Bu Son Söz Olmayacak!

Eski 09-07-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bu Son Söz Olmayacak!





Bu kitap bitmeyen, daha doğrusu bitmesini hiç istemediğim bir senfoniye benziyor! Annem, kitabın sonuna benim de birkaç satır yazmamı istediği zaman epey zorlandım Son söz yerine gelecek satırları benim yazmam çok ağırıma gitti Çünkü bizim yorgun savaşçı kafaya takmış, “Allah’la pazarlık yaptım, kitabım yayınlanana kadar müsade etti, sonra öleceğim” diyor!
Müthiş bir savaş veriyor anacığım Bütün hayatı boyunca savaştığı, çektikleri yetmezmiş gibi, son beş yıldır da yakalandığı amansız hastalığa karğı kendi içinde savaşıyor İlaçların tesiriyle azıcık gözünü açıp oturup yazıyor Sonra yorulup kendinden geçiyor Ve müthiş bir irade gücüyle, yaşamak için, düşmemek için direniyor “Şu kitabım bitsin de ne olacaksa ondan sonra olsun” diyor Gelin de siz şimdi böyle bir yoldaşın kitabına “son sözü” yazın!
Herkesin annesi güzeldir Bütün anneler güzeldir Ama benim annemle ilişkim bir başka türlü Çünkü herkesi anası bir kere doğururken o beni iki kere doğurdu! Birincisini biliyorsunuz; kitabında anlattığı gibi İkincisi ise 1973 Mart’ında, Selimiye’de! Onu da ben anlatayım!
Yirmili yaşların başlarında, gencecik insanlar olarak, bırakın Türkiye’yi, dünyayı kurtarmak için yola çıkmışsınız Hiçbir kişisel çıkar gözetmeden, ölümü göze alarak, haksızlığa, adaletsizliğe karşı, daha güzel, daha eşitlikçi bir dünya için yola çıkmışsınız Ve bu uğurda kiminiz ölmüş, kiminiz de cezaevlerini doldurmuş Hep en önde olmuşsunuz Çelişkileri en uç noktalarda yaşamışsınız Hiç taviz vermeden Bu, dışardayken de içerdeyken de böyle devam etmiş Otuz üç gün Kontrgerilla’da işkence görürken bile özünden Bir yıl tek kişilik hücrede kaldıktan sonra, Selimiye Askeri Cezaevi’nde noktalanmış yolunuz
Yıllardan 1973, Mart ayı Hani şu General Gürler’in kendini Cumhurbaşkanı seçtirmek için Parlamento’ya baskı yaptığı günler Batur’un jetlerinin, gövde gösterisi yaparak “Ya Gürler başa, ya da darbe” diye herkesi tehdit ettiği günler Demokrat diye bildikleriniz dışarda cuntacıların peşine takılmış, darbe şakşakçılığı yapıyorlar Ve biz içerdeyiz Bu çelişkiyi o kadar açık yaşıyoruz ki, İstanbul’dan Ankara’ya helikopterle Dev-Genç Mahkemesine götürülürken Mamak’ta uçaksavarların kılıflarından çıkarıldıklarını görüyoruz Ordu neredeyse ikiye bölünmüş
Bizim solcular mı? Onlar, bırakınız direnmeyi, ikiye bile bölünemiyorlar bu ortamda! Tek vücut hepsi! Nerdeyse bizim dışımızdaki herkes Gürler’i destekliyor! Açın, o dönemde çıkan gazetelere bakın
Bunun için mi yola çıkmıştık biz? Bir Ulaş, bir Necmettin bunun için mi ölmüşlerdi yanı başımızda? Ne anlamı vardı artık yaşamanın bu ihanetleri gördükten sonra? Ve resti çektik! “Amerikan emperyalizmine ve 12 Mart faşizmine karşı Demokratik Cumhuriyet mücadelesini destekliyoruz” diyerek kendimizi o günün şartlarında öyle ifade ettik
Şimdi düşünüyorum da o dönemde en şerefli davranış buymuş gerçekten de Ve iyi ki de yapmışız bunu
Sonra? Sonrası korkunç bir şey! İşte bu kadıncağız, bu anacık, anaların en güzeli, en kahramanı, ikinci kez doğurdu beni o en karanlık, en zor günlerde
Bir yerlerde bir şeyler yanlıştıÖnce, “Kendi tarihimizi bilmiyoruz” diyerek müthiş bir hızla kendimizi yeniden tanımaya çalıştık Nasıl oluyordu da işçi sınıfı adına devrim yapmak için yola çıkıp savaşırken insan kendini devletin yanında buluveriyordu? Nasıl oluyordu da “Amerikan emperyalizmine ve onunla işbirliği yapan burjuvaziye, Morisson Süleyman’lara karşı savaşıyoruz sanırken, insan kendini devlet sınıfının yanında, onunla (o dönemde öyleydi) destekçisi Amerikan emperyalizmiyle aynı saflarda buluveriyordu? Bu nasıl bir “diyalektik”ti böyle? Bu nasıl bir devletti Türkiye’deki? Biz her şeyi, devleti, sınıfları vs her şeyi, Marxizm’in klasiklerinde neyse öyle öğrenmiştik Ama Türkiye’deki devlet bir başka devletti Haydi biz burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi veriyorduk! O neyin mücadelesini veriyordu? Okuduğumuz kitaplarda yoktu böyle bir örnek! O hızla, Cumhuriyet Tarihini, Osmanlı Tarihi’ni, derken İslam Tarihi’ni taradık ve bu arada tasavvufla da tanıştık Bütün bunlar olup biterken de bu kadıncağız her hafta bavullarla kitaplar taşıdı Selimiye’ye O Sahaflar Çarşısı’nı ondan iyi kimse bilemez
Yirmi dört saatin yetmediği bir okuma süreciydi bu Ve müthiş bir konsantrasyonGünde yarım saat havalandırmaya çıkma hakkımız vardı da ben buna vakit bulamazdım okumaktan Herkes çıkardı avluya, ben koğuşta kalırdım!
Sonra bu da yetmedi Kendi tarihini bilmek çok önemliydi ama işin ucu daha da derinlerdeydi Dünyayı kavrayış biçiminde felsefedeydi Mevcut teori hayatı açıklamaya yetmiyordu Ya canlı hayata gözlerimizi kapayıp diğerleri gibi yapacaktık, ya da gittiği yere kadar, ucu nereye dokunursa dokunsun, bu işin sonuna kadar gidecektik
1974’te emekli ikramiyesi olarak aldığı elli bin lirasını gözünü kırpmadan benim içerde yazdığım kitabımın basımı için verdi Ben içerde müthiş bir hızla doğanın diyalektiği üzerine yoğunlaşıyorum, o da bana dışardan kitaplar getiriyor Kitaplar, kitaplarDünyanın her yerinden kitaplar Sovyetler’den, DDR’den, Avrupa’dan, Amerika’dan, dünyanın her yerinden Her birisi 200-300 Dolar, Mark olan kitaplar bunlar Her babayiğidin alamayacağı cinsten Ama işte bu ana, hepsini buldu getirtti bana Boşuna azarlayıp dipçiklemediler zavallıyı, “Senin oğlun fizik formüllerinden komünizm çıkarıyor, sen de onun işbirlikçiliğini yapıyorsun” diye
Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin bu kadar hızlandığı bir çağda felsefe hala yerinde sayıyordu Engels’in “Doğanın Diyalektiği”n den sonra bu yolda çok az çaba sarfedilmişti “Bilimsel Sosyalizmin önderleri her şeyi yazıp söylemişlerdir, her şey klasiklerde vardır” mantığıyla bu çerçevenin içine hapsolunup kalınmıştı Bilim, modern doğa bilimleri ne diyordu? Son yüz, yüz elli yılda yapılan buluşların, atılan adımların felsefi sonuçları nelerdi? Kısacası herkesi, her şeyi sorgulamaya başlamıştık İşçi sınıfını ve onun bilimini bile
Ve yıllar geçti böyle Dipsiz bir kuyuda, tek başına verilen müthiş bi uğraş Bir tek anam anlıyor beni Bir tek o destekliyor her açıdan
Eski yol arkadaşları mı? Onların bir sorunu yoktu kiDün de çok mutluydular, bugün de Bildikleri, bildiklerini sandıkları şeyler yetiyordu onlara Oyunbozanlık yapan, varolan tabulara, putlara saldıran bendim Beni de yok saydılar zaten, “kafayı üşütmüş” falan diye Politik tehlike olmaktan çıkmıştım onlar için!
Ve sonunda tünelin ucunda ışık görünmeye başladı Hiç unutmam, ben içerde senelerce uğraşarak kendi kendime Sistem Teorisi’ni bulduğumu sanıyordum Sonra bir de baktım ki bir gün, böyle bir teori zaten varmış Kendi kendime şöyle demiştim; “Şu kitap elime beş sene önce geçseydi beş sene daha kazanmış olurdum”
Biz ne diye yola çıkmıştık? Nasıl tanımlıyorduk kendimizi? İşçi sınıfı adına devrim yapmak için uğraşmıyor muyduk? Marx, Engels, Lenin, bunlar hep işçi sınıfının önderleri, işçi sınıfı adına dünyayı değiştirmeye çalışan insanlar değiller miydi? Ve Bilimsel Sosyalizm denilen şey zaten “İşçi Sınıfının Bilimi” değil miydi? Onun dünyaya bakış açısı değil miydi diyalektik materyalizm? İşte artık bunlar yetmiyordu dünyayı açıklamak için Çünkü biz proletarya diktatörlüğünü kurarak kapitalizmi yıkmaya, sınıfsız topluma giden yolda sosyalizmi kurmaya çalışırken o, yani sınıfsız toplum, usul usul, tıpkı ana karnındaki bir çocuğun gelişmesi gibi, kapitalizmin bağrında gelişiyordu Kapitalizm, kendi diyalektik inkârına doğru evriliyor, burjuvazinin ve işçi sınıfının birlikte ortadan kalktığı yeni bir dünya düzenine, sınıfsız bir topluma doğru gidiyordu dünya Çetin Altan’ın kulakları çınlasın! İşte daha 1973’lerde Selimiye’nin kalın duvarları arasında ortaya çıkmaya başlayan bu bilinç, bir şeylerin değişmeye başladığının da habercisiydi
Ama benim için bu da yetmiyordu Bu sürecin, aynı zamanda felsefi olarak da açıklanabilmesi lazımdı Çok uğraştık minareyi eski kılıfa sığdırabilmek için ama olmadı Sonunda o duvarlar da yıkıldı!
Bunu şöyle anlatayım burada; işçi sınıfını gene bir kadına benzetiniz Tabi işçi sınıfı ideolojisini, bilimini de İşte bu anlamda, işçi sınıfının ve onun biliminin diyalektik inkârı anlamında bir yeniden doğuştu bu Yani Diyalektik Materyalizm’in yeniden doğuşu İşçi sınıfının, sınıfsız toplum çocuğunu ve onun bilimini doğurması diyelim buna
Birinci soru şuydu: Nasıl oluyordu da işçi sınıfı kendi zıttını, karşıtını yok edebiliyor ve sonra da kendisi halâ (sınıfsız topluma geçilene kadar bile olsa) varlığını sürdürebiliyordu? Hani her şey kendi zıttıyla birlikte vardı? Sistem denilen şey iki karşıt kutbun birlikte oluşturdukları bir gerçeklikse, nasıl oluyordu da bunlardan birisi, kendi varlık şartı olan diğerini yok ettikten sonra da varlığını sürdürebiliyordu? Eğer varolmak ancak kendi karşıtıyla birlikte mümkünse bu olanaksızdı Yok eğer her “şey” önce “kendiliğinden” ve “kendisi için bir şey” olarak var da ilişki ve sistem olayı sonradan, varolan bu “şey”ler arasında gerçekleşen bir durum idiyse, o zaman bunun Kaba Mekanik Materyalizm’den farkı nerede kalıyordu?
İkinci soru ise bir sistemden başka bir sisteme geçişin, yani kendi kendini üretmenin diyalektiği üzerine idi Bu geçiş, sistemin karşıt kutuplarını oluşturan zıtlardan birinin diğerini alt etmesi, yok etmesi şeklinde mi gerçekleşiyordu, yoksa iki karşıt kutbun mücadelesi sürerken tıpkı ana rahmindeki çocuğun gelişmesi gibi yeni sistem eskinin içinde, ama ondan bağımsız ayrı bir nitelik olarak mı gelişiyordu? Kapitalizm nasıl gelişmişti feodalizmin içinde? Feodal Sistem’in karşıt, zıt kutupları; feodallerle serfler-köylüler çatışırken, bunlardan ayrı bir nitelik olarak oluşmuyormuydu kapitalizm? Bu nasıl bir “sosyalizm” olacaktı ki kapitalizmin içindeki bir sınıfın diğerini yok etmesiyle kurulacaktı? Bunun adı olsa olsa “işçi sınıfı sosyalizmi” olabilirdi Ve nitekim de öyle olmuştu
Peki Marxizm yanlış mıydı? Sorun bu muydu? Hayır, o da değildi Marxizm, işçi sınıfının biliminin adıydı Gözünüze işçi sınıfının gözlüğünü takınca göreceğiniz dünyanın bilimiydi Ya sınıfsız toplum? O apayrı birşey Tıpkı ana rahminden çocuğun doğması gibil, İşçi Sınıfı Sosyalizmi yıkılırken doğmakta olan bebek o
Evet, yepyeni bir dünya doğuyordu Kapitalizmin, kendi içindeki sınıflarıyla,çelişkileriyle birlikte yok olduğu, burjuvazinin ve işçi sınıfının birlikte yok olmaya yüz tuttukları yepyeni bir dünya doğuyordu
İnsanlığın gelişim sürecine bakınız, önce hep maddi şartlar olgunlaşıyor, gelişiyor, sonra da bunun bilinci oluşuyor Yani insanlar önce üretiyorlar, yaşıyorlar, sonra da olan biteni açıklamaya çalışıyorlar Bu yüzden de, bütün ideolojiler aslında daha ilk doğdukları anda artık eskimeye başlayanı, geride kalanı temsil ederler, daima onun, eskiden beri var olanın bilince yansıyan çerçevesini, üst yapısını temsil ederler Devrimci olan, ilerici olan ise daima canlı maddi hayatın kendisidir
1973 Mart’ında başlayan aydınlanma süreci, uzun yıllar devam etti Müebbet hapse mahkum bir hükümlü olarak Niğde Cezaevi’nde çalışmalarım sürerken, 1979 yazında Af Yasası’ndan yararlanarak mahkeme kararıyla tahliye edildik Hiç unutmuyorum, o zaman üzülmüştüm buna; daha çalışmalarım bitmedi, kesintiye uğrayacak diye!
Nitekim de öyle oldu Daha çıkar çıkmaz, “Hakim süreyi yanlış hesaplamış, iki buçuk sene daha içerde kalmanız gerekiyor” diyerek bizleri tekrar içeriye almaya çalıştılar 12 Eylül kapıya dayanmıştı Hiç istemediğim halde yurtdışına çıkmak zorunda kaldım ve orada iltica talebinde bulundum
1980’den beri Almanya’da yaşıyorum İsteseydim, diğerleri gibi sosyal yardım falan alarak idare edip bir an önce çalışmalarımı tamamlayıp siyasi olarak aktif hale gelebilirdim Bunu yapmadım Şöyle düşünüyordum; önce, diğer insanlar gibi normal, sıradan bir insan haline gelmeliyim Daha henüz normal kimliğim bile yoktu 1971’de, bir daha lazım olmaz diye yırtıp atmıştık
Yedi buçuk sene bir fabrikada işçi olarak çalıştım O güne kadar kitaplardan tanıdığımız ve ilanı aşk ederek uğruna ölümlere gittiğimiz sınıfın, işçi sınıfının içine girerek bizzat onu yaşadım, onunla bütünleştim Grevlerde, bütün etkinliklerde, her alanda Hatta onun partisine bile üye oldum Bakalım bunlar nasıl çalışıyorlar, bir de onları görelim diye
Sonra fabrikadan ayrıldım, serbest çalışmaya başladım Küçük bir döner büfesi açtım Döner keserek hayatımı kazanıyorum Bu arada evlendim İki kızım oldu Elif, bu yıl liseyi bitirdi, üniversiteye başlıyor Deniz daha ikinci sınıfta

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.