırdır
Allah böyleleri için bir hadis-i kudsîde "Müttakilerin bana olan özlemleri arttı Benim onlarla buluşma iştiyakım ise daha çoktur" buyurur
Hz Peygamber'in, "Her kim Allah'la buluşmayı arzularsa Allah da onunla buluşmayı arzular" hadisi ile Kur'an'daki "Kim bir gün Allah'ın huzuruna çıkacağını ümid ediyorsa, Allah'ın belirlediği sürenin sonu elbette gelecektir (Ankebut, 5)" ayeti de bu özleme işaret ederler
Âşıkın sevgiliye kavuşmadan kalbinin durulması işte bu yüzden mümkün olamaz Burada sevgilinin âşıkı için randevu vermiş olması da, randevusunu geciktirmesi de, hatta ayrılığın uzatılması da hep bu özlemin artmasına zemin hazırlar Özlem büyüdükçe vuslatın kadr u kıymeti de büyür; dolayısıyla seven ile sevilen arasındaki yakınlık da
Sevgili, vadinden dönmeyen, sözüne sadık bir Sevgili ise özlemin artması âşıkı mutlu eder Çünkü her an hayali gönlünde, ismi dilindedir
Sevgili kalbinin içinde iken onu özlemek, sevgili gözbebeğinde iken onu aramak, bir sır gibi içindeyken onu dillendirip durmak hep bu özlem basamağının insanı arıtan, yakan, pişiren, olduran yanıdır
Aşk, sevenin sevdiğine kul olmasıyla kemale erer Bu son merhalede kulluk ile tapınma neredeyse yan yana durur
Çünkü kim birisini severse önce ona boyun eğer; sonra kalbi ona kulluk etmeye başlar
Sevilen bir köle, seven bir efendi de olsa durum farksızdır ve görünüşte kul ile efendi ayrı olsa da, kalb kalbe roller değişmiş olur
Çünkü kulluğun hakikati sevilene boyun eğme, önünde kendi acziyetini ve zelilliğini ikrardır
Âşıkın en şerefli ve mutlu hali kulluk mertebesine yükseldiği haldir
Bu yüzden Allah, elçisi Muhammed'i Kur'an'da "kulum" diye anar (Bakara, 23) Çocuklarına Abdullah, Abdurrahman, Abdurrahim, Abdüssettar vb isimler veren babalar yüzyıllar boyunca işte o kulluğun (abd=kul=âşık) izini sürdüler
Ve kul kendine bir Sevgili edindiğinde
|
|
|