TÜrk Edebİyati Tarihi |
12-14-2006 | #1 |
mate
|
TÜrk Edebİyati TarihiTÜRK EDEBİYATI TARİHİ Türk edebiyatı tarihi, Türklerin kültür değişimlerine göre üç ana grupta incelenir: İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı İslam Etkisindeki Türk Edebiyatı Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı Elbette bu üç grubu kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir Çünkü İslam etkisine girince eski edebiyat tamamen yok olmadığı gibi Batı etkisine girince de İslami edebiyat bitmemiştir Ancak genel tercihin değişmesi, bu ayrımı ortaya koyar Bu ana grubun içinde de değişik anlayışların oluşturduğu ayrılmalar görülür Bunları bir şema halinde gösterelim Şimdi bu dönemleri ayrıntılarıyla görelim; İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI Tarihin karanlık devirlerinden, İslamiyetin kabul edildiği 8 - 10 yüzyıla kadar sürer Bu edebiyatı kendi içinde iki gruba ayırabiliriz 1 Sözlü Edebiyat Henüz yazı yokken , Türk toplumlarında ozan denen saz şairleri bulunurdu Bunlar, dini törenlerde ve bütün sosyal etkinliklerde şiir söyler, destan okurlardı Böylece dilden dile dolaşan bir şiir geleneği oluşmuş, tarih boyunca tüm kültür değişmelerine rağmen yok olmayan bu gelenek günümüze kadar sürmüştür Bu edebiyatın genel özelliklerini şu şekilde maddeleştirebiliriz: Asıl ürününü doğal destanlar dediğimiz tür oluşturur Sığır (av törenleri), şölen (dini ayinler), yuğ (ölen kişinin ardından yapılan törenler) adı verilen toplantılardan doğmuştur Ozan, baksı, kam denen kişilerce, saz eşliğinde söylenir Şiirlerde hece ölçüsü kullanılmış, bunların yedili sekizli ve on ikili olanları tercih edilmiştir Dörtlük nazım birimi kullanılmıştır Daha çok yarım kafiye ve redif kullanılmıştır Bazı şiirlerde kafiye, dize başlarında görülmekle birlikte, sonlarda kullanılması daha yaygındır Nazım şekli olarak, sav, sagu ve koşuklar görülür Sav, atasözü özelliği gösteren şiirlerdir Şiir şeklinde olmayan savlar da vardır Sagu ölen kişinin ardından söylenen ağıtlardır Koşuk; aşk, hasret, doğa güzelliği hakkındaki şiirlerdir Dil yabancı tesirlerden uzak, saf bir Türkçedir Sözlü edebiyatın en önemli kaynağı destanlardır Dünya edebiyatları içinde destanlar yönüyle en zengin edebiyat Türk edebiyatıdır Diğer milletlerin bir veya iki destanı varken Türklerin bunlardan kat kat fazla destanı vardır Destan, milletin hayatını derinden etkileyen büyük savaşlar, göçler, istilalar sonucunda oluşur Eğer tarihin karanlık devirlerinde, halk arasında oluşmuş ve sonradan bir şair ya da yazar tarafından yazıya geçirilmişse doğal destan adını alır Millet hayatında önemi olan bir olayı bir şair ya da yazar kendisi destanlaştırmışsa buna da yapma destan denir Elbette bir milletin tarih zenginliğini doğal destanlar ortaya koyar Bu yönüyle Türk destanları bir hayli önemlidir Türk destanları iki gruba ayrılır: İslamiyetten önceki destanlar ve İslamiyetten sonraki destanlar İslamiyetten Önceki Destanlar Alp Er Tunga Destanı MÖ VII asırda Türk - İran savaşlarında ün kazanmış, İran ordularını defalarca mağlup etmiş bir Türk hükümdarını anlatır Daha sonra İranlılar tarafından hile ile öldürülmüştür Onun İran destanındaki adı Afrasyab’dır Alp Er Tunga’nın ölümünde söylenmiş bir sagu Divan-ı Lügat’it Türk’te bulunmuştur Ancak bununla ilgili asıl bilgi Şehname adlı İran destanında vardır Şu Destanı Şu adındaki bir hükümdarın Büyük İskender’in Türk illerine yürüyüşü sırasında onunla yaptığı savaşları anlatır Sonunda Şu, İskender’le anlaşır ve Balasagun yöresine yerleşir Bazı Türk boylarının adlarının nereden geldiğinin izahı yönüyle önemlidir Eski Saka devletinde hükümdarlara Şu adı verilmesi dolayısıyla, bu destan Saka destanı olarak da bilinir Hun - Oğuz Destanları Eski Türk devletlerinden tarihini en iyi bildiğimiz büyük devlet Hunlardır İki destanları vardır Doğu Hunları temsil eden Oğuz Kağan ve Batı Hunları temsil eden Attila destanlarıdır Oğuz Kağan Destanı Oğuz Kağan adlı bir hükümdarın savaşlarının anlatıldığı en önemli Türk destanlarındandır MÖ II asırda doğmuştur Birçok değişikliğe uğramış, birçok katkılarla değişmiştir Destanda Türklerin bazı boylarının isimlerinin nereden geldiği anlatılır Oğuz Kağan’ın halkına değişik hedefler göstermesi de dikkate değer bir husustur Attila Destanı Batı Hun Hükümdarı Attila’nın fetihleri etrafında oluşmuştur MS V asırda Avrupa’ya korkulu yıllar yaşatan Attila, Rusya’dan Fransa’ya kadar bütün Avrupa’yı almış, Roma’ya kadar uzanmıştır Evlendiği gece çok içtiğinden burun kanamasıyla ölmüştür Destanda onun ölümüyle ilgili söylenen ağıtta bir ölüm feryadı değil, kahramanlıklar anlatılmıştır Gök - Türk Destanları Tarihte kurdukları devlete Türk adını veren ilk Türkler; Gök-Türkler’dir MS V asırdan VIII asra kadar Ortaasya’yı ellerinde tutmuşlardır Gök-Türklerin devlet kurmadan önceki yaşayış ve inançlarını anlatan iki destanları vardır: Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı Bozkurt Destanı Destanın esası yok olma felaketine uğrayan Gök-Türk soyunun yeniden dirilip çoğalmasında bir Bozkurt’un Anne Kurt olarak etkili olmasıdır Ergenekon Destanı Düşmanları tarafından yenilen Türkler, yok olma aşamasına gelmişti Düşmanın elinden kaçabilen iki aile, yolu izi olmayan Ergenekon’a gelmiş orada dört yüz yıl büyüyüp çoğalmış ve demir dağı eritip Ergenekon’dan çıkmışlar; atalarının düşmanlarını yenip Gök-Türk devletini kurmuşlardır Destanın en önemli özelliği tarihle benzerlik göstermesidir Türklerin demiri işleyen ilk kavim olduğunu anlatması da önemlidir Dokuz Oğuz - On Uygur Destanları Dokuz Oğuz boyuyla On Uygur boyu birleşip tek bir boy haline gelmişlerdir İki destanları vardır: Türeyiş Destanı ve Göç Destanı Türeyiş Destanı Destana göre eski Hun hükümdarının iki kızı vardı Hükümdar, kızlarının tanrılarla evlenmelerini istiyordu Bu yüzden onları insanlardan uzak bir yere bıraktı Tanrı nihayet Bozkurt şeklinde geldi ve kızlarla evlendi Bu evlenmeden bozkurt ruhu taşıyan Dokuz Oğuz - On Uygur çocukları doğdu Göç Destanı Uygurların hükümdarının Çinlilerle savaşmamak için Çin prensesiyle evlenmek istemesi ve Çinlilerin bu prenses karşılığında Türklerce kutsal sayılan bir taşı almalarını anlatır Taş gidince Uygur ülkesine felaket çöker Uygur halkı Beş Balıg denilen yere yerleşir Destanın en önemli özelliği değersiz bir kaya parçasının bile hiçbir şey uğruna düşmana verilmeyeceği inancını anlatmasıdır İslamiyetten sonraki destanları Halk edebiyatında anlatacağız Türklerden başka milletlerin de tarihi destanları vardır: Bunlar doğal destanlardırBunları şu şekilde sıralayabiliriz Almanların Nibelungen Finlilerin Kalevala Fransızların Chanson de Roland İngilizlerin Robin Hood Yunanlıların İlyada ve Odysse Rusların İgor Hintlilerin Mahabarata ve Ramayana İranlıların Şehname Japonların Şinto 2 Yazılı Edebiyat Türklerin yazılı eserler ortaya koymasıyla başlar Yazılı Türk edebiyatının, bugün elimizde sağlam vesikaları bulunan başlangıcı MS VIII asra aittir Bu vesikalar ilk ulusal alfabemiz olan Gök-Türk yazısıyla yazılmış Gök-Türk yazıtlarıdır Yazıtlardaki alfabenin işlenmişliğine bakılırsa bu yazı dilinin çok eski çağlarda da kullanılmış olması muhtemeldir Nitekim V asırda yazıldığı söylenen ve Kırgızlara ait olduğu bilinen Yenisey Yazıtlarında da aynı alfabenin kullanıldığı görülmektedir Gök-Türk Yazıtları (Orhun Abideleri) Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri, taşlar üzerine yazılarak bırakılmış eserlerdir Bunlar üç taş halindedir Bunlardan birincisi 720 yılında Tonyukuk tarafından diktirilen ve yine Tonyukuk tarafından yazdırılan taştır Diğer iki kitabeden birisi 732 yılında Kültigin adına, diğeri 735 yılında Bilge Kağan adına dikilmiştir Yazıtlarda kullanılan dil, yabancı tesirlerden uzak, sade bir dildir Yer yer realist bir tarih dili, yer yer milli ve sosyal eleştiri cümleleri, yer yer kudretli bir hitabet dili ile yazılmıştır Yazıtlarda Türk milletinin benliğini unutmaması gerektiği, düşmanın tatlı sözlerine, hediyelerine aldanmayıp vatanın birlik ve beraberliği için çalışılması gerektiği anlatılmıştır Yazıtlar aynı zamanda Türk boylarının isimlerini içeren yazılı bir belgedir Yazıtlardan XIII yüzyılda Cüveyni, “Tarih-i Cihangüşa" adlı eserinde söz etmiş ancak bu pek ilgi görmemiştir Yazıtları Avrupa ilmine ilk kez Strahlenberg isimli bir İsveç subayı tanıtmıştır Yazılar ise 1893'te Danimarkalı Prof Thomsen tarafından çözülmüştür 1922'de tamamı okunarak yayınlanmıştır Türklerin İslamiyetten önce kullandıkları bir diğer alfabe de Uygur alfabesidir Bu, Uygurların oluşturduğu bir alfabe olmayıp Mani dinine mensup Soğdak yazısıdır Uygurlar Mani dinini kabul edince o dinin alfabesini de kabullenmişlerdir Bu alfabeyle yazılan Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek adlı eserler Budizm’i anlatan dini metinlerdir İslam Etkisindeki Türk Edebiyatı İslamiyetin Kabulü, Türklerde büyük değişiklikler yaptı Yaşayışları, kültürleri yeni dinle şekillendi ve dolayısıyla bu, sanatlarında da oldukça geniş bir değişiklik yaptı Bu sırada İslamı yerinde öğrenmek için birçok Türk aydını Arap ve Fars diyarlarına gitti Burada Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenen aydınları, bu dillerin son derece gelişmiş ince edebiyatları büyük ölçüde etkiledi Bu edebiyatı Türkçe’ye uygulamak istediler ve böylece yeni bir edebiyatın başlamasını sağladılar Sonuçta Batıyla tanışana kadar sürecek yaklaşık on asırlık bir edebiyat başlamış oldu İlk Sanatçılar ve İlk Eserler İslamiyetle VIII yüzyılda tanışmasına rağmen Türklerin elimizde bulunan ilk İslami eserleri XI yüzyılda yazılmıştır Ancak bunlara ilk İslami eser demek de zordur Çünkü eserlerdeki üslup, onlardan önce bu tarz eserlerin olduğu izlenimi vermektedir Ancak bunlar tarih içinde kaybolmuştur Belki tarihi araştırmalar ileride daha eski örnekleri ortaya çıkarır Şimdi elimizde bulunan ilk İslami eserleri inceleyelim Kutadgu Bilig Yusuf Has Hacib tarafından yazılan bu eser elimizdeki en eski İslami eserdir Kutluluk bilgisi, saadet bilgisi, devlet olma bilgisi anlamındadır Kitap gerek fert olarak gerekse toplum halinde yaşayan insanların, iyi bir siyasetle idare edilip, dünyada ve ahirette mesut olabilmeleri için tutulacak yolları gösterir Bu yönüyle bu kitaba bir “siyasetname” denebilir Eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olup 6645 beyittir Aruz ölçüsüyle yazılan beyitler dışında, Türk şiirine has dörtlükler, cinaslar da görülür Hakaniye lehçesiyle yazılmış olan eserde kelimelerin çoğu Türkçe olmasına rağmen özellikle dini terimlerin Arapça olduğu görülür Az da olsa Farsça sözcüklere rastlamak da mümkündür Eserde dört şahıs konuşturulur Aslında bunlar sembolik şahıslardır Bunlardan Güntoğdu adlı hükümdar, adaleti; Aytoldı adlı vezir, saadeti; Öğdülmüş adlı vezirin oğlu aklı; Odgurmuş adlı bir dindar da kanaat etmeyi temsil eder Eser 1070 yılında Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur Divan-ı Lügat’it Türk Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eser Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır Ancak hazırlanışı ve içindekiler bakımından devrinin dili, tarihi, coğrafyası ve sosyolojisi hakkında değerli bilgilerle zengin bir milli kültür hazinesidir Eser, Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla yazılmış, bu nedenle Arap diliyle kaleme alınmıştır Arapça olmakla beraber içinde o devir için çok sayıda Türkçe kelime ile Türk Halk edebiyatından ve halk dilinden alınmış çok sayıda şiir örnekleri, Türkçe deyimler ve atasözleri vardır Türkçe kelimelerin sayısı 7500'den fazladır Divan-ı Lügat’it Türk’teki Türkçe örnekler, Gök-Türk yazıtlarından bu yana bize kadar ulaşan en eski Türk edebiyatı hatıralarıdır Bunlar arasında koşuklar, sagular, destan parçaları vardır Atabet’ül Hakayık Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılan bu eser Kutadgu Bilig’den yarım asır sonra gelir Kitabın adı “Hakikatlar eşiği” anlamına gelir Eser Sipehsalar Mehmet Bey adlı birine sunulmuştur Bütünü, gazel şeklinde söylenmiş 46 beyit ve 101 dörtlükten oluşur Aruz ölçüsüyle ve Kutadgu Bilig’in kalıbıyla yazılmıştır Eserin konusu tamamen dini ve ahlakidir Yazar, bu eserle didaktik bir vaaz ve nasihat kitabı yazmak istemiştir Eserde dindarlığın faziletlerinden, ilmin mutluluğa götüren yol olduğundan söz edilir XI asırda yazılan bu üç eserle, Türk edebiyatına yeni bir kapı açılmıştır Artık Türk aydınının önünde Arap ve Fars edebiyatları gibi iki klasik edebiyat vardı • • • Ancak aydınların bu tercihinin, halkın tümüne yayıldığını söylemek zordur Halk arasında ozan denilen saz şairleri etkisini hiç kaybetmemiş, özellikle göçebe boylar arasında aynı işlevini sürdürmüştür Ancak müslüman olan ozanların şiirlerini, destan ve koşuklarını İslami motifle süslememeleri beklenemezdi Bunun açık tesirini İslamiyetten sonra oluşan Türk destanlarında görüyoruz Bunlardan önemlileri şunlardır Satuk Buğra Han Destanı Müslüman olan ilk Türk devletini kuran Satuk Buğra Han’ı anlatan destan, birtakım olayları ve coğrafi mekanları doğru vermesine rağmen tarih kabul edilemeyecek kadar destansı ve hayali motiflerle süslüdür 9 ve 10 asırda oluşmuştur Eski Türk destanlarındaki motifler İslami anlayışla değiştirilmiş ve müslümanlarla kafirlerin savaşı haline dönüşmüştür Manas Destanı Kırgız Türkleri arasında 11 ve 12 asırlarda oluşmaya başlamış, kısa zamanda büyük bir Türk destanı halini almıştır Destanda Manas adlı bir kahramanın kafirlerle savaşları anlatılır Elbette halk kültüründe oluştuğundan eski destanlardan motifler de alınmıştır Destan Kırgız Türkçesiyle yazılmıştır Cengiz Destanı Ortaasya’da 13 asırda oluşan ve Moğol hükümdarı Cengiz’in hayatını ve savaşlarını anlatan destandır • • • İslamiyetin kabulünden sonra Ortaasya’da görülen bir diğer edebiyat da Tasavvuf edebiyatıdır Tasavvuf, İslamiyeti yaymak için kurulan tekke ve tarikatların oluşturduğu bir akımdır Tek amacı Allah’ı tanıtmak, sevdirmek, hissettirmektir Bu amaçla ilk tarikat Ortaasya’da 12yüzyılda görülür Bu tarikatı kuran ve hemen yaşadığı asırdan başlayarak binlerce Türk insanı üzerinde asırlar boyu, derin tesir bırakan ilk büyük mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevi’dir Hoca Ahmet Yesevi Yesevi çok sevilen tarikatıyla, Ortaasya Türkleri arasında İslamın yerleşip genişlemesini sağlamıştır İslamla ilgili sözlerini Divan-ı Hikmet adını verdiği kitapta toplamıştır Bu eserdeki şiirler dil, ölçü, şekil gibi dış unsurları bakımından halk şiirine yakındır Sade bir Türkçeyle 7'li ve 12'li hece kalıplarıyla söylenen bu şiirler dörtlükler halindedir Ancak çok az da olsa aruzla söylenen dörtlükler de vardır Divan-ı Hikmet bu dönemde ele geçen diğer eserler gibi Hakaniye Lehçesiyle yazılmıştır Eserde Allah aşkına, peygamber sevgisine, ibadete, cennet ve cehenneme, Allah’tan başkasına duyulan sevginin gönülden çıkarılmasına dair birçok manzume sıralanmıştır Yesevi’nin tarikatında eğitilmiş birçok mürit göç eden boylarla beraber Anadolu’ya gelmiş, tarikatın öğretilerini burada yayarak yeni tarikatlerin kurulmasına katkıda bulunmuştur • • • 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklere Anadolu’nun kapıları tamamen açılmış ve Türk boyları akın akın Anadolu’ya göç etmiştir Özellikle 12 yüzyılda yoğun bir göç dalgası Anadolu’nun tümüne yayılmış, müslüman Türk nüfusu bir hayli artmıştır Elbette bu nüfusla beraber büyük bir kültür ve medeniyet de gelmiş, Ortaasya Türk kültürü yeni bir koldan gelişmeye başlamıştır Yaklaşık iki yüz yıl Anadolu’ya yerleşmeye çalışan Türkler bundan sonra yeni eserler vermeye başlamış ve böylece “Anadolu Türk Edebiyatı” başlamıştır |
|