Berna
|
Mecaz, Hakikate Mağlup Düştü...
Bir ömrün en müstesna aşk macerasını, kısa bir aralıkta gözlerini görüp de sevdiği bir güzel(lik) uğrunda harmanlayan, adını bile öğrenemeden dünyasına sökün edip gelen meveddetin hasrete dönüşen mutluluğunu, hüzün kılığında gelen sevincini veya firkat lezzetiyle hissedilen vuslatını bir hayal uğruna çoğaltan o eski zaman efendileri yok artık Öte yandan, zamanımızın genç kız veya kadınları da uğruna şiirler yazılan, ömür boyu sultan itibarı gören, dillere destan aşklarla adları tarihe geçen nazenin ve zarif hanımefendiler olmaktan çok uzaklar Peki, kimdir bu derinliğin kaybolmasından sorumlu? Erkekler mi, kadınlar mı? Eski şairlerin anlattığı kadınlar, evet, itiraf ederiz ki birer hayalden ibaret idiler Lakin o hayal kadınlar, ete kemiğe bürünmüş hemcinslerine yüksek bir itibar sağlıyorlardı Erkekler daha yüz sene evvel gözünün renginden kadının saçlarını, serçe parmağından kolunu, topuklarına uzanan eteğinin bir savruluşundan endamını hayal ediyor, onu düşüncesiyle içinde çoğaltıyor, hayalhanesini binbir görüntüsüyle besliyor, zihnince ona fıstıki şallar giydirip soneler, gazeller eşliğinde pembe yaşmağını aheste aheste açmaya çalışıyordu Yalnızca gözlerini gördüğü kadın (bunu tersinden söyleyelim; yalnızca gözlerini gösteren kadın) âşık ruhunda sonsuz bir ışıkla parlıyor ve her defasında farklı bir renk ve desen ile var oluyor, belki o hayallerle süslenerek ilahi bir varlık haline dönüyordu Bu kadın artık tarihe karıştı Şimdi her kadın, kendisini seven erkek karşısında "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular" diyen Attila İlhan'ın dizesindeki o gizemli karaktere sahip olmak istiyor, bunun için çırpınıyor ama bir türlü başaramıyor Bir zamanlar şiirle anlatabildiğimiz o mecazlara bürünmüş hayal kadınını, bugünün erkekleri artık akıllarıyla tartıp realist kâr hesabıyla çarpıyor, bölüyor, topluyor, çıkarıyor ve nihayet gözleriyle didik didik edip tüketiyor Kulaklar kadın sesinin bin bir türlüsüyle kirlenmiş durumda; gözler müstehcen reklam görüntülerinin istilası altında Realite, bırakınız sıradan insanları, şairleri bile o mecazlara akseden büyüleyici görüntülerden, o terennümsaz seslerden mahrum bıraktı Servi salınışlı güzeller çağı kapandı, yere pat pat basan genç kızlar türedi Bugün, sigaradan kalınlaşmış sesiyle kadın, sokakları ve caddeleri kaplayan hayat mücadelesi uğruna peçesini kaldırmış, metrolarda ve çarşılarda tüketim hırsıyla şirretleşmiş, hatta amfilere ve dersliklere taşan seviyesizliklere düşmüş, velhasıl vapuru, otobüsü, dolmuşu, taksiyi, treni, uçağı herkesle eşit şartlarda doldurmuş, baş tacı edilen konumunu yitirmiştir Kadın, artık hayale kafa tutan bir çıplaklıkla karşımızda Bir yarışçı gibi; kendisiyle, sokakla, billboardlarla, kurulu düzenle, modayla, eğitim sistemiyle savaşmakta ve çırpınıp durmakta Bir zamanlar mecaz tüllerini üzerinden kovar ve gerçekliğini teşhir ederken bunları göze aldığının farkında değildi Şimdi mecazın aldatamadığı gözlere hitap etmek ve en ufak kusurunu bile binbir hile ile kapatmak zorunda Maaşının yarısını kozmetiğe, kıyafete, lükse yatırmasının başka ne sebebi olabilir ki?! Günümüz şiirinin kadın ve aşk konusunda -eski şaire nispetle- sığlığı hiç şüphesiz kadının baştan ayağa hakikat kesilme isteğiyle de alakalıdır Eski şairlerin hayallerindeki cömert sözleri bugünün kadını boşuna aramaktadır Başörtüsü konusunda bile hemcinsinin gizli bir tel saçına tahammül gösteremeyen kadın, aslında bu hazin sonu kendi elleriyle hazırlamıştır İştah açan bir yemek ne derece maddi ise kendini o derece maddi görme eğilimindeki kadın da erkek hayalhanelerini dolduran mecaza geçit vermemekte ısrarcı görünüyor Kendi gerçekliğiyle o kadar meşgul ki cinsiyetini istismar edenlerle neredeyse işbirliği konumuna düşmekte Bu da onun erkeklerden göreceği hürmeti, itibarı, alakayı ucuzlatmış, menfaate indirgemiş ve en son çare olarak bir erkeği maddesiyle büyüleme gayretine hapsedip bırakmıştır Galiba mecaz, hakikatten intikam almaya başladı Ne diyordu Tevfik Fikret: "Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer" [MECNUN'UN LEYLA'SI] Mecnun ne vakit Leyla'nın izine rastlasa dayanamaz, koşmaya başlardı Yüzünün rengi safrana döner bedenindeki tüyler baştan ayağa diken kesilirdi Vücudunu bir titreme kaplardı Birisi ona dedi ki; Leyla yokken senden yiğidi yok şu alemde Sahralardaki aslanlardan da dağlardaki vahşilerden de korkmuyorsun Ama Leyla'nın adı anıldı mı söğüt gibi titremeye başlıyorsun Dertli Mecnun boynunu büktü, - Bakın görün işte, aslanlardan korkmayan kişi aşk aslanının karşısında nasıl sinmiş, dize gelmiş, bekliyor Aşkın kuvvetidir bu, âşıklar da onun ayakları altına düşmüş karıncalar
[BERCESTE]
Annesinden Leyla'ya öğütler: Temkîni cünûna kılma tebdîl Kızsın, ucuz olma kadrini bil Her sûrete aks gibi bakma Her gördüğüne su gibi akma Sâye gibi her yere yüz urma Hiç kimse ile oturma durma Fuzuli
iskender Pala'nın bir yazısından alıntıdır
|