Rönesans Ve Kadın |
05-12-2009 | #1 |
yesimciwciw
|
Rönesans Ve KadınRönesans ve Kadın Toplumlar kendi doğalarında gelişme ve ilerleme kat ederek bugünkü konumlarına ulaşmadı Sürekli bir değişim-dönüşüm içerisinde, kimi zaman aydınlıklardan karanlıklara kimi zaman ise tersi yönde bir ilerleme kat ederek gelişimini sağladı Aydınlık çağların ardından karanlığın çökmesi, her zaman için daha iyisini, gerçeğe ulaşmanın arayışını da beraberinde getirdi Peki gerçek neydi? Gerçek karanlığa gömülen insanın kendini bulma arayışıydı Bu arayış sarmal bir biçimde ilerliyordu ve halen de ilerlemeye devam ediyor Çünkü kendini bulan insan, aslında kendini bilen, tarihini, bugününü ve geleceğini doğru tanımlayıp tespit edebilen erdemli insanı ifade edecekti Gerçek, bu erdemin kendisi olacaktı Çağlar bu gerçeği aramanın izleriyle dolu Ve halen izler kimi zaman fosilleşmiş, kimisinde ise taze halleriyle önümüze çıkmakta Ortaçağ karanlıklarından sıyrılıp ‘yeniden doğuş’u gerçekleştirme arayışındaki insanın halen devam eden arayışı gibi ‘Yeniden doğuş’ anlamına gelen ve bir döneme damgasını vuran Rönesans devri de böyle bir hakikat arayışının sonucunda gün yüzüne çıkmıştı Ortaçağ karanlığından çıkış yolları aranırken, eski Yunan ve Roma’nın edebiyat, felsefe ve kültürünün yeniden gün yüzüne çıkartılması hedefleniyordu Çağın katı entellektüelizm karşıtlığını, skolastik düşüncenin yarattığı dogmatizmi yıkmaya yöneliyordu En temelinde ise, insanın kendine yönelik arayışını ifade ediyordu Bu çağda teknik alanındaki gelişmeler de Rönesans devrinin başlamasına büyük olanak sağlıyordu Önemli buluşlar, büyük düşünürlerin doğuşu, bilimsel gelişmeler, büyük ilerlemelerin kat edilmesine yol açıyor; sanat, kültür ve edebiyat dalları en görkemli çağlarını yaşamaya başlıyorlardı Aydınlanma büyük bir hızla ilerliyor, Ortaçağ’ın karanlık perdesi yırtılmaya başlıyordu Reform hareketlerinin gelişimi de katı kilise mutlakıyetini kırıyor, daha esnek ve dini bağnazlıktan sıyrılan laikliği gün yüzüne çıkarıyordu Doğuş yavaş yavaş geliştikçe aslında insan doğaya da yeniden dönüyor, kendi doğasıyla da bir buluşmayı yaşamaya başlıyordu Asırlar boyunca kimliksizleştirilen ve cehaletin ağına düşürülen insan, hümanizmle kendisini buluyor; bireysellik, hiçleştirmeye baş kaldırıyordu Rönesans insanı aydınlanıp ilerledikçe gerçeğe biraz daha yakınlaşmakta, insanlığın karanlıktan sıyrılan çehresini açığa çıkarmaktaydı Ortaçağ zihniyetinin aksine her şeyin, hatta dinin bile merkezine insanı yerleştirmeyi ön görüyordu Bir nevi aslında zincirlerinden boşalan insanın bir kez daha irade kükremesi yaşanıyordu Diğer taraftan Rönesans, Ortaçağ ile kapitalizme geçiş arasındaki ara aşamayı ifade ediyordu Liberal ekonomi ve politika da bu dönemde şekilleniyor, liberalizmin serbestlik ilkesi her alana damgasını vurmaya başlıyordu Öyle ki, ileri de insanın kendine dönüşünü ifade eden hümanizmle başlayan bireysellik bile bireyciliğe dönüşecek, serbestlik ilkesi pragmatizmin doğuşuna yol açacaktı Analitik düşünce hızla kat edecek, insan zekası zirveleşmeye doğru yol alacaktı Tüm bu gelişmeler yaşanırken kadın bunun neresinde yer alıyordu Yaşanılan uçlaşmaları törpülerken hoşgörüyü dayatma, katı retçilik yerine bir uzlaşma veya buluşulacak bir zemini yakalama arayışında olan Rönesans hareketi, kadına da bu eksende küçük bir yer biçiyordu elbet Ütopik ülkeler, şehirler, yaşam öyküleri; edebiyat, kültür ve sanat eserlerine işlenirken, kadın bunların zenginleştirilmesinde en temel hammadde olarak kullanılıyordu Kurulan ütopyalarda kadınlar her gerçeğin arka perdesini oluşturuyor, en güzel resimlerin, heykellerin, şiirlerin ana teması oluyordu Aslında katı kilise dogmatizminin kalkmasıyla belirli bir eşitlik anlayışı kadını da kapsıyordu, ama bu eşitlik sürekli kapalı tutulan ve hapsedilen, özellikle de cinsel anlamda tabulaştırmalara maruz kalan kadının bu yönlü daha rahat hareket etmesine yönelik kısmi hareket etme alanının genişlemesine dayanıyordu Zihniyet bir bütünen değişmiyordu, bu nedenle ‘yeniden doğuş’ta da kadını devre dışı ve yedekte bırakmanın kılıfları iyi hazırlanıyordu Aslında ilerici bir hareket olarak başlayan bu dönemdeki tabuların yıkılması, ileride farklı kılıflara bürünecek ve kapitalizmde metalaştırılan kadın gerçeğinin ön aşamalarını oluşturacaktı Analitik zekanın şahlanışıyla atağa geçen Rönesans, Aristo’nun kadının duygusal olmasından ötürü zihinsel eksik olduğu görüşünü bu kez modern görüşlerle öne sürüyordu Dönemin en önemli düşünürlerinden biri olan J J Rausseau “kadın hoşa gitmek ve kendisin temsil etmek için yaratıldığından, kendisini erkeğe sevilmeye değer göstermeli ve onu kışkırtmamalıdır Kadının gücü çekiciliğindedir, bu yolla erkeği kendindeki güçleri keşfetmeye ve kullanmaya zorlamalıdır Bu gücü uyandırmanın en etkili yolu onları karşı karşıya koymakla gerekli hale getirmelidir” diyordu Kadın yine sömürü sisteminin en temel nesnesi haline geliyordu Erkek akıl zirveleşirken, kadının aklını kullanmasına izin verilmiyordu Çünkü kadın aklıyla var olacaksa, ya erkek gibi düşünecek ya da düşünmesine izin verilmeyecekti Hatta bu dönemde bazı düşünürler ‘kadının beyin dokusunun daha yumuşak ve nazik olduğunu, bu yüzden fazla işlevli olamayacağını’ ileri sürüyorlardı Doğal olarak Rönesans çağının düşünsel anlamda ulaştığı düzeyden, insan ufkunu genişleten gelişmelerden kadın nasibini alamazdı ‘Olguları doğru ele alıp tespit edemez, yargılayamaz, karar veremezdi’ Platon’un kadının doğayı taklit ettiği görüşü bu dönemde farklı izahlara bürünmüş, fakat erkeğin doğa üzerindeki tahakkümünün aynısı onu ‘taklit’ eden kadın üzerinde de aynı biçimiyle devam etmişti Erkek Rönesans’la birlikte bir iradeleşmeyi yaşamaya başlarken, kadın yine iradesizleştirilmeye mahkum kılınıyordu Erkeğin özgürlük ve irade felsefesinin reçetesi, kadının bağımlı ve yedekte tutulması gereken bir figüran yaratımının içeriğini taşıyordu Cadılık suçlamalarıyla kadınların diri diri yakılması kalkmıştı elbet, ama yeni ahlaksal reçete kadının mücadele etme koşullarını da gittikçe daraltmıştı Diğer taraftan kadın, ressam ve heykeltıraşların eserlerinin en önemli konusunu oluştururken, bu kadına Rönesans devrinde biçilen misyonu da ortaya koyuyordu Kadın tabulaştırılmaktan ve dört duvar arasından çıkartılıp verili bir özgürlük alanı sağlanıyordu Ama rolü bundan daha fazla ileriye gidemiyordu Zihinsel olarak bir katkı sunması düşünülemezdi elbet, o zihni ve bedeniyle yine başka bedenlerin hükmü altında kalmaya mahkumdu İnsanın gerçeğe ulaşma arayışı sakat kalmakta, bir tarafın aydınlığa çıkması engellendikçe gerçek giderek uzaklaşmaktaydı Çünkü Rönesans ve aydınlanma döneminde de erkek egemen ideolojinin kadın hükümranlığı kendisinden ödün vermemiş, kökenlerinden bağını koparmadan geleneği yeni renk ve biçimiyle sürdürmüştü Hümanizm en fazla dem vurulan kavramlardan birisiydi ama, genel bir insancılık kadını da kapsamalıydı Halbuki kadın, bu insancılığın yine yedeğinde kalıyordu Bu dönemin aydınlanmaya başlayan yüzünden çıkış yapmaya çalışan kadınlarda olmuştu elbet Fakat bunların sesleri cılız kalmış, gerçek bir kadın aydınlanmasını doğuramamıştı Aslında ilkel feminizm diyebileceğimiz ufak- tefek kadın hareketlilikleri de başlamıştı Ama bu kadınlar özgürleşmenin simgesi olarak erkeği gördükleri için, özgürlük ölçüleri de erkek gibi olmaktan geçiyordu Yine de Maryy Astel ve Mary Wollstonecrafft gibi kadınlarda vardı ve bunlar seslerini duyurmaya çalışıyorlardı Mary Wollstonecrafft 1700’lerde kadın hakları mücadelesinin öncülüğünü yapıyordu Tüm insanların eşit, bağımsız ve özgürlük hakları ile doğduğunu, fakat politik ve siyasal düzenin bu hakları ellerinden aldığını savunuyordu Wollstonecrafft; “kadınların haklardan pay almalarını sağlayın, onlar o zaman erkeklerle erdem konusunda yarışacaklardır Eğer kadın ergin olursa, yetkin de olur Yoksa sadece ödevlerle sınırlandırılmış bir yaratık ne olabilirse öyle olabilir” diyordu 1792’de kadın haklarının savunulması bildirisini yazdı ve başta Rausseau gibi düşünürlerin kadın konusundaki görüşlerini şiddetle eleştirdi Ama ne yazık ki bu kadın savunuculuğunun da şöyle bir yanı vardı, genele ulaşamıyordu Kapsadığı kadın kesimi cüzi bir oranla sınırlı kalıyordu Soylu, orta ve köylü-çalışan kesimdeki kadınların durumları birbirinden farklıydı ve hepsine ulaşılması oldukça zordu Aynı çarkın dişlisinde dönmelerine rağmen, birbirlerinden habersiz olmaları ortak amaç için tek bir çatı altında birleşmelerini olanaksızlaştırıyor, imkanlar buna el vermiyordu Kadınca düşünmek, kadın gibi bakmak zaten olamazdı Özgürlüğün ve aydınlanmanın kriterlerini erkek belirliyordu Dahası erkek, bunların kendisi oluyordu O halde kadın, erkek gibi olabilirse aklına güvenebilecek, ‘özgürlüğün’ kapıları kendisine aralanacaktı Yani Rönesans’ın bir yüzü yine gerçek anlamda aydınlığa ulaşamayacaktı Çünkü o da kadına sırt çevirmiş, aydınlığa çıkmayı erkek bazında ele almıştı Ne gerçek bulunabilmişti ne de erdeme ulaşılabilmiş ‘Yeniden doğuş’ yarım kalmıştı Ama aydınlığın ve gerçeğin önündeki karınlık yüz, tarihi ve geleceği yine kendi kalemiyle yazmayı uygun görmüştü Çünkü; ‘kadının beyin dokusu yumuşak ve nazikti’
__________________
|
Cevap : Rönesans Ve Kadın |
01-07-2014 | #2 |
Kayıtsız
|
Cevap : Rönesans Ve Kadıniyi günler, Yüksek lisans tezi yazıyorum sizin bu yazmış olduğunuz konudan alıntı almak istiyorum acaba siz hangi alıntılardan yararlandınız |
|