Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiOsmanlıca Sözlük Lügat D Harfi DA´ Arabçada "bırak" mânasına emirdir Meselâ: DA´ M KEDER Keder veren şeyi bırak D´ (C: Edvâ) Maraz, hastalık * Meşakkat, zahmet DÂ-ÜL-EFRENC Frengi hastalığı DÂ-ÜL-KALB Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması DÂ-ÜS-SIL Sıla hasreti Vatan hasreti Kavuşma hasreti DA´ Def´etmek, kovmak Terketmek DAA Telef etmek, ziyan etmek DAAC Gözün çok siyah ve büyük olması DAAK Davarın ayağıyla kazılmış yer DAAR (DAÂRE) Fısk * Kapmak * Yaramazlık DA´AT Horluk, zelillik DAB f şan ve şeref, haysiyet DABAR (DIBÂR) (C: Debabir) Cemaat, topluluk DABB (C: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele * Yaraya merhem sürmek * Akmak * Süt sağmak * Yere yapışmak * Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar) * Hurma çiçeği DABBE (C: Dıbâb) Dişi kertenkele * Kapıya koyulan yassı enli demir DÂBBE Yürüyen mahluk Debelenen DÂBBE-SÜVÂR f Hayvana binen, binici DÂBBET-ÜL ARZ Hadis-i şerifle âhir zamanda olacağı haber verilen ve âhir zaman alâmetlerinden olan bir nevi mahluk (Cenâb-ı Hakk´a itâat etmeyenleri içlerinden kemireceği ve yiyeceği bildirilen dehşetli bir mahluk tâifesi)(Kur´ânda, gayet mücmel bir işaret ve lisân-ı hâlinden kısacık bir ifâde, bir tekellüm var Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes´eleler gibi kat´i bir kanaatla bilemiyorum Yalnız bu kadar diyebilirim: $ Nasıl ki Kavm-i Fir´avne "Çekirge âfâtı ve bit belâsı" ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe´ye "Ebâbil kuşları" musallat olmuşlar Öyle de: Süfyan´ın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve "Ye´cüc ve Me´cüc"ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek Allahu a´lem, o dâbbe bir nev´dir Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez Demek dehşetli bir tâife-i hayvaniye olacak Belki $ âyetinin işaretiyle, o hayvan, dâbbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek Mü´minler iman bereketiyle ve sefâhet ve su-i istimâlâttan tecennübleriyle kurtulmasına işâreten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş Ş) DA´BEL Kurbağa yumurtası * Güçlü, kuvvetli deve DABENTÎ Güçlü, kuvvetli kimse DABGAM Arslan, esed DABH Atların koşu esnasındaki nefeslerinin sesleridir ki, sahil denilen kişnemek değil, yemi ve sahibini gördüğü zaman yaptığı gibi hamhame denilen sesi de değil; hızlı nefes sesi olan bir harıltı ve hohlamadır Denilmiştir ki: Dabh, bir at ve bir de köpek koşarken olur (ET) DABIK Bir yerin adı DABİ´ Yere yapışan, yere yapışıcı DABİ Kül, ramâd DABİB Akmak Seyelân etmek DABİE Kişinin çoluk çocuğu DABİR Arka, kök, nihâyet Son, âhir * Bir nişandan geçen ok DABİRE Askerin bozulması DÂBİRET-ÜL İNSAN İnsanın ökçe siniri DÂBİRET-ÜT TUYUR Kuşların, ayakları arasındaki parmak DABK Kendisiyle kuş avlanan bir nesne DABN Dar nesne DABR Cemaat * Yaban cevizi * Sıçramak DABRAK şişman ve etli olmak DABS Ahlâkı kötü ve korkak olmak * Anlaması, idrâki az olmak DABS Mesrur ve mütekebbir olmak Sevinçli ve kibirli olma hâli DABS (C: Ezbâs) El ile tutmak DABSEM Arslan, esed DABT Hıfzetmek * Cem´etmek, toplamak DABUKA Pis Necis DABURE Yer yüzünde gezen hayvanât DABV Pişirmek * Tağyir etmek, değiştirmek DAC´ $ (DUCU´) Yan tarafını yere koyup yatmak DAC Çağırmak DA´CA´ Gözü çok siyah ve büyük olan kadın (müz: Edac) DACC Hacıların hizmetkârı ve devecileri * Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân DACCE Bir kere çağırmak ve inlemek DA´CELE Gitmekte ve gelmekte tereddütlü olmak DACEM Eğrilik DACİ´ İşlerinde kısaltan * Yatak arkadaşı DACİA Çok fazla bulut DACİC Çağırış * Sesi yükseltmek DACİN (C: Devâcin) Evi öğrenmiş olan davar DACİR Gamkin ve gönlü dar kimse * Bağırgan dişi deve * Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak DACNAN Tehame vilâyetinde bir dağ DACR(E) Darlık, kalbin sıkıntılı olması DACUC Çağıran * İnleyen * Sağarken incinen ve inleyen dişi deve DAD Osmanlı alfabesinin onyedinci harfidir * Ebced hesabında sekizyüz sayısına karşı gelir DÂD f Adâlet Hak, doğruluk * İnsaf * Vergi, ihsan, atiyye * Ömür * Sızlanma (Adâletle dâd arasında fark vardır; adâlet, binefsihi adâlet edip zulmetmemektir Dâd ise, başkasının zulmünü def ve izâle eylemektir LR) DÂD-I HAK Hak vergisi, Cenab-ı Hakk´ın lütf u ihsanı DÂD-I HAK R KABİLİYYET ŞART NİST Cenab-ı Hakk´ın lütf u ihsanında kabiliyyet şart değildir DÂD U SİTED Alış veriş DAD Doldurmak DA´D Husumet, düşmanlık DAD Oyun, lehv DA´DA Aklı ve fikri olmayan kişi * Her nesnenin zayıfı DADA f Halayık Çocuk bakıcı Dadı DA´DA´ "Güzel dur" mânasına gelir ve düşecek ve dayanacak yerde söylenir DA´DAA Koyunu ve keçiyi çıkarıp sürmek * Sallamak * Bir kimseye "güzel dur" demek * Miktarı çok olsun diye depretip çevirmek ve doldurmak DA´DAA Yakmak Yıkmak * Hor ve zelil etmek * Perâkende etmek DADAN Kesmez kılıç * Fakir, muhtaç kişi DADAR f Allah (CC) * Adaletli, âdil, doğru olan hükümdar DADAŞ Delikanlı, babayiğit kimse * Erkek kardeş DÂD-ÂVER f Doğru, adaletli DÂD-BAHŞ f Hakkı yerine getiren, adaletli DÂDE f Verilmiş, vergi DÂDEN f Vermek DÂDENDER f Erkek üvey kardeş DÂDER f Karındaş, kardeş, birâder DÂDER-ENDER f Üvey kardeş DÂDGÂH Adliye Hak yeri, adâlet yeri DÂD-GER f Doğru, insaflı DADH Yemen baklası DÂDHAH f Adalet isteyen DÂDİSTAN f Bir işte ortak olma * Bir işe razı olma DÂDRAD f Allah (CC), Cenab-ı Hak DÂD-RES f Yardımcı, yardıma yetişen DAELE (DUULE) Zayıf ve ince olmak * Hor ve zayıf olmak DAF´ Necis, pis DAFADİ Kurbağa DA´FAK Bol ve geniş olan şey Vâsi DAFATE Ayağa giydikleri bir cins pabuç * Kişinin aklı ve reyi zayıf olmak * Bir oyun çeşidi DAFEF Çoluk çocuğun fazla oluşu * Şiddet * Darlık * Hâcet * Acele etmek DAFEN Kısa boylu, ahmak adam * İri gövdeli ahmak kimse DAFENDED şişman, ahmak adam DAFF Dar, zıyk DAFFAT Devesini kiraya veren deveci DAFFATA Metâ ve kumaş götüren deve * Çokluk, cemaat DAFFE Yan, taraf DAFİ´ Def´eden, menedici Ortadan engeli kaldıran * Cenâb-ı Hak (CC) DAFİA Def eden, muhafaza eden DAFİK Atılarak dökülen Su ve emsali gibi akarak dökülen DAFİT Ahmak DAFN Ayakla tekme vurmak ve atmak DAFR Saçı ve ona benzer şeyleri enlice örmek ve dokumak * Vakarla yürümek * Def´etmek, kovmak DAFUF Sütü çok olan davar DAFV Tamam olmak * Malın çok olması DÂG f Yanık yarası * İnsan veya hayvan vücuduna kızgın demirle vurulan damga DÂG-I DİL Gönül yarası DAGAL f Hile * Geçmez akçe, kalp para * Hileci, hile yapan, dolandırıcı * Çerçöp DAGAL-BÂZ f Hileci DAGAS Çok yemekten dolayı midenin dolması DAGB Harislik, hırslı oluş * Ovmak DAGBUS (C: Dagabis) Küçük hıyar * Sirkeyle ve zeytin yağıyla yenen bir ot DAĞDAĞA Gürültü Iztırab Boş yere telâş ve zorluklar * Tereddüt etmek, karar verememek * Gıcıklamak DAGDAGA Dişi olmayan kadın * Kurdun et yemesi * Yemeği iki çene arasında geve geve yemek DAĞDAR f Pek acıklı, üzüntülü * Gönlü yaralı * Kızgın demirle nişan vurulu Damgalı (Milletimde ihtilâf u tefrika endişesi Kûşe-i kabrimde hattâ bi-karar eyler beni, İttihadken savlet-i a´dâyı def´a çâremiz, ittihad etmezse millet, dağdar eyler beni) Yavuz Sultan Selim Hân DAĞDAR-I TEESSÜF Çok acı olup, teessüf edilen DAGF Almak DAGFASA Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik * Bol geniş nesne DAGISA (C: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik * Sâfi su DAĞISTAN f Dağlık yer * Kafkasya´nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi´nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi DAĞIT Emin * Nâzır, bakan * Şiddet veren * Üzüm toplamada kullanılan âlet DAGI(YYE) Azgın, başkaldıran, isyan eden, âsi, anarşist DAGİ (Bak: Tâgi) DAGİB Tavşan sesi DAGÎGA Sıvı hamur DAGİT Yanında bir kuyu daha olduğundan suyu çekilip kokan kuyu DAGM Isırmak DAGMA´ Yüzünün rengi siyaha yakın olan dişi koyun DAGMİRE Karıştırmak, halt DAGN Meyletmek, yönelmek * Kin tutmak DAGR şiddetle def´etmek * Bir yere girmek DAGRE Bir şeyi kapıp almak DAGS (C: Adgas) Rüyâ karışıklığı * Karışık olmak DAGŞ Hücum etmek DAGT Zahmet Meşakkat * Bir şeyi bir yere zorla sıkıştırmak Sıkışmak DAGUL f Dolandırıcı, hileci, hile yapan DAGV Kedi veya tilki çağırmak DAĞVARİ f Dağ gibi, dağ cesametinde Dağ büyüklüğünde Dağa benzer surette DAGVE (C: Degavât-Degayât) Huyu yaramaz olmak, hulku çirkin olmak DAGZ Yutmak * Defetmek * İğrenmek * Cimâ etmek DAG-ZEN f Damga vuran, nişan koyan * Kalb kıran, gönül kıran |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DAH f Hizmetçi, uşak, cariye * On (10) Aşer * Korkak Alçak, aşağılık, âdi kimse DAHA´ Kaba kuşluk vakti DAHAL Aldatmak, mekretmek DAHÂMET İrilik, kocamanlık, kabalık, vücutça büyük olmaklık * Tıb: Hipertrophie DAHÂMET-İ KEBED Tıb: Karaciğer büyümesi DAHAMİS Bahadır, kahraman * Karayağız, iri yapılı adam DAHAS Kaypancak nesne DAHAS Davarın tırnağında olan bir verem DAHAYA (Dahiyye C) Kurbanlık hayvanlar DAHB Bir şeyi ateşte kızdırıp pişirmek DAHC Gizlemek, örtmek DAHD Kahretmek DAHDAH Kısa boylu adam DAHDAH Küçük adımlı kimse DAHDAH (C: Dahazıh) Arzu, istek DAHDAHA Yorulmak, yorultmak * Yavaşlamak * Muti etmek, emre itaat ettirmek * Hor etmek DAHDAHA Suyun dökülüp saçılması * Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması DAHDAR Beyaz bez DAHH Yer altında bir şey gizlemek DAHH Bevlin uzaması DAHHAK Çok gülen Çok gülücü * İran´da eski tarihte yaşamış çok zâlim bir hükümdarın adı DAHHAS (C: Dehâhis) Toprak içinde kaybolup bulunmayan küçük bir böcek DAHIK Gülen, gülücü DAHIKE (C: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi DAHIS Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı DAHIYE Nâhiye DAHİ Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi DAHİKE (C: Davâhik) Azı dişlerinden her biri DÂHİL İçeri İç İçinde İçeri girmiş DAHÎL Yabancı, sığınan, sığınmış Muhacir * Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi Dâhil ve içerde Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi * Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan * Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçen kelime * Tıb: Vücud âzalarında birbirine girmiş ve sokulmuş olan mafsallar DAHİL (Bak: Dahl-Dehal) Girmek, karışmak Dokunmak Taarruz etmek, müdâhale eylemek DAHİL Hayrette kalan kimse DAHİLE (C: Devâhil) Bir şeyin içi, içyüzü DAHİLEK Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim (meâlinde) DAHİLEN İçten, içerden, dâhilden DAHİLİYE NAZIRI İçişleri Bakanı DAHİM f Nasib ve rızık DAHİM (Dâhim) f Taç DAHİM (Dahâmet den) Yoğun ve fazla koyu olan Kalın olan DAHİNE (CDevâhin) Duman çıkan baca DAHİR (C: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal DAHİR Dere, vâdi * Dağ başı DAHİS Müfsid, arayı bozan * Koyun yüzerken deri ile etin arasına elini sokan * Bir meşhur atın adı DAHİS Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası Dolama hastalığı DAHİS Kokmuş, kemiksiz et * Semiz nesne * Çok adet, fazla miktar DÂHİYE Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi * Âfet, belâ, musibet Kazâ Emr-i azîm Büyük iş ve hâdise DÂHİYE-İ DEHYÂ Çok büyük belâ, musibet DÂHİYE-İ EDEB Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib DÂHİYE-İ HARB Çok becerikli büyük kumandan DÂHİYE-İ HİLKAT Yaradılıştan dâhi olan Hârika DAHİYYE Kurbanlık hayvan DAHK Tere yağı * Bal * Kar * Ağzı yarılmış olan çiçek tomurcuğu DAHK Irak, uzak, baid * Atmak DAHL Karışma, girme * Nüfuz, te´sir * Vâridat * İrâd İtiraz, ta´riz * Ayıp, töhmet DAHL (DUHL) (C: Dihâl-Edhâl-Dahlân) Pencere * Çukur yer DAHL Az miktar su DAHL Bir nesne az olmak DAHM İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın DAHM Şiddetle def´etmek * Cemaatın kuvvetli olması DAHME f Mezar, kabir türbe * Donanma geceleri atılan hava fişeği DAHMES Sirke tulumu * Her nesnenin karası DAHN Fesâd * Bulanıklık DAHNA Boz renkli DAHR Alçalma Küçülme Hor ve hakir olma DAHR (DUHUR) Sürmek * Irak etmek, uzaklaştırmak * Horluk DAHR Kaplumbağa * Dağbaşı DAHRECE (Dıhrâc) Yuvarlamak DAHS Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek DAHS Koyunun derisiyle eti arasına yüzmek için elini sokmak * Fesad, ifsâd DAHS Ön dişler ile ısırmak DAHS Ayağıyla tepinmek DAHTEN f Bilmek DAHUK Geniş yol DAHUL Geyik tuzağı * Canavar tuzağı DAHÜL f Bostan korkuluğu DAHV Atmak, ramy DAHV Zâhir olmak, görünmek DAHVE İlk kuşluk vakti Güneşin ufukta ilk yükselip yayılmaya başladığı an DAHY (Dahv) Yayıp döşemek * Deve kuşu yumurtası (Bak: Udhiy) (968 hicri tarihinde vefat eden Ahter-i Kebir lugatının Müellifi, Kur´an-ı Kerimdeki bu kelimeden dünyanın bir elips şeklinde, deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış Bu gün bilinen bu hakikatı bundan üç asır evvel ifşa etmiştir) (H Basri Çantay) DAHYA´ Rûşen, parlak ve nurlu nesne DAHYA´ (C: Duhâ) Hayız görmez kadın * Ağaç ismi DAHYE Kuşluk vaktinde kesilen koyun DAİ Dua eden, duacı * Sebep * Davet eden Muktazi (Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır Onu yemeğe sevk eder Buna dai denir) Resul-ü Ekrem´in (ASM) bir ismi de daidir * Çağıran Müezzin DÂİB Âdet ve usulünde devam eden (Bak: De´b) DÂİBEYN Âdet ve usulünde devam eden iki şey DAİL İçen Şârib * Mahvolan * Zaif DAİL Arık, zayıf, küçük hacimli DAİM Devam eden (Daimî, daima, daimen şeklinde de söylenir) DAİMA (Devam dan) Her vakit, bir düziye, daimî suretde DAİMÎ (Devam dan) Sürekli, devamlı DAİN (Dâyin) Ödünç veren, borca veren * Alacaklı İkraz eden DAİN Asıl * Mâden * Doğruluk DAİN (C: Daân) Yünlü olan koyun DAİR Devreden Dolaşan Dönen Bir şeyin etrafını kuşatan * Belli bir şey hakkında olan Alâkalı, müteallik DAİRE Resmi hükümet makamlarından her biri * Yazıhane * Büyük bir idare adamının makamı * Ev veya apartman katı * Bir manevi te´sirin hükmü geçtiği mahal * Sınır içi * Büro, büyük ev, konak * Çember, düz yuvarlak şekil * Mat: Merkezden aynı uzaklıktaki noktaların çevirdiği düzlük parçası * Hezimet ve musibet Beliye-i muhita * Dönüp dolaşıp meydana gelen hâdise ve inkılâb DAİRE-İ ÂFÂK Ufuklar dairesi Çok geniş ve büyük dâire, kâinat DAİRE-İ EHADİYET Allah´ın ehadiyetle tecelli ettiği dâire (Bak: Ehadiyet) DAİRE-İ ESBAB Sebepler dâiresi Sebep ve kanunların bulunduğu yer olan maddi âlem DAİRE-İ ESMÂ Cenab-ı Hakk´ın isimlerinin sahası ve dairesi DAİRE-İ İMKÂN Kâinat İmkân âlemi Mükevvenat Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır) DAİRE-İ MÜMKİNAT (Bak: Daire-i imkân) DAİRE-İ RESMİYE Hükûmet dairesi, resmi daire DAİRE-İ VÜCUB Tebeddül ve tagayyür etmeyen ve mümkinat âleminden olmayan âlemler Esmâ ve Sıfât-ı İlâhiyye gibi (Bak: Vücub âlemi) DAİRE-İ VÜCUD Vücud ve varlık dairesi ve sahası DAİREVÎ Daire şeklinde Daire gibi DAİREZEN Mehter takımında def çalan DAİYAN (Dâi C) Dua edenler, duacılar DÂİYE İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu * Mücib ve sebep * Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti * Arzu, hırs * Dava * Bahane DÂİYE-İ TEFEVVUK Üstünlük iddiası DAİYY Şu kimseye derler ki, bir kişi ona "oğlumdur" demiş olsun DA´K Ovmak * Bir şeyi yumuşatmak DAKA´ Varmak Ulaşmak * Buluşmak DAK´A Toprak DAKA´ Fakirlik DAKAİK (Dakayık) (Dakik C) İncelikler Anlaşılması çok dikkat isteyen incelikler Çok ince Anlaşılması dikkat isteyen keyfiyetler DAKAİK-I FENNİYE f İlmî incelikler Fennin ince ve güç anlaşılan noktaları DAKAİK-İ UMUR f Üzerinde gayet dikkatle durulması lâzım gelen işlerin ince ve mühim noktaları DAKAİK-AŞİNA f İlmî incelikleri bilen, anlaşılması ve tefhimi müşkül, yüksek ve ince ilmî mes´elelere vâkıf olan DAKAL Hurmanın iyi olmayan cinsi * Gemi oku * Boya DAKDAK (C: Dakâdık) Kısa boylu ve katı yürüyen kişi DAKDAKA Davarın tırnağının taşa dokunup ses çıkarması DAKDAKE Tez tez yürümek, hızlı yürümek DA´KE Deve sürüsü DA´KESE Mecusiler oyunundan bir oyun ("destibend" de derler) DAKİK (Ekseri mânevi mânalar için) Pek ince Nâzik Ufak DAKİKA (C: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri Altmış saniyelik zaman * İnce fikir, mülâhaza, nükte * Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar DAKİKA-BİN f İncelikleri bilen, ince noktaları gören DAKİKA-ŞİNAS İnce işleri ve nükteleri anlayan, bir işin incelikleriyle uğraşabilen DAKİS Bir kimsenin aksırdığında ağzından saçılan tükrük DAKK Vurmak * Çekmek Çok yemekten dolayı vücudun ağırlaşması * Kapı çalma DAKK-ÜL BÂB Kapı çalmak DAKM Kırmak, kesr DAKR Vurmak, darb DAKVA(N) Sütü çok içtiğinden dolayı bedeni ağırlaşan kuzu DAL Ağacın ilk verdiği kol * Kur´ân hattiyle yazılan () harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür) Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir DAL(L) Kur´ân ve imân yolundan sapan Dalâlete giden, azan * Azdırıcı, sapkın * Şaşkın DAL´ Meyl Eğrilik Kuvvet * Ağır yük götürmek DA´L İçmek, şirb DAL Semiz avrat Şişman kadın DAL "Yaban sediri" denen bir ot DALAA Kuvvet * Eğrilik * Şiddet DALAL Sapıklık * Sapmak Doğrudan, imân ve İslâmiyyet yolundan sapmak DALALET İman ve İslâmiyetten ayrılmak Azmak Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak Allah´a isyankâr olmak * Şaşkınlık( Nevâfil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur Fiilinde ve ittibaında azîm sevaplar var; ve tağyir ve tebdili, bid´a ve dalâlettir ve büyük hatadır Sünnete ittiba etmiyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir L) DALALETPİŞE Sapıklığı tâkibeden Sapıklığa giden İslâmiyetten başka yol tâkib eden DALDAL(E) Taşlı sert yer DALGAKIRAN t Bir limandaki tekneleri dalgaların te´sirinden muhafaza etmek için denizde yapılan set DALGIÇ t Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam DALI´ Kavi, kuvvetli * Muhkem, sağlam, sert * Eğri DALİF (C: Düllef) Nişandan öteye düşen ok * Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam DALİL Sert, sağlam, muhkem yer * Yolu azmış kişi DALİYE (C: Devâli) Hayvanla döndürülüp su çekilen dolap (Suyun döndürdüğü dolaba "nâurâ" derler) DALKAVUK t Eline maddî menfaatler, para vesaire geçirmek için yaltakçılık ve soytarılık edip kendi vakar ve haysiyetini muhafaza etmeyen adam DALL Azan Azıcı, azdırıcı Dalalette olan DALL Delil olan, delâlet eden Yol gösterici * Bildiren DÂLL-İ Bİ-L FEHVÂ (Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak DÂLL-İ Bİ-L İBARE (Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğine delâlet-i tazammuniye ile delâlet eder Zekât hususunda, zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder (Ist Fık K) DÂLL-İ Bİ-L İKTİZA (Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden * Ist: Şer´an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır Başka bir tâbir ile; vaz´olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer´an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini şu kadar liraya benim nâmıma medrese yap" deyip o şahıs da evini medrese yapsa, o ev o kadar lira mukabilinde o kimse nâmına medrese yapılmış olur Çünkü bu söz ile: "Evini şu kadar liraya bana sat" sonra "onu benim nâmıma medrese yap" denilmiş olur "Evini medrese yap" emri bir muktezîdir Evin satılması da muktezâdır Bu muktezâ olmadıkça öyle bir mânanın emri hükümsüz kalır Artık öyle bir emrin sıhhatı için evvelce bu muktezânın vücuduna lüzum ve ihtiyaç vardır Binâenaleyh, o emir bu muktezaya bi-l iktiza delâlet etmektedir DALL-İ Bİ-L İŞARE (Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmakÜç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır Meselâ: "Cenab-ı Hak bey´i helâl, ribâyı haram kılmıştır" ibâresi, bey´, yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) arasında fark bulunduğunu beyan için sevk olunmuştur Bundan asıl murad budur O hâlde bu ibâre meşru alışverişle faiz arasında fark bulunduğuna "delâlet-i mutabıkıyye" ile delâlet ettiği gibi, bey´in helâl, fâizin haram olduğuna da yine "delâlet-i mutabıkıyye" ile "bi-l işâre" delâlet etmiş olur Yine bunun gibi bir malın abde verilmesini veya verilmemesini isteyen bir kimseye karşı "Bu malı hiç bir şahsa vermem" sözü bu malın abde verilmeyeceğine "delalet-i tazammuniye ile" "bi-l işare" delâlet eder)"Evlâdın nafakaları mevludün leh üzerinedir" ibâresi de çocukların neseblerinin, babalarından sâbit olacağına delâlet-i iltizâmiye ile bil-işâre delâlet eder Çünkü, babanın mevlüdün leh olması, nesebin kendisinden sübutunu müstelzimdir" (İst Fık K) DALLE Evini bilmeyip başka yere giden davar DALLÎN (Dâllûn) Sapkınlar Müslümanlıktan ayrılanlar Kur´an hakikatlerinden ayrılıp sapanlar DALLİYET Delil oluş İsbata vâsıta olmak |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DAM´ (C: Dümu-Edmu) Helâk olmak * Göz yaşı DÂM f Tuzak ağ, hile DÂM-I ANKEBUT f Örümcek ağı Örümcek tuzağı DÂM-I BELÂ Bela tuzağı DAMA Deniz, bahr DAMACANA Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe DAMAR t İstidad Huy, tabiat, inat * İnsan bedeninde kanın dolaştığı yollar, şiryan * Irk * Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası * Damar veya köke benzeyip bir cismin her tarafına uzanan yollar * Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizgiler DAMD Yaranın üstüne bez bağlamak, merhem sürmek DAMECMEC Katı, şedid * Uzun boylu bahil kimse DAMED Hışım etmek, öfkelenmek, hiddetlenmek, kızmak DÂMEN f Etek Kenar Taraf Zeyl Elbise veya dağ eteği DÂMEN-İ MUALLÂ Yüksek şerefli dâmen, muallâ etek * Mc: Yüksek namus sâhibi DAMEN-BUS f Etek öpen DAMENE f Dağ eteği, dağın çevresi DAMEN-GİR f Eteğe yapışan, etek tutan * Dâvacı, hasım, şikâyetçi DAMENÎ f Eteklik * Kadın başörtüsü DAMEN-KEŞ f Feragat eden, eteğini çeken DAMGA Bir şeyin üzerine işaret veya alâmet koymak * İşaret vurulan âlet Mühür DAMGA-İ VAHDET f Birlik damgası Cenab-ı Hakkın birliğini gösteren delil DAMHAR Mütekebbir, kibirli, terbiyesiz kimse DAMIZ Hayvan üretmeye mahsus dam Hayvan yetiştirilecek ahır DAMİA Yavaş olarak ve damla damla kan sızdıran yara DAMİC Karanlık DAMİĞA Dimağa işlemiş olan baş yarığı (Bak: Amme) DAMİK (C: Devâmik) Belâ, musibet, dâhiye Meşakkat, zahmet DAMİME (C: Damâyim) Sonradan yapıştırılmış şey DAMİN Kefil olan, tazminat veren Ödeyen DAMİNE Köyde olan hurma DAMİR (C: Damâr) Kalb * Niyyet DAMİR Zayıf, ince DAMİSE Örten, setreden Defneden DAMİYE Tıb: Kanı akan yara DAMM Yapıştırmak * Düşürmek DAMMAD Hastalara efsun okuyan kimse DAMPİNG ing Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma DAMZ Susmak, sükut etmek DAMZER (C: Damazir) Sütü az olan deve * Sağlam ve sert yer * Şişman kadın DAN Arabca, Farsça veya bazı Türkçe kelimelerin sonuna takılarak, âlet ismi veya sıfat yapılır Meselâ: Ateş-dan $ : Mangal Cüz-dan $ : Cüz kabı, çanta DAN f Tane DÂNÂ f Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim DÂNÂ-İ BÎ-MÜDANÎ Eşsiz âlim Zamanında emsali olmayan âlim DÂNÂ-İ YUNAN Eflatun DÂNÂYÎ f Âlimlik, bilicilik DANE f Tohum, çekirdek * Kurşun, gülle, tâne DANE (Diyn den) "İtaat etti İtaatli oldu, boyun eğdi, aziz oldu" mânasında fiil DANENDE f Bilgin, bilen, Haberli DANG f Bir dirhemin altıda biri DANIK (C: Devânik) Bir dirhemin altıda biri ve iki kırât ağırlığı (Her kırat beş arpa ağırlığıdır) * Zayıf düşkün davar DANIŞTAY (Bak: Şurâ-yı devlet) DANİ´ Hor, zelil DANİK Bir dirhemin dörtte biri * Mangır DANİK Nezle DANİSTEN f Bilmek DÂNİŞ f Bilgi, ilim Biliş DÂNİŞ-GEDE Üniversite DÂNİŞ-GER f Alim, bilgin DANİŞÎ Alim, bilgin, bilgili DANİŞMEND (C: Dânişmendân) f Bilgili, ilimli * Tanzimattan evvel, kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimseler için kullanılan bir tâbirdi DANİYE Yakında olan DANK (Dunuk) Darlık, dıyk DANKA´ Dar, sıkıntı Zararlı, zarara sebeb olan DANTELA Fr Tentene Her nevi iplikle örülen, bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince örgü, dantel DANU´ Evlâdı çok olmak DANV Oğul ve kız, veled DÂR Yer, mekân, konak DÂR-I BEKA f Âhiret Bâki olan yer (Mâdem dünyada hayat var, elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını su-i istimâl etmeyenler, Dâr-ı Beka´da ve Cennet-i Bâkiye´de hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır L) DÂR-ÜL AMÂN Sığınılacak, korunulacak yer DÂR-UL BELVÂ Dünya, imtihan yeri Belâ ve musibet âlemi DÂR-ÜL CİHAD İslâm sınırlarının haricindeki ülkeler DÂR-I CİNAN f Cennet yurtları Cennetler DÂR-I DÜNYA f Bu dünya memleketi Dünya (Dâr-ı fenâ da denir) DÂR-I EMÂN Müslümanların zimmetini kabul eden veya müslümanlarla sulh halinde olan, gayr-i müslim bir ahalinin memleketi DÂR-I FENÂ Dünya Bu dünya DÂR-ÜL HARB (Bak: Dârülharb) DÂR-ÜL HİCRE Hicret edilen yer Medine şehri DÂR-ÜL HİKMET Hikmet yeri Hikmetlerin hükmettiği, hikmet beşiği dünya * Osmanlı devrinde Şeyh-ül İslâmlık makamının bir ismi DÂR-ÜL HİLÂFE Hilâfet Merkezi Halifenin bulunduğu yer (Osmanlılar devrinde İstanbul idi ve bir ismi de Dersaâdet idi) DÂR-ÜL HULD Baki olan yer Cennetin bir bahçesi Cennet DÂR-ÜL İKAB Cehennem Çok azab çekilen yer DÂR-I İMTİHAN İmtihan yeri * Dünya * Dar-ı mihnet, meydân-ı ibtilâ gibi tâbirler de aynı mânada kullanılır (Bak: İmtihan)(Din bir imtihandır Teklif-i İlâhi bir tecrübedir Tâ, ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile, müsabaka meydanında, birbirinden ayrılsın Nasılki: Bir mâdene ateş veriliyor tâ, elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı İlâhiyye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki; istidad-ı beşer madeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliyye, birbirinden tefrik edilsin Mâdem Kur´an, bu dâr-ı imtihanda; bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında, beşerin tekemmülü için nazil olmuştur Elbette şu dünyevi ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbâliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapı açacak Eğer sarahaten zikretse; sırr-ı teklif bozulur S) DÂR-ÜL İSLÂM (Bak: Dârülislâm) DÂR-ÜL KARAR Kararlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer Cennet Dâr-ül Beka DÂR-ÜL MAARİF Sultan Mecid zamanında Valide Sultan´ın İstanbul´da Sultan Mahmud türbesi civarında yaptırmış olduğu mekteb DÂR-ÜL MESAİ Çalışma yeri Mesai yeri Atölye DÂR-ÜL MÜLK Başkent, baş şehir DÂR-ÜN NEDVE Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur (Sonradan Hz Muhammed´e (ASM) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır) DÂR-I RİDDE Aslında Müslim iken sonradan irtidâd eden veya bir zaman İslâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulundukları yer(Darürridde, yani: Mürtedlerden müteşekkil bir taifenin istilâ ederek hakimiyetleri altına aldıkları yerler, bazı ahkâm itibariyle dar-ı harbden ayrılır Meselâ: Dar-ı harb ahalisiyle musalâha akdi caiz olduğu hâlde, darürridde ahalisiyle caiz olmaz Çünkü riddetin devamına cevaz verilemez Şu kadar var ki, bunlar bir müddet düşünmek için mütareke talebinde bulundukları takdirde bakılır Eğer müslümanların hakkında hayırlı görülürse bu mütarekeye muvafakat edilir Ve eğer harb edilmesi daha muvafık görülürse bu mütarekeye muvafakat edilmezMütâreke kabul edildiği takdirde mukabilinde bir bedel, bir haraç alınamaz Zirâ bu hâlde mütareke, bir akd-ı zimmete müşabih olur Halbuki mürtedler, zimmete kabul edilemezler Bu mütarekenin öyle iki-üç günlük, geçici bir zaman için olması icab etmez Buna lüzumuna göre bir mühlet tayin edilir (Ist Fık K) DÂR-ÜS SAÂDE Saâdet yeri, saray DÂR-ÜS SALTANA(T) Saltanat yeri İstanbul DÂR-ÜS SELÂM Cennet Selâmet ve eminlik yeri * Bağdatın eski ismi DÂR-ÜS SIHHA Hastahâne DAR-ÜŞ-ŞAFAKA İstanbul´da yetim ve öksüzler için kurulmuş olan yatılı lise DÂR-ÜŞ ŞİFÂ Şifa yurdu, sağlık yurdu * Tımarhâne DÂR-I ŞURA-YI ASKERÎ 1296 yılında lağvolunan bu yüksek askeri meclis 1253 yılının muharrem ayında kurulmuştu 1259 tarihinde çıkarılan kanun ile vazifesi tesbit edildi Askeri ve mülki ricâlden onbir daimi, altı tane ise geçici azası bulunan bu mecliste bir reis ve bir de müftü yer alıyordu DÂR-I TEKLİF Dünya Allah´ın teklif ve emirleri ile vazifeli olduğumuz yer olan dünya (Şu dâr-ı dünyâ meydân-ı imtihandır Ve dâr-ı tekliftir Hizmet yeridir Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir S) DÂR-ÜL ULÛM İlimler yurdu Medrese Ders görülen yer DÂR-I ZİMMET Müslümanların, ahid ve emânını ve himayesini kabul etmiş oldukları; gayr-i müslimlere mahsus yerler DAR´ (C: Durâ-Duru) Davar emziğiDAR´ : Men´etmek, engel olmak * Ansızın haberli olmak * Eğrilik DÂR f Sâhib, mâlik, tutan (mânasındadır) Meselâ: Bayrakdâr $ : Bayrak tutan DÂR Ü GİR Kavga, savaş, muharebe, harp, ceng DARA´ Zayıf Zelil, hakir * Muti, itâat eden, boyun eğen DARA f Eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu Keykubat´ın bir ismi * Hükümdar * Cenab-ı Hakk´ın bir ismi DAR´A´ Başı siyah, gövdesi beyaz olan davar (Müz: Edrâ) DARA´ Düz yer * Birbirine girmiş olan sık bitmiş ağaçlar DARAA Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak * Emre uymak, muti olmak * Zayıf ve zelil olmak DARAB Koyu beyaz bal DARABAN Vurma, vuruş Çarpış, çarpıntı, çarpma DARABAN-I KALB Kalb çarpıntısı, kalbin vuruşu DARABÂT (Darbe C) Vuruşlar Çarpmalar Vurmalar DARABÂT-I ANİFE Şiddetli vuruşlar DARABİNE Kapı bekçileri DARAFE Çokluk, kesret DARAGIM (Dırgam C) Arslanlar, esedler, dırgamlar DARAĞACI t İdama mahkûm olanların asıldıkları sehpa DARAKA (C: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan * Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı DARAME Ucu ateşli kuru ot ve odun DARARE Gözsüzlük DARAS Ekşi yemekten dolayı dişin kamaşması DARAT f Debdebe, tantana, şan, gösteriş, çalım DARAVET Adet, alışıklık, alışkanlık DARAYÎ f Sahib, mâlik olma * Hüküm sürme, hâkimiyet kurma * Bir nevi kumaş DARB (C: Dürub) Kapı, bâb * Büyük, geniş sokak * Dâr-ı İslâmla dâr-ı harp arasında olan sınır ve hudut DARB (C: Durub-Edrub) Vurmak, vuruş, çarpmak * Beyan etmek * Seyretmek * Nev, cins * Benzer, nazir * Eti hafif olan DARB-I HİYÂM Çadır kurma DARB-I SİKKE Para basma DARB-I UNK Boyun vurma DARBAM f Direk, kiriş DAR-BAZ f Canbaz DARBE (C: Darabât) Vuruş, vurma, çarpma * Musibet, belâ, âfet, felâket DARBEHA Başını aşağı eğmek * Muti olmak, itaat etmek, söz dinlemek DARBELE Bir yürüme çeşidi * Davul çalmak DARBEN Döğerek, vurarak * Çarparak DARBHANE Para basılan yer DARB-I MESEL Misâl olarak söylenen meşhur söz Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz Ata sözü DARBÎZ Rutubetli tarla, sulak yer DARBUM Bizanslılar zamanında Eskişehir´in ismi DARB-ZEN f Mâdeni levhalar üzerine kabartma olarak nakışlar işleyen * Kale döven DARC Yarmak, şakk DARE f Vazife, görev, ödev DARENDE f Saklayan, tutan * Ulaştıran, vâsıl eden, kavuşturan, getiren DAREYN Her iki dünya İki yurd İki yer DARH Def´etmek, kovmak Reddetmek * Yer kazmak DARIT Yellenen, yellenici DARİ´ Hurma dikeni Acı ve dikenli bir ağaç DARİ´ Adımı geniş olan kişi DARÎ Ot ve yem satan kişi * Evinden çıkmayan kimse DARİB (Darb dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve * Ağaçlı yer * Karanlık gece * Vurucu, vuran Darbeden, çarpan Döven DARİBE Tabiat * Kılıçla vurulmuş * Eğrilmiş yün DARİC Katı, şedid, şiddetli DARİCE Ay ve güneş ağılı (Farsçada "hâle" denir) DARİH Kabir Mezar DARİM Aç * Tavşancıl yavrusu DARİM Yanmış nesne * Dövülmemiş harman * Odun ufağı DARİN Bir yerin adı DARİR (C: Edirrâ) Kör, a´mâ * Nefis * Cismin bakiyyesi * İri vücutlu fakir kişi DARİS (Dürus dan) Yıkılmış, mahvolmuş DARİS Çetin huylu kimse DARİŞ Siyaha boyanmış kara deri DARİYYE f Divan şairlerinin, dünyevi makamca büyük olanların yaptırdıkları köşk ve konaklara dair yazdıkları manzume DARM Şiddetli açlık Oburluk * Ateşin yakması DARR Süt, leben * Nüzul * Hayır ve amel çokluğu DARR Zarar, ziyan DARR Zararlı, zararı olan DARRA Şiddet, mihnet Belâ Naks Ziyan Sıkıntı Kötürümlük DARRAB Akça kesici, dârp edici, para basan DARRE Bir miktar süt DARS Dişiyle tutup ısırmak DART Yellenmek * Tez olmak DARU f İlâç, deva, tiryak DARU-BERD f Debdebe, ihtişam DARU-HANE f İlâç satılan yer, eczahane DAR-ÜL-ACEZE Düşkünler, acizler evi Yoksullar yurdu DAR-ÜL-FÜNUN Üniversite (1 Ağustos 1933´de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur) DARÜL HARB (Dâr-ül harb) Harp yeri Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket Kâfirlerin ve onların gayr-i islâmi hükümlerinin hâkim olduğu yer (Bak: Şeair) DARÜL HİKMETİL İSLAMİYE (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes´elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5 Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi´nin zamanda kurulmuşturAyrıca halkın her türlü dini ihtiyaçlarını, ilmi bir metodla yerine getirmek için her türlü neşriyat ve beyannameleri ele almakta ve halkımızı dahilî ve haricî tehlikelere karşı tenvir etmekteydi Ecnebilerin sordukları suallere, komisyonlarda görüşülmek suretiyle resmen cevap verildiği gibi; müracaat eden her müslümana da gerekli cevap veriliyorduOsmanlı İmparatorluğu´nun karışık ve Avrupa hayranlığının devlet müesseselerinin her kademesinde revaçta olduğu bir zamada, ahlâk ve imanı elde tutmak, bu teşkilâtın en başta gelen vazifelerinden biri idiMatbuatta İslâma yapılan hücumlara ve İslâmı, hurafeler dini gibi göstermeğe çalışan yazarlara gerekli cevaplar veriliyor ve cezalandırılmaları için de Dahiliye Nezareti´ne resmen müracaat ediliyorduBu teşkilâta tâyin olunan azalar azil, tâyin, istifâ ve vefatlarla 28 kadardır Aslında, dokuz aza, bir reisten teşekkül ediyordu Bu zâtların tâyinleri gelişi güzel olmadığı gibi, bu teşkilâtın içinde mevcut bulunan üç komisyondan birine (fıkıh, kelâm ve ahlâk) girebilecek ilmî kariyere (meslek) sahip olmaları icab ediyorduBu müesseseye "İslâm Akademisi" veya "Yüksek İslâm Şurası" da diyebiliriz Kuruluşu ile son derece faydalı ve o nisbette hizmetleri olmuş bir teşkilâttır Fakat kuruluş tarihi olan 1918´den 1922´ye kadar devam etmekle, ancak dört senelik bir faaliyeti olmuştur DARÜL İSLAM (Dâr-ül İslâm) İslâmiyet merkezi Müslümanların hâkim olduğu yer DAR-ÜL KÜTÜB f Kütübhâne, kitab evi DAR-ÜS SELAM Cennetin ikinci katı * Cennet Selâmet yeri DARVİNCİLİK 19 yyda yaşamış İngiliz düşünürü Darwin´in kurduğu bir nazariye, görüş "Evrim teorisi: Tekâmül nazariyesi" adıyla da anılan bu görüşe göre; insan dâhil bütün canlıların başlangıçta tek hücreli canlı olarak meydana geldiklerini, sonra tesadüfen nesilden nesile farklılaşıp başkalaştığını, bu tesadüfî değişikliklerden çevre şartlarına uygun olanlara sahip canlıların yaşadığını, diğerlerinin yok olduğunu, böylece canlıların gittikçe mükemmelleşerek bugünkü şekle girdiğini, insanın da maymun soyundan geldiğini iddia eder Bu iddianın ortaya atıldığı zamanlarda canlı hücrenin kimyasal ve genetik yapısı bilinmiyordu Hücre, canlının basit bir yapı taşı zannediliyordu Bugün elektromikroskoplar sayesinde canlının kimyasal ve genetik yapısıyla ilgili büyük ve önemli keşifler yapıldı Canlıların sahip oldukları vasıfların hücre çekirdeğinde yer alan ve genlerin yapısını meydana getiren DNA denilen protein moleküllerinde nasıl muhafaza edildiği ve bunların nasıl babadan oğula geçtiği açıklanmıştır Gerek genlerin, gerek hücrenin yapısında yer alan çeşitli protein molekülleri 20 çeşit amino asit adı verilen daha küçük parçacıkların çeşitli şekilde birleşmesinden meydana gelmiştir Amino asitlerin meydana gelişi bir yana DNA moleküllerinin ve diğer protein moleküllerinin herbirinin tesadüfen meydana gelip gelemiyeceği matematik olarak hesaplanmıştır Bir hücredeki tek bir molekülün meydana geliş ihtimali 1 sayısının önüne 240 tane sıfır koyarak elde edilen sayı kadar molekül meydana gelse bunlardan yalnız biri işe yarıyan bir molekül olabilirdi Tesadüfen bu kadar çok sayıda kimyasal birleşim olabilmesi için kâinatın ömrünün trilyonlarca defa daha fazla zamanın geçmesi gerekir Daha doğrusu imkânsızdır Canlı hücrenin bütün moleküllerinin bu şekilde tesadüfen bir araya gelip hücreyi meydana getirmelerini hayal etmek bile imkân dahilinde değildirTesadüfen bir hücrenin meydana gelişini açıklamak imkânsız olunca yer yüzündeki bunca canlının tesadüfen meydana geldiğini iddia etmek ise ilim ve akıl dışı bir vehimden başka birşey değildir İlim adamlarının laboratuvarda yaptıkları çalışmalar sonunda bir canlının değişip başka bir canlı haline gelemiyeceği de ispatlanmıştır Sirke sineği üzerinde yapılan deneyler sonunda sinekten daha mükemmel bir canlı meydana gelmemiş, aksine kesik kanatlı, hastalıklı, sakat bir yavru sinek doğmuştur Canlılar "mütasyon" denilen bir kazaya uğradıkları zaman ancak sakat bir yavru meydana geliyor Kazaya uğrıyan bir araba, jet uçağına dönüşmez, sadece kazalı bir araba meydana gelir Tek hücreyi yaratan da insanı yaratan da birdir O da atomdan yıldızlara kadar her varlığın yaratıcısı olan Allah´tır DARZEM Sütü az deve * Çok ısırıcı olan yılan DARZEME Çok ısırmak DÂS f Orak * Tuzak * Sedef otu DÂS-I ZERRİN Altın orak * Mc: Yeni ay DA´S Titremek * Zayıf olmak, zayıflamak DA´S Cimâ etmek * Süngü ile vurmak * Az olan nesne ve eser DA´SA Güneşten çok ısınan yumuşak, çukur yer DA´SA Yumuşak yer DASAR (Dâstâr) f Tellal, simsar DASDASA Depretmek, tahrik DASE f Orak DA´SERE Yıkmak DÂSİTÂN (Dâstân) f Destan, sergüzeşt Geçmiş hâdiseleri anlatan nesir veya nazım halinde yazı * Şöhret DÂSİTÂNE-İ AŞK Aşk hikâyesi ve destanı DAŞ İsimlerin sonlarına eklenerek eşlik, refakat ve ortaklık bildirir Meselâ: Arka-daş $ : Refik DA´ŞERE Yıkmak DAŞTE f Köhne, harab olmuş, eskimiş, yıpranmış * Mâlik olmuş DAŞTEN f Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek * Zabtetmek, gasbetmek, almak * Görüp gözetlemek * Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek DAV´ Hoş kokular kokmak DepretmekDAV´ : Şule, ziya, ışık DAV´ Kaymağı alınmış sığır sütünden yapılmış ekşi yoğurt ve ayran DA´VÂ Takib edilen fikir, iddia * Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi * Hakkı olanın iddia etmesi Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek * Mes´ele * İnat Ayak diremek * Cenab-ı Hak´tan hayır ve rahmet dilemek * Bir kimseyi bir şeye sevketmek * Birisinin hâkimin huzurunda başka birisinden hak istemesi DA´VÂ-YI HALK Yaratmak iddiasında bulunmak, halk etmeyi, yaratmayı dâva etmek (Kâinatta hiçbir kimse da´vâ-yı halk ve iddia-yı icad edemez Halk eden ancak Cenab-ı Hak´tır)(Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmıyan kimse, kâinatta dâva-yı halk ve iddia-yı icad edemez Zira her şey, her şeyle bağlıdır H) DA´VÂ-YI NÜBÜVVET Peygamberlik dava etmek Peygamber olduğunu ilân etmek DAVACI t Dava açan DAVAHİ Memleket köşeleri DAVAHİ-S SEB´ Yedi kat gök DA´VAT (Duâ C) Duâlar, niyazlar, çağırışlar (Bak: Ed´iye) DAVAT Devenin başında olan verem DAVA VEKİLİ Baro teşkilatının olmadığı yerlerde kanunî izin ile vekil sıfatı kazanan ve dava takibine salâhiyeti olan kişi DAVBAN Güçlü, büyük deve DAVC (C: Edvâc) İki şeyin birbirine eğilip ulaşması DAVDA´ Meş´ale * İnsan sesleri DÂVER Cenab-ı Hakk´ın (CC) bir ismidir * Âdil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim DÂVERÂNE f Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda * Hâkim ve vezirle alâkalı olan DÂVERÎ f Hâkimlik, hükümdarlık * Mahkeme ve dâvâ * Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme * Kavga, mücadele DA´VET Çağırma Ziyafet Duâ * Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek DAVİTA Havuzun dibinde olan balçık * Çöküklük * Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur DAVİYE Otsuz çöl DAVKAA şişman ve ahmak olan kimse DAVLUMBAZ Çarkları yandan olan vapurlarda çarkların döndükleri yerleri örtmek için vapurun iki tarafında bulunan iki büyük yarım daire DAVMERAN Fesleğen denilen iyi kokulu çiçek DAVR Ziyan etmek, zarara girmek DAVTA Fakir* Gövdeli, cesim DÂVUD (AS) Kur´an-ı Kerim´de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir Hz Süleyman´ın (AS) babasıdır Hem Peygamber, hem Sultandı İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur Sesi çok güzeldi MÖ 1010 da vefat ettiği nakledilir (Bak: Yuşa)(Telyin-i hadid, en büyük bir ni´met-i İlâhiyyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor Evet, telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühâsı eritmek ve mâdenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddi sanâyi-i beşeriyyenin aslı ve anasıdır ve esası ve mâdenidir İşte şu âyet işaret ediyor ki: "Büyük bir Resule, büyük bir Halife-i Zemine, büyük bir mucize suretinde, büyük bir ni´met olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanâyi-i umumiyeye medar olmaktır" Mâdem bir Resule; hem halife, yâni hem mânevi hem maddi bir hâkime, lisanına hikmet ve eline san´at vermiş Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder Elbette elindeki san´ata dahi tergib işareti var Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor:"Ey beni-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; herşey´i kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san´at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir Halifelik ve pâdişahlığına mühim kuvvet elde eder Mâdem bu mümkündür, veriliyor Hem ehemmiyetlidir Hem hayat-ı içtimâiyenizde ona çok muhtaçsınız Siz de evâmir-i tekviniyeme itâat etseniz o hikmet ve o san´at, size de verilebilir Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz" İşte beşerin san´at cihetinde en ileri gitmesi ve maddi kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi; telyin-i hadid iledir ve izâbe-i nühas iledir Âyette nühas "kıtr" ile tâbir edilmiş Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatın ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tenbellerine şiddetle ihtar ediyor S) DAVUDÎ Hz Davud´un (AS) sesini andıran kalın gür ses DAVVE Ses, sadâ DAVVÎ Yurt tutmak DAVY Arıklık * Zayıflık DAVZ Zulmetmek, zulüm yapmak * Çiğnemek |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DAYE Çocuk hizmetçisi Çocuğa süt veren Dadı Mürebbi DAYET Yan, taraf, cenb DAYF (C: Ezyâf-Zuyuf-Zayfân) Misafir * Meyletmek, yönelmek DAYFEN (DAYFÂN) Misafiriyle gelen kişi DAYGAM Arslan, esed * Isırmak DAYI Tunus ve Cezayir´in, Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda buraları Osmanlılara tâbi olarak idare eden kimselere verilen ünvan * Annenin erkek kardeşi DAYİB İtaat eden, vakarlı ve ciddi kişi DAYİBAN Gece ile gündüz DAYİC Kovayla kuyudan su çekip havuza boşaltan kimse DAYİN Borç veren Alacaklı Ödünç para veren (Bak: Dâin) DAYİNE (C: Davâyin) Dişi koyun DAYİS (C: Dâsse) Hırsız DAYM Zulüm Sıkıntı İhtiyaç DAYYIK Pek dar DA´Z Cimâ etmek DA´Z Noksanlaştırmak DA´Z Def´etmek, kovmak * Nikâh etmek DEAİM (Dıâme C) Destekler, payandalar, direkler DEAVİ (Davâ C) Dâvalar, mes´eleler DEB´ Yumuşak yer * Kuvvetle basmak DEB´ Vurmak, darb DE´B Bir işde devam ve iltizamla emek çekip çalışmak * Adet, usul, tarz, kaide * Şân * Emir * Kâr * Tardeylemek DE´B-İ EDEB Edebî usul, kaide Edeb kaidesi Edebiyat âdeti, şekli, tarzı DEBABİC (Dibâc C) Dallı, çiçekli ipek kumaşlar DEBABİS (Debbus C) Topuzlar DEBABUD İki ırgaçla dokunan bir bez cinsi DEBAR Mahvolmak Helâk olmak DEBAT (C Debâ) Uçmayan çekirge DEBB Hareket etmek * Ağır ağır yürümek DEBBABE Kale duvarlarını oymaya yarayan bir savaş aleti Tank DEBBAĞ Derileri sepileyip meşin, sahtiyan, kösele vesaire yapan DEBBE (C: Debbât) Matara dedikleri su kabı * Yağ Bal ve macun koyacak kaplar DEBBUS (C: Debâbis) Topuz DEBDAB f şan, şöhret Azamet, haşmet, cesamet DEBDEBE Gürültü, patırtı Gösteri için yapılan gürültü Tantana Haşmet DEBER Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması DEBEŞ Evin esası DEBH Belini büküp eğildiğinde, başını öne doğru fazlaca eğmek DEBİB Yürümek * Harekete geçmek DEBİR f Müsteşar * Kâtib, yazıcı DEBİSTAN f Mekteb, okul DEBKEL Bir araya toplanmış mal * Derisi kalın, çirkin kimse DEBL Küçük eşek * Toplamak, cem´etmek * Islah etmek DEBR (C: Dübur) Oğul kız topluluğu * Bal arısı DEBRE (C: Deberât-Dibâr-Edbür) Savaşırken askerin bozulması * Bir evlek yer * Vaktinden sonra gelmek DEBRETMEK t (Tepretmek) Kımıldatmak, harekete getirmek, oynatmak DEBS (DİBÂS) Dibekde buğday döğmek DEBSA´ Çok fazla kırmızı olduğundan, siyah gibi görünen şey DEBŞ Çekirgenin ot yemesi DEBUB Semizlik ve şişmanlığından dolayı yürüyemeyen deve DEBUR Batı rüzgârı * Fırak, ayrılık * Halef etmek DEBUS f Topuz DECAC (C: Dücüc) Tavuk * Horoz, tavuk ve piliç cinsi DECACE (Dücâce, dicâce) Tavuk DECC Tavuğu çağırmak DECCAL Hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren (Deccal´ın Cennet dediği Cehennem gibi, Cehennem dediği de Cennet gibi olacağı rivâyet edilir Sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhirzamanda gelecek ve Risâlet-i Ahmediyeyi inkâr edip İslâmiyeti tahribe çalışacak ve dünyayı fesâda verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır Bir hadis rivâyetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm tarafından bildirilmiştir Âlem-i İslâmda muhtelif zamanlarda çıkmış olan dehşetli din düşmanlarının ve anarşiye hizmet edenlerin umumu da rivâvetleri tasdik etmektedir Bu din yıkıcılığının âhirzamanda daha dehşetli olacağı bildirilmektedir Şu son asırda görülen ve dünyayı tehdit eden ve Cenab-ı Hakk´ı inkâra kadar cür´et edip medeniyet-i beşeriyeyi tahribe çalışan dehşetli cereyanlar bu gaybi ihbârın doğruluğunu tasdik etmektedir) (Bak: Mehdi, Mesih, Mesih-üd-Deccal, Süfyan)(Deccal´ın şahs-ı surîsi insan gibidir Mağrur, fir´avunlaşmış, Allah´ı unutmuş olduğundan; surî, cebbârâne olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır Fakat şahs-ı mânevisi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesimdir Rivayetlerde Deccal´a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder Bir vakit Japonya´nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit´te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal´asında tasvir edilmiş O küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı mânevîsi gösterilmiş M) DECDECE Tavuğa "bilibili" diye seslenmek DECECAN Ağırca, yab yab yürümek DECEN Çok yağmur DECL Örtmek * Devenin katranlanması * Karıştırmak, yalan söylemek Hakkı bâtıl; bâtılı hak diye göstermek Anarşi çıkarmak * Bâtılı hak gösteren * Mübâlâgalı fâili; Deccaldır DECN Bol yağmur, rahmet * Havanın bulutlu olması * Bir yerde mukim olma Bir yerde oturma DECRAN Neşeli, sevinçli, bahtiyar kimse DECUCAT Ayakları kısacık dişi deve DECV Nikâh * Çok karanlık, zulmet DECYE (C: Dücâ) Karanlık, zulmet DE´DA Her ayın son günü * Şaban´ın son günü * Çok karanlık gece DEDEKTİF Fr Hususi araştırma yapan, tâkib ve tarassudda bulunan polis DEEB Âdet, usul, kaide, an´ane DEF´ Ortadan kaldırmak, Öteye itmek * Mâni´ olmak Savmak Savunmak * Himaye etmek * Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak DEF-İ CU´ Açlığı gidermek Birşey yemek DEF-İ HÂCET Abdest bozmak DEF-İ ŞER Kötülüğü ve şerri def´etmek(Bu günlerde, Kur´an-ı Hakîm´in nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır Her zaman def´-i şer, celb-i nef´a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def´-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş KL) DEF-İ TABİÎ Bünyede ve içte olan şeyi, fıtrî ve normal şekilde dışarı atmakDEF´ : (Defâ´-Defâe) Sıcaklık DEF´A Bir kerre DEF´A-İ ULÂ Birinci olarak, ilk defa DEFA Boynuz ve kanat uzunluğu * Bir şeyin eğilip ikiye bükülmesi DEFAAT Kerreler, def´alar Müteaddid DEFADI´ (Dıfda C) Kurbağalar DEFAİN (Define C) Defineler DEF´ATEN Hemen, birdenbire âni olarak Beklenmedik anda Bir def´ada DEF´ATEYN İki kere, iki defa DEFATİR (Defter C) Defterler Not yazmağa mahsus kâğıttan beyaz kitablar DEFATİR-İ RESMİYYE Resmi defterler DEFENNİ Alaca renkli bir cins elbise DEFER Koltuk kokusu gibi olan pis koku * Yemeğe kurt düşmesi DEFF Yan, cenb * Kolay DEFFE Yan, yüz * Kitab cildinin iki tarafından herbiri DEF´Î Hemen, bir anda DEFİ´ Kızgın olan nesne DEFİF Ağır ağır gitmek * Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi DEFİN (Defn den) Medfun, defnedilmiş, toprağa konulmuş, gömülmüş, gömülü DEFİNE Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer * Kıymetli eşya Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse DEFK Atmak Dökmek DEFLASYON Fr Paranın piyasada azalmasıyla satın alma gücünün artması DEFN Gömmek, gömülmek Cenazenin mezara gömülmesi DEFN-İ EMVAT Ölülerin gömülmesi DEFN-İ MEYYİT Ölünün gömülmesi DEFR Kokmak DEFTER (C: Defâtir) (Yunanca iki kanatlı manasına gelen bir kelimeden alınmıştır) Not yazmağa, ders için veya ticari hesablara mahsus kağıttan beyaz kitab Pusula * Liste DEFTER-İ A´MÂL İnsanların amellerinin iyilik veya, kötülüklerinin meleklerce kaydolunduğu manevî defter( $ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a´mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor Şu mes´ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz Fakat, surenin işaret ettiği gibi haşr-i bahâride başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir Çünki her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var Fiilleri var, vazifeleri var Esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a´mâlini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a´mâlini neşreder S) DEFTERDAR Defter tutan Devletin gelir ve masraflarını tutan vazifeli memur Eskiden Maliye Nâzırı bu nam ile anılırdı Bir vilayetin maliye işlerine bakan memur DEFTERDARLIK Eskiden maliye bakanlığı * Şimdi vilâyetlerin mali işlerine bakan daire DEFVA Boyu uzun ağaç Uzun boyunlu keçi* Boynu uzun olan kadın DEGA f Hile, habislik, dolandırıcılık * Hilekâr, dolandırıcı, habis * Kalp para, bozuk akçe DEH f İyi hoş Lâtif, güzel * Tabur * Saf DEH f On (10), aşer DEHA Yaymak, döşemek DEHA Çok akıllılık Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak DEHA-İ FENNÎ Fen ve dünyevi ilimlerde çok ileri görüşlülük ve harika zekâlı olmak DEHA-İ KUDSÎ Dinin derin hakikatlarını anlamakta yüksek mahareti olan dehâ Dinî dehâ DEHADAR f Uyanıklık, zeki ve çok akıllı oluş DEHAET Dahilik, dehâ sahibi olma Zekilikte, anlayışlılıkta çok yüksek olma DEHAK Kırmak, kesmek * Acı çektirmek, azap etmek DEHAKÎN (Dihkan C) Köy ağaları * Köylüler, çiftçiler DEHAL Aldatmak, mekir ve hile etmek DEHALET Sığınmak, aman dilemek, medet, yardım isteyiş DEHALİZ (Dehliz C) Dehlizler, holler, koridorlar DEHAN (Dıhen- Dahen) f Ağız, Fem DEHÂN-I TENG Ufak ağız Dar ağız DEHANE f Küp, testi, fırın ve bunlara benzer şeylerin ağzı DEHANGÜŞA f Söyliyen, açılmış ağız, konuşan ağız DEHAR f Mağara, dağ mağarası Kovuk Çatlak DEHARİR Zamânın şiddetleri DEHARİS Belâ Şiddet DEHAZ f Feryat, figan Bağırıp çağırma Yüksek sadâ ile medet isteme DEHBEL Yemekte lokmanın büyük olması * Bir kuş adı DEHDAK Kesmek Kat´ DEHDAN (DEHDEHÂN) Develerin bir yere toplanması DEHDEHE Yuvarlamak, döndürmek DEHDEHÎ f Hâlis altun DEHEN f Ağız DEHEN-ŞUY Ağız temizleme, ağız yıkama DEHHAŞE Çok fazla derecede korkunç, dehşet verici DEHİŞT f İttifak, ittihad, birlik * Bir tarzda hareket, aynı şekilde hareket DEHKEL Zahmet, meşakkat * şiddetli ve meşakkatli zamanDEHKEM Â : Yaşlı adam İhtiyar adam DEHL Zamandan bir saat * Azca nesne DEHLES Kısa boylu kimse DEHLİZ (C: Dehâliz) Hol, koridor Ev ile kapı arası DEHLİZ-İ CİNAN Revak-ı uhreviye mânasında mecazî bir deyimdir (Bak: Revâk-ı uhreviye) DEHM (C: Dühum) Ansızdan gelmek * Çok fazla miktarda asker * Çok adet, kesret DEHMA Belâ Zahmet * Çömlek * Çok adet, kesret, sayı çokluğu * Kadim, eski * Halis kırmızı koyun * Koyu kızıl DEHMAK Kesmek, kat´ DEHME Yumuşak yemek DEHMECE İhtiyar kişinin ayağında köstek var gibi yab yab yürümesi DEHMEKA Yumuşak ve güzel yemek * Her nesnenin yumuşağı DEHMUS Cömert kişi Kerim kimse DEHN Değnekle vurmak * Yağmurun, yeri ıslatması * Bir şeyi yağlamak * Bir kimseye münâfıkane muâmele etmek DEHNA Ova, sahrâ Çöl, geniş veya susuz ova * Bir yer ismi DEHNEC Zümrüt gibi bir kıymetli taş DEHR Zaman, çok uzun zaman, ebedi * Bin yıllık zaman * Dünya DEHR-İ FÂNİ Fâni dünya, geçici dünya DEHR SURESİ Kur´ân-ı Kerim´in 76 suresi olup Sure-i İnsan, Ebrar, Emşac, Hel Etâ Suresi de denir DEHRE f (Dahra) Testere gibi dişli ve eğri budama âleti Bağ budamak için kullanılan testere gibi dişli olan bıçak DEHRÎ Dehr ve zamana dair ve müteallik DEHRİYE : Devre ait Zamana dair ve müteallik * Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka DEHRİYYUN (Dehrî C) Dehriye fırkasından olanlarDEHS (Dehâs) : İçine ayak batan yumuşak yer DEH-SAL f Gezegen, seyyare, yıldız DEH-SALE f On yaşında On yıllık DEHŞ f Bulanıklık, karanlık Zulümat * Bir işe başlama DEHŞ(E) Tenbel olmak DEHŞET Korkup kaçılacak şey Ürkmek, şaşmak Korku ve telâş içinde olmak DEHŞET-EFŞAN f Korkunç, korku ve dehşet saçan, ürkütücü DEHŞET-ENGİZ f Çok dehşet verici Çok korkutucu DEHUN f Hatırlama, ezber okuma DEHÜM f Onuncu DEHVER Cem´etmek, toplamak * Lokmayı büyük yapmak DEHY (DEHÂ) Kişinin fikir ve ferâsetinin isabetli ve doğru olması DEHYA Te´kid için "Dahiye" lâfzına sıfat yapılır "Dâhiye-i dehya" gibi DEH-YEK f Öşr, onda bir DEJENERE Fr Bozulma, soysuzlaşma DEK t Edat olup zaman ve mekân için kullanılır "Hatta, tâ, kadar" mânalarına gelir Meselâ: Akşama dek çalıştım DEK f Desise, hile, dolandırıcılık * Sâil, dilenci * Dilencilik * Sağlam, metin, muhkem * Çatma, tokuşma DEKA´ (C: Dükk-Dükük-Dekâvât) Hörgücü arkasına düşmüş dişi deve* Kaygan yer DEKAİK (Bak: Dakaik) DEKAKİN (Dükkân C) Dükkânlar DEKAMETRE yun On metrelik uzunluk birimi DEKAN Lât Üniversitelerde bir fakültenin başkanı DEKAR Lât Bin metrekarelik ölçü birimi DEK-BAZ f Hileci, hilekâr, oyuncu, aldatıcı DEKDAK (C: Dekâdik) Kum yığını DEKDEKE Yerin deprenmesi * Sancıma * Def etme, kovma DEKELE Sıvı balçık Kuvvetleriyle gururlanıp sultanın emrine uymayan kavim DEKİK Tam bir yıl DEKK (C: Dekeke) Vurmak * Dökmek * Parça parça etmek Delil DEKKE Ufalanmak Pâre pâre olmak * Vurmak, döğmek * Seki, sofa DEKKEN Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak DEKOR Fr Süs Bir sahneyi mütenasib bir nizamla süslemek DEKORATÖR Fr Dekor ve dekorasyon yapan sanatkâr DEKOVİL Fr Ray aralığı 60 cm yahut daha az olan küçük demiryolu DE´L Aldatmak * Ahdi bozmak, sözü tutmamak DELAB (Dülâb) (C: Degâlib) Bâzısı su ile ve bâsızı da hayvan ile döndürülen su çekmeğe mahsus çark DELAİL (Delil C) Deliller Bürhanlar İsbât vasıtaları( Cay-ı hayrettir ki; Resul-ü Ekrem´in (ASM) mübalağasız binler vecihte, binler çeşit insan, herbiri bir tek mu´cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkezâ birer alâmeti ile iman getirdikleri hâlde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik ve mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delâil-i Nübüvveti nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat´iyye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi dalâlete sapıyorlar M) DELAİL-İ ÂFÂKİYE Afaka âit deliller Kâinattaki deliller DELAİL-İ AKLİYE Aklı ile bulunan deliller Akla âid deliller DELAİL-İ ENFÜSİYE Kişinin kendi nefsinde olan deliller Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir DELAİL-İ KALBİYE Kalbe âid deliller Kalb ile bilinen deliller DELAİL-İ NAKLİYE Nakil yolu ile gelen deliller (Bak: Delil-i naklî) DELAİL-İ NÜBÜVVET Peygamberliğin hak olduğuna dair olan deliller(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddiâ-yı Nübüvvet etmiş; Kur´an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu´cizat-ı bâhireyi göstermiştir O mu´cizât, hey´et-i mecmuasiyle, dâvâ-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat´idir Kur´an-ı Hakîm´in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu´cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba´larını kandırmak için, hâşâ sihir demişlerEvet, mu´cizat-ı Ahmediyenin (ASM) yüz tevatür kuvvetinde bir kat´iyeti vardır Mu´cize ise; Hâlik-ı Kâinat tarafından O´nun dâvasına bir tasdiktir; $ hükmüne geçer Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: "Padişah beni filân işe me´mur etmiş" Senden o dâvaya bir delil istenilse; padişah "Evet" dese, nasıl seni tasdik eder Öyle de: Âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; "Evet" sözünden daha kat´i, daha sağlam, senin dâvanı tasdik eder Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dâva etmiş ki: "Ben, şu kâinat Hâlik´ının meb´usuyum Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim duâ ve iltimasımla değiştirecek İşte, parmaklarıma bakınız; beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor Kamere bakınız; bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor Şu bir parça taama bakınız; iki - üç adama ancak kâfi geldiği halde; işte ikiyüz - üçyüz adamı tok ediyor" Ve hâkezâ yüzer mu´cizatı böyle göstermiştirŞimdi, şu Zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nübüvveti yalnız mu´cizatına münhasır değildir Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef´âli, ahvâl ve akvâli, ahlâk ve etvârı, siret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder Hattâ meşhur ulemâ-i Beni İsrâiliyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm´ın simasını görmekle: "Şu simâda yalan yok! Şu yüzde hile olamaz!" diyerek imana gelmişlerÇendan muhakkikîn-i ulema, delail-i nübüvveti ve mu´cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delâil-i nübüvvet vardır Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler Yalnız Kur´an-ı Hakîm´de kırk vech-i i´cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (ASM) bin bürhanını gösteriyor M) DELAİL-İ ZÂHİRİYE Açık olarak zâhirde görünen deliller Maddi deliller DELAK Sansar DELAL Cilve, naz, işve İnsana güzel ve sevimli görünecek hâl, durum DELALAT (Delâlet C) Delâletler, alâmet olmalar,yol göstermeler, kılavuzluklar DELALET Delil olmak Yol göstermek Kılavuzluk Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek * İşaret DELALET-İ SELÂSE Üç çeşit delâlet Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz´olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânasına delâleti gibi2- Delalet-i tazammuniye: Bir lâfzın vaz´olunduğu mânanın bir cüz´üne delâletidir3- Delalet-i iltizamiye: Bir lâfzın vaz´olunduğu mânanın lâzımına yani o mâna ile beraber bulunması zaruri olan diğer bir mânaya delâletidir Mezkur delâlet-i selâseye ait şöyle bir misal dahi verilir"Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiç bir zengine verilmez" İbaresi; zekâtın, yalnız Müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıye ile; zengin olan Ahmet, Mehmet gibi belli şahıslara verilemiyeceğine delâlet-i tazammuniye ile; zekât hususunda zenginler ile fakirler arasında fark bulunduğuna da delâlet-i iltizamiye ile delâlet eder DELALET-İ ZÂTİYE Kendi zatı ile, bizzat kendisini eserleri ile göstermek suretiyle olan delâlet, şahidlik DE´LAN Ağır yük getirmiş hayvanın yab yab yürümesi DELAS Yumuşak ve berrak şey DEL´AS (DEL´AK) Büyük, kuvvetli deve DELDEL (Deldâl) Deprenmek DELE (C: Delâ) Kova DELEC Gecenin evvelinden gitmek DELEF Tekaddüm etmek, ileri geçmek Önde bulunmak DELEHMES Arslan * Bahâdır, kahraman * Çeri * Kuvvetli kişi * Çok karanlık olan gece DELES Karanlık * Yaz sonunda yapraklanır bir ot * Bir şeyi gizlemek DELH Heder olmak, boşa ve faydasız olarak gitmek DELİ´ Âsan yol, kolay olan yol DELİF Yavaş yürümek DELİK Hurma ve yağdan yapılan bir yemek * Oğmaç aşı * Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak DELİK f Gül tohumu DELİL Kılavuz Doğru yolu gösteren Meçhûlü keşfetmekte ve malumun sıhhatını isbat etmekte vasıta ve âlet ittihaz olunan husus * Beyyine Bürhan DELİL-İ AKLÎ Akıl yolu ile bulunan delil Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil DELİL-İ ARŞÎ VE SÜLLEMÎ Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir DELİL-İ İHTİRA´ Cenab-ı Hakk´ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil Buna misâl olarak birini zikredebilirizCenâb-ı Hak hususi eserlerine menşe ve kendisine lâyık kemâlâtına me´haz olmak üzere her ferde ve her nev´e has ve müstakil bir vücud vermiştir Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden, hiçbir nev´ yoktur Çünkü bütün enva´; imkândan vücub dâiresine çıkmamışlardır Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudusu, yani, yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor Bir kısmının da hudusu zaruret-i akliye ile sabittir Demek, hiçbir şeyin ezeliyyeti cihetine gidilemezVe keza, ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, envâın sayısı iki yüz bine bâliğdir Bu nev´ler için birer âdem ve birer evvel baba lâzımdır Bu evvel babaların ve âdemlerin dâire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran behemehâl, vasıtasız, kudret-i İlâhiyyeden vücuda geldikleri zaruridir Çünkü, bu nev´lerin teselsülü, yani, sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır Ve bazı nev´lerin başka nev´lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır Çünkü, iki nev´den doğan nev, alelekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar Tenâsül ile bir silsilenin başı olamazHülâsa: Beşeriyet ve sâir hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir İİ) DELİL-İ İMKÂNİ İmkâna âit olan delil $âyeti ile işaret edilmiştir Bu delilin hülâsası: "Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden her birisinin gerek zâtında, gerek sıfatında, gerek ahvâlinde ve gerek vücudunda gayr-i mütenahi imkânlar, ihtimâller, müşkülâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre gayr-i mütenâhi yollardan muayyen bir yola süluk eder Ve gayr-i mahdut hâllerden bir vaziyete girer Ve gayr-i ma´dut sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır Ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada, harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin mâcerası, lisan-ı hâliyle, Sani´in kasd ve hikmetine delâlet etmez mi İşte her bir zerre, müstakillen kendi başıyla Sâni´in vücuduna delâlet ettiği gibi, küçük büyük herhangi bir teşekküle girerse veya herhangi bir mürekkebe cüz´ olursa, girdiği ve cüz´ olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni´ine olan delâletini muhafaza eder İİ) DELİL-İ İNAYET Allah´ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san´at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar(Sâniin vücud ve vahdetine işaret eden delillerden biri de İnayet delili´dir Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve envâını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususâtını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün Ayât-ı Kur´aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır Binaenaleyh, bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delâlet ettiği gibi, O nâzımın kasd ve hikmetine de delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyederEy insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumi bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telâhuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresinEvet, kâinatın herbir nev´ine dâir bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder Zira nizamı olmayanın külliyeti olamaz Meselâ: Her âlimin başında beyaz bir imâme var Külliyetle söylenilen şu hüküm, ulema nev´inde intizamın bulunmasına bakar Öyle ise, umumi bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâniin kasd ve hikmetini ilân ediyorlar Adeta vehim şeytanlarını tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır Yani, bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlarEy arkadaş! O nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olurGöz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir O makine mümkinattan olduğundan, vücud ve ademi, mütesavidir İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir O illet ise, esbab-ı tabiiyye değildir Çünki, o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir Esbab-ı tabiiyye ise; ilimsiz, şuursuz, câmid şeylerdir Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş´et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun´un şuurunu, Calinos´un hikmetini i´ta etmekle beraber; o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını itikad etmelidir Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaiyi bile utandırıyor Maahaza, esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibe ile kuvve-i dâfianın, inkısama kabiliyeti olmıyan bir cüz´de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir Halbuki bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları câiz değildir Fakat, câzibe ve dâfia kanunlarından maksat âdâtullah ile tâbir edilen kavanin-i İlâhiyye ise ve tabiatla tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyye ise, câizdir Lâkin kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye, umur-u itibariyyeden umur-u hakikiyyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartiyle makbuldür Aksi takdirde câiz değildirEy arkadaş! Misâl olarak gösterdiğim o küçük hurdebini hayvancığın yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak! Emin ol ki, kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zâhir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksınEy arkadaş! Kâinatın sahifelerinde "Delil-ül-İnaye" ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen sıfat-ı kelâmdan gelen Kur´an-ı Azîmüşşan´ın âyetlerine bak ki, insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül-inaye´yi tavsiye ediyorlar Ve ni´metleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet $cümleleriyle o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar İİ) DELİL-İ İNNÎ (Bak: Bürhan-ı innî) DELİL-İ NAKLÎ Kur´an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil DELİL-İ SÜLLEMÎ (Bak: Delil-i arşî, Arş ve süllem) DELK Oğuşturmak El sürtmek Oğmak DELK f Eski ve yamalı elbise Dervişlerin giydikleri eski aba * Kılıcı kınından çıkarmak DELL (DİLÂL) Naz * Hey´et * Güzel ahlâk DELLAK (Delk den) Hamamlarda müşterileri keseleyip yıkayan kimse, tellâk DELLAL İlân edici Yüksek sesle bildiren * Müşterileri çeken Davet eden * Hakka davet eden DELS Karanlık, zulmet * Bir şeyi saklamak, gizlemek * Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti DELTA yun Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım DELUK Dişleri kırılmış ve kütelmiş olan yaşlı deve * Kınından çıkması kolay olan kılıç DELV (Delve) Kova Su koyulan ve kuyudan su çekilen bakraç * Oniki burçtan birinin adı DELZ Vurmak, darb |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DEM´ Göz yaşı Sürurdan veya keder sebebiyle ağlama neticesi gelen göz yaşı DEM Kan DEM f Nefes Soluk * Ağız * Nazar * An, vakit, saat * Koku * Kibir, gurur * Âli, yüksek * Körük DEM-İ CİVÂNÎ Gençlik çağı DEMA f Her zaman Vaktâki * Soluk Nefes Hastalık sebebiyle tez tez solumak * Ürpermek * Dem An DEM´A Bir damla göz yaşı DEMADEM f Zaman zaman An be an Sık sık Her vakit DEMAGOG yun Demagoji yapan kimse DEMAGOJİ yun Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak Halk avcılığı Cerbeze DEMAK Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır) DEMAL Ters * Ekşimiş hurma DEMAME Çirkinlik DEMAN f Heyecanlı Hiddetli, hiddete kapılmış * Vakit, zaman An * Bağırıp çağırma, feryat, figân * Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim * Kükremiş DEM´AN İçi iyice dolmuş olan Ağız ağıza dolu kap DEMAN(İ) Ters, terslik DEMANKEŞ f Zaman, müddet, vakit, an DEMAR f Helâk, mahv, telef, ölüm, mevt DEMAR-ÂVER f İntikam alan, müntakim Helâk eden DEM´A-RİZ f Ağlıyan, gözyaşı döken DEMBEDEM f Bazan Vakit vakit Arasıra DEM-BESTE f Sesi soluğu kesilmiş, susmuş DEMC Dühul etmek, girmek * Mestur olmak, örtünmek DEMCELE (C: Demâcil) Şişman kadın * Huyu, hilkati güzel, iyi kadın DEMDEM Yüce, yüksek yer DEMDEME f Hiddetli söz Avâz Hoşa gitmeyen sesler * Sinek vızıltısı * Öğütmek Sürte sürte ezmek * Azab vermek, eziyet etmek * Hile * Davul * şöhret, nam, ün DEME f Ateş körüğü DEMEKMEK Katı, şedid * Çok kuvvetli kimse DEMENDAN f Cehennem * Ateş, nar DEMENDE f Saldırıp kükreyen * Üfleyen DEMES (C: Dimâs) Yumuşak kumlu yer DEMEŞK (DİMEŞK) Şam şehri * Yürüğen kuvvetli, seri deve DEMEVÎ Kana dâir, kana mensub ve müteallik * Mc: Asabi, sinirli Kanın çokluğu sebebi ile hâsıl olan mizaç DEMG Başı, dimağa erişinceye kadar yarmak Dimağa vurmak * Güneşin sıcaklığı dimağa tesir etmek DEM-GÜZAR f Yaşayan, vakit geçiren DEMİM(E) Çirkin ve kısa boylu kimse DEMK Hız Sür´at DEM-KEŞ f Nefes çeken, soluk çeken * Devamlı öten bir güvercin cinsi * Kaval, ney gibi çalgıları devamlı üfürenler * Bazı kuşların, kübbül gibi uzun uzun ötenleri * Şarap içen DEM-KEŞİDE f Kafadar, arkadaş DEML Yeri terslemek * Yara, cerh DEMLES Kaba, galiz nesne DEMMA´ Mütekebbir gönüllü, gururlu kimse DEMNE f Fırın ve ocak bacası DEMODE Fr Modası geçmiş, kimse kullanmaz hâle gelmiş olan DEMOKRASİ yun (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır Kanunları kendisi yapar, suçluları kendisi muhakeme eder, idareyi kendisi yürütür Bu usül ancak küçük cemiyetlerde tatbik imkânına sahiptir 2- Yarı vasıtasız hükümet şekli: Halk re´yi ile temsilciler meclisi seçilir Meclisin çıkardığı kanunların tatbik edilebilmesi için halkın re´yine baş vurulması (referandum) şarttır3- Temsil hükümet şekli: Cumhuriyet Halk seçim yolu ile hakimiyet ve iktidarı, belli bir zaman için seçtiği temsilciler meclisine devreder İktidarı halk adına meclisler kullanırDemokrasinin temsil şekli olan cumhuriyetin de üç ayrı tatbik şekli vardır 1- Meclis hükümeti sistemi: Hükümet, meclis iradesiyle teşekkül eder Eğer hükümet meclisin itimadını kaybederse meclis tarafından düşürülür 2- Parlementer hükümet sistemi: Hükümetle, meclis, belli ölçüler içinde birbirine karşı müstakildir 3- Başkanlık hükümeti sistemi: Hükümet başkanını halk seçer Başkan, hükümet üyelerini kendisi tâyin eder ve kendisi azlederDemokrasi, hukuk devletine ve millet ekseriyetinin hakimiyetine dayalı olup kişi veya azınlık hâkimiyetini reddederDemokrasinin temellerine aykırı olmayan herhangi bir inanış ve fikir sahibi olanlar, kendi inanış ve fikrini halka kabul ettirmek için zor kullanmak veya idareyi ele geçirmek için zorlama ve isyana teşebbüs veya açıkça teşvik etmemek şartıyla her türlü inanış ve fikri; neşir, tebliğ ve telkin etmek serbestliğini kabul eden devlet şeklidir DEMOKRAT Demokrasi taraftarı DEMOKRATİK Fr Demokrasiye uygun DEMRAG Çok kırmızı olan DEMS Örtmek Defnetmek, gömmek DEM-SAZ f Arkadaş, refik, hem-dem, dost Sırdaş DEM-SAZÎ f Dostluk, arkadaşlık Sırdaşlık DEMŞİNAS f Hikmetli davranan, akıllı DEMUK Sür´atli, seri, hızlı DEM VURMAK t Bir şeyden gelişigüzel bahsetmek DEMY Kan, dem DEN´ Horluk, zelillik DENA´ Arkanın yumru olması, kamburluk DENAET Alçaklık, çok fena hareket Zillet, kötü mizac * Asılsızlık, aslı olmamak DENAET-KÂRÂNE f Alçakçasına, alçakça DENANİR (Dinar C) Dinarlar DENASET Kirlilik, paslılık, temiz olmayışlılık DENASET-İ AHLÂK Ahlâk kirliliği, ahlâksızlık DENAVET Yakın olmak, yakınlık DENAYA (Bak: Deniyyât) DENDANE f Diş tanesi * Çark vesaire dişi DENDENE f Mırıltı, homurdanma Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz DENEF İyileşmeyen hastalık DENEN Bir kişinin belinin bükülüp eğri olması * Kolları çok kısa olmak * Hayvanların ayakları kısa ve göğüsleri yere yakın olması DENES (C: Ednâs) Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset DENEY (Bak: Tecrübe) DENEYCİLİK (Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir Tecrübe görüneni ve müşahhası bize verir Akıl ise, mücerredi, umumiyi, kaide ve prensipleri verir Din ise tecrübe ve akıl ile beraber bunların alanını aşan hakikatleri verir Hakikat, tecrübe ve akılla sınırlı değildir İslâm akla ve tecrübeye yer verir fakat bunların sınırları içinde hapsolmaz Müslüman geniş görüşlüdür, dar görüşlü teorilere bağlı düşünmez DENG f Hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem * İki katı maddenin tokuşmasından hasıl olan ses * Pergel noktası DENİ (C: Deniyyât) Soysuz, alçak, ahlâksız * Dünyaya âit, fâni ve geçici * Yakın, karib DENİ´ Hor, zelil DENİE Eksik, noksan, nakise DENİS Kirli, paslı DENİYYAT (Denâya) (Denî C) Ahlâksızlıklar, aşağılık şeyler DENİYYE Kaftan düğmesi, elbise düğmesi DENN (C: Denân) Küp DEPRESYON Fr Maddi veya manevi çöküntü İç sıkıntısı DERA f Çan, çıngırak DERAHİM (Dirhem C) Dirhemler Okkanın dörtyüzde birleri * Akçeler, paralar DERAHİS Şiddetler DER-AKAB f Hemen, derhâl, çabuk, arkasından, akabinde DER-AMED f Gelir DER-AN f Derhâl, o anda, hemen DERARE Deyyus Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi DERARİ f (Dürrî C) Parlak yıldızlar * Renkli şeyler DERAZ f Uzun, tavil DERB (Dürb) Bir şeyi âdet edinmek * Dadanmak, alışmak * Haslet, cür´et * Tecrübe etmek * Denemek DER-BAN f Kapıcı, kapıya bakan DER-BAR f Ev kapısı DERBAR-I SAADET-KARAR İstanbul (Osmanlılar devrinde İstanbul hilâfet merkezi olduğu için saadet kapısı diye tavsif edilirdi) DER-BEDER f Serseri, kapı kapı dolaşan * Dağınık, perişan DER-BEND f Dağda ve tepede zahmetlerle geçilen yer, dar geçit, boğaz Hudut Kale * Anahtarsız kapı DER-BENDÇİ Kale veya hudut muhafızı DER-BEST(E) f Kapalı kapı * Kapanmış susmuş DERC İçine almak Katmak * Kitaba koymak * Nakışlı kâğıt üzerine yazılan yazı * Hattatın yazılmış kâğıt tomarı DERCAN f Can içinde DERCAN ETMEK Can içine almak, hayatını ona vermek DERÇİN RESMİ Kesilen hayvanlardan alınan bir cins vergi DERD f Tasa, keder, kaygı * Hastalık, illet DERD-İ DİL Gönül tasası, gönül gamı DERD-İ MAİŞET Geçinmek derdi ve zorluğu Maişet derdi DERD-İ SER Sıkıntı, baş derdi, başağrısı DERDA f Yazık! Vah vah! DERDAB Sadâ, ses DERDAK (C: Derâdik) Küçük çocuklar * Her şeyin küçüğü DERDAR Servi ağacından bir sınıf DERD-AŞİNA f Dert görmüş, mihnet görmüş kişi DERDEBİS Belâ * Zahmet * Boncuk * Yaşlı kişi DERD-DEST Elde Elde etmek, yakalamak, tutmak Ahz * Yapılmakta ve rüyet edilmekte olan DERDMEND f Tasalı, kaygılı, dertli DERDNAK f Dertli, kederli, kaygılı, tasalı DERDUR Su çevriği, girdab * Derin çukur yer DEREBEYİ Ortaçağda kendi arazisi içindeki insanlara istedikleri gibi hükmeden, devamlı olarak birbirleriyle savaşan geniş toprak sahiplerinden her biri * Mc: Asi, zorba DERECAT (Derece C) Dereceler, basamaklar, kademeler, yükseklikler, mertebeler DERECAT-I KURBİYE Yakınlık dereceleri Allah´a manevi yakınlık mertebeleri DERECAT-I ŞEMSİYE Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları DERECE (C: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak * Dairenin bölündüğü dilim 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar * Termometrenin bölündüğü kısımların beheri Mertebe, paye * Miktar, rütbe DERECE-İ HARARET Isı derecesi DERECE-İ SÜLLEM Merdiven basamağı DERECE-İ ŞUHUD İmanı ve mânevi hakikatları, mânevi terakki yoluyla görmek seviyesinde olan iman mertebesi DERED Ağızda diş olmamak DEREK Urgan ucuna eklenip, kovanın kulpuna bağlanan ip parçası (urgan suya değmesin diye) * Kiriş uçlarında olan halka (yayın başlarına geçirirler) DEREKA (C: Deruk) Sığır derisinden yapılan kalkan DEREKÂT Aşağılık dereceleri En aşağı mertebeler DEREKE Aşağı inen basamak Aşağı mertebe * Sıfırın altındaki derece Düşüklük DEREKE-İ MİRKAT Merdivenin en alt basamağı DEREKÎ Gerileme DEREM f Akçe, para DEREM Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi * Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması * Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması DEREMAN Kişinin adımlarının birbirine yakın olması (O kimseye "dârim" derler) DEREM-GÜZİN f Sarraf DEREM-SERA f Para basılan yer DEREN Kir, vesah DERENDE f Yırtan, yırtıcı DERER Kasdetmek DERES Nişanın belirsiz olması * Kaftanın eskimesi * Evin köhne olması DERGÂH (Der-geh) f Cenab-ı Hakk´a ibadet edilen yer * Büyük bir huzura girilecek kapı Kapı Padişahların kapısı * Şeyhlerin tekkesi DERGÂH-I ÂLÎ Padişah kapısı Yüksek dergâh DERGÂH-I MUALLÂ Büyük kapı * Mc: Saray DERGİŞ f İzdiham, çok kalabalık * Bir zerdali cinsi DERH Men etmek, engel olmak DERHAL f şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden DER-HAST f Arzu, taleb, istek, dilek * Dilekçe, istida DER-HATIR Hatırda DERHEM f Karışık, karmakarışık * Muztarib, sıkıntılı, ıztırab çeken * İncinme DERHİŞTE f Cömertlik, sehavet DERHOR f Lâyık, münasib, uygun, yakışır, derhuş, sezâ, şâyeste (Derhurd da denir) DERHUŞ f Derhor, lâyık, münasip, muvafık, uygun, yakışır, şayeste DERİ f Farsçanın sahihi, fasih olanı (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır) * Havası hoş ve lâtif Yeşilliği bol olan dağ eteği DERİÇE f Küçük kapı, oyma kapı Pencere DERİDE f Yırtık, yırtılmış DERİR Yürügen davar DERİS (C: Dirsân) Eski kaftan, eski elbise DERİYYE Avcıların gizlenip av gözledikleri yer DERK En aşağı kat, her şeyin dibi Aşağı inen basamak * Anlamak DERK-İ DEKAİK İnce ve dakik şeyleri iyice kavrama, anlama DERKAA Kaçmak, firar DER-KÂR f Mâlum, âşikâre olan * İçinde olan İçte bulunan DER-KEMİN f Pusu bekleyen, pusuda olan DER-KENAR Kenarda bulunan, hâşiye Bir sahifenin kenarına çıkarılan yazı DERKETMEK Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak DERMA´ Topuğu belli olmayan, şişman kadın * Tavşan * Kırmızı yapraklı bir acı ot DERMAN f İlâç, tiryak * Çare-i necat, kurtuluş sebebi * Tâkat, güç, kuvvet DERMANDE (c: Dermândegân) f Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı DERMEK Çok beyaz olan un * Beyaz ekmek DERMEYAN (Der-miyân) f Ortada olan şey, arada DERMEYAN ETMEK Anlatmak, söylemek, iddia ve defi´de bulunmak Beyân İleri sürmek DERNEK Eğlence için yapılan toplanma * Düğün * Cemiyetler kanununa göre kurulmuş cemiyet DER-NİYAM f Kınına sokulmuş, kınında, kılıfta DERPEY f Hemen, ardı sıra DERPİŞ f Önde olan, göz önünde bulunan DERR İyi iş İyilik Mahz-ı hayır * Zat, kimse Hod Nefs Bir kimsenin zâtı * Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi DERRACE Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi * Bisiklet DERRAK (Derk den) Çok dikkatli olan, çabuk anlayan, anlayışlı, müdrik DERRAR Yün eğerdikleri iğ DERS Tenbih, tâlimat, vazife Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife * Akıl DERS-İ İBRET İbret dersi Göz ve fikir açacak hâdise DER-SAADET f Saadet kapısı İstanbul´un eski ismi DERSEC Mercimek DERS-HAN f Ders okuyan, talebe, öğrenci DERSHANE f Sınıf, ders verilen yer, ders yeri DERS-İ AMM Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan * Asistan * Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim DER-TESBİH Tesbihde, duâda, zikirde DERUC Hızlı esen rüzgâr, fırtına DERUHDE f Üstüne almak Kendini vazifeli bilmek * Üzerine alınan iş DERUN f İç taraf Dâhil * Kalb DERUNÎ f Gönülden, içten DERVA(H) f Şaşkın, şaşırmış olan, hayran * Başaşağı asılmış * Lâzım, zaruri, lüzumu olan, gerekli DERVAH f Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse * Sağlam, metin, muhkem * Doğru, asıl, gerçek * Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat * Ayıp, utanma * Sertlik, kabalık DERVAZE f Kapı Şehir Şehir kapısı, kale kapısı DERVÂZE-İ NUŞ $ Mc: Ağız DERVİŞ f Gayet mütevazi ve kanaatkâr olan * Kimsesiz, fakir * Mâneviyâtla gönlü zengin olan fakir * Mürid veya şeyh DERVİŞÂN (Derviş C) f Dervişler DERVİŞÂNE f Dervişe yakışır halde, saflık ve kalenderlikle Müstağni ve fakir bir surette DERY Bilmek DERYA f Deniz, bahr DERYA-YI AHDAR Yeşil deniz * Mc: Sema, gök DERYA-YI EBYAZ Akdeniz DERYA-YI ESVED Karadeniz DERYA-YI UMMAN Açık deniz Umman Denizi Okyanus DERYAB f Akıllı, anlayışlı, müdrik DERYA-BEND f Liman * Tersane DERYAÇE f Göl, küçük deniz DERYA-MİSAL Deniz gibi çok olan, denizi andıran DERYAN Bilmek, ilim DERYA-NEVERD f Denizde dolaşan, denizde gezen DERYANİYE Hörgücü ikiden fazla olan sığır nevi DERYA-NUŞ f Çok fazla içki içen DERYUZ f Dilencilik DERZEN f İğne DE´S Yemek DES´ Def´etmek kovmak * Ağız dolusu kusmak DES f Eş, eşit, müsâvi, benzer, denk DE´SA Câriye DESAİS (Desise C) Vesveseler, desiseler Gizli hileler DESAİS-İ ŞEYTANİYYE şeytanca desiseler, hileler DESAK Bir kabın dolduktan sonra taşıp dökülmesi DESATİR (Düstur C) Düsturlar, kaideler (Desatir-i hikmet, nevamis-i hükümetle; kavanin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac etmezse cumhur-u avamda müsmir olamaz M) DESATİR-İ ÂLİYE Yüksek ve ulvi düsturlar ve kaideler DESATİR-İ HİKMET Hikmet düsturları Hikmet ve maslahatın iktiza ettirdiği kaideler DESÂTİR-İ İLMİYE İlmin düsturları İlmin icab ettirdiği kaideler DESÂTİR-İ İSLÂMİYE İslâma ait kaide ve düsturlar DESEM (C: Düsum) Yağ * Uyuz DESEN Fr Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi * Bir kumaşı süsleyen şekiller DESFAN (C: Desâfi) Bir şeye tâlip olan kişi DESİ´ İki omuz arasında boyun battığı yer DESİA Atâ, bahşiş, hediye * Huy, hulk, tabiat DESİK Dolu nesne DESİMETRE Fr Metrenin onda birine eşit uzunluk birimi DESİS (C: Desâyis) Gizlenmiş, gizli DESİSE Gizli hile, oyun DESİSEKÂR f Hileci, hile yapan DESİSEKÂRÂNE f Hilekârcasına Desise ve hile edene yakışır surette DESKERE (C: Desâkir) Dağ başında olan harab kale * Küçük köy DESKERE f Şehir ve kasaba, il ve ilçe * Hasta insan, eşya vs taşımaya yarayan tahta DESMA Siyah olan nesne DESMERE (C: Desâmire) Dağ başında olan harap yıkık kale DESPOT yun Rum piskoposu * Eskiden Bizanslı ve Balkanlı derebeyi DESR (C: Dusur) Bürünmek, örtünmek * Çok olan mal DESR Def´etmek, kovmak DESS Yavaş yağan yağmur * Acıtıcı derecede dövmek * Def´etmek DESS Gizlenmek * Örtmek DESSAS Çok aldatıcı, çok desiseci DESSE Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan DEST (C: Düsut) Dört bucaklı yastık ve elbise * Hile DEST f El, yed * Mc: Kudret, fayda, nusret, galebe * Düstur * Tasallut * İkmâl * Âlî makam Meclisin şerefli yeri DEST-İ GAYBÎ f Görünmez el, inâyet-i İlâhi * Mc: Allah´ın yardımı DEST-İ İSTİBDAD İstibdadın verdiği azap, istibdadın eli DEST-İ RAST Sağ el, sağ taraf DEST Ü PÂ(Y) El ve ayak DESTAK Şarabın beyazlığı ve dökülmesi DEST-ALAY f Bulaşık el, bulaşmış el DESTAN f (Dest C) Eller * Hikâyeler, masallar * Hile, tezvir, mekir * Meşhur Zâloğlu Rüstem´in babasının nâmı DESTAR f Sarık, imâme, başa sarılan tülbent DESTAR-I HÜMAYUN Pâdişah sarığı DESTARBEND f Sarık saran, sarıklı DESTAR-ÇE f Mendil DEST-BE-DEST f Elden ele, el ele * Peşin satış * Birbirine bitişik olan DEST-BUS f El öpme DEST-BESTE f El bağlamış, eli bağlı DEST-BÜRD f Kuvvet, kudret * Üstünlük, zafer, muvaffakiyet DEST-DİRAZ f El uzatan, zulmeden * Sarkıntılık etme, el uzatma DESTE f Tutam, bağ, demet, kabza * Muin, mededkâr * Süpürge * Küstah DESTEC Desti * Kola takılan bilezik DESTE-ÇUB f Sopa, değnek DESTE-DAD f El veren, yardım eden DESTE-DAD-I TESLİM f Teslim elini veren, itaat eden, uyan DESTEK f Bir şeyin yıkılıp devrilmemesi için, o şeye vurulan payanda, dayanak * Küçük el * Yün ve pamuk gibi şeyleri eğirmeye yarıyan âlet DEST-ERRE El bıçkısı Testere DEST-GÂH f İş yeri, tezgâh * İktidar, servet, kuvvet DEST-GİR f Muavenet Arka olmak Tutucu, yardımcı, muin Zahir DEST-GÜŞA f Avuç açan el açan DEST-GÜZAR f İmdada yetişen, yardım eden, yardımcı DEST-HUŞ f Oyuncak DESTİ f Testi DESTİNE f Bilezik, el bileziği DEST-KEŞ f Gözleri görmeyen bir kimseyi ellerinden tutup dolaştıran * Kazanç Kâr * Yay gibi elde kolaylıkla idare olunabilen şey * Dilenci * Bir işten vazgeçen DEST-MAL f Elbezi DEST-MAYE f Sermaye, elde olan şey DEST-MUZE f Armağan, hediye DEST-PAK f Fakir, fukara * Mendil * Dindar DEST-RENC f El emeği El ile yapılan iş * Ücret, kazanç, kâr DEST-RES f İsteğine ulaşan, elini yetiştiren * Kudret, zenginlik, iktidar DESTROYER ing Çok sür´atli giden küçük savaş gemisi, torpido muhribi DEST-SUZE f Nişanlı kız DESTUR (DÜSTUR) Asıl * Kanun * Vezir-i azam, baş vezir DESTUR f İzin, müsaade Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz * Allah´ın inayeti DEST-VANE f Savaşta giyilen demirden yapılmış eldiven * Kadınların kollarına taktıkları süs eşyası, bilezik * Meclisin baş kısmı DEST-VAR(E) f Çoban değneği Baston * El bileziği * Ele benzer, el gibi, el kadar DEST-YAR f Yardımcı, muin Arka DEST-YARÎ f Yardım, muavenet DEST-ZEN f Tutunma * El uzatma DEŞİŞE Bulgur DEŞNE f Hançer DEŞNE-İ SUBH Tan yeri (Bu tabir, tan yerinin ilkönce hançer şeklinde göründüğünden kinaye olarak denmiştir) DEŞT f Bozkır, çöl, sahra Kumluk ve nebatsız geniş arazi DEŞT-İ HAYAT Hayat çölü DEŞT-İ KIPÇAK Dinyester ile İrtiş arasında bulunan geniş step DETEKTİF (Bak: Dedektif) DETERMİNANT Fr Denklemlerin çözümlerini rahatlıkla bulmaya yarayan matematiksel tablo DEV şeytan, ifrit, cinDE´V : Aldatmak, hud´a DEVA İlâç, çare Hastalığın iyi olmasına sebeb olan gıda DEVABB (Dabbe C) Binek hayvanları Hayvanlar * Yürüyenler DEVAC f Üste örtünecek şey Yorgan DEVADAR f Devâlı, devâ verici, iyileştiren DEVAHİ (Dâhiye C) Büyük belâler Afetler Kazâlar * Çok üstün zekâ sahipleri DEVAHİL (Dâhile C) İçler, batınlar DEVAHİN (Dâhine C) Duman çıkaran bacalar DEVAÎ (Devâiye) İlâç cinsinden İlâca âit ve müteallik Devaya dâir DEVAİ (Dâiye C) Batından, içten gelen bir duyguyu teşvik edici hâlât DEVAİR (Dâire C) Daireler Resmî işlerin görüldüğü yerler DEVAİR-İ ASKERİYE Askerî daireler DEVAİR-İ DEVLET Devlet daireleri DEVAİR-İ MÜTEDAHİLE İç içe daireler DEVAİR-İ RESMİYE Resmî daireler DEVALÜASYON Fr Paranın değerinin düşürülmesi DEVAM Bir halde bulunma, sürekli olma, daimîlik * Bir işe veya bir memuriyete gidip gelme * Sebat DEVAN f Hızlı yürüyen, koşan, seğirten DEVA NA-PEZİR Devâsı bulunmaz hastalık DEVANİK (Dânık C) Bir dirhemin dörtde birleri DEVAR Baş dönmesi hastalığı DEVARİ´ (Dır C) Zırhlar Zırhlılar Zırhlı gemiler DEVA-SAZ f Çâre bulan, ilâç tertip eden DEVAT (C: Devâyât) Divit DEVAVİN (Divân C) Divânlar, eski şairlerin şiirlerini topladıkları kitablar DEVB Kötü hâl DEVBEL Bir karar üzere durup büyümeyen küçük eşek DEVDAT Çocukların oyun oynadığı yer DEVDERÎ Kısa boylu cariye DEVENDE f Seyyah Seyahat eden, gezen, dolaşan DEVERAN Dönüş, dolaşmak Tedavül Yerinde durmamak Devretmek DEVERAN-I DEM Kan dolaşımı, kan deveranı DEVERAN-I DÜNYA Dünyanın dönüp devretmesi DEVF Suda ıslamak * Irak etmek, uzaklaştırmak * Misk ezmek DEVH Hor, hakir olmak Hor, hakir etmek * Kahretmek DEVHA (C: Devah-Devâyih) Büyük ağaç DEVİR (Devr) (C: Edvâr) Nakil Birisinin uhdesinden diğerinin uhdesine geçirmek * Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek Geçmiş dersleri hatırlama * Bir şeyin çevresinde dolaşmak Dönme * Seyahat Bir memleketi dolaşmak * Bir şeyin kendi mihveri üzerinde dönmesi * Aktarma, bir şeyin bir kaptan veya bir yerden diğerine nakli * Bir şeyin diğerine teslimi * Bir bölük veya takım askerin teftiş veya emniyeti muhafaza için dolaşması * Bazı ehl-i tarikatın dönerek ettikleri zikir, sema * Müzikte, her ölçüye verilen isim olup, umumiyetle büyük ölçüler ve peşrevler için kullanılır * Tas: Dünyaya gelme (Nüzul), geldiği yere dönme hali (Uruc) * Dairevî bir hareket Bir şeyin diğer bir şey etrafında dönmesi Dolaşmak * Müddet Zaman Çağ * Bir şeyi başkasına devretmek * Biri birisini icad etmek (Bak: Hudus) DEVR-İ ÂLEM Dünya seyahati, dünya gezisi, dünyayı gezmek DEVR-İ BÂTIL Man: Kısır devir Bir hükmü ikinci bir hüküm ile, bunu da birincisi ile isbatlamaya çalışma yolu DEVR-İ EBVAB Kapı kapı gezip dolaşmak DEVR-İ FELEK (Bak: Devr-i zaman) DEVR-İ KASIR (Devre-i kasire) Fiz: Kısa devre DEVR-İ LÂLE Lâle devri, lâle mevsimi, lâle zamanı DEVR-İ MİHNET Dünya, cihan, küre-i arz DEVR-İ SÂBIK Bir önceki hükümet Geçmiş devir DEVR-İ TEFRİH Kuluçka devri DEVR-İ TERAKKİ İlerleme devri DEVR-İ ZAMAN (Devr-i felek) Tali, kader şans DEVİR DAİRESİ Denizde geminin çeşitli hızla ve muhtelif dümen açısı ile çizdiği dâire DEVİRLİ Fiz: Müsavi zaman aralıkları ile tekrarlanan hareket Periyodik DEVİR VE TESELSÜL Davanın delile ve delilin davaya taalluk etmesiyle kaziyenin dönüp dolaşıp yine eski hâline gelerek hallolunamaması DEVİYE Otsuz sahrâ Otu olmayan çöl DEVİYY Nerden geldiği anlaşılamayan sesler, gürültüler, patırtılar DEVK Döğmek * Karışmak DEVKE (DEVEKE) Karışmak, ihtilât DEVKES Arslan * Çok adet, çok miktar DEVLE (DÜVLE) "Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli * İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır) DEVLET Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet, şahsî teşebbüs ve serbest rekabete dayanan, iktidar ve hâkimiyetin kapitalist sınıfın elinde bulunduğu devlet şeklidir2- Sosyalist ve Komünist Devlet : Şahsî mülkiyeti ortadan kaldıran, yerine işçi sınıfı adına devlet mülkiyetini ikame eden, işçi sınıfı hâkimiyeti namı ile komünist partisi diktatörlüğünü getiren devlet şeklidirBu iki devlet şeklinin iktisad siyasetleri ile siyasî iktidar ve hâkimiyet anlayışları farklı olmakla beraber devlet idaresinde dine yer vermemekte birleşirler3- Faşist Devlet: Menfî milliyet ve unsuriyet fikrini siyasette hâkim kılan, şahsî teşebbüse müsaade eden; fakat devletin vesayeti ve hâkimiyeti altına alan, meslek zümreleri adına iktidar ve hâkimiyeti tek parti ve şefinin eline veren devlet şeklidir4- Teokratik Devlet: Hâkimiyet ve iktidarın, ruhban sınıfının elinde bulunduğu bir devlet şeklidir Daha çok Hristiyan âleminde asırlar boyunca bu devlet şekli cemiyet ve milletlere hükmetmiş, fakat tahrif edilmiş İncil´e sâhib oldukları ve İlâhî iktidar ve hâkimiyet yerine ruhban sınıfının hâkimiyet ve iktidarını ikame ettikleri için, insanın fıtratındaki hakikatı taharri ve hürriyet fikri galebe çalarak bu devlet ve idare şekli Fransız ihtilâliyle yıkılmış, fakat ihtilâlciler ve muakibleri beşeriyeti yeniden ıztırablara dûçar eden kapitalist, sosyalist ve faşist sistemlerden başka birşey getirememişlerdir Çünki hareket ve istinad noktaları beşerî fikir ve ölçüler olup materyalist (maddeci) dünya görüşlerinin zarurî neticesi olarak teavün yerine cidal; hak yerine kuvvet; iktisat yerine ihtiyaçları tezyid ve tahrik ettiklerinden beşeriyetin huzur ve saadetlerini bozdular5- İslâm Devleti: İktidar ve hâkimiyeti milliyet ve unsuriyet, yahut içtimaî sınıflarda veya ruhban sınıfında değil; yalnız Allah´ta kabul eder Halkı veya siyasî temsilcisi olan kişiyi yahut meclisleri, İlâhî iktidar ve hâkimiyetin tatbikçi memurları olarak kabul eder(Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa´ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb´usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i Şer´î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir RN) DEVLET-İ ÂLİYE Osmanlı İmparatorluğu DEVLET-ABADÎ f Hindistan´ın Devlet-âbâd şehrinde imal edilen ve güzel san´atlarda kullanılan bir çeşit kâğıt DEVLETÇİLİK Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi * Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseselerini devlete devretmek fikri (Bunun ifratı fertlere ve millete zulümdür ve dinsizlik rejimi olan komünizme giden bir usuldür) DEVLETHANE f Ev, köşk, konak DEVLETLİ (DEVLETLÜ) f Eskiden vezir ve müşir gibi büyük rütbeli kimselere verilen bir ünvan DEVLETLÜ NECÂBETLÜ Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir DEVLETLÜ RE´FETLÜ Eskiden seraskerler için kullanılan ünvan DEVLETLÜ SEMÂHATLÜ Zamanında Şeyh-ül İslâmlara verilen bir ünvan DEVLETLÜ UTUFETLÜ Vezirlere, müşirlere, padişah damatlarına verilen ünvan DEVLET-MEAB Devletin saadet ve ihtişamının sığınacağı yer, hükümdar DEVLET-MEDAR Büyüklük merkezi olan (hükümdar) DEVLET Ü İKBAL Ulviyet ve iyi tâlih DEVR (Bak: Devir) DEVR-İ DİL-ÂRÂ En hoş devir Gönlü hoş eden zaman DEVR f Casus, hafiye DEVRAK Şarap ölçeği DEVRAN Devir, felek, zaman, deveran, dünya DEVRANÎ Deverana âit ve müteallik DEVRE (C: Devrât) Dönüş dönme, dönem * Birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi * Elektrik devresi Üzerinden elektrik akımı geçmekte olan bir iletken yolun tamamı DEVR-HAN f Kur´an-ı Kerim´i devamlı okuyup devreden kişi DEVRİY (Devriyye) Geceleri gezen kol takımı, gezici karakol * Bülbül, karatavuk, sığırcık ve bu gibi kuşların dahil olduğu sınıf DEVRİYYE Osmanlı İmparatorluğu devrinde ilmiye sınıfına mahsus bir pâye DEVS Ziynet etmek, süslemek * Bir şeyi ayağı ile basıp çiğnemek DEVSERE Büyük, semiz, kuvvetli deve DEVŞ Fâsid olmak DEVV Otsuz çöl DEVVAR Durmayıp dönen, devreden Devredip gezen * Gerdân * Kâbe-i Muazzama´nın bir adı * Haremden alıp beraber tavaf edilen taş DEVVARE Geo: Daireler çizmeye yarayan bir âlet, pergel DEYABÜZ İki ırgaçla dokunan bez DEYACİR (Deycür C) Karanlıklar, zulümatlar DEYBUB Koğucu, dedikoducu DEYCUC (C: Deyâcic) Karanlık, zulmet DEYCUR (C: Deyâcir) Karanlık DEYDAN Edep * Âdet DEYDEN Edep * Âdet DEYDENET Âdet, usul DEYDENUN Toplamak * Haslet, huy, âdet * Oyun DEYH (C: Diyeha) Hor ve rezil olmak DEYKU´ Katı, şedid DEYLEM Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer * Belâ * Zahmet * Düşman * Türaç kuşunun erkeği * Cemaat * Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler DEYMAS (C: Deyâmis) Hamam * Alçak zemin DEYMUM Devamlı, berkarar, zevalsiz DEYMUMET Daimlik, devam, dâimiyet DEYMUMÎ Devamlılık, devam, dâimiyet DEYN Borç Verilmesi lâzım gelen şey * Fık: Zimmetinde sâbit olan şey DEYN-İ HÂL Huk: Herhangi bir vakte bağlı ve te´hir edilmeyen borç DEYR (C: Edyâr) Kilise, manastır * Âlem-i insaniyet, insanlık âlemi DEYRANÎ Manastır adamı DEYRHANE f Kilise, manastır DEYSAK (C: Deyâsik) Uzun yol * Beyaz olan şey DEYSAN Cömertlik DEYSEM Köpekten olmuş kurt eniği * Sultan böreği denilen kırmızı çiçekli bir ot DEYSEME İnci DEYYAN Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren Hâk Teâla Kahhar Hâsib Hâkim Kadir Râi Cenâb-ı Hak DEYYAR Bir kimse Ehad * Yurt sahibi birisi * Manastır sahibi DEYYAS Kaba, galiz olan kimse DEYYUS Derare Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam DE´Z Boğmak * Bir şeyi doldurmak |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DIA Rahat DIAME (C: Diam-Deâyim) Evin direği * Ulu, şerif kişi, seyyid DIAYET Dâvet DIBABE Yumuşak nesne DIB´AN (C: Dabâin-Dıbâ) Erkek sırtlan DIBATR Katı nesne DI´BİL Belâ * Meşakkat, güçlük DIBK Bürc dedikleri nesne ki ağaçta biter; yazda ve kışta bitmez * Ağaç posası DIBNE Gülmek * Maymun sesi DIDD (C: Ezdad) Mugâyir, aykırı * Düşman * Nazir, misil, benzer DI´F (C: Ez´âf) Her nesnenin bir misli miktarı DIFDA´ (C: Defâdı´) Kurbağa DIFDI´ (DIFDA´) (C: Dafâdi) Kurbağa DIFFE Irmak ve kuyu kenarı DIGS (C: Edgas) Yaş ve kuru karışık bir tutam ot * Te´vili sahih olmayan karışık rüya DIHAM (Dahm C) Kalın ve iri olan şeyler DIHAS Çok, kesir * Eskimeye yakın olan DIHH Güneş, şems DIHK Gülme DIHK-ÂVER f Güldüren, güldürücü DIHL Kısa boylu, tıknaz kimse DIHLE Bir kişinin her işine karışan has adamı DIHRAC (Dahrece) Yuvarlama DIHRIS (C: Dehâris) Terzilerin kullandığı tiriz denen cisim DIHVENNE Habis kimse * Semiz kısa boylu, tıknaz kişi DIHYE Sahabeden bir zâtın adı (RA) DI´ÎL Ölüme yakın olan hasta deve * Kurbağa yumurtası DIÎN Asıl * Maden DI´ÎS Süngü ile çok vuran kimse DIKAK Herşeyin ufalmışı, incesi, kırıntısı * Şirden adı verilen bağırsak DIKÎS Akılsız kadın DIKK Yufka gibi ince olan şey * Bir nevi sıtma DIKKA (C: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak * Uzaklaşmış olan şey DIKRAR (C: Dekârir) Koğucu, dedikoducu * Belâ Zahmet * Yalan söz * Fuhşiyât DIL´ Karpuz veya kavun dilimi * Tıb: Kaburga kemiği * Geo: Dik kenar Kenar DIL´-İ KÂZİB Tıb: Göğüs kemiğine dayalı beş adet küçük kaburga kemiği DILAMİS Yumuşak ve berrak olan şey DI´LİYE Deve kuşunun dişisi DIMAD Yara üstüne yapılan yakı ve bağlanan bez DIMAR Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi * Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal * Sonraya bırakılan vâde Müddeti hudutsuz borç * Gizli DIMIŞK (Bak: Dimişk) DIMN Her nesnenin arası * Koltuk DIMS Duvar temeli DINA İzdihamlık, kalabalık, çokluk DINN(E) Bahillik DINTAR Çok yaşamış kertenkele DIR´ (C: Dırâ´- Duru´) Cevşen Cenkte, muharebede giyilen zırh DIRAB Erkek dişiye aşmak * Küçük dağlar DIRAHŞAN f Parlak Parıldayan Parlaklık Münevver, ziyâdar DIRAHT f Ağaç Şecer DIRAK (Daraka C) Deriden mâmul kalkanlar DIRAM Ateşin alevlenmesi * Ateşin alevi * Odun parçası, tahta parçası (tezcek ateş tutuşup alevlenir) DIRAR Ziyân yetiştirmek DIRAZ f Uzun DIRAZ-DEST f El uzatan El uzunluğu DIRAZÎ f Uzunluk DIREFS İpek * Katı, sağlam nesne * Büyük iri yapılı adam * Büyük deve DIRGA Sıvı, balçık DIRGAM (C: Darâgım) Arslan, esed, gazanfer, şir, leys, haydar DIRHAMİ Bir dirhem DIRR Avret üzerine avret almak, evli iken bir daha evlenmek DIRRE (C: Direr) Sütün çokluğu * Sütün akanı * Turra * Kırbaç DIRRİZ Bahil kimse * Kısa boylu, âdi kadın DIRS Azı dişi * Katı, muhkem yer * Az yağmur * Kötü huy DIRS (C: Derâsa-Edrâs) Kertenkele, fare ve kedi gibi hayvanların eniği DIRV(E) Av öğrenmiş olan köpek yavrusu * Dağ ağaçlarından pelit ağacına benzer bir ağaç DI´S Kum * Kumdan yığılmaş yumuşak tepe DI´VE Nesep dâvâsı etmek * Yalan dâvâ etmek DIYA Helak olmak, telef olmak DIYK (Bak: Dîk) DI´ZABE Kısa boylu ve eti çok olan kimse Dİ f Dün, dünkü gün, bugünden bir evvelki gün DİABE Davet DİAE Şehadet parmağı DİAM(ET) Binaya vurulan destek, direk, payanda * İleri gelen, makamca yüksek olan baş başkan, reis, şef DİBAC (C: Debâbic) Atlas dedikleri kıymetli ipek bez DİBACE f Mukaddeme, başlangıç, önsöz DİBAGAT Tabaklama Deriyi kullanılır ve temiz hale koyma işi DİBARE (C: Dibâr) Bir evlek yer DİBBÎC Bir, ehad DİBBÎH Bir, ehad DİBG Dibâgat etmek Arınıp pâk olmak DİBL Belâ ve zahmet DİBR Çokluk DİBRE Çokluk DİBS (DİBİS) Pekmez Hurma pekmezi Bal * Çok cemaat DİBSA´ (DEBSÂ) Dişi çekirge DİCAC Ummanda yetişen büyük bir dikenli ağacın suyudur ve sabun gibi kiri izâle eder DİDA´ Devenin şiddetle yelmesi ve sıçraması * Ay sonu DİDAKTİK yun Mevzuu, hikmet ve nasihattan ibaret olan söz Öğretici Dİ´DAN Devenin çok yelmesi * Bir şeyi örtmek DİDAR f Mülâkat, görüş * Görünme * Yüz Çehre * Görüş kuvveti, göz * Açık, meydanda DİDAR-I HÜRRİYET Hürriyetin güzel yüzü DİDAR-I PÂK Temiz yüz DİDE f Göz, ayn, çeşm * Görmek * Gözcü * Göz bebeği * Göz ucu DİDE-BÂN Gözcü, bekçi, nöbetçi DİDE-GİRYAN Teessürle ağlayan göz Ağlayarak DİF (C: Edfâ) Çok hararet * Derin duvar * Deveden gelen fayda, menfaat DİFAF Hazırlandırmak DİFL Zakkum ağacı * Katran Zift DİFLA Ağu ağacı denen ve çok acı olan nesne DİFNAS Akılsız, ahmak kimse (Müe: Difnes) DİG : f Topraktan yapılmış tencere, çömlek DİGER f Başka, diğer, öteki DİGER-BÂR f Başka zaman, başka defa DİGER-BİN f Başka kişilerin faydaları için fedakârlıkta bulunan kişi DİGER-GUN f Değişmiş, başkalaşmış, bozuk DİGER-KÂM f Başkalarını düşünen DİGER-RUZ f Diğer gün, başka gün DİH f Köy, karye * On sayısı DİH f "Veren, verici" mânalarına gelir ve kelimelerle birleşir Meselâ: Ârâm-dih $ : Rahatlık veren DİH (C: Diha) Hurma salkımı DİHAK Dolu bardak DİHAN Kırmızı deri, sahtiyan * (Dühn C) Vücuda sürünülecek yağlar DİHAT (Dih C) f Köyler, karyeler DİHÇE f Küçük köy * Çiftçi, köylü DİHDA Yuvarlamak Döndürmek DİH-DAR f Köy ağası DİH-GAN f Ekinci, çiftçi, köylü DİH-HÜDA f Köy kâhyâsı, köy ağası DİHI Köyle ilgili, köylü, köye mensub DİHİM f Taç DİHİŞ f Verme, veriş, bağışlama, ihsan, atiyye DİHKAN (DÜHKAN) (C: Dehâkin) Sipâhi * Köy kethüdâsı * Emirlerin tasarrufunda kuvvetli olan, sözü geçen adam * Bezirgân * Acem fellahlarının maslahatgüzarı DİHLAS Arslan * Yavuz, bahâdır, kahraman, çeri kimse DİHLİZ (C: Dehâliz) Ev ile kapı arası DİK Horoz DİK-ÜL EFRAF Çatal ibikli horoz DÎK Darlık, sıkıntı Gam Kalbe sıkıntı veren DÎK-UL ELFAZ İfade zorluğu Gayet ince ve derin ve ruhen hissedilen bazı mânaların ifade edilemeyişi DÎK-UN NEFES Nefes darlığı DİKKAT İncelik, dakik oluş Ehemmiyet ve kıymet verme DİKKAT-İ NAZAR İnceden inceye düşünme ve bakma Bakış inceliği DİKTA Lât Diktatörlerin davranışları * Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir DİKTATÖR Fr Mevcut kanunları çiğneyerek, örf ve adalet esaslarına aykırı olarak, devleti keyfine göre idare eden devlet adamı Müstebid DİKTE Fr Başkası tarafından yazılmak üzere söyleyip yazdırma * Karşı koymayacak olan birisine, aşırı arzu ve isteklerini bildirip kabul ettirme DİL t Lisan, zeban * Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu * İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi Lügat * Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları * Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası * Mc: Gıybet, mezemmet, dedi-kodu, çekiştirme(İnsanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, fâidelere âlet oluyor Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kat´i bir surette ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zihayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat´iyetinde nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâm-ül Guyub´un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbirşey yoktur diye ilân ederler ş) DİL f Gönül, kalb, niyet * Cesâret, yürek * Mandıra, ağıl DİL-İ ÂVÂRE Serseri gönül DİL-İ DERYA Denizin ortası DİL-İ DİVANE Divâne gönül, deli gönül DİL-İ PÜR-ÂTEŞ Ateşli gönül DİL-İ SUZAN Yanık, ateşli gönül DİL-İ ŞEB Gecenin ortası, gece yarısı DİL-İ VİRAN Harap gönül, yıkık gönül DİL-İ ZÂR Zavallı gönül DİL-ÂGÂH f Kalbi uyanık Akıllı, bilgili, görgülü Gönül anlar DİLAHİS Leşker, asker Çeri başı DİLALET Kılavuzluk etmek * Nazlanma İşve * Üstünlük, galebe DİL-ÂRÂM f Gönül eğlendirici, kalbe rahatlık veren Gönül okşayan DİL-ÂRÂ(Y) f Kalbi süsleyen, gönlü zinetlendiren DİLAS (C: Düles) Hızlı, seri DİLAS (DELİS) Yumuşak ve berrak olan nesne DİL-ÂSÂ f Gönlü rahatlandıran, avutan DİL-ASUDE f Kalbi rahat DİL-AŞUB f Kalbi sıkan, yüreğe sıkıntı veren, gönle eza veren * Kalbi meftun eden güzel DİL-ÂVER f Yiğit Cesaretli Yürekli * Gönül alıcı DİL-ÂVERÂN (Dil-aver C) Dilaverler, yürekliler, yiğitler DİL-AVİZ f Câzib, çekici, gönle asılan Gönlü asılı tutan, dilber DİL-AZAD f Gönlü rahat, gönlü bir şeyle ilgili olmıyan DIL-AZAR f Gönlü inciten, hatır kıran DİL-AZURDE f İncinmiş Gönlü, kalbi kırılmış DİL-BAZ f Güzel konuşan Sözü ve işi hoş olan Gönül eğlendiren DİL-BEND f Gönül bağlıyan, seven DİL-BER f Gönül alan, kalbi çeken Güzel, dilber DİL-BESTE f Kalbi bağlı, âşık DİL-CU(Y) f Gönül çeken, gönül arıyan DİL-DADE f Gönül vermiş, âşık DİL-DAR f Kalbi hükmü altında tutan Sevgili, mâşuk DİLDİL f Iztırab, acı, elem, sıkıntı, azab İnilti DİLDİL-KÜNÂN İnleyenler, acı çekenler, ıztırab çekenler DİL-DUZ f Kalbe batan, gönül delen DİL-DÜZD f Gönül çalan DİLE f Dil, gönül, kalb yürek * Gönül sahibi DİL-EFRUZ (Dilfiruz) f Kalbi yakan, gönül parlatıcı DİLEKÇE (Bak: İstida) DİL-FERAH f Sevinçli, gönlü rahat DİL-FİGAR f Gönlü yaralı, âşık DİL-FİRİB f Gönlü aldatan, câzibeli DİL-GERM f Öfkelenmiş hiddetlenmiş, gönlü kızmış DİL-GİR f Kalbe sıkıntı veren gönül tutan * Gücenmiş olan, kırgın DİL-GÜŞA f İç açan, gönül açan, kalbe ferah veren * Türk musikisinde bir mürekkeb makam DİL-HAH f Gönül talebi, gönül arzusu DİL-HARAB f Gönlü yıkılmış, gönlü kırılmış DİLHAS (DÜLÂHİS) Arslan Çeri kimse DİL-HIRAŞ f Yürek parçalıyan, tırmalıyan DİL-HUN f Kalbi yaralı, yüreği kanlı Mükedder, mağmum DİL-HURREM f Neş´eli, gönlü sevinçli DİL-HUŞ f Yüreği rahat, gönlü hoş DİLİR (C: Dilirân ) Bahadır, cesur, cesaretli, yiğit, yürekli DİLİRÂN (Dilir C) Bahadırlar, cesurlar, cesaretliler, yiğitler, yürekliler DİLİRÂNE f Mertçesine, yiğitçesine, bahadırcasına DİLİRÎ f Mertlik, yiğitlik, yüreklilik DİL-KEŞ f Gönlü çeken, kalbi cezbedici DİL-KUB f Gönül zedeliyen, vuran DİL-MÜRDE f Duygusuz, kalbi ölmüş DİL-NİŞİN fGönlüde yer tutan Lâtif, hoş DİL-NÜVAZ Gönül okşayan DİL-RİŞ f Dertli, kalbi yaralı, gönlü yaralı DİL-RÜBA f Gönül alan, gönül kapan DİL-SAZ f Gönül yapan DİL-SİR f Gözü gönlü tok DİL-SİTAN f Gönül alan DİL-SUZ Gönül yakan DİL-ŞAD f Sevinmiş Kalbi hoş olmuş DİL-ŞİKAF f Yürekleri delen, çok acıklı, dokunaklı DİL-ŞİKEN f Can sıkıcı, kalb kırıcı DİL-ŞİKESTE f Kalbi kırık, gönlü kırılmış olan DİL-ŞÜDE f Gönlü gitmiş Âşık DİL-ŞÜKÜFTE f Gönlü açılmış, ferahlamış DİL-TENG f Sıkıntılı, kederli, gönlü darda olan DİL-TENGÎ f Gönlü darlığı, iç sıkıntısı DİL-TEŞNE f Kalbi susamış Gönlü çok istekli, çok özlemiş DİLÜVİYUM Jeo: Nehirlerin en eski alüvyonlarına verilen isim DİM f Yüz, yanak, çehre, surat DİMA´ Göz yaşı akan yerlerin izi DİMA´ (Dem C) Kanlar DİMA f (Bak: Demâ) DİMAĞ Beyin Kafanın içi (Bak: Kalb)(Dimağda merâtib var birbiriyle mültebis ahkâmları muhtelif Evvel tahayyül olur sonra tasavvur gelirSonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz´an oluyor, sonra gelir iltizam sonra itikad gelirİtikadın başkadır, iltizamın başkadır Herbirinden çıkar bir hâlet; salâbet itikaddanTaassub iltizamdan, imtisal iz´andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurdaTahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedirBâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâliS) DİMAM Çocukların yüzlerine sürülen ilâç * Sevap DİMAR Helâk, mahv DİMASE Yumuşak * Asanlık, kolaylık DİME (C: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur DİMEN Süprüntülükler Mezbele Gübre Fışkı DİMİŞK Şam şehri Suriye´nin başkenti DİMİŞKÎ Şam şehriyle alâkalı Şam´a ait ve müteallik * Şam´da yapılan ve güzel san´atlarda kullanılan bir nevi kâğıt DİMKİS İbrişim DİMMET Deve ve koyun tersi DİMN Deve ve koyun tersi* Selin getirdiği çörçöp DİMNE f Tilki DİMNE (C: Dimen) Ters * Duvar temeli * Kin, düşmanlık * Süprüntülük DİN Ceza, ivaz * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey´et-i mecmuasıdır Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır Milletin birlik ve dirliği bozulur * Cenab-ı Hakk´ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat * Millet * Âdet, hâl, siyaset * Hesab * Kahr, galebe, istilâ * Mâlik olmak Aziz olmak * İtaat etme Verâ, takvâ Mâsiyet ve ikrah ve hizmet * Hüküm, kazâ ve ihsân * Bir şeyi âdet eylemek, de´b * Siret ve tarikat * Tedbir ve tevhid * Melik, mülk * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam DİN-İ FERİD Tek ve benzersiz olan hak din İslâm dini(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî´nin (ASM) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te´min etmesidir Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor Hem Muhammed´in (ASM) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (ASM) insaniyetin halâskârıdır Ve halâskârlık namı, O´na verilmek lâzımdır" M) DİN (Dyne) Fr Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü DİNAK İri gövdeli, şişman kadın DİNAMİK yun Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan Hareketle birlikte te´sirli kuvveti de olan DİNAMO yun Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet DİNAN Küpler DİNAR Lât Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para DİNDAR f Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin DİNDARANE Dindar bir kimseye yakışacak tarzda DİNEN Din bakımından, diyanet noktasından, dince DİNKAS İfsad etmek, bozmak DİNNABE Kısa boylu kimse DİNNAME Kısa boylu DİNNEME Kısa boylu DİNPERVER f Sağlam dindar, dine hizmet eden Salabet-i diniye sâhibi DİNYA Emmi oğlu, amca oğlu DİPLOMAT yun Memleket hakkında siyasi söz sâhibi Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı * Becerikli, söz söyliyebilen DİR´ Zırh, demirden gömlek * Kadın gömleği DİRAHŞ f Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık DİRAHŞAN f Parlıyan, parlak DİRAHŞENDE f Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan DİRAHT f Ağaç Şecer DİRAHT-I MEYVEDÂR Meyve veren, yemişli ağaç DİRAK Tâbi olmaklık, itaat etmeklik DİRAN (Dâr C) Evler, hâneler DİRASE Kitab okumak * Elbiseyi eskitmek * Gizli yol * Harmanda buğday döğmek * Uyuz olan deveyi katranlamak DİRAYET Zekâ, bilgi Kuvvetli tecrübe sahibi olmak * Fetanet Temkin ve tecrübeye dayanan akıl DİRAYETKÂR f Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı DİRAYETLİ Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı DİR-BAZ f Uzun zaman, uzun müddet, uzun DİRDİH Yaşlı, pir, ihtiyar kişi DİRDİM Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve DİREFŞ f Alem, bayrak, sancak DİREKTİF Fr Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi Talimat, emir Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir DİREKTUVAR Fr Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon´un yerine geçen idare şekli DİREM (Dirhem) f Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü Şimdiki üç gram ağırlık Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır Şer´an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para Akça DİREM-SERA f Darbhâne, para basılan yer DİRENG f Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur * Dinlenme, karar, istirahat, aram DİREV f Ekin biçme, hasat DİREV-GER f Ekin biçen, orakçı DİRHA Süngü ile oynadıkları halka DİRHAM (C: Derâhim) Kuruş DİRHEM (Bak: Direm) DİRHEVS Katı, şiddetli nesne, şedid DİRİĞ f Men´etmek, korumak, esirgemek * Eyvâh, yazık DİRİGA f Yazık, eyvahlar olsun! DİRİN(E) f Eski, kadim DİRİTNOT (Diritnavt) ing Büyük harp gemisi DİRKİTE Acem diyarında bir oyun adıdır (Bir yere gelip raks ederler) DİRVAS Büyük deve * Boynu kalın olan adam * Arslan * Köpek ve devenin sütü DİRYAK Tiryâk, ilâç DİRZ (C: Duruz) Dünya nimetleri * Lezzet DİSAM Şişe ağzına konulan tıpa * Yaraya bağlanan bez * Kulak içine sokulan şey * Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç DİSAR (C: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise * Yatak çarşafı * Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır MERHAMET-DİSAR Çok merhametli, acıma hissi fazla olan DİSAR (C: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar DİSE f Kişi, şahıs, zât, fert DİSİPLİN Fr Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar * Nizam ve intizam te´mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye DİSKALİFİYE Fr Müsabaka dışı bırakılmış Dİ-ŞEB Dün gece DİV f Dev * İblis, şeytan * Cinn, ifrit DİVAN Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap * Büyük meclis Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer DİVAN-I AHKÂM-I ADLİYE Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi DİVAN-I ÂLÎ Yüce divân DİVAN-I DEÂVÎ NEZARETİ Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti´nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır DİVAN-I EŞ´ÂR Şiirler divanı, şiirler kitabı DİVAN-I HARP Harp divanı Yüksek rütbeli askerlerin harp mes´eleleri veya harp suçluları hakkında işler için toplandıkları meclis DİVAN-I HÜMÂYUN f Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu DİVAN-I İLÂHÎ Âhiretteki hesap günü Haşirde muhasebe günü DİVAN-I NÜBÜVVET Peygamberler cemaati, peygamberler meclisi DİVANÇE f Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası DİVAN DURMAK Huzurda hazır olarak beklemek DİVANE f Deli Aklı başında olmayan DİVANE-GÎ f Delilik, divânelik DİVANE-REV f Çılgın, delicesine davranan DİVANHANE f Odalar arasındaki büyük salon Büyük ev Divan kurulacak büyük oda Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon DİVAR f Duvar DİVÂR-GER f Duvarcı DİV-BAD f Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına * Divanelik, delilik, cinnet DİV-BEÇE f Deve yavrusu DİV-CAME f Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi DİV-ÇE f Sülük * Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti * Ağaç kurdu, güve * Arka kaşağısı DİVE f İpek böceği DİVEK f Ağaç kurdu, güve DİVER f Ev sahibi DİVİT Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza DİYAF Bir mevzi DİYANET Dindarlık Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki Din işleri DİYAR (Dâr C) Memleket DİYAR-I ÂHAR Başka, diğer memleket DİYAR-I GURBET f Gurbet diyarı Yabancı memleket DİYAR-I KÜFR İslâm ülkelerinden hariç olan memleketler DİYAR-I RUM f Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu DİYAS(E) Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek * Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak DİYAT (Diyet C) Diyetler (Bak: Diyet) DİYEKE (Dîk C) Dîkler, horozlar DİYER (Dâr C) Dârlar, hâneler, evler DİYET Kan bedeli Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer´an hükmolunan para veya mal Can pahası * Para, değer Kıymet DİYET-İ KÂMİLE Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir DİYET Tar: Almanya´yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim DİZ f Kal´a, sur DİZ(E) f Levn, renk DİZA Noksanlaştırmak * Eziyet vermek * Ezâ etmek * Hor ve hakir etmek DİZÇEK Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh DİZDAR f Kale muhafızı, kale ağası |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DOĞA (Bak: Tabiat) DOĞA ÖTESİ (Bak: Metafizik) DOĞMA yun Fikir, rey * Fls: Kat´i olarak ileri sürülen fikir DOĞMATİZM (Bak: Nassiye) DOK ing Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz * Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo DOKTRİN yun Hatt-ı hareket Hareket tarzı Düstur, tarik Re´y * Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü DOLAP (C: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine * Her çeşit döner çark, çıkrık * İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz * Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmezlerdi * İşlerin idaresi * Mc: Hile, hile ile iş görme DOLUNAY t Ayın yuvarlağına karşı gelen yarım küre yüzeyinin tamamıyla aydınlık görünmesi hâli Ayın 14 veya 15 nci günleri * Bedir DOMANİÇ Kambur Tümsekli, fırlak DOMİNYON ing Büyük Britanya İmparatorluğu´nun, anavatanla aynı hakları olan deniz aşırı parçalarından beherine verilen isim DOST (C: Dostân) f Sevilen insan, muhib, yâr * Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube * Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah DOSTAN (Dost C) Dostlar DOSTANE f Dostça, dostlukla DOSTÎ f Dostluk DOZ Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı * Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı * Ölçü, miktar DÖNÜM 919 m2 lik eski bir arazi ölçüsü DÖVİZ Fr Yabancı devlet parası * Yabancı ülkelerde ecnebi paralarla ödenecek olan poliçe, çek gibi senetler DRAM yun Korkunç ve kanlı tiyatro piyesi * Müthiş bir vakıa Musibet, felâket Heyecan uyandıran hâdise veya hareket DRAMATİK yun Drama benzer Heyecan verici, acıklı * Temsil yapılmak üzere yazılan heyecan verici veya acıklı tiyatro eseri Acıklı olanına Trajedi, gülünç olanına da Komedi denir DU´ (C: Ezvâ-Zayân) Erkek baykuş DUA Allah´a (CC) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru * Salât, namaz * Cenab-ı Hak´tan hayır ve rahmet dilemek Allah´ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak * Peygamber´e (ASM) salavat getirmek * Birisini çağırmak * Birisini bir şeye sevketmek * Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek * Söz, kelâm * Okumak( Duâ ubudiyyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir Çünkü, duâ eden adam duâsı ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir; en uzak maksadlarımı yapabilir; benim her halimi görür, sesimi işitir Öyle ise, bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor, bütün o şeyleri O yapıyor ki en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorumDuânın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: "Duâ eden adam bilir ki; birisi var ki, onun sesini dinler; derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder; Onun kudret eli her şeye yetişir Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim Zât var; ona bakar, ünsiyet verir M)(Duâ-yı kavli-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahud daha evlâsı verilirMeselâ: Birisi kendine bir erkek evlâd ister Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor "Duâsı kabul olunmadı" denilmez "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir Hem bâzan kendi dünyasının saâdeti için duâ eder Duâsı âhiret için kabul olunur "Duâsı reddedildi" denilmez Belki, "Daha enfa bir sûrette kabul edildi" denilir Ve hâkezâ Mâdem Cenâb-ı Hak Hakim´dir, biz ondan isteriz, o da bize cevap verir Fakat hikmetine göre bizimle muamele der Hasta tabibin hikmetini ittiham etmemeli Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir "Tabib beni dinlemedi" denilmez Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi M) (Mü´minin mü´mine en iyi duâsı nasıl olmalıdır Elcevap : Esbâb-ı kabul dairesinde olmalı Çünkü, bâzı şerait dahilinde duâ makbul olur, şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir Ezcümle: Duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevi temizlenmeli: sonra makbul bir duâ olan Salâvat-ı Şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine Salâvat getirmeli Çünkü, iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur Hem $ yâni "Gıyaben ona duâ etmek"; hem hadiste ve Kur´an´da gelen me´sur duâlarla duâ etmek Meselâ: $ $ gibi câmi duâlarla duâ etmek, hem hulus ve huşu ve huzur-u kalb ile duâ etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki-i mübârekede, hususan mescidlerde, hem cum´ada, hususan saat-i icabede, hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem Ramazan´da, hususan leyle-i Kadir´de duâ etmek kabule karin olması rahmet-i İlâhiye´den kaviyyen me´muldür O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur Demek aynı maksad yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir M)(Dördüncü nevi ki; en meşhurudurBizim duamızdır Bu da iki kısımdır: Biri, fiilî ve hâlî; diğeri, kalbî ve kalîdir Meselâ: Esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenab-ı Hak´tan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır Hattâ çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır Bu nevi dua-yı fiilî, Cevad-ı Mutlak´ın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır İkinci kısım: lisan ile, kalb ile dua etmektir Eli yetişmediği bir kısım metalibi istemektir Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi, şudur ki: "Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hatırât-ı kalbini işitir, herşey´e eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir Aczine merhamet eder, fakrına medet eder"İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Duâ gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma Ona yapış âlâ-yı illiyyin-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını, kendi duan içine al Bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi $ de Kâinatın güzel bir takvimi ol! S) DUÂ-YI HAYR Hâyırlı dua, hayır isteyen dua DUÂ-YI FİİLÎ Fiil ile yapılan dua Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak DUÂ-YI KAVLÎ Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır DUÂ-YI MÜSTECAB Kabul olunan dua DUÂGÛ (Duâhân) f Duâ okuyan Duâ eden DUAT (Dâî C) Duâ edenler Allah´a yalvaranlar * Dâvet edenler DUBAN Duman DUBU´ Yapışmak DU´CE Gözün büyük ve siyah olması DUCRET Sıkıntı, gönül darlığı, zahmet Zaruret DUCRET-VER f Sıkıntılı DÛÇAR f Yakalanmış Çatmış Mübtelâ * Ulaşmış DUD f Duman, sis Tütün * Elem, gam, keder, tasa DUD Kurt, böcek DUD-İ HARİR İpek böceği DUD-ALUD f Dumanlı DUDE f Kavim, kabile, aşiret, ocak, aile * İs´inden mürekkeb yapılan çıra DUDE Kurtcağız, küçük solucan, böcek DÛD-HÂNE f Kabile, silsile, hânedan, soysop DUDHAR f Kelebek * Aşçı, yemek pişiren kimse * Külhancı DUDMAN f Hanedân, sülâle, akarib, aile, kabile, kavim, aşiret DUDU Hanım, kadın, hatun DUDU (Tuti) Dudu kuşu, papağan DUG f Ayran DUGA Akılsız kadın DUGA´ Kedi miyavlaması * Tilki sesi * Zelil, hakaret görmüş kimsenin sesi DUGAB Tavşan sesi DUGAGA Ahmak, akılsız kişi DUGATA Eğri bir ağaç cinsi DUGD f Gelin, yeni evlenmiş kız DUGMERAN Kara, esved DUGMUS (C: Degâmis) Rengi siyaha yakın küçük bir su canavarı DUGN Karanlık, zulmet DUGTA şiddet * Meşakkat, zorluk DUH f Kız, kerime, duhter * Havai fişek * Hasır otu, hasır sazı DUH f Çorak, otsuz ve çıplak arazi * Tüysüz, çıplak yüz ve baş Köse ve dazlak * Yapraksız ve meyvasız ağaç * Hasırotu DUHA Kuşluk vakti * Güneş * Vuzuh ve beyan * Kur´ân-ı Kerim´in 93 Suresinin adı Vedduhâ da denir DUHALA (Dahil C) Yabancılar Muhacirler Sığınanlar Dahilde olanlar DUHAN Duman Tütün * Kur´an-ı Kerim´in 44 suresinin adı * Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler * Kıtlık ve kuraklık DUHAN-I ATEŞ Ateşin dumanı DUHAN-I MÜBİN Aşikâre duman (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za´fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür Bir de Arab, galib olan şerre, duhan tesmiye eder Nitekim dumanlı hava tâbirini biz de kullanırız) (ET) DUHAS Denizlerde çok olan büyük bir canavar (Arkasıyla, boğulan kimselere yardım edip kurtarır, "dülfin" de derler) DUHH Tütün DUHL (C: Dehâhil) Ufak kuşlar DUHMESAN Kara yağız, iri yapılı adam * Akılsız adam DUHN Darı DUHNE Tohum tânesi, tek tâne * Darı DUHRUCE (C: Dehâric) Yellengen böceğinin yuvarladığı ters * Deve kuşunun yavrusu DUHSEMAN Kara yağız, iri vücutlu adam DUHT f Kız, kerime DUHTE f Sağılmış * İğne ile dikilmiş DUHT-ENDER f Üvey kız * Eskiden kadın esirlerinin bir cinsi DUHTER f Kız DUHTER-İ HİNDÎ Hindistanlı kız DUHTERE f Bekârlık, kızlık DUHTERÎ f Kızlık, bekârlık DUHUK Doğurduktan sonra rahmi çıkan dişi deve DUHUL İçeri girme İçeri dahil oluş DUHUL-İ MUZAFFERÂNE Muzafferce giriş DUHUL Ü HURUC İçeri girip çıkma DUHULİYE Eskiden, satılmak üzere şehir ve kasabalara getirilen her cins ticaret malından alınan vergi * Bir yere girmek için verilen para DUHUR Def´etme, çıkarma, kovma, uzaklaştırma DUHUR Zillet, zelillik, hakirlik, aşağılık Adilik DUHUS Bâtıl olmak DUHYE Kuşluk vakti kesilen kurban DU´K Zayıf adam DUKA Eskiden Avrupa´ca pek yüksek bir asalet ünvanı idi DUKAK (C: Dekâyık) İnce nesne * Un * Zor, güç DULL HelakDUM $ (Devâm) : Sâbit ve sâkin olmak DU´MA Ulu yol DUMR Zayıflık * Hafiflik DUMU´ (Dem´ C) Göz yaşları DUMUR Bir uzvun maddi veya mânevi kabiliyetinin körelmesi Gıdasızlıktan dolayı bir uzvun kuruyup kalması Helâk Körelmek * Bir yere izinsiz gitmek DUMUR Büyüyüp gelişememek Zayıflıktan, hayvanların karnının içeri çökmesi DU´MUS (C: Deâmis) Rengi siyaha benzer bir küçük su canavarı DUMUZ Susma, sükut DÛN Aşağı, alçak Kolay Zayıf Gölgeli Aşağılık Altta, aşağıda DÛN Gayrı, diğer, maadâ DUNAK Nezle DUNE Hastalık DUNEHU HART-ÜL KATAT "Elini dikenli ağaç üzerine çekmek, ondan daha kolay" meâlinde bir tabirdir DUN-HİMMET Gayretsizlik, himmetsizlik (Bak: Himmet) DÛN-PERVER f Kötü kimseleri koruyan, alçak kişileri muhafaza edip onların ilerlemelerine yardımcı olan DURA-DUR f Uzaktan uzağa Uzak uzak Uzun uzadıya DURAH Gökte melâike kâbesi olan beyt-il mâmur DURAT Yellenme DUR-BAŞ f "Uzak ol!" anlamına gelen bir emir * Değnek, sopa, âsa DURBE Âdet, haslet * Cür´et * Tecrübe DUR-BİN f Uzak gören Uzağı gösteren âlet DUR-BİNÎ f İlerisini görürlük, uzağı görmeklik DURC İçine inci ve altın konulan küçük hokka DUR-DEST f Ulaşılması zor şey, erişilmesi güç şey Uzak, uzun DURE Hakir ve şânı küçük olan adam DUR-ENDİŞ f Önceden görüp düşünen Tedbirli Her şeyin ilerisini evvelden mülâhaza eden İlerisini düşünen DURÎ f Uzaklık DURİT Kovmak, def etmek DUR-NÜMA(Y) f Uzağı gösteren DUR-NÜVİS f Uzağı yazan Telgraf DURR Zayıflık Hâli yaramaz olmak DURRE (C: Dür-Dürrât-Dürer) İnci DURU´ (Dır C) Savaşda giyilen zırhlar, cevşenler, çelik elbiseler DURU´ Uzak, ırak, baid DURUB (Darb C) Döğmeler, vurmalar, darblar DURUB-U EMSAL Meşhur sözler Darb-ı meseller Ata sözleri DURUS Kuyu örülen taş DUR Ü DİRAZ Uzun uzadıya DÛŞ f Omuz Ketif * Dün gece * Âlem-i menâm, rüya âlemi * Mütesadif ve mütelâki olan DÛŞ AZMAK Rüyâda iken kirlenmek, ihtilâm olmak DUŞAB f Hurma ve üzüm pekmezi Pekmez DUŞİZE (C: Duşizegân) f Kız, bâkire El değmemiş DU´ŞUKA Bir böcek cinsidir ve sahrâlarda olur DUUD(E) Nezle olmak DUVA Baykuş sesi DUZ f Dikici, diken, dikmiş ÇUVAL-DUZ Çuval dikmeye yarayan iğne DUZAH f Cehennem Tamu * Mc: Keder Külfet DUZAHÎ f Cehennem´e mahsus, cehennemî, zebani DUZAH-MEKÂN f Makamı Cehennem olan kâfir, münâfık DUZENE f Sivrisinek, arı gibi haşeratın iğnesi |
Osmanlıca Sözlük Lügat D Harfi |
11-04-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat D HarfiD Harfi DÜ-ÂLEM İki dünya Dünya ve âhiret DÜ-BÂLÂ f İki kat DÜ-RU İki yüzlü DÜABE Lâtife etme, şaka yapmak * Oyun DÜBAR Çarşamba günü DÜBAR(E) f İki kat, çift kat, kat kat, katmerleşme DÜBB Ayı DÜBB-Ü ASGAR Küçük ayı denen ve Kutup yıldızı etrafında devreden yedi tanelik yıldız kümesi DÜBB-Ü EKBER Büyük ayı tâbir edilen, kutup yıldızı ile beraber etrafındaki yedi yıldız DÜBBA´ Kabak DÜBBE Yol, tarik DÜBEYT f İki beyitten müteşekkil rübainin diğer ismi DÜBLE Beyaz helva parçası * Büyük lokma DÜBR (Dübür) Kıç, mak´ad, süfre * Bir işin nihayeti, sonu * Bir şeyin arkası, gerisi DÜBSE Siyaha benzeyen kırmızılık DÜBSİYY Kumruya benzer bir kuş DÜ´BUB Zayıf nesne * Çirkin huylu, kısa boylu kimse * Kolay yol * Uzun at * Karınca nevinden bir nev * Hububattan bir cins DÜBUL Su arkı DÜ´BUS Ahmak DÜCA Zulmet, karanlık DÜCAC Galebe ile çağrışmak * İnlemek * Aldatmak, kandırmak DÜCACE (Bak: Decace) DÜCALE Katran DÜCCE Fazla karanlık, ziyade zulmet DÜCCE-İ LÜCCE Denizin engin karanlığı DÜCİ (Dücye C) Karanlıklar, zulümat DÜ-CİHAN İki cihan Dünya ve âhiret DÜCME Karanlık, zulmet DÜCNE (C: Dücen-Dücenât) Kapalı hava, karanlık DÜCUN Bulutun göğü bürüyüp örtmesi DÜCÜC (Decâc C) Tavuklar Tavuk, horoz ve piliç cinsleri DÜCÜNNE (C: Dücünnât) Bulut kat kat olma * Karanlık, zulmet * Yağmur yağma DÜCYE (C: Dücâ) Bal arısının kovanı * Avcılar kümesi * Zulmet, karanlık DÜDEN Coğ: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu DÜ-DİDE f İki göz DÜ-DİLÎ f Tereddüt, kararsızlık, neticeye varamamak DÜELLO İtl Hakareti tamir için iki kişi arasında hususan Avrupa´da ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma DÜF (C: Düfuf) Def DÜF´A (C: Difâ) Çok çabuk akan su DÜFAK Bir şeyin dolu olması DÜFFA´ Büyük sel DÜFN Gömülmüş kuyu DÜFUK Atılmak * Dökülmek DÜ-GANE f İki adet, iki tane, ikiz Çift DÜ-GİTİ f İki âlem Dünya ve âhiret DÜHAT Akıllılar Akılda çok ileri olanlar Dehâ sâhibi Son derece anlayışlı ve zekâ sahibi olanlar DÜHDÜN Bâtıl nesne DÜHDÜR Bâtıl nesne DÜHME Siyahlık, karalık DÜHN Ot, yemiş veya çiçekten çıkarılan yağ DÜHRİYY Yaşlı, ihtiyar, müsinn DÜHÛR Devirler, zamanlar Dünyalar DÜHÜL f Davul DÜKA´ Deve öksürüğü DÜKAS Uyuklamak DÜKNE Siyâha benzer bir renk DÜLAKE Davar emziğinde kalan süt bakiyesi DÜLBE (C: Düleb) Çınar ağacı DÜLBENT f Tülbent DÜLCE (Delce) Gece vakti bir yere gitmek DÜLDÜL Fahr-i Kâinat (ASM) Efendimize mahsus bir katır ki, sonradan Hz Ali (RA) Efendimize bahş buyurulmuştur DÜLFİN Denize düşenlere yardım edip, onları kurtaran bir balık DÜLKE Küçük bir canavar DÜLU´ Huruç etmek, çıkmak DÜLUK Batma, güneş batması DÜLUK-UŞ ŞEMS Güneşin batışı DÜ´LUL (C: Dâlil) Belâ, zahmet, dâhiye DÜM f Kuyruk DÜMA (Dümye C) Suretler Küçük putçuklar DÜMA´ Hastalık veya ihtiyarlık sebebiyle gözden akan yaş * Bahar günlerinde üzüm çubuğundan akan su DÜMAC Çok sağlam nesne * Gizli örtülü olan şey DÜMAN Yemişin çürüklü olması * Ekine su düşüp, kesilmek DÜMASİR (Demser) İnişi yumuşak olan yer * Etli, büyük deve DÜM-BÜRİDE f Kuyruğu kesik DÜM-ÇE f Kısa kuyruk, kuyrukçuk DÜMDAR f Askerlikte arttaki emniyeti te´minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik Ordunun geriden emniyet kuvveti * Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah DÜMEL (DÜMMEL) Tıb: Büyük kan çıbanı DÜMLUK Yassı, yuvarlak taş DÜMLUS Berrak, yumuşak nesne DÜMLÜC Doğan kuşu * Kan alacak yer DÜMME Arap oyunlarından bir oyun ismi * Yol, tarik DÜMU´ (Dem´ C) Gözyaşları DÜMUK Ansızın duhul etmek, birdenbire girmek DÜMUR Destursuz olarak eve girmek DÜMUS Geceleyin çok karanlık olmak DÜ-MUY f Saçına sakalına kır düşmüş adam DÜMYE (C: Dümâ) Oyun * Ağaçtan yapılmış nakışlı suret Sanem DÜNB(E) f Kuyruk DÜNBAL(E) f Kuyruk DÜNBEK f Bekçi davulu * Dümbelek DÜ-NİM(E) f İki parça, ikiye yarılmış, bölünmüş ikiye ayrılmış DÜNU´ Horluk, hakirlik DÜNÜVV Ulaşmak, yakın olmak DÜNYA (Müz: Ednâ) (Denâet veya dünüvv den) En yakın, en aşağı * Şimdiki âlemimiz (Ahirete veya ölüme en yakın olmasından bu isim verilmiştir) (Dünyâ, âhiretin tarlasıdır Bir kitab-ı Samedanîdir Hem bir mezraadır Hem birbiri arkasında dâim gelen geçen âyineler mecmuasıdır Hem seyyar bir ticaretgâhtır Hem muvakkat bir seyrangâhtır Hem bir misafirhânedir)(Ehl-i dalâletin vekili der ki, ehadisinizde dünya tel´in edilmiş "Cife" ismiyle yâdedilmiş Hem bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat, dünyayı tahkir ediyorlar "Fenadır, pistir" diyorlar Halbuki: Sen bütün kemalât-ı İlâhiyyeye medar ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkane ondan bahsediyorsun Elcevap : Dünyanın üç yüzü var: Birinci Yüzü : Cenab-ı Hakk´ın esmâsına bakar Onların nukuşunu gösterir Mâna-yı harfiyle, onlara ayinedarlık eder Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedaniyyedir Bu yüzü gayet güzeldir Nefrete değil, aşka lâyıktırİkinci yüzü : Âhirete bakar Âhiretin tarlasıdır Cennet´in mezraasıdır Rahmetin mezheresidir Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir Tahkire değil, muhabbete lâyıktırÜçüncü yüzü: İnsanın hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel´abe-i hevesâtı olan yüzdür Şu yüz çirkindir Çünkü: Fânidir; zâildir, elemlidir, aldatır İşte hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatın ettiği nefret bu yüzdedirKur´ân-ı Hakim´in kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârane, istihsankârane bahsi ise; evvelki iki yüze bakar Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir Şimdi dünyayı tahkir edenler dört sınıftır:Birincisi : Ehl-i mârifettir ki, Cenab-ı Hakk´ın mârifetine ve muhabbet ve ibadetine sed çektiği için tahkir ederİkincisi : Ehl-i âhirettir ki ya dünyanın zaruri işleri onları amel-i uhreviden men´ettiği için veyahut şuhud derecesinde imân ile Cennetin kemalât ve mehâsinine nisbeten dünyayı çirkin görür Evet Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm´a güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi; dünyanın ne kadar kıymetdar mehâsini varsa, Cennetin mehâsinine nisbet edilse, hiç hükmündedirÜçüncüsü : Dünyayı tahkir eder Çünkü; eline geçmez Şu tahkir, dünyanın nefretinden gelmiyor; muhabbetinden ileri geliyorDördüncüsü : Dünyayı tahkir eder Zira dünya, eline geçiyor Fakat durmuyor gidiyor O da kızıyor Teselli bulmak için tahkir eder "Pistir" der Şu tahkir ise; o da, dünyanın muhabbetinden ileri geliyor Halbuki, makbul tahkir odur ki; hubb-u âhiretten ve mârifetullah´ın muhabbetinden ileri gelirDemek makbul tahkir, evvelki iki kısımdır Cenab-ı Hak, bizi onlardan yapsın Âmin S) (Bak: Alessevri velhut) DÜNYADÂR f Dünya işleriyle uğraşan, mal ve mülk sahibi olan Dünya hayatına fazla meyilli olan DÜNYALIK t Zenginlik, para ve mal DÜNYAPEREST f Dünyaya tapacak derecede ehemmiyet verip âhiretini düşünmeyen Maddiyatı çok seven DÜNYEVÎ (Dünyeviye) Bu âleme mensub ve müteallik Dünyaya âit ve dünya ile alâkalı DÜ-PA İki ayaklı DÜR (Bak: Dürr) DÜRAHİS Katı nesne * Gövdesi etli olan insan veya hayvan DÜRAMİH Yürürken sallanan kişi DÜRB (Bak: Derb) DÜRBE Âdet Haslet * Cür´et ve mümareset Tecrübe DÜRC(E) Kutu, kutucuk, küçük kutu * Mücevherat kutusu * Hokka gibi olan ağız, biçimli ağız DÜRC-İ ZER Altın kutusu DÜRD(E) f Tortu, çöküntü, posa, işe yaramayan kısım DÜRDAKIS Başla boyun arasında olan kemik DÜR-DANE f İnci tanesi * Mc: Çok güzel ve sevimli çocuk DÜRDÎ f Çöküntü, tortu DÜRDÜR Dişin kök yeri * Çocukların dişlerinin çıkıp bittiği yer DÜRECE Süllem, merdiven * Bağırtlak kuşu (Kanatlarının içi siyah ve dışı boz olan bir kuş) DÜRER (Dürr C) f Büyük inciler DÜRER-İ SEMAVÎ Aslı vahiy ile gelen, parlak hakikatlı mânalar Semâvi inciler DÜRER-BÂR İnciler yağdıran * Mc: Çok kıymetli ve güzel sözler söyleyen DÜRHAMİN Belâ Zahmet, meşakkat DÜRNUK (C: Derânik) Bir cins döşek DÜRR (Dürdâne, dürre) f İnci İnci tanesi DÜRRE-İ BEYZÂ f Parlak, büyük inci DÜRR-İ CÂN f Canın incisi Çok sevgili DÜRR-İ DIRAHŞÂN Parlak inci DÜRR-İ MEKNUN Mahfazalı parlak inci DÜRR-İ MİSÂL f Misâlin incisi İnci misâlinde, misâlin parlağı DÜRR-İ NÂB Beyaz, parlak inci DÜRR-İ ŞİRAB İri, büyükçe inci DÜRR-İ YEGÂNE Eşi ve benzeri bulunmayan tek inci DÜRR-İ YEKTA f Benzeri olmayan, tek inci * Mc: Hz Peygamber (ASM) DÜRR-İ YETİM f Sadef içinde tek olan inci * Mc: Hz Peygamber Muhammed (ASM) DÜRRACE (C: Derrâc) Türac denilen kuş DÜRRAE (C: Derâri) Ferâce, kaftan, elbise DÜRRAT (Dürre C) Büyük, iri inci taneleri DÜRR-DANE (Bak: Dürdâne) DÜRR-EFŞAN f İnci serpen Söylediği sözler inci olan ağız DÜRRÎ Dürr´e mensub, inci ile ilgili DÜRŞE Hâcet, ihtiyaç DÜRU´ (Dır´ C) Zırh gömlekler DÜRUC Dürmek * Geçmek * Koymak DÜRUD f Dua, medih, tahiyye, selâm * Ekin biçme * Yontmuş ağaç, kereste DÜRUG f Yalan, Doğru olmayan söz DÜRUG-ZEN f Yalancı DÜRUR İnmek * Akmak, seyelân DÜRUS (Ders C) Dersler * Müfret olarak: Bir şeyin eseri mahv ve müzmahil olmak DÜRUS-İ NÂFİA Faydalı olan dersler DÜRÜST f Sıhhati yerinde, sağ, sahih, salim * Doğru, hatasız * Bütün, tam DÜRÜSTÎ f Doğruluk, düzgünlük, sağlamlık DÜRÜŞT f Katı, kalın, yağun * Kaba, sert DÜRÜŞTÎ f Kabalık, sertlik, katılık, kalınlık, yoğunluk DÜRYE Bilmek DÜRZİ (C: Düruz) Suriye´nin güneyi ile Ürdün ve İsrâil´de yaşayan ve sonradan Araplaşmış olan bir kavimdir Arapça konuşurlar Dalâlet fırkalarından en bâtıl yolda olan bir fırkadır DÜSME Toz bulaşmış olan nesne * Adi, alçak kimse DÜSSE Başa soğuk geçmek DÜSSE Arap çocukları arasında meşhur olan bir oyun DÜSTUR f Umumi kaide Kanun, nizam * Örnek, nümune * Üslub İzin, müsaade * Mu´teber ve mu´temed kimse * Destur DÜSUM (Desem C) Yağlar DÜ´SUR (C: Deâsir) Yıkılmış havuz DÜSUR Mahvolma Eseri kalmama Ortadan kalkma Nişanı belirsiz olma * Kaftan eskime * Ev köhne olma DÜSÜR (Disar C) Perçinler, halatlar, kenetler Geminin tahtalarını birbirine bağlayan rabıtalar DÜSÜR (Disar C) Üste giyilen kaftanlar, elbiseler * Yatak çarşafları DÜŞ f (Bak: Dûş) DÜŞAB f Pekmez DÜ-ŞAH(İ) f Çatal ağaç * Tomruk * Eskiden suçlunun boynuna takılan çatal ağaç DÜŞENBİH f Haftanın ikinci günü, pazartesi DÜŞEŞ f İki altılık Tavla zarında iki defa altı gelmesi DÜŞİN(E) f Dün gece DÜŞNAM f Sövme, sövüp sayma, ta´n DÜŞVAR f Müşkil Güç Zor DÜŞVAR-GER f Dağ DÜŞVARÎ f Zorluk, güçlük, suubet DÜ-TA İki kat DÜVAB İşi birbirine ulaştırmak DÜVAL f Tasma, kayış DÜVAM Sabit ve sakin olmak DÜVAR Baş çevrilme DÜ-VAZDEH f Oniki DÜVEL (Devlet C) Devletler DÜVEL-İ MUAZZAMA f Büyük devletler Düvel-i muazzama-i İslâmiyye gibi DÜVEL-İ MÜ´TELİFE Anlaşmış devletler Birinci Cihan Harbinde: İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya DÜVEL-İ MÜTTEFİKA f İttifak etmiş, birlik olmuş, birleşmiş devletler DÜVELÎ (Düveliyye) Devletlerle alâkalı DÜ-VİST f İki yüz DÜVUK Ahmaklık, hamâkat DÜ-VÜM(İN) f İkinci, saniyen DÜVVAC Hâkimlerin giydiği bol kaftan * Yorgan * Tac DÜVVAME Çocukların çevirerek oynadığı bir fırıldak DÜYUN (Deyn C) Borçlar DÜYUNAT (Düyun C) Borçlar DÜZD (C: Düzdân) f Sârık, hırsız DÜZDAN (Düzd C) f Hırsızlar, sürrak DÜZDÂNE f Hırsız gibi, hırsıza yakışır şekilde, hırsızca DÜZDÎ f Hırsızlık, sirkat DÜ-ZEBAN f İki dilli DÜZEÇ (Uydurma bir kelimedir) (Bak: Tesviye âleti) DÜZENBAZ Hile yapan, aldatıcı DÜZİNE On iki parçadan ibaret takım DÜZLEM (Uydurma bir kelimedir) (Bak: Müstevi) DÜZTABAN t Tıb: Ayak tabanı düz olan kimse Böyle kişiler çabuk yorulurlar ve hızlı yürüyemezler |
|