|
|
Konu Araçları |
akif, büyük, ersoy, istiklal, marşımızın, mehmet, şairi |
İstiklal Marşımızın Büyük Şairi Mehmet Akif Ersoy |
10-10-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstiklal Marşımızın Büyük Şairi Mehmet Akif ErsoyMehmet Akif Ersoy'un Hayatı (1873 - 1936) İstiklâl Marşı şâiri Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu Fransızca ve Farsça öğrendi Babasından Arapça dersleri aldı Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri vermiştir 1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır 1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti 1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti Lübnan'a gitti Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi Mısır'a hasta olarak döndü Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı İstanbul'a geldi Hastanede yattı, tedâvi gördü Fakat hastalığın önüne geçilemedi 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da "Millî Şâir" ismini almıştır Şairin en büyük eseri Safahat genel adı altında toplanan şiirleri şu 7 kitaptan oluşmuştur: 1Kitap: Safahat (1911) 2Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) 3 Kitap: Hakkın Sesleri (1913) 4 Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) 5 Kitap: Hatıralar (1917) 6 Kitap: Asım (1924) 7 Kitap: Gölgeler (1933) |
İstiklal Marşımızın Büyük Şairi Mehmet Akif Ersoy |
10-10-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstiklal Marşımızın Büyük Şairi Mehmet Akif ErsoyÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, - Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya - Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde - gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı" Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında; Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil, Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harâb Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı: Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam; Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm? Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerir azmini tevkîf edemez sun'-ı beşer; Bu göğüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun'-ı bedîim, onu çiğnetme!" dedi Âsım'ın nesli Diyordum ya Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek Şühedâ gövdesi, baksana, dağlar, taşlar O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor; Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb Seni ancak ebediyyetler eder istiâb "Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle, Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini; Şarkın en sevgili sultânı Selâhâddîn'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran; O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın; Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın Heyhât! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber |
İstiklal Marşımızın Büyük Şairi Mehmet Akif Ersoy |
10-10-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstiklal Marşımızın Büyük Şairi Mehmet Akif ErsoyAZİMDEN SONRA TEVEKKÜL "Bir kerre de azmettin mi, artık Allah(cc)'a dayan" (Âl-i İmrân, 159) "- Allah'a dayanmak mı? Asırlarca dayandık! Düşdükse bu hüsrâna, onun nârına yandık! Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet? Dersen ki: Ufuklarda bir aydınlık uyansın; Mâzîyi ateş vermeli, baştan başa yansın! Şaşkınlık olur köhne telâkkîleri ihyâ; Şeydâ-yı terakkî, koşuyor, baksana dünyâ Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır; Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır!" - Allah'a değil, taptığın evhâma dayandın; Yandınsa eğer, hakk-ı sarîhindi ki yandın Meflûc ederek azmini bir felc-i irâdî, Yattın, kötürümler gibi, yattın mütemâdî! Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın; İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın Mevcûd ise bir hakk-ı hayat ortada, şâyed, Mutlak değil elbette, vazîfeyle mukayyed Takyîd-i İlâhî ki: Bilâ-kayd ona münkâd, Kalbinde cihanlar darabân eyliyen eb'âd Lâ-kayd olamazdın, biraz insâfın olaydı, Duydukça bütün sîne-i hilkatten o kaydı "Allah'a dayandım!" diye sen çıkma yataktan Ma'nâ yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu; Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şâhid: Dinlenmedi birgün o büyük nesl-i mücâhid Âlemde "tevekkül" demek olsaydı "atâlet'; Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet? Çoktan kürenin meş'al-i tevhîdi sönerdi; Kur'an duramaz, nezd-i İlâhîye dönerdi "Dünya koşuyor" söz mü? Berâber koşacaktın; Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın! Mâdem ki uyandın o medîd uykularından, Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan Ensendekiler "leş" diye çiğner seni sonra; Ba'sin de kalır ta gelecek nefha-i Sûr'a! Çiğner ya, tabî'î, ne düşünsün de bıraksın? Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın! Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da Maziyi, fakat yıkmaya kalkma bu yolda Ahlâfa döner; korkarım, eslâfa hücumu: Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu? Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha: Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha! |
|