Leyla Ile Mecnun |
05-04-2009 | #1 |
siLveRghoSt
|
Leyla Ile MecnunAŞKIN ÇÖLÜNDE LEYLA İLE MECNUN Leyla isimli çölde, leyla isimli gecenin altında, bin yıldan fazla zamandır anlatılan aşk masalını aradı Atlas Karakum Çölü'nün en ıssız uzantısı Afganistan'da; adı Leyla Çölü yani Deşti Leyli Leyla ile Mecnun aşkının coğrafyasında hikâyenin sakladığı sır neydi? Leyla ile Mecnun, aşk bahçesini neden yitirdi ve çöle düştü? Ve bu aşk hikâyesinin Mevlana'nın aşkıyla ilişkisi nedir? Su taşıyan kervan bize yol verdi ve köyün sınırından çöle giriş yaptık Bahar olduğu için enden boya yeşillenmiş yüksek çöl tepeleri arasına iyice sokuldukça, sağdan soldan, yumuşak ruhlu her tepenin içinden katar katar develer, eşekler çıkıyor Bu kısa kervanlar, alüminyum su bidonları taşıyorlar, tuz taşıyorlar, odun taşıyorlar Afganistan'ın Mezarı Şerif şehrinden yola çıktık; Şıbırgan'ı geçtik, Andhoy'u geçtik, Devletabad'ı geçtik ve işte Karakum'un kıyısından Leyli Çölü'ne girdik Su kuyuları var etrafta Öğreniyorum ki, 'Kelteguyu' mıntıkasındayız Buraya ismini vermiş gölcükten su içen karalı beyazlı koyunlar var, onların küçük çobanı, öyle kepenekli, keçe külahlı değil Kara sarıklı, uzun etekli küçük çoban, çenesini uzun sopasına dayamış, şaşkın çekik gözleriyle bize bakıyor Daha yaşlı bir çoban, yemyeşil araziye uzanmış, ayakları çıplak, başı sarıklı Kararmış çaydanlıktan çay koyuyor bardağına Yorulup bıraktığı koca bir ot çuvalı da yanı başında Koyunlar uzak tepeleri tırmalayıp duruyor Yüzlerce koyun dalga dalga yer değiştiriyor, göçmen kuşlar gibi geziniyor gölgeleri Afganistan kasaba ve şehirlerinde fayton benzeri at arabaları kullanılıyor Bir masaldan fırlayıp çıkmış gibi rengârenk süslenmiş araba ve plastik çiçeklerle donatılmış atlar, o coğrafyada etrafta gözüken neredeyse tek bezeme Yeşil tepeli çölün yeni misafiri afallamış bir halde bu tuhaf kalabalığı izliyor İşte biraz ileride başka bir gölcük, burada da kimi çökmüş, kimi boynunu eğmiş develer sularını içiyor, sakalar sarı plastik bidonlarını dolduruyor Durmuş bakıyorum, bu nasıl masal çölüdür böyle! Ama biliyorum ki artık iyice geç kalıyoruz Nihayet obaya varabildik Koca bir çadıra doğru yaklaşıyoruz 'Agöy' deniyormuş bu çadıra Türkiye Türkçesine aşina olanlar bu sözü 'ak ev' diye okuyabilecektir Biraz ileride bir çadır daha gözüküyor, ona da 'karaöy' deniyor İkinci çadırın, kadınlar ve ev sahipleri için olduğu söyleniyor bana Ne için yetişmeye çalıştığımızı agöy'ün yanına gelince anlıyorum Koca bir yer sofrasının etrafına sıralanmış yaklaşık yirmi kişilik sarıklı kalabalık bizi görünce birden yerinden fırlıyor Her biriyle, sırayla, elleri koyun eti yemekten yağlandığı için kollarımızın ve gövdelerimizin yardımıyla tokalaşıyoruz, bir yanağımızı öpüştürüp selamünaleyküm verip alıyoruz Yolda oyalandığımız için bizi bir müddet bekleyip yemeğe başlamışlar tabii ki Herkes oturduktan sonra, bölgedeki Türkmenlerin lideri, yani sürücümüz Kayyum'un babası, soldan itibaren sofradakileri tanıtıyor Her halktan temsilci var; Türkmen, Özbek, Hazara, Peştun, Tacik Her biri yerel bir lider, aşiret reisi ya da belediye başkanı, kadı, hâkim, karakol komutanı Neden geldiğimi anlattım Nereye gittiğimi anlattım Bir saat kadar kaldılar Sonra hepsi birden ayrıldı Çok geçmeden gün de bizi terk etti İç içe geçen gamlarla yüklü o iç içe geçmiş tepelerin ardındaki gök, önce ağır ağır ak-ardı, sonra hızla karardı Hiç söylenmemiş, gönüllerde gömülü kalmış gamla kabaran ve dalgalanan tepelerin üstünden bulutlar hızla batıya koşuyor Rüzgâr, Nuh'un soluğunu üfler gibi şefkat dağıtıyor çöle Bilinmeyen bir el, yıldızları serpiştiriyor gözlerimi diktiğim yerlere Gerçekleşmeyen Şey 'Geceleri herkes uykuda iken yıldız sayanlara, yani uyumayan Hakk âşıklarına, ay, ışıkları ile öpücükler gönderir, onları okşar, sever' (Divan) Mevlana, Mesnevi'ye bir aşk hikâyesiyle başlar, çünkü aşkı anlamak ona göre Tanrıyı anlamaktır 'Aşk Tanrı sırlarının usturlabıdır' der Mevlana Derler ki, geciken şeyde, bir türlü gerçekleşmeyen şeyde hikmet vardır Çarçabuk gerçekleşenle hiç avunma, gerçekleşmeyenin peşinde sabırla koş Leyla Mecnun biraz da bunun hikâyesidir Geçmişin derinliklerinden çıkardığımız inciyi deldik ve sözü dizmeye başladık Bu çöle adını vermiştir ama hikâye daha güneyde, Arabistan çölünde geçer Zaten o çöl de pek uzak sayılmaz Leyla'ya; dünyaya biraz daha yukarıdan bakıldığında çöller birbirini takip ederek Orta Asya'dan Arabistan'a kadar iner Bu bölgede neredeyse her yer çöldür, çölden çöle geçerken ya sıradağlar ya bir nehir veya dar bir deniz aşılır yalnızca Kızılkum, Karakum, Büyük Kevir ya da Tuz Çölü, daha güneyde Lut, Zaragosları aşınca Necef ve Büyük Nafud, daha daha güneyi Rub el-Hali yan yana kumlarını sererler Kızıldeniz'i atlamış olsaydık eğer, Sahra'ya da çıkacaktı yolumuz Ayrıca bir o kadar genişlikte ve çoklukta çöl de doğuya, yani Gobi'ye doğru vardır Pes hikâyet şöyle gelir bugüne: Leyla ile Mecnun, aynı okula giden iki çocuktur ve birbirlerini orada görerek âşık olurlar Bu aşk öğrenilince yan yana gelemez olurlar ve Kays da Leyla'nın aşkından Mecnun'a döner Leyla ile Mecnun, mezarda, çiçekler açmış cennet bahçesinde birbirine kavuşuyor Başlangıçta beraberlik vardır Aşk vardır Ama sonra her nasılsa ayrılık doğar Adem ile Havva'nın cennetten kovulması gibi, Leyla ile Mecnun da aşk bahçelerini yitirir Aşk, ayrılık acısıyla Leyla'yı, özellikle Mecnun'u tüketir Kendisi gibi sevdaya düşmüş, rüsva olmuş, ayakları ve başı çıplak birkaç kişi de Mecnun'a katılır Öyle ki, ayrılık acısı ve kavuşma arzusuyla bedenin günden güne perişan olması, aşkın yegâne şekli haline gelir Hatta Mecnun'un arzusuna ulaşması önünde engel de bu hali olur Kız isteme töreninde Kays'ın babası şöyle der: 'Bu ciğeri yanmış çöl çocuğu senin çeşmene göz dikmiştir Bilirsin bu zamanın en meşhur adamı benim Zenginim, hazinem vardır Sevgimi de kinimi de yerine getirmek için ne lazımsa hepsi bende vardır' Leyla'nın babası ise deli olduğu gerekçesiyle kızını vermeye yanaşmaz Akıllansın öyle getirin cevabını verir Mecnun da iyiden iyiye aklından uzaklaşır, üstünü başını yırtar, nihayet evden de kopar, Leyla Leyla diyerek diyar diyar dolaşmaya başlar İnsanların varlığından bile bihaberdir artık Ne ölüye ne diriye benzer Şehirlerde de duramaz olur ve kendini çöle atar Zaten evinin yolunu da unutmuştur Aslında bu hikâyenin en ünlü şairi Nizami'nin yorumu, Mecnun'daki tuhaflığı anlamamızı sağlayabilir Ebedi olmayan aşk, gençlik şehvetinin bir oyuncağıdır der büyük şair 'Aşk odur ki, eksilmez ve ölüme kadar aynı şiddetle devam eder' Rumi'nin ilk aşk hikâyesinde anlatmak istediğiyle Leyla-Mecnun hikâyesi arasındaki benzerlik bu noktadadır Başlangıçta aşk vardı, sonra ayrılık doğdu; beden kendini unutup vuslata ermeli ve aşkına kavuşmalıdır, aşk ilahidir, beden ötesidir, aşk bu dünyadan, geçici olandan vazgeçmektir Babası Mecnun'u Kâbe'ye götürür aşk illetinden kurtulsun diye Ama Mecnun'un duası, 'beni aşktan kurtar' şeklinde değil, 'beni aşktan kurtarma' şeklinde olur Nizami'nin eserinin en etkileyici bölümlerinden biridir bu dua: 'Kaderim aşktan başka bir şey olmasın Aşkı duymayan bir gönlü gam seli silip süpürsün Yarabbi, Tanrılığın aşkına, ululuğunun kemali aşkına beni aşktan öyle bir mertebeye getir ki, ben ölsem bile o yaşasın' Ebedi olma arzusu son sözde ifade edilir ki, o da aşktır Aşk, sonsuzluktur Aslında duanın devamını da dinlemek gerekir ki şöyle: 'Diyorlar ki kendini aşktan kurtar; Leyla'dan vazgeç! Yarabbi, Leyla'ya olan sevgimi her lahza ziyadeleştir Ömrümden ne kaldıysa al, Leyla'nın ömrüne ilave et' Leyla isimli çölde, Leyla isimli gecenin göğündeyim Adresime, Samanyolu'na bakıyorum Ne kadar da sonsuz! Bir insan sonsuzu hissedebilir, şimdi benim hissettiğim gibi, düşünebilir, ama içindeki o acıyı bastıramaz, sonlu olma acısını Bu yüzden sonsuzluk arzusunu uzak tutmaya çabalar, gece gökyüzüne bakmaktan bile korkar Ama yine de gizli gizli sonsuzluğu arzular Çünkü bir çift arzunun meyvesidir insan ve arzulamak için, arzulanmak için doğmuştur Arzu beden kaynaklı, aşk kaynaklı olduğu halde, sonlu olan bir bedenle sonsuz olana ulaşmak nasıl mümkün olacaktır? Sufi bu sorunun kendi cevabına sahiptir Ateş ve Rüzgar Leyla'nın Mecnun'u çekmesi, Mecnun'un Leyla'yı çekmesi gibi, Ay'ın Dünya'yı arzulaması, Dünya'nın Güneş'i arzulaması gibi; arzu çeker Çekilen, çekene gider Çekenle çekilen arasında bir yol vardır ve bu yol dolambaçlı, uzun bir yol olmalıdır Karakum Çölü'nün Afganistan'daki bölümü Deşti Leyli Çölü'nde kumullar alçalıyor ve otlar bitiyor Yağ lambasının ateşi çölün hafif rüzgârıyla oynaşıyor Rüzgâr ateşi arzuluyor, ateş de rüzgârı Bakın, rüzgâr yaklaştıkça ateş nasıl da uzaklaşıyor, ama nasıl da hemen geri dönüyor Nasıl da çekim, hem kaçma hem geri dönme eylemine dönüşüyor Nasıl da imkânsız, kavuşması imkânsız bir aşktır bu rüzgâr ve ateş ilişkisi İmkânsız noktasına ulaşana değin nasıl da bütün aşklar her daim eksik aşktır Ateşin alevlerini nasıl görmek gerekir; sıcaklık olarak mı yumuşaklık olarak mı, yakıcılık olarak mı? Rüzgârın kovaladığı ateş neyi telkin eder insana? Aşkı, ölümü, bedenin meçhul yolculuğunu, yani her şeyi kazanmak için her şeyi kaybetmeyi mi? Ateşin soğuk gölgeleri vuruyor defterimin ve kalem tutan elimin üzerine Sözün alevi çoğaldıkça uykusuz gözlerim yeniden canlanıyor, sessiz bir telaş meydana geliyor kafamın içinde, hafızama bir coşku geliyor O sırada, karanlık obanın çoban köpekleri havlıyor, hasta eşekler gürültüyle anırıyor dolunayın altında Gece bitti gidiyor ama sözümüzün sonu gelmiş değil Rumi'nin gecesi geçti gitti ama sözünün ışığı da sönmüş değil Der ki: 'Bu dünyanın gecesi geçer gider de bu sözün ışığı, bu sözün ışığı daha da fazla parlak görünür' Rumi'nin göçerken geçtiği bu çölde Leyla için Mecnun için ışıklı sözü yok mudur, vardır tabii Hem de tam bu anda, gecenin bitip gittiği anda vardır: 'Mecnun için dediler ki: Leyla'yı seviyorsa şaşılmaz buna; ikisi de daha çocukken mektepteydiler Mecnun bu sözü duyunca bu adamlar dedi, akılsız Hangi güzel vardır ki insan, onu sevmez, ona imrenmez? Hiçbir erkek var mıdır ki güzel bir kadına gönlü akmasın?' Rumi, erkek doğasını ifade eden bu sözlerinden sonra kadın doğasını anlatır: 'Kadın da böyledir; hatta bu imreniş onun aşkıdır; çünkü yiyeceğini, ağzının tadını onda bulur; anasının, babasının, kardeşinin yüzünü onunla görür; oğlunun güzelliğini, isteğin tadını, bütün tadı-tuzu onda bulur' Leyla-Mecnun hikâyesinde bedensellik de vardır ilahilik de Yalvarma, yakarma, bazen sevgiliye yönelir, bazen Tanrıya, bazen de hangisine yöneldiği anlaşılmaz bir hal alır Mecnun aşkını Tanrısallaştırıyor, imkânsızlaştırıyor adeta Mecnun'un aşkı ölümsüzleşiyor ve zaten Leyla öldüğünde Mecnun onun mezarına geliyor O da mezarı başında ölüyor Bir sufi gibi ölüm onları kavuşturuyor Leyli Çölü'ne uzak şehirden gelen kız arkadaşlarını görmek için tepelerin arkasından gelip bir düzlükte buluşan kızlar, topluca yürümeye başlıyor Konuk olacakları obaya yeterince yaklaştıklarında, yine topluca başlarını örtüyorlar, erkeklerin önünden geçerken yüzlerini de elleriyle gölgeliyorlar Leyli Çölü'nde artık, güzellik en gizli hazine Tuhaf olan, son sahnede bir yabani hayvanlar sürüsünün Mecnun'un etrafını sarması ve bu canlıların kimseyi ona yaklaştırmaması Hikâyede, bir yıl boyunca, Mecnun önce canlı sonra da ölü bir bedenken yabani hayvanlar tarafından korunur Neyi anlatıyordur bu yabani hayvanlar, belki de insanın doğaya karışmasını ifade ediyordur Ne var, Leyla ile Mecnun'un aşkı da bir hakikat, kadın ile erkek arasında bir aşk aynı zamanda, bedensel bir arzu, hatta Doğuluların şehevi, Batılıların erotik dediği tarzda bir aşk Üstelik Nizami'nin dizelerinde Leyla'nın ahvali, hakiki bir baştan çıkarıcılık da sergiler: Zülfü, buse isteyenin yolunu süpürür, kirpikleri Allah versin der; zülfü kement takıp kendine çeker, kirpikleri iki çatallı mızrakla uzak ol der Bu yetmez, dudakları buseden bahsettiğinde şekere, ağzı da şeker kutusuna dönüşür, yüzlerce gönül yanılır ve bu ağzı açık kuyuya düşer; yine de zülfü ip gibi sarkıtıp kuyuya düşenleri kurtarır Körpe gülleri tazelik goncasından, elinde kadeh yeni çıkmıştır, serviye benzeyen boyu uzamış, şarap renkli hurması yani dudakları daha olgunlaşmıştır Gamzesi, yani süzgün bakışları dillere destandır Derler ki, gamze-i cadı, yani büyüleyici, gamze-i cellât, yani cana kıyıcı, gamze-i dil-duz, yani gönül delendir Yarım gamzeyle yüz memleket alır, kemendinden kurtuluş yoktur, gamzesi yakalar zülfü bağlar Rivayetçi der ki, Rumi, Konya'da kendisini dinleyenlere, Leyla ile Mecnun aşkını izah eder 'Sevgisi, Tanrı sevgisi değildi; bedene, nefse aitti; Leyla da balçıktan yaratılmıştı; fakat bu sevgi, Leyla'nın sevgisi, Mecnun'u öylesine bir almıştı, Mecnun o sevgiye öylesine bir dalmıştı ki Leyla'yı gözle görmeye de muhtaç değildi; sözlerini kulakla duymaya da muhtaç değildi Leyla'yı kendisinden ayrı görmüyordu ki' (Fihi Ma-Fih, 36) Sevgilinin etrafında dönüp duran âşık gibi yörüngesinden ayrılmayan Ay, Güneş'in yörüngesinden ayrılmayan Dünya, Merih, Müşteri, Utaris Hepsi de gövdeleri olmayan baş gibi yuvarlak, evrensel çekimin büyük zerreleri değil midir? Gökte bir tek bile kare şeklinde, kutu şeklinde gezegen bulunmuş mudur? Beşinci Göğün Padişahı Zühre, Yukarı Göğün Padişahı Zuhal, diğer gezegenler, uydular, başlangıçta küre değilseler bile çekenin etrafında yuvarlanarak yuvarlaklaşmışlardır Aşkın, bu evrenle bir bağı yok mudur? Evrensel çekim ile sevgilinin çekimi arasında bir çekim ilişkisinden söz ediyorum Kim bilebilir ki! Enbiya, evliya, ukala, fuzala, hükema acizdir bu noktada; peygamberler, ermişler, akıl ve erdem sahipleri, düşünürler mahrumdur evrenin gizemini açıklama gücünden Evrenin derinliklerine, çölün yıldızlarla dolu gece göğüne, daha uzağa, Felek-i Atlas'a ya da Diyar-ı Zulumat'a doğru sorsam bir yanıt gelir mi acaba? Aşk nedir? Aşk nerededir? Ya da bu soruyu aşkın kendisine mi sormalı? Kimsin sen aşk? Neredesin? Rumi işte bu soruyu sorar: Bir gece aşka; 'Doğru söyle, sen kimsin' dedim 'Ben ölmeyen hayatım, ölmeyen yaşanışım Ben daima devam eden, hoş geçen bir ömürüm' dedi Tekrar sordum: 'Ey mekândan dışarı olan aşk! Senin evin nerededir?' 'Ben gönül ateşinin dostuyum Ben yaslı gözlerin yanı başındayım' diye cevap verdi Mecnun'un aşkını yalnız başına hissedeceği yer, insanlardan uzak çöller veya yaban hayvanlarının arasıdır Hatta Leyla'nın mezarı başına gittiğinde, bu hayvanlar bir yıl boyunca kimseyi yaklaştırmaz, ölene kadar yaklaştırmaz Sararıp solan her benzin rengi bendendir, benim rengimdendir Güllerin, lalelerin (kızıl) rengi benimdir Kumaşların değeri de benim Aşk mektuplarının zevki de benim Her gizli şeyi keşfeden de benim Aşk en küçük işvesi ile benim gibi yüzlerce kişiyi yoldan çıkarır Hocam sen bana bir yol göster, ben onun elinden nasıl kurtulabilirim? Gökyüzü aşka şöyle seslenir: 'Ben senin için dönüp duruyorum' Ay da aşka şöyle nida eder: 'Ben senin yüzünden nurlandım' Akıl aşk yüzünden kararsızdır Yerinde duramaz, düşünceden düşünceye atlar Ruh huzura kavuşmak için aşka haraç verir Baş, 'Ben senin ardında koşmak için yuvarlağım diye söylenir ve aşkın önünde secdeye kapanır' (Divan) Rumi yalnızca bir mecaz mı yapmaktadır başın yuvarlaklığından söz ederken? Evrimin bilinmeyen, hiç kafa yorulmayan bir noktasını mı keşfetmiştir? Belki de birbirini çeken, birbirinin peşinden koşan yuvarlanan âşık bedenlerin evrimidir başların yuvarlak olması Her şey birbirini çekiyor Evrenin yasası Çekim, gravitas, en büyük yasa, küçük sonsuzluğun ve büyük sonsuzluğun, atomun ve evrenin Der ki: 'Aslında, dünyanın her cüz'ü, her şeyi âşıktır; her şeyin, her zerrenin, her atomun bile içine bir aşk ateşi düşmüştür! Her şey, sevgili ile buluşmak için çırpınır durur; her şey buluşma sarhoşudur!' (Divan) Yeşil yumuşak tepeler yumuşak sabah güneşiyle yumuşak koyunları okşuyor Küçük çoban, yamacın gölge yanağına uzanmış, olan biteni izliyor Ben ise üçüncü bir yeşil tepenin en yukarısından bu manzaraya tanığım Karakum Çölü'nün uzantısı olan bu bölümünde tepeler çayırla kaplı Belki, ruh arındıran çöle Deşti Leyli denmesinin nedeni de bu, aşk yumuşaklığında, iç içe geçmiş yeşil tepeler Afganistan'a geldiğim günden bu yana ilk defa kendi başıma, güvenle dolaşmaya çıkabildim Biliyorum bu çöl belki de ülkenin en güvensiz bölgelerinden biri ama çok uzaklaşmıyorum, en fazla birkaç tepe arkası Zaten öyle masalsı bir manzara var ki aklıma haramiler asla gelmiyor Kahvaltı için döndüm Sıcak süt ve badem; ben bunları seçiyorum Sütle pişen yağlı pirinç ağır geliyor Sonra bir yürüyüşe çıkıyorum Türkmen lider Oraz Muhammed ile Yanında, omzunda, bacağında, ikinci karısından olma küçük erkek çocukları Bana, uzakta gözüken dağların isimlerini söylüyor: Doğuda Derzap Dağları, Kettedaş dağları, Burka Dağları Güneydoğuda Beşkak ve Arap Kotan dağları Batıda yok, batıda çöl uzanıyor Mezarı Şerif'te burkalarını açan kadınların buluştuğu bir sivil toplum örgütünün duvarındaki resim, kadın ve erkeğin ideal aşk sahnesini ifade ediyor Oysa dışarıda durum böyle değil Ardından, çölün adını aldığı bölgesine uzun bir yolculuk yapıyoruz Tepelerin bittiği, uzaktan sarı kum tepelerinin gözüktüğü düzlük alana Buradan Andhoy'a kadar uzanan, yükseltisiz, ummanı olmayan kum ummanına Anlaşılıyor ki, yeşil tepelerle sarı tepeler arasındaki bu düzlük, Mecnun'un aştığı bir alan olarak hayal edilmiş Bu noktada, Leyli Çölü'nde aşkı konuşma cesareti buluyorum Bu aşk öyküsünden belki bin, belki iki binden de fazla yıl sonra, böyle tutkulu aşklar yaşanıyor mu bu çölde? Çok açık bir şekilde, hayır yanıtını alıyorum Erkekler kadınların yüzünü görmeden evlenmek zorunda Leyla'nın kaşı, gözü, hurma dudakları örtülü Bu yüzden, Leyli Çölü'nde arada rastlanan aşk öykülerinde, yüzü gözükmeyen Leyla'nın burnunun olmaması, bir gözünün olmaması gibi, başka türden acıklı olaylar anlatılıyor Masal değil, gerçek olaylar Mezarı Şerif'te, konuşma fırsatı bulduğum bir grup kadına aşk nedir diye sorduğumda aldığım yanıt, bu duygunun yeni şeklini daha iyi ortaya koymuştu benim için: 'Aşk, muhabbettir' demişti kadınların hepsi Görmek yasak olduğunda, aşk evlendikten sonra başladığında, artık aşkın yaratılması gerekiyordu, bunun da tek yolu muhabbetti Obaya geri döndük Kara-öyün önünde çayıra uzanmışım Bütün bir öğleden sonraya kadar dinlediklerim, Binbir Gece Masalları'ndan bir bölüm gibi geldi bana Zaten manzara da bu düşüncemi kuvvetlendiriyor Bunları düşündüğüm bir sırada, uzakta renkli bir kalabalığın biriktiğini fark ediyorum O tepeden, bu tepeden birer ikişer insanlar iniyor ve aynı çanakta toplanıyorlar Öğreniyorum ki, bizim obaya gelmeye hazırlanan çevre obadaki kızlar ziyarette bulunacaklar Sürücümüz Kayyum'un bizimle birlikte Şıbırgan'dan gelen -ama aynı aracın içinde olduğumuz halde hiç göremediğim- karısını ve obadaki diğer kadınları görmek için Toplanan kalabalık bir süre orada oturdu Obadan birinin gidip onları alması gerekirmiş Kayyum'un halası onları olmaya gidiyor Ve çığlık sesleri bize kadar erişiyor Kucaklaşmalar Şimdi buraya doğru geliyorlar Yemyeşil bir çimenlik üzerinde ince uzun karartılar giderek büyüyor ve kızlar belirginleşirken birden başlarını örtmeye başlıyorlar Kendi başlarına, çölün ortasındayken hepsinin başı açıkmış anlaşılan Uğultu, hay huy ve gülüşmeler, yaklaştıkça yaklaşıyor Tam önümüzden geçerken yüzlerini yandan başörtüleriyle iyice örtüyorlar Ve yaklaşık otuz kız, neşeli bir çekirge sürüsü gibi önümüzden geçip arkadaki ak-öye gidiyor Atlas Şubat 2007, sayı 167 Mevlana Yolu - Belh'ten Konya'ya (Atlas Aralık 2006, sayı 172) |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|