Taşlar |
10-06-2007 | #1 |
Ergenekon
|
TaşlarHacerü'l Es'ad (Esved) Saâdetli bir taştır Cenâb-ı Hakk'ın her işinde bir hikmeti vardır Kâbe bir binadır ve biz namazda o tarafa doğru döneriz Fakat esas bizim dönüşümüz "Eyne mâ tüvellû fesemme vechullâh" âyetiyle de anlatıldığı gibi, Allah'adır Yani biz Cenâb-ı Hakk'ın marziyatına teveccüh etmiş oluruz Cenâb-ı Hakk bazı yerlere kutsiyet lütfetmiştir Meselâ Mescid-i Aksâ, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tâhire hep mukaddestirler Evet, Allah Rasûlünü bağrında taşıyan yerin taşı ve toprağı mukaddestir Binlerce şâhidin şehâdetiyle onun toprağını şifâ niyetiyle kullananlar şifâ bulmuşlardır Bu mucaveretten, o belde de mukaddestir Mülk sahibi Allah'tır ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder İnsanı bütün hayvanat âleminden üstün kıldığı gibi, İki Cihân Serveri'ni de meleklerin dahi önüne geçirmiş ve üstün kılmıştır O istediğini yapandır Şerefli ve azız kılmak da, hor ve zelîl kılmak da O'nun elindedir Ve işte O Allah, bir taşı azız kılmış ve o taş bütün inananların nezdinde mukaddes kabûl edilmiştir Bize düşen Cenâb-ı Hakk'ın, hangi nur ve hangi sırra ma'kes yaptığını bilmek değil, O'nun mübârek saydığı şeylere saygılı olmaktır Allah Rasûlünün hutbe verirken yaslandığı hurma kütüğü, Ondan ayrılınca, dayanamayıp ağlıyor sonra İki Cihân Serveri'nin onu istilâmıyla kutsileşiyor ve Cennet ağaçlarından bir ağaç olmaya hak kazanıyordu Ashâp-ı Kehfin köpeği, sadâkatından dolayı mükâfatlandırılıyor ve nev'ini temsilen, bir kısım hadîslerin rivâyetiyle, Cennet yolları kendisine açılıyor Hacer'ül-es'ad'a gelince o da, bize kadar nakledilip gelen bazı rivâyetlere göre Hzİbrahim'in (as) Kâbe'yi inşâ ederken kullanmak üzere Ebu Kubeys Tepesinden alıp getirdiği ve iskele olarak kullanmak üzere üstüne çıkıp Kâbe duvarlarını ördüğü bir taştır İşte Hz İbrahim gibi bir Halilullah'ın ayağını bastığı bu taş, Cenâb-ı Hakk'ın bahşettiği kutsiyetle azîz kılınmıştır O'nun Cennetten gelen bir taş olduğuna dair de rivâyetler vardır Belki de gökten gelen bir meteor, bir gök taşıdır Meleklere ait ulvî bir âlemden geldiği için kendisine bu değer verilmiştir Geliş keyfiyeti ne olursa olsun bugünkü durumuna te'sir etmez Ne olursa olsun o, bizler için mukaddes bir taştır Ona taş diyoruz ama, bu onu başka bir kelimeyle ifâde edemediğimiz içindir Onun mâhiyetini ifâdeye daha uygun bir kelime bulunmuş olsaydı onu söylerdik Bu bir edep meselesidir İşin mâhiyeti ne şekilde ve nasıl olursa olsun, bizim için mühim değildir Oraya bir tahta parçası konulsaydı ve Hacer'ül-Es'ad'a verilen kutsiyet ona verilseydi biz onu da aynı saygı ve hürmetle istilâm eder ve bu taşa karşı yaptığımız aynı şeyleri bu defa ona karşı yapardık Zira biz neticeyi hep Rabbimiz'e dayandırıyor ve esasen bekleneni O'nun engin Rahmetinden ve her şeyi de O'nun muhit ilim ve Kudretinden bekliyoruz Hz Ömer, onu öperken "Ey taş biliyorum ki, sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin Eğer Allah Rasûlünün seni öptüğünü görmeseydim seni asla öpmezdim" der Arkasında duran Hz Ali fısıldar “Ya Ömer! O'nda saklı sırları bilseydin şimdi ona böyle seslenmezdin!'” mukâbelesinde bulunduğu rivâyet edilir Her şeyin en doğrusunu Allah bilir Hacerü'l-Esved İçin Hakemlik O asırda, değişik problemlerden ötürü herkes O’na (peygamberimize)müracaat ederdi Bir gün, Kabe’nin tamiri ki O da bu tamirde çalışmıştı Hacerü’l-Esved’i yerine koyma mes’elesi, değişik kavim ve kabileler arasında, bir kızıl-kıyametin nüvelerini taşıyordu bir-iki gün içinde bu iş halledilmezse, mutlak bir harp kaçınılmazdı Yukarıda da, bir mes’ele münasebetiyle söylediğimiz gibi, Allah Resûlü’nün, Hacerü’l-Esved’i yerine yerleştirmek suretiyle problemi çözmesi ve bu mes’eleyi en güzel şekilde halletmesi böyle korkunç bir yangını önleyivermişti Hacerü’l-Esved’i yerine koymak için bir bez serip ortasına Hacerü’l-Esved’i koydu sonra da kavim ve kabile liderlerini çağırarak hepsine bu bezin bir ucundan tutmalarını teklif etti ardından da Hacerü’l-Esved’i, yerine bizzat kendisi yerleştirdi Şimdi tafsilatına girmeyeceğimiz bu hâdisede, Allah Resûlü’nün, risaletten evvel dahi, nasıl bir fetânete sahip olduğu apaçık meydandadır Zira O, hakem olarak O’na müracaat edilen mes’ele-lerde, yirmi-yirmi beş yaşındayken (değil nübüvvet ile teyit edilip, değişik derinlikler kazandığı, kazanıp, namütenahiliğe açıldığı ve Allah'ın (cc) Rahle-i Tedrisi önüne oturup her şeyi O’ndan aldığı dönem) vahye kapalı olduğu devrede dahi ruhunun coşan ilhamlarıyla verdiği kararlarda kendini tanıyıp bilenlerin sînesine öyle taht kurmuştu ki, Kureyş kafirleri mescidin kapısından O’nun içeriye girdiğini görünce sevinç çığlıklarıyla: “Bu, Muhammedü’l-Emîn, O’nun hakemliğine razıyız” demişlerdi O gelmiş ve problemler çözülmüştü Evet O, hem de hiç düşünmeden, beklemeden, eline kalem almadan, şununla-bununla görüşüp yol-yöntem araştırma-dan, çok rahat ve yağdan kıl çeker gibi halledivermişti Bu O’nun için çok basitti ama, hiç kimse de buna itiraz etmemişti, edemezlerdi de; çünkü onlar, O’nu hakem tayin etmişler, O da falsosuz, fiyaskosuz ve herkesi hoşnut edecek şekilde hakemliğini yerine getirmişti O’nun hayatında geriye atılmış bir adım yoktu yoktu; zira O, Allah’tan (cc) gelenleri çok iyi anlayacak bir fetanete sahipti O’ndaki bu fetanet bir gül tomurcuğu gibi açılmış, açıldıkça rengârenk bir hâl almış ve insanlığın problemli, tatminsiz, ekşi yüzüne tebessüm olarak aksetmiştir O’na ait büyüklük buudlu sırlar bitti dersiniz, oysa ki bitmemiştir, (Yûnus’un diliyle) o tomurcuk içinde daha nice tomurcuklar vardır Evet, bütün hayat-ı seniyyeleri boyunca O’na daima müracaat edilmiş, O da müracaat edenleri mahzun ve mükedder geriye çevirmemiş ve onların problemlerini halletmiştir İşin daha başında alabildiğine fitneye açık bu cemaat devamlı problem üretiyor, O da teker teker bunları çözüyordu Notlar: Hacerül esved hakkında efendimiz as şöyle buyurmuşlardır "O sütten daha beyaz idi onu insanoğlunun günahları siyahlaştırdı DİKİLİTAŞ Memleketimizin çeşitli yerlerinde bulunan tarihi sütunlara ve taşlara veril ad Bunlardan en ünlüsü, İstanbul'da Sultanahmet Camisi önünde bulunan büyük sütundur Bunlardan biri M Ö1547 yılında Mısır Firavunu Tutmosiz III tarafından bir zafer anısı olan yaptırılmış ve 390 yılında Bizans İmpratoru Teodosios tarafından İstanbul getirilmiştir, öbür dikilitaş, X yüzyılda Bizans İmparatoru Kostainos VII tarafından yaptırılmıştır DEĞİRMEN TAŞI Parçalanması, ufalanması ya da toz haline getirilmesi istenen maddeleri bu hale sokmak üzere kullanılan taşlar Kum taşı, bazalt ya da granitlerdir Çok sert olmasına rağmen, parçaları kolay kopabilir, kolayca ayrılabilir En iyi değirmen taşları ise, üçüncü zaman'dan kalma taşlardır Kolay öğütülmesi için taşların hububatı parçalayan yüzlerinin dişlenmesi gereklidir Bu dişler, 5-6 milimetre derinlikte ve taşın döndüğü yöne bakan kenarı dik, öbür kenarı yatık olarak meydana getirilir Değirmen taşlarının tek parça halinde bulunması mümkün olmayan hallerde 10-16 parçanın bir araya getirilmesi çimento ya da alçı ile birleştirilmesi ve etrafına bir çember geçirilmesi ile parçalı değirmen taşları da yapılabilir ÇAKMAKTAŞI Demir ya da çelikle sürtünmekle kıvılcım çıkaran bir çeşit kuvars Tabiatta bol miktarda bulunur Rengi soluk beyaz ise de, yapısına karışan türlü oksitlere göre kırmızımtrak, mavi renklerde olabilir Tarihten önceki çağlarda Susanlar çeşitli silâh ve âletlerini bu taştan yapmışlardır Bu taşlar keskin ve sivri bir şekilde yontulduktan sonra biler sapa bağlanır ve silâh olarak kullanılırdı Sert bir cisme sürüldüğünde kıvılcım çıkarması özelliğinden faydalanılmaktadır Son zamanlarda benzinle ıslatılmış fitilleri yakan modern çakmaklarda kullanılanlara da “çakmaktaşı” adı verilmekte ise de, bunlar tabiî taş değildir Sun'î olarak meydana getirilmiş madenî bir ferrocerium karışımıdır ÇAKIL TAŞI Derelerde ve deniz kenarlarında, suyun akıntısıyla yuvarlanması sonucu aşınarak toparlak hale gelen çoklukla badem şekilli ufak taş Çeşitli renkte olurlar Bu önlerinde mozaik şeklinde döşeme yapmakta,, bahçe yollarında ve beton işlerinde kullanılır Büyüklerine “moloz”, küçüklerine “fiski çakıl” adı verilir BİLEĞİ TAŞI Kesici âletleri bilemek için kullanılan bir taş Tabiatta bulunan bazı sert taşlardan (zımpara taşı, kum taşı gibi) yapılabildiği gibi, sun'î bir maddeden de (karborundum) yapılabilir Bileği taşının, bilenecek âletin sertliğini gidermemesi için çok ince zerreli olması gerektir Çoklukla sihridir şeklinde yapılır Bu silindirin dönmesini sağlayan bir düzenekle, bilenecek âletlerin bilenmesi sağlanmış olur ALÇI TAŞI İçinde su bulunan kalsiyum sülfat minerali, tek veya ikiz sütunlar halinde billûrlanır Alçı billurlarına kil ve marn içinde, veya tuzlu ve alçılı dağların boşluklarında rastlanır Anadolu'da kaya tuzu ile birlikte bilhassa yukarı Kızılırmak bölgesinde büyük kayalar halinde bulunur Alçı taşı iki şekilde işlenerek birbirinden farklı iki cins alçı elde edilir Birinci şekilde, alçı taşı kırılır, değirmenlerde ufalanır, tuğla, fırınlarında 120 dereceye kadar ısıtılarak içindeki suyun bir miktarı alınır ve tekrar değir, menden geçirilerek toz haline getirilir Bilhassa kalıp, model, tavan süsleri yapılmasında kullanılan bu cins alçı, su ile karıştırılırsa en geç yarım saat içinde donar İkinci şekil alçı elde etmek, alçı taşının değirmende ufalanmasından sonra 450 dereceye kadar ısıtılarak içindeki suyun tamamen alınması ile olur Bu cins alçılar, su ile karıştırıldığında bir kaç hafta sonra donar ve çok dayanıklı bir kütle haline gelir |
|