Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinema, Müzik & Online Videolar > Radyo, Sinema ve Tiyatro

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
melodramların, sineması, tarihinde, türk, yüzü, öteki

Türk Sineması Tarihi'nde Melodramların Öteki Yüzü

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Sineması Tarihi'nde Melodramların Öteki Yüzü



Türk Sineması Tarihi'nde Melodramların öteki yüzü

-Dediğim gibi, hep afişler! Eski, siyah-beyaz Türk filmlerinin bendeki izdüşümü hep afişlerden Kitaplarda, dergilerde, şurda burda bir iki de fotoğraf Afişlerden, fotoğraflardan sinemamızın hikâyesini, tarihçesini yakalamaya çalışıyordum



Türk Sineması Tarihi'nde Nijad Özön yazıyor: "Arıburnu'nun ondan (Kanlı Para) sonraki rejisörlüğü, Zeki Müren'li Beklenen Şarkı'da (1953–54)"

İşte şimdi Elmadağı'ndaki Şan Sineması; Beklenen Şarkı yaz mevsiminde tekrar gösterime girmiş Afişte Cahide Sonku'yla Zeki Müren Sonradan televizyonda defalarca gösterilen Beklenen Şarkı, bende yazlık sinemada 'fragman': Zeki Müren, yağmurlu Şakır şakır yağmurlu bir gecede, bir köşkün bahçesinden geçip gidiyor Yazlık sinema, Yoğurtçupark Bahçe olmalı

Nijad Özön yazıyor: "Katil, bir düzene kurban gidip hapse atılan delikanlının, masumluğunu ispat etmek üzere hapisten kaçması"

Fotoğrafta Gülistan Güzey, çamaşır leğeni başında, saçlarını oyalı yemeni örtüyor, yüzü adamakıllı kederli, çevresinde kadınlar Kim bu kadınlar? Şimdi nerdeler? Yaşıyorlar mı? Hayat hikâyelerinde neler olup bitti?

Şu Dağdaki Muallâ Sürer olabilir; fakat ne kadar genç! Gözleri o zaman da fıldır fıldır Muallâ Sürer olmalı 1970'lerde Berker İnanoğlu'nun Erman Han'daki film yazıhanesinde, "Meslek hayatımı Lütfi Akad beye borçluyum" demişti bana Demek Katil'de birlikte çalışmışlar

Sazlı Damın Kahpesi'ni bugüne kadar seyredemedim Belki 'yanan' filmler arasındadır Daha adından başlayarak, herkesin küçümsediği yerli melodramlardan Muherrem Gürses yönetmiş Unuttuğumuz Muharrem Gürses'i Nijad Özön 'bambaşka' değerlendirir:

"Gürses'in melodramlarında bilinçli ya da bilinçsiz, kökleri daha derinlere doğru inen, Doğululara özgü bir acılık, eziklik vardı: Bir tür gerilikten, baskıdan kurtulamamış bir toplumun yarı-hayvan yaratıkları, ancak kaderle açıklayabildikleri sayısız dertlerle, belalarla karşılaşıyorlar, oraya buraya itiliyorlar; toplumun kenarında tutunmaya çalışıyorlar, hayvancıl bir içgüdüyle yaşamakta ayak diretiyorlardı"

Sazlı Damın Kahpesi'nden arta kalan fotoğrafta, at üstünde, siyah gözlüklü, binici kıyafetli Gönül Bayhan, elinde kırbaç; yemenili, şalvarlı köy kızına horgörüyle bakıyor Dikkatle bakınca, köylü kızın Muhterem Nur olduğunu ayırt ediyorsunuz

Büyük kentlerin okumuş yazmışları küçümseye dursun, Türk sineması bir yandan da kentlilik bilincini, büyük şehir kültürünü beyazperdeden kitlelere yansıtır Ama eleştirmenler üzerinde durmamışlar Bülent Oran'la bu konuyu konuştuğumuzu hatırlıyorum

Bülent Ağbi, Belgin Doruk örneğini vermişti 1950'lerin sonunda, 1960'larda Belgin Doruk büyük şehir hikâyelerinin yıldız genç kızıdır Daima derli toplu, çoğu kez 'şık' giyim kuşamıyla, zarif davranışlarıyla kadın seyirciyi etkiler Anadolu kentlerinde, küçük sinema salonlarında gösterime girmiş Belgin Doruk'lu filmler öylesine sevilir ki, o dönemlerde birçok kız çocuğuna Belgin adı takılır Bu sevgide, Belgin Doruk'un, ihtişamlı görünümüne rağmen, hep alçak gönüllü hali tavrı, kimseye yukarıdan bakmayışı büyük rol oynamış

Türk sinemasının anatomisini çok iyi bilen Bülent Oran'ın şu değerlendirişi yankıyıp duruyor: " Sonra Türkân (Şoray), Hülya (Koçyiğit), Filiz (Akın), hepsi Belgin'in açtığı yolda yürüdüler"

Dünkü sinemamızın yelpazesinin hiç dar olmadığını Türk Sineması Tarihi'nden de yakalayabiliriz Çeşitli temsil edişleri saptadıktan sonra, Özön, Muhterem Nur'a ayrı bir paragraf açar:

"Gerek (Mesiha) Yelda, (Belgin) Doruk, (Deniz) Tanyeli, gerek (Leylâ) Sayar, (Çolpan) İlhan, gerekse (Neriman) Köksal, (Gönül) Bayhan'ın temsil ettikleri tiplerin tam karşı kutbunda, küçük, talihsiz, sürekli olarak ezilen, toplumun bir kenarında tutunarak yaşamaya çalışan Türk kadınını canlandıran Muhterem Nur, 1952'den başlayarak bugüne değin çevirdiği altmıştan fazla filmde, bu tipin en acemicelerinden en ustaca çizilmişlerine kadar birçok örneklerini ortaya koydu Bir yandan da sağduyusu, sezişi ve duyuşuyla, zaman zaman değişik tiplerde bile, başka oyuncularda rastlanmayan bir rahatlık, sadelik ve ustalıkla oynayabilecek olgunluğa erişti"

Birden, film çekimini ilk gördüğüm gün! Cihangir Parkı'nda oynuyoruz Galiba Nuri, "Film çeviriyorlar!" diye bağıra çağıra geliyor Hepimiz aşağıya, alt caddeye koşuyoruz Bir kaza sahnesi bu: Muhterem Nur'a otomobil çarpacak Az ötede büyülenmişçesine kalakalıyorum

Teknik imkânları çok kısıtlı sinemamızın içten çabasına tanıklığım ilk o gün Hangi filmdi? Beyazperdede bir iki dakika seyredip geçtiğimiz sahne için sinemacılar saatlerce uğraşmışlardı

Horgörülerle kuşatılmış eski Türk sineması birçok aşamadan geçerek kendini var etmeye çalışır Türk Sineması Tarihi'nin usta sinemacı saydığı adlar Akad'la başlıyor, Metin Erksan'la, Atıf Yılmaz, Osman Seden, Memduh Ün ve "eleştirmenlikten sinemacılığa geçen en genç rejisörümüz" Halit Refiğ'le sürüyor Bu yönetmenlerin hemen hemen bütün filmlerini izledim Bugün pek çoğu sinemamızın 'klasik'leri arasında

Özön, Ayşecik filmi üzerinde durmuş Memduh Ün'ün eseri Ayşecik, kitabın yayımlanış tarihine göre hayli yeni bir film Özön, Ayşecik'in nasıl iz bırakacağını o zamandan saptamış:

" Küçük kızın, kendinden o misli cüssede komiserle dostluğu, mahallelinin yardımı; mahalle kasabının, manavının, bakkalının el altından yardımları; Ayşecik'in bütün mahallenin yaka silktiği 'yumurcak'lıktan akıllı uslu, 'bir şeyler yapmaya' çabalayan, vaktinden önce olgunlaşmış bir 'küçük insan' haline geçişi insanı sarsan bir yoldan ortaya konmaktaydı"

Bunca yıldır belki 'dayanışmaya' duyduğumuz özlemle unutmuyoruz Ayşecik'i Devam ediyor Nijad Özön:

"Ün, büyük şehrin tehlikelerini, güçlüklerini; her vakit sarsıntıyla, felâketle karşı karşıya bulunan küçük insanlarını; bu insanların her şeye rağmen yaşamak, hem de insanca yaşamak isteğini, bu uğurdaki yenilmez çabalarını Ayşecik'le bir kez daha anlatıyordu"

Ayşecik'in senaryosunu, Kemalettin Tuğcu'nun romanından yola çıkarak, Hamdi Değirmencioğlu yazmış Hamdi Bey'le yıllarca Teşvikiye'de aynı apartmanda oturduk Zeynep Değirmencioğlu orada büyüdü Hamdi Bey, senaryolar tasarlarken, ne kadar duygusallaşırdı, bazan gözyaşlarını tutamazdı

Ne kadar çok sigara içerdi, benden de çok! Roman ve hikâyemizin dikkatli okurlarındandı Hayalleri arasında, Halid Ziya Uşaklıgil'in inceliklerle örülü uzun öyküsü "Bir Yazın Tarihi"ni, 'çağ filmi' olarak gerçekleştirmek vardı Benim de senaryolar yazmaya didindiğim o günlerde "Bir Yazın Tarihi" çok konuşuldu

Hamdi Bey 'mutlu son' taraftarıydı İnsanların, seyircilerin, gözyaşlarından sonra, ama ille "gözyaşlarından sonra" mutluluğa kavuşmasını isterdi Yanılmıyorsam, senaryoları hep öyle

Aslında, eski, dünkü Türk sineması da biraz öyle

Melodramların öteki yüzünü göremeyenler, bu filmleri boyuna olumsuz yönde eleştirdiler Gönül tarihimizden yansıyanlara dudak büküldü Şimdi o duyarlığın özlemini çekiyoruz

SELİM İLERİ

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.