|
|
Konu Araçları |
anladığını, belea, felsefeölümden, söyle, söyleyeyim or agana, yaşadığını |
Felsefe-Ölümden Ne Anladığını Söyle,Nasıl Yaşadığını Söyleyeyim/Agana Belea |
10-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-Ölümden Ne Anladığını Söyle,Nasıl Yaşadığını Söyleyeyim/Agana BeleaÖlümden geliyoruz Önce ölüm var Önce gelecek Ölümden doğuma doğru gidiyoruz Önce ölüydük Bir olanaklar varlığı olarak insan, olanaklarını gerçekleştirmemişti Gerçekleşmeyen olanaklar gelecektedir Gelecekteki olanaklar gerçekleştikçe geçmişe doğru gideriz Gelecek şimdi olur, şimdi geçmiş Bitimli ömür süremizin sonunda sandığımız ölüm, bu açıdan baştadır, ölümden geliriz dünyaya Yaşadıkça, doğa, toplum, kültür tarafından donatılırız, olanaklar giderek gerçekleşir Sonunda biter Yaşam öykümüz ölümle bütünleşir, işte bütün bir varlık olarak o zaman doğarız; bütün bir yaşamı sunarız hayata Son nefesimizdeki sözümüz: "doğdum" olabilir Yaşarken, "yaşlandıkça, doğuma yaklaşıyorum" diyebiliriz Belki ince bir "ironi" var burada; ölümle doğumun yerlerini değiştirerek, ölüm açısından, kaygımızdan kurtulmaya mı çalışıyoruz? Bir ölüm "güzellemesi" mi yaptığımız? Zamanı yaşayışımızda, yorumlayışımızda, ölümle doğumu karıştırmaya yol açabilecek özellikler var: Geçmişten geleceğe doğru gittiğimizi düşünüyoruz Geçmiş yaşanmış, bitmiş, "belli olmuş"tur; gelecekse bilinmeyen, henüz belli olmayandır Bu bakış, olmuş bitmişlikten, bir yorumuyla belirlenmişlikten, geleceğe doğru, belirlenmemişliğe doğru gidildiğini varsayıyor Oysa, insan olanaklar varlığıdır Olanaklar ise gelecektedir Gelecekten geliyoruz sözü, olanaklarımızı gerçekleştirerek yaşıyoruz sözüne götürüyor bizi Kendinizi oluşturarak, kurarak, kurgulayarak yazıyoruz Kurgulama işi,alışılagelmiş anlamıyla "ölümde" bitiyor Bir ressam gibi tamamlıyoruz yaşamayı, ortaya yaşamımız, yaşam resmimiz çıkıyor Yaşam, benim yaşamım; ölüm, benim ölümüm Benim yerime kimse yaşayamaz, ölemez, deniyor (Heidegger!) Oysa, hiçkimse bir başına değildir; bir kişi değildir Beni yalnızca ben yaşamıyorum; beni yaşayanlar var (benimle ilişkisi olanlar, beni düşünenler, duyanlar…) Onların düşüncelerinde, düşlerinde yaşıyorum Ben, "içimde" dünyayı taşıyorum: Sonum geldiğinde, benim deyimimle doğduğumda, alışılmış deyimle öldüğümde, içimdeki dünya son buluyor; ama, dünyaya bir dünya bırakıyorum; dile getirdiğim, kendimle, oluşturduğum ilişkilerimle, anlattığım duygu ve düşüncelerimle, dostluklarımla, düşmanlıklarımla dünyaya, dünya bırakıyorum Dünyam tamamlanıyor, sonuçlanıyor, ama ben bitmiyorum, gelecekten, geçmişe doğru yolculuğumda geleceğimi tüketiyorum artık; artık bende gelecek kalmıyor; artık tümüyle geçmişin oluyorum Yaşarken, geçmişe değiyordum, bir "parçam" geçmiş, bir parçam tüketilmemiş olanaklarımdan meydana gelen gelecekti, şimdi, bittim, geçmiş oldum: Bir çiçek gibi bittim, dünya toprağında, açtım Zaman akışını böyle yorumlayış, yaşamı, ölümden yola çıkarak doğumla bitiriş, yaşamın iki temel boyutuyla ödün vermez biçimide karşılaşmaya götürüyor beni: ahlak ve güzellik boyutuyla Yaşarken doğmaya hazır olarak yaşamalıyım Doğumuma hazırlanmalıyım Bir gün doğacağım, ortaya çıkacağım, insanların dünyalarına, düşüncelerine duygularına çıkacağım Adam (Adam: Hem erkek, hem kadın!) gibi yaşamalıyım İnsan gibi Doğacak gibi yaşamalıyım Açık uçlu bir Yaşamla : Doğumumu hazırlamalıyım Ne denli başarabiliyorsam Geçmişin geri dönülemezliğine gitmemiş gelecek olanağımla, doğumumu hazırlamalıyım Kendimin ebesi olmalı, kendimi doğurmalıyım Doğuşum, insanlığa bir katkıdır, sorumluyum kendimden ve insanlardan, sorumluluğum beni güzel olmaya götürüyor, kendimi güzel ve sorumlu doğurmalıyım Ne denli başarabilirsem, o denli sorumlu, o denli güzel (Bu sorumluluk ve güzelliği burada tartışamıyorum!) İşte ölüm hakkındaki her konuşma gibi, bu konuşma da yaşam hakkında bir konuşmaya dönüştü Bilinç yaşayamaz ölümü Sonunu yaşayamaz Sonunu sezer Nasıl? Ötekinin, diğer bir insanın öldüğünü görerek İnsanlık tarihi ölmeyeceğini sanan insanlarla doludur Ölüm kaygısının kültürel olduğunu, öğretildiğini düşünüyorum Bilincin yapısından "genlerden gelen", bir kaygı değildir Ölüm hep yaşamın içindedir, ölüm yaşama dahildir, yaşam da ölüme Ölümü, yaşamın doğal bir sonu, giderek benim burada savunmaya kalkıştığım gibi, başlangıcı sayan bir bakış, ölüme nasıl yaklaşabileceğimize ipucu olabilir belki Elbette karşı çıkılacak çok nokta var burada: Hem de pek çok Ölüm kaygısı ortadan kaldırılabilir mi? Ölüm acısı? Sevdiklerimizin ölümü? Kendimizin bir gün öleceği ya da ölüme çok yakın oluşumuzun kaldırılamaz ağırlığının omuzlarımızdaki baskısı, ölüm güzellemeleriyle giderilebilir mi? Kim ölüm kaygısı olmasın diyor ki? Acı hep var, olacak, olmalıdır da Doğumun sancısız olduğunu kim söylüyor? Doğmaya gidiyoruz Yaşamak doğuma yatmaktır, doğuma gitmek Kaygıları unutmak, varlığımızın diplerinden gelen iniltileri unutmak değildir, yaşamak Güzel ve sorumlu yaşamın olanca zenginliğiyle yaşanmasında, düş kırıklıkları, yitirmeler, felaketler, yoksulluklar, yoksunluklar olacaktır Onlarla yüzyüze gelme cesareti, bir gün doğacak oluşumuzla karşı karşıya gelme cesareti, "tüyüp", "sıvışılacak" bir yaşam ayıbını hep yüzümüze vurmaz mı? Uç noktada ölüm, doğumdur Doğuma hazırlık, bir "imaj" yaratma hazırlığı değildir İmaj, doğumda işlemez İmaj, doğumu kurtarmaz Doğumun ontolojik yapısına cila vurulamaz Doğum, alaşılmış anlamıyla adildir: Herkese gelir Dünyaya kattığımız dünyanın cilalanmış olması, yaşananın sahiciliğini örtemez Geride kalanları aldatabilir miyiz doğuşumuzla? Belki İmaj kazınabilir İmajın ardında duran bir ömrün öyküsü, bu öykünün sahiciliği öğreticidir İmaj kaçınılmaz olursa, hiç değilse gerçeğe yakışmalıdır Agana Belea |
|