Dörtnala Yedi Düvel

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dörtnala Yedi Düvel




Kanunî Sultan Süleyman… 72 yıllık ömür, 46 senelik saltanat… Sadece ihtişamın değil, tevekkülün de zirvesi… ‘Gazi Hünkâr’ hitabının hakkını 13 seferle veren… Kardeş acısı yaşamayan ama evlatlarında ıstırabı iliklerine kadar hisseden… Hâsılı…


Rusların Özi Kalesi’ni zapt edip Müslümanları kılıçtan geçirdiği haberi İstanbul’a ulaşınca, Sultan I Abdülhamid kahrından vefat eder Böylece taht yolu Şehzade (III) Selim’e açılır Devlet-i Âliye’yi senelerdir uğraştıran aksaklıkların halli için daha veliaht iken kafa yoran yeni padişah, cülûsunu müteakip bir heyet ihsas ederek, atılması gereken adımlara dair fikir ister Meşveretler akabinde hazırlanan lâyihalar üç ana grupta toplanır: 1- Yeniçeri ıslahının imkânsızlığına kanaat getirip yeni ordu isteyenler, 2- Avrupaî harp ve talim usullerini kabulle yetinenler, 3- Evvelki ihtişamı, Kanunî Sultan Süleyman dönemi nizam ve uygulamalarında arayanlar!


Günün şartlarında ilk iki seçenek makul gözükse de sonuncusu Süleyman Han’ın vefatı 223 yıl öncesinde kalmış, devlet sistemi zamanla farklılaşmış, ülkeler arası ilişkiler birbirine girmiş ama yine de kimisi çareyi mazide arıyor Peki, nedir onları bu yola sevk eden? Veya şöyle sorarsak: Kanunî’yi selef ve haleflerinden farklı kılan neydi? Saltanatı niçin ‘zirve’ diye tabir edilir? Kısacası kimdi Kanunî Sultan Süleyman ve nasıl bir iz bırakmıştı?


Tarih, 6 Safer 900 (6 Kasım 1494) Trabzon Şehzade Sarayı’nın duvarları, Ayşe Hafsa Sultan’dan doğan bebeğin sesiyle çınlıyor Rivayete göre baba Şehzade Selim Şah o an Kur’an-ı Kerim okumaktadır Oğlunun müjdesi ulaştığında gözü Neml sûresi 30 ayettedir (Mektup Süleyman’dandır, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla başlamaktadır) Haberi getirene dönüp sadece “İsmini Süleyman koydum!” der ve kaldığı yerden kıraati sürdürür İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof Dr Feridun Emecen’in, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için yazdığı ‘Süleyman I’ maddesinde nakledilen bir başka rivayet ise babanın, kendi isminin küçültülmüşü (tasgir) ‘Süleym-ân’dan hareketle evladına ad verdiği şeklinde


ONDAN İYİ EĞİTİM ALAN YOKTU


Bir de herkes onu ‘Kanunî’ diye yâd eder fakat bu sıfat ilk 18 asırda Dimitri Cantemir’in ‘Osmanlı Tarihi’nde geçer 19 yüzyıl Osmanlı tarihçileri de benimseyince yaygınlık kazanır Şehzadeliğinde ‘Süleyman Şah’ diye çağrılır Batılı nezdinde namı ise ‘Muhteşem (Magnificent, Magnifique)’ veya ‘Büyük Türk (Grand Turc)’ Nihayet kimileri de Yıldırım Bayezid oğlu Süleyman Çelebi’nin (Emir Süleyman) 1402 ila 1411 arası hükümdarlığına atıf yaparak onu II Süleyman sayar


Çocukluğunu geçirdiği Trabzon, iklim ve tabiat şartları yönüyle zor bir muhittir Bir defa sınır bölgesidir Sonra amcaları Şehzade Ahmed ve Korkud’a nazaran payitahta uzaktır ve bu babasının işini güçleştirir Tüm bunlara Yavuz’un sertliği de eklenince Şehzade Süleyman ruhen ve bedenen disiplin duvarlarıyla örülüdür Söz konusu hava onda ciddî, vakur, laubalilikten hoşlanmayan, az ve kesin konuşan bir kişiliğin zeminini hazırlar


Her ne kadar çoğu hanedan mensubu gibi küçüklüğüne dair malumat yetersizse de sağlam bir eğitim aldığı açık ve nettir Adı bilinen ilk hocası Mevlana Hayreddin Efendi’dir Tarihçi Yılmaz Öztuna, ‘Kanunî Sultan Süleyman’ isimli kitabında Zeyrekzâde Rükneddin (Şemseddin) Ahmed Efendi’yi de hocası diye anar Ayrıca Ken’ân Hudayî Bey, Sinan Paşa ve Kasım Paşa lalalarıdır Tabii bir de dadısı Dâye Hatun var Görüldüğü üzere edep ve erkân hususunda sağlam bir çevreye sahiptir Arapça ve Farsça yayında Kefe Sancak Beyliği hasebiyle Tatar lehçesine de vukufiyetinden bahsedilir Bazı zayıf rivayetlere göre de Slav dillerine aşinalığı vardır Eğitimine dair son not bir yabancı kaynaktan: Zamanın hiçbir hükümdarı, Kanunî Süleyman’dan daha iyi eğitim görmemiş ve büyük bir devleti idare için onun gibi pratik şekilde yetişmemiştir (SN Fisher, The Middle East, A History, New York 1959, s222)


Ya arkadaşları? Eski Kommenos yurdundaki en yakın dostu Kadı Ömer Efendi’nin oğlu ve süt kardeşi Yahya’dır İkilinin muhabbeti vefatlarına kadar devam eder ve biri tarihe sultan unvanıyla geçerken diğeri ‘Beşiktaşlı Yahya Efendi’ diye nam salar Onları buluşturan ortak paydalardan diğeri kuyumculuktur ki, bir Rum ustadan öğrenmişlerdir Hatta Şehzade tahta oturduktan sonra bile zanaatını devam ettirir


10 yaşına erişince gelenek üzere, öğrenimini ikmal eden şehzade sıfatıyla sancağa çıkmayı bekler Fakat babası ve amcaları arasındaki saltanat mücadelesi önünü keser Dedesi Sultan II Bayezid, oğullarından gördüğü baskıyla tayinini geciktirir


Çekişme bilhassa babası ile amcası Şehzade Ahmed arasındadır ki, 1509’da ipler iyice gerilmiştir Babası onun adına Bolu Sancağı’nı ister ancak amcasının etkisi İstanbul’da ağırlığını hissettirir, talep kabul görmez Yerine Sultanönü (Eskişehir) veya Giresun-Kürtün-Şiran yöresinde tesis edilecek merkezin idaresi teklif edilir Kâğıda kaleme sarılan Yavuz Şehzade hayli sert üslupla itiraz eder Sultanönü uzaktır, kaldı ki o ana kadar evlatlara genellikle babalarına yakın yer verilmiştir Diğer bölge ise engebeli ve gelirsizdir Bu sebeple Süleyman’a Karahisar-ı Şarkî (Şebinkarahisar) veya Kefe Sancağı tahsis edilmelidir Yine türlü oyunların akabinde payitaht ikincisini uygun görür Annesi, hocası ve lalasıyla Kırım’ın yolunu tutan Şehzade Süleyman için, burası babasıyla amcalarının taht çekişmesini takip ettiği ve babasının askerî hazırlıklarına destek verdiği bir üstür


Sultan II Bayezid senelerce direnmesine rağmen 1512’ye gelindiğinde askerin de desteğini alan oğlu Şehzade Selim karşısında daha fazla dayanamaz Tabir yerindeyse zorlanarak hükümdarlığı Yavuz’a bırakır Gelinen nokta sadece yeni hünkârın değil, evladının da taht yolunu açar Babasının cülûsu akabinde İstanbul’a çağrılır ki padişahın otoritesini tanımayan kardeşleriyle mücadelesi esnasında başkentin muhafazasından sorumludur Rakipler bertaraf edilince yegâne vâris Şehzade Süleyman Şah, Manisa Sancağı’na atanır Prof Emecen’in naklettiğine göre gidişin ilk aylarına ait bir belgede yanında annesi, kız kardeşi, hocası Hayreddin Efendi, lalası Kasım ve 458 hizmetli vardır Yine ilk oğlu Mustafa’nın annesi Mâhıdevran ile Pargalı, Frenk, Makbul ve Maktul unvanlarıyla anılan yakın arkadaşı İbrahim (Paşa) de listededir


Sultan Selim seferdeyken tahta vekâlet ve muhafaza göreviyle ikamet ettiği Edirne günleri bir yana, yedi yıl Manisa’da kalır İdaresindeki bölgeyi tanıma uğruna yaptığı seyahatleri ve av eğlenceleri meşhurdur Hürrem Sultan’la da şehirdeki son yıllarında tanıştığı rivayet edilir Tabii kimileri de gözde Hasekisi’nin, cülûsunda hediye edildiğini söyler


KAN DÖKMEDEN OTURULAN TAHT


Çaldıran Sahrası’nda Safevî Şah İsmail’i, Mercidabık’ta Memlûk Kansu Gavri’yi, keza Ridaniye’de ve Kahire sokak çarpışmalarında Memlûk Tumanbay’ı mağlup eden Yavuz Sultan Selim Han, 8/9 Şevval 926’da (21/ 22 Eylül 1520) ‘son seferi’ne çıkar 8 yıl gibi kısa sürede 2,5 katı genişleyen bir devlet, ağzına kadar dolu bir hazine ve Şehzade Süleyman gibi iyi yetişmiş bir vâris bırakır Babasının vefatını Veziriazam Pirî Mehmed Paşa’nın ulağından öğrenen yeni padişah, tez zamanda kara yoluyla İstanbul’a erişir 17 Şevval’de (30 Eylül) Üsküdar, ardından da Topkapı Sarayı Ertesi gün babasının naaşını Edirnekapı’da karşılar Yavuz’un cenaze töreni Fatih Camii’ndedir Defnin akabinde ecdat türbelerini ziyaret eder, askere de cülûs bahşişi dağıtır Manisa’daki haremi ile şehzadeleri Mustafa, Mahmud ve Murad’ın getirilmesi zaten tembihlenmiştir Böylece 25 yaşında saltanat için rakip erkek kardeşi bulunmadığından eline kan bulaşmadan saltanatı başlar


Peki, Sultan Süleyman’ı nasıl bir dünya bekliyordu? Evvela o gün itibarıyla Devlet-i Âliye’nin sınırlarını verelim ki tablo net gözüksün Babası Afrika’ya sağlam ayak basmış, dünyanın 3 büyüğü Mısır Memlûk topraklarının tamamını ele geçirmiş, Kızıldeniz’e, Umman Denizi’ne, Hind Okyanusu’na, Cezayir cenahından Batı Akdeniz’e ulaşmış, Basra Körfezi’ne yaklaşmış, Mekke, Medine ve Kudüs’ün -Yavuz’un ifadesiyle- ‘hadimliği’ üstlenilmiş, 750 senesinden itibaren Abbasî hanedanının temsil ettiği halifelik makamı İstanbul’a taşınmıştı


Gerçi Çaldıran ile beline büyük bir darbe yese de doğu hududunda Şiî Safevî hâlâ etkili bir güçtü Üstelik sadece Osmanlı için değil, Orta Asya’daki devletler için de tehlikeydi Türkistan’da Emir Timur’un tek meşrû vârisi Babür Şah’ı Semerkand’dan kovup Hindistan’ın kuzeyine gitmeye zorlayan Şeybanîler vardı Asıl Hindistan’da Türk hanedanlarından Lûdîler hâkimdi Ming Hanedanı, Moğolları Çin’den çıkarıp kendi yurduna göndermişti


Avrupa siyasî coğrafyası ise daha karışıktı Kıtanın büyük bölümü Alman İmparatoru ve İspanya Kralı Şarlken’in (Karl V) idaresindeydi Avusturya’da da yine imparator unvanıyla kardeşi Ferdinand vardı Hâsılı Şarlken’in gücü Avusturya’dan Belçika’ya, Sardunya’dan Kastilya’ya, Brezilya hariç Güney ve Orta Amerika’ya yayılmıştı Bu hâliyle de Fransa ve İngiltere’yi tehdit ediyordu Osmanlı’dan darbe yemiş Macaristan’ın Kralı II Layoş, Şarlken’in kız kardeşi ile evlenerek Türklere karşı ittifak kuruyordu Fransa, Osmanlı desteğiyle Şarlken’le mücadele niyetindeydi Yüzyıl harplerinde Fransa’yı ezen İngiltere ise gücünü kaybetmişti


Ukrayna; Kırım Hanlığı ile Lehistan arasında paylaşılmıştı Bir yandan Türk, diğer taraftan Leh tehdidindeki Rusya henüz büyümemişti Moskova’dakiler Altın Orda Hakanlığı’nın dağılmasıyla oluşan ortamdan yararlanma derdindeydi Kırım haricindeki Kazan, Kasım, Astrahan hanlıkları güçlü değildi


Nihayet Afrika’nın kuzeyinde Fas hariç Osmanlı etkisi tartışılmazdı Orta Afrika’da Gine Körfezi ile Büyük Sahra arasında birçok Müslüman devlet mevcuttu


Böyle bir atmosferde tahta çıkan Sultan Süleyman için öncelikli üç hedef, Fatih Sultan Mehmed’in arzulayıp da kavuşamadığı Belgrad, Rodos ve İtalya idi Kanunî’nin Avrupa siyasetinin temelini Şarlken’in başında bulunduğu geniş imparatorlukla mücadele oluşturuyordu Onlara karşı Fransa’yı kolluyor, bu ülkeye kapitülasyonlar veriyordu (İhtişamın zirvesindeki Devlet-i Âliye için birtakım ticarî imtiyazlar vermek çok da üstünde düşünülecek şeyler değildi) Zaten bu yola ilk defa da başvurulmuyordu Evvelden de Venedik’e benzer kolaylıklar gösterilmişti Kanunî evvela para veriyor, sonra da emre bağlıyordu Bunu da Fransa Kralı’na yazdığı mektuptan kolaylıkla anlayabiliyoruz: “Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve nice memleketlerin sultanı ve padişah-ı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Fransuva’sın…” Tabii kapitülasyonların kötü imajı daha sonraları ortaya çıkan hesapsızlıklardan kaynaklanıyor…


Yine bilhassa Macaristan, Şarlken ile Osmanlı’yı karşı karşıya getiren ana bölgeydi Buraya sözünü dinlettiren, Avrupa’da tam anlamıyla üstünlüğü ele geçirecekti Genç padişahın idealleri arasında Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirmek, Safevîler’i ortadan kaldırmak da yer alıyordu Tabii bütün zikredilen adımları atabilmek için ‘adalet’in sağlam kaideler üzerinde tesisine inanıyordu Haksızlığa her yerde müdahale azmindeydi Mülkün sağlamlığını adalete bağlıyordu Saltanatının ilk gününden son anına kadar ana şiarı bu fikirlerdi Zaten payitahttaki ilk icraatları da bunu gösteriyordu…


Baba yadigârı Pirî Paşa’yı veziriazamlıkta bıraktıktan sonra, Prof Dr Emecen’in ifadesiyle “Yasa yaptığından değil, yaygınlaştırdığından Kanunî sanını…” alacak girişimleri başlıyordu Mesela, Yavuz’la İstanbul’a gelen Abbasî Halifesi Mütevekkil Alellah’a, Tebrizli ve Kahireli 600 ila 800 arası sanatkâr ve ümeraya ülkelerine dönüş izni vermesi, İran ipek ticareti yasağını kaldırması, zararlarını tazmin etmesi, halka eziyet eden idareci ve askerleri cezalandırması, teftişleri yaygınlaştırması bu kabildendir Aklındakilerden biri de Müslümanları tek hükümdar ve halife bayrağı altında toplamaktı Bazı adımları sırf bu amaca yönelikti “Yoksa…” diyor Feridun Emecen, “İran üzerine üç sefer düzenlenmiş ki bana göre pek getirisi yok Ama dinî anlamda bir manası var


Yavuz isminin cesameti karşısında seslerini çıkaramayan kimileri de hükümdar değişikliğini lehlerine çevirme derdine düşer ki, yeni padişahı toy görme refleksi burada etkilidir Bu mantıkla ilk isyan bayrağı eski Memlûk ileri gelenlerinden Şam Beylerbeyi Canberdi (Canbirdi) Gazali’ce açılır Taht değişikliğini duyunca ‘Melik Eşref’ unvanı üzerinde sultanlığını ilan ile adına hutbe okutup para bastırır Safevî Şah İsmail ve Mısır Beylerbeyi Hayır Bey’e de ittifak mektupları gönderir Ancak Hayır Bey İstanbul’u uyarır Üçüncü vezir Ferhad Paşa asinin üzerine gönderilir ve Dulkadirli Beyi Şehsuvaroğlu Ali Bey’in de gayretleriyle isyan bastırılır


FETİH POLİTİKASI VE SEFERLER


Kanunî, bahsi geçen dertlerle uğraşırken görür ki, hükmünü yürütmek için sağlam politikalar ve seferlerle hareket etmeli Öyle bir yer almalıdır ki baht kapısı ardına kadar açılsın Yüzünü batıya çevirir ve Belgrad’ı görür Veziriazam Pirî Paşa’nın akıllı stratejisi meyvesini çabuk verir ve şehir düşer! Artık elden çıkana kadar ordunun Avrupa yürüyüşlerinde en önemli üstlerindendir Muzafferiyetle payitahta dönerken oğulları Murad ile Mahmud’un vefat haberini alır Aslında bu, Kanunî’nin neredeyse ömrünün sonuna kadar yaşayacağı sevinç ve keder döngüsünün ilk halkasıdır


Ardından Rodos Seferi gelir Yıllarca Akdeniz’i Müslüman tüccarlara ve ahaliye zehir eden Rodos Şövalyeleri, 9 Receb 928’de (4 Haziran 1522) donanmanın, iki hafta sonra da padişah ordusunun hareketiyle başlayan seferle son mücadelelerine girişir Aynı günlerde Hürrem Sultan’ın Şehzade Mehmed’i doğurduğu haberiyle yüzü gülen padişah, adanın teslim edileceği müjdesiyle ikinci bir mutluluk yaşar Şövalyelerin en yaşlısı Philippe Villiers de I’Isle-Adam ile de görüşür İslam’a davet eder, şanına layık bir mevki ile hizmete alabileceğini belirtir Teklifleri kabul görmeyince muhatabının gitmesine izin verir


Muzafferiyet zincirine ikinci halkayı takmışken veziriazam Pirî Paşa’dan mührü alır Her ne kadar hadisenin arkasında ikinci vezir Ahmed Paşa varsa da umduğunu bulamaz Çünkü padişah mührü, 3 yıl önce teamül hilafına Has Odabaşılığa atadığı Pargalı İbrahim’e ‘Paşa’lık rütbesiyle verip gelenekleri tekrar altüst eder Ahmed Paşa, Mısır’a tayinini ister Bu arada Sultan yeni veziriazamının düğününe iştirak eder Hürrem Sultan da ikinci şehzadesi Selim’i dünyaya getirir Fakat tablo Mısır’dan gelen isyan malumatıyla akamete uğrar Birinci vezirliği kaptıran Ahmet Paşa, Kahire’ye varınca adına hutbe okutup istiklâlini ilan etmiştir Paşa’yı “Hain” ilan eden İstanbul, tedbirleriyle eski veziri saf dışı eder Veziriazam İbrahim Paşa da Mısır’a giderek düzeni yeniden sağlar


Hünkâr’ın üçüncü seferi Mohaç Zaferi ile neticelenecek Macaristan yürüyüşüdür Payitahta dönüş yolunda aldığı Safevî yanlısı Kalender Şah isyanı haberi canını sıkar Sadece o değil, bir de Molla Kabız diye biri çıkıp Hz İsa’nın Hz Muhammed’den büyüklüğünü iddia etmekte ve halk arasına fitne yaymaktadır Rivayet o ki İbrahim Paşa, Molla’yı Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri’nin karşısında ilzam ettirmek için saraya getirtir Gel gör ki Kabız muhataplarını bastırır Paşa, çaresiz cezalandırmadan salıverir Ancak durumu takip eden padişah, vezirine çıkışır: “Bir sapık divanıma gelir ve Peygamberimiz Hazretlerinin yüksek şanına gölge düşürür, saçma sapan konuşmaya cüret eder ve susturulamadan huzurumdan çekip gider Buna sebep nedir?” Paşa, “Ne edelim, kazaskerlerimiz şeriat meselelerinde bilgin değillerdir ki o melunu sustursunlar” diye müdafaaya kalkınca Kanunî adamı Şeyhülislâm İbn-i Kemal ve İstanbul Kadısı Sadi Çelebi’ye havale eder Münazara, Kabız aleyhine biter Ama tövbe tekliflerini kabul ettiremezler Kabız, düşüncelerinden dönmeyince idam edilir


Mohaç’tan üç yıl sonra 2 Ramazan 935’te (10 Mayıs 1529) Viyana seferine çıkılır Budin; Alman ve Macar kuvvetlerinden kurtarılır Ardından Viyana kapılarına dayanılır Şehir kuşatılır, fakat ağırlaşan iklim şartları ve düşse dahi elde tutmanın zorluğu göz önüne alınarak geri dönülür Aslında Prof Dr Emecen’in belirttiği gibi, Âl-i Osman için doğuda ve batıda bazı tabii sınırlar vardır Ötesini İstanbul’dan idare çok zordur Kaleler fethedilse bile dönüşte tekrar düşman saldırısıyla kaybedilmektedir Avusturya başkenti de bu noktalardan biridir Sadece Budin’i kesin kontrol için 3 sefer yapıldığı dikkate alınırsa konu netlik kazanacaktır


Mesela 1531’deki Alman Seferi de Budin sebebiyledir Ancak ordunun karşısına güç çıkmaz Karada tabir yerindeyse at üzerinden inmeyen Sultan Süleyman, denizlerde de gücü artırma gayesiyle Barbaros Hayreddin Paşa’yı kaptan-ı deryalığa getirir


Bu noktada küçük bir es verip Kanunî ile Gazi Bali Bey arasındaki mektuplaşmadan bahsetmekte fayda var Çünkü metinlerin muhtevası Sultan’ın makam ve rütbe dağıtırken ne kadar hassas davrandığını göstermekte Öyle ki, Gazi Bali Bey (padişahın halasının oğludur), 1532’de İstanbul’a bir mektup yazar ve iki tuğuna bir tane daha eklenmesi talebinde bulunur Sonraki devirlerde nasıl kolaydan rütbe ve makam dağıtıldığı, buna karşılık Gazi Bali Bey’in Alman sınırında gazadan gazaya koşması akla getirilirse talebinin haklılığı, haksızlığı ortaya çıkacaktır Fakat Kanunî’nin bugün bile devlet adamlarına dersler ihtiva eden cevabı mevzuya hala oğlundan farklı baktığını gösterir Hünkâr önce muhatabının devlete hizmetlerini sıralar; 18 kale fetheyledin vs… Sonra da ‘iki cihanda yüzün ak olsun’ diye dua eder Akabinde de “Daha bir tuğ zamanı değildür!” diye başlayıp gerekçelerini sıralar Nefsine gurur getirmemesini, fetheylediği yerleri Allah’ın lütfu bilmesini, ‘ben yaptım’ dememesini tembih eder ve beyliğin zorluklarını sıralar ki, misallendirirken bir kefesi cennet, diğeri cehennem terazi der Ahaliye iyi bakmasını, büyüklere ve küçüklere sahip çıkmasını, askerin gönlünü hoş tutmasını öğütler Daha nice hikmetli diller döktükten sonra “Ni’mel mevlâ ve ni’me’n-nasîr” zikrinden çıkmamasını da ekler Konuyu burada kapatıp tekrar Alman imparatorluğu ile mücadele hususuna dönelim…


Osmanlı harekâtlarından bunalan Avusturya İmparatoru Ferdinand’ın elçileri 1533’te İstanbul’a gelir Padişah, ateşkesi kabul edeceğini söyler Batıdaki sükûnet, Padişah’a Doğu’yla ilgilenme fırsatı verecektir


Kanunî 1534’te annesi Hafsa Valide Sultan ve çok kıymet verdiği Şeyhülislam Kemalpaşazâde’yi kaybederek iki büyük acı yaşar Ancak gönlündeki hicran nizam-ı âlem için kılıç kuşanan Padişah’a engel teşkil edemeyeceğinden 2,5 ay içinde ‘Birinci İran Seferi’ne çıkar Zorlu yürüyüşün ve bazı problemlerin hâlli akabinde Bağdat’a erişilir İmam-ı Âzam ziyaret edilir Onun ve Abdülkadir-i Geylanî’nin türbeleri yaptırılır Necef ve Kerbelâ’da Hz Ali ve Hz Hüseyin makamlarına yüz sürülür Fakat Tebriz’den gelen karışıklık haberi üzerine buraya yönelinir Sultan Hasan Camii’nde cuma namazı kılınır Şah Tahmasb’ın toprağındadırlar; ama o karşılarına çıkmaz Harekâtın Kanunî’deki en önemli neticesi, Safevîler’in kolaydan yok edilemeyeceğinin idrakidir


İstanbul’a dönüşte seferde karşılaşılan sıkıntılar bahane edilerek Veziriazam İbrahim Paşa boğdurulur O artık ‘Makbul’ değil, ‘Maktul’ İbrahim’dir Şahsî duyguların yoğunluğu altındayken bile devletin bekası uğruna adım atmaktan geri kalınmamalı düşüncesindedir Padişah Bu yüzden oğulları Şehzade Mehmed ve Selim yanında Korfu Seferi’ne çıkar 7 Zilhicce 943’te (17 Mayıs 1537) Lakin Korfu Adası’ndan istediğini alamadan döner 1538’de Boğdan üzerine yürünür Dönüş yolunda Barbaros Hayreddin Paşa’dan Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasının mağlup edildiği müjdesi gelir (Preveze Deniz Zaferi) Aynı yıl Hindistan’daki küçük Müslüman sultanlıkların Portekizlilere karşı yardım talebi sebebiyle Hadım Süleyman Paşa, Süveyş’teki donanma ile hareket ettirilir


Yaşı ilerledikçe ailesine düşkünlüğü artan Hünkâr, İstanbul’un siyasî atmosferinden de bunalmaktadır ki kış mevsimlerini Edirne’de geçirmeye başlar 1539’da oğulları Bayezid ile Cihangir’i sünnet ettirir, kızı Mihrimah Sultan’ı Rüstem Paşa ile evlendirir Ertesi sene sonra 1533’ten beri durağan hâldeki Macar meselesi Kral Zapolya’nın ölümü ve Arşidük Ferdinand’ın topraklar üzerinde hak iddiası yüzünden tekrar alevlenir Mayıs 1541’de Budin de kuşatılınca Kanunî artık İstanbul’da duramaz ve 9 sefer-i hümayûn’a çıkar Sonuç şehrin Macar vassallar yerine doğrudan devlete bağlı beylerbeyliği eliyle yönetilmesidir


Tabii Ferdinand vazgeçmez Padişah İstanbul’a dönünce Budin karşısındaki Peşte, Habsburg ordusunca kuşatılır Payitahta bilgi ulaşınca tekrar sefer hazırlıkları başlar Gerçi bir süre sonra düşmanın dağıtıldığı müjdesi gelse de yürüyüş iptal edilmez Estergon Seferi denilen bu harekât sayesinde Budin Beylerbeyliği’nin etrafı genişletilir ve emniyeti sağlanır Harp sahasında istediğini alan Padişah’ı Edirne’de yine hüzünlü bir haber bekler Tahtın en büyük adayı Manisa Sancakbeyi Şehzade Mehmed vefat etmiştir İstanbul’a getirilen oğlunun cenaze merasimine iştirak eder ve onun adına bir mabet inşa edilmesini emreder ki, bugün İstanbul Saraçhane’deki Şehzade Camii’nin temeli böylece atılır Sultan sıkıntıyı Edirne’de uzun süreli av şenlikleriyle atmaya gayret eder


1547’de Şarlken ve Ferdinand’ın elçileriyle yürütülen müzakereler sonucunda 5 yıllık antlaşma ortaya çıkar Batıda sağlanan görece barış, ‘Halife Sultan’a yüzünü doğuya çevirme fırsatı verir İran da karışmıştır Şah’ın kardeşi Elkas Mirza, Osmanlı’ya sığınmış, Tahmasb, Şirvan’ı sıkıştırdıkça Sünnî halk yardım müracaatında bulunmaktadır Nihayet ordu Mart 1548’de padişahın 11 seferi için yola koyulur Asker Tebriz’e kadar girer fakat Şah Tahmasb karşısına çıkmaz Sultan ayrılırken yolda, Van Kalesi’nin alınmasını Rüstem Paşa’ya havale eder Ele geçirilen bölgede beylerbeyilik kurulur Kışı Diyarbakır’da geçiren Hünkâr, Şah’ın kendisinin ardından Erciş, Ahlât ve Âdilcevaz’ı yağmalaması üzerine gerekli emirleri verir ve karşı tedbir aldırır Nihayet 21 Aralık 1549’da payitahta dönülür Ama uzun ve yorucu seferden de arzulananlar elde edilemez Safevîleri ortadan kaldırmaktan ziyade güçlü sınır tahkimleri ile durdurma stratejisi izlenir artık


Dönüşte ismiyle yaşayacak külliyesinin inşasını başlatır Ancak artık yaşlandığını hisseder ve hastalıklarıyla uğraşır Şehzadeler arasındaki gizli çekişme onun bu hâli sebebiyle gün yüzüne çıkar Hanımı Hürrem Sultan, Rüstem Paşa ve etrafındakilerin üzerindeki nüfuzu da gün geçtikçe artar Artık bunaldıkça soluğu sürek avı düzenlediği Edirne’de almaktadır Batıda yer yer çatışmalar yaşansa da sultanın gözü daha çok doğudadır


ŞEHZADELER DÜŞÜYOR BİRER BİRER


Aynı dönemde kulağına yaşı 40’a yaklaşan Amasya Sancak Beyi Mâhıdevran’dan doğma oğlu Şehzade Mustafa’ya dair şayialar gelir Etrafındakilerin sözüyle, babasının yaşlandığını, tıpkı dedesi Yavuz’un büyük dedesi II Bayezid’den tahtı aldığı gibi saltanatın kendisine devredilmesi gerektiğini düşünmektedir Tabii bu halet-i rûhiye evlatlarından birine taht yolunu açmak isteyen Hürrem Sultan ile Rüstem Paşa ekibinin işine gelir Lakin şehzade çok sevilmektedir Tepki doğmasının önüne geçmek için yeni bir İran Seferi tertibine karar verilir 28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan ayrılan Kanunî’yi Yenişehir’de Şehzade Bayezid karşılar ve Edirne muhafızı atanır Bolvadin’de Şehzade Selim ordugâha ulaşır Konya Ereğlisi mevkiinde de Şehzade Mustafa… Ertesi gün babasının elini öpmek üzere otağa giren şehzadeyi 7 dilsiz cellât bekler Bazı rivayetlere göre, Sultan da yakın bir yerdedir ve oğlu ile katilleri arasında yaşananları duyar Ölüm haberi ordugâhta yayılınca herkes şaşırır Şehzade Cihangir olayın vahametine dayanamaz ve ruhunu teslim eder Zaman geçtikçe Kanunî de kararından pişmanlık duyar Hatta Beşiktaşlı Yahya Efendi’nin bu mesele sebebiyle onunla konuşmadığı bazı menakıplarda yer alır Ama Şehzade Mustafa’nın katliyle ilgili en ağır ifadeler Taşlıcalı Yahya Bey’e aittir “Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı/ Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hanı…” diye başlayan mersiye karşısında padişah sesini çıkarmaz Vakanın etkisi unutulsun diye Rüstem Paşa görevden alınır (Paşa tekrar sadarete gelince Taşlıcalı Yahya’yı idam ettirmek ister, lakin Kanunî girişimi engeller!) İran Seferi ise devam eder Sonunda Şah Tahmasb barış istemek zorunda kalır Padişah da kışı geçirmek için Şehzade Mustafa’nın şehri Amasya’ya gider ve 7 ay kalır


Yaklaşık 40 yıllık eşi, Mehmed, Selim, Bayezid ve Cihangir’in annesi Hürrem Sultan’ın 1558’de vefatı ise padişahın yıllardır yorulan kalbine yeni bir darbedir Üstelik Şehzade Selim ile Bayezid arasındaki mücadele iyice kızışmıştır Yine taşra yer yer hareketlenmekte, uzun süreli saltanatın tek düzeliğe yol açtığını düşünenlerin sayısı artmaktadır


Sultan Süleyman 1520’de tahta oturduğunda hükümdarlık uğrunda mücadele edeceği kardeşi bulunmadığından büyük kolaylık yaşamıştır Oysa çocukluğu ve şehzadeliği babası ile amcaları arasında çekişmenin ortasında geçmiştir Şimdi aynı akıbeti bu defa oğulları arasındaki kavga yüzünden yeniden yaşamaktadır Hürrem Sultan’ın irtihalinden sonra Sultan, kalan iki şehzadesi Selim ve Bayezid’e eşit gözükmek için sancaklarını değiştirir Selim, Konya’nın; Bayezid de Amasya’nın yolunu tutar Lakin Bayezid, Kütahya’dan Amasya’ya naklini, tahta ağabeyinin tercih edildiğine yorar Padişah meselenin halli için oğluna dördüncü vezir Pertev Paşa’yı gönderir Nasihat dinleyecek durumda değildir şehzade Babasına da ağır bir dille mektup yazar Onun hareketi babasını Selim’e meylettirir Bayezid işin tamamen aleyhine döndüğünü anlayınca asker toplayıp ağabeyi üzerine yürür Babası da Selim’i destekleyince harbi kaybeder Amasya’ya çekilir Baba, oğlun üstüne gitmek için Üsküdar’a geçmişken şehzadenin İran’a kaçtığı haberi gelir ve geri dönülür Şah Tahmasb ile yürütülen diplomasi neticesi şehzade ve evlatları Osmanlı temsilcilerine verilir İdam edilen hanedan mensupları Sivas’a getirilip defnedilir


Padişah ile Bayezid arasındaki mektuplaşmalarsa her ikisinin şiirdeki gücünü gösterdiği gibi sultan-asi ikileminden ziyade baba-evlat özlemi yönüyle önemlidir


Bayezid’den babasına: Ey seraser âleme Sultan Süleyman’ım baba / Tende Canım, Canımın içinde cananım baba / Bayezîd’ine kıyar mısın benim canım baba / Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba


Kanunî’nin cevabı: Ey demâdem mazhar-ı tuğyan ü isyanım oğul / Takmayan boynuna hergiz tavk-ı ferman’ım oğul / Ben kıyar mıydım sana ey Bayezıt Han’ım oğul / Bigünahım dime bari, tevbe kıl canım oğul


Fakat gönlünü kavuran tüm acıya rağmen yanlış yapan canı da olsa ve âlemin nizamı bozulacaksa, daha tahta çıktığı ilk gün adaletli davranacağına dair verdiği söz uğruna çözüm için ciğerpâresini kurban etmekte tereddüte düşmeyen bir şahıstır Kanunî Sultan Süleyman İşte onu asırlar sonra dahi muhteşem diye yâd ettiren, devrine mersiyeler düzdüren ana omurga adalet ve hizmet fikrinden beslenmektedir


1560’tan sonra yaşlılığın da etkisiyle daha sakin bir hayat sürmeye başlar hünkâr Aynı sene Cerbe Adası fethedilmiştir Bir yıl sonra Rüstem Paşa vefat eder 1563’te Halkalı’da avlanırken sel sularına kapılır ve boğulma tehlikesi atlatır 1565’te uğranılan Malta bozgunundan sonra padişah yeni bir askerî harekât kararı alır Hedef Zigetvar Kalesi’dir Tekrar göremeyeceği İstanbul’dan ayrılmadan önce Eyüp Sultan Türbesi’ne gidip dua eder Ardından kendini iyi hissedince at üzerinde payitahttan ayrılır Zorlu yolculuk kuşatmaya hâkim bir yere kurulan Sultan otağında neticelenir 21 Safer 974’te (7 Eylül 1566) ise muzafferiyeti göremeden vefat eder Ölümü gizlenir İç organları çıkartılıp amber ve misk kokuları sürülen naaşı tabut içinde tahtın altına geçici defnedilir Ordu dönüş için hazırlandığında vefat haberi duyurulur ki 42 gündür gizlenmektedir Cenaze namazı evvel Zigetvar önlerinde, sonra naaşı karşılamaya Belgrad’a gelen Şehzade Selim ile burada ve en son Fatih Camii’nde art arda 3 defa kılınır


Nihayet girişte sorduğumuz sorulara cevap kabilinden bir kıssa ile sözü bağlayalım… Kanunî Zigetvar önünde vefat edip de naaşı defin için hazırlandıktan sonra, merhumun vasiyetidir, ‘bunu da onunla mezarına koyacağız’ diye bir sandığı Şeyhülislam Ebû Suud Efendi’ye uzatırlar Koca âlim böyle bir şeyin caiz olmadığını ifade etse de ‘Hünkâr vasiyetidir ne yapalım’ denilir Sonra sandığın açılmasına ve içindekilere bakılmasına karar verilir Kapak açıldığında parmaklarının verdiği fetva hükümlerine dokunduğunu gören Şeyhülislam gözyaşlarını tutamaz ve “Padişahım sen kendini kurtarma, her işini Şer’i Şerife uygun gördüğünü ispat uğruna bu yolu tuttun da ya biz neyleyelim yarın rûz-i mahşerde?” diye gözyaşı dökmeye başlar…


Hürrem Sultan’dan Kanuni’ye Hazret-i Sultanım,


Yüzümü yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harap, gözü yaş dolu, gecesini gündüzünden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz, aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun’dan beter tutkun kölenizi sorarsanız ne ki sultanımdan ayrıyım Bülbül gibi ah ve feryadım dinmeyip ayrılığından (öyle) bir halim var ki Hak kâfir olan kullarına dahi vermesin Benim devletim, benim sultanım, ayrıca bir buçuk ay oldu ki sultanım tarafından bir haber belirmedi Hak en çok bilenlerin bilenidir ki bu gidişle, rahat yüzü görmeyip gece sabaha dek, sabahtan geceye dek bidüziye ağlayıp kendi hayatımdan el yuyup, dünya gözüme dar olup, bilmem ne edip neyleyeceğim


Zar eyleyip ağlayıp inleyerek gözüm kapıları gözlerken o eşi ve benzeri olmayan âlemlerin Rabbi, âleme acıyan Allah, bütün âleme yardım edip, fetih haberini yetişti ve işitince Hak biliyor ki benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can bağışladı Yüce Allah’a bin şükürler, o yüce kapısına varılıp şenlikler mutluluklar oldu Bütün âlem karanlıklar içinden çıkıp Hakkın esirgeyiciliğine daldılar Allah’a şükürler olsun, minnet o Hüda’ya Daima benim sultanım, benim padişahım, dünya ve ahiret sultanı dayanağım, dünyaya baktığım iki gözümün ışığı, sermayesi, şahım sultanım, gazalar edip düşmanları toprak olup memleketler alıp yedi iklim zapt edesin İnsan ve cin emrinize boyun eğip her bela ve kazadan Hak saklayıp kutsal kalbinden geçen her muradını kolay ede Yardımcın olan Hızır İlyas arkanda olsun Bütün emirler peygamberler üzerinizde hazır ve nazır ola Bütün dünya mutlu gölgenizde hoşça yaşayıp mutlu ve gülen olalar


Dr Süleyman Berk*:Hattın zirveye çıktığı dönem


Kanunî saltanatı, birçok sanat ve zanaat kolu gibi hatta da zirvenin tutulduğu dönemdir Önemli sanatkârı, ekol sahibi hattat Ahmed Karahisarî’dir Öyle ki İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan Karahisarî En’**’ında (TİEM 1443) sergilediği tasarım, hattaki farkını ve kudretini ortaya koyar Aynı sahifedeki makılî yazıyla yapılan tasarım, meşhur müselsel Besmele ve alt tarafındaki zerendûd makılî hatla İhlâs Suresi; bunların kendi içindeki zarafeti yanında bir bütün olarak sahifeyi adeta bir “levha” haline sokmuştur Sahifedeki müselsel Besmele, tasarımıyla, Süleymaniye Camii gibi sanat kudretini haykırmaktadır Sayfanın en üst kısmındaki makılî hatla dörtlü, “El-Hamdulillah” ortasındaki motif; Besmelenin oku üzerinde ve sahifenin altındaki makılî İhlâs Suresi’nin dört tarafına konulan yuvarlak motif; zerendûd harflerin etrafının siyah mürekkeple tahrirlenmesi; sahifenin altın cedvel içerisine alınması, bütün bunlar gelişmiş estetik düşüncenin ürünüdür İstanbul Yedikule’de Karahisari’ye atfedilen Uşşakî Çeşmesi üzerindeki müselsel Kelime-i Tevhid de farklı tasarımı ve çizgi kudretiyle hâlâ hüsn-i hat meraklılarını etkiler Kanaatimce, günümüz hattatları arasında yaygın hâle gelen, geleneksel temele dayalı farklı tasarım arayışlarının esasını burada aramak daha doğrudur Hattat Karahisarî’nin en önemli talebesi Hasan Çelebi’nin de dönemin mimarî şaheseri Süleymaniye Camii yazıları, özellikle Tâk kapı üzerindeki kitâbe, celî sülüs, yazının tarihî seyrinde önemli bir merhaleyi temsil eder Hâsılı Kanunî döneminden hat yönüyle, hâlâ alacağımız çok şey bulunmaktadır


(*) Zeytinburnu Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi Eğitim Danışmanı


Prof Dr Feridun Emecen: Devrin insanları iyi yetişmiş

Sultan Süleyman döneminde her şey adil işliyordu, askerî sistem kuvvetliydi gibi sistematik övgü var Bunun temelinde de sosyal, ekonomik rahatlık yatıyor Fetihler var bir taraftan Devlet klasik görüntüsünü onun zamanında alıyor Devrin insanları iyi yetişmiş Şeyhülislamları var, Kemalpaşazade ve Ebû Suud Efendi gibi Çok eleştirilen Rüstem Paşa bile önemli şahsiyettir İdarî açıdan yaptığı yenilikler var Sosyal hayatta problem gözükmüyor, enflasyonist durum yok, bazı küçük isyanlar var Genel itibarıyla sıkıntı yok Oturmuş bir dönem Dinî açıdan bir katılaşma var Bazı fermanlar var camilere devamı sağlamak üzere Ama siyasî zeminde değerlendirilmesi gereken hususlar Hilafet melesiyle de ilgili Devlet Sünnî düşünceyi Safevîlere karşı ön plana çıkardı, hassas davrandı bu noktada


Nihayet doğuda ve batıda Osmanlı politikalarının etkili olduğu, Avrupa’yı avucunun içine aldığı, Avrupa’da Türklere karşı oluşan imajın belirdiği bir dönem Orta Avrupa’ya kadar giden bir güç var neticede Kanunî dönemi, üzerinde çalışılması gereken bir devir Yapılacak çok iş var Bunun biraz daha halka yansıması gerekiyor Akademisyenlerin halkı aydınlatıcı çalışma yapması gerekiyor Bu tarafı noksan kaldı


Prof Dr İskender Pala: Kanunî’nin şiiri üst derecedir

Fatih’ten III Murad’a kadar şehzade eğitiminde şiir öğretmek var Lalaları onlara belirli kitaplar okuyor Kanunî de böyledir muhakkak Gençliğinde yazdığı şiirler biliniyor Hanedanın en hacimli divanı onun Binleri aşan, alelade olmayan gazelleri var Devrinin şairleri kadar, “padişah şairler” içinde de yeri önemli Çoğu naziredir ama “böyle bir şiiri ancak sultan söyler…” dedirtecekler de var ki “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” bunlardandır Bunu Bakî veya Fuzulî söylese kıymeti yok ama “Muhibbî” mahlasıyla onun söylemesi ayrı Hükümdarlar da âşık olur ki bunda da ön sıradadır Divan edebiyatı geleneğinde özel bir kadına şiir yazmak yoktur, muhayyel sevgili vardır Ama o Hürrem Sultan için yazmış ve bu komplekssizliğini gösterir


Selefleri ve halefleri ile karşılaştırıldığında şiiri üst derecededir, işlenmiştir Şiir, tebaası ile ilişkisini sağlıyor Devrinde şiir zirveye vurur Fatih ile başlayan medeniyet gelişmesi şiire o derece sindirilmiştir ki Kanunî zamanında gündoğumu yaşanır Bakî’ler, Fuzulî’ler, Taşlıcalı Yahya’lar vs… Asıl müsebbib de bizatihî sultandır Neden? O şairleri korumasa, onlarla meclis kurup şiir sohbeti yapmasa, onları himaye etmese, şiir revaç bulmaz, şair yetişmez ve bu kadar kitap yazılmazdı Bu devletin gücünü ve estetik boyutta düşünebilmesini gösterir Lütfî Tarihi’nde padişah çağın söz sultanı Bakî için der ki, “Ömrümün üç yerinden çok hazzetmişimdir Bunlardan biri de Bakî gibi bir şairi bulup, çıkarıp, iltifat etmekliğimdir


Kanunî’nin vefatına bir mersiye yazıyor Bakî dillere destan Mesela bir beyti şöyle: “Hurşide baksa gözleri halkın dola gelir / Zira görünce hatra ol mehlika gelir” Yani, insanlar güneşe bakınca gözleri yaşarıyor, elbette böyle olacak, çünkü ne zaman o güneşe baksalar o güneş gibi hükümdarı hatırlıyor ve hasretiyle ağlamak geliyor içlerinden Yine Kanunî, şairlere sultan unvanı verendir Bakî çağının “Sultan’üş Şuara”sıdır Döneminin önde gelen şairlerine gelince Bakî, Fuzulî dışında Zatî, Hayalî Bey, Taşlıcalı Yahya, Lamiî Çelebi gelir…


Yrd Doç Dr Halil İbrahim Düzenli:Mimarinin tam göbeğidir

Kanunî Sultan Süleyman dönemi Osmanlı mimarî sürecinin tam göbeğindedir “Tam göbeğinde” ifadesini açarsak, Kanunî devrine iki şekilde bakmamız gerekir Birincisi “o zamanda neler oldu”, diğeri “bu zamanda o zaman değerlendirilirken neler oldu?” 1520’lerde başlayan süreç 1566’ya kadar sürüyor 1557’de Süleymaniye ibadete açılıyor Şehzade Mehmed Külliyesi, Sokullu, Mihrimah külliyeleri hep bu zamanın Mimarî sürecin düğüm noktası, göbeğidir bu devir Kanunî dönemi mimarlığı, bir önceki dönemin sonucu, bir sonrakinin hazırlayıcısıdır Bugün yapılan özellikle büyük ölçekli camilerin tasarımlarının hâlâ o dönemin plan tipolojileriyle yapılır olması, düşünmek ve konuşmak için ayrıca manidardır Kanunî dönemi mimarisi ne sadece kutsaldır, ne de sadece seküler Mimarisinin bir önyargısı ya da biçimi fetişleştirme gibi “modern” bir algısı yoktur Kendinden önceki biçimler dünyasının reddiyecisi değildir, onları her an gelişmeye açık yeni terkiplerle sunabilme potansiyelini haizdir ve bunu yapar Hâkim olduğu coğrafyanın bilincindedir Yapı ustaları ve malzemelerini oralardan getirebilmektedir Mimarisi imparatorluğun bütçesiyle ilişkilidir 7 yıl boyunca bir inşaatı sürdürebilmekte ve finanse edebilmektedir


“Padişah dinine sadıktır!”

Osmanlı Hanedanı’nda Kanunî Sultan Süleyman’a gelene kadarki 9 padişahın tamamı, zamanındakilerin ifadesiyle dindar insanlardır Sultan Süleyman da bunlardan biridir Avusturya İmparatoru Ferdinand’ın elçisi sıfatıyla ilk 1555’te İstanbul’a gelen Flaman asıllı Ogier van Busbeke, Türk Mektupları isimli eserinde Hünkâr’ı “Vakur, perhizkâr, itidalli, kendisine karşı en garazkârlar bile onun için Hürrem Sultan’a aşırı bağlılığı haricinde olumsuz bir şey söyleyemez Dinine sadıktır Merasime hürmet eder ve hükûmetini, dinini yükseltmek emelindedir” diye tanımlıyor Zaten bazı rivayetlerde daha Manisa Sarayı’nda iken Merkez Efendi vasıtasıyla Halvetî (Sünbülî) etkisine girdiği, Nûreddinzâde ve Üftâde Efendi’den zikir aldığı belirtilir


Yine İran ile sulhu sağlayan 1 Haziran 1555 tarihli Amasya Antlaşması üzerine Padişah Şah Tahmasb’a yolladığı mektupta özellikle dinî meselelere vurgu yapar Müfrit Şiîlerin Hz Aişe ve Üç Halife’ye karşı küfürlerinin yasaklanmasını beklediğini belirtir Sultan’ın yaşı ilerledikçe hassasiyeti daha da artar Beş vakit namazın cemaatle kılınması için 1546’da çıkan bir ferman da bunu göstermekte


Hünkâr’ın çevresindeki ilmî potansiyel de onun ve mahiyetinin iradesini sergilemesi açısından önemli Kemalpaşazâde, Ebû Suud Efendi, Celâlzâde Mustafa ve Salih Çelebiler, Taşköprizâde Ahmed Efendi, Kınalızâde Ali Efendi, Abdullah bin Şeyh İbrahim Şebüsterî gibi isimler devletin eriştiği noktayı da nazara verir ayrıca Üstelik zikredilenler ilmin haysiyetini koruyan kişilerdir Doğru bildiklerini padişah da olsa söylemekten çekinmeyen karakterlerdir Kanunî’nin son Şeyhülislam’ı Ebû Suud Efendi mesela şer’i şerife mugayir noktalarda hükmünü açık ve net söyler Kapitülasyonlarla, Osmanlı tebaası olmayan gayrimüslimlerin şehadetlerinin kabul edilmesi hususunda “Nâmeşrû olan nesneye emr-i sultanî olmaz” diyerek doğrudan fikrine ters düşmesine rağmen Sultan Süleyman’dan menfî bir tepki almadığı gibi, bu manada attıkları adımlar keyfiyetlerini artırmaktadır


Kanunî için elden geçirilen örfî hukuk kurallarının şer’i şerife uyması da ehemmiyetlidir Mesafe alınırken hep bu gözetilmiştir


Nihayet 1553’te bir Venedik elçisi Padişah’ı şöyle tasvir eder: “Çok adil olmakla şöhret bulup hiç kimseye haksızlık yapmayan, dinine atalarından çok daha fazla bağlı” Aynı devirde huzura çıkan Mekke Şerifi’nin adamı Kutbüddin el Mekkî ise “Zayıf nuranî yüzlü ve yaşlı olduğunu” ifade eder Osmanlı kaynaklarında da geniş ve dolgun yüzlü, çatma kaşlı, elâ gözlü, koç burunlu, uzun boylu, saltanatının bidayetinde kısa sakallı ve uzun bıyıklı diye tarif edilir


10 Ocak 2011

Aksiyon

Sedat GÜLMEZ

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.