Türk Dili Hakkında |
12-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Dili HakkındaTürk Dili Hakkında İlk sanat dalı nedir - İlk sanat dalı hangi devirde ortaya çıkmıştır - Türk Dili Nedir - Edebiyatta Türk Dili Hakkında Türk dili, Ural-Altay dil grubuna dahil olup, Moğol, Tunguz, Kore ve Japon dillerinin de yer aldığı Altay dilleri ailesi veya Altay dilleri topluluğuna mensuptur Yapı bakımından Altay dilleri ailesine giren bütün dillerde olduğu gibi, Türkçe de eklemeli (mülâsık = yapışkan) dillerdendir İlk devreleri karanlık olmakla birlikte elde bulunan vesikalar ve Çin kaynaklarının verdiği bilgiler, Türk dilinin geçmişinin, tarih öncesine gittiğini göstermektedir Ancak, Türkçe derli toplu metinler, Yenisey-Orhun mezar taşları ile ele geçmiştir Bilhassa Orhun Âbideleri'nde işlenmiş bir Türkçe ile karşılaşılması, Türklüğün kendine has alfabe sistemi, dil ve tarih şuurunun bulunmasına bakılırsa, Türk dilinin tarih itibariyle daha eski zamanlara götürülebileceği fikrini vermektedir Zaten bu sahanın âlimleri, Orhun Âbidelerindeki işlenmiş ve gelişmiş Türkçe'ye bakarak, dilin tarihî devrelerini, milattan önceki devirlere çıkarmaktadırlar Şimdiye kadar Rusya ve Çin sınırları içinde bulunması, yapılacak kazıları imkânsız kıldığından, Türk dilinin eskiliği meselesi şimdilik bu kadar aydınlatılmıştır Esik, Kurgan vs gibi kazılar da zaten Ruslar tarafından yapılmaktadır Aydınlatıcı bilgiler, bu itibarla sınırlı olmaktadır Ancak, bundan sonraki çalışmalar, Türk dili için ümit verebilir Geçmişiyle birlikte Türkçe ; Altay, En Eski Türkçe, İlk Türkçe, Eski Türkçe, Orta Türkçe, Yeni Türkçe ve Modern Türkçe devri olmak üzere yedi ana devrede ele alınmaktadır Altay devri; Türk-Moğol dil birliğini meydana getirmekte olup, Türkçe'nin Moğolca ile ayrılmaya başladığı veya bir olduğu devirdir Kısaca bu devir, Türk ve Moğol dillerinin ana kaynağını teşkil etmektedir Proto-Türkçe de denilen En Eski Türkçe devriyle İlk Türkçe devirleri hakkındaysa kesin bilgi bulunmamakta ve Türk dilinin bu devreleri karanlık kalmaktadır Ancak Türkçe'nin milattan önceki ve milattan sonraki 1000 yıla yakın bir zamanı, bu devrenin içindedir Bu devrin temsilcisi Hunlar olup, haklarındaki bilgiler, derme çatma ve dağınık da olsa, Çin kaynaklarından elde edilmektedir Eski Türkçe devri ; Göktürkler'in tarih sahnesine çıkmasıyla başlamıştır (536) Kağanlığı, Türk dilli milletlerin teşkil ettiği Doğu Göktürk Devleti, 630 yılında; Batı Göktürk Devleti ise 659 yılında, Çin idaresine geçmiştir Bu esaretten ve durgunluktan sonra, İkinci Göktürkler, Kutlug Kağan ve Vezir Tonyukuk?un önderliğinde bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır 682 yılından sonra olan bu ikinci silkiniş ve kuruluş devrinde, Eski Türkçe eserler yazılmıştır Geçmişin musibetlerinden ve tecrübesizliklerinden, gelecek nesillerin ders almasını ve Türk milletinin yok olmamasını, düşmanın tatlı sözüne ve yumuşak hediyelerine aldanılmamasını isteyen vezir ve kağanlar kendi ağızlarından, Orhun Âbideleri diye adlandırılan tarihî eserleri miras bırakmışlardır Kendilerine has bir alfabeyle yazılan Orhun metinleri, taşlar üzerine kazılmıştır Âbideler, Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kültigin adına dikilmiş olup, kullanılan dil, bir hayli işlek ve açıktır Bilhassa Bilge Kağan Âbidesinde Türkçe, sanat kabiliyetini de sergilemiş ve alabildiğine gür bir hitabet dili kullanılmıştır Eski Türkçe devrinin belgeleri yalnız Göktürklerden kalan tarihî miras değildir Bu devre, Uygur Türkleri'nin de katkısı vardır Yalnız Uygur metinleri daha çok dinî olup, Türk dilinin Uygurlara ait kısmı, Budizm, Mani, Nesturî vs gibi dinlere aittir Uygurlar, önceleri Göktürk yazısını kullanmakla birlikte daha sonra bu millî alfabeyi terk etmişler ve Soğdlar tarafındankullanılan Uygur alfabesini almışlardır Bu alfabe, Türkçe'nin seslerini karşılamak yönünden Göktürk alfabesine nispetle fakirdir Ancak her iki alfabenin müşterek tarafı, İslâmî Türk yazısında olduğu gibi, sağdan sola okunup yazılmasıdır Bir de Uygur alfabesinde harfler birleşebilmektedir Uygur harfleri ayrıca Moğollar tarafından da kullanılmıştır Ancak Uygurların Manihey yazısını da kullandıklarını belirtmek gerekir Göktürk yazısını ise, tarihte yalnız Göktürkler kullanmışlardır Eski Türkçe'yi gerek Göktürk, gerekse Uygur Türklerinin bıraktığı eserlerden takip etmekteyiz (Bkz Türk Edebiyatı) Orta Türkçe devrinde Türklük dünyası, yeni bir medeniyete açılmış ve Türkçe, İslâm dünyası içinde yer almıştır Türklük, bu devre kadar çeşitli dinlere girmiş çıkmış olmakla beraber, hâlâ bir arayışın içindedir O, tabiatına en uygun dinin nihayet İslâmiyet olduğunu anlamış; onuncu asrın başlarında Karahanlılar'ın kurduğu devlet sayesinde yeniden toparlanmış, Satuk Buğra Han'ın (ölm 992) da 950 yılında bu dini kabulüyle, İslâmî inanç içindeki yerini resmen almış ve tarih boyunca üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yapmıştır Bu bakımdan, Orta Türkçe devresine giren eserler, pek azı müstesna, ana kaynak olarak verilen Türk âdet ve örfleri yanında İslâmîdirler Türk dili de bu medeniyete geçişle, artık yeni kelimelere açılmıştır Bu devrin dil yadigârlarının ilki Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lügâti?t-Türk?tür Yûsuf Has Hacib, Kutadgu Bilig?i ile Türkçe'nin bu devirdeki kabiliyetini ortaya koyarken, Kaşgarlı Mahmud da Dîvânü Lügâti?t-Türk adlı eseriyle baştan başa Türkçe'yi, şive ve ağızlarına kadar incelemeye çalışmış ve bu sahada ilk defa eser yazma şerefini kazanmıştır Kaşgarlı?nın, Dîvânü Lügati?t-Türk?ü bir tarafa, bu devre içine Kutadgu Bilig de dahil Müşterek Orta-Asya Türkçesi'yle yazılan bütün eserler girmektedir Yalnız Türklük âleminin dağınık olması ve çeşitli yerlerde yeni kültür merkezleri kurmaları, Türkçe'nin yeni şîve ve ağızlarını meydana getirmiştir Sâmânoğulları ve Gazneliler'in idaresi altında bulunan yerlerde de çeşitli eserler verilmiştir Başta Kutadgu Bilig olmak üzere, Atabetü?l-Hakâyık, Ahmed Yesevî?nin Hikmetler?i ve daha pekçok eser Müşterek Orta-Asya Türkçesi'nin Kaşgar şîvesi veya ağzıyla yazılmıştır Müşterek Orta-Asya Türkçesi'nin Batı Türkistan şîvelerinin merkezini, Harezm ili teşkil etmektedir Bu şîvenin belli başlı kültür merkezleriyse Yedisu, Merv ve Buhara şehirleri olmuştur Bölge, çeşitli Türk ağızlarının varlığını koruduğu ve gösterdiği bir yer olmakla, Kaşgar?a nispetle daha çok karışıklık göstermektedir Bu bölgenin en karakteristik eseri, Ali oğlu Mahmud?un Nehcü?l-Ferâdis?idir Orta Türkçe devrinin içinde yine 13 yüzyıldan sonra, batıda Osmanlı; kuzey ve güneyde Kıpçak; doğuda ise Çağatay Türkçesi yer almaktadır Bu Türk şîvelerinde, Orta Türkçe devrinde pekçok eser yazılmış, bilhassa Kıpçak ve Çağatay Türkçesi sahalarında, dille ilgili olan, gramer ve lügat kitaplarına geniş yer verilmişti Çağatay Türkçesi, eserlerini bilhassa 15 yüzyıla doğru Semerkand ve Herat gibi kültür merkezlerinde vermiştir On beşinci yüzyıldan sonra, Orta Türkçe, yerini Yeni Türkçe devresine bırakmıştır Türkçe'nin bu devresi, 20 yüzyıla kadar sürmüştür Bu devirde Türklüğün tek bir alfabe sistemi vardır Bütün Türk dünyası, İslâmî Türk alfabesini kullanmakta ve bu alfabeyle anlaşma gayet kolay olmaktaydı Bu devir Türkçesi, en büyük dil yadigârlarını Osmanlı Türkçesi'yle vermiştir Ancak, Türkçe'nin dış ve iç yapısı yönünden pek fazla değişmeye başlaması, bu devirde dilde çeşitli akımların doğmasına sebep olmuştur Türk yazı dili: Türkçe, yazılı edebiyata geçerken Arap, Fars, Çin, Yunan vs gibi belli başlı dillerin dışında pekçok batı dili, henüz yazılı edebiyata geçmemiştir Fransız edebiyatı 14, Rus edebiyatı 11, İspanyol edebiyatı 12, İtalyan ve Alman edebiyatları 13, İngiliz edebiyatı ise 15 yüzyıldan sonra yazılı edebiyata sahiptirler Dolayısıyla yazı dillerinin ortaya çıkması da Türkçe'den bir hayli sonradır Türkçe'nin devrelerinden bahsederken, Türk dilinin ilk yazılı vesikalarının Eski Türkçe devrinde olduğu zikredilmişti Eski Türkçe, Türklüğün, 11 yüzyıla kadar devam eden tek yazı dilidir Eski Türkçe'den sonra batıya yapılan göçler ve yeni kültür merkezlerinin teşekkülüyle Türkçe, çeşitli bölgelerde farklılıklar göstermeye başlamıştır Kaşgarlı Mahmud, bu hususta Dîvân?ında ilk bilgi veren dil âlimlerinden ve araştırıcılardandır Eski Türkçe'den sonra Türk yazı dili, Batı ve Kuzey-Doğu Türkçesi olmak üzere iki ana kola ayrılmıştır Orta Türkçe devresinde görülen bu ayrılma, batıda Osmanlı ve Âzerî Türkçesi'ni ortaya çıkarırken, Kuzey-Doğu Türkçesi de; kuzeyde Kıpçak, doğuda Çağatay Türkçesi'ni meydana getirmiştir Bunlardan Osmanlı Türkçesi, Türklüğün uzun ömürlü ve kesintisiz olan, en büyük yazı dilidir Yerini, 1908?den sonra Türkiye Türkçesi'ne bırakmıştır Batı Türkçesi'nin doğu dairesini meydana getiren Âzerî Türkçesi ise, şifahî edebiyatın ve şiir an?anesinin tesiriyle varlığını sürdürmüştür Çağatay Türkçesi de yerini Modern Özbek Türkçesi'ne bırakmakla birlikte, Doğu Türkçesi'ni bugün; Kazak, Kırgız, Özbek vs temsil etmektedir Doğu Türkistan?ın dili olan Modern Uygur Türkçesi de aynı daire içinde yer almaktadır Batı Türkçesi'nin doğu kolu olan Âzerî Türkçesi ise, önceleri Tebriz ağzına dayanmakla birlikte sonraları Bakü ve Karabağ ağızlarının yayılmasıyla üçlü bir kültür merkezine sahip olmuştur Bakü ve Karabağ, bu şîvenin Kuzey; Tebriz ve İran kısmı da Güney dalını meydana getirmektedir Bu ayırma, daha çok Âzerî Türklüğünün siyasî parçalanmaya tâbi tutulmasıyla ortaya çıkmıştır Bölgede fırsat ele geçince istiklâl ilan eden bazı hükümetler, hemen Türkçe tedrisata başlamışlar ve Türkiye?den öğretmenler getirerek dil birliğine yönelmişler, ancak bu hareketler, İran ve Rusya?nın işbirliğiyle yok edilmiş, zaman zaman bu işbirliğinin içine İngiltere de katılmıştır Türkçe'nin Ana Türkçe'ye bağlı olan iki lehçesi daha vardır Bunlar; Çuvaş ve Yakut lehçeleridir Ana Türkçe?de birleşen bu lehçeler; yukarıda sözü edilen şîvelerden ayrı bir yol takip ederek, tarih boyunca günümüze kadar gelmişlerdir Bunlardan Çuvaşça, Türk-Moğol dil akrabalığının ve birliğinin aydınlatılmasında köprü vazifesi gören mühim bir lehçedir Fikir ve düşünce itibariyle asıl Türklükten ayrılmayan bu lehçe, kendine mahsus ayrı bir yol takip etmiştir Bugün, anlaşılmaz bir durum arz etmektedir Zaten lehçe; bir dilin, bilinmeyen bir zamanda, kendisinden ayrılan ve anlaşılmayacak kadar farklılıklar gösteren koluna denmektedir Türk dili, bütün bu târihî devreler ve yazı dilinin gelişmesi içinde çeşitli kültürlerin ve dillerin tesirinde kalmıştır Bu yüzden de dilde bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır Bunların başlıcası Türkçecilik cereyanıdır Türk Dili, tarihî devirler içinde, yalnız Göktürk Türkçesi'nde açıklık göstermektedir Ancak bu zamandan sonradır ki Türkçe, Uygurlar zamanında ve İslâmî devreye geçildiği zamanlarda, Türk milletinin çeşitli medeniyet ve dinlerle karşılaşmasının sonucu, yabancı dillerden pekçok kelime almıştır Eski Türkçe devresinde bu durum daha çok, Soğdca'dan gelmiştir Tercüme edilen Brahma, Mani ve Buda metinleri, yeni fikir ve mefhumları karşılamak için, din kültürünün kelimelerini de beraberlerinde getirmişlerdir İslâmî devre içinde de aynı durum görülmektedir Bu zamanda Türk dünyası, bütün gönlünü İslâmiyet'e açtığı gibi, dilimiz de pekçok kelimeyi almaktan çekinmemiştir Fakat bu durum, Kaşgarlı Mahmud?la başlayan bir cereyanı da doğurmuştur Türkçe, yalnız İslâm medeniyeti içinde değil, komşu bulunduğumuz ve devlet içinde yer alan kavim ve milletlerin dillerinden de pekçok kelime almıştır Tanzimat'tan sonra bile, batıya açılmamızla batı menşeli kelime ve gramer şekilleri, gitgide Türkçe'de yer etmiştir Bu durum, hangi devirde olursa olsun dilin iç ve dış tarihi yönden başka dillerin tesiri altında kalmasına sebep olmuş ve tarihte Türkçecilik cereyanını doğurmuştur Kaşgarlı Mahmud ile başlayan dil şuuru, Türkçecilik cereyanının çeşitli şîvelerde nüvesini teşkil etmiş ve müelliflerle şairler, Türkçecilik cereyanını başlatmışlardır Bu durum, Karamanoğlu Mehmed Bey gibi bazı beylerde Arapça ve Farsça'ya karşı, Türkçe'nin devlet dili olması için bir tepki şeklinde doğmuş, bazı müelliflerde sadece Türkçe yazmak arzusu ile ortaya çıkmış; bazı şâirlerdeyse Türkçe'nin işlenmesi ve gramer düşüncesiyle gerçekleştirilme yoluna gitmiştir Fakat asıl istek, 13 ve 15 yüzyıllarda, beyliklerin desteği ve teşvikiyle olmuştur Osmanlı, İsfendiyar ve Aydınoğullarında görüldüğü gibi, beyler, eserleriyle bu cereyana katılmışlardır Ayrıca Karamanoğlu Mehmed Beyden önce 13 yüzyıl başlarında, Selçuklu sarayında Türkçe yazan şairler vardır Ahmed Fakih ile Hoca Dehhânî bunlardandır Arapça ve Farsça'dan ayrılmanın imkânsız olduğunun, mensubu bulunduğumuz İslâm inancı ile bilinmesini isteyen bazı müellif ve şairler de, Türkçe'yi bu dillerden alınacak kelimelerle işleyip, çeşni ve halâvetine kavuşturmak istemişlerdir Şunu da belirtmek lâzımdır ki, Türkçe, sadece başka dillerden kelime almamış, en azından aldığı kadar da başka lisanlara kelime vermiştir Anadolu sahasında ilk Türkçecilik cereyanını başlatanlar, 14 asırda, Gülşehrî, Âşık Paşa, Kadı Darir, Şeyhoğlu Mustafa, Hoca Mesud gibi şahsiyetlerdir Bu halkaya 15 yüzyılda İkinci Murad Han, Devletoğlu Yûsuf, Sarıca Kemâl, Aydınlı Visâli, 16 asırda ise Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî eklenmişlerdir Hatta 16 yüzyılda gözle görülen bu akıma, şuarâ tezkirelerinde yer verilmiş, daha sonra Türkî-i Basit Cereyanı diye adlandırılmıştır Doğu Türkçesi'ndeyse bu cereyan, Timur Han'da nüvesini bulmakla birlikte, asıl, Türkçe âşığı bir hükümdar olan Hüseyin Baykara ve mektep arkadaşı Ali Şîr Nevâî?de şahsiyetini bulmuştur Hüseyin Baykara, bu hususta bir ferman çıkarırken, Ali Şîr Nevâî de Türkçe'nin üstünlüğünü ispat yoluna gitmiş ve onun kudretli bir dil olduğunu göstermek için pekçok eser yazmıştır Hüseyin Baykara?nın ise Türkçe Dîvân?ı vardır On yedinci yüzyılın ikinci yarısında bu fikre sahip çıkan, Nâbî?dir On sekizinci asırda Sâdi Çelebi, mahallîleşme cereyanının temsilcisi olan Nedim, 19 yüzyılda Padişah İkinci Mahmud Han ve Vakanüvis Esad Efendi de aynı fikirden hareket etmişler ve bu hâl, Tanzimat'a kadar gelmiştir Tanzimat'tan sonra Namık Kemal, Ali Süâvi, Ahmed Midhat Efendi, Şemseddin Sâmi, Muallim Nâci, işi ilmî ölçüler içinde halletmek için, çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir Bundan sonra, artık, dilde iki düşünce vardır: Bunlardan birisi; ilmî ölçüler içinde Türkçe'ye sahip çıkmak; diğeriyse tasfiyecilik denilen dili fakirleştirme cereyanıdır Bunlardan birinci fikre, Türk Derneği mensupları ile Selânik?te Genç Kalemler sahip çıkmışlardır Türk Derneği ?kullanılacak lisânın, en sâde Osmanlı lisânı olacağını? söylerken, Genç kalemlerse konuştuğumuz İstanbul lisanını istemektedir Türk Derneğinin görüşlerine Necip Âsım; genç Kalemlerinkine de Ali Cânib, Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp üçlüsü önderlik etmişlerdir Cumhuriyet devrinde, bir ara denenen, Türkçe olmayan bütün kelimeleri dilden atmak şeklinde özetlenen ve Tasfiyecilik olarak isimlendirilen hareket, ortaya çıkan vahim neticeleri sebebiyle terk edilmiş ve 1936 yılından sonra tasfiyecilik hareketlerine, kesinlikle iltifat edilmemiştir Hattâ Atatürk, Türkçe'nin eskiliği ve başka dillerin kaynağı olduğu tezinin neticesi olarak, Güneş-Dil Teorisini ortaya atmış ve yabancı olduğu söylenen her kelimenin Türkçe olduğunu kabul etmiştir Bu durumda ?Hangi dilden gelirse gelsin Türk Milletinin konuştuğu her kelime Türkçe'dir? hükmü ortaya çıkmıştır Atatürk?ün ölümünden sonra ise, tasfiyecilik, yalnız dildeki kelimeleri atmakla kalmamış, ilim tanımaz bir yola da sapmıştır Türkçe'nin kendi kaide ve kanunlarına bile ehemmiyet verilmemiş ve pekçok kelime uydurulmuştur Bu hareket, Türk Dil Kurumu?nun önderliğinde olmuştur Kurum, ilim dışı bir yol takip ederek, pekçok dil âlimini bünyesinden uzaklaştırmış, halk ağzından derlenen kelimeleri, Türk yazı diline mal edememiş ve bu işi siyasî devrimcilere bırakmıştır 12 Eylül 1980?e kadar süregelen bu hareket, sonunda durdurulmuştur Konuşulduğu saha 19878368 km2 olan Altay dillerinin % 55,11?ini Türklerin yaşadığı yerler meydana getirmektedir Türklerin yaşadığı saha, Avrupa kıtasından büyük olup, 10955840 km2'yi bulmaktadır Bu sahanın büyük bir kısmı, Asya topraklarındadır Dağılan SSCB?nin % 37?sini teşkil ederken, halen Çin topraklarının da % 18?inde Türkler yaşamaktadır Bunun dışında Afganistan, İran ve Eski Osmanlı topraklarında ve Kıbrıs?taki Türklerin nüfusu, büyük bir yekûn tutmaktadır (Bkz Türk Göçleri) Türklüğün bu dağınıklığı, eski çağlardan beri böyle olup, geniş vatanda yerleşmeleri ve pekçok kültür merkezleri meydana getirmeleri, Türkçe'nin pek fazla kardeşlenmesine sebep olmuştur Aynı dilin, bu kadar coğrafya içinde bölgelere göre çeşitli kollarının teşekkül etmesi, bu sahayla uğraşan âlimleri, Türk şîvelerinin tasnifi gibi güç bir problemin içine atmıştır Bu meseleyle ilk karşılaşan, Kaşgarlı Mahmud olmuştur Bugün Türk şîvelerinin tasnifi üzerinde çalışan pekçok Türkolog mevcuttur Bu meselede âlimlerin bir kısmı coğrafî özelliklere, bazısı ise Türkçe'nin yapı ve sesinden hareketle gramere dayalı tasniflere yer vermişlerdir Radlof, Ramstedt, Samoyloviç, Liggeti, Baskakov ve Reşid Rahmeti Arat?ın tasnifleri, bunlar içerisinde ayrı bir mevki işgal eder Gerçekteyse, Arat?ın tasnifi, bu hususta en uygun tasniftir |
|