Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Sözlük Ağı

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
harfi, lügat, osmanlıca, sözlük

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

DA´ Arabçada "bırak" mânasına emirdir Meselâ:
DA´ MÂ KEDER Keder veren şeyi bırak
D´ (C: Edvâ) Maraz, hastalık * Meşakkat, zahmet
DÂ-ÜL-EFRENC Frengi hastalığı
DÂ-ÜL-KALB Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması
DÂ-ÜS-SILÂ Sıla hasreti Vatan hasreti Kavuşma hasreti
DA´ Def´etmek, kovmak Terketmek
DAA Telef etmek, ziyan etmek
DAAC Gözün çok siyah ve büyük olması
DAAK Davarın ayağıyla kazılmış yer
DAAR (DAÂRE) Fısk * Kapmak * Yaramazlık
DA´AT Horluk, zelillik
DAB f şan ve şeref, haysiyet
DABAR (DIBÂR) (C: Debabir) Cemaat, topluluk
DABB (C: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele * Yaraya merhem sürmek * Akmak * Süt sağmak * Yere yapışmak * Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar) * Hurma çiçeği
DABBE (C: Dıbâb) Dişi kertenkele * Kapıya koyulan yassı enli demir
DÂBBE Yürüyen mahluk Debelenen
DÂBBE-SÜVÂR f Hayvana binen, binici
DÂBBET-ÜL ARZ Hadis-i şerifle âhir zamanda olacağı haber verilen ve âhir zaman alâmetlerinden olan bir nevi mahluk (Cenâb-ı Hakk´a itâat etmeyenleri içlerinden kemireceği ve yiyeceği bildirilen dehşetli bir mahluk tâifesi)(Kur´ânda, gayet mücmel bir işaret ve lisân-ı hâlinden kısacık bir ifâde, bir tekellüm var Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes´eleler gibi kat´i bir kanaatla bilemiyorum Yalnız bu kadar diyebilirim: $ Nasıl ki Kavm-i Fir´avne "Çekirge âfâtı ve bit belâsı" ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe´ye "Ebâbil kuşları" musallat olmuşlar Öyle de: Süfyan´ın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve "Ye´cüc ve Me´cüc"ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek Allahu a´lem, o dâbbe bir nev´dir Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez Demek dehşetli bir tâife-i hayvaniye olacak Belki $ âyetinin işaretiyle, o hayvan, dâbbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek Mü´minler iman bereketiyle ve sefâhet ve su-i istimâlâttan tecennübleriyle kurtulmasına işâreten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş Ş)
DA´BEL Kurbağa yumurtası * Güçlü, kuvvetli deve
DABENTÎ Güçlü, kuvvetli kimse
DABGAM Arslan, esed
DABH Atların koşu esnasındaki nefeslerinin sesleridir ki, sahil denilen kişnemek değil, yemi ve sahibini gördüğü zaman yaptığı gibi hamhame denilen sesi de değil; hızlı nefes sesi olan bir harıltı ve hohlamadır Denilmiştir ki: Dabh, bir at ve bir de köpek koşarken olur (ET)
DABIK Bir yerin adı
DABİ´ Yere yapışan, yere yapışıcı
DABİ Kül, ramâd
DABİB Akmak Seyelân etmek
DABİE Kişinin çoluk çocuğu
DABİR Arka, kök, nihâyet Son, âhir * Bir nişandan geçen ok
DABİRE Askerin bozulması
DÂBİRET-ÜL İNSAN İnsanın ökçe siniri
DÂBİRET-ÜT TUYUR Kuşların, ayakları arasındaki parmak
DABK Kendisiyle kuş avlanan bir nesne
DABN Dar nesne
DABR Cemaat * Yaban cevizi * Sıçramak
DABRAK şişman ve etli olmak
DABS Ahlâkı kötü ve korkak olmak * Anlaması, idrâki az olmak
DABS Mesrur ve mütekebbir olmak Sevinçli ve kibirli olma hâli
DABS (C: Ezbâs) El ile tutmak
DABSEM Arslan, esed
DABT Hıfzetmek * Cem´etmek, toplamak
DABUKA Pis Necis
DABURE Yer yüzünde gezen hayvanât
DABV Pişirmek * Tağyir etmek, değiştirmek
DAC´ $ (DUCU´) Yan tarafını yere koyup yatmak
DAC Çağırmak
DA´CA´ Gözü çok siyah ve büyük olan kadın (müz: Edac)
DACC Hacıların hizmetkârı ve devecileri * Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân
DACCE Bir kere çağırmak ve inlemek
DA´CELE Gitmekte ve gelmekte tereddütlü olmak
DACEM Eğrilik
DACİ´ İşlerinde kısaltan * Yatak arkadaşı
DACİA Çok fazla bulut
DACİC Çağırış * Sesi yükseltmek
DACİN (C: Devâcin) Evi öğrenmiş olan davar
DACİR Gamkin ve gönlü dar kimse * Bağırgan dişi deve * Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak
DACNAN Tehame vilâyetinde bir dağ
DACR(E) Darlık, kalbin sıkıntılı olması
DACUC Çağıran * İnleyen * Sağarken incinen ve inleyen dişi deve
DAD Osmanlı alfabesinin onyedinci harfidir * Ebced hesabında sekizyüz sayısına karşı gelir
DÂD f Adâlet Hak, doğruluk * İnsaf * Vergi, ihsan, atiyye * Ömür * Sızlanma (Adâletle dâd arasında fark vardır; adâlet, binefsihi adâlet edip zulmetmemektir Dâd ise, başkasının zulmünü def ve izâle eylemektir LR)
DÂD-I HAK Hak vergisi, Cenab-ı Hakk´ın lütf u ihsanı
DÂD-I HAK RÂ KABİLİYYET ŞART NİST Cenab-ı Hakk´ın lütf u ihsanında kabiliyyet şart değildir
DÂD U SİTED Alış veriş
DAD Doldurmak
DA´D Husumet, düşmanlık
DAD Oyun, lehv
DA´DA Aklı ve fikri olmayan kişi * Her nesnenin zayıfı
DADA f Halayık Çocuk bakıcı Dadı
DA´DA´ "Güzel dur" mânasına gelir ve düşecek ve dayanacak yerde söylenir
DA´DAA Koyunu ve keçiyi çıkarıp sürmek * Sallamak * Bir kimseye "güzel dur" demek * Miktarı çok olsun diye depretip çevirmek ve doldurmak
DA´DAA Yakmak Yıkmak * Hor ve zelil etmek * Perâkende etmek
DADAN Kesmez kılıç * Fakir, muhtaç kişi
DADAR f Allah (CC) * Adaletli, âdil, doğru olan hükümdar
DADAŞ Delikanlı, babayiğit kimse * Erkek kardeş
DÂD-ÂVER f Doğru, adaletli
DÂD-BAHŞ f Hakkı yerine getiren, adaletli
DÂDE f Verilmiş, vergi
DÂDEN f Vermek
DÂDENDER f Erkek üvey kardeş
DÂDER f Karındaş, kardeş, birâder
DÂDER-ENDER f Üvey kardeş
DÂDGÂH Adliye Hak yeri, adâlet yeri
DÂD-GER f Doğru, insaflı
DADH Yemen baklası
DÂDHAH f Adalet isteyen
DÂDİSTAN f Bir işte ortak olma * Bir işe razı olma
DÂDRAD f Allah (CC), Cenab-ı Hak
DÂD-RES f Yardımcı, yardıma yetişen
DAELE (DUULE) Zayıf ve ince olmak * Hor ve zayıf olmak
DAF´ Necis, pis
DAFADİ Kurbağa
DA´FAK Bol ve geniş olan şey Vâsi
DAFATE Ayağa giydikleri bir cins pabuç * Kişinin aklı ve reyi zayıf olmak * Bir oyun çeşidi
DAFEF Çoluk çocuğun fazla oluşu * Şiddet * Darlık * Hâcet * Acele etmek
DAFEN Kısa boylu, ahmak adam * İri gövdeli ahmak kimse
DAFENDED şişman, ahmak adam
DAFF Dar, zıyk
DAFFAT Devesini kiraya veren deveci
DAFFATA Metâ ve kumaş götüren deve * Çokluk, cemaat
DAFFE Yan, taraf
DAFİ´ Def´eden, menedici Ortadan engeli kaldıran * Cenâb-ı Hak (CC)
DAFİA Def eden, muhafaza eden
DAFİK Atılarak dökülen Su ve emsali gibi akarak dökülen
DAFİT Ahmak
DAFN Ayakla tekme vurmak ve atmak
DAFR Saçı ve ona benzer şeyleri enlice örmek ve dokumak * Vakarla yürümek * Def´etmek, kovmak
DAFUF Sütü çok olan davar
DAFV Tamam olmak * Malın çok olması
DÂG f Yanık yarası * İnsan veya hayvan vücuduna kızgın demirle vurulan damga
DÂG-I DİL Gönül yarası
DAGAL f Hile * Geçmez akçe, kalp para * Hileci, hile yapan, dolandırıcı * Çerçöp
DAGAL-BÂZ f Hileci
DAGAS Çok yemekten dolayı midenin dolması
DAGB Harislik, hırslı oluş * Ovmak
DAGBUS (C: Dagabis) Küçük hıyar * Sirkeyle ve zeytin yağıyla yenen bir ot
DAĞDAĞA Gürültü Iztırab Boş yere telâş ve zorluklar * Tereddüt etmek, karar verememek * Gıcıklamak
DAGDAGA Dişi olmayan kadın * Kurdun et yemesi * Yemeği iki çene arasında geve geve yemek
DAĞDAR f Pek acıklı, üzüntülü * Gönlü yaralı * Kızgın demirle nişan vurulu Damgalı (Milletimde ihtilâf u tefrika endişesi Kûşe-i kabrimde hattâ bi-karar eyler beni, İttihadken savlet-i a´dâyı def´a çâremiz, ittihad etmezse millet, dağdar eyler beni) Yavuz Sultan Selim Hân
DAĞDAR-I TEESSÜF Çok acı olup, teessüf edilen
DAGF Almak
DAGFASA Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik * Bol geniş nesne
DAGISA (C: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik * Sâfi su
DAĞISTAN f Dağlık yer * Kafkasya´nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi´nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi
DAĞIT Emin * Nâzır, bakan * Şiddet veren * Üzüm toplamada kullanılan âlet
DAGI(YYE) Azgın, başkaldıran, isyan eden, âsi, anarşist
DAGİ (Bak: Tâgi)
DAGİB Tavşan sesi
DAGÎGA Sıvı hamur
DAGİT Yanında bir kuyu daha olduğundan suyu çekilip kokan kuyu
DAGM Isırmak
DAGMA´ Yüzünün rengi siyaha yakın olan dişi koyun
DAGMİRE Karıştırmak, halt
DAGN Meyletmek, yönelmek * Kin tutmak
DAGR şiddetle def´etmek * Bir yere girmek
DAGRE Bir şeyi kapıp almak
DAGS (C: Adgas) Rüyâ karışıklığı * Karışık olmak
DAGŞ Hücum etmek
DAGT Zahmet Meşakkat * Bir şeyi bir yere zorla sıkıştırmak Sıkışmak
DAGUL f Dolandırıcı, hileci, hile yapan
DAGV Kedi veya tilki çağırmak
DAĞVARİ f Dağ gibi, dağ cesametinde Dağ büyüklüğünde Dağa benzer surette
DAGVE (C: Degavât-Degayât) Huyu yaramaz olmak, hulku çirkin olmak
DAGZ Yutmak * Defetmek * İğrenmek * Cimâ etmek
DAG-ZEN f Damga vuran, nişan koyan * Kalb kıran, gönül kıran

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DAH f Hizmetçi, uşak, cariye * On (10) Aşer * Korkak Alçak, aşağılık, âdi kimse
DAHA´ Kaba kuşluk vakti
DAHAL Aldatmak, mekretmek
DAHÂMET İrilik, kocamanlık, kabalık, vücutça büyük olmaklık * Tıb: Hipertrophie
DAHÂMET-İ KEBED Tıb: Karaciğer büyümesi
DAHAMİS Bahadır, kahraman * Karayağız, iri yapılı adam
DAHAS Kaypancak nesne
DAHAS Davarın tırnağında olan bir verem
DAHAYA (Dahiyye C) Kurbanlık hayvanlar
DAHB Bir şeyi ateşte kızdırıp pişirmek
DAHC Gizlemek, örtmek
DAHD Kahretmek
DAHDAH Kısa boylu adam
DAHDAH Küçük adımlı kimse
DAHDAH (C: Dahazıh) Arzu, istek
DAHDAHA Yorulmak, yorultmak * Yavaşlamak * Muti etmek, emre itaat ettirmek * Hor etmek
DAHDAHA Suyun dökülüp saçılması * Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması
DAHDAR Beyaz bez
DAHH Yer altında bir şey gizlemek
DAHH Bevlin uzaması
DAHHAK Çok gülen Çok gülücü * İran´da eski tarihte yaşamış çok zâlim bir hükümdarın adı
DAHHAS (C: Dehâhis) Toprak içinde kaybolup bulunmayan küçük bir böcek
DAHIK Gülen, gülücü
DAHIKE (C: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi
DAHIS Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı
DAHIYE Nâhiye
DAHİ Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi
DAHİKE (C: Davâhik) Azı dişlerinden her biri
DÂHİL İçeri İç İçinde İçeri girmiş
DAHÎL Yabancı, sığınan, sığınmış Muhacir * Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi Dâhil ve içerde Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi * Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan * Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçen kelime * Tıb: Vücud âzalarında birbirine girmiş ve sokulmuş olan mafsallar
DAHİL (Bak: Dahl-Dehal) Girmek, karışmak Dokunmak Taarruz etmek, müdâhale eylemek
DAHİL Hayrette kalan kimse
DAHİLE (C: Devâhil) Bir şeyin içi, içyüzü
DAHİLEK Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim (meâlinde)
DAHİLEN İçten, içerden, dâhilden
DAHİLİYE NAZIRI İçişleri Bakanı
DAHİM f Nasib ve rızık
DAHİM (Dâhim) f Taç
DAHİM (Dahâmet den) Yoğun ve fazla koyu olan Kalın olan
DAHİNE (CDevâhin) Duman çıkan baca
DAHİR (C: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal
DAHİR Dere, vâdi * Dağ başı
DAHİS Müfsid, arayı bozan * Koyun yüzerken deri ile etin arasına elini sokan * Bir meşhur atın adı
DAHİS Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası Dolama hastalığı
DAHİS Kokmuş, kemiksiz et * Semiz nesne * Çok adet, fazla miktar
DÂHİYE Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi * Âfet, belâ, musibet Kazâ Emr-i azîm Büyük iş ve hâdise
DÂHİYE-İ DEHYÂ Çok büyük belâ, musibet
DÂHİYE-İ EDEB Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib
DÂHİYE-İ HARB Çok becerikli büyük kumandan
DÂHİYE-İ HİLKAT Yaradılıştan dâhi olan Hârika
DAHİYYE Kurbanlık hayvan
DAHK Tere yağı * Bal * Kar * Ağzı yarılmış olan çiçek tomurcuğu
DAHK Irak, uzak, baid * Atmak
DAHL Karışma, girme * Nüfuz, te´sir * Vâridat * İrâd İtiraz, ta´riz * Ayıp, töhmet
DAHL (DUHL) (C: Dihâl-Edhâl-Dahlân) Pencere * Çukur yer
DAHL Az miktar su
DAHL Bir nesne az olmak
DAHM İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın
DAHM Şiddetle def´etmek * Cemaatın kuvvetli olması
DAHME f Mezar, kabir türbe * Donanma geceleri atılan hava fişeği
DAHMES Sirke tulumu * Her nesnenin karası
DAHN Fesâd * Bulanıklık
DAHNA Boz renkli
DAHR Alçalma Küçülme Hor ve hakir olma
DAHR (DUHUR) Sürmek * Irak etmek, uzaklaştırmak * Horluk
DAHR Kaplumbağa * Dağbaşı
DAHRECE (Dıhrâc) Yuvarlamak
DAHS Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek
DAHS Koyunun derisiyle eti arasına yüzmek için elini sokmak * Fesad, ifsâd
DAHS Ön dişler ile ısırmak
DAHS Ayağıyla tepinmek
DAHTEN f Bilmek
DAHUK Geniş yol
DAHUL Geyik tuzağı * Canavar tuzağı
DAHÜL f Bostan korkuluğu
DAHV Atmak, ramy
DAHV Zâhir olmak, görünmek
DAHVE İlk kuşluk vakti Güneşin ufukta ilk yükselip yayılmaya başladığı an
DAHY (Dahv) Yayıp döşemek * Deve kuşu yumurtası (Bak: Udhiy) (968 hicri tarihinde vefat eden Ahter-i Kebir lugatının Müellifi, Kur´an-ı Kerimdeki bu kelimeden dünyanın bir elips şeklinde, deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış Bu gün bilinen bu hakikatı bundan üç asır evvel ifşa etmiştir) (H Basri Çantay)
DAHYA´ Rûşen, parlak ve nurlu nesne
DAHYA´ (C: Duhâ) Hayız görmez kadın * Ağaç ismi
DAHYE Kuşluk vaktinde kesilen koyun
DAİ Dua eden, duacı * Sebep * Davet eden Muktazi (Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır Onu yemeğe sevk eder Buna dai denir) Resul-ü Ekrem´in (ASM) bir ismi de daidir * Çağıran Müezzin
DÂİB Âdet ve usulünde devam eden (Bak: De´b)
DÂİBEYN Âdet ve usulünde devam eden iki şey
DAİL İçen Şârib * Mahvolan * Zaif
DAİL Arık, zayıf, küçük hacimli
DAİM Devam eden (Daimî, daima, daimen şeklinde de söylenir)
DAİMA (Devam dan) Her vakit, bir düziye, daimî suretde
DAİMÎ (Devam dan) Sürekli, devamlı
DAİN (Dâyin) Ödünç veren, borca veren * Alacaklı İkraz eden
DAİN Asıl * Mâden * Doğruluk
DAİN (C: Daân) Yünlü olan koyun
DAİR Devreden Dolaşan Dönen Bir şeyin etrafını kuşatan * Belli bir şey hakkında olan Alâkalı, müteallik
DAİRE Resmi hükümet makamlarından her biri * Yazıhane * Büyük bir idare adamının makamı * Ev veya apartman katı * Bir manevi te´sirin hükmü geçtiği mahal * Sınır içi * Büro, büyük ev, konak * Çember, düz yuvarlak şekil * Mat: Merkezden aynı uzaklıktaki noktaların çevirdiği düzlük parçası * Hezimet ve musibet Beliye-i muhita * Dönüp dolaşıp meydana gelen hâdise ve inkılâb
DAİRE-İ ÂFÂK Ufuklar dairesi Çok geniş ve büyük dâire, kâinat
DAİRE-İ EHADİYET Allah´ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire (Bak: Ehadiyet)
DAİRE-İ ESBAB Sebepler dâiresi Sebep ve kanunların bulunduğu yer olan maddi âlem
DAİRE-İ ESMÂ Cenab-ı Hakk´ın isimlerinin sahası ve dairesi
DAİRE-İ İMKÂN Kâinat İmkân âlemi Mükevvenat Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır)
DAİRE-İ MÜMKİNAT (Bak: Daire-i imkân)
DAİRE-İ RESMİYE Hükûmet dairesi, resmi daire
DAİRE-İ VÜCUB Tebeddül ve tagayyür etmeyen ve mümkinat âleminden olmayan âlemler Esmâ ve Sıfât-ı İlâhiyye gibi (Bak: Vücub âlemi)
DAİRE-İ VÜCUD Vücud ve varlık dairesi ve sahası
DAİREVÎ Daire şeklinde Daire gibi
DAİREZEN Mehter takımında def çalan
DAİYAN (Dâi C) Dua edenler, duacılar
DÂİYE İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu * Mücib ve sebep * Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti * Arzu, hırs * Dava * Bahane
DÂİYE-İ TEFEVVUK Üstünlük iddiası
DAİYY Şu kimseye derler ki, bir kişi ona "oğlumdur" demiş olsun
DA´K Ovmak * Bir şeyi yumuşatmak
DAKA´ Varmak Ulaşmak * Buluşmak
DAK´A Toprak
DAKA´ Fakirlik
DAKAİK (Dakayık) (Dakik C) İncelikler Anlaşılması çok dikkat isteyen incelikler Çok ince Anlaşılması dikkat isteyen keyfiyetler
DAKAİK-I FENNİYE f İlmî incelikler Fennin ince ve güç anlaşılan noktaları
DAKAİK-İ UMUR f Üzerinde gayet dikkatle durulması lâzım gelen işlerin ince ve mühim noktaları
DAKAİK-AŞİNA f İlmî incelikleri bilen, anlaşılması ve tefhimi müşkül, yüksek ve ince ilmî mes´elelere vâkıf olan
DAKAL Hurmanın iyi olmayan cinsi * Gemi oku * Boya
DAKDAK (C: Dakâdık) Kısa boylu ve katı yürüyen kişi
DAKDAKA Davarın tırnağının taşa dokunup ses çıkarması
DAKDAKE Tez tez yürümek, hızlı yürümek
DA´KE Deve sürüsü
DA´KESE Mecusiler oyunundan bir oyun ("destibend" de derler)
DAKİK (Ekseri mânevi mânalar için) Pek ince Nâzik Ufak
DAKİKA (C: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri Altmış saniyelik zaman * İnce fikir, mülâhaza, nükte * Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar
DAKİKA-BİN f İncelikleri bilen, ince noktaları gören
DAKİKA-ŞİNAS İnce işleri ve nükteleri anlayan, bir işin incelikleriyle uğraşabilen
DAKİS Bir kimsenin aksırdığında ağzından saçılan tükrük
DAKK Vurmak * Çekmek Çok yemekten dolayı vücudun ağırlaşması * Kapı çalma
DAKK-ÜL BÂB Kapı çalmak
DAKM Kırmak, kesr
DAKR Vurmak, darb
DAKVA(N) Sütü çok içtiğinden dolayı bedeni ağırlaşan kuzu
DAL Ağacın ilk verdiği kol * Kur´ân hattiyle yazılan () harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür) Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir
DAL(L) Kur´ân ve imân yolundan sapan Dalâlete giden, azan * Azdırıcı, sapkın * Şaşkın
DAL´ Meyl Eğrilik Kuvvet * Ağır yük götürmek
DA´L İçmek, şirb
DAL Semiz avrat Şişman kadın
DAL "Yaban sediri" denen bir ot
DALAA Kuvvet * Eğrilik * Şiddet
DALAL Sapıklık * Sapmak Doğrudan, imân ve İslâmiyyet yolundan sapmak
DALALET İman ve İslâmiyetten ayrılmak Azmak Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak Allah´a isyankâr olmak * Şaşkınlık( Nevâfil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var; ve tağyir ve tebdili, bid´a ve dalâlettir ve büyük hatadır Sünnete ittiba etmiyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir L)
DALALETPİŞE Sapıklığı tâkibeden Sapıklığa giden İslâmiyetten başka yol tâkib eden
DALDAL(E) Taşlı sert yer
DALGAKIRAN t Bir limandaki tekneleri dalgaların te´sirinden muhafaza etmek için denizde yapılan set
DALGIÇ t Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam
DALI´ Kavi, kuvvetli * Muhkem, sağlam, sert * Eğri
DALİF (C: Düllef) Nişandan öteye düşen ok * Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam
DALİL Sert, sağlam, muhkem yer * Yolu azmış kişi
DALİYE (C: Devâli) Hayvanla döndürülüp su çekilen dolap (Suyun döndürdüğü dolaba "nâurâ" derler)
DALKAVUK t Eline maddî menfaatler, para vesaire geçirmek için yaltakçılık ve soytarılık edip kendi vakar ve haysiyetini muhafaza etmeyen adam
DALL Azan Azıcı, azdırıcı Dalalette olan
DALL Delil olan, delâlet eden Yol gösterici * Bildiren
DÂLL-İ Bİ-L FEHVÂ (Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak
DÂLL-İ Bİ-L İBARE (Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğine delâlet-i tazammuniye ile delâlet eder Zekât hususunda, zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder (Ist Fık K)
DÂLL-İ Bİ-L İKTİZA (Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden * Ist: Şer´an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır Başka bir tâbir ile; vaz´olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer´an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini şu kadar liraya benim nâmıma medrese yap" deyip o şahıs da evini medrese yapsa, o ev o kadar lira mukabilinde o kimse nâmına medrese yapılmış olur Çünkü bu söz ile: "Evini şu kadar liraya bana sat" sonra "onu benim nâmıma medrese yap" denilmiş olur "Evini medrese yap" emri bir muktezîdir Evin satılması da muktezâdır Bu muktezâ olmadıkça öyle bir mânanın emri hükümsüz kalır Artık öyle bir emrin sıhhatı için evvelce bu muktezânın vücuduna lüzum ve ihtiyaç vardır Binâenaleyh, o emir bu muktezaya bi-l iktiza delâlet etmektedir
DALL-İ Bİ-L İŞARE (Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmakÜç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır Meselâ: "Cenab-ı Hak bey´i helâl, ribâyı haram kılmıştır" ibâresi, bey´, yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) arasında fark bulunduğunu beyan için sevk olunmuştur Bundan asıl murad budur O hâlde bu ibâre meşru alışverişle faiz arasında fark bulunduğuna "delâlet-i mutabıkıyye" ile delâlet ettiği gibi, bey´in helâl, fâizin haram olduğuna da yine "delâlet-i mutabıkıyye" ile "bi-l işâre" delâlet etmiş olur Yine bunun gibi bir malın abde verilmesini veya verilmemesini isteyen bir kimseye karşı "Bu malı hiç bir şahsa vermem" sözü bu malın abde verilmeyeceğine "delalet-i tazammuniye ile" "bi-l işare" delâlet eder)"Evlâdın nafakaları mevludün leh üzerinedir" ibâresi de çocukların neseblerinin, babalarından sâbit olacağına delâlet-i iltizâmiye ile bil-işâre delâlet eder Çünkü, babanın mevlüdün leh olması, nesebin kendisinden sübutunu müstelzimdir" (İst Fık K)
DALLE Evini bilmeyip başka yere giden davar
DALLÎN (Dâllûn) Sapkınlar Müslümanlıktan ayrılanlar Kur´an hakikatlerinden ayrılıp sapanlar
DALLİYET Delil oluş İsbata vâsıta olmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DAM´ (C: Dümu-Edmu) Helâk olmak * Göz yaşı
DÂM f Tuzak ağ, hile
DÂM-I ANKEBUT f Örümcek ağı Örümcek tuzağı
DÂM-I BELÂ Bela tuzağı
DAMA Deniz, bahr
DAMACANA Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe
DAMAR t İstidad Huy, tabiat, inat * İnsan bedeninde kanın dolaştığı yollar, şiryan * Irk * Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası * Damar veya köke benzeyip bir cismin her tarafına uzanan yollar * Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizgiler
DAMD Yaranın üstüne bez bağlamak, merhem sürmek
DAMECMEC Katı, şedid * Uzun boylu bahil kimse
DAMED Hışım etmek, öfkelenmek, hiddetlenmek, kızmak
DÂMEN f Etek Kenar Taraf Zeyl Elbise veya dağ eteği
DÂMEN-İ MUALLÂ Yüksek şerefli dâmen, muallâ etek * Mc: Yüksek namus sâhibi
DAMEN-BUS f Etek öpen
DAMENE f Dağ eteği, dağın çevresi
DAMEN-GİR f Eteğe yapışan, etek tutan * Dâvacı, hasım, şikâyetçi
DAMENÎ f Eteklik * Kadın başörtüsü
DAMEN-KEŞ f Feragat eden, eteğini çeken
DAMGA Bir şeyin üzerine işaret veya alâmet koymak * İşaret vurulan âlet Mühür
DAMGA-İ VAHDET f Birlik damgası Cenab-ı Hakkın birliğini gösteren delil
DAMHAR Mütekebbir, kibirli, terbiyesiz kimse
DAMIZ Hayvan üretmeye mahsus dam Hayvan yetiştirilecek ahır
DAMİA Yavaş olarak ve damla damla kan sızdıran yara
DAMİC Karanlık
DAMİĞA Dimağa işlemiş olan baş yarığı (Bak: Amme)
DAMİK (C: Devâmik) Belâ, musibet, dâhiye Meşakkat, zahmet
DAMİME (C: Damâyim) Sonradan yapıştırılmış şey
DAMİN Kefil olan, tazminat veren Ödeyen
DAMİNE Köyde olan hurma
DAMİR (C: Damâr) Kalb * Niyyet
DAMİR Zayıf, ince
DAMİSE Örten, setreden Defneden
DAMİYE Tıb: Kanı akan yara
DAMM Yapıştırmak * Düşürmek
DAMMAD Hastalara efsun okuyan kimse
DAMPİNG ing Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma
DAMZ Susmak, sükut etmek
DAMZER (C: Damazir) Sütü az olan deve * Sağlam ve sert yer * Şişman kadın
DAN Arabca, Farsça veya bazı Türkçe kelimelerin sonuna takılarak, âlet ismi veya sıfat yapılır Meselâ: Ateş-dan $ : Mangal Cüz-dan $ : Cüz kabı, çanta
DAN f Tane
DÂNÂ f Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim
DÂNÂ-İ BÎ-MÜDANÎ Eşsiz âlim Zamanında emsali olmayan âlim
DÂNÂ-İ YUNAN Eflatun
DÂNÂYÎ f Âlimlik, bilicilik
DANE f Tohum, çekirdek * Kurşun, gülle, tâne
DANE (Diyn den) "İtaat etti İtaatli oldu, boyun eğdi, aziz oldu" mânasında fiil
DANENDE f Bilgin, bilen, Haberli
DANG f Bir dirhemin altıda biri
DANIK (C: Devânik) Bir dirhemin altıda biri ve iki kırât ağırlığı (Her kırat beş arpa ağırlığıdır) * Zayıf düşkün davar
DANIŞTAY (Bak: Şurâ-yı devlet)
DANİ´ Hor, zelil
DANİK Bir dirhemin dörtte biri * Mangır
DANİK Nezle
DANİSTEN f Bilmek
DÂNİŞ f Bilgi, ilim Biliş
DÂNİŞ-GEDE Üniversite
DÂNİŞ-GER f Alim, bilgin
DANİŞÎ Alim, bilgin, bilgili
DANİŞMEND (C: Dânişmendân) f Bilgili, ilimli * Tanzimattan evvel, kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimseler için kullanılan bir tâbirdi
DANİYE Yakında olan
DANK (Dunuk) Darlık, dıyk
DANKA´ Dar, sıkıntı Zararlı, zarara sebeb olan
DANTELA Fr Tentene Her nevi iplikle örülen, bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince örgü, dantel
DANU´ Evlâdı çok olmak
DANV Oğul ve kız, veled
DÂR Yer, mekân, konak
DÂR-I BEKA f Âhiret Bâki olan yer (Mâdem dünyada hayat var, elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını su-i istimâl etmeyenler, Dâr-ı Beka´da ve Cennet-i Bâkiye´de hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır L)
DÂR-ÜL AMÂN Sığınılacak, korunulacak yer
DÂR-UL BELVÂ Dünya, imtihan yeri Belâ ve musibet âlemi
DÂR-ÜL CİHAD İslâm sınırlarının haricindeki ülkeler
DÂR-I CİNAN f Cennet yurtları Cennetler
DÂR-I DÜNYA f Bu dünya memleketi Dünya (Dâr-ı fenâ da denir)
DÂR-I EMÂN Müslümanların zimmetini kabul eden veya müslümanlarla sulh halinde olan, gayr-i müslim bir ahalinin memleketi
DÂR-I FENÂ Dünya Bu dünya
DÂR-ÜL HARB (Bak: Dârülharb)
DÂR-ÜL HİCRE Hicret edilen yer Medine şehri
DÂR-ÜL HİKMET Hikmet yeri Hikmetlerin hükmettiği, hikmet beşiği dünya * Osmanlı devrinde Şeyh-ül İslâmlık makamının bir ismi
DÂR-ÜL HİLÂFE Hilâfet Merkezi Halifenin bulunduğu yer (Osmanlılar devrinde İstanbul idi ve bir ismi de Dersaâdet idi)
DÂR-ÜL HULD Baki olan yer Cennetin bir bahçesi Cennet
DÂR-ÜL İKAB Cehennem Çok azab çekilen yer
DÂR-I İMTİHAN İmtihan yeri * Dünya * Dar-ı mihnet, meydân-ı ibtilâ gibi tâbirler de aynı mânada kullanılır (Bak: İmtihan)(Din bir imtihandır Teklif-i İlâhi bir tecrübedir Tâ, ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile, müsabaka meydanında, birbirinden ayrılsın Nasılki: Bir mâdene ateş veriliyor tâ, elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı İlâhiyye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki; istidad-ı beşer madeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliyye, birbirinden tefrik edilsin Mâdem Kur´an, bu dâr-ı imtihanda; bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında, beşerin tekemmülü için nazil olmuştur Elbette şu dünyevi ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbâliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapı açacak Eğer sarahaten zikretse; sırr-ı teklif bozulur S)
DÂR-ÜL İSLÂM (Bak: Dârülislâm)
DÂR-ÜL KARAR Kararlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer Cennet Dâr-ül Beka
DÂR-ÜL MAARİF Sultan Mecid zamanında Valide Sultan´ın İstanbul´da Sultan Mahmud türbesi civarında yaptırmış olduğu mekteb
DÂR-ÜL MESAİ Çalışma yeri Mesai yeri Atölye
DÂR-ÜL MÜLK Başkent, baş şehir
DÂR-ÜN NEDVE Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur (Sonradan Hz Muhammed´e (ASM) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır)
DÂR-I RİDDE Aslında Müslim iken sonradan irtidâd eden veya bir zaman İslâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulundukları yer(Darürridde, yani: Mürtedlerden müteşekkil bir taifenin istilâ ederek hakimiyetleri altına aldıkları yerler, bazı ahkâm itibariyle dar-ı harbden ayrılır Meselâ: Dar-ı harb ahalisiyle musalâha akdi caiz olduğu hâlde, darürridde ahalisiyle caiz olmaz Çünkü riddetin devamına cevaz verilemez Şu kadar var ki, bunlar bir müddet düşünmek için mütareke talebinde bulundukları takdirde bakılır Eğer müslümanların hakkında hayırlı görülürse bu mütarekeye muvafakat edilir Ve eğer harb edilmesi daha muvafık görülürse bu mütarekeye muvafakat edilmezMütâreke kabul edildiği takdirde mukabilinde bir bedel, bir haraç alınamaz Zirâ bu hâlde mütareke, bir akd-ı zimmete müşabih olur Halbuki mürtedler, zimmete kabul edilemezler Bu mütarekenin öyle iki-üç günlük, geçici bir zaman için olması icab etmez Buna lüzumuna göre bir mühlet tayin edilir (Ist Fık K)
DÂR-ÜS SAÂDE Saâdet yeri, saray
DÂR-ÜS SALTANA(T) Saltanat yeri İstanbul
DÂR-ÜS SELÂM Cennet Selâmet ve eminlik yeri * Bağdatın eski ismi
DÂR-ÜS SIHHA Hastahâne
DAR-ÜŞ-ŞAFAKA İstanbul´da yetim ve öksüzler için kurulmuş olan yatılı lise
DÂR-ÜŞ ŞİFÂ Şifa yurdu, sağlık yurdu * Tımarhâne
DÂR-I ŞURA-YI ASKERÎ 1296 yılında lağvolunan bu yüksek askeri meclis 1253 yılının muharrem ayında kurulmuştu 1259 tarihinde çıkarılan kanun ile vazifesi tesbit edildi Askeri ve mülki ricâlden onbir daimi, altı tane ise geçici azası bulunan bu mecliste bir reis ve bir de müftü yer alıyordu
DÂR-I TEKLİF Dünya Allah´ın teklif ve emirleri ile vazifeli olduğumuz yer olan dünya (Şu dâr-ı dünyâ meydân-ı imtihandır Ve dâr-ı tekliftir Hizmet yeridir Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir S)
DÂR-ÜL ULÛM İlimler yurdu Medrese Ders görülen yer
DÂR-I ZİMMET Müslümanların, ahid ve emânını ve himayesini kabul etmiş oldukları; gayr-i müslimlere mahsus yerler
DAR´ (C: Durâ-Duru) Davar emziğiDAR´ : Men´etmek, engel olmak * Ansızın haberli olmak * Eğrilik
DÂR f Sâhib, mâlik, tutan (mânasındadır) Meselâ: Bayrakdâr $ : Bayrak tutan
DÂR Ü GİR Kavga, savaş, muharebe, harp, ceng
DARA´ Zayıf Zelil, hakir * Muti, itâat eden, boyun eğen
DARA f Eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu Keykubat´ın bir ismi * Hükümdar * Cenab-ı Hakk´ın bir ismi
DAR´A´ Başı siyah, gövdesi beyaz olan davar (Müz: Edrâ)
DARA´ Düz yer * Birbirine girmiş olan sık bitmiş ağaçlar
DARAA Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak * Emre uymak, muti olmak * Zayıf ve zelil olmak
DARAB Koyu beyaz bal
DARABAN Vurma, vuruş Çarpış, çarpıntı, çarpma
DARABAN-I KALB Kalb çarpıntısı, kalbin vuruşu
DARABÂT (Darbe C) Vuruşlar Çarpmalar Vurmalar
DARABÂT-I ANİFE Şiddetli vuruşlar
DARABİNE Kapı bekçileri
DARAFE Çokluk, kesret
DARAGIM (Dırgam C) Arslanlar, esedler, dırgamlar
DARAĞACI t İdama mahkûm olanların asıldıkları sehpa
DARAKA (C: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan * Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı
DARAME Ucu ateşli kuru ot ve odun
DARARE Gözsüzlük
DARAS Ekşi yemekten dolayı dişin kamaşması
DARAT f Debdebe, tantana, şan, gösteriş, çalım
DARAVET Adet, alışıklık, alışkanlık
DARAYÎ f Sahib, mâlik olma * Hüküm sürme, hâkimiyet kurma * Bir nevi kumaş
DARB (C: Dürub) Kapı, bâb * Büyük, geniş sokak * Dâr-ı İslâmla dâr-ı harp arasında olan sınır ve hudut
DARB (C: Durub-Edrub) Vurmak, vuruş, çarpmak * Beyan etmek * Seyretmek * Nev, cins * Benzer, nazir * Eti hafif olan
DARB-I HİYÂM Çadır kurma
DARB-I SİKKE Para basma
DARB-I UNK Boyun vurma
DARBAM f Direk, kiriş
DAR-BAZ f Canbaz
DARBE (C: Darabât) Vuruş, vurma, çarpma * Musibet, belâ, âfet, felâket
DARBEHA Başını aşağı eğmek * Muti olmak, itaat etmek, söz dinlemek
DARBELE Bir yürüme çeşidi * Davul çalmak
DARBEN Döğerek, vurarak * Çarparak
DARBHANE Para basılan yer
DARB-I MESEL Misâl olarak söylenen meşhur söz Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz Ata sözü
DARBÎZ Rutubetli tarla, sulak yer
DARBUM Bizanslılar zamanında Eskişehir´in ismi
DARB-ZEN f Mâdeni levhalar üzerine kabartma olarak nakışlar işleyen * Kale döven
DARC Yarmak, şakk
DARE f Vazife, görev, ödev
DARENDE f Saklayan, tutan * Ulaştıran, vâsıl eden, kavuşturan, getiren
DAREYN Her iki dünya İki yurd İki yer
DARH Def´etmek, kovmak Reddetmek * Yer kazmak
DARIT Yellenen, yellenici
DARİ´ Hurma dikeni Acı ve dikenli bir ağaç
DARİ´ Adımı geniş olan kişi
DARÎ Ot ve yem satan kişi * Evinden çıkmayan kimse
DARİB (Darb dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve * Ağaçlı yer * Karanlık gece * Vurucu, vuran Darbeden, çarpan Döven
DARİBE Tabiat * Kılıçla vurulmuş * Eğrilmiş yün
DARİC Katı, şedid, şiddetli
DARİCE Ay ve güneş ağılı (Farsçada "hâle" denir)
DARİH Kabir Mezar
DARİM Aç * Tavşancıl yavrusu
DARİM Yanmış nesne * Dövülmemiş harman * Odun ufağı
DARİN Bir yerin adı
DARİR (C: Edirrâ) Kör, a´mâ * Nefis * Cismin bakiyyesi * İri vücutlu fakir kişi
DARİS (Dürus dan) Yıkılmış, mahvolmuş
DARİS Çetin huylu kimse
DARİŞ Siyaha boyanmış kara deri
DARİYYE f Divan şairlerinin, dünyevi makamca büyük olanların yaptırdıkları köşk ve konaklara dair yazdıkları manzume
DARM Şiddetli açlık Oburluk * Ateşin yakması
DARR Süt, leben * Nüzul * Hayır ve amel çokluğu
DARR Zarar, ziyan
DARR Zararlı, zararı olan
DARRA Şiddet, mihnet Belâ Naks Ziyan Sıkıntı Kötürümlük
DARRAB Akça kesici, dârp edici, para basan
DARRE Bir miktar süt
DARS Dişiyle tutup ısırmak
DART Yellenmek * Tez olmak
DARU f İlâç, deva, tiryak
DARU-BERD f Debdebe, ihtişam
DARU-HANE f İlâç satılan yer, eczahane
DAR-ÜL-ACEZE Düşkünler, acizler evi Yoksullar yurdu
DAR-ÜL-FÜNUN Üniversite (1 Ağustos 1933´de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur)
DARÜL HARB (Dâr-ül harb) Harp yeri Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer (Bak: Şeair)
DARÜL HİKMETİL İSLAMİYE (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes´elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5 Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi´nin zamanda kurulmuşturAyrıca halkın her türlü dini ihtiyaçlarını, ilmi bir metodla yerine getirmek için her türlü neşriyat ve beyannameleri ele almakta ve halkımızı dahilî ve haricî tehlikelere karşı tenvir etmekteydi Ecnebilerin sordukları suallere, komisyonlarda görüşülmek suretiyle resmen cevap verildiği gibi; müracaat eden her müslümana da gerekli cevap veriliyorduOsmanlı İmparatorluğu´nun karışık ve Avrupa hayranlığının devlet müesseselerinin her kademesinde revaçta olduğu bir zamada, ahlâk ve imanı elde tutmak, bu teşkilâtın en başta gelen vazifelerinden biri idiMatbuatta İslâma yapılan hücumlara ve İslâmı, hurafeler dini gibi göstermeğe çalışan yazarlara gerekli cevaplar veriliyor ve cezalandırılmaları için de Dahiliye Nezareti´ne resmen müracaat ediliyorduBu teşkilâta tâyin olunan azalar azil, tâyin, istifâ ve vefatlarla 28 kadardır Aslında, dokuz aza, bir reisten teşekkül ediyordu Bu zâtların tâyinleri gelişi güzel olmadığı gibi, bu teşkilâtın içinde mevcut bulunan üç komisyondan birine (fıkıh, kelâm ve ahlâk) girebilecek ilmî kariyere (meslek) sahip olmaları icab ediyorduBu müesseseye "İslâm Akademisi" veya "Yüksek İslâm Şurası" da diyebiliriz Kuruluşu ile son derece faydalı ve o nisbette hizmetleri olmuş bir teşkilâttır Fakat kuruluş tarihi olan 1918´den 1922´ye kadar devam etmekle, ancak dört senelik bir faaliyeti olmuştur
DARÜL İSLAM (Dâr-ül İslâm) İslâmiyet merkezi Müslümanların hâkim olduğu yer
DAR-ÜL KÜTÜB f Kütübhâne, kitab evi
DAR-ÜS SELAM Cennetin ikinci katı * Cennet Selâmet yeri
DARVİNCİLİK 19 yyda yaşamış İngiliz düşünürü Darwin´in kurduğu bir nazariye, görüş "Evrim teorisi: Tekâmül nazariyesi" adıyla da anılan bu görüşe göre; insan dâhil bütün canlıların başlangıçta tek hücreli canlı olarak meydana geldiklerini, sonra tesadüfen nesilden nesile farklılaşıp başkalaştığını, bu tesadüfî değişikliklerden çevre şartlarına uygun olanlara sahip canlıların yaşadığını, diğerlerinin yok olduğunu, böylece canlıların gittikçe mükemmelleşerek bugünkü şekle girdiğini, insanın da maymun soyundan geldiğini iddia eder Bu iddianın ortaya atıldığı zamanlarda canlı hücrenin kimyasal ve genetik yapısı bilinmiyordu Hücre, canlının basit bir yapı taşı zannediliyordu Bugün elektromikroskoplar sayesinde canlının kimyasal ve genetik yapısıyla ilgili büyük ve önemli keşifler yapıldı Canlıların sahip oldukları vasıfların hücre çekirdeğinde yer alan ve genlerin yapısını meydana getiren DNA denilen protein moleküllerinde nasıl muhafaza edildiği ve bunların nasıl babadan oğula geçtiği açıklanmıştır Gerek genlerin, gerek hücrenin yapısında yer alan çeşitli protein molekülleri 20 çeşit amino asit adı verilen daha küçük parçacıkların çeşitli şekilde birleşmesinden meydana gelmiştir Amino asitlerin meydana gelişi bir yana DNA moleküllerinin ve diğer protein moleküllerinin herbirinin tesadüfen meydana gelip gelemiyeceği matematik olarak hesaplanmıştır Bir hücredeki tek bir molekülün meydana geliş ihtimali 1 sayısının önüne 240 tane sıfır koyarak elde edilen sayı kadar molekül meydana gelse bunlardan yalnız biri işe yarıyan bir molekül olabilirdi Tesadüfen bu kadar çok sayıda kimyasal birleşim olabilmesi için kâinatın ömrünün trilyonlarca defa daha fazla zamanın geçmesi gerekir Daha doğrusu imkânsızdır Canlı hücrenin bütün moleküllerinin bu şekilde tesadüfen bir araya gelip hücreyi meydana getirmelerini hayal etmek bile imkân dahilinde değildirTesadüfen bir hücrenin meydana gelişini açıklamak imkânsız olunca yer yüzündeki bunca canlının tesadüfen meydana geldiğini iddia etmek ise ilim ve akıl dışı bir vehimden başka birşey değildir İlim adamlarının laboratuvarda yaptıkları çalışmalar sonunda bir canlının değişip başka bir canlı haline gelemiyeceği de ispatlanmıştır Sirke sineği üzerinde yapılan deneyler sonunda sinekten daha mükemmel bir canlı meydana gelmemiş, aksine kesik kanatlı, hastalıklı, sakat bir yavru sinek doğmuştur Canlılar "mütasyon" denilen bir kazaya uğradıkları zaman ancak sakat bir yavru meydana geliyor Kazaya uğrıyan bir araba, jet uçağına dönüşmez, sadece kazalı bir araba meydana gelir Tek hücreyi yaratan da insanı yaratan da birdir O da atomdan yıldızlara kadar her varlığın yaratıcısı olan Allah´tır
DARZEM Sütü az deve * Çok ısırıcı olan yılan
DARZEME Çok ısırmak
DÂS f Orak * Tuzak * Sedef otu
DÂS-I ZERRİN Altın orak * Mc: Yeni ay
DA´S Titremek * Zayıf olmak, zayıflamak
DA´S Cimâ etmek * Süngü ile vurmak * Az olan nesne ve eser
DA´SA Güneşten çok ısınan yumuşak, çukur yer
DA´SA Yumuşak yer
DASAR (Dâstâr) f Tellal, simsar
DASDASA Depretmek, tahrik
DASE f Orak
DA´SERE Yıkmak
DÂSİTÂN (Dâstân) f Destan, sergüzeşt Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı * Şöhret
DÂSİTÂNE-İ AŞK Aşk hikâyesi ve destanı
DAŞ İsimlerin sonlarına eklenerek eşlik, refakat ve ortaklık bildirir Meselâ: Arka-daş $ : Refik
DA´ŞERE Yıkmak
DAŞTE f Köhne, harab olmuş, eskimiş, yıpranmış * Mâlik olmuş
DAŞTEN f Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek * Zabtetmek, gasbetmek, almak * Görüp gözetlemek * Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek
DAV´ Hoş kokular kokmak DepretmekDAV´ : Şule, ziya, ışık
DAV´ Kaymağı alınmış sığır sütünden yapılmış ekşi yoğurt ve ayran
DA´VÂ Takib edilen fikir, iddia * Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi * Hakkı olanın iddia etmesi Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek * Mes´ele * İnat Ayak diremek * Cenab-ı Hak´tan hayır ve rahmet dilemek * Bir kimseyi bir şeye sevketmek * Birisinin hâkimin huzurunda başka birisinden hak istemesi
DA´VÂ-YI HALK Yaratmak iddiasında bulunmak, halk etmeyi, yaratmayı dâva etmek (Kâinatta hiçbir kimse da´vâ-yı halk ve iddia-yı icad edemez Halk eden ancak Cenab-ı Hak´tır)(Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmıyan kimse, kâinatta dâva-yı halk ve iddia-yı icad edemez Zira her şey, her şeyle bağlıdır H)
DA´VÂ-YI NÜBÜVVET Peygamberlik dava etmek Peygamber olduğunu ilân etmek
DAVACI t Dava açan
DAVAHİ Memleket köşeleri
DAVAHİ-S SEB´ Yedi kat gök
DA´VAT (Duâ C) Duâlar, niyazlar, çağırışlar (Bak: Ed´iye)
DAVAT Devenin başında olan verem
DAVA VEKİLİ Baro teşkilatının olmadığı yerlerde kanunî izin ile vekil sıfatı kazanan ve dava takibine salâhiyeti olan kişi
DAVBAN Güçlü, büyük deve
DAVC (C: Edvâc) İki şeyin birbirine eğilip ulaşması
DAVDA´ Meş´ale * İnsan sesleri
DÂVER Cenab-ı Hakk´ın (CC) bir ismidir * Âdil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim
DÂVERÂNE f Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda * Hâkim ve vezirle alâkalı olan
DÂVERÎ f Hâkimlik, hükümdarlık * Mahkeme ve dâvâ * Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme * Kavga, mücadele
DA´VET Çağırma Ziyafet Duâ * Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek
DAVİTA Havuzun dibinde olan balçık * Çöküklük * Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur
DAVİYE Otsuz çöl
DAVKAA şişman ve ahmak olan kimse
DAVLUMBAZ Çarkları yandan olan vapurlarda çarkların döndükleri yerleri örtmek için vapurun iki tarafında bulunan iki büyük yarım daire
DAVMERAN Fesleğen denilen iyi kokulu çiçek
DAVR Ziyan etmek, zarara girmek
DAVTA Fakir* Gövdeli, cesim
DÂVUD (AS) Kur´an-ı Kerim´de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir Hz Süleyman´ın (AS) babasıdır Hem Peygamber, hem Sultandı İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur Sesi çok güzeldi MÖ 1010 da vefat ettiği nakledilir (Bak: Yuşa)(Telyin-i hadid, en büyük bir ni´met-i İlâhiyyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor Evet, telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühâsı eritmek ve mâdenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddi sanâyi-i beşeriyyenin aslı ve anasıdır ve esası ve mâdenidir İşte şu âyet işaret ediyor ki: "Büyük bir Resule, büyük bir Halife-i Zemine, büyük bir mucize suretinde, büyük bir ni´met olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanâyi-i umumiyeye medar olmaktır" Mâdem bir Resule; hem halife, yâni hem mânevi hem maddi bir hâkime, lisanına hikmet ve eline san´at vermiş Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder Elbette elindeki san´ata dahi tergib işareti var Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor:"Ey beni-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; herşey´i kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san´at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir Halifelik ve pâdişahlığına mühim kuvvet elde eder Mâdem bu mümkündür, veriliyor Hem ehemmiyetlidir Hem hayat-ı içtimâiyenizde ona çok muhtaçsınız Siz de evâmir-i tekviniyeme itâat etseniz o hikmet ve o san´at, size de verilebilir Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz" İşte beşerin san´at cihetinde en ileri gitmesi ve maddi kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadid iledir ve izâbe-i nühas iledir Âyette nühas "kıtr" ile tâbir edilmiş Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatın ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tenbellerine şiddetle ihtar ediyor S)
DAVUDÎ Hz Davud´un (AS) sesini andıran kalın gür ses
DAVVE Ses, sadâ
DAVVÎ Yurt tutmak
DAVY Arıklık * Zayıflık
DAVZ Zulmetmek, zulüm yapmak * Çiğnemek

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DAYE Çocuk hizmetçisi Çocuğa süt veren Dadı Mürebbi
DAYET Yan, taraf, cenb
DAYF (C: Ezyâf-Zuyuf-Zayfân) Misafir * Meyletmek, yönelmek
DAYFEN (DAYFÂN) Misafiriyle gelen kişi
DAYGAM Arslan, esed * Isırmak
DAYI Tunus ve Cezayir´in, Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda buraları Osmanlılara tâbi olarak idare eden kimselere verilen ünvan * Annenin erkek kardeşi
DAYİB İtaat eden, vakarlı ve ciddi kişi
DAYİBAN Gece ile gündüz
DAYİC Kovayla kuyudan su çekip havuza boşaltan kimse
DAYİN Borç veren Alacaklı Ödünç para veren (Bak: Dâin)
DAYİNE (C: Davâyin) Dişi koyun
DAYİS (C: Dâsse) Hırsız
DAYM Zulüm Sıkıntı İhtiyaç
DAYYIK Pek dar
DA´Z Cimâ etmek
DA´Z Noksanlaştırmak
DA´Z Def´etmek, kovmak * Nikâh etmek
DEAİM (Dıâme C) Destekler, payandalar, direkler
DEAVİ (Davâ C) Dâvalar, mes´eleler
DEB´ Yumuşak yer * Kuvvetle basmak
DEB´ Vurmak, darb
DE´B Bir işde devam ve iltizamla emek çekip çalışmak * Adet, usul, tarz, kaide * Şân * Emir * Kâr * Tardeylemek
DE´B-İ EDEB Edebî usul, kaide Edeb kaidesi Edebiyat âdeti, şekli, tarzı
DEBABİC (Dibâc C) Dallı, çiçekli ipek kumaşlar
DEBABİS (Debbus C) Topuzlar
DEBABUD İki ırgaçla dokunan bir bez cinsi
DEBAR Mahvolmak Helâk olmak
DEBAT (C Debâ) Uçmayan çekirge
DEBB Hareket etmek * Ağır ağır yürümek
DEBBABE Kale duvarlarını oymaya yarayan bir savaş aleti Tank
DEBBAĞ Derileri sepileyip meşin, sahtiyan, kösele vesaire yapan
DEBBE (C: Debbât) Matara dedikleri su kabı * Yağ Bal ve macun koyacak kaplar
DEBBUS (C: Debâbis) Topuz
DEBDAB f şan, şöhret Azamet, haşmet, cesamet
DEBDEBE Gürültü, patırtı Gösteri için yapılan gürültü Tantana Haşmet
DEBER Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması
DEBEŞ Evin esası
DEBH Belini büküp eğildiğinde, başını öne doğru fazlaca eğmek
DEBİB Yürümek * Harekete geçmek
DEBİR f Müsteşar * Kâtib, yazıcı
DEBİSTAN f Mekteb, okul
DEBKEL Bir araya toplanmış mal * Derisi kalın, çirkin kimse
DEBL Küçük eşek * Toplamak, cem´etmek * Islah etmek
DEBR (C: Dübur) Oğul kız topluluğu * Bal arısı
DEBRE (C: Deberât-Dibâr-Edbür) Savaşırken askerin bozulması * Bir evlek yer * Vaktinden sonra gelmek
DEBRETMEK t (Tepretmek) Kımıldatmak, harekete getirmek, oynatmak
DEBS (DİBÂS) Dibekde buğday döğmek
DEBSA´ Çok fazla kırmızı olduğundan, siyah gibi görünen şey
DEBŞ Çekirgenin ot yemesi
DEBUB Semizlik ve şişmanlığından dolayı yürüyemeyen deve
DEBUR Batı rüzgârı * Fırak, ayrılık * Halef etmek
DEBUS f Topuz
DECAC (C: Dücüc) Tavuk * Horoz, tavuk ve piliç cinsi
DECACE (Dücâce, dicâce) Tavuk
DECC Tavuğu çağırmak
DECCAL Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren (Deccal´ın Cennet dediği Cehennem gibi, Cehennem dediği de Cennet gibi olacağı rivâyet edilir Sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhirzamanda gelecek ve Risâlet-i Ahmediyeyi inkâr edip İslâmiyeti tahribe çalışacak ve dünyayı fesâda verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır Bir hadis rivâyetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm tarafından bildirilmiştir Âlem-i İslâmda muhtelif zamanlarda çıkmış olan dehşetli din düşmanlarının ve anarşiye hizmet edenlerin umumu da rivâvetleri tasdik etmektedir Bu din yıkıcılığının âhirzamanda daha dehşetli olacağı bildirilmektedir Şu son asırda görülen ve dünyayı tehdit eden ve Cenab-ı Hakk´ı inkâra kadar cür´et edip medeniyet-i beşeriyeyi tahribe çalışan dehşetli cereyanlar bu gaybi ihbârın doğruluğunu tasdik etmektedir) (Bak: Mehdi, Mesih, Mesih-üd-Deccal, Süfyan)(Deccal´ın şahs-ı surîsi insan gibidir Mağrur, fir´avunlaşmış, Allah´ı unutmuş olduğundan; surî, cebbârâne olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır Fakat şahs-ı mânevisi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesimdir Rivayetlerde Deccal´a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder Bir vakit Japonya´nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit´te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal´asında tasvir edilmiş O küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı mânevîsi gösterilmiş M)
DECDECE Tavuğa "bilibili" diye seslenmek
DECECAN Ağırca, yab yab yürümek
DECEN Çok yağmur
DECL Örtmek * Devenin katranlanması * Karıştırmak, yalan söylemek Hakkı bâtıl; bâtılı hak diye göstermek Anarşi çıkarmak * Bâtılı hak gösteren * Mübâlâgalı fâili; Deccaldır
DECN Bol yağmur, rahmet * Havanın bulutlu olması * Bir yerde mukim olma Bir yerde oturma
DECRAN Neşeli, sevinçli, bahtiyar kimse
DECUCAT Ayakları kısacık dişi deve
DECV Nikâh * Çok karanlık, zulmet
DECYE (C: Dücâ) Karanlık, zulmet
DE´DA Her ayın son günü * Şaban´ın son günü * Çok karanlık gece
DEDEKTİF Fr Hususi araştırma yapan, tâkib ve tarassudda bulunan polis
DEEB Âdet, usul, kaide, an´ane
DEF´ Ortadan kaldırmak, Öteye itmek * Mâni´ olmak Savmak Savunmak * Himaye etmek * Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak
DEF-İ CU´ Açlığı gidermek Birşey yemek
DEF-İ HÂCET Abdest bozmak
DEF-İ ŞER Kötülüğü ve şerri def´etmek(Bu günlerde, Kur´an-ı Hakîm´in nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır Her zaman def´-i şer, celb-i nef´a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def´-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş KL)
DEF-İ TABİÎ Bünyede ve içte olan şeyi, fıtrî ve normal şekilde dışarı atmakDEF´ : (Defâ´-Defâe) Sıcaklık
DEF´A Bir kerre
DEF´A-İ ULÂ Birinci olarak, ilk defa
DEFA Boynuz ve kanat uzunluğu * Bir şeyin eğilip ikiye bükülmesi
DEFAAT Kerreler, def´alar Müteaddid
DEFADI´ (Dıfda C) Kurbağalar
DEFAİN (Define C) Defineler
DEF´ATEN Hemen, birdenbire âni olarak Beklenmedik anda Bir def´ada
DEF´ATEYN İki kere, iki defa
DEFATİR (Defter C) Defterler Not yazmağa mahsus kâğıttan beyaz kitablar
DEFATİR-İ RESMİYYE Resmi defterler
DEFENNİ Alaca renkli bir cins elbise
DEFER Koltuk kokusu gibi olan pis koku * Yemeğe kurt düşmesi
DEFF Yan, cenb * Kolay
DEFFE Yan, yüz * Kitab cildinin iki tarafından herbiri
DEF´Î Hemen, bir anda
DEFİ´ Kızgın olan nesne
DEFİF Ağır ağır gitmek * Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi
DEFİN (Defn den) Medfun, defnedilmiş, toprağa konulmuş, gömülmüş, gömülü
DEFİNE Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer * Kıymetli eşya Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse
DEFK Atmak Dökmek
DEFLASYON Fr Paranın piyasada azalmasıyla satın alma gücünün artması
DEFN Gömmek, gömülmek Cenazenin mezara gömülmesi
DEFN-İ EMVAT Ölülerin gömülmesi
DEFN-İ MEYYİT Ölünün gömülmesi
DEFR Kokmak
DEFTER (C: Defâtir) (Yunanca iki kanatlı manasına gelen bir kelimeden alınmıştır) Not yazmağa, ders için veya ticari hesablara mahsus kağıttan beyaz kitab Pusula * Liste
DEFTER-İ A´MÂL İnsanların amellerinin iyilik veya, kötülüklerinin meleklerce kaydolunduğu manevî defter( $ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a´mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor Şu mes´ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz Fakat, surenin işaret ettiği gibi haşr-i bahâride başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir Çünki her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var Fiilleri var, vazifeleri var Esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a´mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a´mâlini neşreder S)
DEFTERDAR Defter tutan Devletin gelir ve masraflarını tutan vazifeli memur Eskiden Maliye Nâzırı bu nam ile anılırdı Bir vilayetin maliye işlerine bakan memur
DEFTERDARLIK Eskiden maliye bakanlığı * Şimdi vilâyetlerin mali işlerine bakan daire
DEFVA Boyu uzun ağaç Uzun boyunlu keçi* Boynu uzun olan kadın
DEGA f Hile, habislik, dolandırıcılık * Hilekâr, dolandırıcı, habis * Kalp para, bozuk akçe
DEH f İyi hoş Lâtif, güzel * Tabur * Saf
DEH f On (10), aşer
DEHA Yaymak, döşemek
DEHA Çok akıllılık Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak
DEHA-İ FENNÎ Fen ve dünyevi ilimlerde çok ileri görüşlülük ve harika zekâlı olmak
DEHA-İ KUDSÎ Dinin derin hakikatlarını anlamakta yüksek mahareti olan dehâ Dinî dehâ
DEHADAR f Uyanıklık, zeki ve çok akıllı oluş
DEHAET Dahilik, dehâ sahibi olma Zekilikte, anlayışlılıkta çok yüksek olma
DEHAK Kırmak, kesmek * Acı çektirmek, azap etmek
DEHAKÎN (Dihkan C) Köy ağaları * Köylüler, çiftçiler
DEHAL Aldatmak, mekir ve hile etmek
DEHALET Sığınmak, aman dilemek, medet, yardım isteyiş
DEHALİZ (Dehliz C) Dehlizler, holler, koridorlar
DEHAN (Dıhen- Dahen) f Ağız, Fem
DEHÂN-I TENG Ufak ağız Dar ağız
DEHANE f Küp, testi, fırın ve bunlara benzer şeylerin ağzı
DEHANGÜŞA f Söyliyen, açılmış ağız, konuşan ağız
DEHAR f Mağara, dağ mağarası Kovuk Çatlak
DEHARİR Zamânın şiddetleri
DEHARİS Belâ Şiddet
DEHAZ f Feryat, figan Bağırıp çağırma Yüksek sadâ ile medet isteme
DEHBEL Yemekte lokmanın büyük olması * Bir kuş adı
DEHDAK Kesmek Kat´
DEHDAN (DEHDEHÂN) Develerin bir yere toplanması
DEHDEHE Yuvarlamak, döndürmek
DEHDEHÎ f Hâlis altun
DEHEN f Ağız
DEHEN-ŞUY Ağız temizleme, ağız yıkama
DEHHAŞE Çok fazla derecede korkunç, dehşet verici
DEHİŞT f İttifak, ittihad, birlik * Bir tarzda hareket, aynı şekilde hareket
DEHKEL Zahmet, meşakkat * şiddetli ve meşakkatli zamanDEHKEM Â : Yaşlı adam İhtiyar adam
DEHL Zamandan bir saat * Azca nesne
DEHLES Kısa boylu kimse
DEHLİZ (C: Dehâliz) Hol, koridor Ev ile kapı arası
DEHLİZ-İ CİNAN Revak-ı uhreviye mânasında mecazî bir deyimdir (Bak: Revâk-ı uhreviye)
DEHM (C: Dühum) Ansızdan gelmek * Çok fazla miktarda asker * Çok adet, kesret
DEHMA Belâ Zahmet * Çömlek * Çok adet, kesret, sayı çokluğu * Kadim, eski * Halis kırmızı koyun * Koyu kızıl
DEHMAK Kesmek, kat´
DEHME Yumuşak yemek
DEHMECE İhtiyar kişinin ayağında köstek var gibi yab yab yürümesi
DEHMEKA Yumuşak ve güzel yemek * Her nesnenin yumuşağı
DEHMUS Cömert kişi Kerim kimse
DEHN Değnekle vurmak * Yağmurun, yeri ıslatması * Bir şeyi yağlamak * Bir kimseye münâfıkane muâmele etmek
DEHNA Ova, sahrâ Çöl, geniş veya susuz ova * Bir yer ismi
DEHNEC Zümrüt gibi bir kıymetli taş
DEHR Zaman, çok uzun zaman, ebedi * Bin yıllık zaman * Dünya
DEHR-İ FÂNİ Fâni dünya, geçici dünya
DEHR SURESİ Kur´ân-ı Kerim´in 76 suresi olup Sure-i İnsan, Ebrar, Emşac, Hel Etâ Suresi de denir
DEHRE f (Dahra) Testere gibi dişli ve eğri budama âleti Bağ budamak için kullanılan testere gibi dişli olan bıçak
DEHRÎ Dehr ve zamana dair ve müteallik DEHRİYE : Devre ait Zamana dair ve müteallik * Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka
DEHRİYYUN (Dehrî C) Dehriye fırkasından olanlarDEHS (Dehâs) : İçine ayak batan yumuşak yer
DEH-SAL f Gezegen, seyyare, yıldız
DEH-SALE f On yaşında On yıllık
DEHŞ f Bulanıklık, karanlık Zulümat * Bir işe başlama
DEHŞ(E) Tenbel olmak
DEHŞET Korkup kaçılacak şey Ürkmek, şaşmak Korku ve telâş içinde olmak
DEHŞET-EFŞAN f Korkunç, korku ve dehşet saçan, ürkütücü
DEHŞET-ENGİZ f Çok dehşet verici Çok korkutucu
DEHUN f Hatırlama, ezber okuma
DEHÜM f Onuncu
DEHVER Cem´etmek, toplamak * Lokmayı büyük yapmak
DEHY (DEHÂ) Kişinin fikir ve ferâsetinin isabetli ve doğru olması
DEHYA Te´kid için "Dahiye" lâfzına sıfat yapılır "Dâhiye-i dehya" gibi
DEH-YEK f Öşr, onda bir
DEJENERE Fr Bozulma, soysuzlaşma
DEK t Edat olup zaman ve mekân için kullanılır "Hatta, tâ, kadar" mânalarına gelir Meselâ: Akşama dek çalıştım
DEK f Desise, hile, dolandırıcılık * Sâil, dilenci * Dilencilik * Sağlam, metin, muhkem * Çatma, tokuşma
DEKA´ (C: Dükk-Dükük-Dekâvât) Hörgücü arkasına düşmüş dişi deve* Kaygan yer
DEKAİK (Bak: Dakaik)
DEKAKİN (Dükkân C) Dükkânlar
DEKAMETRE yun On metrelik uzunluk birimi
DEKAN Lât Üniversitelerde bir fakültenin başkanı
DEKAR Lât Bin metrekarelik ölçü birimi
DEK-BAZ f Hileci, hilekâr, oyuncu, aldatıcı
DEKDAK (C: Dekâdik) Kum yığını
DEKDEKE Yerin deprenmesi * Sancıma * Def etme, kovma
DEKELE Sıvı balçık Kuvvetleriyle gururlanıp sultanın emrine uymayan kavim
DEKİK Tam bir yıl
DEKK (C: Dekeke) Vurmak * Dökmek * Parça parça etmek Delil
DEKKE Ufalanmak Pâre pâre olmak * Vurmak, döğmek * Seki, sofa
DEKKEN Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak
DEKOR Fr Süs Bir sahneyi mütenasib bir nizamla süslemek
DEKORATÖR Fr Dekor ve dekorasyon yapan sanatkâr
DEKOVİL Fr Ray aralığı 60 cm yahut daha az olan küçük demiryolu
DE´L Aldatmak * Ahdi bozmak, sözü tutmamak
DELAB (Dülâb) (C: Degâlib) Bâzısı su ile ve bâsızı da hayvan ile döndürülen su çekmeğe mahsus çark
DELAİL (Delil C) Deliller Bürhanlar İsbât vasıtaları( Cay-ı hayrettir ki; Resul-ü Ekrem´in (ASM) mübalağasız binler vecihte, binler çeşit insan, herbiri bir tek mu´cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkezâ birer alâmeti ile iman getirdikleri hâlde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik ve mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delâil-i Nübüvveti nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat´iyye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi dalâlete sapıyorlar M)
DELAİL-İ ÂFÂKİYE Afaka âit deliller Kâinattaki deliller
DELAİL-İ AKLİYE Aklı ile bulunan deliller Akla âid deliller
DELAİL-İ ENFÜSİYE Kişinin kendi nefsinde olan deliller Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir
DELAİL-İ KALBİYE Kalbe âid deliller Kalb ile bilinen deliller
DELAİL-İ NAKLİYE Nakil yolu ile gelen deliller (Bak: Delil-i naklî)
DELAİL-İ NÜBÜVVET Peygamberliğin hak olduğuna dair olan deliller(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddiâ-yı Nübüvvet etmiş; Kur´an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu´cizat-ı bâhireyi göstermiştir O mu´cizât, hey´et-i mecmuasiyle, dâvâ-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat´idir Kur´an-ı Hakîm´in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu´cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba´larını kandırmak için, hâşâ sihir demişlerEvet, mu´cizat-ı Ahmediyenin (ASM) yüz tevatür kuvvetinde bir kat´iyeti vardır Mu´cize ise; Hâlik-ı Kâinat tarafından O´nun dâvasına bir tasdiktir; $ hükmüne geçer Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: "Padişah beni filân işe me´mur etmiş" Senden o dâvaya bir delil istenilse; padişah "Evet" dese, nasıl seni tasdik eder Öyle de: Âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; "Evet" sözünden daha kat´i, daha sağlam, senin dâvanı tasdik eder Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dâva etmiş ki: "Ben, şu kâinat Hâlik´ının meb´usuyum Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim duâ ve iltimasımla değiştirecek İşte, parmaklarıma bakınız; beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor Kamere bakınız; bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor Şu bir parça taama bakınız; iki - üç adama ancak kâfi geldiği halde; işte ikiyüz - üçyüz adamı tok ediyor" Ve hâkezâ yüzer mu´cizatı böyle göstermiştirŞimdi, şu Zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nübüvveti yalnız mu´cizatına münhasır değildir Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef´âli, ahvâl ve akvâli, ahlâk ve etvârı, siret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder Hattâ meşhur ulemâ-i Beni İsrâiliyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm´ın simasını görmekle: "Şu simâda yalan yok! Şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişlerÇendan muhakkikîn-i ulema, delail-i nübüvveti ve mu´cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delâil-i nübüvvet vardır Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler Yalnız Kur´an-ı Hakîm´de kırk vech-i i´cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (ASM) bin bürhanını gösteriyor M)
DELAİL-İ ZÂHİRİYE Açık olarak zâhirde görünen deliller Maddi deliller
DELAK Sansar
DELAL Cilve, naz, işve İnsana güzel ve sevimli görünecek hâl, durum
DELALAT (Delâlet C) Delâletler, alâmet olmalar,yol göstermeler, kılavuzluklar
DELALET Delil olmak Yol göstermek Kılavuzluk Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek * İşaret
DELALET-İ SELÂSE Üç çeşit delâlet Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz´olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânasına delâleti gibi2- Delalet-i tazammuniye: Bir lâfzın vaz´olunduğu mânanın bir cüz´üne delâletidir3- Delalet-i iltizamiye: Bir lâfzın vaz´olunduğu mânanın lâzımına yani o mâna ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir mânaya delâletidir Mezkur delâlet-i selâseye ait şöyle bir misal dahi verilir"Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiç bir zengine verilmez" İbaresi; zekâtın, yalnız Müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıye ile; zengin olan Ahmet, Mehmet gibi belli şahıslara verilemiyeceğine delâlet-i tazammuniye ile; zekât hususunda zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder
DELALET-İ ZÂTİYE Kendi zatı ile, bizzat kendisini eserleri ile göstermek suretiyle olan delâlet, şahidlik
DE´LAN Ağır yük getirmiş hayvanın yab yab yürümesi
DELAS Yumuşak ve berrak şey
DEL´AS (DEL´AK) Büyük, kuvvetli deve
DELDEL (Deldâl) Deprenmek
DELE (C: Delâ) Kova
DELEC Gecenin evvelinden gitmek
DELEF Tekaddüm etmek, ileri geçmek Önde bulunmak
DELEHMES Arslan * Bahâdır, kahraman * Çeri * Kuvvetli kişi * Çok karanlık olan gece
DELES Karanlık * Yaz sonunda yapraklanır bir ot * Bir şeyi gizlemek
DELH Heder olmak, boşa ve faydasız olarak gitmek
DELİ´ Âsan yol, kolay olan yol
DELİF Yavaş yürümek
DELİK Hurma ve yağdan yapılan bir yemek * Oğmaç aşı * Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak
DELİK f Gül tohumu
DELİL Kılavuz Doğru yolu gösteren Meçhûlü keşfetmekte ve malumun sıhhatını isbat etmekte vasıta ve âlet ittihaz olunan husus * Beyyine Bürhan
DELİL-İ AKLÎ Akıl yolu ile bulunan delil Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil
DELİL-İ ARŞÎ VE SÜLLEMÎ Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir
DELİL-İ İHTİRA´ Cenab-ı Hakk´ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil Buna misâl olarak birini zikredebilirizCenâb-ı Hak hususi eserlerine menşe ve kendisine lâyık kemâlâtına me´haz olmak üzere her ferde ve her nev´e has ve müstakil bir vücud vermiştir Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden, hiçbir nev´ yoktur Çünkü bütün enva´; imkândan vücub dâiresine çıkmamışlardır Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudusu, yani, yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor Bir kısmının da hudusu zaruret-i akliye ile sabittir Demek, hiçbir şeyin ezeliyyeti cihetine gidilemezVe keza, ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, envâın sayısı iki yüz bine bâliğdir Bu nev´ler için birer âdem ve birer evvel baba lâzımdır Bu evvel babaların ve âdemlerin dâire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran behemehâl, vasıtasız, kudret-i İlâhiyyeden vücuda geldikleri zaruridir Çünkü, bu nev´lerin teselsülü, yani, sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır Ve bazı nev´lerin başka nev´lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır Çünkü, iki nev´den doğan nev, alelekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar Tenâsül ile bir silsilenin başı olamazHülâsa: Beşeriyet ve sâir hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir İİ)
DELİL-İ İMKÂNİ İmkâna âit olan delil $âyeti ile işaret edilmiştir Bu delilin hülâsası: "Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden her birisinin gerek zâtında, gerek sıfatında, gerek ahvâlinde ve gerek vücudunda gayr-i mütenahi imkânlar, ihtimâller, müşkülâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre gayr-i mütenâhi yollardan muayyen bir yola süluk eder Ve gayr-i mahdut hâllerden bir vaziyete girer Ve gayr-i ma´dut sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır Ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada, harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin mâcerası, lisan-ı hâliyle, Sani´in kasd ve hikmetine delâlet etmez mi İşte her bir zerre, müstakillen kendi başıyla Sâni´in vücuduna delâlet ettiği gibi, küçük büyük herhangi bir teşekküle girerse veya herhangi bir mürekkebe cüz´ olursa, girdiği ve cüz´ olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni´ine olan delâletini muhafaza eder İİ)
DELİL-İ İNAYET Allah´ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san´at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar(Sâniin vücud ve vahdetine işaret eden delillerden biri de İnayet delili´dir Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve envâını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususâtını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün Ayât-ı Kur´aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır Binaenaleyh, bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delâlet ettiği gibi, O nâzımın kasd ve hikmetine de delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyederEy insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumi bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telâhuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresinEvet, kâinatın herbir nev´ine dâir bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder Zira nizamı olmayanın külliyeti olamaz Meselâ: Her âlimin başında beyaz bir imâme var Külliyetle söylenilen şu hüküm, ulema nev´inde intizamın bulunmasına bakar Öyle ise, umumi bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâniin kasd ve hikmetini ilân ediyorlar Adeta vehim şeytanlarını tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır Yani, bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlarEy arkadaş! O nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olurGöz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir O makine mümkinattan olduğundan, vücud ve ademi, mütesavidir İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir O illet ise, esbab-ı tabiiyye değildir Çünki, o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir Esbab-ı tabiiyye ise; ilimsiz, şuursuz, câmid şeylerdir Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş´et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun´un şuurunu, Calinos´un hikmetini i´ta etmekle beraber; o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını itikad etmelidir Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaiyi bile utandırıyor Maahaza, esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibe ile kuvve-i dâfianın, inkısama kabiliyeti olmıyan bir cüz´de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir Halbuki bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları câiz değildir Fakat, câzibe ve dâfia kanunlarından maksat âdâtullah ile tâbir edilen kavanin-i İlâhiyye ise ve tabiatla tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyye ise, câizdir Lâkin kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye, umur-u itibariyyeden umur-u hakikiyyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartiyle makbuldür Aksi takdirde câiz değildirEy arkadaş! Misâl olarak gösterdiğim o küçük hurdebini hayvancığın yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak! Emin ol ki, kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zâhir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksınEy arkadaş! Kâinatın sahifelerinde "Delil-ül-İnaye" ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen sıfat-ı kelâmdan gelen Kur´an-ı Azîmüşşan´ın âyetlerine bak ki, insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül-inaye´yi tavsiye ediyorlar Ve ni´metleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet $cümleleriyle o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar İİ)
DELİL-İ İNNÎ (Bak: Bürhan-ı innî)
DELİL-İ NAKLÎ Kur´an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil
DELİL-İ SÜLLEMÎ (Bak: Delil-i arşî, Arş ve süllem)
DELK Oğuşturmak El sürtmek Oğmak
DELK f Eski ve yamalı elbise Dervişlerin giydikleri eski aba * Kılıcı kınından çıkarmak
DELL (DİLÂL) Naz * Hey´et * Güzel ahlâk
DELLAK (Delk den) Hamamlarda müşterileri keseleyip yıkayan kimse, tellâk
DELLAL İlân edici Yüksek sesle bildiren * Müşterileri çeken Davet eden * Hakka davet eden
DELS Karanlık, zulmet * Bir şeyi saklamak, gizlemek * Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti
DELTA yun Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım
DELUK Dişleri kırılmış ve kütelmiş olan yaşlı deve * Kınından çıkması kolay olan kılıç
DELV (Delve) Kova Su koyulan ve kuyudan su çekilen bakraç * Oniki burçtan birinin adı
DELZ Vurmak, darb

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DEM´ Göz yaşı Sürurdan veya keder sebebiyle ağlama neticesi gelen göz yaşı
DEM Kan
DEM f Nefes Soluk * Ağız * Nazar * An, vakit, saat * Koku * Kibir, gurur * Âli, yüksek * Körük
DEM-İ CİVÂNÎ Gençlik çağı
DEMA f Her zaman Vaktâki * Soluk Nefes Hastalık sebebiyle tez tez solumak * Ürpermek * Dem An
DEM´A Bir damla göz yaşı
DEMADEM f Zaman zaman An be an Sık sık Her vakit
DEMAGOG yun Demagoji yapan kimse
DEMAGOJİ yun Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak Halk avcılığı Cerbeze
DEMAK Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır)
DEMAL Ters * Ekşimiş hurma
DEMAME Çirkinlik
DEMAN f Heyecanlı Hiddetli, hiddete kapılmış * Vakit, zaman An * Bağırıp çağırma, feryat, figân * Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim * Kükremiş
DEM´AN İçi iyice dolmuş olan Ağız ağıza dolu kap
DEMAN(İ) Ters, terslik
DEMANKEŞ f Zaman, müddet, vakit, an
DEMAR f Helâk, mahv, telef, ölüm, mevt
DEMAR-ÂVER f İntikam alan, müntakim Helâk eden
DEM´A-RİZ f Ağlıyan, gözyaşı döken
DEMBEDEM f Bazan Vakit vakit Arasıra
DEM-BESTE f Sesi soluğu kesilmiş, susmuş
DEMC Dühul etmek, girmek * Mestur olmak, örtünmek
DEMCELE (C: Demâcil) Şişman kadın * Huyu, hilkati güzel, iyi kadın
DEMDEM Yüce, yüksek yer
DEMDEME f Hiddetli söz Avâz Hoşa gitmeyen sesler * Sinek vızıltısı * Öğütmek Sürte sürte ezmek * Azab vermek, eziyet etmek * Hile * Davul * şöhret, nam, ün
DEME f Ateş körüğü
DEMEKMEK Katı, şedid * Çok kuvvetli kimse
DEMENDAN f Cehennem * Ateş, nar
DEMENDE f Saldırıp kükreyen * Üfleyen
DEMES (C: Dimâs) Yumuşak kumlu yer
DEMEŞK (DİMEŞK) Şam şehri * Yürüğen kuvvetli, seri deve
DEMEVÎ Kana dâir, kana mensub ve müteallik * Mc: Asabi, sinirli Kanın çokluğu sebebi ile hâsıl olan mizaç
DEMG Başı, dimağa erişinceye kadar yarmak Dimağa vurmak * Güneşin sıcaklığı dimağa tesir etmek
DEM-GÜZAR f Yaşayan, vakit geçiren
DEMİM(E) Çirkin ve kısa boylu kimse
DEMK Hız Sür´at
DEM-KEŞ f Nefes çeken, soluk çeken * Devamlı öten bir güvercin cinsi * Kaval, ney gibi çalgıları devamlı üfürenler * Bazı kuşların, kübbül gibi uzun uzun ötenleri * Şarap içen
DEM-KEŞİDE f Kafadar, arkadaş
DEML Yeri terslemek * Yara, cerh
DEMLES Kaba, galiz nesne
DEMMA´ Mütekebbir gönüllü, gururlu kimse
DEMNE f Fırın ve ocak bacası
DEMODE Fr Modası geçmiş, kimse kullanmaz hâle gelmiş olan
DEMOKRASİ yun (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır Kanunları kendisi yapar, suçluları kendisi muhakeme eder, idareyi kendisi yürütür Bu usül ancak küçük cemiyetlerde tatbik imkânına sahiptir 2- Yarı vasıtasız hükümet şekli: Halk re´yi ile temsilciler meclisi seçilir Meclisin çıkardığı kanunların tatbik edilebilmesi için halkın re´yine baş vurulması (referandum) şarttır3- Temsil hükümet şekli: Cumhuriyet Halk seçim yolu ile hakimiyet ve iktidarı, belli bir zaman için seçtiği temsilciler meclisine devreder İktidarı halk adına meclisler kullanırDemokrasinin temsil şekli olan cumhuriyetin de üç ayrı tatbik şekli vardır 1- Meclis hükümeti sistemi: Hükümet, meclis iradesiyle teşekkül eder Eğer hükümet meclisin itimadını kaybederse meclis tarafından düşürülür 2- Parlementer hükümet sistemi: Hükümetle, meclis, belli ölçüler içinde birbirine karşı müstakildir 3- Başkanlık hükümeti sistemi: Hükümet başkanını halk seçer Başkan, hükümet üyelerini kendisi tâyin eder ve kendisi azlederDemokrasi, hukuk devletine ve millet ekseriyetinin hakimiyetine dayalı olup kişi veya azınlık hâkimiyetini reddederDemokrasinin temellerine aykırı olmayan herhangi bir inanış ve fikir sahibi olanlar, kendi inanış ve fikrini halka kabul ettirmek için zor kullanmak veya idareyi ele geçirmek için zorlama ve isyana teşebbüs veya açıkça teşvik etmemek şartıyla her türlü inanış ve fikri; neşir, tebliğ ve telkin etmek serbestliğini kabul eden devlet şeklidir
DEMOKRAT Demokrasi taraftarı
DEMOKRATİK Fr Demokrasiye uygun
DEMRAG Çok kırmızı olan
DEMS Örtmek Defnetmek, gömmek
DEM-SAZ f Arkadaş, refik, hem-dem, dost Sırdaş
DEM-SAZÎ f Dostluk, arkadaşlık Sırdaşlık
DEMŞİNAS f Hikmetli davranan, akıllı
DEMUK Sür´atli, seri, hızlı
DEM VURMAK t Bir şeyden gelişigüzel bahsetmek
DEMY Kan, dem
DEN´ Horluk, zelillik
DENA´ Arkanın yumru olması, kamburluk
DENAET Alçaklık, çok fena hareket Zillet, kötü mizac * Asılsızlık, aslı olmamak
DENAET-KÂRÂNE f Alçakçasına, alçakça
DENANİR (Dinar C) Dinarlar
DENASET Kirlilik, paslılık, temiz olmayışlılık
DENASET-İ AHLÂK Ahlâk kirliliği, ahlâksızlık
DENAVET Yakın olmak, yakınlık
DENAYA (Bak: Deniyyât)
DENDANE f Diş tanesi * Çark vesaire dişi
DENDENE f Mırıltı, homurdanma Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz
DENEF İyileşmeyen hastalık
DENEN Bir kişinin belinin bükülüp eğri olması * Kolları çok kısa olmak * Hayvanların ayakları kısa ve göğüsleri yere yakın olması
DENES (C: Ednâs) Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset
DENEY (Bak: Tecrübe)
DENEYCİLİK (Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir Tecrübe görüneni ve müşahhası bize verir Akıl ise, mücerredi, umumiyi, kaide ve prensipleri verir Din ise tecrübe ve akıl ile beraber bunların alanını aşan hakikatleri verir Hakikat, tecrübe ve akılla sınırlı değildir İslâm akla ve tecrübeye yer verir fakat bunların sınırları içinde hapsolmaz Müslüman geniş görüşlüdür, dar görüşlü teorilere bağlı düşünmez
DENG f Hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem * İki katı maddenin tokuşmasından hasıl olan ses * Pergel noktası
DENİ (C: Deniyyât) Soysuz, alçak, ahlâksız * Dünyaya âit, fâni ve geçici * Yakın, karib
DENİ´ Hor, zelil
DENİE Eksik, noksan, nakise
DENİS Kirli, paslı
DENİYYAT (Denâya) (Denî C) Ahlâksızlıklar, aşağılık şeyler
DENİYYE Kaftan düğmesi, elbise düğmesi
DENN (C: Denân) Küp
DEPRESYON Fr Maddi veya manevi çöküntü İç sıkıntısı
DERA f Çan, çıngırak
DERAHİM (Dirhem C) Dirhemler Okkanın dörtyüzde birleri * Akçeler, paralar
DERAHİS Şiddetler
DER-AKAB f Hemen, derhâl, çabuk, arkasından, akabinde
DER-AMED f Gelir
DER-AN f Derhâl, o anda, hemen
DERARE Deyyus Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi
DERARİ f (Dürrî C) Parlak yıldızlar * Renkli şeyler
DERAZ f Uzun, tavil
DERB (Dürb) Bir şeyi âdet edinmek * Dadanmak, alışmak * Haslet, cür´et * Tecrübe etmek * Denemek
DER-BAN f Kapıcı, kapıya bakan
DER-BAR f Ev kapısı
DERBAR-I SAADET-KARAR İstanbul (Osmanlılar devrinde İstanbul hilâfet merkezi olduğu için saadet kapısı diye tavsif edilirdi)
DER-BEDER f Serseri, kapı kapı dolaşan * Dağınık, perişan
DER-BEND f Dağda ve tepede zahmetlerle geçilen yer, dar geçit, boğaz Hudut Kale * Anahtarsız kapı
DER-BENDÇİ Kale veya hudut muhafızı
DER-BEST(E) f Kapalı kapı * Kapanmış susmuş
DERC İçine almak Katmak * Kitaba koymak * Nakışlı kâğıt üzerine yazılan yazı * Hattatın yazılmış kâğıt tomarı
DERCAN f Can içinde
DERCAN ETMEK Can içine almak, hayatını ona vermek
DERÇİN RESMİ Kesilen hayvanlardan alınan bir cins vergi
DERD f Tasa, keder, kaygı * Hastalık, illet
DERD-İ DİL Gönül tasası, gönül gamı
DERD-İ MAİŞET Geçinmek derdi ve zorluğu Maişet derdi
DERD-İ SER Sıkıntı, baş derdi, başağrısı
DERDA f Yazık! Vah vah!
DERDAB Sadâ, ses
DERDAK (C: Derâdik) Küçük çocuklar * Her şeyin küçüğü
DERDAR Servi ağacından bir sınıf
DERD-AŞİNA f Dert görmüş, mihnet görmüş kişi
DERDEBİS Belâ * Zahmet * Boncuk * Yaşlı kişi
DERD-DEST Elde Elde etmek, yakalamak, tutmak Ahz * Yapılmakta ve rüyet edilmekte olan
DERDMEND f Tasalı, kaygılı, dertli
DERDNAK f Dertli, kederli, kaygılı, tasalı
DERDUR Su çevriği, girdab * Derin çukur yer
DEREBEYİ Ortaçağda kendi arazisi içindeki insanlara istedikleri gibi hükmeden, devamlı olarak birbirleriyle savaşan geniş toprak sahiplerinden her biri * Mc: Asi, zorba
DERECAT (Derece C) Dereceler, basamaklar, kademeler, yükseklikler, mertebeler
DERECAT-I KURBİYE Yakınlık dereceleri Allah´a manevi yakınlık mertebeleri
DERECAT-I ŞEMSİYE Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları
DERECE (C: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak * Dairenin bölündüğü dilim 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar * Termometrenin bölündüğü kısımların beheri Mertebe, paye * Miktar, rütbe
DERECE-İ HARARET Isı derecesi
DERECE-İ SÜLLEM Merdiven basamağı
DERECE-İ ŞUHUD İmanı ve mânevi hakikatları, mânevi terakki yoluyla görmek seviyesinde olan iman mertebesi
DERED Ağızda diş olmamak
DEREK Urgan ucuna eklenip, kovanın kulpuna bağlanan ip parçası (urgan suya değmesin diye) * Kiriş uçlarında olan halka (yayın başlarına geçirirler)
DEREKA (C: Deruk) Sığır derisinden yapılan kalkan
DEREKÂT Aşağılık dereceleri En aşağı mertebeler
DEREKE Aşağı inen basamak Aşağı mertebe * Sıfırın altındaki derece Düşüklük
DEREKE-İ MİRKAT Merdivenin en alt basamağı
DEREKÎ Gerileme
DEREM f Akçe, para
DEREM Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi * Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması * Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması
DEREMAN Kişinin adımlarının birbirine yakın olması (O kimseye "dârim" derler)
DEREM-GÜZİN f Sarraf
DEREM-SERA f Para basılan yer
DEREN Kir, vesah
DERENDE f Yırtan, yırtıcı
DERER Kasdetmek
DERES Nişanın belirsiz olması * Kaftanın eskimesi * Evin köhne olması
DERGÂH (Der-geh) f Cenab-ı Hakk´a ibadet edilen yer * Büyük bir huzura girilecek kapı Kapı Padişahların kapısı * Şeyhlerin tekkesi
DERGÂH-I ÂLÎ Padişah kapısı Yüksek dergâh
DERGÂH-I MUALLÂ Büyük kapı * Mc: Saray
DERGİŞ f İzdiham, çok kalabalık * Bir zerdali cinsi
DERH Men etmek, engel olmak
DERHAL f şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden
DER-HAST f Arzu, taleb, istek, dilek * Dilekçe, istida
DER-HATIR Hatırda
DERHEM f Karışık, karmakarışık * Muztarib, sıkıntılı, ıztırab çeken * İncinme
DERHİŞTE f Cömertlik, sehavet
DERHOR f Lâyık, münasib, uygun, yakışır, derhuş, sezâ, şâyeste (Derhurd da denir)
DERHUŞ f Derhor, lâyık, münasip, muvafık, uygun, yakışır, şayeste
DERİ f Farsçanın sahihi, fasih olanı (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır) * Havası hoş ve lâtif Yeşilliği bol olan dağ eteği
DERİÇE f Küçük kapı, oyma kapı Pencere
DERİDE f Yırtık, yırtılmış
DERİR Yürügen davar
DERİS (C: Dirsân) Eski kaftan, eski elbise
DERİYYE Avcıların gizlenip av gözledikleri yer
DERK En aşağı kat, her şeyin dibi Aşağı inen basamak * Anlamak
DERK-İ DEKAİK İnce ve dakik şeyleri iyice kavrama, anlama
DERKAA Kaçmak, firar
DER-KÂR f Mâlum, âşikâre olan * İçinde olan İçte bulunan
DER-KEMİN f Pusu bekleyen, pusuda olan
DER-KENAR Kenarda bulunan, hâşiye Bir sahifenin kenarına çıkarılan yazı
DERKETMEK Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak
DERMA´ Topuğu belli olmayan, şişman kadın * Tavşan * Kırmızı yapraklı bir acı ot
DERMAN f İlâç, tiryak * Çare-i necat, kurtuluş sebebi * Tâkat, güç, kuvvet
DERMANDE (c: Dermândegân) f Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı
DERMEK Çok beyaz olan un * Beyaz ekmek
DERMEYAN (Der-miyân) f Ortada olan şey, arada
DERMEYAN ETMEK Anlatmak, söylemek, iddia ve defi´de bulunmak Beyân İleri sürmek
DERNEK Eğlence için yapılan toplanma * Düğün * Cemiyetler kanununa göre kurulmuş cemiyet
DER-NİYAM f Kınına sokulmuş, kınında, kılıfta
DERPEY f Hemen, ardı sıra
DERPİŞ f Önde olan, göz önünde bulunan
DERR İyi iş İyilik Mahz-ı hayır * Zat, kimse Hod Nefs Bir kimsenin zâtı * Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi
DERRACE Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi * Bisiklet
DERRAK (Derk den) Çok dikkatli olan, çabuk anlayan, anlayışlı, müdrik
DERRAR Yün eğerdikleri iğ
DERS Tenbih, tâlimat, vazife Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife * Akıl
DERS-İ İBRET İbret dersi Göz ve fikir açacak hâdise
DER-SAADET f Saadet kapısı İstanbul´un eski ismi
DERSEC Mercimek
DERS-HAN f Ders okuyan, talebe, öğrenci
DERSHANE f Sınıf, ders verilen yer, ders yeri
DERS-İ AMM Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan * Asistan * Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim
DER-TESBİH Tesbihde, duâda, zikirde
DERUC Hızlı esen rüzgâr, fırtına
DERUHDE f Üstüne almak Kendini vazifeli bilmek * Üzerine alınan iş
DERUN f İç taraf Dâhil * Kalb
DERUNÎ f Gönülden, içten
DERVA(H) f Şaşkın, şaşırmış olan, hayran * Başaşağı asılmış * Lâzım, zaruri, lüzumu olan, gerekli
DERVAH f Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse * Sağlam, metin, muhkem * Doğru, asıl, gerçek * Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat * Ayıp, utanma * Sertlik, kabalık
DERVAZE f Kapı Şehir Şehir kapısı, kale kapısı
DERVÂZE-İ NUŞ $ Mc: Ağız
DERVİŞ f Gayet mütevazi ve kanaatkâr olan * Kimsesiz, fakir * Mâneviyâtla gönlü zengin olan fakir * Mürid veya şeyh
DERVİŞÂN (Derviş C) f Dervişler
DERVİŞÂNE f Dervişe yakışır halde, saflık ve kalenderlikle Müstağni ve fakir bir surette
DERY Bilmek
DERYA f Deniz, bahr
DERYA-YI AHDAR Yeşil deniz * Mc: Sema, gök
DERYA-YI EBYAZ Akdeniz
DERYA-YI ESVED Karadeniz
DERYA-YI UMMAN Açık deniz Umman Denizi Okyanus
DERYAB f Akıllı, anlayışlı, müdrik
DERYA-BEND f Liman * Tersane
DERYAÇE f Göl, küçük deniz
DERYA-MİSAL Deniz gibi çok olan, denizi andıran
DERYAN Bilmek, ilim
DERYA-NEVERD f Denizde dolaşan, denizde gezen
DERYANİYE Hörgücü ikiden fazla olan sığır nevi
DERYA-NUŞ f Çok fazla içki içen
DERYUZ f Dilencilik
DERZEN f İğne
DE´S Yemek
DES´ Def´etmek kovmak * Ağız dolusu kusmak
DES f Eş, eşit, müsâvi, benzer, denk
DE´SA Câriye
DESAİS (Desise C) Vesveseler, desiseler Gizli hileler
DESAİS-İ ŞEYTANİYYE şeytanca desiseler, hileler
DESAK Bir kabın dolduktan sonra taşıp dökülmesi
DESATİR (Düstur C) Düsturlar, kaideler (Desatir-i hikmet, nevamis-i hükümetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac etmezse cumhur-u avamda müsmir olamaz M)
DESATİR-İ ÂLİYE Yüksek ve ulvi düsturlar ve kaideler
DESATİR-İ HİKMET Hikmet düsturları Hikmet ve maslahatın iktiza ettirdiği kaideler
DESÂTİR-İ İLMİYE İlmin düsturları İlmin icab ettirdiği kaideler
DESÂTİR-İ İSLÂMİYE İslâma ait kaide ve düsturlar
DESEM (C: Düsum) Yağ * Uyuz
DESEN Fr Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi * Bir kumaşı süsleyen şekiller
DESFAN (C: Desâfi) Bir şeye tâlip olan kişi
DESİ´ İki omuz arasında boyun battığı yer
DESİA Atâ, bahşiş, hediye * Huy, hulk, tabiat
DESİK Dolu nesne
DESİMETRE Fr Metrenin onda birine eşit uzunluk birimi
DESİS (C: Desâyis) Gizlenmiş, gizli
DESİSE Gizli hile, oyun
DESİSEKÂR f Hileci, hile yapan
DESİSEKÂRÂNE f Hilekârcasına Desise ve hile edene yakışır surette
DESKERE (C: Desâkir) Dağ başında olan harab kale * Küçük köy
DESKERE f Şehir ve kasaba, il ve ilçe * Hasta insan, eşya vs taşımaya yarayan tahta
DESMA Siyah olan nesne
DESMERE (C: Desâmire) Dağ başında olan harap yıkık kale
DESPOT yun Rum piskoposu * Eskiden Bizanslı ve Balkanlı derebeyi
DESR (C: Dusur) Bürünmek, örtünmek * Çok olan mal
DESR Def´etmek, kovmak
DESS Yavaş yağan yağmur * Acıtıcı derecede dövmek * Def´etmek
DESS Gizlenmek * Örtmek
DESSAS Çok aldatıcı, çok desiseci
DESSE Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan
DEST (C: Düsut) Dört bucaklı yastık ve elbise * Hile
DEST f El, yed * Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe * Düstur * Tasallut * İkmâl * Âlî makam Meclisin şerefli yeri
DEST-İ GAYBÎ f Görünmez el, inâyet-i İlâhi * Mc: Allah´ın yardımı
DEST-İ İSTİBDAD İstibdadın verdiği azap, istibdadın eli
DEST-İ RAST Sağ el, sağ taraf
DEST Ü PÂ(Y) El ve ayak
DESTAK Şarabın beyazlığı ve dökülmesi
DEST-ALAY f Bulaşık el, bulaşmış el
DESTAN f (Dest C) Eller * Hikâyeler, masallar * Hile, tezvir, mekir * Meşhur Zâloğlu Rüstem´in babasının nâmı
DESTAR f Sarık, imâme, başa sarılan tülbent
DESTAR-I HÜMAYUN Pâdişah sarığı
DESTARBEND f Sarık saran, sarıklı
DESTAR-ÇE f Mendil
DEST-BE-DEST f Elden ele, el ele * Peşin satış * Birbirine bitişik olan
DEST-BUS f El öpme
DEST-BESTE f El bağlamış, eli bağlı
DEST-BÜRD f Kuvvet, kudret * Üstünlük, zafer, muvaffakiyet
DEST-DİRAZ f El uzatan, zulmeden * Sarkıntılık etme, el uzatma
DESTE f Tutam, bağ, demet, kabza * Muin, mededkâr * Süpürge * Küstah
DESTEC Desti * Kola takılan bilezik
DESTE-ÇUB f Sopa, değnek
DESTE-DAD f El veren, yardım eden
DESTE-DAD-I TESLİM f Teslim elini veren, itaat eden, uyan
DESTEK f Bir şeyin yıkılıp devrilmemesi için, o şeye vurulan payanda, dayanak * Küçük el * Yün ve pamuk gibi şeyleri eğirmeye yarıyan âlet
DEST-ERRE El bıçkısı Testere
DEST-GÂH f İş yeri, tezgâh * İktidar, servet, kuvvet
DEST-GİR f Muavenet Arka olmak Tutucu, yardımcı, muin Zahir
DEST-GÜŞA f Avuç açan el açan
DEST-GÜZAR f İmdada yetişen, yardım eden, yardımcı
DEST-HUŞ f Oyuncak
DESTİ f Testi
DESTİNE f Bilezik, el bileziği
DEST-KEŞ f Gözleri görmeyen bir kimseyi ellerinden tutup dolaştıran * Kazanç Kâr * Yay gibi elde kolaylıkla idare olunabilen şey * Dilenci * Bir işten vazgeçen
DEST-MAL f Elbezi
DEST-MAYE f Sermaye, elde olan şey
DEST-MUZE f Armağan, hediye
DEST-PAK f Fakir, fukara * Mendil * Dindar
DEST-RENC f El emeği El ile yapılan iş * Ücret, kazanç, kâr
DEST-RES f İsteğine ulaşan, elini yetiştiren * Kudret, zenginlik, iktidar
DESTROYER ing Çok sür´atli giden küçük savaş gemisi, torpido muhribi
DEST-SUZE f Nişanlı kız
DESTUR (DÜSTUR) Asıl * Kanun * Vezir-i azam, baş vezir
DESTUR f İzin, müsaade Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz * Allah´ın inayeti
DEST-VANE f Savaşta giyilen demirden yapılmış eldiven * Kadınların kollarına taktıkları süs eşyası, bilezik * Meclisin baş kısmı
DEST-VAR(E) f Çoban değneği Baston * El bileziği * Ele benzer, el gibi, el kadar
DEST-YAR f Yardımcı, muin Arka
DEST-YARÎ f Yardım, muavenet
DEST-ZEN f Tutunma * El uzatma
DEŞİŞE Bulgur
DEŞNE f Hançer
DEŞNE-İ SUBH Tan yeri (Bu tabir, tan yerinin ilkönce hançer şeklinde göründüğünden kinaye olarak denmiştir)
DEŞT f Bozkır, çöl, sahra Kumluk ve nebatsız geniş arazi
DEŞT-İ HAYAT Hayat çölü
DEŞT-İ KIPÇAK Dinyester ile İrtiş arasında bulunan geniş step
DETEKTİF (Bak: Dedektif)
DETERMİNANT Fr Denklemlerin çözümlerini rahatlıkla bulmaya yarayan matematiksel tablo
DEV şeytan, ifrit, cinDE´V : Aldatmak, hud´a
DEVA İlâç, çare Hastalığın iyi olmasına sebeb olan gıda
DEVABB (Dabbe C) Binek hayvanları Hayvanlar * Yürüyenler
DEVAC f Üste örtünecek şey Yorgan
DEVADAR f Devâlı, devâ verici, iyileştiren
DEVAHİ (Dâhiye C) Büyük belâler Afetler Kazâlar * Çok üstün zekâ sahipleri
DEVAHİL (Dâhile C) İçler, batınlar
DEVAHİN (Dâhine C) Duman çıkaran bacalar
DEVAÎ (Devâiye) İlâç cinsinden İlâca âit ve müteallik Devaya dâir
DEVAİ (Dâiye C) Batından, içten gelen bir duyguyu teşvik edici hâlât
DEVAİR (Dâire C) Daireler Resmî işlerin görüldüğü yerler
DEVAİR-İ ASKERİYE Askerî daireler
DEVAİR-İ DEVLET Devlet daireleri
DEVAİR-İ MÜTEDAHİLE İç içe daireler
DEVAİR-İ RESMİYE Resmî daireler
DEVALÜASYON Fr Paranın değerinin düşürülmesi
DEVAM Bir halde bulunma, sürekli olma, daimîlik * Bir işe veya bir memuriyete gidip gelme * Sebat
DEVAN f Hızlı yürüyen, koşan, seğirten
DEVA NA-PEZİR Devâsı bulunmaz hastalık
DEVANİK (Dânık C) Bir dirhemin dörtde birleri
DEVAR Baş dönmesi hastalığı
DEVARİ´ (Dır C) Zırhlar Zırhlılar Zırhlı gemiler
DEVA-SAZ f Çâre bulan, ilâç tertip eden
DEVAT (C: Devâyât) Divit
DEVAVİN (Divân C) Divânlar, eski şairlerin şiirlerini topladıkları kitablar
DEVB Kötü hâl
DEVBEL Bir karar üzere durup büyümeyen küçük eşek
DEVDAT Çocukların oyun oynadığı yer
DEVDERÎ Kısa boylu cariye
DEVENDE f Seyyah Seyahat eden, gezen, dolaşan
DEVERAN Dönüş, dolaşmak Tedavül Yerinde durmamak Devretmek
DEVERAN-I DEM Kan dolaşımı, kan deveranı
DEVERAN-I DÜNYA Dünyanın dönüp devretmesi
DEVF Suda ıslamak * Irak etmek, uzaklaştırmak * Misk ezmek
DEVH Hor, hakir olmak Hor, hakir etmek * Kahretmek
DEVHA (C: Devah-Devâyih) Büyük ağaç
DEVİR (Devr) (C: Edvâr) Nakil Birisinin uhdesinden diğerinin uhdesine geçirmek * Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek Geçmiş dersleri hatırlama * Bir şeyin çevresinde dolaşmak Dönme * Seyahat Bir memleketi dolaşmak * Bir şeyin kendi mihveri üzerinde dönmesi * Aktarma, bir şeyin bir kaptan veya bir yerden diğerine nakli * Bir şeyin diğerine teslimi * Bir bölük veya takım askerin teftiş veya emniyeti muhafaza için dolaşması * Bazı ehl-i tarikatın dönerek ettikleri zikir, sema * Müzikte, her ölçüye verilen isim olup, umumiyetle büyük ölçüler ve peşrevler için kullanılır * Tas: Dünyaya gelme (Nüzul), geldiği yere dönme hali (Uruc) * Dairevî bir hareket Bir şeyin diğer bir şey etrafında dönmesi Dolaşmak * Müddet Zaman Çağ * Bir şeyi başkasına devretmek * Biri birisini icad etmek (Bak: Hudus)
DEVR-İ ÂLEM Dünya seyahati, dünya gezisi, dünyayı gezmek
DEVR-İ BÂTIL Man: Kısır devir Bir hükmü ikinci bir hüküm ile, bunu da birincisi ile isbatlamaya çalışma yolu
DEVR-İ EBVAB Kapı kapı gezip dolaşmak
DEVR-İ FELEK (Bak: Devr-i zaman)
DEVR-İ KASIR (Devre-i kasire) Fiz: Kısa devre
DEVR-İ LÂLE Lâle devri, lâle mevsimi, lâle zamanı
DEVR-İ MİHNET Dünya, cihan, küre-i arz
DEVR-İ SÂBIK Bir önceki hükümet Geçmiş devir
DEVR-İ TEFRİH Kuluçka devri
DEVR-İ TERAKKİ İlerleme devri
DEVR-İ ZAMAN (Devr-i felek) Tali, kader şans
DEVİR DAİRESİ Denizde geminin çeşitli hızla ve muhtelif dümen açısı ile çizdiği dâire
DEVİRLİ Fiz: Müsavi zaman aralıkları ile tekrarlanan hareket Periyodik
DEVİR VE TESELSÜL Davanın delile ve delilin davaya taalluk etmesiyle kaziyenin dönüp dolaşıp yine eski hâline gelerek hallolunamaması
DEVİYE Otsuz sahrâ Otu olmayan çöl
DEVİYY Nerden geldiği anlaşılamayan sesler, gürültüler, patırtılar
DEVK Döğmek * Karışmak
DEVKE (DEVEKE) Karışmak, ihtilât
DEVKES Arslan * Çok adet, çok miktar
DEVLE (DÜVLE) "Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli * İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır)
DEVLET Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet, şahsî teşebbüs ve serbest rekabete dayanan, iktidar ve hâkimiyetin kapitalist sınıfın elinde bulunduğu devlet şeklidir2- Sosyalist ve Komünist Devlet : Şahsî mülkiyeti ortadan kaldıran, yerine işçi sınıfı adına devlet mülkiyetini ikame eden, işçi sınıfı hâkimiyeti namı ile komünist partisi diktatörlüğünü getiren devlet şeklidirBu iki devlet şeklinin iktisad siyasetleri ile siyasî iktidar ve hâkimiyet anlayışları farklı olmakla beraber devlet idaresinde dine yer vermemekte birleşirler3- Faşist Devlet: Menfî milliyet ve unsuriyet fikrini siyasette hâkim kılan, şahsî teşebbüse müsaade eden; fakat devletin vesayeti ve hâkimiyeti altına alan, meslek zümreleri adına iktidar ve hâkimiyeti tek parti ve şefinin eline veren devlet şeklidir4- Teokratik Devlet: Hâkimiyet ve iktidarın, ruhban sınıfının elinde bulunduğu bir devlet şeklidir Daha çok Hristiyan âleminde asırlar boyunca bu devlet şekli cemiyet ve milletlere hükmetmiş, fakat tahrif edilmiş İncil´e sâhib oldukları ve İlâhî iktidar ve hâkimiyet yerine ruhban sınıfının hâkimiyet ve iktidarını ikame ettikleri için, insanın fıtratındaki hakikatı taharri ve hürriyet fikri galebe çalarak bu devlet ve idare şekli Fransız ihtilâliyle yıkılmış, fakat ihtilâlciler ve muakibleri beşeriyeti yeniden ıztırablara dûçar eden kapitalist, sosyalist ve faşist sistemlerden başka birşey getirememişlerdir Çünki hareket ve istinad noktaları beşerî fikir ve ölçüler olup materyalist (maddeci) dünya görüşlerinin zarurî neticesi olarak teavün yerine cidal; hak yerine kuvvet; iktisat yerine ihtiyaçları tezyid ve tahrik ettiklerinden beşeriyetin huzur ve saadetlerini bozdular5- İslâm Devleti: İktidar ve hâkimiyeti milliyet ve unsuriyet, yahut içtimaî sınıflarda veya ruhban sınıfında değil; yalnız Allah´ta kabul eder Halkı veya siyasî temsilcisi olan kişiyi yahut meclisleri, İlâhî iktidar ve hâkimiyetin tatbikçi memurları olarak kabul eder(Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa´ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb´usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i Şer´î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir RN)
DEVLET-İ ÂLİYE Osmanlı İmparatorluğu
DEVLET-ABADÎ f Hindistan´ın Devlet-âbâd şehrinde imal edilen ve güzel san´atlarda kullanılan bir çeşit kâğıt
DEVLETÇİLİK Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi * Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseselerini devlete devretmek fikri (Bunun ifratı fertlere ve millete zulümdür ve dinsizlik rejimi olan komünizme giden bir usuldür)
DEVLETHANE f Ev, köşk, konak
DEVLETLİ (DEVLETLÜ) f Eskiden vezir ve müşir gibi büyük rütbeli kimselere verilen bir ünvan
DEVLETLÜ NECÂBETLÜ Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir
DEVLETLÜ RE´FETLÜ Eskiden seraskerler için kullanılan ünvan
DEVLETLÜ SEMÂHATLÜ Zamanında Şeyh-ül İslâmlara verilen bir ünvan
DEVLETLÜ UTUFETLÜ Vezirlere, müşirlere, padişah damatlarına verilen ünvan
DEVLET-MEAB Devletin saadet ve ihtişamının sığınacağı yer, hükümdar
DEVLET-MEDAR Büyüklük merkezi olan (hükümdar)
DEVLET Ü İKBAL Ulviyet ve iyi tâlih
DEVR (Bak: Devir)
DEVR-İ DİL-ÂRÂ En hoş devir Gönlü hoş eden zaman
DEVR f Casus, hafiye
DEVRAK Şarap ölçeği
DEVRAN Devir, felek, zaman, deveran, dünya
DEVRANÎ Deverana âit ve müteallik
DEVRE (C: Devrât) Dönüş dönme, dönem * Birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi * Elektrik devresi Üzerinden elektrik akımı geçmekte olan bir iletken yolun tamamı
DEVR-HAN f Kur´an-ı Kerim´i devamlı okuyup devreden kişi
DEVRİY (Devriyye) Geceleri gezen kol takımı, gezici karakol * Bülbül, karatavuk, sığırcık ve bu gibi kuşların dahil olduğu sınıf
DEVRİYYE Osmanlı İmparatorluğu devrinde ilmiye sınıfına mahsus bir pâye
DEVS Ziynet etmek, süslemek * Bir şeyi ayağı ile basıp çiğnemek
DEVSERE Büyük, semiz, kuvvetli deve
DEVŞ Fâsid olmak
DEVV Otsuz çöl
DEVVAR Durmayıp dönen, devreden Devredip gezen * Gerdân * Kâbe-i Muazzama´nın bir adı * Haremden alıp beraber tavaf edilen taş
DEVVARE Geo: Daireler çizmeye yarayan bir âlet, pergel
DEYABÜZ İki ırgaçla dokunan bez
DEYACİR (Deycür C) Karanlıklar, zulümatlar
DEYBUB Koğucu, dedikoducu
DEYCUC (C: Deyâcic) Karanlık, zulmet
DEYCUR (C: Deyâcir) Karanlık
DEYDAN Edep * Âdet
DEYDEN Edep * Âdet
DEYDENET Âdet, usul
DEYDENUN Toplamak * Haslet, huy, âdet * Oyun
DEYH (C: Diyeha) Hor ve rezil olmak
DEYKU´ Katı, şedid
DEYLEM Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer * Belâ * Zahmet * Düşman * Türaç kuşunun erkeği * Cemaat * Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler
DEYMAS (C: Deyâmis) Hamam * Alçak zemin
DEYMUM Devamlı, berkarar, zevalsiz
DEYMUMET Daimlik, devam, dâimiyet
DEYMUMÎ Devamlılık, devam, dâimiyet
DEYN Borç Verilmesi lâzım gelen şey * Fık: Zimmetinde sâbit olan şey
DEYN-İ HÂL Huk: Herhangi bir vakte bağlı ve te´hir edilmeyen borç
DEYR (C: Edyâr) Kilise, manastır * Âlem-i insaniyet, insanlık âlemi
DEYRANÎ Manastır adamı
DEYRHANE f Kilise, manastır
DEYSAK (C: Deyâsik) Uzun yol * Beyaz olan şey
DEYSAN Cömertlik
DEYSEM Köpekten olmuş kurt eniği * Sultan böreği denilen kırmızı çiçekli bir ot
DEYSEME İnci
DEYYAN Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren Hâk Teâla Kahhar Hâsib Hâkim Kadir Râi Cenâb-ı Hak
DEYYAR Bir kimse Ehad * Yurt sahibi birisi * Manastır sahibi
DEYYAS Kaba, galiz olan kimse
DEYYUS Derare Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam
DE´Z Boğmak * Bir şeyi doldurmak

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DIA Rahat
DIAME (C: Diam-Deâyim) Evin direği * Ulu, şerif kişi, seyyid
DIAYET Dâvet
DIBABE Yumuşak nesne
DIB´AN (C: Dabâin-Dıbâ) Erkek sırtlan
DIBATR Katı nesne
DI´BİL Belâ * Meşakkat, güçlük
DIBK Bürc dedikleri nesne ki ağaçta biter; yazda ve kışta bitmez * Ağaç posası
DIBNE Gülmek * Maymun sesi
DIDD (C: Ezdad) Mugâyir, aykırı * Düşman * Nazir, misil, benzer
DI´F (C: Ez´âf) Her nesnenin bir misli miktarı
DIFDA´ (C: Defâdı´) Kurbağa
DIFDI´ (DIFDA´) (C: Dafâdi) Kurbağa
DIFFE Irmak ve kuyu kenarı
DIGS (C: Edgas) Yaş ve kuru karışık bir tutam ot * Te´vili sahih olmayan karışık rüya
DIHAM (Dahm C) Kalın ve iri olan şeyler
DIHAS Çok, kesir * Eskimeye yakın olan
DIHH Güneş, şems
DIHK Gülme
DIHK-ÂVER f Güldüren, güldürücü
DIHL Kısa boylu, tıknaz kimse
DIHLE Bir kişinin her işine karışan has adamı
DIHRAC (Dahrece) Yuvarlama
DIHRIS (C: Dehâris) Terzilerin kullandığı tiriz denen cisim
DIHVENNE Habis kimse * Semiz kısa boylu, tıknaz kişi
DIHYE Sahabeden bir zâtın adı (RA)
DI´ÎL Ölüme yakın olan hasta deve * Kurbağa yumurtası
DIÎN Asıl * Maden
DI´ÎS Süngü ile çok vuran kimse
DIKAK Herşeyin ufalmışı, incesi, kırıntısı * Şirden adı verilen bağırsak
DIKÎS Akılsız kadın
DIKK Yufka gibi ince olan şey * Bir nevi sıtma
DIKKA (C: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak * Uzaklaşmış olan şey
DIKRAR (C: Dekârir) Koğucu, dedikoducu * Belâ Zahmet * Yalan söz * Fuhşiyât
DIL´ Karpuz veya kavun dilimi * Tıb: Kaburga kemiği * Geo: Dik kenar Kenar
DIL´-İ KÂZİB Tıb: Göğüs kemiğine dayalı beş adet küçük kaburga kemiği
DILAMİS Yumuşak ve berrak olan şey
DI´LİYE Deve kuşunun dişisi
DIMAD Yara üstüne yapılan yakı ve bağlanan bez
DIMAR Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi * Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal * Sonraya bırakılan vâde Müddeti hudutsuz borç * Gizli
DIMIŞK (Bak: Dimişk)
DIMN Her nesnenin arası * Koltuk
DIMS Duvar temeli
DINA İzdihamlık, kalabalık, çokluk
DINN(E) Bahillik
DINTAR Çok yaşamış kertenkele
DIR´ (C: Dırâ´- Duru´) Cevşen Cenkte, muharebede giyilen zırh
DIRAB Erkek dişiye aşmak * Küçük dağlar
DIRAHŞAN f Parlak Parıldayan Parlaklık Münevver, ziyâdar
DIRAHT f Ağaç Şecer
DIRAK (Daraka C) Deriden mâmul kalkanlar
DIRAM Ateşin alevlenmesi * Ateşin alevi * Odun parçası, tahta parçası (tezcek ateş tutuşup alevlenir)
DIRAR Ziyân yetiştirmek
DIRAZ f Uzun
DIRAZ-DEST f El uzatan El uzunluğu
DIRAZÎ f Uzunluk
DIREFS İpek * Katı, sağlam nesne * Büyük iri yapılı adam * Büyük deve
DIRGA Sıvı, balçık
DIRGAM (C: Darâgım) Arslan, esed, gazanfer, şir, leys, haydar
DIRHAMİ Bir dirhem
DIRR Avret üzerine avret almak, evli iken bir daha evlenmek
DIRRE (C: Direr) Sütün çokluğu * Sütün akanı * Turra * Kırbaç
DIRRİZ Bahil kimse * Kısa boylu, âdi kadın
DIRS Azı dişi * Katı, muhkem yer * Az yağmur * Kötü huy
DIRS (C: Derâsa-Edrâs) Kertenkele, fare ve kedi gibi hayvanların eniği
DIRV(E) Av öğrenmiş olan köpek yavrusu * Dağ ağaçlarından pelit ağacına benzer bir ağaç
DI´S Kum * Kumdan yığılmaş yumuşak tepe
DI´VE Nesep dâvâsı etmek * Yalan dâvâ etmek
DIYA Helak olmak, telef olmak
DIYK (Bak: Dîk)
DI´ZABE Kısa boylu ve eti çok olan kimse
Dİ f Dün, dünkü gün, bugünden bir evvelki gün
DİABE Davet
DİAE Şehadet parmağı
DİAM(ET) Binaya vurulan destek, direk, payanda * İleri gelen, makamca yüksek olan baş başkan, reis, şef
DİBAC (C: Debâbic) Atlas dedikleri kıymetli ipek bez
DİBACE f Mukaddeme, başlangıç, önsöz
DİBAGAT Tabaklama Deriyi kullanılır ve temiz hale koyma işi
DİBARE (C: Dibâr) Bir evlek yer
DİBBÎC Bir, ehad
DİBBÎH Bir, ehad
DİBG Dibâgat etmek Arınıp pâk olmak
DİBL Belâ ve zahmet
DİBR Çokluk
DİBRE Çokluk
DİBS (DİBİS) Pekmez Hurma pekmezi Bal * Çok cemaat
DİBSA´ (DEBSÂ) Dişi çekirge
DİCAC Ummanda yetişen büyük bir dikenli ağacın suyudur ve sabun gibi kiri izâle eder
DİDA´ Devenin şiddetle yelmesi ve sıçraması * Ay sonu
DİDAKTİK yun Mevzuu, hikmet ve nasihattan ibaret olan söz Öğretici
Dİ´DAN Devenin çok yelmesi * Bir şeyi örtmek
DİDAR f Mülâkat, görüş * Görünme * Yüz Çehre * Görüş kuvveti, göz * Açık, meydanda
DİDAR-I HÜRRİYET Hürriyetin güzel yüzü
DİDAR-I PÂK Temiz yüz
DİDE f Göz, ayn, çeşm * Görmek * Gözcü * Göz bebeği * Göz ucu
DİDE-BÂN Gözcü, bekçi, nöbetçi
DİDE-GİRYAN Teessürle ağlayan göz Ağlayarak
DİF (C: Edfâ) Çok hararet * Derin duvar * Deveden gelen fayda, menfaat
DİFAF Hazırlandırmak
DİFL Zakkum ağacı * Katran Zift
DİFLA Ağu ağacı denen ve çok acı olan nesne
DİFNAS Akılsız, ahmak kimse (Müe: Difnes) DİG : f Topraktan yapılmış tencere, çömlek
DİGER f Başka, diğer, öteki
DİGER-BÂR f Başka zaman, başka defa
DİGER-BİN f Başka kişilerin faydaları için fedakârlıkta bulunan kişi
DİGER-GUN f Değişmiş, başkalaşmış, bozuk
DİGER-KÂM f Başkalarını düşünen
DİGER-RUZ f Diğer gün, başka gün
DİH f Köy, karye * On sayısı
DİH f "Veren, verici" mânalarına gelir ve kelimelerle birleşir Meselâ: Ârâm-dih $ : Rahatlık veren
DİH (C: Diha) Hurma salkımı
DİHAK Dolu bardak
DİHAN Kırmızı deri, sahtiyan * (Dühn C) Vücuda sürünülecek yağlar
DİHAT (Dih C) f Köyler, karyeler
DİHÇE f Küçük köy * Çiftçi, köylü
DİHDA Yuvarlamak Döndürmek
DİH-DAR f Köy ağası
DİH-GAN f Ekinci, çiftçi, köylü
DİH-HÜDA f Köy kâhyâsı, köy ağası
DİHI Köyle ilgili, köylü, köye mensub
DİHİM f Taç
DİHİŞ f Verme, veriş, bağışlama, ihsan, atiyye
DİHKAN (DÜHKAN) (C: Dehâkin) Sipâhi * Köy kethüdâsı * Emirlerin tasarrufunda kuvvetli olan, sözü geçen adam * Bezirgân * Acem fellahlarının maslahatgüzarı
DİHLAS Arslan * Yavuz, bahâdır, kahraman, çeri kimse
DİHLİZ (C: Dehâliz) Ev ile kapı arası
DİK Horoz
DİK-ÜL EFRAF Çatal ibikli horoz
DÎK Darlık, sıkıntı Gam Kalbe sıkıntı veren
DÎK-UL ELFAZ İfade zorluğu Gayet ince ve derin ve ruhen hissedilen bazı mânaların ifade edilemeyişi
DÎK-UN NEFES Nefes darlığı
DİKKAT İncelik, dakik oluş Ehemmiyet ve kıymet verme
DİKKAT-İ NAZAR İnceden inceye düşünme ve bakma Bakış inceliği
DİKTA Lât Diktatörlerin davranışları * Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir
DİKTATÖR Fr Mevcut kanunları çiğneyerek, örf ve adalet esaslarına aykırı olarak, devleti keyfine göre idare eden devlet adamı Müstebid
DİKTE Fr Başkası tarafından yazılmak üzere söyleyip yazdırma * Karşı koymayacak olan birisine, aşırı arzu ve isteklerini bildirip kabul ettirme
DİL t Lisan, zeban * Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu * İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi Lügat * Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları * Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası * Mc: Gıybet, mezemmet, dedi-kodu, çekiştirme(İnsanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, fâidelere âlet oluyor Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kat´i bir surette ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zihayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat´iyetinde nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâm-ül Guyub´un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbirşey yoktur diye ilân ederler ş)
DİL f Gönül, kalb, niyet * Cesâret, yürek * Mandıra, ağıl
DİL-İ ÂVÂRE Serseri gönül
DİL-İ DERYA Denizin ortası
DİL-İ DİVANE Divâne gönül, deli gönül
DİL-İ PÜR-ÂTEŞ Ateşli gönül
DİL-İ SUZAN Yanık, ateşli gönül
DİL-İ ŞEB Gecenin ortası, gece yarısı
DİL-İ VİRAN Harap gönül, yıkık gönül
DİL-İ ZÂR Zavallı gönül
DİL-ÂGÂH f Kalbi uyanık Akıllı, bilgili, görgülü Gönül anlar
DİLAHİS Leşker, asker Çeri başı
DİLALET Kılavuzluk etmek * Nazlanma İşve * Üstünlük, galebe
DİL-ÂRÂM f Gönül eğlendirici, kalbe rahatlık veren Gönül okşayan
DİL-ÂRÂ(Y) f Kalbi süsleyen, gönlü zinetlendiren
DİLAS (C: Düles) Hızlı, seri
DİLAS (DELİS) Yumuşak ve berrak olan nesne
DİL-ÂSÂ f Gönlü rahatlandıran, avutan
DİL-ASUDE f Kalbi rahat
DİL-AŞUB f Kalbi sıkan, yüreğe sıkıntı veren, gönle eza veren * Kalbi meftun eden güzel
DİL-ÂVER f Yiğit Cesaretli Yürekli * Gönül alıcı
DİL-ÂVERÂN (Dil-aver C) Dilaverler, yürekliler, yiğitler
DİL-AVİZ f Câzib, çekici, gönle asılan Gönlü asılı tutan, dilber
DİL-AZAD f Gönlü rahat, gönlü bir şeyle ilgili olmıyan
DIL-AZAR f Gönlü inciten, hatır kıran
DİL-AZURDE f İncinmiş Gönlü, kalbi kırılmış
DİL-BAZ f Güzel konuşan Sözü ve işi hoş olan Gönül eğlendiren
DİL-BEND f Gönül bağlıyan, seven
DİL-BER f Gönül alan, kalbi çeken Güzel, dilber
DİL-BESTE f Kalbi bağlı, âşık
DİL-CU(Y) f Gönül çeken, gönül arıyan
DİL-DADE f Gönül vermiş, âşık
DİL-DAR f Kalbi hükmü altında tutan Sevgili, mâşuk
DİLDİL f Iztırab, acı, elem, sıkıntı, azab İnilti
DİLDİL-KÜNÂN İnleyenler, acı çekenler, ıztırab çekenler
DİL-DUZ f Kalbe batan, gönül delen
DİL-DÜZD f Gönül çalan
DİLE f Dil, gönül, kalb yürek * Gönül sahibi
DİL-EFRUZ (Dilfiruz) f Kalbi yakan, gönül parlatıcı
DİLEKÇE (Bak: İstida)
DİL-FERAH f Sevinçli, gönlü rahat
DİL-FİGAR f Gönlü yaralı, âşık
DİL-FİRİB f Gönlü aldatan, câzibeli
DİL-GERM f Öfkelenmiş hiddetlenmiş, gönlü kızmış
DİL-GİR f Kalbe sıkıntı veren gönül tutan * Gücenmiş olan, kırgın
DİL-GÜŞA f İç açan, gönül açan, kalbe ferah veren * Türk musikisinde bir mürekkeb makam
DİL-HAH f Gönül talebi, gönül arzusu
DİL-HARAB f Gönlü yıkılmış, gönlü kırılmış
DİLHAS (DÜLÂHİS) Arslan Çeri kimse
DİL-HIRAŞ f Yürek parçalıyan, tırmalıyan
DİL-HUN f Kalbi yaralı, yüreği kanlı Mükedder, mağmum
DİL-HURREM f Neş´eli, gönlü sevinçli
DİL-HUŞ f Yüreği rahat, gönlü hoş
DİLİR (C: Dilirân ) Bahadır, cesur, cesaretli, yiğit, yürekli
DİLİRÂN (Dilir C) Bahadırlar, cesurlar, cesaretliler, yiğitler, yürekliler
DİLİRÂNE f Mertçesine, yiğitçesine, bahadırcasına
DİLİRÎ f Mertlik, yiğitlik, yüreklilik
DİL-KEŞ f Gönlü çeken, kalbi cezbedici
DİL-KUB f Gönül zedeliyen, vuran
DİL-MÜRDE f Duygusuz, kalbi ölmüş
DİL-NİŞİN fGönlüde yer tutan Lâtif, hoş
DİL-NÜVAZ Gönül okşayan
DİL-RİŞ f Dertli, kalbi yaralı, gönlü yaralı
DİL-RÜBA f Gönül alan, gönül kapan
DİL-SAZ f Gönül yapan
DİL-SİR f Gözü gönlü tok
DİL-SİTAN f Gönül alan
DİL-SUZ Gönül yakan
DİL-ŞAD f Sevinmiş Kalbi hoş olmuş
DİL-ŞİKAF f Yürekleri delen, çok acıklı, dokunaklı
DİL-ŞİKEN f Can sıkıcı, kalb kırıcı
DİL-ŞİKESTE f Kalbi kırık, gönlü kırılmış olan
DİL-ŞÜDE f Gönlü gitmiş Âşık
DİL-ŞÜKÜFTE f Gönlü açılmış, ferahlamış
DİL-TENG f Sıkıntılı, kederli, gönlü darda olan
DİL-TENGÎ f Gönlü darlığı, iç sıkıntısı
DİL-TEŞNE f Kalbi susamış Gönlü çok istekli, çok özlemiş
DİLÜVİYUM Jeo: Nehirlerin en eski alüvyonlarına verilen isim
DİM f Yüz, yanak, çehre, surat
DİMA´ Göz yaşı akan yerlerin izi
DİMA´ (Dem C) Kanlar
DİMA f (Bak: Demâ)
DİMAĞ Beyin Kafanın içi (Bak: Kalb)(Dimağda merâtib var birbiriyle mültebis ahkâmları muhtelif Evvel tahayyül olur sonra tasavvur gelirSonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz´an oluyor, sonra gelir iltizam sonra itikad gelirİtikadın başkadır, iltizamın başkadır Herbirinden çıkar bir hâlet; salâbet itikaddanTaassub iltizamdan, imtisal iz´andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurdaTahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedirBâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâliS)
DİMAM Çocukların yüzlerine sürülen ilâç * Sevap
DİMAR Helâk, mahv
DİMASE Yumuşak * Asanlık, kolaylık
DİME (C: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur
DİMEN Süprüntülükler Mezbele Gübre Fışkı
DİMİŞK Şam şehri Suriye´nin başkenti
DİMİŞKÎ Şam şehriyle alâkalı Şam´a ait ve müteallik * Şam´da yapılan ve güzel san´atlarda kullanılan bir nevi kâğıt
DİMKİS İbrişim
DİMMET Deve ve koyun tersi
DİMN Deve ve koyun tersi* Selin getirdiği çörçöp
DİMNE f Tilki
DİMNE (C: Dimen) Ters * Duvar temeli * Kin, düşmanlık * Süprüntülük
DİN Ceza, ivaz * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey´et-i mecmuasıdır Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır Milletin birlik ve dirliği bozulur * Cenab-ı Hakk´ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat * Millet * Âdet, hâl, siyaset * Hesab * Kahr, galebe, istilâ * Mâlik olmak Aziz olmak * İtaat etme Verâ, takvâ Mâsiyet ve ikrah ve hizmet * Hüküm, kazâ ve ihsân * Bir şeyi âdet eylemek, de´b * Siret ve tarikat * Tedbir ve tevhid * Melik, mülk * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam
DİN-İ FERİD Tek ve benzersiz olan hak din İslâm dini(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî´nin (ASM) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te´min etmesidir Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor Hem Muhammed´in (ASM) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (ASM) insaniyetin halâskârıdır Ve halâskârlık namı, O´na verilmek lâzımdır" M)
DİN (Dyne) Fr Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü
DİNAK İri gövdeli, şişman kadın
DİNAMİK yun Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan Hareketle birlikte te´sirli kuvveti de olan
DİNAMO yun Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet
DİNAN Küpler
DİNAR Lât Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para
DİNDAR f Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin
DİNDARANE Dindar bir kimseye yakışacak tarzda
DİNEN Din bakımından, diyanet noktasından, dince
DİNKAS İfsad etmek, bozmak
DİNNABE Kısa boylu kimse
DİNNAME Kısa boylu
DİNNEME Kısa boylu
DİNPERVER f Sağlam dindar, dine hizmet eden Salabet-i diniye sâhibi
DİNYA Emmi oğlu, amca oğlu
DİPLOMAT yun Memleket hakkında siyasi söz sâhibi Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı * Becerikli, söz söyliyebilen
DİR´ Zırh, demirden gömlek * Kadın gömleği
DİRAHŞ f Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık
DİRAHŞAN f Parlıyan, parlak
DİRAHŞENDE f Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan
DİRAHT f Ağaç Şecer
DİRAHT-I MEYVEDÂR Meyve veren, yemişli ağaç
DİRAK Tâbi olmaklık, itaat etmeklik
DİRAN (Dâr C) Evler, hâneler
DİRASE Kitab okumak * Elbiseyi eskitmek * Gizli yol * Harmanda buğday döğmek * Uyuz olan deveyi katranlamak
DİRAYET Zekâ, bilgi Kuvvetli tecrübe sahibi olmak * Fetanet Temkin ve tecrübeye dayanan akıl
DİRAYETKÂR f Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı
DİRAYETLİ Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı
DİR-BAZ f Uzun zaman, uzun müddet, uzun
DİRDİH Yaşlı, pir, ihtiyar kişi
DİRDİM Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve
DİREFŞ f Alem, bayrak, sancak
DİREKTİF Fr Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi Talimat, emir Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir
DİREKTUVAR Fr Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon´un yerine geçen idare şekli
DİREM (Dirhem) f Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü Şimdiki üç gram ağırlık Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır Şer´an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para Akça
DİREM-SERA f Darbhâne, para basılan yer
DİRENG f Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur * Dinlenme, karar, istirahat, aram
DİREV f Ekin biçme, hasat
DİREV-GER f Ekin biçen, orakçı
DİRHA Süngü ile oynadıkları halka
DİRHAM (C: Derâhim) Kuruş
DİRHEM (Bak: Direm)
DİRHEVS Katı, şiddetli nesne, şedid
DİRİĞ f Men´etmek, korumak, esirgemek * Eyvâh, yazık
DİRİGA f Yazık, eyvahlar olsun!
DİRİN(E) f Eski, kadim
DİRİTNOT (Diritnavt) ing Büyük harp gemisi
DİRKİTE Acem diyarında bir oyun adıdır (Bir yere gelip raks ederler)
DİRVAS Büyük deve * Boynu kalın olan adam * Arslan * Köpek ve devenin sütü
DİRYAK Tiryâk, ilâç
DİRZ (C: Duruz) Dünya nimetleri * Lezzet
DİSAM Şişe ağzına konulan tıpa * Yaraya bağlanan bez * Kulak içine sokulan şey * Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç
DİSAR (C: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise * Yatak çarşafı * Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır
MERHAMET-DİSAR Çok merhametli, acıma hissi fazla olan
DİSAR (C: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar
DİSE f Kişi, şahıs, zât, fert
DİSİPLİN Fr Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar * Nizam ve intizam te´mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye
DİSKALİFİYE Fr Müsabaka dışı bırakılmış
Dİ-ŞEB Dün gece
DİV f Dev * İblis, şeytan * Cinn, ifrit
DİVAN Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap * Büyük meclis Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer
DİVAN-I AHKÂM-I ADLİYE Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi
DİVAN-I ÂLÎ Yüce divân
DİVAN-I DEÂVÎ NEZARETİ Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti´nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır
DİVAN-I EŞ´ÂR Şiirler divanı, şiirler kitabı
DİVAN-I HARP Harp divanı Yüksek rütbeli askerlerin harp mes´eleleri veya harp suçluları hakkında işler için toplandıkları meclis
DİVAN-I HÜMÂYUN f Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu
DİVAN-I İLÂHÎ Âhiretteki hesap günü Haşirde muhasebe günü
DİVAN-I NÜBÜVVET Peygamberler cemaati, peygamberler meclisi
DİVANÇE f Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası
DİVAN DURMAK Huzurda hazır olarak beklemek
DİVANE f Deli Aklı başında olmayan
DİVANE-GÎ f Delilik, divânelik
DİVANE-REV f Çılgın, delicesine davranan
DİVANHANE f Odalar arasındaki büyük salon Büyük ev Divan kurulacak büyük oda Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon
DİVAR f Duvar
DİVÂR-GER f Duvarcı
DİV-BAD f Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına * Divanelik, delilik, cinnet
DİV-BEÇE f Deve yavrusu
DİV-CAME f Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi
DİV-ÇE f Sülük * Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti * Ağaç kurdu, güve * Arka kaşağısı
DİVE f İpek böceği
DİVEK f Ağaç kurdu, güve
DİVER f Ev sahibi
DİVİT Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza
DİYAF Bir mevzi
DİYANET Dindarlık Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki Din işleri
DİYAR (Dâr C) Memleket
DİYAR-I ÂHAR Başka, diğer memleket
DİYAR-I GURBET f Gurbet diyarı Yabancı memleket
DİYAR-I KÜFR İslâm ülkelerinden hariç olan memleketler
DİYAR-I RUM f Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu
DİYAS(E) Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek * Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak
DİYAT (Diyet C) Diyetler (Bak: Diyet)
DİYEKE (Dîk C) Dîkler, horozlar
DİYER (Dâr C) Dârlar, hâneler, evler
DİYET Kan bedeli Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer´an hükmolunan para veya mal Can pahası * Para, değer Kıymet
DİYET-İ KÂMİLE Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir
DİYET Tar: Almanya´yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim
DİZ f Kal´a, sur
DİZ(E) f Levn, renk
DİZA Noksanlaştırmak * Eziyet vermek * Ezâ etmek * Hor ve hakir etmek
DİZÇEK Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh
DİZDAR f Kale muhafızı, kale ağası

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DOĞA (Bak: Tabiat)
DOĞA ÖTESİ (Bak: Metafizik)
DOĞMA yun Fikir, rey * Fls: Kat´i olarak ileri sürülen fikir
DOĞMATİZM (Bak: Nassiye)
DOK ing Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz * Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo
DOKTRİN yun Hatt-ı hareket Hareket tarzı Düstur, tarik Re´y * Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü
DOLAP (C: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine * Her çeşit döner çark, çıkrık * İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz * Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmezlerdi * İşlerin idaresi * Mc: Hile, hile ile iş görme
DOLUNAY t Ayın yuvarlağına karşı gelen yarım küre yüzeyinin tamamıyla aydınlık görünmesi hâli Ayın 14 veya 15 nci günleri * Bedir
DOMANİÇ Kambur Tümsekli, fırlak
DOMİNYON ing Büyük Britanya İmparatorluğu´nun, anavatanla aynı hakları olan deniz aşırı parçalarından beherine verilen isim
DOST (C: Dostân) f Sevilen insan, muhib, yâr * Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube * Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah
DOSTAN (Dost C) Dostlar
DOSTANE f Dostça, dostlukla
DOSTÎ f Dostluk
DOZ Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı * Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı * Ölçü, miktar
DÖNÜM 919 m2 lik eski bir arazi ölçüsü
DÖVİZ Fr Yabancı devlet parası * Yabancı ülkelerde ecnebi paralarla ödenecek olan poliçe, çek gibi senetler
DRAM yun Korkunç ve kanlı tiyatro piyesi * Müthiş bir vakıa Musibet, felâket Heyecan uyandıran hâdise veya hareket
DRAMATİK yun Drama benzer Heyecan verici, acıklı * Temsil yapılmak üzere yazılan heyecan verici veya acıklı tiyatro eseri Acıklı olanına Trajedi, gülünç olanına da Komedi denir
DU´ (C: Ezvâ-Zayân) Erkek baykuş
DUA Allah´a (CC) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru * Salât, namaz * Cenab-ı Hak´tan hayır ve rahmet dilemek Allah´ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak * Peygamber´e (ASM) salavat getirmek * Birisini çağırmak * Birisini bir şeye sevketmek * Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek * Söz, kelâm * Okumak( Duâ ubudiyyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir Çünkü, duâ eden adam duâsı ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir; en uzak maksadlarımı yapabilir; benim her halimi görür, sesimi işitir Öyle ise, bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor, bütün o şeyleri O yapıyor ki en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorumDuânın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: "Duâ eden adam bilir ki; birisi var ki, onun sesini dinler; derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder; Onun kudret eli her şeye yetişir Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim Zât var; ona bakar, ünsiyet verir M)(Duâ-yı kavli-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahud daha evlâsı verilirMeselâ: Birisi kendine bir erkek evlâd ister Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor "Duâsı kabul olunmadı" denilmez "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir Hem bâzan kendi dünyasının saâdeti için duâ eder Duâsı âhiret için kabul olunur "Duâsı reddedildi" denilmez Belki, "Daha enfa bir sûrette kabul edildi" denilir Ve hâkezâ Mâdem Cenâb-ı Hak Hakim´dir, biz ondan isteriz, o da bize cevap verir Fakat hikmetine göre bizimle muamele der Hasta tabibin hikmetini ittiham etmemeli Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir "Tabib beni dinlemedi" denilmez Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi M) (Mü´minin mü´mine en iyi duâsı nasıl olmalıdır Elcevap : Esbâb-ı kabul dairesinde olmalı Çünkü, bâzı şerait dahilinde duâ makbul olur, şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir Ezcümle: Duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevi temizlenmeli: sonra makbul bir duâ olan Salâvat-ı Şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine Salâvat getirmeli Çünkü, iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur Hem $ yâni "Gıyaben ona duâ etmek"; hem hadiste ve Kur´an´da gelen me´sur duâlarla duâ etmek Meselâ: $ $ gibi câmi duâlarla duâ etmek, hem hulus ve huşu ve huzur-u kalb ile duâ etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki-i mübârekede, hususan mescidlerde, hem cum´ada, hususan saat-i icabede, hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem Ramazan´da, hususan leyle-i Kadir´de duâ etmek kabule karin olması rahmet-i İlâhiye´den kaviyyen me´muldür O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur Demek aynı maksad yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir M)(Dördüncü nevi ki; en meşhurudurBizim duamızdır Bu da iki kısımdır: Biri, fiilî ve hâlî; diğeri, kalbî ve kalîdir Meselâ: Esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenab-ı Hak´tan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır Hattâ çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır Bu nevi dua-yı fiilî, Cevad-ı Mutlak´ın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır İkinci kısım: lisan ile, kalb ile dua etmektir Eli yetişmediği bir kısım metalibi istemektir Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi, şudur ki: "Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hatırât-ı kalbini işitir, herşey´e eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir Aczine merhamet eder, fakrına medet eder"İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Duâ gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma Ona yapış âlâ-yı illiyyin-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını, kendi duan içine al Bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi $ de Kâinatın güzel bir takvimi ol! S)
DUÂ-YI HAYR Hâyırlı dua, hayır isteyen dua
DUÂ-YI FİİLÎ Fiil ile yapılan dua Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak
DUÂ-YI KAVLÎ Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır
DUÂ-YI MÜSTECAB Kabul olunan dua
DUÂGÛ (Duâhân) f Duâ okuyan Duâ eden
DUAT (Dâî C) Duâ edenler Allah´a yalvaranlar * Dâvet edenler
DUBAN Duman
DUBU´ Yapışmak
DU´CE Gözün büyük ve siyah olması
DUCRET Sıkıntı, gönül darlığı, zahmet Zaruret
DUCRET-VER f Sıkıntılı
DÛÇAR f Yakalanmış Çatmış Mübtelâ * Ulaşmış
DUD f Duman, sis Tütün * Elem, gam, keder, tasa
DUD Kurt, böcek
DUD-İ HARİR İpek böceği
DUD-ALUD f Dumanlı
DUDE f Kavim, kabile, aşiret, ocak, aile * İs´inden mürekkeb yapılan çıra
DUDE Kurtcağız, küçük solucan, böcek
DÛD-HÂNE f Kabile, silsile, hânedan, soysop
DUDHAR f Kelebek * Aşçı, yemek pişiren kimse * Külhancı
DUDMAN f Hanedân, sülâle, akarib, aile, kabile, kavim, aşiret
DUDU Hanım, kadın, hatun
DUDU (Tuti) Dudu kuşu, papağan
DUG f Ayran
DUGA Akılsız kadın
DUGA´ Kedi miyavlaması * Tilki sesi * Zelil, hakaret görmüş kimsenin sesi
DUGAB Tavşan sesi
DUGAGA Ahmak, akılsız kişi
DUGATA Eğri bir ağaç cinsi
DUGD f Gelin, yeni evlenmiş kız
DUGMERAN Kara, esved
DUGMUS (C: Degâmis) Rengi siyaha yakın küçük bir su canavarı
DUGN Karanlık, zulmet
DUGTA şiddet * Meşakkat, zorluk
DUH f Kız, kerime, duhter * Havai fişek * Hasır otu, hasır sazı
DUH f Çorak, otsuz ve çıplak arazi * Tüysüz, çıplak yüz ve baş Köse ve dazlak * Yapraksız ve meyvasız ağaç * Hasırotu
DUHA Kuşluk vakti * Güneş * Vuzuh ve beyan * Kur´ân-ı Kerim´in 93 Suresinin adı Vedduhâ da denir
DUHALA (Dahil C) Yabancılar Muhacirler Sığınanlar Dahilde olanlar
DUHAN Duman Tütün * Kur´an-ı Kerim´in 44 suresinin adı * Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler * Kıtlık ve kuraklık
DUHAN-I ATEŞ Ateşin dumanı
DUHAN-I MÜBİN Aşikâre duman (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za´fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür Bir de Arab, galib olan şerre, duhan tesmiye eder Nitekim dumanlı hava tâbirini biz de kullanırız) (ET)
DUHAS Denizlerde çok olan büyük bir canavar (Arkasıyla, boğulan kimselere yardım edip kurtarır, "dülfin" de derler)
DUHH Tütün
DUHL (C: Dehâhil) Ufak kuşlar
DUHMESAN Kara yağız, iri yapılı adam * Akılsız adam
DUHN Darı
DUHNE Tohum tânesi, tek tâne * Darı
DUHRUCE (C: Dehâric) Yellengen böceğinin yuvarladığı ters * Deve kuşunun yavrusu
DUHSEMAN Kara yağız, iri vücutlu adam
DUHT f Kız, kerime
DUHTE f Sağılmış * İğne ile dikilmiş
DUHT-ENDER f Üvey kız * Eskiden kadın esirlerinin bir cinsi
DUHTER f Kız
DUHTER-İ HİNDÎ Hindistanlı kız
DUHTERE f Bekârlık, kızlık
DUHTERÎ f Kızlık, bekârlık
DUHUK Doğurduktan sonra rahmi çıkan dişi deve
DUHUL İçeri girme İçeri dahil oluş
DUHUL-İ MUZAFFERÂNE Muzafferce giriş
DUHUL Ü HURUC İçeri girip çıkma
DUHULİYE Eskiden, satılmak üzere şehir ve kasabalara getirilen her cins ticaret malından alınan vergi * Bir yere girmek için verilen para
DUHUR Def´etme, çıkarma, kovma, uzaklaştırma
DUHUR Zillet, zelillik, hakirlik, aşağılık Adilik
DUHUS Bâtıl olmak
DUHYE Kuşluk vakti kesilen kurban
DU´K Zayıf adam
DUKA Eskiden Avrupa´ca pek yüksek bir asalet ünvanı idi
DUKAK (C: Dekâyık) İnce nesne * Un * Zor, güç
DULL HelakDUM $ (Devâm) : Sâbit ve sâkin olmak
DU´MA Ulu yol
DUMR Zayıflık * Hafiflik
DUMU´ (Dem´ C) Göz yaşları
DUMUR Bir uzvun maddi veya mânevi kabiliyetinin körelmesi Gıdasızlıktan dolayı bir uzvun kuruyup kalması Helâk Körelmek * Bir yere izinsiz gitmek
DUMUR Büyüyüp gelişememek Zayıflıktan, hayvanların karnının içeri çökmesi
DU´MUS (C: Deâmis) Rengi siyaha benzer bir küçük su canavarı
DUMUZ Susma, sükut
DÛN Aşağı, alçak Kolay Zayıf Gölgeli Aşağılık Altta, aşağıda
DÛN Gayrı, diğer, maadâ
DUNAK Nezle
DUNE Hastalık
DUNEHU HART-ÜL KATAT "Elini dikenli ağaç üzerine çekmek, ondan daha kolay" meâlinde bir tabirdir
DUN-HİMMET Gayretsizlik, himmetsizlik (Bak: Himmet)
DÛN-PERVER f Kötü kimseleri koruyan, alçak kişileri muhafaza edip onların ilerlemelerine yardımcı olan
DURA-DUR f Uzaktan uzağa Uzak uzak Uzun uzadıya
DURAH Gökte melâike kâbesi olan beyt-il mâmur
DURAT Yellenme
DUR-BAŞ f "Uzak ol!" anlamına gelen bir emir * Değnek, sopa, âsa
DURBE Âdet, haslet * Cür´et * Tecrübe
DUR-BİN f Uzak gören Uzağı gösteren âlet
DUR-BİNÎ f İlerisini görürlük, uzağı görmeklik
DURC İçine inci ve altın konulan küçük hokka
DUR-DEST f Ulaşılması zor şey, erişilmesi güç şey Uzak, uzun
DURE Hakir ve şânı küçük olan adam
DUR-ENDİŞ f Önceden görüp düşünen Tedbirli Her şeyin ilerisini evvelden mülâhaza eden İlerisini düşünen
DURÎ f Uzaklık
DURİT Kovmak, def etmek
DUR-NÜMA(Y) f Uzağı gösteren
DUR-NÜVİS f Uzağı yazan Telgraf
DURR Zayıflık Hâli yaramaz olmak
DURRE (C: Dür-Dürrât-Dürer) İnci
DURU´ (Dır C) Savaşda giyilen zırhlar, cevşenler, çelik elbiseler
DURU´ Uzak, ırak, baid
DURUB (Darb C) Döğmeler, vurmalar, darblar
DURUB-U EMSAL Meşhur sözler Darb-ı meseller Ata sözleri
DURUS Kuyu örülen taş
DUR Ü DİRAZ Uzun uzadıya
DÛŞ f Omuz Ketif * Dün gece * Âlem-i menâm, rüya âlemi * Mütesadif ve mütelâki olan
DÛŞ AZMAK Rüyâda iken kirlenmek, ihtilâm olmak
DUŞAB f Hurma ve üzüm pekmezi Pekmez
DUŞİZE (C: Duşizegân) f Kız, bâkire El değmemiş
DU´ŞUKA Bir böcek cinsidir ve sahrâlarda olur
DUUD(E) Nezle olmak
DUVA Baykuş sesi
DUZ f Dikici, diken, dikmiş
ÇUVAL-DUZ Çuval dikmeye yarayan iğne
DUZAH f Cehennem Tamu * Mc: Keder Külfet
DUZAHÎ f Cehennem´e mahsus, cehennemî, zebani
DUZAH-MEKÂN f Makamı Cehennem olan kâfir, münâfık
DUZENE f Sivrisinek, arı gibi haşeratın iğnesi

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi



D Harfi

DÜ-ÂLEM İki dünya Dünya ve âhiret
DÜ-BÂLÂ f İki kat
DÜ-RU İki yüzlü
DÜABE Lâtife etme, şaka yapmak * Oyun
DÜBAR Çarşamba günü
DÜBAR(E) f İki kat, çift kat, kat kat, katmerleşme
DÜBB Ayı
DÜBB-Ü ASGAR Küçük ayı denen ve Kutup yıldızı etrafında devreden yedi tanelik yıldız kümesi
DÜBB-Ü EKBER Büyük ayı tâbir edilen, kutup yıldızı ile beraber etrafındaki yedi yıldız
DÜBBA´ Kabak
DÜBBE Yol, tarik
DÜBEYT f İki beyitten müteşekkil rübainin diğer ismi
DÜBLE Beyaz helva parçası * Büyük lokma
DÜBR (Dübür) Kıç, mak´ad, süfre * Bir işin nihayeti, sonu * Bir şeyin arkası, gerisi
DÜBSE Siyaha benzeyen kırmızılık
DÜBSİYY Kumruya benzer bir kuş
DÜ´BUB Zayıf nesne * Çirkin huylu, kısa boylu kimse * Kolay yol * Uzun at * Karınca nevinden bir nev * Hububattan bir cins
DÜBUL Su arkı
DÜ´BUS Ahmak
DÜCA Zulmet, karanlık
DÜCAC Galebe ile çağrışmak * İnlemek * Aldatmak, kandırmak
DÜCACE (Bak: Decace)
DÜCALE Katran
DÜCCE Fazla karanlık, ziyade zulmet
DÜCCE-İ LÜCCE Denizin engin karanlığı
DÜCİ (Dücye C) Karanlıklar, zulümat
DÜ-CİHAN İki cihan Dünya ve âhiret
DÜCME Karanlık, zulmet
DÜCNE (C: Dücen-Dücenât) Kapalı hava, karanlık
DÜCUN Bulutun göğü bürüyüp örtmesi
DÜCÜC (Decâc C) Tavuklar Tavuk, horoz ve piliç cinsleri
DÜCÜNNE (C: Dücünnât) Bulut kat kat olma * Karanlık, zulmet * Yağmur yağma
DÜCYE (C: Dücâ) Bal arısının kovanı * Avcılar kümesi * Zulmet, karanlık
DÜDEN Coğ: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu
DÜ-DİDE f İki göz
DÜ-DİLÎ f Tereddüt, kararsızlık, neticeye varamamak
DÜELLO İtl Hakareti tamir için iki kişi arasında hususan Avrupa´da ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma
DÜF (C: Düfuf) Def
DÜF´A (C: Difâ) Çok çabuk akan su
DÜFAK Bir şeyin dolu olması
DÜFFA´ Büyük sel
DÜFN Gömülmüş kuyu
DÜFUK Atılmak * Dökülmek
DÜ-GANE f İki adet, iki tane, ikiz Çift
DÜ-GİTİ f İki âlem Dünya ve âhiret
DÜHAT Akıllılar Akılda çok ileri olanlar Dehâ sâhibi Son derece anlayışlı ve zekâ sahibi olanlar
DÜHDÜN Bâtıl nesne
DÜHDÜR Bâtıl nesne
DÜHME Siyahlık, karalık
DÜHN Ot, yemiş veya çiçekten çıkarılan yağ
DÜHRİYY Yaşlı, ihtiyar, müsinn
DÜHÛR Devirler, zamanlar Dünyalar
DÜHÜL f Davul
DÜKA´ Deve öksürüğü
DÜKAS Uyuklamak
DÜKNE Siyâha benzer bir renk
DÜLAKE Davar emziğinde kalan süt bakiyesi
DÜLBE (C: Düleb) Çınar ağacı
DÜLBENT f Tülbent
DÜLCE (Delce) Gece vakti bir yere gitmek
DÜLDÜL Fahr-i Kâinat (ASM) Efendimize mahsus bir katır ki, sonradan Hz Ali (RA) Efendimize bahş buyurulmuştur
DÜLFİN Denize düşenlere yardım edip, onları kurtaran bir balık
DÜLKE Küçük bir canavar
DÜLU´ Huruç etmek, çıkmak
DÜLUK Batma, güneş batması
DÜLUK-UŞ ŞEMS Güneşin batışı
DÜ´LUL (C: Dâlil) Belâ, zahmet, dâhiye
DÜM f Kuyruk
DÜMA (Dümye C) Suretler Küçük putçuklar
DÜMA´ Hastalık veya ihtiyarlık sebebiyle gözden akan yaş * Bahar günlerinde üzüm çubuğundan akan su
DÜMAC Çok sağlam nesne * Gizli örtülü olan şey
DÜMAN Yemişin çürüklü olması * Ekine su düşüp, kesilmek
DÜMASİR (Demser) İnişi yumuşak olan yer * Etli, büyük deve
DÜM-BÜRİDE f Kuyruğu kesik
DÜM-ÇE f Kısa kuyruk, kuyrukçuk
DÜMDAR f Askerlikte arttaki emniyeti te´minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik Ordunun geriden emniyet kuvveti * Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah
DÜMEL (DÜMMEL) Tıb: Büyük kan çıbanı
DÜMLUK Yassı, yuvarlak taş
DÜMLUS Berrak, yumuşak nesne
DÜMLÜC Doğan kuşu * Kan alacak yer
DÜMME Arap oyunlarından bir oyun ismi * Yol, tarik
DÜMU´ (Dem´ C) Gözyaşları
DÜMUK Ansızın duhul etmek, birdenbire girmek
DÜMUR Destursuz olarak eve girmek
DÜMUS Geceleyin çok karanlık olmak
DÜ-MUY f Saçına sakalına kır düşmüş adam
DÜMYE (C: Dümâ) Oyun * Ağaçtan yapılmış nakışlı suret Sanem
DÜNB(E) f Kuyruk
DÜNBAL(E) f Kuyruk
DÜNBEK f Bekçi davulu * Dümbelek
DÜ-NİM(E) f İki parça, ikiye yarılmış, bölünmüş ikiye ayrılmış
DÜNU´ Horluk, hakirlik
DÜNÜVV Ulaşmak, yakın olmak
DÜNYA (Müz: Ednâ) (Denâet veya dünüvv den) En yakın, en aşağı * Şimdiki âlemimiz (Ahirete veya ölüme en yakın olmasından bu isim verilmiştir) (Dünyâ, âhiretin tarlasıdır Bir kitab-ı Samedanîdir Hem bir mezraadır Hem birbiri arkasında dâim gelen geçen âyineler mecmuasıdır Hem seyyar bir ticaretgâhtır Hem muvakkat bir seyrangâhtır Hem bir misafirhânedir)(Ehl-i dalâletin vekili der ki, ehadisinizde dünya tel´in edilmiş "Cife" ismiyle yâdedilmiş Hem bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat, dünyayı tahkir ediyorlar "Fenadır, pistir" diyorlar Halbuki: Sen bütün kemalât-ı İlâhiyyeye medar ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkane ondan bahsediyorsun Elcevap : Dünyanın üç yüzü var: Birinci Yüzü : Cenab-ı Hakk´ın esmâsına bakar Onların nukuşunu gösterir Mâna-yı harfiyle, onlara ayinedarlık eder Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedaniyyedir Bu yüzü gayet güzeldir Nefrete değil, aşka lâyıktırİkinci yüzü : Âhirete bakar Âhiretin tarlasıdır Cennet´in mezraasıdır Rahmetin mezheresidir Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir Tahkire değil, muhabbete lâyıktırÜçüncü yüzü: İnsanın hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel´abe-i hevesâtı olan yüzdür Şu yüz çirkindir Çünkü: Fânidir; zâildir, elemlidir, aldatır İşte hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatın ettiği nefret bu yüzdedirKur´ân-ı Hakim´in kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârane, istihsankârane bahsi ise; evvelki iki yüze bakar Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir Şimdi dünyayı tahkir edenler dört sınıftır:Birincisi : Ehl-i mârifettir ki, Cenab-ı Hakk´ın mârifetine ve muhabbet ve ibadetine sed çektiği için tahkir ederİkincisi : Ehl-i âhirettir ki ya dünyanın zaruri işleri onları amel-i uhreviden men´ettiği için veyahut şuhud derecesinde imân ile Cennetin kemalât ve mehâsinine nisbeten dünyayı çirkin görür Evet Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm´a güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi; dünyanın ne kadar kıymetdar mehâsini varsa, Cennetin mehâsinine nisbet edilse, hiç hükmündedirÜçüncüsü : Dünyayı tahkir eder Çünkü; eline geçmez Şu tahkir, dünyanın nefretinden gelmiyor; muhabbetinden ileri geliyorDördüncüsü : Dünyayı tahkir eder Zira dünya, eline geçiyor Fakat durmuyor gidiyor O da kızıyor Teselli bulmak için tahkir eder "Pistir" der Şu tahkir ise; o da, dünyanın muhabbetinden ileri geliyor Halbuki, makbul tahkir odur ki; hubb-u âhiretten ve mârifetullah´ın muhabbetinden ileri gelirDemek makbul tahkir, evvelki iki kısımdır Cenab-ı Hak, bizi onlardan yapsın Âmin S) (Bak: Alessevri velhut)
DÜNYADÂR f Dünya işleriyle uğraşan, mal ve mülk sahibi olan Dünya hayatına fazla meyilli olan
DÜNYALIK t Zenginlik, para ve mal
DÜNYAPEREST f Dünyaya tapacak derecede ehemmiyet verip âhiretini düşünmeyen Maddiyatı çok seven
DÜNYEVÎ (Dünyeviye) Bu âleme mensub ve müteallik Dünyaya âit ve dünya ile alâkalı
DÜ-PA İki ayaklı
DÜR (Bak: Dürr)
DÜRAHİS Katı nesne * Gövdesi etli olan insan veya hayvan
DÜRAMİH Yürürken sallanan kişi
DÜRB (Bak: Derb)
DÜRBE Âdet Haslet * Cür´et ve mümareset Tecrübe
DÜRC(E) Kutu, kutucuk, küçük kutu * Mücevherat kutusu * Hokka gibi olan ağız, biçimli ağız
DÜRC-İ ZER Altın kutusu
DÜRD(E) f Tortu, çöküntü, posa, işe yaramayan kısım
DÜRDAKIS Başla boyun arasında olan kemik
DÜR-DANE f İnci tanesi * Mc: Çok güzel ve sevimli çocuk
DÜRDÎ f Çöküntü, tortu
DÜRDÜR Dişin kök yeri * Çocukların dişlerinin çıkıp bittiği yer
DÜRECE Süllem, merdiven * Bağırtlak kuşu (Kanatlarının içi siyah ve dışı boz olan bir kuş)
DÜRER (Dürr C) f Büyük inciler
DÜRER-İ SEMAVÎ Aslı vahiy ile gelen, parlak hakikatlı mânalar Semâvi inciler
DÜRER-BÂR İnciler yağdıran * Mc: Çok kıymetli ve güzel sözler söyleyen
DÜRHAMİN Belâ Zahmet, meşakkat
DÜRNUK (C: Derânik) Bir cins döşek
DÜRR (Dürdâne, dürre) f İnci İnci tanesi
DÜRRE-İ BEYZÂ f Parlak, büyük inci
DÜRR-İ CÂN f Canın incisi Çok sevgili
DÜRR-İ DIRAHŞÂN Parlak inci
DÜRR-İ MEKNUN Mahfazalı parlak inci
DÜRR-İ MİSÂL f Misâlin incisi İnci misâlinde, misâlin parlağı
DÜRR-İ NÂB Beyaz, parlak inci
DÜRR-İ ŞİRAB İri, büyükçe inci
DÜRR-İ YEGÂNE Eşi ve benzeri bulunmayan tek inci
DÜRR-İ YEKTA f Benzeri olmayan, tek inci * Mc: Hz Peygamber (ASM)
DÜRR-İ YETİM f Sadef içinde tek olan inci * Mc: Hz Peygamber Muhammed (ASM)
DÜRRACE (C: Derrâc) Türac denilen kuş
DÜRRAE (C: Derâri) Ferâce, kaftan, elbise
DÜRRAT (Dürre C) Büyük, iri inci taneleri
DÜRR-DANE (Bak: Dürdâne)
DÜRR-EFŞAN f İnci serpen Söylediği sözler inci olan ağız
DÜRRÎ Dürr´e mensub, inci ile ilgili
DÜRŞE Hâcet, ihtiyaç
DÜRU´ (Dır´ C) Zırh gömlekler
DÜRUC Dürmek * Geçmek * Koymak
DÜRUD f Dua, medih, tahiyye, selâm * Ekin biçme * Yontmuş ağaç, kereste
DÜRUG f Yalan, Doğru olmayan söz
DÜRUG-ZEN f Yalancı
DÜRUR İnmek * Akmak, seyelân
DÜRUS (Ders C) Dersler * Müfret olarak: Bir şeyin eseri mahv ve müzmahil olmak
DÜRUS-İ NÂFİA Faydalı olan dersler
DÜRÜST f Sıhhati yerinde, sağ, sahih, salim * Doğru, hatasız * Bütün, tam
DÜRÜSTÎ f Doğruluk, düzgünlük, sağlamlık
DÜRÜŞT f Katı, kalın, yağun * Kaba, sert
DÜRÜŞTÎ f Kabalık, sertlik, katılık, kalınlık, yoğunluk
DÜRYE Bilmek
DÜRZİ (C: Düruz) Suriye´nin güneyi ile Ürdün ve İsrâil´de yaşayan ve sonradan Araplaşmış olan bir kavimdir Arapça konuşurlar Dalâlet fırkalarından en bâtıl yolda olan bir fırkadır
DÜSME Toz bulaşmış olan nesne * Adi, alçak kimse
DÜSSE Başa soğuk geçmek
DÜSSE Arap çocukları arasında meşhur olan bir oyun
DÜSTUR f Umumi kaide Kanun, nizam * Örnek, nümune * Üslub İzin, müsaade * Mu´teber ve mu´temed kimse * Destur
DÜSUM (Desem C) Yağlar
DÜ´SUR (C: Deâsir) Yıkılmış havuz
DÜSUR Mahvolma Eseri kalmama Ortadan kalkma Nişanı belirsiz olma * Kaftan eskime * Ev köhne olma
DÜSÜR (Disar C) Perçinler, halatlar, kenetler Geminin tahtalarını birbirine bağlayan rabıtalar
DÜSÜR (Disar C) Üste giyilen kaftanlar, elbiseler * Yatak çarşafları
DÜŞ f (Bak: Dûş)
DÜŞAB f Pekmez
DÜ-ŞAH(İ) f Çatal ağaç * Tomruk * Eskiden suçlunun boynuna takılan çatal ağaç
DÜŞENBİH f Haftanın ikinci günü, pazartesi
DÜŞEŞ f İki altılık Tavla zarında iki defa altı gelmesi
DÜŞİN(E) f Dün gece
DÜŞNAM f Sövme, sövüp sayma, ta´n
DÜŞVAR f Müşkil Güç Zor
DÜŞVAR-GER f Dağ
DÜŞVARÎ f Zorluk, güçlük, suubet
DÜ-TA İki kat
DÜVAB İşi birbirine ulaştırmak
DÜVAL f Tasma, kayış
DÜVAM Sabit ve sakin olmak
DÜVAR Baş çevrilme
DÜ-VAZDEH f Oniki
DÜVEL (Devlet C) Devletler
DÜVEL-İ MUAZZAMA f Büyük devletler Düvel-i muazzama-i İslâmiyye gibi
DÜVEL-İ MÜ´TELİFE Anlaşmış devletler Birinci Cihan Harbinde: İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya
DÜVEL-İ MÜTTEFİKA f İttifak etmiş, birlik olmuş, birleşmiş devletler
DÜVELÎ (Düveliyye) Devletlerle alâkalı
DÜ-VİST f İki yüz
DÜVUK Ahmaklık, hamâkat
DÜ-VÜM(İN) f İkinci, saniyen
DÜVVAC Hâkimlerin giydiği bol kaftan * Yorgan * Tac
DÜVVAME Çocukların çevirerek oynadığı bir fırıldak
DÜYUN (Deyn C) Borçlar
DÜYUNAT (Düyun C) Borçlar
DÜZD (C: Düzdân) f Sârık, hırsız
DÜZDAN (Düzd C) f Hırsızlar, sürrak
DÜZDÂNE f Hırsız gibi, hırsıza yakışır şekilde, hırsızca
DÜZDÎ f Hırsızlık, sirkat
DÜ-ZEBAN f İki dilli
DÜZEÇ (Uydurma bir kelimedir) (Bak: Tesviye âleti)
DÜZENBAZ Hile yapan, aldatıcı
DÜZİNE On iki parçadan ibaret takım
DÜZLEM (Uydurma bir kelimedir) (Bak: Müstevi)
DÜZTABAN t Tıb: Ayak tabanı düz olan kimse Böyle kişiler çabuk yorulurlar ve hızlı yürüyemezler

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.