Sanat Ve Doğa |
12-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sanat Ve DoğaSanat ve Doğa sanat ve tabiat ilişkisi - güzel sanatları etkileyen faktörler - sanatçının doğadan etkilenişi - resim sanatı Tabiat denilince, etrafımızı çevreleyen manzaraları, toprağı, üstündeki bitkileri, insanları, hayvanları düşünürüz Duygularımız, düşünüşlerimiz, yaratık olarak bütün tepkilerimiz bizi çevreleyen bu tabiattan doğar, kültürümüz onunla, ona verdiğimiz anlamlarla beslenir Kişi, tabiatın egemenliğinden kurtulamaz, hayatı boyunca, düşünce ve duyuşlarında onun uyandırdığı tepkilere boyun eğer Bu bakımdan denebilir ki, insanların tek kaynağı tabaattır Yüzyıllar boyunca düşünürler, filozoflar, yazarlar tabiat üstüne sayısız eserler yazmış, sistemler, teoriler kurmuşlardır Tabiatla ilgilenmek, onu hem geografik, hem fizik, hem estetik plânlarda incelemek en eski uygarlıklardan beri insanları kaygılandırmış başlıca konudur Ressam için "tabiat" anlamı, gök, deniz, bulutlar, ağaç ve kayalar gibi, dış âlemin yalnız jeolojik yapısı içinde kalmaz İnsan elinden çıkma binalar, eşyalar da ressam için tabaattır, dış görünüşün çerçevesi içindedir Bundan ötürü tabiî olsun, yapma olsuna etrafımızı alan bütün elemanlar, ressamlar için tabiattır Tanrı tabiata şaşmaz, matematik bir düzen vermiştir Mevsimler zamanında değişir Güneş, ay belli zamanlarda çıkıp batarlar Sıcakla soğuk belli devrelerde gelir, giderler Ağaçların yeşermesi, yaprak dökmesi şaşmaz bir disipline uyar İnsanların doğup büyümesi, ihtiyarlayıp ölmesi kronometrik bir düzene bağlıdır Milyonlarca, milyarlarca dünyanın içinde döndüğü evren'i, uyduyu korkunç nizamı düşünecek olursak tabiat dediğimiz uçsuz bucaksız âlemin nasıl bir disiplin, ölçülü bir düzen içinde olduğunu daha iyi kavrarız Şu var ki, sanat plânında tabiatı ele aldığımızda, bu varlığın ne kadar "pasif", ne kadar tarafsız olduğunu fark ederiz Tabiat, sanat alanında, ancak insanın ona eklediği çeşitli anlamlarla yaşatılabilir Bu konuda Eugene Delacroix şöyle diyor: "Tabiat insanla tasalanmaz, çalışmaları ile ilgilenmez, bu dünya üstünde geçirdiği hayatın farkında değildir Bir hayvan gibi, en ilkel bir şekilde yaşasın, yada hârikalar yaratsın, hepsi birdir tabiat için Bir bakıma gerçek insan, vahşi insandır Tabiata olduğu gibi uyar Ama insan aklını geliştirmeye, düşünüşlerinin çerçevesini genişletmeye, bu düşünüşlerin ifade şekillerini geliştirmeye gelsin O zaman görür ki, tabiat, onda gelişen bu hassalara karşıttır İnsan durmadan tabiatı zorlamakla ödevlidir Onu dize getirmek yolundaki devamlı çabasını bir an için durdursa, tabiat hemen haklarına sahip olur, insanın eserlerini yok etmeye yeltenir Atina'daki Partenon, Roma'daki Saint-Pierre, sanatın bütün mucizeleri tabiatın nesine gerek? Bir deprem, bir volkanın lâvları o büyük anıtları yerle bir edebilir Kuşlar o hârika yıkıntılar arasına yuva yapacak, vahşi hayvanlar, onları yaratanların açılmış mezarlarından kemiklerini çıkaracaktır" Tabiatın girift durumu Tabiata bağlılığımız, onsuz olamamamız, her duygumuzun, her düşünüşümüzün hep ona bağlandığı gerçeği bir yana, tabiatı sanat plânında seyrettiğimiz, incelediğimiz zaman, şu sonuca varırız: Tabiat, her bakımdan eksiksiz, kusursuz bir düzen göstermekle beraber, çok girift, ayrıntılı bir karakter de taşır Gözümüz önünde serili elemanlar, Tanrı yada insan yapısı olsun, bin bir yönlü, ayıklanmaz derecede parçalıdır Her eleman, belki milyarlarca zerreden yapılıdır, girinti, çıkıntıları sayılamayacak kadar çoktur Üstelik, ışık ve gölge bunlar üstünde bin bir oyun kurar En koyudan en açığa gölgeler, en parlaktan en sönüğe ışıklar, biçimlere, ışık gölgelere katılan renkler, akisler, donuk, yada parlak kıymetlerle bezenen, son derece zenginleşen dış dünya, içinden çıkılmaz bir karışıklık, giriftlikle gözlerimiz önüne serilir Belli bir tabiat parçasının, bir görünüşün sonsuz ayrıntıları yanında, sadece bir ağacı, bir ağacın tek dalını, yada bir kaya, hattâ bir taş parçasını ele alıp incelesek, tabiatın bu küçücük parçalarının bile yaratanca nasıl inceden inceye işlendiğini görürüz Tabiatın her yanı içinden çıkılmayacak kadar parçalı, bölüntülü, ayrıntılıdır Bu parçaları, bölüntüleri, ayrıntıları, eski deyimle "teferruat" ı göz önünde tutacak olursak, tabiatın,ressam için, ayıklanması gereken çok karışık, sayısız zerrelerden yapılı girift bir "kozmos" halinde belirdiğini anlarız Tabiat karşısında sanatçı Ressam Paul Signac diyor ki: "Tabiatta her şey güzel değildir" Bu sözün iyi anlaşılması gerek Tabiatta her şeyin güzel olduğu su götürmez bir gerçek Şu var ki, kendiliğinden güzel olan bir deniz, bir ağaç, bir kaya, yada bir insan yüzü, olduğu gibi, fotoğrafik anlamında ele alınırsa, bütünü bakımından ressama elverişli değildir Signac bunu demek istiyor O halde, bu kadar karışık, ayrıntılı olan dünyayı eserinde aksettirecek ressamın, onu çizgiler, biçimler, renkler yolu ile ifade için başvuracağı çareleri düşünmesi, kavraması gerekir Lâtinlerin eski bir sözü olan "Naturae Artis Magistra", "en güzel eser tabiattır" prensibine körü körüne uyarsa, tabiatı, kendinden hiç bir şey katmadan, olduğu gibi kopya etmesi gerekmez mi? Böyle bir çabayı makbul görsek de, insan gücünün ne kadar üstünde olduğunu anlarız Fotoğraf objektifi bile, hassas kâğıt üstüne tabiatı aksederken, ince ayrıntılarını alamaz, sayısız zerrelerini veremez Sanatçının kalem, fırça tutan eli, tabiatın ancak kabasını alabilecek, daha incesini resmetmeye gücü yetmeyecektir Böylesine belli bir gerçeği burada hatırlatmaktan amacımız, sanat estetiğinin bir kuralının nedenini vermektir Bu kurala göre sanat, tabiatın taklidi değil, yorumudur Demek ki sanatçı, tabiata kendim, duygu ve düşünüşlerini ekler, bu eklemeyi yapmak için tabiata bakar, onu, kendi benliğinin süzgecinden geçirir Böylelikle, "tabiata bakmak" olayının, sanatçı için, "tabiattan gerekeni almak" demek olduğu prensibi belirir Sanat tabiata ekli insandır Bu açıklama ünlü İngiliz düşünürü Bacon'undur Fransız yazarı Emile Zola'nın da buna benzer bir açıklaması var Zola, "Sanat, bir mizaç?ın arasından görülmüş tabiattır" demişti Bu sözlerden anlaşılacağına göre tabiat kaynak olarak son derece zengin, ama sanat planında kendi başına yetersizdir Tabiat, matematik düzeni içinde, hep bir teviye sürüp gider, var olmakla yetinir Ona türlü anlamlar katan insandır Tabiata bakan sanatçının düşünüş, inceleme mekanizması süzgeç gibidir Tabiattan aldığı elemanlardan işine geleni tutup gelmeyeni bırakır Bu süzgeç tabiatın yalnız "madde" tarafını süzmekle de yetinmez Biçimlerin, renklerin sade, pürüzsüz, bölüntüsüz taraflarını alırken onların uyandırdığı duyguları da, kendine göre, ayarlar Bir tabiat parçası karşısına on ressam oturtunuz, aynı konuyu resmettiriniz Sonuç sizi hayrete düşürebilir Çünkü bu tek konu, on ressamın her birine başka bir görüş, başka bir duyuş, bir teknik esindirmiştir Kimi için ferah, aydınlık, neşeli olan bir görünüş, kimi için keder verici, yada trajiktir Her sanatçı aynı tabiat parçasını kendi düşünüş, duyuş mekanizmasının süzgecinden geçirmiş, ona başka başka anlamlar eklemiştir Burada ressam Eugene Delacroix'nın bir aforizmasını hatırlarız: "Tabiat, büyük bir sözlüktür" Ve ressam bu aforizmasını şöyle yorumluyor: "Sözlükteki binlerce kelimenin hepsi güzel, anlamlı Ama sözlük, bu güzel, anlamlı kelimelerle edebi bir eser sayılmaz Kelimeler karmakarışık, birbiri ile ilgisiz sıralanmıştır Tabiat da sözlüğe benzer Tabiat elemanlarının hepsi güzel, ayrı ayrı biçim ve renkleriyle hepsi göz alıcı Ama sanatçı bu baş döndürücü zenginlikleri düzenlemek zorunda Yazar nasıl sırası gelince sözlükten kelime seçerse ressam da tabiattan, biçimler, tertipler, renkler seçer Yada eşyalardan ayıklamalar yapar Sanat eseri bir sentezdir Estetik yönden konumuz aydınlanıyor Tabiat tez ve antitezlerle, karşıt elemanlarla dolu bir alandır Bu tez ve antitezleri, bu karşıt elemanları barıştırarak bir "sentez" yaratmak sanatçının başlıca ödevidir Tabiat karşısında sanatçının yapacağı sentez, gerek işçilik, teknik bakımından, gerek duyuş, düşünüş bakımından olacaktır Zaten her duyuş, düşünüş kendine en uygun olan çalışma tarzını, tekniği seçer Genel olarak şu prensip kabul edilebilir: Sanatçının kişiliğini kuran sentez gücüdür Tabiatta gördüklerinden anlam çıkaramayan, eski deyimle "dünya görüşü" olmayan, bu görüşü ortaya atmak için elindeki teknik araçlara bir düzen veremeyen sanatçının kişiliği yoktur O sadece ya kendinden önce yapılanı tekrarlar, bir takım formülleri körü körüne benimser, ya da gördüğünü düşüncesizce taklitle yetinir Tabiata katacak duyuş, seziş sermayesi yoktur Sentezci değildir Ya tabiatın kölesi, ya başkalarının taklitçisidir Ressamın top yekûn tabiata bağlanamayacağını hatırlatan Andre Gide diyor ki: "Tabiata tam bağlanmak, ölüme bağlanmaktır Kişide -sanatçıda- yaşama gücünün zerresi kaldıkça bu güç, tabiata karşı gelmek, tabiatla savaşmakla kendini gösterecektir İki tabiat var: biri insanın dışındaki, öteki içindeki Tabiatta hiç bir şey kendi kendine değildir, her şey birbirine bağlıdır ve her şey, durmadan, aynı tempo üstüne devam edip gider Sanat eseri ise tek, bütündür Sanatçı her zaman, tabiat yanında olmakla beraber, ona karşıdır Bu bakımdan denebilir ki, tabiat teklif eder, ama kararı sanatçı verir" Ressamla tabiat konusunda Charles Baudelaire'in de şu sözleri var: Eğer "manzara" dediğimiz her hangi bir ağaç, dağ, su ve ev topluluğu güzelse, bu manzara kendiliğinden değil, benim ona eklediğim düşünüş, duyuş bakımından güzel Hayalimizi zorlayıp, bir an için, tabiatı, bu dağ, taş ve bitki topluluğunu insansız düşünsek, şu sonuca varırız: Tanıksız, yani ona anlam katacak varlıksız tabiat ne olur ? Ve daha aşağıda gerçeğe körü körüne uyan bazı ressamların eserlerini inceleyen şair diyor ki: "Çok iyi resim yapıyorlar, ama bir tabiat görünüşünün ancak sanatçının ona eklediği anlamla kıymetleneceğini unutuyorlar Sanat sözlüğünü "tabiatı" sanatın kendisi biliyorlar Onlar için bir etüt, tablo demektir Ressam Français büyük, asırlık bir ağacı körü körüne kopya ediyor ve: işte manzara, diyor" |
|