İnanç Ve İbadet Sistemi |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İnanç Ve İbadet Sistemiinanç ve ibadet Sistemi Eski dilde iman karşılığında kullanılan inanç "inanmak, itimat etmek" anl¤¤¤¤¤ gelir Din terminolojisinde inanç, "mutlak tasdik" manasındadır" (010) Gerçek manada tasdik dil ile kalbin birleşmesidir; buna erişen kişi de mü'mindir Dil ile tasdiki kalbiyle pekiştirmeyen kişiye münafık denir Halk deyimiyle iki yüzlülük halidir iman, amel ile birleştiği zaman daha da önem kazanır iman amelle olgunluğa kavuşur Ameli olmayan kişinin imanı bulunabilir Hz Peygamber (sav)'in "Sizin iman bakımından en kâmil olanınız, ahlâk bakımından en güzel olanınızdır (011) Hadis-i şerifleri imanın, ancak amel ile yüceleceğine dikkat çekmektedir islâm ilahiyatı ile ilgilenen araştırıcılar, Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde geçen iman ve islâm terimlerini ayrı ayrı inceledikleri gibi, iki terimin birbiriyle olan münâsebeti üzerinde de durmuşlardır Hadd-i zatında iman ile islâm kelimeleri arasında lügat açısından fark bulunmakla beraber, bu daha çok özellik ve genellik yönündedir iman daha özel, islâm ise daha geneldir Daha açık bir ifade ile iman tasdik, islâm ise teslimiyet demektir Bir bakıma tasdikin gerçekleşmesi, teslimiyeti ister istemez akla getirmektedir Ancak her teslimiyetin tasdik manasında algılanması da mümkün değildir Konu genel hatlarıyla ele alındığında islâm ile insanın bir olduğu görülmektedir islâm nazarında mümin olsun, müslim olsun aynı dinî hükümler uygulanır Hz Peygamber (sav) insanları, mümin, kâfir ve münafık olmak üzere üç kısma ayırmıştır imam-ı Azam'a göre insan ile islâm arasında lügat açısından fark bulunmakla beraber, din bakımından islâmsız iman, imansız islâm mümkün değildir islâm kelâmcıları iman esaslarını öncelikle ikiye ayırır: 1-icmalî iman (toptan inanma, Kelime-i Tevhid, Kelime-i şahadet), 2-Tafsili iman (Amentü'de ifade edilen hususlara ayrıntılı olarak inanmak), islâm Dini'nin iman esaslarını Kur'an-ı Kerim bildirmiştir Amentü denilen imanın altı esasını bir arada Hz Peygamber (sav) açıklamıştır 1- inanç Sistemi 11 Allah'a iman islâm Dini'nin temeli Allah'a inanç esasına dayanır Bütün ilâhî dinler Allah'a inanmayı temel kabul etmiştir ilâhî dinler dışındaki diğer bazı dinlerde de Allah'a inanç meselesi prensip olarak mevcuttur Tarihin her döneminde Allah'a inanmayan fertler bulunmuştur; ama bütün bir toplum asla! Kur'an-ı Kerim, sayısız âyetinde Allah'a imanın önemini belirtmiştir Kur'an-ı Kerim insanı, Allah'ın zâtını düşünmekten menederken, O'nun varlığı, birliği, yüce sıfatlarıyla güzel isimlerini düşünmeyi tavsiye etmiştir Nitekim Hz Peygamber (sav) bir hadis-i şeriflerinde, "ancak Allah'ın zatını düşünmeyin Çünkü buna kudretiniz yetmez" buyurur Aynı manayı kuvvetlendiren bir diğer hadis-i şerif şöyledir: "Kalbine ne gelirse, Allah ondan başkadır" islâm'da Allah kavramını en güzel açıklayan âyetlerden bir kısmı ihlâs sûresindedir: "De ki, O, Allah'tır, bir tektir O Allah'tır, sameddir Doğurmamıştır, doğurulmamıştır" (012) Allah inancı konusunda ölçülü ve dengeli bir mantık sergileyen islâm, O'nun sıfatlarını, başka varlıklara vermediği gibi, yaratılmışların sıfatları da Allah'a atfedilemez islâm'a göre Allah her yerde hâzır ve nazırdır şekilden zamandan ve mekândan münezzehtir O, insanlara şah damarından daha yakındır Din gününün yegâne sahibi O'dur Kişinin Allah'a imanı, fıtratının bir gereğidir Ergenlik çağına gelmiş akıllı kişi, Allah'ın varlığına imanla yükümlüdür imam-ı Maturidi'ye (852-944) göre, peygamberler tarafından dinî hükümler tebliğ edilmedikçe bu kişiler ahkâm-ı şeriyye ile mükellef tutulmaz islâm bilginlerine göre Allah'ın varlığı, birliği vahyin irşadı ve kalbin tasdiki ile açıklık kazanır, fakat O yüce varlığın mahiyetini kavrayamayız 12 Meleklere iman islam inançlarından biri de meleklere imandır Kur'an-ı Kerim ye hadis-i şerifler melekleri, onların varlık ve misyonlarını bize açıklamıştır Melekler, erkeklik ve dişiliği olmayan, yeme-içme vbden uzak ruhanî ve nuranî varlıklardır Gözle görülmezler Evlenmek, çoğalmak, doğmak, ölmek vb insanlara has davranışlardan uzaktırlar Daima Allah'ı tesbih ile O'na ibadet ederler; Allah tarafından verilen görevleri yerine getirirler, günah işlemezler, bir imtihana tâbi değildirler Bu bakımdan günah işlemeye de müsait yaratılmış olan insan, kendini günahlardan koruyabilirse Allah katında meleklerden de üstün olabilir insanların masumiyet içinde hayat sürebilmeleri, onların melekleşmesini sağlar Ayrı ayrı görevlerle mükellef dört büyük melekten (Cebrail, israfil, Mikail, Azrail) başka insanların yaptığı işleri kaydeden Kiramen Kâtibin ile Münker Nekir melekleri de vardır Melekler gözle görülmeyen varlıklar olmak itibariyle bu tür bir inanç diğer dinlerde de mevcuttur Muharref ilâhî dinlerden olan Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta meleklere inanılmakla beraber aralarında fark vardır Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine nazaran melek, inancını en güzel ve net şekilde açıklayan din islam olmuştur 13 Kitaplara iman Müslümanlığın iman esaslarından biri de kitaplara imandır (013) islam'da kitaplara imandan kasıt, dört ilâhî kitapla, onlardan önce yine peygamberlere gönderilen sahifeler (suhuf)dir (014) Bütün bu kitapları Allah peygamberlerine Cebrail aracılığı ile göndermiştir ilâhî kitaplara Kütüb-i Münzele ve Kütüb-i Semaviyye de denir Kur'an-ı Kerim, ilâhî kitapların muhtevası, hangi peygambere verildiği vb hususlarda tatminkâr bilgiler vermektedir Zebur'un ise sadece Hz Davud'a verildiğini açıklamıştır 14 Peygamberlere iman islâm'da inanç şartlarından biri olan peygamberlere iman, sadece Kur'an-ı Kerim'de isimleri zikredilen peygamberleri değil, gönderildikleri sabit, fakat isimleri bilinmeyen peygamberleri de kapsar Peygamberler, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara ulaştıran elçilerdir Bu bağlamda onlara nebi ve rasul de denir islâm'a göre peygamberlik Allah'ın seçkin kullarına verdiği bir imtiyaz ve özel görevdir insan çalışıp çabalamakla peygamber olamaz Kur'ân-ı Kerim 25 peygamberi ismen açıklamış, peygamber olup-olmadığı tartışılan üç kişi dışında her topluma peygamberler gönderildiğini bildirmiştir ilk peygamber Hz Adem, son peygamber Hz Muhammed (sav) arasında kaç peygamber bulunduğu kesin olarak bilinmemektedir Müslümanlar ayırım yapmaksızın bütün peygamberlere inandığı halde, Yahudiler Hz isa ve Hz Muhammed (sav)'e, Hristiyanlar ise Hz Muhammed (sav)'e inanmazlar Hristiyanlar da prensip olarak peygamberlere imanı kabul etmişler, ancak bazı istisnalar koymuşlardır Bundan ayrı olarak yine Hristiyanlar, Hz isa'nın Havarilerini ve Pavlus'u da peygamber hatta peygamberlerden de üstün sayarlar Hristiyanlara göre peygamberlik çalışmakla elde edilmez; o ancak Ruhu'l-Kuds'ün bir görevlendirmesiyle olur Yine Hristiyanlık'ta Hz isa, "Tanrı'nın Oğlu", diye nitelendirilirken, O'nun havarileri de Hz isa'nın resulleri sayılmıştır Hz isa'ya Mahkeme-i Kübra'nın yöneticisi olarak da inanırlar 15 Ahiret Gününe iman Allah ve O'nun peygamberi'nin bildirdiklerine inanan, kişi için Ahiret Günü'ne iman zorunludur Ahiret günü, birinci nefhadan ikinci nefhaya, sonra da cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar geçer zamandır Diğer bir ifade ile ikinci nefhadan sonra başlayan ve sonsuza kadar uzanan zamandır Müslümanların ahirete imanları Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere dayanmaktadır Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur: "Onlar san indirilenlere de, senden evvel indirilenlere de inanırlar Ahirete ise onlar şüphesiz bir bilgi ve iman beslerler" (016) Ahiret Günü'ne tam anlamıyla inanan kişi, dünya hayatını da düzene sokmuş, günahlardan ve sapıklıklardan nefsini büyük ölçüde korumuş olur Kur'an-ı Kerim, Allah'a imandan sonra çoğu kere Ahiret Günü'ne imanı zikreder Ahiretin zamanını bilemeden her an o büyük güne hazırlanmak, Müslümanın dünya hayatına bağlanmasını sağladığı gibi, ona sorumluluk da yükler islâm, Ahiret Günü'nü, ölümü kıyametin vukuunu, sonra neler olacağını, ölümden sonra tekrar dirilmeği, hesaba çekilmeği, ceza ve mükafat görüleceğini vb ayrıntıları ile açıklamıştır Yahudilik ve Hristiyanlık'ta da ölümden sonra dirilme inancı vardır Yahudilik'te ahiret konusu islâm ve Hristiyanlığa nisbetle fazla işlenmemiş, onlar daha çok dünya hayatına önem vermişlerdir Hristiyanlar ise Ahiret Günü'nün hemen geleceği korkusu ile ruhbanlığa sarılmışlardır Bu konuda da en sağlıklı dengeyi islâm kurmuştur islâm'a göre "Hiç ölmeyecek gibi dünya için çalışılacak, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanılacaktır" Ahiret Günü'ne iman konusunun Yahudiliğe ne zaman girdiği kesin olarak bilinmemektedir Zaten Tevrat'da da kıyamet, mahşer, cennet, cehennem hakkında açık bir bilgiye rastlanmamaktadır Ayrıca bu konudaki inançları da zaman zaman değişikliklere uğramıştır incillerden elde edilen bilgilere göre Hz isa'nın ikinci kez dünyaya gelişiyle kıyamet vuku bulacak, ölüler mezarlarından kalkarak dirilecekler, (017) O da insanları hesaba çekmek üzere adalet kürsüsüne oturacaktır Yine Hıristiyanlar Hz isa'nın yakın bir gelecekte yeryüzüne ineceğine, ancak O'ndan önce Deccal'in ortaya çıkacağına inanırlar Hıristiyanlara göre Allah hükmetme yetkisini Hz isa'ya vermiştir Ölümden sonra ruh bedenden ayrılarak dünyadaki durumuna göre sevap veya cezaya çarptırılacaktır (018) Ölülerin son mükâfatlandırılmasından önce berzah denilen yerde kalacaklardır Hıristiyan inancında ölümden sonra cennette mutluluk, cehennemde azap görecek olan yalnız ruhtur 16 Kaza ve Kadere iman islâm'da iman esaslarından biri de kaza ve kadere imandır: Gerçekte bu ifadenin kader ve kazaya iman şeklinde olması daha uygun ise de, Türkçemiz de böyle yerleşmiştir Kader, ileride meydana gelecek her şeyin önceden bilinerek Allah tarafından takdir ve tesbit edilmesi, kaza da, bilinen ve tesbit edilen her şeyin zamanı geldiğinde yine Allah tarafından yaratılmasıdır Kader, Allah'ın ilim sıfatına, kaza da tekvin sıfatına racidir Ehl-i sünnetin inancı budur islâm'a göre Allah'ın küllî iradesi yanında kulun cüz'î bir iradesi vardır Kul bu iradesini hayra da şerre de yönlendirebilir iyilik-kötülük, hayır-şer belli olduğuna göre kula düşen görev, aklını kullanarak iyi ve hayır olana yönelmektir insan, iradesiyle yaptıklarından sorumludur iradesi dışında olan (hangi ana-babadan, nerede, ne zaman doğacağı, boyu ve renginin ne olacağı vb) hiçbir şeyden sorumlu değildir Allah, kişinin hür iradesiyle seçtiği şeyleri, onun seçtiğine uygun şekilde yaratır Kısaca seçen insan, yaratan Allah'tır insanın nasıl bir tercihte bulunacağını Allah ezelde bildiği için Levh-i Mahfuz'da bunlar yazılmıştır "ilim malûma tabidir" cümlesinin anlamı da budur Bu bakımdan bazı kişilerin sorumluluktan kurtulmak için "ne yapayım, alın yazım bu imiş" tarzındaki itirazlarının geçerliliği yoktur Kişi, iradesini hayra yönlendirerek çalışacak, iradesi dışındaki sonuçları da tevekkülle karşılayacaktır insanın hayırlı zannederek bir işi yapmaya yönelmesi, ancak sonucun dileği doğrultusunda olmaması halinde, bu sonucun kendisi için hayırlı olduğuna inanması da onu kalben huzurlu kılar Bu durumu açıklayan bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Ey müminler, sizin hoşunuza gitmediği halde uhdenize savaş yazıldı Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken o, sizin için hayırlı olur Bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur Allah bilir, siz bilmezsiniz" (019) islâm dışındaki dinlerde net bir şekilde kader anlayışı bulmak mümkün değildir Hinduizmdeki "karma" inanışı kader olarak yorumlayanlar vardır Yahudilik'te alın yazısından çok, olaylar, Tanrı'nın çizdiği belirli bir gayeye göre şekillenir insanların bu dünyadaki hayatı dine uygun yaşamak ve Tanrı'nın emirlerinden sapmamak temeline oturtulmuştur Hayır ve şerri yaratan Allah'tır Hayır mükâfat, şer de ceza içindir Kulların başına gelen felâketler Tanrı'nın bir çeşit imtihanıdır Hıristiyanlar, insan hürriyetini sınırlandırdığı için kader ve kazaya fazla sıcak bakmamışlardır Onlara göre Allah ancak hayrın yaratıcısıdır şahit olduğumuz kötülükler Allah'tan değildir Hayır ve şer Allah'ta birleşemez; çünkü Allah kötülüklerden nefret eder (020) Bunlardan ayrı olarak Hristiyanlık'ta önemli bir yeri olan "Aslî Suç" (021) 'la kader arasında kurulan tuhaf ilgiye de bakılmalıdır Burada tartışılan ana mesele, "asli suç olduğu için mi insanlar kötülüğe meylederler, yoksa kötülüğe meylettikleri için mi asli suç vardır?" cümlesinde özetlenebilir 2- ibadet Sistemi ibadet sisteminden kastedilen, islâm'ın şartlarıdır Hz, Peygamber (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: "islâm beş temel üzerine kurulmuştur Allah'tan başka ibadet olunacak Tanrı bulunmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hacca gitmek" (022) Hadis-i şeriften de anlaşılmaktadır ki islâm'ın ilk şartı Allah'a ve O'nun peygamberine şahadettir islâm'a girmek bu şartlarla olur ve bunlar yerine getirilmedikçe diğerlerini yapmanın hiçbir kıymeti olmaz Bu ilk şarttan sonra namaz, oruç, hac ve zekât gelir Hemen bütün dinlerde ibadet vardır ve inançtan sonra gelir Arapça'da ibadet "boyun eğmek, itaat etmek, kulluk etmek, tapmak, taat ve takva" mânalarını ifade eder Genel olarak "Allah'a tapma" olan ibadet terimi, "putlara tapma" (023) için de kullanılır (024) Bir başka açıdan ibadet, sonsuz kudret sahibi Allah'a karşı gösterilen tevazu, hürmet, itaat ve ta'zimin en yüksek derecesidir ibadet yalnız Allah'ın hakkıdır ve yalnız O'nun için yapılır (025) Kur'an-ı Kerim'de ibadet kavramı genellikle, "Kul olmak, boyun eğerek itaat etmek, ilâh tanımak" vb manalarda kullanılmıştır; (026) ibadet kalb ve vicdanla hissedilen kulluk şuurunun dıştaki tecellisidir Bu bakımdan ibadet insanın dinî şuurunu kuvvetlendiren bir cevherdir şuurla ve hakkına riâyet edilerek yapılan ibadet imanı kuvvetlendirir Hemen bütün dinlerde cemaatle yapılan ibadet, ferdî ibâdetten üstün tutulmuştur ibadet yapılan yere mabed denir Bazı araştırıcılara göre ilk mabed, tabiatın kendisidir Bütün dinlerde îman ile âmel arasında daima ilişki kurulmuş; imanını ameli ile bütünleştiren kişi övülmüştür ibadetin bir parçası olan "dua"yı ibadetten ayırmak her zaman mümkün değildir Çoğu zaman ibadetle dua içice bulunmuştur islâm dışındaki bazı dinlerde ibadet, nadir hallerde aletsiz, bazan da aletli olarak müzikle karışık bir merasim şeklinde uygulanmıştır ibadetler bir bütün halinde Hz Peygamber (sav) tarafından tek tek uygulanarak müslümanların bu konudaki tereddütleri giderilmiştir islâm Dini'nde ibadetler üç grupta incelenebilir: 1-Bedenle yapılan ibadetler (namaz, oruç), 2-Malla yapılan ibadetler (zekât, fitre, sadaka), 3-Hem beden hem de malla yapılan ibadet (hac) islâm'da ibadetin en yüksek derecesi, Allah'a hiçbir menfaat beklemeksizin O'nun Allah olduğu şuuru ile inkıyad ve itaat etmektir Kâinattaki bütün varlıklar kendi hallerine göre kendi dilleriyle ibadetlerini Allah'a karşı yapmaktadırlar Allah kullarına güçlerinin yeteceğinden fazlasını yüklememiştir (027) Kur'an-ı Kerim'in birçok ayeti, müminleri Allah'a itaate çağırmaktadır (028) islâm'da ibadet hayatın bir parçası olarak algılanmış ve kişinin idrakini geliştirmiştir (029) ibn Teymiye'ye göre islâm bir bütün olarak Allah'a kulluk etmekten ibarettir ibadet esnasında ırk ve renk farkı gözetmeyen islâm, bu özelliği ile Allah huzurundaki eşitliği düşünce plânından hayata geçirmiştir 21- Namaz Namaz, belirli vakitlerde yerine getirilen, kendine hâs hareket, okuyuş ve şartları bulunan bir ibadettir Farz oluşu Kur'an, sünnet ve icma ile sabittir Bir ayet-i kerimede,"Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur'' (030) buyurulur Hz Peygamber (sav)'de bir hadis-i şeriflerinde, "Allah her Müslüman erkek ve kadına her gün ve gecede beş vakit namazı farz kılmıştır" buyurur Ergenlik çağına gelmiş, aklı başında olan kadın-erkek bütün Müslümanlar üzerine farz kılınmış beş vakit namazın dışında, cuma namazı da yalnız erkeklere farzdır Yılda iki bayram (ramazan, kurban) namazı vacib, cenaze namazı ise farz-ı kifaye'dir Beş vakit namaz Miraç Gecesi'nde farz kılınmıştır Namaz mümini fenalıklardan ve günah işlemekten korur Bu sayede mümin, dünyadaki borcunu ödemiş ahiret için sevap kazanmış olur Dinin direği, müminin miracı olan namaz, islâm'ın bütün şartlarını toplayan ve kulu aracısız Allah'a ulaştıran bir ibadettir Namazın altısı daha başlamadan, altısı da namazla birlikte yerine getirilen on iki farzı diğer hiçbir dinde bulunmayan bu en mükemmel ibadetin bir diğer özelliğini teşkil etmektedir Diğer dinlerdeki ibadetlerin hiçbirinde namazdaki disiplini görmek mümkün değildir Namazın beş ayrı vakitte farz kılınışı, müminin bütün gün belli aralıklarla kendini kontrol etmesini sağlar Kulun, günahlarından pişmanlık du¤¤¤¤¤ af dilemesi, Allah'ın huzurunda olduğunu idrak etmesinin en güzel vasıtası yine namazdır 22- Oruç islâm'ın beş şartından biri de yılda bir ay ramazanda oruç tutmaktır Oruç, Medine'de hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır Bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, sizden evvelkilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı Ta ki korunasınız" (031) Oruç niyet ederek tan yeri ağarmaya başladığı andan ta akşam güneşi batıncaya kadar yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak, suretiyle eda edilen bir ibadettir Büyük ölçüde bedenî bir ibadet olan orucun sayılmayacak kadar çok sıhhî faydaları da vardır Bugün tıbben de sabit olduğu üzere, birçok bedenî hastalıkların tedavisi ancak oruçla yani perhizle mümkün olmaktadır Hz Peygamber (sav)'in "Oruç tutun ki sıhhat bulasınız" hadis-i şerifleri de buna işaret etmektedir Oruç sayesinde, yeme içme açısından zengin-fakir ayırımı büyük ölçüde giderilmektedir Dinî bir görevi yerine getirmek gayesiyle tutulan oruç, aynı zamanda iradeyi kuvvetlendirir Açlığa, susuzluğa dayanma, gücü verir Oruç sayesinde Müslüman haramları daha fazla terkederek helâlleri arar Ramazanı takibeden aylarda da daha disiplinli ibadet etme alışkanlığını kazanır islâmın oruç ibadetinde, diğer bazı dinlerin oruca benzer ibadetlerinden mevcut olan perhiz belirli gıdaların dışında bir şey yememe, iki gün geceli-gündüzlü aç kalma vb haller yoktur Oruç, tamamen müminin yemek ve ruhî disiplinini sağlamayı hedef almıştır Yahudilik ve Hristiyanlık'ta Hz Musa ile Hz, isa'nın uygulamalarından kalma 40 güne kadar varan ve perhizi esas alan bir anlayış islâm'ın orucunda görülmez Müslümanlıktaki oruçta nefse eziyet yerine onu olgunlaştırmak esastır 23-Hac Hac, bedenî ve malî gücü yerinde, akıllı, ergenlik çağına gelmiş hür müslümana ömründe bir kere olmak üzere farzdır Bu şartlan taşıyan müslüman, belirli zamanda, ihramlı vaziyette Arafat'ta vakfe ve Kabe'yi tavaf ederek hac ibadetini yerine getirmiş olur Bu farzların dışında haccın vacip ve sünnetleri de vardır Yukarıda sayılan şartlar kendinde bulunan müslüman bir takım bahanelerle haccı geciktirmeyerek ilk fırsatta eda etmeye çalışmalıdır Hac, dünyanın her tarafındaki müslümanları yılın belli günlerinde biraraya toplayan büyük bir ibadettir içtimaî mevkiî ne olursa olsun, bütün hacı adaylarının kefene benzeyen ihram içinde boyunlarını bükerek "Lebbeyk" (Buyur Rabbim) yakarışlarıyla Allah'ın huzurunda bulunma gayretleri Hacca ayrı bir manevî hava verir Hac sayesinde dünyanın dört bir yanındaki müslümanlar aynı makamlarda toplanarak âdeta büyük bir şûra meydana getirmiş olurlar Birbirleriyle dertleşmek, konuşmak, problemlerine çareler bulmak imkânını elde ederler islâm kardeşliğinin güzel bir dayanışmasını gerçekleştirmiş olurlar 24-Zekât Malî bir ibadet olan zekât, Kur'an-ı Kerim'de çeşitli isimlerle namazla birlikte 37 ayetle zikredilmiştir Zekât dinen zengin sayılan müslümanın, bir yıl dolduran 8018 gr altın, 561 gr gümüş, bunların karşılığı para, döviz veya ticarî eşyasının 1/40'ini fakirlere vermesidir Kur'an-ı Kerim, zekât verilmesi gerekenleri sekiz sınıfta toplamıştır Zekât, akıllı, ergenlik çağına gelmiş, hür, nisab miktarı servete sahip ve bu malın üzerinden de bir yıl geçmiş olan müslümanlara farzdır Zekât, sosyal dayanışmayı sağlayan, müslümanlar arasındaki birlik ve sevgiyi kuvvetlendiren malî bir ibadettir Fakirlerin zenginler üzerindeki haklarıdır Kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuş bir farzdır Lügatte "temizlik, büyümek ve çoğalmak" anlamlarına gelen zekât, bu manalara uygun olarak veren kişinin malını temizlemekte ve artarak çoğalmasını sağlamaktadır Zekâtın en büyük fonksiyonlarından biri de cemiyetlerdeki sınıf farklılaşmalarını gidermesi, zenginlerle fakirler arasında bir orta sınıfın oluşmasını sağla¤¤¤¤¤, aşırı uçların teşekkülünü önlemesidir islâm'ın zekâtla getirdiği zorunlu ödemenin bir benzerinin, diğer dinlerin hiçbirinde bu derece şümullü görmek mümkün değildir işte bundan dolayıdır ki, müslüman toplumlarında farklı gelir gruplarındaki insanlar arasında daima sevgi ve saygı ortamı yaşatılabilmiştir 25- Kelime-i şahadet islâm'ın beş temel üzerine bina edildiğini açıklayan hadis-i şeriften anlaşılacağı üzere, bu beşinci esas "şahadet" cümlesini yani "Allah'tan başka ilâh olmadığını, Hz Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasulü olduğunu" söylemektir Bu kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek suretiyle gerçekleşir islâm'dan başka bir dinden islâm'a girmek (ihtida) isteyen her kişinin, ilk söylemesi gereken cümle de budur Mukaddes Kitabı islâm'ın kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim'dir (032) O bir vahiy eseri olduğunu (033) bizzat açıklar Kur'an Hz Muhammed (sav)'in kalbine (034 Ruhu'l-Emîn (035) Ruhu'l-Kuds (036) vasıtasıyla ramazan'da nazil olmaya başlamıştır (037) Kur'an-ı Kerim 114 sûre ve 6000 küsur ayetten meydana gelmiştir Mekke ve Medine'de nazil olmuştur (038 Dört unsuru vardır: 1- Lafız olması, 2- Arapça olması, 3- Hz Muhammed (sav)'e inzal edilmiş olması, 4- Hz Peygamber (sav)'den bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olması Bu dört unsurdan biri eksik olunca Kur'an olamaz (039) Dinler Tarihçilerinin de ittifakla belirttikleri üzere mukaddes ve ilâhî kitap olan Kur'ar, Allah'ın kadîm ve ezelî kelâmıdır Bunda melek ve peygamber sadece birer vasıtadır Hz Peygamber (sav)'in, Allah'tan vahiy suretiyle nakletmiş olduğu ayetler, o zaman da binlerce sahabe tarafından ezberlenerek vahiy kâtipleri tarafından yazılmış ve böylece tevatür yoluyla nakledilmiştir Otuz cüzden oluşan Kur'an-ı Kerim'in her cüzü dörder "hizb"e ayrılmıştır Kur'an-ı Kerim azar azar nazil olarak 22 yıl 2 ay 22 günde tamamlanmıştır (040) Nazil oluşu Hz Peygamber (sav) daha hayatta iken tamamlanan Kur'an-ı Kerim'in tertibi de yine O'nun tarafından vahye dayanılarak yapılmıştır Bu tertibe göre Hz Ebu Bekir Kur'an'ı bir cilt haline getirmiş, Hz Osman'da o nüshayı çoğaltarak önemli merkezlere göndermiştir (041) Kur'an'ın muhafazası, "Kur'an'ı biz indirdik, O'nun koruyucuları da şüphesiz ki biziz" (042) ayeti gereğince Allah'ın garantisindedir Kur'an, kendinden Önceki ilâhî kitapların mahiyetinden bahseden, dinler arasındaki çelişkileri gideren bir ilâhî kitaptır (043) Hz Peygamber, (sav)'in en büyük mucizesi olan Kur'an, Kitab-ı Mukaddes'in bazı peygamberlere iftira atmasına karşın, onlara isnad edilen iftiraları kesinlikle reddetmiştir Kur'an-ı Kerim'de çeşitli vesilelerle en çok âdı geçen ilâhî kitap yine Kur'an'dır (044) Kur'an, Kur'an'dan başka Furkân, Kitab-ı Mübin, Mushaf kelimeleriyle de anılmaktadır Kur'ân-ı Kerîm anlaşılması için Arapça olarak gönderilmiş, (045) çelişki ve ihtilâflârdan korunmuştur (046) ilâhî kitaplar içinde üslûbunun akıcılığı ve dile kolay gelişinden dolayı ezberlenmesi de en kolay kitap Kur'an-ı Kerim'dir (47) O, kesin bilgi için tek kaynaktır (48) Doğru ile eğriyi ayıran (049) ve doğruluk isteyenler için bir öğüttür (050) Açıklamaları genellikle özlü olan Kur'an, geçmişte cereyan etmiş hadiselerin, nerede ve nasıl olduğundan çok, niçin vukua geldiğine dikkat çekerek, doğabilecek kötü sonuçlar için insanları tedbir almaya yöneltmiştir Mezhepleri Mezhep kelimesi Arapça'da gitmek anlamındaki "zehab" kökünden gelir Bu kelime ile "gidilecek yol, gidilecek yer" kastedilmiş olur islâm'ın zuhurundan günümüze kadar birçok mezhep doğmuş, gelişmiş, zamanın geçmesiyle bazıları kaybolup gitmişlerdir Mecazi olarak mezhep, görüş kanaat, inanç ve doktrin" demektir Türkçe'de, itikadî, amelî, siyasî ve fıkhi ekollerin hepsi "Mezhep" kelimesiyle karşılanmıştır Dinler ve Mezhepler Tarihi ile ilgili ilk dönem kaynak eserlerde "Fırka" ve "Nıhle" kelimeleri, mezhep kavramını da içine alacak tarzda kullanılmıştır Mezhep kavramının doğmasında en büyük etken, dinin yorumu konusundadır Bu manada batıl dinlerin bile mezhepleri olmuştur Mezheplerin çıkış sebeplerini, 1-iç sebepler, 2- Dış sebepler olarak iki ana noktada toplamak mümkündür Mezhep vakıası, dinî yoruma elverişli, aynı konudaki aksi bir yorumla çatıştığı zaman daha belirgin bir hal almıştır islâm Dini'nde mezhepler, 1- itikadî, 2- Fıkhî, 3- Siyasî olmak üzere üçe ayrılmaktadır şu noktayı da belirtmeliyiz ki, mezhep sahibi olan imam ve müçtehidler hiçbir zaman, "Biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyun, bizim mezhebimizi kabul edin" dememişlerdir Kendilerine bir dinî mesele sorulduğunda cevap vermişler, o cevabı kabul eden topluluk o mezhebi oluşturmuştur ilâhî dinleri tebliğ eden peygamberlerin yaşadıkları devir bir bakıma tam inanç ve bağlılığın sağlandığı devirdir Hz Peygamber (sav)'den sonraki devirlerde zaman geçtikçe din üzerinde birtakım ihtilâflar ortaya çıkmış, çeşitli görüşler tartışılarak, anlaşmazlık ve aykırı görüşler mezheplerin doğmasına sebep olmuştur Denebilir ki, islâm'da ilk fikir ayrılığı Hz Peygamber (sav)'in vefatından sonra birtakım siyasî meseleler bahane edilerek çıkmıştır islâm Dini, büyük ölçüde Hz Ömer'den itibaren diğer ülkelerde yayılmağa başlayınca, oralardaki insanların farklı inanç ve adetleriyle karşılaşan müslümanlar birtakım problemlerle ilgilenmek zorunda kalmışlardır Mezhepler arasındaki farklar bilgi, anlayış, zaman ve mekân değişiklikleriyle orantılı bir gelişme göstermiştir islâm mezheplerinin ortaya çıkmasındaki âmiller şöyle sıralanabilir: 1-Ölçü ve metod farklılıkları, 2-Hilâfet konusundaki tartışmalar, 3-Müslümanların dahili çekişmeleri, 4-Müslümanların farklı ülke kültürleriyle karşılaşmaları, 5-Yunan felsefesi, Yahudilik, iran ve Hind dinlerine ait düşünce ve inançların müslümanlar arasında yayılması, 6-Cahillerin hüküm ve fetva vermeğe kalkışmaları, 7- ilmin çeşitli branşlarında ihtisas ve derinleşme, elde edilen malzemenin derlenmesi 8- Ayet ve hadisler ışığında ortaya çıkan durumlara göre yeni hükümler çıkarmak zorunluluğu 9- Kadıların ekseriyette hak ve adaletten sapmaları işte ana hatlarıyla özetlenen bu sebebler öncelikle itikadî ve amelî mezheplerin doğmasına sebep olmuştur (051) itikadî mezhepler de 1- Ehl-i Sünnet, 2- Ehl-i Bid'at şeklinde ikiye ayrılmıştır Ehl-i Sünnet de kendi içinde, 1- Selefiyye, 2- Maturudiyye, 3-Eş'ariyye diye üçe ayrılırEhli Bidat (Ehli Beyt) mezhebi üyelerinden bazıları farklı inanç ve ibadetlere sahip olduğundan ayrıca ele alınacaktır islâm mezhepleri arasında zuhur eden fikir ihtilâfları islâm'ın iman ve ibadet esaslarını inkâr etmemiştir islâm Tarihi'nde mezhepler arasındaki farklar anlayış, bilgi, üstad, zaman ve mekân farklarından çıkmış, temele inmemiştir Bütün ehl-i sünnet imamları Allah'ın kitabını, Peygamberin'in sünnetini, sahabenin icmaını ittifakla rehber edinmiş, ayrıca yekdiğerine karşı da saygı ve sevgi hisleriyle dopdolu bulunmuş, zaman zaman bunu açıkça ifade etmiş, hiçbiri diğerini sapıklıkla suçlamamıştır (052) Bu kısa girişten sonra islâm dünyasının her köşesinde müntesipleri bulunan dört fıkıh (amel) mezhebini özet halinde vermeye çalışacağız 1-Hanefî Mezhebi Hanefî Mezhebi'nin kurucusu Ebu Hanife'dir imam-ı Azam Ebu Hanife diye şöhret bulmuştur Ebu Hanife Kufe'de (80/699) doğmuş, Bağdat'ta (150/767) vefat etmiştir imam-ı Azam aslen Türktür Sahabe devrine yetişmiş tabiîndendir Kufe'deki büyük fakihlerden okumuştur Önceleri ticaretle meşgul olmuş, sonra büyük fakihlerden şa'bi'nin teşviki ile ömrünü ilme vermiştir Önce "Tevhid" ilmini okumuş ve yüksek bir mertebeye ulaşmıştır Fıkh-ı Ekber ile el-Alim ve'l-Müteallim adlı eserlerini yazarak islâm inancını savunmuştur Basra'ya kadar giderek orada islâm inancı konusunda tartışmalara katılmıştır Ebu Hanife, hocası Hammad'ın ölümü üzerine O'nun yerine geçmiştir imam-ı Azam, geniş ve sağlam karihası, kuvvetli fikir ve mütalâası, kitap, sünnet ve bunlardaki inceliklere derin vukufu ile temayüz etmiştir Fıkıh ilminde pek yüksek seçkin bir mevkii vardır Çok fazla Hacca gittiği rivayet edilir imam-ı Malik O'nun hakkında, "Ebu Hanife'nin mantığı o kadar kuvvetlidir ki, eğer şu direk altındır derse onu isbat edebilir" demiştir imam-ı Azam'ın kitap ve sünnetten beşyüzbin mesele ortaya çıkardığı, altmışdört bin fetva verdiği rivayet edilir O, seçme kırk büyük âlim yetiştirmiştir imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed ve imam-ı Züfer bunların en meşhurlarındandır Hanefî Mezhebi önce Irak'ta çıkmış, oradan Mısır, Doğu ve Batı'ya yayılmıştır Irak, şam, Afganistan, Doğu ve Batı Türkistan, Kafkasya, Anadolu, Rumeli Türkleri ve Balkanlardaki Müslümanların hemen tamamı Hanefî'dir Ebu Hanife, islâm Hukuku'nun kurucusudur O'nun mezhebi en önce takarrür eden, en kuvvetli, en sahih, en açık, kitap, sünnet ve sahabe görüşüne en uygun bir mezheptir imam-ı şafiî, "insanlar fıkıhta Ebu Hanife'nin iyalidir" der O, fıkhı düşünceye yepyeni bir metod getirmiştir Metodu içtihadın bütün türlerini içine alır imam-ı Azam metodunu, "Ben Allah'ın kitabıyla hüküm veriyorum Kitapta bulamazsam Rasûlüllahın sünnetine sarılıyorum Allah'ın kitabında ve Rasûlü'nün sünnetinde bir hüküm bulamadığım zamanlarda da sahabilerin sözlerine bağlanıyorum" (054) sözleriyle açıklar Bunlara ilave olarak Ebu Hanife, kıyas, istihsan, icma ve örfe de fetvalarında önem vermiştir O'nun fıkhında 1- Ticarî bir ruha sahip oluşu, 2- şahsî hürriyeti himaye edişi, belirgin iki vasfı teşkil eder Osmanlı imparatorluğu'nun resmî mezhebi Hanefîlik'tir Mahkemeler ve fetvalar bu mezhebe göre yürütülmüştür Nitekim bazı ülkelerde Hanefi Mezhebi için Türklerin Mezhebi sözü gelenek haline gelmiştir Amelde Hanefî Mezhebi'ne bağlı olanlar, itikad konusunda Ebu Mansur Mâturidi'ye uymuşlardır 3- Maliki Mezhebi Malikî Mezhebi'nin kurucusu Malik b Enes'tir Medine'de (93/711) doğmuş, yine orada (179/765) vefat etmiştir imam-ı Azam ve imam-ı Yusuf'la görüşmeleri olmuştur Malikî Mezhebi, Medine'ye gelip gidenler vasıtasıyla Batı'da Endülüs'te yayılmıştır Bu bölge halkının bedevi mizaçlı olmaları ve Hicazlılara mütemayil bulunmaları Malikî Mezhebi'ni tercihlerinde önemli rol oynamıştır imam-ı Malik hadis ilminde çok kuvvetli idi Muvatta adındaki hadis kitabı meşhurdur imam-ı Malik, Medine'de Rebiatü'r-Rey'den ilim tahsil etmiş, mezhebini, kitap, sünnet, icma ve kıyas üzerine kurmuştur O'nun fıkhi görüşlerini Mısır'a intikal ettiren Abdurrahim b Halit'tir En çok yayıldığı yer de Yukarı Mısır'dır Malikî Mezhebi'nin Endülüs'te yayılmasında halkının bedevi olması büyük rol oynamıştır Malikî Mezhebi, Yemen, Katar, Bahreyn ve Sudan'da yaygındır (055) imam-Malik ile ilim tahsili yolunda hiçbir fedakârlıktan kaçınma¤¤¤¤¤ evini bile satmıştır O'na göre ilim iki kısma ayrılır: 1-Bütün insanlara anlatılan mevzularla ilgili olan bilgiler 2-Seçkin kişilere özgü olan bilgiler imam Malik, hadis-i şeriflerin yanında sadece sahabi ve tabiîlerin fıkhını öğrenmekle yetinmemiş, aynı zamanda rey'e dayanan fıkha da yönelmiştir Hocaları genellikle, 1-Fıkıh ve re'y üstadları, 2-Hadis ve rivayet üstadlarıdır imam Malik, ancak meydana gelmiş meseleler hakkında fetva verir, muhtemel problemler hakkında görüş bildirmekten çekinirdi Bilmediği bir mesele için "Bilmiyorum" demeyi prensip edinmişti Fetva konusunda çabuk cevap vermezdi O'na göre işlerin en hayırlısı sünnet, en kötüsü de uydurma ve bidatlardır O'na göre birinci kaynak Kur'an, ikinci kaynak sünnettir O, Kıyas'ı da kabul etmiştir En meşhur eseri bir hadis ve fıkıh kitabı olan Muvatta'dır Öğrencisi Abdullah b Vehb, O'ndan dinlediği ders ve takrirleri topla¤¤¤¤¤ Mücalesat adında bir kitap meydana getirmiştir 3-şafıî Mezhebi şafiî Mezhebini imam-ı Muhammed b idris eş-şafiî kurmuştur imam-ı şafiî Gazze (150/767)'de doğmuş, Mısır (204/819)'da ölmüştür Üstün akıl sahibi, şiir ve lügatte gayet kuvvetli büyük bir müctehid idi Mekke'ye götürülmüş, oradaki büyük âlimlerden okumuş ve yirmi yaşında iken fetva vermeye başlamıştır Ayrıca yine burada hadis tahsil etmiştir imam-ı şafiî, imam-ı Azam'ın öğrencisi olan imam-ı Muhammed'in meclislerinde bulunmuştur En meşhur eserleri er-Risale ve el-Üm'dür şafiî Mezhebi ilk olarak Irak'ta yayılamamıştır Çünkü irak'ta Hanefî bilginleri çoktur Sonra Irak'tan Mısır'a gidince mezhebi orada yayılmıştır O zamanlar Mısır'da şafiî çapında büyük fakih yoktur Bu sayılan ülkeler dışında şafiîlik Horasan, şam ve Yemen'in bazı bölgelerinde yayılmıştır Fatımîler devrinde Mısır'da sönmeye yüz tutan şafiî Mezhebi'ni Selahaddin-i Eyyûbî yeniden ihya etmiştir Mısır ve Arabistan halkının çoğu şafiî'dir imam şafiî, başlangıçta Malikî etbaından sayılırdı Çünkü O, mezhebini imam-ı Malik'ten almıştır Fakir bir hayat süren şafiî'ye, ömrünün sonuna doğru beytü'l-mâl'dan tahsisat bağlanmıştır O, imam-ı Muhammed'ten yalnız rey ve kıyas fıkhını tahsil etmekle yetinmemiş, Iraklılarca meşhur olan rivayetleri de öğrenmiştir şafiî Mezhebi'nde tahriç de büyük bir yer tutmaktadır Kuvvetli hafızası yanında şafiî'nin hazır cevaplığı da bilinmektedir O, hocası imam Malik gibi keskin bir görüş sahibidir şafiî'nin döneminde çeşitli fikirler ve birbirine zıt mezheplerle, temellerini Mu'tezile'nin attğı ilm-i Kelâm'da doğmuştur imam-ı şafiî tesbit ettiği usul-i fıkıh kaidelerini iki maksatla kullanmıştır: 1-Bu kaideler sağlam görüşleri tanımak için bir ölçüdür 2-Yeni hükümler çıkarılırken bu kaideler küllî bir kanun olarak ele alınacaktır Genellikle kabul edildiğine göre şafiî Mezhebi'nin yayılması; 1- Bağdat, 2-Mısır olmak üzere iki devreye ayrılır 4- Hanbelî Mezhebi Ahmed b Hanbel, Bağdat (164/780)'da doğmuş, orada (241/855) vefat etmiş büyük müctehidlerden biridir (057) O'nun, hadis ve fıkıhta hocası imam Ebu Yusuftur Bağdat'a geldiğinde Ahmed b Hanbel ile görüşen imam şafiî O'nun hakkında, "Bağdat'ta bundan efdal, bundan daha fakih ve âlim bir kimse görmedim" demiştir En meşhur eseri Müsned'tir O, sözlerinin yazılmasını istememesine rağmen, söz ve fetvalarından otuz ciltlik bir eser meydana getirilmiştir Kendine has bir ictihad tekniği vardır O'nun metodu daha çok imam şafiî'ye benzemektedir Diğerlerine nazaran Hanbelî Mezhebi'nin mensubu o kadar çok değildir Önceleri Bağdat'ta Hanbeliler çoğunlukta iken Hülâgu'nun istilâsından sonra azalmışlardır Günümüzde Suriye, Irak ve Necid, az sayıda da olsa Katar ve Bahreyn'de Hanbelî vardır Ahmed b Hanbel küçük yaşında ilim tahsili için şam, Hicaz ve Yemen'e gitmiş, Bağdat'ta bulunduğu sürece imam şafiî'den ayrılmamıştır Mezhebini şu temeller üzerine kurmuştur: 1-Fetva, kitap ve sünnet'e istinat etmelidir 2-Sahabenin fetvalarına bakmalıdır 3-Bir konu hakkında mürsel ve zayıf hadisi bertaraf eden bir şey olmadığı zaman mürsel ve zayıf hadis alınmalıdır 4-Aksi bir söz veya icma bulunmayan sahabi fetvasıyla amel edilmelidir Ahmed b Hanbel, hakkında nass yahut seleften eser bulunmayan bir meselede fetva vermeği hoş görmeyerek bunu önleme konusunda çok titiz davranmıştır Ahmed b Hanbel, hadisi muhaddislerden tahsil etmek için Bağdat, Basra, Kufe, Mekke ve Medine ile yetinmeyerek Yemen'e dahi gitmiştir Rivayet ilmi O'nu fıkha ulaştırmıştır Verdiği fetvaların yazılarak nakledilmesini yasaklamış, "yazılması gereken din ilmi ancak kitap ve sünnettir" demiştir Hayatında, daima kıt kanaat geçinen başkasına muhtaç olmamak için daima çalışan Ahmed b Hanbel, şu hususlara çok özen göstermiştir: 1-Devlet memuru olmak 2-Vali veya halifenin ihsanını kabul etmek Ahmed b Hanbel'in fıkhı hakkında münakaşaya girişenler, O'na şu noktalarda itiraz etmişlerdir: 1-Rivayeti fetvaya tercih etmiştir 2- Fetvalarının yazılmasını yasaklamıştır 3-ihtilâfa düşen sahabilerin görüşlerini ayrı ayrı kabul etmiştir 4- Bilginlerden çoğu, bazı fıkhî meseleleri O'na nisbet etmede şüpheye düşmüşlerdir Diğer mezhep imamları gibi Ahmed b Hanbel de kitap ve sünnetten faydalanarak Müslümanların dinî meselelerini çözmekle uğraşmıştır (058) |
|