Duanın Müslümanın Hayatında Önemi |
10-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Duanın Müslümanın Hayatında ÖnemiDuanın müslümanın hayatında önemi Hakkında Duanın müslümanın hayatında önemi Duanın müslümanın hayatında önemi Dua; kulun Cenab-ı Hak’tan inayet istemesi, niyazda bulunması, O’na sığınması, kendi acizliğini ve fakirliğini her şeye gücü yeten Kadir-i Mutlaka mahviyet içinde arz etmesidir Başka bir ifadeyle dua; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya karşı yapılan niyaz ve temenni mânâsınadır Dua her şeyden önce imanın gereği olarak bir kulun Allah’a iltica ederek O’nu tazim ve tebcil etmesidir “Dua ubudiyetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir”Bunun içindir ki dua eden her insanda bir huzur ve ferahlık meydana gelir Dua fıtri bir hâldir ve bütün dinlerde de mevcuttur Dua bir ubudiyettir; yaratılışın, kulluğunun ve Rabbine karşı iman ve itimadın gereği olarak kişinin Allah’a yönelmesi ve O’na iltica ve tevekkül etmesidir Duâ, Allah ile kul arasında en önemli vasıta, yüksek bir nispet ve kulluk makamının en yücesidir Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “De ki, eğer duanız olmazsa (Rabbiniz katında) ne ehemmiyetiniz var?”2 Bir insanın Cenab-ı Hakk’ın yanında makbul bir kul olması, onun îman, marifet, tefekkür, dua ve salih amelle bezenmiş olmasına bağlıdır İbadet ve itaatten mahrum olan bir insanın Allah’ın yanında ne kıymeti olabilir Peygamber Efendimiz de (sav): “Allah katında duadan daha makbul ve şerefli bir şey yoktur” 3 “Dua ibadetin ilkidir” “Dua ibadetin özü ve esasıdır” “Dua rahmetin anahtarıdır” “Dua belayı def eder” “Dua müminin silahıdır” “Allah’ın fazlından isteyin, zira Allah istenmesini sever” gibi hadis-i şerifleriyle duanın ehemmiyetini vurgulamıştır Dua, fıtraten nihayetsiz aciz, fakir ve nakıs olarak yaratılan insanın, nihayetsiz kudret sahibi, nihayetsiz zengin ve sonsuz kemal sahibi olan Cenab-ı Hakk’a zillet içerisinde iltica edip halini, derdini ve bütün ihtiyaçlarını O’nun dergâhına arz etmesi ve her şeyi O’ndan beklemesidir Bir insan acz, fakr ve kusurunu bilmekle kemâle erer Zira şuurlu bir Müslüman’ın asıl ve en mühim vazifesi acz, fakr ve noksanlığını bilip Allah’a hakkıyla kul olması, O’na ilticada bulunması ve hamd ü sena etmesidir Bediüzzaman Hazretleri insanın vazifesini şöyle ifade etmektedir “Acz ve za’fın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlahiye ve gına-yı Rabbaniyenin derecat-ı tecelliyatını anlamaktır Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın enva’ı miktarınca, taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır Onun gibi sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gına-yı İlahiyenin derecatını fehmetmelisin”4 Evet, insanın hayatına lazım olan hiçbir şeyi vücuda getirmeye gücünün yetmemesi onun acizliğini, her şeye ihtiyacının olması fakrını, yaratılışın gereği olarak yeme, içme ve uyuma gibi hallerinin olması, bir iş yapınca yorulması, bir anda iki iş yapamaması gibi hâllerinin bulunması da onun kusur ve noksanlık cihetini gösterir “Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir Yani: “Kimin merhametiyle böyle hakîmane idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninane besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir ve binden ancak birisine eli yetişemediği hacatına dair Kadı-ül Hacat’a lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir Yani aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı a’lâ-yı ubudiyete uçmaktır Demek insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir…vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra “dua”dır Dua ise, esas-ı ubudiyettir””5 Evet kendisinin bu dünyada bir memur ve misafir olduğunu ve ebedi bir saadeti kazanmak için imtihan yeri olan bu dünyaya gönderildiğini, bunun için de ubudiyetle tavzif edildiğini, mahiyetinde nihayetsiz acz, fakr ve naksın bulunduğunu, cisminin taştan ve demirden olmayıp, her an yıkılmaya mahkum et ve kemikten yaratıldığını idrak eden bir insan, şuurlu bir şekilde Rabbine karşı kulluk vazifesinde hassasiyet gösterir Bir müminin asıl şerefi, itibarı ve izzeti kendisinin aciz, fakir ve noksan olduğunun şuurunda olarak, kulluk vazifesini ifa etmesi ve dua ile Allah’a iltica ederek anlını secdeye koymasıdır Kulluktan daha halâvetli, daha şerefli hiçbir şey tasavvur edilemez Çünkü insanın izzeti, Cenab-ı Hakk’a karşı zilletindedir Cenab-ı Hak, Risalet gibi ulvî bir mertebeye ve nice makamlara vasıl olan Peygamber Efendimize (sav) hitaben: “Ya Muhammed, seni bu kadar ulvî derecelere kavuşturmuşken, bunlardan başka daha seni neyle şereflendireyim?” buyurunca, Peygamber Efendimiz (sav) “Ya Rabbi beni kulluğunla, ubudiyetinle şereflendir” buyurmuştur Hz Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Bütün insanların serdarıyım, fakat bununla iftihar etmiyorum Kıyamet günü Livânü’l-hamdi taşıyacağım onunla da iftihar etmiyorum O gün bütün peygamberler benim Livânü’l-hamd’imin altında toplanacaklar, ama bununla da iftihar etmiyorum O gün herkes huzur-u ilâhiye giderken onların imamı ve rehberi olacağım Herkes umutsuz ve çaresiz beklerken onlara müjdeyi ben vereceğim Fakat bununla da iftihar etmiyorum Ben, ancak Allah’a kul olmakla iftihar ediyorum”6 Bunun içindir ki bütün peygamberler nübüvvetlerinden ziyade, Allah’a kul oldukları için iftihar etmişler ve kulluk şerefini nübüvvetlerinden daha üstün görmüşlerdir Onlar önce kul, sonra resûldürler; çünkü risalet şerefi, kulluk sıfatına bina edilmiştir Hz Peygamber (sav) gecelerin ekserisinde de sabaha kadar ibadet ve tefekkür ile meşgul olurdu O (sav) her zaman, her mekânda, gecede, gündüzde ve seferde daima zikir, tespih, ve tefekkür ile meşgul idi Bazı sahabeler: “Ey Allah’ın Resulü! Senin geçmiş ve gelecek bütün günahların bağışlandığı halde niçin bu kadar zahmete katlanıyorsun” dediklerinde “Ben Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?”7 diye buyurmuşlardır Bunun içindir ki, Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) ‘fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti’ ile kullukta da eşsizdir Bediüzzaman Hazretleri de duanın ehemmiyetini şöyle ifade eder: “Hem, dua bir ubudiyettir Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir O maksadlar, gayeleri değil Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibadettir Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir Eğer sırf o niyet ile olsa; o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz Nasıl ki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir Hem Güneş’in ve Ay’ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir Yani gece ve gündüzün nurani âyetlerinin nikablanmasıyla bir azamet-i İlahiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenab-ı Hak ibadını o vakitte bir nevi ibadete davet eder Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan) Ay ve Güneş’in husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir Aynı onun gibi; yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir Ve beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile niyaz ile Kadîr-i Mutlak’ın dergâhına iltica eder Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def’olunmazsa denilmeyecek ki: “Dua kabul olmadı” Belki denilecek ki: “Duanın vakti, kaza olmadı” Eğer Cenab-ı Hak fazl u keremiyle belayı ref’etse; nurun alâ nur o vakit dua vakti biter, kaza olur Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir Ubudiyet ise, hâlisen livechillah olmalı Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica etmeli Rububiyetine karışmamalı Tedbiri ona bırakmalı Hikmetine itimad etmeli Rahmetini ittiham etmemeli”8 Demek ki, dua etmekten en birinci maksat, istenen şeye kavuşmak değil, kulluğu izhar etmektir Zira dua kurbiyet-i ilâhiyeye vasıtadır ve ibadetlerin en efdalidir |
|