Sadakat Ve Vefa |
10-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sadakat Ve VefaSadakat Ve Vefa Hakkında Sadakat Ve Vefa Sadakat önemlidir Bana falan da deseniz, filan da deseniz kıtmirden öte bir adım attıramazsınız bana Ben kendimi biliyorum Ama kıtmir de olsa, bizim bir köpeğimiz vardı Koyunlarımıza bakardı Onun vefasına karşı her gün onunla birkaç defa güreş tutardım Aşını götürür içirirdim, yemeğini yedirirdim İşte o kadar sadakat içinde olmak Zati değeri yok Ama hizmet adına o arkadaşların bir derinliğini ifade eder Ben onların hiç birinden öyle çarpık bir söz duymadım Hoca falandır, filandır Ben Ramiz hocanın oğlu kel Şamil’in torunu Kıvır zıvır kıtmir Evet, amma sadakate gelince dövsem ayağının birini koparsam yüreği varsa gitmez burdan Orda da yani bir Barbaros gibi gitmez, bir Cevdet gibi gitmez Burda da onu deyeyim Neyse senin kırılacak boynun yok Vefa, sadakat ve vefa O gerek Cehenneme gidersek beraber Sineleriniz öyle çarpıyordur zannediyorum Paye değil, yüksek makamlar değil Hani siz esas soruda ne diyordunuz Yüksek makamlara dil beste olma Hüsnü zannın verdiği makamlara bağlanma Bazan bir insan öne çıkar böyle, büyük derler O da gerçekten kendisini büyük zanneder Oysaki el alem büyük deyebilir Onlara düşen şey odur, onlara düşen şey onu kabul etmektir Bize düşen şey de onların bizi öyle kabul ettiği ölçüde tevazu, mahviyet ve hacalettir Belki yer yer dua edip Allah’ım bu arkadaşlarımızı yalan çıkarma, bizi bizimle bunları utandırma Bize düşen şey budur Yoksa hafizanallah halkın teveccühüne göre millette hakkı temettüyü aramaya kalkmak tam kazanılacak yerde kaybetmek demektir Bizi kabul ediyorlarsa, seviyorlarsa Allah Allah yanılmış bu insanlar ama Allah’ım benimle bunları mahcup etme diye dua etmek Bunlar benim ruhumun boşluğunu içimdeki inhirafları sana karşı vefasızlığımı bilmiyorlar Beni ciddi bir sadakat ve vefa insanı zannediyorlar Bunları zan-ı tahminlerinde yalan çıkarma ve benimle utandırma bunları Demesinler senin hayatında şu vardı, demesinler sen bir kere şöyle yapmıştın demesinler Kuve-i maneviyeleri kırılmasın Bu dava içinde de böyle kıvır zıvır oluyormuş demesinler ve ahirette utandırma Evet demeli Bu çok önemli Allah resulü buyuruyor ki, “benim yerde iki vezirim var, gökte iki vezirim Yerde Ebu Bekir, Ömer gökte Cebrail ve İsrafil” diyor Yani gökteki iki meleğe denk Ellerinden tutuyor, “burada böyle olduğumuz gibi ahirette böyle haşr olacağız” diyor Kendisine meseleleri çözmede müracaat edenler diyor, “ benden sonra gelince Ebu Bekir’e müracaat edin” diyor Bu kadar yani O kadar paye veriyor yani Hz Ömer bile onu rencide ettiğinde “sahabimi bana bırakmalı değil misiniz” diyor Bu defa tek sahabi oluyor Ebu Bekir [b]Bediüzzaman kendisini fecir-ül facir derken, kendini o fecir-ül facir bilmelisin İmam-ı Rabbani, “nefsim itibarıyla ben kendimi eşek nazarıyla bile bakmadım diyor Ama Allah benim sırtıma güzel şeyler giydirmiş onları inkar edemem” diyor İşte bu iki şey çok önemli Her gün palanın altındaki bir varlık gibi kendini birkaç kere yere vurmuyorsan neyin yere vurulması gerekli olduğunu bilmiyorsun demektir Ne diyelim, Allah inayetini üzerimizden eksik etmesin SADIKLAR ÖVGÜYE LAYIKTIR Ve sözünün eri sadıklar Kur’ân’da tebcîl edilir: “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var ki, işte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir” (Ahzab, 33/23) Bu son âyette bir nebze durmak istiyorum: Enes b Mâlik -ki Allah Resulü’nün hizmetkârıdır Efendimiz Medine’ye teşrif edince, annesi, henüz on yaşlarında olan Enes’in elinden tutup onu Allah Resûlü’ne getirmiş ve “Ya Resûlallah! Oğlum hayatı boyunca sana hizmet etsin” demiş ve Enes’i orada bırakıp gitmişti -“Bu âyette kastedilen şahıs, amcam Enes b Nadr ve emsalidir” der Enes b Nadr, Akabe’de Allah Resûlü’nü görünce O’na büyülenmiş gibi bağlanmış ve delicesine sevmişti Fakat her nasılsa Bedir’de bulunamamıştı Halbuki Bedr’in ayrı bir yeri vardı Hatta Bedir’de bulunanlar ashab arasında nasıl seçkinse, Bedir’e iştirak eden melekler de gök ehli tarafından öyle seçkin görülürdü Bu, Bedir’de bizzat bulunmuş ve meleklere kumandanlık yapmış Cibrîl’in sözüydü Gel gör ki Enes b Nadr bu fırsatı kaçırmıştı ve yanıp yakılıyor, gözüne bir türlü uyku girmiyordu Geldi derdini Allah Resulü’ne şerh etti: “Ya Resulallah, eğer bir daha onlarla karşılaşmak nasip olursa, işte o zaman kafirlerin benden çekecekleri var” Enes’in bu içten duâsı kabul olmuş ve Uhud’da küffarla karşı karşıya gelmişti Uhud Uhud deyince insanın içi burkulur Çünkü orada yetmiş sahâbe şehid edilmiştir Kimbilir belki de Uhud’daki bu acı hatıradan ötürü ona bir isnatta bulunuruz diye, Allah Resûlü bir gerçeği ifadenin yanında, önlem almış ve birgün Uhud’un yanından geçerken: “Uhud öyle bir dağ ki, o bizi sever biz de onu severiz” buyurmuştur Uhud sarp bir dağdır Fakat Uhud savaşı o dağdan da sarp cereyan etmiştir Her nasılsa sahâbe geçici olarak nöbet yerini istenen şekilde koruyamamış, hatta mevziini değiştirmiş ve böylece Allah Resûlü’nün gösterdiği tabyanın dışına çıkmıştı Evet, bu sadece bir strateji ve bir tabye aramaydı Bu itibarla da buna bozgun demek doğru değildir Bizim sahâbeye karşı olan saygı anlayışımız da bu çizgidedir Bu muharebede Allah Resûlü de yaralanmış, mübarek dişi kırılmış, miğferi yüzüne batmış ve vücudu kan revan içinde kalmıştı Ama her şeye rağmen O mağfiret ve Rahmet Peygamberi, ellerini açmış, duâ duâ yalvarmış ve: “Allah’ım! Kavmimi bağışla; çünkü onlar bilmiyorlar” buyurmuştu Enes b Nadr oradan oraya koşuyor ve bir sene önce Allah Resulü’ne verdiği sözü yerine getirmeye çalışıyordu Çalışıyordu ama, o da çokları gibi sona doğru bir noktada dolaşıyordu Evet, vücudu delik deşik olmuş, son anlarını yaşıyordu Dudaklarında son tebessüm, yanına yaklaşan Sa’d b Muaz’a şu sözleri söylüyordu: “Resulullah’a benden selâm söyle Vallahi şu anda Uhud’un arkasından cennet kokularını duyuyorum” O gün nice şehitleri tanımak mümkün olmamıştı Hamza tanınamamış, Mus’ab b Umeyr bilinememiş, Abdullah b Cahş’ın vücudunun parçaları bir araya getirilince ancak hakkında “O’dur” diye hüküm verilebilmişti Enes b Nadr da aynı durumdaydı Kızkardeşi gelmiş, kılıcı tutan eline -ki ihtimal tek oradan yara almamıştı- bakıp onu tanımış ve gözleri dolu dolu, “Bu Enes b Nadr, Ya Resulallah!” diyebilmişti İşte âyet bu civanmerdi anlatıyordu O verdiği sözde durdu“ Ölesiye savaşacağım” dedi ve öldü Ölüm dahi onu sözünde yalancı çıkaramadı Âyetin onu anlatması, onun, inananlara da bir örnek olması içindir Evet “Lâilâheillallah” dedikten sonra, her ferd bu denli o kelimenin muhtevasına sadık kalmalıdır ki, din harap, îman serâb, şeair de payimal olmasın Enes b Nadr ve Enes b Nadırlar sözlerinde durdular Sözlerinin eri ve dosdoğru olduklarını isbatladılar Çünkü onlar derslerini, kâinatın efendisi Muhammedü’l-Emin’den almışlardı O nasıl doğru ve emindi, dostları da aynı şekilde doğru ve emindiler SADIK DOSTLAR İzmir-Manisa yolu üzerinde bir levha var “Ağaç, ağaçlar içinde büyür” Ağaç ağaçlar içinde büyüdüğü gibi, insan da insanlar içinde büyür İnsanlar içinde varlığa erer Duygu ve düşünceleri gerçek insanlar arasında; sadâkati sadâkat ikliminde, fedakârlığı da fedakârlık ikliminde gelişir Gün gelecek, eliniz, ayağınız, gözünüz, kulağınız, kısaca bütün âzâlarınız fayda vermez olacak ve o zaman arkadaşlarınızın elleriyle tutacak, onların ayakları ile yürüyecek ve gözleriyle görüp, kulaklarıyla işiteceksiniz Öyleyse, şimdiden sâdık arkadaşlar edinmeğe bakın Zannediyorum, “Sâdıklarla beraber olun!” ayeti bu hakikata işaret etmekte! |
|