Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Genel Bilgiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
değiştirmiştir, etkilemiştir, hayatını, islamiyetin, kabulü, siyasi, türklerin

İslamiyetin Kabulü Türklerin Siyasi Hayatını Nasıl Etkilemiştir Ve Değiştirmiştir?

Eski 09-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslamiyetin Kabulü Türklerin Siyasi Hayatını Nasıl Etkilemiştir Ve Değiştirmiştir?



İslamiyetin Kabulü Türklerin Siyasi Hayatını Nasıl Etkilemiştir Ve Değiştirmiştir?
İslamiyetin Kabulü Türklerin Siyasi Hayatını Nasıl Etkilemiştir Ve Değiştirmiştir?


Alıntı Yaparak Cevapla

İslamiyetin Kabulü Türklerin Siyasi Hayatını Nasıl Etkilemiştir Ve Değiştirmiştir?

Eski 09-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslamiyetin Kabulü Türklerin Siyasi Hayatını Nasıl Etkilemiştir Ve Değiştirmiştir?



Oguz Kağan destanının, Hun hükümdarı Mete'nin adı ve faaliyetleri etrafında geliştirilmiş bir destan olduğu sanılmaktadır Türklerin hayat görüşünü ve karakterini en iyi anlatan destanlardan biridir Burada bir insanın amacının sadece Tanrıya boyun eğen ve yalvaran, onun dışında bahadır ve iyi bir kişi olmak şeklinde gösterildiğini okuyoruz Oğuz Kağan, Göktanrı'nın oğludur; Tanrı tarafından yönlendirilmekte ve korunmaktadır Evleneceği zaman da önce Göktanrı'dan eş istemiş; gökten inen bir ışık ona eş olmuş; Gün, Ay, Yıldız adlı oğulları bu ışık anneden olmuştur Daha sonra Yertanrı'nın verdiği eş ile evlenmiş, bundan da Gök, Dağ ve Deniz adlı oğulları doğmuştur Burada hem Yer hem de Göktanrı'nın verdiği eşler ile, eski Türklerde iki eş ile evlenme motifine rastlanmaktadır Ancak Orta Asya Türk toplumlarında genellikle tek eşle evlenmenin hâkim olduğu bilinmektedir

Oğuz Kağan destanında daha sonra bir Bozkurtun yol göstericiliğini görüyoruz Daha sonra Türeyiş destanında da görülecek olan bu motif, Türk destanlarının en karakteristik yönlerinden biridir Oğuz Kağan destanında, bir bozkurt ordunun önünde onu kuzeye, batıya ve güneye değişik ülkelere sefere götürmekte ve muzaffer kılmaktadır

Oğuz Kağan destanında işlenen temalardan bir başkası, devlet yönetiminde asil hağana yardım eden bir bilge vezir tipidir Burada Uluğ-Türk adlı vezirin Kağan üzerinde çok etkili olduğunu görüyoruz Vezirin yanı sıra Devlet yönetiminde önemli kararlar verilirken Ulu Kurultay'ın toplanması, hattâ bu toplantıya halkın da davet edilmesi destanda yer almaktadır

Osmanlılara kadar, Türk devletlerinin en önemli kusurlarından biri olarak gördüğümüz, ülkeyi oğullar arasında paylaştırma özelliği de destanın son kısmında yer almaktadır

Türklerin Bozkurttan türediğine dair efsane ve destanlardan iki tanesi, özellikle yaygındır Bunlar Türeyiş ve Bozkurt destanlarıdır Türeyiş destanına göre, Tanrı Bozkurt şeklinde yere inmekte, burada Türk Hakanının kimseye vermeye kıyamadığı güzel kızları ile evlenmekte ve bu evlilikten 9 Oğuz ve 10 Uygur doğmaktadır Bu nedenle Dokuz Oğuzlarla On Uygurların bozkurt ruhu taşıdıkları rivayet edilmektedir

Bozkurt destanında ise, Türkler bir savaşta yenilmekte, bütün halk çoluk-çocuk kılıçtan geçirilmekte, sadece yaralı bir delikanlı kurtulmaktadır Bu yaralı delikanlıyı bir dişi Bozkurt bulup iyileştirmekte ve daha sonra bu delikanlının kurt ile birleşmesinden bütün Türkler üremektedir

Kurt, veya daha belirgin şekli ile Bozkurt; Oğuz, Ergenekon ve Göç destanlarının bazı söylenişlerinde de hep bir ata, bir kılavuz veya kurtarıcı, hâsılı göksel bir unsur olarak hep yer almaktadır

İslâm öncesi Türk toplumlarında yaygın bir başka Türeyiş destanına göre ise, bir ağaca gökten mavi bir ışık inmekte; ağaç gövdesindeki bu ışıktan çocuklar doğmakta ve bunlardan en yeteneklisi ve akıllısı Türk hakanı olarak seçilmektedir

Orta Asya Türk toplumlarının destanları arasında, burada zikredilmesi gereken iki tanesi daha vardır: Ergenekon ve Göç destanları

Ergenekon destanı, Göktürklerin menşeini anlatmaktadır Düşmanların çeşitli hileleri ile yenilen Türkler gene toplu bir kıyımdan geçiriliyorlar, kalanlar ise esir ediliyor Esir kampından Kayı ve Dokuz Oğuz, aileleri ile birlikte kaçıyor; "Ergenekon" adlı bir yerde, yüce dağların arasında herkesten uzak 400 yıl kalıyorlar Burada çoğalıyorlar Artık bu yer kendilerine dar gelmeye başlayınca Kurultay'ı topluyorlar ve bu sahadan çıkmaya karar veriyorlar Bir demircinin öğüdü üzerine odun, kömür ve körüklerle çıkış yolunu kapatan bir demir dağı eriterek tekrar diğer toplulukları egemenlikleri altına alıyorlar Daha sonra da Türkler arasında bu demiri eritme günü kutsal bir gün olarak törenlerle kutlanıyor

Göç destanında ise, devletin saadeti, milletin birliği bir dağa, daha doğrusu büyükçe bir kayaya bağlı gösteriliyor Ancak daha sonra Çinlilerden alınan bir gelin karşılığında bu kayanın onlara verildiği; onların da bu kayayı parçalayarak Çin'e götürmelerinden sonra ülkede ölümlerin, kıtlıkların, kıranların eksik olmadığı, milletin birliğinin bozulduğu ve bu yerlerden göç edilip Beşbalık yöresinde yeni bir devlet kurulması işlenmektedir

Burada kısaca söz etmeye çalıştığımız, İslâmiyet öncesi Türk destanlarında, Orta Asya Türk toplumlarının yaratılış efsaneleri, çoğalmaları, karşılaştıkları acılı ve mutlu olaylar, toplum ve devlet hayatında önde tutulan erdemler, dikkat edilecek hususlar sembolleştirilerek mükemmel bir şekilde kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır Bu şekli ile de, destanlar ve efsaneler bir toplumun ve o toplum içinde yaşayan bireylerin benliklerinin oluşmasında, günlük olaylar karşısındaki vaziyet alışlarının ve tutumlarının şekillenmesinde, ana hayat çizgilerinini belirlenip şekillenmesinde, ana hayat çizgilerinini belirlenip izlenmesinde esaslı bir rol oynamaktadır

Burada değerlendirilmesi yapılamayan diğer folklorik unsurlarla birlikte, Orta Asya Türk toplumları arasında yoğun, tutarlı ve şahsiyetli bir yaygın eğitim çalışması olduğu söylenebilir

Türk destanlarındaki kurt, geyik gibi bazı hayvanlar, bir ağaç, bir dağ, gökten inen bir mavi ışık sadece totemler ve dinî kültlerle izah edilemez Bu şekildeki "sistemleştirmeler" belki bir izahtır, ama esas gerçeği tüm yönleriyle ele alıp anlatmadan ve iknadan uzak tek taraflı açıklamalardır Bu simgeler sadece dinî değildir; insan ruhunun yüceliklerini gösteren, tabiata ve diğer insanlara bakış açısını, devlet ve düzen anlayışını, gelecek ümit, inanç ve beklentilerini gösteren çok yönlü, çok anlamlı simgelerdir Bizim için, örgün eğitimin olmadığı dönemlerde bunlar insanlara birçok örnek davranış biçimleri ve birçok günlük hayat çalışmalarına rağmen, arkasından gidecekleri yüksek idealler vermiş olmasıdır Yoksa, o zamanki şartlar içinde yeni yetişenleri tabiatın ısrarla çekmek istediği vahşi hayvani hayattan kurtarıp insanlığın bugün peşinde koştuğu yüce ideallere getirmek mümkün olmazdı

132 Yazılı eserler

1321 Köktürk yazısı ve yazıtları

Orta Asya Türk toplumlarının yazısı ve yazılı eserleri deyince, aklımıza ilk olarak Köktürk yazısı ve Orhun anıtları gelir Gerçekten de Orhun yazıtları, yazılı Türk tarihinin en görkemli zirvelerinden, en parlak örneklerinden biridir Ancak bu zirvenin uzun bir geçmişi olduğu veya olması gerektiği, hemen ilk akla gelenlerdendir Köktürk yazısı ile yazılan bu anıtlar hem yazı hem de dil bakımından yüzyıllarca süren bir öngelişmenin olduğunu açıkça gösteriyor
İçindeki değerli eşyalar dolayısıyla pek çoğu tarihin çeşitli dönemlerinde yağmalanmış olan eski Türk kurganlarında (mezar), Köktürk yazısı ile donatılmış birçok eşyalar bulunmaktadır Bu açıdan MÖ 5 Veya 4 Yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Kazakistan'daki Esik Kurganı bize iyi bir örnek vermektedir Bu mezarda bulunan genç cesedin üzerindeki altın kaplama zırh, kemer ve gene altınla süslenmiş eyer, kama, kamçı sapı, ok ve yaylar; o zamanki Türk uygarlığının yüksek seviyesini gösterdiği gibi, bu eşyalar içinde bulunan bir çanaktaki Köktürk harfleriyle yazılmış bir cümle, bize bu yazının ve yazılı dilin ne kadar eskiye gittiği konusunda bir fikir vermektedir

Öyle sanıyoruz ki, bu yazı milattan önceki bin yıllardan beri Türklerin kendi dillerine uygun olarak geliştirdikleri bir yazı idi Milattan sonraki yıllarda daha fazla yaygınlık kazandı; bazı eşyaların üzerinden çıkıp taşlar üzerinde bazı tebliğlerin halka duyurulma vasıtası oldu

Yazı ve taş, Türk tarihinde birbirine çok iyi uyum yapmışlardır; bütün tarihî yapılarımız kimliklerini taş üzerine yazılmış yazılarla göstermeye çalışmışlardır

Orhun yazıtlarında bizi gene oldukça eski bir öngelişim olduğu fikrine götüren mükemmel bir yazı dili görüyoruz Doğan Aksan'ın incelemelerine göre, dildeki ileri ögeler, sanatlı anlatım, renkli ve canlı imajlar, soyut kavramlar, eşanlamlılık, çok anlamlılık vs açılarından, gelişimi çok eskilere giden bir yazı dili ile karşı karşıyayız

Köktürk yazısı ile ilk yazıtlar, 6 Yüzyılda Yenisey Kırgızlarına aittir Ama bizim burada inceleyeceğimiz, her yönden bir zirve teşkil eden Orhun Yazıtlarıdır

Orhun yazıtları üç tanedir: Költigin, Bilge Kağan ve Vezir Tonyukuk anıtları Tonyukun Anıtı'nın 720-725 arasında, Költigin Anıtı'nın 732'de ve Bilge Kağan Anıtı'nın da 735'te dikildiği biliniyor Bu anıtlar 38 harfli, sağdan sola, yukarıdan aşağıya doğru yazılan Köktürk harfleri ile yazılmış ve Damimarkalı VLP Thomsen (1842-1927) tarafından okunmuştur

Gerçi VV Barthold, Orta Asya kitabelerinin 7 Yüzyıldan ötelere götürülemediğini, alfabenin dışardan alınıp bazı yeni şekiller eklendiğni söylüyor, ama bizce, bu anıtlar çok işlek bir nesir üslubu, şiirsel bir dil ile, bir dil ve edebiyat harikasıdır Hem de Şamanizme dair izlerin olmayıp Tanrı kavramı üzerine kurulmasıyla, hürriyet ve bağımsızlığı illemesiyle; devlet, millet, töre, tanrı, sevgi ve şevkatin konuştuğu cesur ve alp sesiyle; asaletten ziyade bilgeliğe ve erdemliliğe önem vermesiyle Türk tarihinin en görkemli eserlerinden birisidir

Bu anıtlar devletin bir tarihi, sınırları, milletin yaşayışı ve daha sonraki hayatında hangi hususlara dikkat edileceği gibi hususlar üzerinde durur Anıtların hepsi, Kağan'ın millete Tanrı tarafından gönderildiği, halkın ve beylerin kağanlarını bırakmamaları ve eğer bırakırlarsa başka milletlere köle olacakları, ölecekleri ihtar edilmektedir

Kağan, Tanrı buyurduğu için "kağan oturmaktadır" Kağan bilgili olmalıdır; bilgisiz kağan kötü kağandır Kağanın görevi milleti düzene sokmak, fakir milleti zengin, az milleti çok etmektir Tanrı Költigin'in babasını kağan olarak görevlendirmiş; o da Türk milletini toplamış, yetiştirmiş, töreyi düzenleyip teşkilât getirmiştir Kağan, Türk milleti için gece uyumamış, gündüz oturmamış, ölecek milleti diriltmiştir Çevredeki bütün boyları kontrol altına almış, bu Türk boylarından karşı duranları yok etmiş, teslim olanları teslim alıp "millet" yapmıştır Ama Çin milleti ile savaş veya barış esastır Anıtların en büyük özelliği, barış dönemlerinde halkı ve beyleri Çin milletine karşı uyarmasıdır
" Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş Çin milletine beylik erkek evladı kul olmuş, hanımlık kız evladı cariye olmuş"

"Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış Yaklaştırıp konduktan sonra kötü şeyleri o zaman düşünürmüş () Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün! Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay Ormanına, Tögüldün ovasına konayım dersen, Türk milleti öleceksin!"

"Ötüken Ormanında oturursan, ebediyen il tutarak oturacaksın () o yere doğru gidersen, Türk milleti, öleceksin!"

Buraya alınan kısa alıntılarda, anıtlar Türk milletinin en büyük düşmanına çok net bir şekilde işaret etmektedir Burada bir saldırganlık yoktur, barış vardır Milletin yurdunda oturması, birbiriyle iyi geçinmesi, yabancı tuzaklara düşmemesi ihtar edilmektedir
""Türk, Oğuz beyleri, milleti, işit! Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan kağanına, hür ve müstakil iyi iline karşı kendin hata ettin, kötü hale soktun"

Burada son derece yüksek bir güven ve huzur duygusu vardır Anıtlar zaten baştan başa millet, kardeş, arkadaş duyguları ile doludur

Tonyukuk anıtında da, Çin'de doğmuş Türk vezir, Tanrı kendisine bilgi verdiği için, Kağanın bilicisi, yardımcısı olduğunu; milletin -Tanrının verdiği- Kağanı bırakmaması gerektiği, bırakırsa mahvolacağı, öleceği bildiriliyor

Köktürk runik yazısı, uzmanlara göre piktografi (resim yazı) dönemini geçmiş, ama henüz alfabe dönemine ulaşmamış bir yazı sistemi idi Çünkü 38 işaret bri piktogram için az, bir alfabe için çoktur; ayrıca bir ses için dört-beş işaret de alfabeye aykırıdır Bu nedenle Köktürk yazısı, alfabe olmaya başlamış bir hece yazısıdır, denilebilir

Köktürk yazısı ile, Köktürk devletinin yıkılmasından sonra da yazılmış kitabelere rastlanmaktadır Bunlar arasında Yenisey kitabeleri sayılabilir Ayrıca Doğu Türkistan'ın çeşitli terlerinde bulunmuş ve bu yazı ile yazılmış bir fal kitabına ("Irk Bitig") da rastlanmıştır

1322 Soğd ve Uygur yazıları

Soğd milleti, bugünkü Özbekistan'da yaşamış, çok yumuşak huylu, barış sever ve tüccar bir millet idi Türklerin genelde iyi ilişkiler kurdukları, topraklarında ticaret yapmalarına izin verdikleri bu halk, Zerdüştlük, Maniheizm, Budizm ve Hıristiyanlık gibi çeşitli dinleri benimsemiş ve Orta Asya'daki ticaret kolonileri vasıtasıyla dillerini ve yazılarını Türk ülkelerinde de yaymışlardır Özellikle Uygur hakanı Bögü Kağan'ın Mani dinine girip bunu devlet dini olarak kabul etmesinden sonra, Doğu Türkistan'da oldukça yayılan bir yazı biçimi, Soğd yazısı olmuştu Köktürk devleti zamanında bile, gerek mektup gerek anıt taşlarda bu yazıya rastlanmaktadır
Bugün artık hem millet hem de dil olarak ortadan kalkmış olan Soğdluların yazısı, Uygur alfabesinin kökenini teşkil etmiştir Soğd yazısının işlek türünden çıkarılmış olan Uygur alfabesi, 8 Yüzyıla kadar yaygın ve oldukça yoğun bir şekilde kullanılmış ve -kökeni ayrı olmakla birlikte- tam bir Türk alfabesi özelliğini kazanmıştır

Özellikle 9 Yüzyıl ortalarında Koço Uygur Hanlığı'nda yaygın olarak kullanılmaya başlanan Uygur yazısı, zamanla diğer Türk toplulukları arasında da yayılmış ve meselâ, Fatih Sultan Mehmet tarafından bile kullanılan (Orta Asya'ya gönderilen "Zafername"lerde) bir yazı olmuştur 12 Yüzyıldan sonra Moğollar tarafından da kullanılmaya başlanan Uygur yazısı, Türklerin bin yıllık yazı sistemleri olmuştur

Bu harflerle, ham yazma hem de basma tekniği ile birçok eserler yazılmış; dinî içerikli olmak üzere Çince, Sanskritçe, Toharca ve Soğdçadan Türkçeye tercüme edilen eserler de bu yazı ile yazılmıştır

"Kutadgu Bilig" ve "Atabetü'l-Hakayık" gibi Orta Asya kültür tarihimize ait ana eserlerin en iyi nüshaları da, bu yazı ile yazılmış nüshalar idi

Uygur yazısının kullanıldığı dönemde, Türklerde örgün eğitim çalışmalarının da başladığı görülmektedir Özellikle Budist rahip ve propagandacıları yetiştirmek için kurulan Budist "vihara"larında, din esasları üzerine yazılmış kitaplar okunuyor, öğreniliyor ve halka öğretilmek için Türkçeye çevriliyordu Bu harflerle bazı Uygur kitaplarının basıldığ da net olarak bilinmektedir Bu bakımdan Uygur harfleri, Türk kültür tarihinin en görkemli özelliklerinden birini temsil eder

1323 Mani yazısı ve diğer yazılar

Mani dini, 762'de Bögü Kağan tarafından resmî devlet dini kabul edilince, Arami-Süryani alfabeleri karışımı Mani yazısı da Türkçe eserlerin basıldığı bir yazı haline geldi Maniheist rahipler de, aynı Budist rahipler gibi, kendi dinlerini anlatan eserleri Türkçeye çevirmeye ve propaganda etmeye başladılar
Böylece, din ve yazı birliği, özellikle bizim kültür tarihimiz açısından, belirgin olarak ortaya çıktı Milletin kabul ettiği din kutsal metinlere dayandığı, söz olarak ortalarda durup bozulmaması istendiği için yazılı sistemlere dayanıyor, ve her din de ilkelerinin yanı sıra yazı biçimini de kutsallaştırıyor ve dini yazı ile birlikte yayıyordu

Bu durumu, Ermeni alfabesinin Hıritiyan Türklerce, İbrani alfabesinin Yahudi olan Hazar Türklerince, Arap harflerinin de müslüman olan Türk boylarınca kullanılmasıyla açık olarak görmekteyiz

133 Sanat çalışmaları ve eserleri

Orta Asya Türk toplumlarının gerek yarı göçebe gerek yerleşik kesimleri arasında, bu insanların zevklerini, dünya görüşlerini, ruh yüceliklerini anlatan yoğun bir sanat faaliyeti bulunuyordu
Ev ve giyecek eşyası olarak en çok kullanılan madde hayvan dersis ve yün idi Bunlardan yapılan eşya ve giyeceklerin içindeki zekâ unsuru, üstündeki süslemelerdeki zevk oldukça yüksek idi Deri ve yün eşyalara çeşitli renklerde veya çeşitli maddelerden birçok süslemeler yapılıyordu

Orta Asya Türk kültüründe birçok maden işlemeciliği örneklerine rastlıyoruz Köktürklerin demirci bir millet olduğunu, efsaneleri de tarihleri de doğrulamaktadır Türklerin demir ve diğer maddelerden yapılmış eşyalar üzerinde ne kadar mükemmel altın kaplama yaptıklarını da, MÖ 5 Ve 4 Yüzyıla tarihlendirilen Esik Kurganından çıkan eşyalar, çok mükemmel göstermektedir

Resim ve heykelde, -gerçi Çin, Hint ve Helenistik Anadolu ve İran sanatlarının etkisi olmakla beraber- bir Orta Asya geleneği yaratılabilmişti Çeşitli konuları işleyen duvar resimlerinde, daha sonraki minyatür sanatının da esasını teşkil edecek grafik tarzı kalın çizgi ve motiflerin ağır bastığı bir tarz ortaya çıkmıştır Heykelde de daha ziyade balçık ve toprak kullanılarak bir gelenek yaratılmıştır Heykelde bilhassa üç alanda büyük bir gelişme olmuştur: mezarlara konulan, değişik konulardaki küçük heykeller (Orta Asya'da milattan önceki yıllarda başlayan gelişmiş bir mezar taşları ve mezar-içi kültürü vardır), en iyi örneklerini Orhun anıtlarında gördüğümüz hükümdar heykelleri ve her bıyda binlerce Buda heykeli Bilhassa Budizmin yayılması sırasında resim ve heykel, güçlü bir propaganda ve eğitim vasıtası olarak kullanılmıştır

Saray, kale ve şehir yapımı, yerleşik hayata geçen Türk toplumlarında oldukça gelişmişti Ancak bu alanda, özellikle Tapgaçlar döneminde yoğun bir Çin etkisi görülüyordu Buna rağmen, Kansu ve Turfan yerleşik medeniyetlerinde yüksek bir maddî Türk kültürü ile karşı karşıyayız Türk şehirciliğinin ve tapınak yapımının gelişmesinde, kendine has bir mimari geliştiren Budizmin de etkisi büyük olmuştur

Orta Asya Türk toplumları arasında, orijinal müzik âletleriyle birlikte, son derece canlı bir müzik faaliyetinin ortaya çıktığını görüyoruz Hem de halk müziğinin yanı sıra, ondan bazı işleniş tarzları ve âletler bakımından ayrılan askerî müzik ve saray müziği ile birlikte!

Burada kısaca sözü edilen sanat çalışmalarını sürdürebilmek için, halkın bu yönde hazırlanması ve halk arasından seçilen yetenekli kişilerin bu yönde, geleneksel usta-çırak ilişkisi içinde olsa bile, eğitilmesi gerekiyordu Sanat tarihçileri, bunun pek çok örneklerini göstermektedir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.