Mehmed Âkif’ten Nükteler |
08-11-2009 | #1 |
GöKKuŞaĞı
|
Mehmed Âkif’ten NüktelerMehmed Âkif’ten Nükteler(1) Büyük şair ve ediplerimiz gibi İstiklâl Marşı şairimiz M Âkif ERSOY da nüktedan, hazırcevap, sanatkâr bir kişiliğe sahipti Konuşmalarında daima nüktedan mizâcı ve sanatkâr kişiliğinin tezâhürü olan düşündürücü, ince mânâlı, zarif, etkili sözler söylerdi O, söz ustası olarak zamanında ve yerinde yapılan bir nüktenin uzun yazı ve konuşmalardan daha etkili olduğunu bilirdi Onun bu anlayışı yalnızca konuşmalarında değil yazılarında ve şiirlerinde de görülmektedir O ciddî bir konuya başlamadan önce birkaç latîfe ile konuya dikkat çekmeye çalışır, okuyucunun ilgisini çeker, sonra aralarda da yeni denemeler yapardı Bu sayede şiirleri çekici, etkileyici, vurgulu olurdu Fakat nüktelerle bezediği bu şiirlerin belli yerlerinde ve bilhassa sonunda okuyucuyu düşünceye sevk eder, hattâ ağlattığı da olurdu Âkif’in nüktelerinin birçoğu dil, kültür, vatan, inanç ilh konularla ilgilidir Bu konular söz konusu olduğunda asla taviz vermez, müsâmahalı davranmazdı Ancak kavga yerine fikirleriyle; tartışmak yerine nükteyle karşısındakini ikna ederdi Bunlardan bazılarını paylaşalım TREN ALMAK Üstat Âkif, Halkalı Ziraat Mektebine gitmek için Sirkeci’den ikindi vakti bindiği trende gençler arasında şöyle bir konuşmaya şahit oldu “–Azizim sen bu sabah kaç trenini aldın?” “–Filân treni aldım Sen?” “–Ben de filân treni aldım” «Tren almak» kullanımına sinirlenen Âkif hiç tanımadığı gençlere şöyle dedi: “–Çocuklar o treni daha hükûmetiniz alamadı Siz nasıl aldınız?”1 Çoğu zaman hiç dikkatimizi çekmeyen bu tür yanlış kullanımlardan birine Âkif şahit olmuş ve gençlik psikolojisini de dikkate alarak oldukça anlamlı, kibar bir müdahalede bulunmuştur Kıssada geçen «almak» yardımcı fiilinin yanlış kullanıldığını bundan daha güzel anlatmak mümkün olmazdı herhâlde Günümüzde de sanki bir yerden eşya alır gibi «duş almak, telefon almak»tan söz edip «almak» yardımcı fiilinin yanlış kullanımına ısrarla devam etmiyor muyuz? ŞEYHÜ’L-LÜGA Âkif eski İstanbul Hükûmeti zamanında Maârif Nezâreti’nin lügat komisyonu âzâlığına tayin olunmuştu Reisleri de bir hoca idi Hoca; sarıksızlara, bilmez gözüyle bakardı Gerek Âkif olsun gerek arkadaşı ve eski dostu büyük ve hakîm üstat rahmetli Ferid KAM olsun bu vaziyete tutulurlardı Bir gün hoca bir kelime hakkında ayağını diredi: “–Ben üç yüz bu kadar senelik bir lügat kitabında gördüm, kelime söylediğim gibidir!” dedi Âkif şöyle cevap verdi: “–Ben de bin senelik «Şeyhü’l-lüga»da bu kelimeyi şu dediğim şekilde buldum” dedi ve kelimeyi hocaya kabul ettirdi Bir sonraki toplantıda sıra Ferid KAM Bey’e geldi Hoca yine bir kelime üzerinde durdu Fakat bu kere haklıydı Ferid Bey dedi ki: “–Âkif, bu sefer amelimizi (işimizi) hocanın ağzına uyduralım” Reis bu hâdiselerden sonra bir daha ağzını açmadı”2 Bu hâdise Âkif’in, karşısındakinin âmiri de olsa doğru bildiğinden vazgeçmediğini göstermektedir Kelime yanlışları, anlatım bozuklukları, imlâ yanlışları ilh dil kusurları onun kırmızı çizgisini oluşturuyordu Tabiî tahmin ettiğiniz gibi bizim bin yıl öncesinde yazılmış «Şeyhü’l-lüga»mız yoktur Keşke olsaydı! MEMÛRÎN - MEMÛREYN Âkif 1921’lerde Burdur milletvekili olarak meclise girmiştir Bütçe müzakereleri esnasında mazbata muharriri memûrîn (memurlar) kelimesiyle memûreyn (iki memur) kelimesini karıştırarak: “Memûreyne iyi bakmanız lâzım!” dedi Âkif dayanamadı oturduğu yerden cevapladı: “Dediğiniz gibi memûreyn olsaydı biz onları kuş sütü ile beslerdik”3 Esasen ilim erbabının tenkidi herhâlde böyle olmalıdır Karşı taraf tenkit edildiğini ve yanlışını anlamalı fakat tenkit edene kızamamalı, kendisi bile gülmelidir Âkif’in yaptığı budur Âkif ile ilgili yukarıda anlatılan kıssalar onun ileri seviyede Arapça bildiğini ve dil hususunda titiz olduğunu da göstermektedir Bilindiği gibi o, Kur’ân’ı tercüme etmiş ama bastırmamıştır M Cemal’in verdiği bilgiye göre tercümeyi bitirmişti ve bastıracaktı Hattâ beyaza (temize) çekmişti Ancak üzerinde durdukça kelimeleri değiştiriyor ve bir türlü sonuçlandıramıyordu Soranlara; “Bir lisan ki bir kelimesi, bir sîgası hep birden hem zat, hem zaman, hem mekân ifade eder; bunun başka bir lisana tercümesi nasıl kabil olur?” diyordu Bazen de; “Tercüme bitti ama tashihi bitmedi; bakalım o mu benden evvel bitecek, ben mi ondan evvel” diyordu5 Bütün bunlar Âkif’in kelimeler üzerinde nasıl titizlikle durduğunu göstermektedir Fakat birikim ve titizliğine rağmen o, mütevâzılığını elden bırakmıyordu Kahire’de Mısır Üniversitesinde ders vermeye başladığı sırada bir dostu sormuştu: “–Nasıl! Araplara ders anlatmakta zorluk çekiyor musunuz?” Âkif’in cevabı şöyle olmuştu: “–Ben onlarla şöyle pazarlık yaptım, siz benim Arapçama gülmeyin, ben de sizin Türkçenize gülmeyeyim Geçinelim gitsin!” _______________ Mehmed Âkif’ten Nükteler(2) 1 Âlim GÜR, «Mehmed Âkif’ten Nükteler», Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 5, Konya 1999, s 205 2 Balıkesirli Hasan Basri ÇANTAY, Âkifnâme (Mehmed Âkif), İstanbul 1966, s 42-43 3 Balıkesirli Hasan Basri ÇANTAY, age, s 42 4 Âlim GÜR, «Mehmed Âkif’ten Nükteler», s 207 5 Âlim GÜR, age, s 219-22 **** Mehmet Akif görevli olarak Berlin'e gitmişti Orada tanıştığı bir Alman kadını: - Affedersiniz, sizin şair olduğunuzu duydum O halde merhametli bir kalbiniz olması lazım Diyorlar ki, memleketinizde kadınları içeri kilitler, sokağa çıkmalarını engellermişsiniz Onlara acımıyor musunuz? Mehmet Akif şu cevabı verir: - Yalanınız yok yanlışınız var madam Biz kadınlarımızı içeriden dışarıya çıkarmıyor değiliz Fakat dışarıdan içeriye alamadığımız günler çoktur Âkif döneminde Avrupa’ya gitmek aydınlar arasında âdeta moda olmuştu Herkes mutlaka bir vesileyle gider ve çoğu hayranlıkla dönerdi Âkif de Berlin’e gidenler arasındaydı Döndüğünde biri sordu: –Berlin’de ne var ne yok üstat? Âkif şöyle cevap verdi: –Ne olsun Gördüğüm kadarıyla yaşayışları dînimiz gibi, dinleri yaşayışımız gibi1 Âkif, gözlemci olarak Avrupalıların yaşayışı ve bizim yaşayışımız arasında ilişki kurup dersler çıkarmıştır Ama çoğu kişi için durum aynı değildi Etraf, Avrupa’ya tahsile gidip döndükten sonra bize ait bütün değerleri hor gören gurur âbidesi insanlarla doluydu Bunlardan birini Âkif şöyle uyarmak zorunda kalmıştı: “Siz insanlara eskiden Fatih minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel Kulesi’nden mi bakıyorsunuz?”2 Bu tür Avrupa yobazlarının bazıları işi daha da ileri götürerek Fransızca kelimelerle konuşmayı moda gibi görüyorlardı Öyle anlaşılıyor ki bugün Türkçeyi bilim dili olarak görmek istemeyenlerin dedeleri bunlardı Halkın da hiç beğenmediği bu tipleri Âkif öyle hicvetmiştir ki sesi ve tesiri günümüze kadar gelmiş: –Ayağmı ezdin adam Patlıyor musun ne zorun? –Vurursam ağzına! –Yâhû! Gürültünüz ne? Durun! –Yavaş be! –Çüş be! Gözün kör mü? –Pardon –İllâllah! –Nasıl ki çıktı şu «pardon» eşeklik oldu mubah!3 Bugün de, yaptığı kabalığı «pardon» diyerek geçiştirmeye çalışanlara, halkın; «Pardon çıkalı eşekler çoğaldı!» şeklinde verdiği cevabın kaynağı herhâlde merhum Âkif’in yukarıdaki nükteli mısraları olmalıdır Âkif, Avrupa’ya gidenlerin çoğu gibi orada şaşkın ve aylak aylak dolaşmak yerine, bir zamanlar korkuyla karışık hayranlıkla Türk’ün gelenek ve medeniyetini öğrenmeye çalışanların hangi sebeplerle Avrupa medeniyetini kurduklarını araştırmış ve bu amaçla onların eserlerini titizlikle okumuştu Bu yüzden Avrupa ile ilgili hemen her konuda münevverlere cevap verir, verdiği örneklere ise «Avrupa âyetleri» derdi Onlara; “Durun ben size Avrupa âyetleri okuyayım” der mevzû-ı bahs olan meselede Avrupa âlimlerinin neler dediklerini hangi memleketlerde o meselenin ne sûretle tatbik edildiğini sayar, döker nihayet muhatabını yola getirirdi Üstâdın kafasında «Avrupa âyetleri» o kadar çoktu ki4 CAHİLLİK Mehmed Âkif, gördüğü bir yanlışlığı güzel bir üslûpla, mümkünse muhatabı kırmadan düzeltmeye çalışırdı İtirazları esnasında, muhatap yanlışını kabullenmiyorsa hak ettiği cevabı vermekten de çekinmezdi Bir gün mevlid dinliyordu Güzel sesli mevlidhanlardan biri okurken üst üste yanlışlar yaptı «Muhammed» ile «Mustafâ» kelimelerinin yerlerini bile değiştirdi Mevlid bitince Mehmed Âkif; “–Bazı değişiklikler yaptın, bu değişikliklerle vezin dahî bozulur” diyerek uyarmaya çalıştı Mevlidhan; “–Sen ne bilirsin! Onu bana hocam öyle öğretti” deyince Âkif gülerek; “–Öyleyse hocan da sen de az cahil değilmişsiniz!” dedi5 ÂKİF’İN BÜLBÜLÜ KANATSIZ, KUYRUKSUZ OLMUŞ Gerçekten mevlid okumak bir sanattır Mevlid okumak için yalnızca sesinin güzel ve mûsıkî bilgisinin var olması yeterli değildir Okuyucunun metnin anlamına da dikkat etmesi, sesinin tonunu ona göre ayarlaması, vurguyu anlama göre yerli yerince yapması, mimikleri ona göre uygulaması gerekir Aksi hâlde eserin dinleyici üzerinde bir tesiri olmaz Dinleyici duygulandırılmak istenirken uyutulur 18 Nisan 2009’da Bursa’da düzenlenen Kutlu Doğum Kutlamaları’nda bir konuşma yapan Emin IŞIK Hocamız da bu hususlara dikkat çekmişti Emin Bey, Süleyman Çelebi’nin; Bî-hurûf u lâfz u savt O Pâdişâh Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh6 beytinin okunuşundan dert yanmış, bu beytin; “O padişah harfsiz, sözsüz ve sessiz olarak Mustafâ’ya şüphesiz hitap etti” şeklindeki anlamı dikkate alınarak özellikle birinci mısraın okunuşunda sesin alçaltılması gerektiğini vurgulamıştı Âkif de, benzer bir hususa dikkat çekmiştir Bir gün yapmacıklı jest ve mimiklerle şiir okuyan birisi Âkif’in «Bülbül» şiirini Tâceddin Dergâhı’nda okudu Şair bu okuyuşu hiç beğenmedi O sırada bu okuyuşu nasıl bulduğunu soran birine şöyle dedi: “Bu bülbül bizim Bülbül’e benziyordu ama ne kanadı kaldı ne kuyruğu!”7 DİŞİNİ GÖSTERMEMİŞ Âkif’in nüktelerinin temeli söze, dolayısıyla kelimelere dayanır Dikkati kelimeler üzerindedir Fırsatını yakaladığı an nükteyi patlatır Âkif hastanedeyken yakın dostu Ferid KAM onu ziyarete gider Selâmlaşma, hâl-hatır konuşmalarından sonra, Âkif’in dişlerinin beyazlığı Ferid Bey’in dikkatini çeker Hasta yanında espri yapıp konuşmayı hoş sohbete dönüştürmek isteyen Ferid Bey, Âkif’e; “–Aman üstad, dişlerin ne kadar da beyazmış!?” der Âkif derhâl şu cevabı verir: “–Ben sana bu zamana kadar dişlerimi hiç göstermedim” «Dişini göstermek» deyiminin bu kadar anlamlı kullanılışına şahit olmak zor MEKTUP YAZMAK İÇİN NE LÂZIM? Yukarıdaki kıssadan da anlaşılacağı üzere Ferid KAM, Mehmed Âkif’in yakın dostudur Âkif’in Mısır’a gidişiyle, sık sık bir araya gelen bu dostların buluşmaları imkânsızlaşır Aralarında o dönemde çok yaygın olan mektuplaşma da olmaz Ancak Âkif’in annesi İstanbul’da vefat edince Ferid KAM, Âkif’e bir başsağlığı mektubu yazar Daha önce hiç mektubu gelmeyen Ferid Bey’e Âkif şöyle nükteli bir cevap yazar: “Yahu, senden ses-sadâ çıkması için, bizim evden cenaze çıkması mı lâzım?”8 _____ 1 Ethem ÇALIK, Şair ve Yazarlarımızdan Nükteler, İstanbul 1993, s 136 2 Ethem ÇALIK, age, s 136 3 Aslı için bkz M Â Ersoy, Safahat (Eski ve yeni harflerle tenkidli neşir), haz, M Ertuğrul DÜZDAĞ, İstanbul 1991, s 299-300 4 Hasan Basri ÇANTAY, Âkifnâme (Mehmed Âkif), İstanbul 1966, s 42-43 5 Âlim GÜR, «Mehmed Âkif’ten Nükteler», Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 5, Konya 1999, s 208, 209 6 Süleyman Çelebi, Mevlid, Sûfî Yay, İstanbul 2005, s 112-113, b 403 7 Âlim GÜR, agm, s 230 8 Âlim GÜR, agm, s 211 Yazar Prof Dr Nihat ÖZTOPRAK
__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar NFK GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
|
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|