Tarihten İlginç Olaylar

Eski 08-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihten İlginç Olaylar




Cengiz Han'ın Elçileri

Şah Alaaddin Muhammed ve Cengiz Han
13 Yüzyıl Harzem İmparatorluğu

13 yüzyılda Harzem İmparatorluğu dünyanın en zengin ülkesiydi Bugünkü İran, Pakistan, Afganistan ve Orta Asya'nın büyük bir bölümü bu imparatorluğun sınırları içindeydi Şah Alaaddin Muhammed bu büyüklüğün çeşitli sorunları da beraberinde getireceğini biliyordu

İpek Yolu önemli bir gelir kaynağıydı Çin, Hindistan, Ortadoğu, Doğu Rusya ve hatta Batı Avrupa'dan tüccarlar ticaret merkezleri olan Merv, Buhara ve Semerkand'da bir araya geliyordu Semerkand'ın nüfusunun yarım milyondan daha fazla olduğu söyleniyordu ki, o zamanlar Paris ve Londra'nın nüfusları taş çatlasa otuz-kırk bindi Dünyanın bu uzak köşesinde geniş zevk bahçeleri vardı Egzotik meyve ağaçları, şırıl şırıl akan çeşmeler eşliğinde dünyanın dört bir yanından gelen asiller hayatın tadını çıkarıyordu

Aynı zamanda entelektüel bir merkezdi bu imparatorluk Her büyük şehirde üniversiteler, kütüphaneler olması Şahın imparatorluğunu İslam dünyasının sanat, şiir ve bilgi merkezi haline getirmişti Aynı zamanda bolluk İçinde olması da buna etkendi Bir dizi başarılı savaş sonucunda imparatorluk her yönde genişlemiş ve Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkeler Haçlı Seferlerine bile ancak elli bin kişilik bir ordu gönderebilirken, Harzem İmparatorluğunun tümü zırhlı ve tam donanımlı beş yüz bin askeri vardı Hiçbir devlet Harzem İmparatorluğu'nu kızdırmaya cesaret edemiyordu

Ancak Şah kötü haberler almıştı Pek ciddi bir şey değildi ama can sıkıcıydı Sinek küçüktür ama mide bulandırır Üç bin kilometre kadar doğuda yeni bir güç doğuyordu Ne oldukları belli olmayan, çadırlarda yaşayan, göçmen bir krallık 1206 yılında bu barbarlar, adı Kralların Kralı ya da Savaşın Kusursuz İmparatoru anlamına gelen Cengiz Han'ın yönetimi altında toplandı Cengiz Han Çin Seddi'nin ardına geçmeyi başarmış ve kuzeydeki Çin şehirlerini ele geçirmişti

Bir Tatar hükümdarı olan Kuşluk, Harzem İmparatorluğu'na komşu olan Karakitai'de (bugünkü batı Çin) bu yeni kağana karşı isyan etme cesaretini gösterdi Bütün büyük hükümdarların yapacağı gibi Harzem Şahı da bu isyana gizliden gizliye destek verdi Böylece barbar devletini parçalayabileceği Eğer bu Kuşluk denen adam fazla güçlenirse desteğini Cengiz Han'dan yana çeviriverirdi

Ama Cengiz Han sadece yirmi bin adamdan oluşan iki tümen asker gönderdiğinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna anlamalıydı Bu adamlar Cengiz'in en iyi komutanlarından Çepe'nin kumandasındaydı Çepe dağlardaki isyanı bastırmakla görevliydi ve altı yıl süren bir çarpışma sonucunda isyanı bastırdı

Cengiz'in askerleri ilerlemiş ve imparatorluğun doğu sınırının çok küçük bir bölgesini kontrol altına almışlardı Bu işgal için mantıklı bir rota değildi çünkü o tarafta Pamir Dağları vardı Bu dağların yüksekliği zaman zaman yedi bin metreye kadar çıkıyordu

Ticaret her zamanki gibi devam etti Dünyanın her yanından kervanlar geliyor, vergilerini ödüyorlar ve şehirlerdeki öteki tüccarlarla alışveriş yapıyorlardı Bu yeni hükümdarın elçileri zaman zaman Şaha gelir, dostluk belirtisi olarak ufak tefek hediyeler verirdi Karşılığında da aynı şekilde hediyeler giderdi Ama rahatsız edici bir şeyler olmaya başlamıştı

Barbar Moğollar da kervanlarla gelmeye başlamıştı Kendilerine tüccar diyorlardı ancak sadece Çin'den bozulmuş artık şeyler getiriyorlardı Şahın ajanları durumun farkındaydı ve hiç hoşlarına gitmiyordu Bu tüccarların aslında ajanlar olduğu ve surların ne kadar güçlü olduğuyla ilgili notlar aldıkları, askerlerin nerelerde durdukları ve surların üzerinde ne kadar mancınık yer aldığı gibi bilgileri ele geçirdikleri ortaya çıktı

Aynı zamanda Cengiz Han'ın ordularının ne kadar güçlü olduğu dedikodusunu halk arasında yayıyorlar ve Harzem İmparatorluğu halkını korkutuyorlardı Tarih boyunca bu taktik hep kullanılmıştır Rapor hazırlamaya gelen tüccarlar, rakibin savunma hattını öğrenip bilgileri hemen geri ulaştıran diplomatlar ve ailelerin resimlerini köprünün, savunma birliklerinin Önünde çeken turistler Bu işin türlü türlü yolları vardır Bu üçüncü sınıf barbarların gönderdikleri ajanlar yakalanıp, mallarına el kondu ve apar topar dışarı atıldı Barbarlar için iyi bir uyarı yapılmıştı

Aylar geçti ve Şah seçeneklerinin neler olduğuna baktı Moğollar binlerce kilometre uzaktaydı ve Çin ile olan savaşlarına dalmıştı Casusların gönderilmesine tepki gösterecek olsalar bile ordularını Sibirya'nın geniş bozkırlarından geçirip ulaşmaları en az altı ay alırdı Harzem İmparatorluğu'nun sınırına geldiklerinde ise karşılarında beş yüz bin Harzem askerini bulacaklardı Öylece mide bulandıran sinek öldürülmüş, Şahın ünü dünyaya bir kez daha yayılmış olacaktı

Cengiz Han'ın elçileri Şaha ulaştı Dilleri ve tarzları İslam dünyasının elçilerinin dilleri kadar kibar değildi, ancak anlaşılmıştı ki durum Cengiz'in pek hoşuna gitmemişti Cengiz, iyi niyetle Harzem İmparatorluğunun tüccarlarının kendi ülkesinde ticaret yapmasına izin verirken, kendi ülkesinin tüccarları Harzem şehirlerinde soyulup dışarı atılıyordu Özür dilenmeli, tüccarların zararları karşılanmalı ve Moğol kervanına kötü davranan sorumlular cezalandırılmalıydı

Bir ders vermenin tam zamanıydı ve Şah Muhammed'in bu dersi vermek için harika bir fikri vardı Elçi olarak gelen Moğolların sakalları Şah ve yanındakilerin huzurunda yakıldı Sakallar yanarken bayağı nahoş bir görüntünün ve aynı zamanda kokunun oluştuğu kesindir Bazı kaynaklara göre ise sakalı yakıldıktan sonra Moğol elçisi öyle özensiz tıraş edilmiş ki az daha kafası kopuyormuş

Her neyse, insan, acaba Şah neden böyle yaptı, demekten alamıyor kendisini Casusları, Moğolların "modern" bir ordu tarafından kolaylıkla durdurulabilecek sıradan barbarlar olduğundan emin miydi acaba? Acaba kazanacağından emin olduğu bir savaş mı başlatmaya çalışıyordu? Tarihte resmi bir bildirim yapılmadan savaşa girişildiği olmuştur Şahın uyguladığı taktik ise Cengiz'i öfkelendirecek kadar aşağılayıcıydı Yoksa Şah sadece eğlenmek mi istemişti? Elçiler acı ve aşağılanma içinde çığlık atarken Şah ve beraberindekiler katıla katıla gülmüştü Ardından da elçiler kapı dışarı edilmişlerdi

Sonra fırtına başladı Sen hem Moğol elçilerinin sakallarını yak, hem de bunun cezasız kalacağını düşün Moğol geleneklerine göre taraflardan birinin öleceğinin bildirilmesiyle savaş başlar Ölen tarafın kim olacağı ise bilinmez

Yüz binden biraz daha fazla askerle Cengiz Han 1219'da Harzem İmparatorluğu'nun kalbine doğru büyük bir hızla ilerledi Birkaç ay içinde şahın ordusu yenilmekle kalmadı, resmen telef edildi Sonraki yıl, o muhteşem şehir Semerkand düştü, tüm nüfus kılıçtan geçirildi Şaha Moğolların kendisi için bir "av partisi" düzenlediği haberi geldi İki tümen uzman asker Şahı öldürüp Cengiz'e kafasını getirmek için harekete geçmişti

Panik halindeki Şah kaçtı Peşinde de Moğol generali Subutay yönetiminde yirmi bin asker vardı Takip üç bin kilometre kadar sürdü Sonunda Hazar Denizi'nde bir adaya kaçtı ve korkudan saçı sakalı beyazlamış şekilde öldüğü söylendi Bazı tarihçiler Harzem İmparatorluğunu yıkan savaşın tarihin en ağır savaşı olduğunu söyler Tüm nüfusun yüzde 75'i kılıçtan geçirilmiş, bütün şehirler dümdüz edilmişti Sonuçta İslam'ın akademik kalbi artık atmayacaktı

Cengiz, giriştiği savaşta şahın ordularının peşinden koşarken Hint Okyanusu kıyılarına kadar ulaştı Subutay batıdaki ve kuzeydeki bilinmeyen ülkelere keşfe çıkmak için izin istedi 1233 yılında geri çağrılana kadar Kafkasları geçecek, Rusya'nın verimli kara topraklarına ulaşacak ve en sonunda Dinyeper nehrinde duracaktı Sahne elli yıl sonra Moğolların Rusya ve Doğu Avrupa'yı ele geçirmeye çalışmaları için uygun duruma getirilmişti

Şah, birkaç sakal yakmanın cezasını tüm bir kıtanın yakılıp yıkılmasıyla ödedi

Topun Türklere Satılması


Tam Bir Şehirli Yaklaşımı
1453, Konstantinopol

Bir savaşta insan sadece kendi teknolojisinin durumunu değil, rakibinin de hangi yeni teknolojileri karşısına çıkarabileceğini hesaplamalıdır

Konstantinopol şehri yedi yüzyıldan daha uzun bir süre İslam dünyasının saldırısına uğramıştır Önce 7 ve 9 yüzyıllar arasında Araplar, sonra da 12 yüzyılda bölgeye gelen Türkler Şehri kurtaran o gün için ileri teknoloji sayılabilecek Rum Ateşiydi Neft ve ziftten oluşan bir karşımdı bu O günün napalm bombası diyebileceğimiz formülü saklı olan bu gizli madde gemilere yükleniyor ve bronz bir toptan ateşleniyordu

Elli metreden daha geniş bir alan içerisinde tahtadan yapılmış hiçbir gemi yaklaşamıyordu Buna benzer alev atan mancınıklar da kale duvarlarında sabit bir biçimde duruyorlardı Böylece yedi yüzyıl boyunca şehir saldırılara göğüs gerebilmişti İmparatorluğun geri kalanı parça parça elden çıktıysa bile şehir Bizans'ın elindeydi

15 yüzyıl başlarında Roma İmparatorluğu'ndan geriye kalan bu şehir ve birkaç küçük Ege adaşıydı 1451'de daha sonra "Fatih" unvanını alan II Mehmet tahta geçti ve yedi yüzyıllık amacı gerçekleştireceğine ant içti Güçlü Konstantinopol şehri Osmanlı kılıcına boyun eğecekti Mehmet, kenti alma konusunda parlak fikirlerle gelen herkesin Hıristiyan, Müslüman ya da Musevi olmasını önemsemeksizin ödüllendirileceği haberini her yere saldı

Top yapımındaki yeniliklerin yaygınlaşması henüz birkaç nesillik bir olaydı Önceki toplar küçüktü, yararsızdı ve hedefi tutturamıyordu Ancak kısa bir mesafe içinde isabet sağlayabiliyorlardı Barut zamansız patlayabilirdi, tehlikeliydi ve içindeki kömür, sülfür gibi maddeler nakliye sırasında ayrılıyordu Bunları bir arada tutmak için geliştirilen teknikler henüz piyasada değildi

Dolayısıyla bu yeni silah sistemi çok ses çıkaran bir oyuncaktan daha fazlası gibi gözükmüyordu Aslında Wright Kardeşlerin yaptığı ilk uçak da tehlikeli bir uçurtmaydı ancak arkasından gelen Messerschmitt ve Spitfire'lar çok şeyi değiştirdi

Macaristan hükümdarı Urban toplara bayılırdı Barutun zamansız patlaması ve isabet sorunlarına bir çare bulmayı başardı Eğer topların boyutu ve güçleri artırılırsa doğru yere isabet etmesinin çok önemi kalmayacaktı Devasa büyüklükteki top mermisi nereye düşerse düşsün büyük bir alana zarar verecekti Hayallerindeki silah tam bir canavardı, bir tondan daha ağır ve 120 cm çapındaki bir top mermisini atabilecek bir top Bu süper topu destekleyecek 90 cm çaplı mermi atabilen küçük toplar, küçük taşlarla yüklü mancınıklar kuşatılmış bir şehirden gelebilecek her türlü saldırıya karşı bu büyük topu da koruyabilirdi

Bu silahların imal edilmesinin büyük bir paraya mal olacağını söylemeye gerek yok Süper silah beraberinde büyük bir asker gücü ve yüzlerce ton barut gerektirecekti

Urban bu silahın zafer kazandıracağını biliyordu ve iyi bir silah tüccarı gibi bu fikri satmak için dolaşmaya başladı Akla ilk gelen müşteri adayı tabii ki Konstantinopol'dü II Mehmet'in orduları Çanakkale Boğazının doğu tarafında toplanıyordu ve Osmanlı Türkleri Bizans'a karşı kutsal bir savaş ilan etmişti Urban'ın teklifini ilk olarak İmparator XI Konstantin'e götürülmesinde mutlaka az da olsa din ve ırk birliğinin etkisi vardı

Hazırladığı süper silahların planlarını göstererek buna sahip olacak herhangi bir şehrin tüm saldırıları kolayca püskürtebileceğini anlattı Bu güçlü silahtan atılacak bir mermi, yüzlerce saldırganı öldürebilir ya da bir gemiyi batırabilirdi Düşman karşılarına aynı büyüklükteki silahlarla çıksa bile onları daha kullanamadan etkisiz hale getirilebilirdi

Ancak Urban reddedildi Danışmanlar denenmemiş silahlara para harcamaktansa o parayla biraz daha kiralık asker tutulabileceğine karar verdi Herhalde Bizans, Urban'ın bir silah tüccarı olduğunu ve bir dahaki durağının Boğazın öte yakası olacağını düşünememişti II Mehmet teklifi hemen kabul etti ve Urban'la bu silahları hazırlaması için anlaştı

Bir yıl sonra Mehmet'in ordusu şehri kuşattı Kuşatmanın kaderini Urban'ın dev topları belirledi Silahlar Bizanslıların Rum Ateşlerinin menzili dışına yerleştirildi Ayrıca bu silahların yapılması için harcanabilecek parayla tutulan askerlerin oklarından da uzaktı

Surlar yıkıldı, Türkler içeri girdi ve XI Konstantin öldürüldü Urban'ın silahlarını reddeden danışmanların da Konstantin ile birlikte öldüğünü düşünmek isteyebilirsiniz ancak bu tür bir adalet nadiren gerçekleşir

Urban'ın silahları Türklere satma fikri uzun vadede yanlış bir karar olabilirdi İstanbul artık Türklerin önünde bir engel değildi, dahası Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olmuştu Bu da tüm Güneydoğu Avrupa'nın savaş alanı haline gelmesi demekti Dahası Türkler Viyana'ya kadar uzanacak ve Urban'ın kendi ülkesi bir savaş alanına dönecekti Malını satıp para kazanma tutkusu Macaristan'ın bugün bile korkulu rüyası olan, beş yüz yıllık bir çatışmaya neden olmuştu



Veba ve Kediler

Kediler İçin Kara Bir Gün
1300'lerde Avrupa

'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı Kurbanların şikayetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç oluyordu Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu

Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı

Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı

Bu panik döneminde binlerce insan öldü Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu Binlerce kedi katledildi

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu Ortaçağda her yer fare doluydu Kanalizasyon ilkeldi Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı

14 yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu

Son Haçlı Seferi

Prester John ve Son Haçlı Seferi
13 Yüzyıl Avrupası

Her şey Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopol'ün patriği Nestorius'un söyledikleriyle başladı İS 5 yüzyılda gelişen olaylarda Nestorius, İsa'nın kutsal ruh fikriyle dolu sıradan bir insan olduğunu ve bu nedenle Meryem'in de tanrıyla bir ilişkisi olmadığını söylüyordu Patrik, Doğu Roma İmparatorluğu'nun dini lideri olduğundan fikirlerini çabucak yayması kolaydı Bu fikir kilisenin öteki patrikleri ve Doğu Roma hükümdarı tarafından pek de hoş karşılanmadı Birkaç hafta içinde Nestorius görevden alındı

Bundan yılmayan Nestorius "sapkın" fikirlerini yaymaya devam etti Bir mürit grubu oluşmaya başlamıştı İnatçılığı yüzünden bu eski patrik ve müritleri sürüldü O zamanlar sürgüne gönderilmek, Bizans'ın söz sahibi olduğu toprakların çok daha doğusuna gitmek anlamına geliyordu Nestorius ve takipçileri Hindistan'a kadar gitti İsa hakkındaki fikirlerini burada da ifade ediyorlardı ancak oraya ilk gelen Hıristiyanlar oldukları için bunları anlattıkları Hıristiyan olmayanlardı Bir süre Nestorius'un müritleri dikkat çekti ancak Bizans İmparatorluğu küçüldükçe bağlantı kaybedildi Tüm bilinen oralarda, uzaklarda doğuda bir yerlerde Nestorius'un takipçilerinin olduğuydu

12 yüzyılın sonunda Avrupa tuhaf bir yer haline gelmişti Dev imparatorluklar parçalanmıştı ve Kiev'den Londra'ya kadar bütün devletler küçülmüştü Bu küçük devletler zenginleşmişti ve Kudüs ile kutsal toprakları kurtarmak dışında sınırlarının ötesinde olup bitenle ilgilenmiyordu Bunun nedeni de Avrupa'nın ötesindeki ticaretin önünün İslam'ın yükselişi nedeniyle kesilmesiydi

Bu, aynı zamanda Avrupalıların cehaletle geçirdiği "Karanlık Çağlar"ın sonuydu Bin yıl önce Roma'da Çin'den gelen ipek sayesinde bol bol ipek bulunurken ipek artık bir zenginlik ve asalet işareti olmuştu Basit bir ipek ceket bile bir tarla işçisinin beş yıllık gelirine eşitti Avrasya'nın üçte ikisi Marco Polo'nun keşfetmesini bekleyen bir bilinmeyendi

13 yüzyılda Avrupa'nın yüzü 5 yüzyıldakinden oldukça farklıydı, Doğu dünyası ise tanınmayacak hale gelmişti İslam güçlenmiş, dört kez yapılan Haçlı Seferleri geçici bir süreyle de olsa kutsal toprakları özgürlüğüne kavuşturmuştu Savaşçı Müslümanlardan daha önemlisi ise Çin'i çoktan fethetmiş olan Moğol İmparatorluğuydu

Moğollar yüzlerini Batı'ya dönmüştü Avrupa ise küçük krallıkların, birkaç asilin yönetimindeki disiplinsiz ordularıyla Haçlı Seferlerine çıkıyordu Dört sefer Yakındoğu'yu ticarete açtı ama bu, Hıristiyan dünyasının yararına olmadı Katolik Kilisesi hala yönetimi elinde tutuyordu ve Papa Avrupa politikasının en önemli adamıydı Gücünün çoğu da "Kutsal Topraklar"ı kafir Müslümanlardan kurtarmak için düzenlediği Haçlı Seferlerinden geliyordu

Ama Nestorius ve takipçilerinin başına gelenler Prester John efsanesinin oluşmasına yol açtı 1122'de Roma'ya Hindistanlı bir rahip ulaştı Hindistan ve Çin'de yaşayan Nesturilerin (Neşter yanlısı Hıristiyan) bir elçisi olduğunu söylüyordu Aslında Hindistan'da birkaç bin Nesturi vardı, Çin'de ise tek kişi bile yoktu Ama Papa'nın duymak istedikleri buydu Moğol İmparatorluğu'nun büyümesiyle ilgili haberler ve hatta ayrıntılı raporlar Avrupa'ya ulaşıyordu Bunun için harekete geçmek isteyen Avrupalılar Prester John'a yardım bahanesiyle yeni bir Haçlı Seferi başlattılar Bu Beşinci Haçlı Seferiydi

Prester John güçlü bir askeri lider ve inançlı bir Hıristiyan gibi tanıtılıyordu John, İslam dünyasının yanı başında güçlü bir Hıristiyan krallığının başındaydı 1145'de Suriye Başrahibi Papa'ya gönderdiği mektupta doğudaki bir Hıristiyan krallığının kutsal toprakların geri alınmasında yardımcı olmak üzere bir ordu gönderdiği konusunda bilgi aldığını yazdı 1221'de haçlı seferi için çağrı yapılmıştı

Hıristiyan dünyası Prester John'un İspanya'dan İran'a kadar her yeri elinde tutan İslam ordularından Avrupalı Hıristiyanları kurtarmak için harekete geçtiğinden o kadar emindi ki, Moğol fetihleri bile görmezden geliniyor hatta bunlar Prester John'un yaptıkları olarak anlatılıyordu Batı Avrupa için Prester John gerçek, Moğollar ise bir efsaneydi

Böylece Papa haçlı seferini başlattı Filistin'e doğru yola çıkan binlerce şövalye öldü Sonunda Hıristiyanlar kutsal toprakları tamamen kaybetti Ancak o vakte kadar bu, Hıristiyanlar için önemli değildi, çünkü Prester John her an ordusuyla ortaya çıkabilir ve Hıristiyanları kurtarabilirdi Dahası John, doğudan gelecekti ve Müslüman kafirleri aralarında sıkıştırmış olacaklardı

Bu efsanenin gücü Avrupa'nın stratejisine yarım yüzyıl boyunca yön verdi Sonunda ise Prester John'un gerçekten bir efsane olduğu ortaya çıktı Ayrıca Moğolların da gerçekliğinin farkına varıldı Batı Avrupa Haçlı Seferleri nedeniyle ikiye bölündü Bazıları destek verirken, bazıları hata olduğunu düşünüyordu

En büyük iki Hıristiyan krallığı Polonya ve Macaristan'dı Ama büyük olmaları uygar oldukları anlamına gelmiyordu Bu iki krallık, ikiye bölünmüş Fransa gibi kendi halinde gelişmeye bırakılmış olsaydı "Karanlık Çağ" bir yüzyıl daha önce biterdi Ancak Moğollar sonunda Avrupa'ya saldırmaya hazırlandıklarında, Batı'nın askeri gücü dağılmış durumdaydı

Macaristan Kralı IV Bela tüm Hıristiyanlığa kendilerini ve tabii ki Macaristan'ı savunmaları için çağrı yaptığında Öyle büyük bir ordu oluşturulamadı Avrupa'nın her tarafındaki şövalyelerden yanıt geldi Ama beklendiği kadar büyük bir katılım yoktu Batı Avrupa'dan tek bir kral bile ordusunu toplayıp gelmedi

On beş-yirmi yıl önce Filistin'de savaşanlardan çoğu ölmüştü ve mali açıdan da orduların yeni bir savaşa gücü yoktu Moğollar, Polonya ve Macaristan'ı ezip geçti Moğol hükümdarı ölmeseydi ve Moğol orduları kendi kendilerine geri çekilmeselerdi, Dublin'e kadar ilerleyip tüm Avrupa'yı ele geçirmekten onları alıkoyacak hiçbir güç kalmamıştı

Prester John bir efsaneydi Olmayan bir Hıristiyan Krallığı ile güçleri birleştirip İslam ordularını yenme fikri Papa'ya ve asillere öyle çekici gelmişti ki kimse buna karşı çıkamadı Bu öyle bir efsaneydi ki, Moğol hükümdarı ölmeseydi, tüm Avrupa Moğol hakimiyetine girecekti


Avrupanın Bölünmesi


İmparator Alexius ve Antiokya (Antakya) Kuşatması
1097, Bizans İmparatorluğu

Avrupa'da hem politik, hem de dinsel olarak bir güç bölünmesi yaşanıyordu Dokuz yüz yıllık tarihinde Roma İmparatorluğu'nun doğusu ve batısı arasındaki fark çok belirgindi ve ayrılması doğaldı O zamanlar Batı'da Bizans İmparatorluğu pek önemli görülmüyordu Asillerin ve baştakilerin günlük yaşamları ise merak ediliyordu

İznik Konsülünün aldığı kararlar bile Hıristiyanların çıkarlarından daha az önemliydi Hükümetler bölünmüş olsa bile Büyük Roma İmparatorluğu'ndaki yerlerini hatırlıyorlardı Bu öyle güçlü bir imajdı ki, bin yıl sonra bile Avusturya monarşisi kıskançlığını sürdürecekti Yunanca konuşan ve kendilerine Rhomaio, imparatorluklarına Romania diyen vatandaşlar da vardı Avrupa'yı bölen din değildi, Konstantinopol'de tahta çıkan imparator Alexius'du

İslam orduları Suriye'yi ve Balkanların çoğunu fethettiğinde Bizans'ın vergi geliri de hayli düştü Sonuç olarak imparator gelirlerini artırmanın yollarını aradı Birçok çabasından biri de Roma'daki Papa'yı yardıma çağırmak oldu Uydurulan bahane de kutsal toprakları özgürleştirmekti

Papa'nın ise bir sorunu vardı Pek çok işsiz asker etrafta başı boş dolanıyordu Alexius'dan yardım isteyen bir mektup alınca, Tanrı'nın iki soruna birden bir çözüm gönderdiğine inandı Papa Urban kutsal toprakları kurtarmak için yapılacak bir haçlı seferi için çağrıda bulunmaya başladı İşsiz ve sabırsız askerler, topraktan yeterince kazanamayan çiftçiler ve onur kazanmak isteyen soylular ya da evlerinde sıkılanlar söz verilen cennet mekanlarını kazanmak için orduya katıldı

Alexius birkaç bin adam beklerken binlerce şövalye ve askerin çağrısına yanıt verip Konstantinopol'e gelmekte olduğunu öğrendi Bu kadar çok insanı kendi şehrinde barındıramazdı Alexius Ayrıca gelenlerin, ülkesinden arta kalanı elinden alma ihtimali de yüksekti Gelenlerin çoğunun burnu büyük, şiddet düşkünü ve aynı zamanda cahil olması da durumu zorlaştırıyordu Zaten bir yüzyıl sonra bu korkulan da gerçekleşecekti Konstantinopol Osmanlı Türklerine geçtiğinde nüfus yüzde altmış azalmış olacaktı

Bizans İmparatoru bir çözüm buldu Haçlı ordusu ulaştığında askerler ona bağlılık yemini etmeden kimseyi içeri almayacağını açıkladı Bu aynı zamanda fethettikleri toprakların da ona ait olması anlamına geliyordu Bu, iyi güzeldi de, bağlılık ilan edilen lordun da sorumlulukları vardır En önemlisi de yardım ve koruma sağlamalıydı Batı krallıklarında bu çoğu zaman yakalanan bir şövalye için gerekli fidyeyi ödeyip onu kurtarmak anlamına gelirdi Bu, bütün şövalyelerin hatta düşmanların bile birbirini tanıdığı küçük Batı krallıklarında uygulanan bir yöntemdi Ama Alexius, güçten düşmüş olsa da büyük bir imparatorluğun başındaydı Büyük bir ihtimalle o zamanlarda Konstantinopol'de Paris'tekinden çok insan yaşıyordu

Alexius yeni "kullarım" apar topar savaşa gönderdi ve birkaç ay içinde bu ordu bir Selçuklu Türk birliğini yendi, Antiokia'yı'u (Antakya) kuşattı Kuşatma uzun sürdü, bu da Selçuklulara yeni bir ordu kurmak için zaman kazandırdı Haçlılar Alexius'un zamanında gönderdiği erzak sayesinde kuşatmayı başarıyla sonuçlandırdı Ama birkaç ay sonra bu kez Selçuklu ordusu Antioch'u kuşattı Ancak Selçuklular surları aşamadı ama bir süre sonra yeni bir ordu daha oluşturdular

Batı'da beklendiği gibi Haçlılar bağlılık yemini ettikleri lordun gelip kendilerini kurtarmasını beklediler Alexius'un ise sadece bir ordusu vardı Hem Konstantinopol'ü korumak, hem de işgale karşı savaşmak gibi iki işlevi vardı ordunun Alexius'un kullarına yardım etmesi gereken bir tanrı gibi mi, yoksa ülkesini koruması gereken bir imparator gibi mi davranacağına karar vermesi gerekiyordu Antioch'a ilerlerse hızlı ve kayıpsız bir zafer kazanması gerekirdi, çünkü ordusu zarar görürse Konstantinopol'ü savunacak kimse kalmayacaktı Oraya kadar gidip de başaramazsa geri dönüşü, telafisi yoktu Türkler koruma sözü verdiği milyonlarca insana ulaşacaktı

Karar Romalı stratejisine uyuyordu Ordusu bir garanti olarak duracaktı ve haçlıları kendi imkanlarıyla bırakacaktı Onların sadece lordu olmuştu ve imparatorluğu daha önce gelirdi Haçlılar bunu bir ihanet olarak gördü ve çok sinirlendi Ama öfke önemsiz bir tepkiydi Bir ay sonra büyük bir sürpriz yaparak, haçlı ordusu Antioch'dan kaçmayı başardı Bu kaçışın ardından moral bulan askerler başka şehirleri ele geçirdiler Alexius'a verdikleri bağlılık sözünden Alexius'un ihaneti dolayısıyla kurtulmuşlardı Artık kendi krallarının emirlerine uymaya karar verdiler Bu haçlılar artık kahraman olmuştu Batı Avrupa'ya döndüler ve Alexius'un onursuzluğundan ve iki yüzlülüğünden bahsettiler

Alexius'un korumayı seçtiği şehir sakinlerinden biri olsaydınız doğru kararı verdiğini düşünürdünüz Haçlılar zaten güçsüzleştiği ve onlardan umut kesildiği için askeri açıdan da doğru karar buydu Ancak Batı dünyasının soylularını yardıma ihtiyaçları olduğunda yalnız bırakmakla iki Avrupa'yı birbirinden ayırdı ve bu ayrım hala devam ediyor

Zaten çabaları da başkenti kurtarmak için yeterli olmadı Alexius'un aldığı bu karar yüzünden Bizans'ın düşmanları olduğu fikriyle büyüyen bir sonraki nesil, Konstantinopol'ü Hıristiyan dünyasının bir parçası olarak görmedi Şehir 1453'te de Türklerin eline geçti


Alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihten İlginç Olaylar

Eski 08-21-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihten İlginç Olaylar




Haçlı Seferlerinin Yıkımı


Ortadoğu'ya yapılan Haçlı Seferleri
Kudüs, 1095

Her şey ideallerin en asiliyle, sözde barbar kafirlerin elinde olan kutsal toprakları kurtarmak arzusuyla başladı Bununla da bin yıl süren savaşlar ve bugüne kadar artan bir şiddetle gelen ve tehdit eden, her an patlamaya hazır bir bomba ortaya çıktı Ama bu idealizmin arkasında daha pratik ve ticari sebepler vardı

Avrupa'dan her yıl binlerce turist bölgeyi ziyaret etmeye gidiyor ve ticareti canlandırıyorlardı Avrupalılara ilaveten, yedinci yüzyılda Bizans İmparatorluğu'ndan Kutsal Toprakları alan Araplar da bölgeyi aynı şekilde kutsal sayıyorlar, Kudüs'ü Mekke ve Medine'den sonra üçüncü kutsal şehir kabul ediyorlardı

11 yüzyılda daha dindar bir görüşe sahip olan Selçuklu Türkleri bölgeye geldiğinde işler biraz kızışmaya başladı Artık, ara sıra turistlerin saldırıya uğradığı oluyor, yeni vergiler ödemek zorunda kalıyorlar, katırları kaçırılıyor ve cinayetlere kurban gidiyorlardı Elbette, Avrupa'ya bunların haberi geliyordu Yapılan haksızlıklar anlatıla anlatıla abartılı boyutlara varıyordu Ama aynı şekilde bir gemi dolusu Müslüman on birinci yüzyıl Paris'ine ya da Londra'sına gelmiş olsaydı, başlarına neler geleceğini ancak Allah bilir

Konstantinopolis şehrinin karşı karşıya kaldığı tehlike, endişeyi daha da artırdı Selçukluların Kudüs'ü almasından bir sene önce, 1071'de Bizans ordusu Malazgirt Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğramıştı Sonraki yirmi sene boyunca Türkler Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemişlerdi Öyle ki artık Konstantinopolis bile güçlü bir saldırı karşısında teslim olacak gibiydi

Bizans imparatorları, özellikle papaya mektup yazarak Batı'ya acil yardım çağrılarında bulunmaya başladılar Katolik kilisesi ve Bizans İmparatorları arasındaki ilişki yüzyıllardır gergindi Aralarındaki en önemli anlaşmazlık imparatorun papanın üstünlüğünü kabul etmemesiydi Yaklaşan Selçuklu tehlikesiyle imparator köşeye sıkıştı ve papayla anlaşmayı kabul etti Ayrıca, eğer Konstantinopolis düşerse Avrupa'nın kapılarının açılacağını ve yakında Orta Avrupa'nın savaş alanına döneceğim söyleyerek ikna etti

Sonunda, Papa II Urban, tabii başka nedenlerin de etkisiyle 1095'de harekete geçti Bizanslıların öne sürdüğü gibi, şehrin Avrupa savunmasında bir ön cephe olmasının ne denli önemli olduğunu anladı Ayrıca ortalıkta boşta gezen çok fazla zırhlı şövalye vardı ve sadece şiddet kullanmayı biliyorlardı 11 yüzyıl Avrupa'sında baş gösteren sıkıntı, bazı açılardan günümüzün kentlerinin başına bela olan silahlı çetelerin durumuna benziyor, silahsız birçok kişi arada kalıyordu

Katliamın önüne geçemeyen papanın aklına bir çözüm yolu geldi Madem birbirlerini öldürmelerini engelleyemiyordu, belki de onları kafirlerin üstüne salmak daha akıllıca bir fikirdi Hıristiyan olmayanları Tanrı adına öldürmek günah değildi, saldırgan enerjilerini kullanabilirlerdi ve bu arada daha da önemlisi şiddet başka bir yerde olurdu Sonunda, Kutsal Toprakları kurtarmanın çok iyi olacağına ve Tanrının zaferine hizmet edeceğine karar kıldı

Böylece, II Urban 1095'de yaptığı ateşli bir konuşmayla Kutsal Toprakları kurtarmak için Kutsal Savaş ilan ettiğini açıkladı ve o zamana kadar tahmin edilemeyecek büyüklükteki saldırgan bir kitleyi serbest bıraktı

11 yüzyılda lojistik destek sağlamadaki en büyük sıkıntı insan toplamak olduğundan Urban, haçlı seferinin, profesyonel askerlerin yardımıyla iyi düzenlemiş, yirmi, otuz binden fazla olmayan küçük bir ordudan oluşacağını sanıyordu Maalesef birkaç ay içerisinde Keşiş Peter'in yönetiminde neredeyse yüz bin kadar köylü kendi Halk Haçlı Birliği'yle yola çıktı Peter, kullandığı düz bir mantıkla hayli ikna ediciydi; Tanrı'nın basit insanları sevdiği için, Kutsal Toprakları kurtarma onurunu de kesinlikle onlara bahşedeceğini anlatıyordu

Bu güruh Macaristan'a girdiği zaman bir kısmı çoktan açlıktan kırılmaya, diğer kısmı da çapulculuğa başlamıştı Konstantinopolis'e geldiklerinde imparator, hiç bekletmeden köylüleri hemen Anadolu'ya gönderdi Orada kendilerini beklemekte olan Türkler tarafından da hemen kılıçtan geçirildiler

İlk haçlı seferi 1097'de Konstantinopolis'e geldiğinde çok korkmuş imparator Alexius'la karşılaştılar Yüz bini aşan sayıları ne bir düzenlemeyi, ne de yiyecek sağlamayı mümkün kılıyordu İmparator, kendisine sadakat yemini edecek ve esas amacı doğrultusunda, yani Anadolu'yu geri almak için savaşacak küçük, profesyonel bir birlik istemişti Kutsal Topraklar her zaman sadece ideal bir amaç olmuş, ama bunun başarılabileceğine kimse inanmamıştı Şimdiyse on binlerce kavgacı, disiplinsiz şövalyeyle, serflerle ve kibirli prenslerle karşı karşıya kalmıştı Bunların çoğu da daha birkaç sene önce Bizanslılara karşı savaşmışlardı

Bu kalabalığın eline fırsat geçerse kendi tacını başından alacaklarından korkan imparator, şehrin kapılarını kapattırdı Haçlılar da Bizanslılardan hiç hoşlanmıyorlar ve güçlü olmalarından nefret ediyorlardı Bu kadar yolu, sadece bir imparatorun kişisel çıkarları uğruna savaşmak için gelmemişlerdi

Kutsal Toprakları almak, böylece bütün günahlarını affettirmek ve bu uğurda ölüp şehit olurlarsa cennete kesin bir gidiş bileti elde etmek istiyorlardı Bizanslılar bu yeni orduyu beslerken sıkıntılı bir zaman geçmeye başladı Haçlı askerleri bir şekilde çıkar sağlamanın yollarını hızlandırmayı düşünmeye başladılar Yüksek amaçları yavaş yavaş arka planda yerini alıyordu

Sefer sözüm ona Bizanslıların yönetiminde bir sonraki bahar başladı Sonraki iki sene çok kanlı geçti İklim ve bölge Fransız, Alman ve İngiliz askerlerine tamamen yabancı olduğundan büyük sıkıntılar çekildi Yakıcı sıcaktan ve savaşlardan adamların en azından üçte ikisi yolda öldü Sonunda, neredeyse üç sene sonra hedeflerine, Barış Prensinin Kutsal Şehri olan Kudüs'e vardılar

Çatışma başladı, surlarda gedikler açıldı Böylece tarihin en kötü ve en kanlı katliamlarından biri, şehirdeki hemen hemen herkesin kılıçtan geçirilmesiyle gerçekleşti Saldırganlar ruhlarının ebedi kurtuluşla korunduğuna inandıklarından kentin yarısından fazlasının Yahudi ve Hıristiyan olması onları pek etkilemedi

Böylece Birinci Haçlı Seferi sona erdi Çarpışmaların devam etmesine rağmen seksen yıl boyunca Kutsal Topraklar Haçlı eyaletlerine bölündü Papanın planıyla aslında Kutsal Topraklar kurtarılmıştı, ama bu uğurda yüz binlerce insan canından olmuştu

Ama bu arada durum giderek kötüleşiyordu Tarihçiler olayları belli gruplarda sınıflandırmayı sevdiklerinden daha sonra kitaplarda İkinci Haçlı Seferini, Üçüncü Haçlı Seferini okuruz Halbuki hepsi birbiriyle bağlantılı bir sürecin parçasıdır Bölgeye, iki yüzyıldan fazla bir süre Haçlı Seferleri yapıldı Bazıları gerçek dini duygularla, bazıları da günahlarının affolunması için gidiyordu Ama büyük bir kısmını ilgilendiren, toprak ya da elde edecekleri ganimetlerdi

12 yüzyıl boyunca Fransa'dan, hatta Norveç'ten ve Danimarka'dan bile haçlılar geldi İskandinavya'dan gelenlerin çoğu Kudüs'e varabilmek için Rusya büyüklüğünde yol kat ettiler Art arda süren saldırıların en ünlüsü, efsanevi Aslan Yürekli Rişar'ın yürüttüğü Üçüncü Haçlı Seferi'ydi

Üçüncü Haçlı Seferi, gerçekten de akla yatkın bir sebeple başladı 1187'de, kendi Müslüman Haçlı Seferi'ni yapan Selahaddin Kudüs'ü Hıristiyanların elinden geri almıştı Batılı güçlere yapılan bu hakaret karşısında İngiltere, Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu kralları, eski anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak kutsal seferde bir araya geldiler

Rişar altı yıldan fazla savaştı Savunma o kadar kuvvetli ve akıllıcaydı ki, ancak bir kere Kudüs yakınlarına gelebildiler Sonunda en iyi şeyi yaparak bir barış anlaşmasında karar kıldılar Anlaşmaya göre, Batılı turistler Kutsal Şehir'i ziyaret edebileceklerdi Rişar ülkesine geri dönerken yolda bir düşmanı tarafından pusuya düşürüldü Aslında İngilizler, Rişar'ı kaçırana teşekkür bile edebilirlerdi Çünkü efsanevi olmasının bir nedeni de tahta çıktığından beri İngiltere'ye ayak basmamasıydı İngiltere onun için dipsiz bir para kuyusu ve asil amaçlarını gerçekleştirmek için adam yollayan bir yerdi

Sonunda ülke iflas etti ve kendisi için istenilen fidyeyle daha büyük bir maddi sorun yarattı İşin en garibi, John kardeşini kurtarmaya çalışırken ülkenin kötü bir durumda olmasının tüm suçu onun omuzlarına yükleniyordu Rişar ülkesine döndüğünde, yeni bir ordu hazırlıklarına girişerek ülkeyi daha da fazla borca soktu Sonra da eski müttefiki Fransa'ya saldırdı ve kısa bir süre içinde orada öldürüldü John, hükümdarlığı boyunca yapılan zararı onarmakla uğraştı ve daha da kötü bir üne sahip oldu

Haçlı Seferleri hala devam ediyordu Bir sonraki yüzyılda bir düzineden fazla sefer düzenlendi; bunların arasında en yıkıcı olanı Dördüncü Haçlı Seferi'dir Fransa'dan yola çıkan ordu Venedik'te ulaşım aracı ararken yine tarihte görülmemiş bir "iyi fikir" bulundu Diplomatik zekalarıyla ünlü Venedikliler, Fransızları Kutsal Topraklara götürmeden önce kendi çıkarları için Zara'yı (bugünkü Zadar) Macaristan'dan geri almak için ücretli asker olarak kiralamak istediler

Fransızlar bu anlaşmayı kabul ettiler Zara geri alındı ve yağma edildi Bunun sonucunda Papa tüm orduyu aforoz etti Ondan sonra her şey kötüye gitmeye başladı Venedikliler, kiralık ordularına şimdi de Bizans'taki zenginlikleri anlatmaya başladılar Bizans İmparatoru'nun tahttan indirilen bir akrabasına yardım etmek amacının arkasına sığınan Haçlılar Konstantinopolis'e girdiler Şehri yakıp yıktılar, yağmaladılar ve nüfusun hatırı sayılır bir bölümünü katlettiler Sonra da tahta kukla bir imparator oturttular

Haçlıların esas amacı olan Konstantinopolis'i Türklere karşı korumak tamamen bırakılmıştı ve bu hain saldırının Avrupa'ya da zararı çok büyük oldu Sonunda, eski Bizans İmparatorluğu ailesi yavaş yavaş bu kadim şehrin tahtına tekrar geçti, ama artık eski güç ve pırıltının sadece gölgesi vardı İmparatorluğun çöküşü ise baştakilerin o andan itibaren takındığı tutum yüzünden hızlandı

Dördüncü haçlı ordusu savaştan elde ettikleriyle geri döndü On yıl sonra papa tekrar denedi Bu ordu Mısır'da bir saldırı üssü oluşturmaya çalıştı Bu, sıradışı bir plandı ve sonunda Nil deltasının salgın hastalıklarla dolu ortamında gerçekleşmesi mümkün olmadı

Ama yine de çaba gösterildi 1260'larda bölge Moğol istilasına uğradığında savaşçı olarak yetiştirilen kölelerden gelen bir hanedan, Memlükler Mısır'ı yönetiyordu Kendi aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden haçlılarla işbirliği yapma eğilimindeydiler İki taraf da yakında oraya ulaşması beklenen Moğollara karşı haçlılarla birleşmek istiyordu Ancak buna gerek kalmadı çünkü Moğollar Kudüs'ü geçtikten sonra geri çekildiler

En korkunç haçlı seferlerinden biri çocukların katıldığı haçlı seferiydi Avrupa'nın ortaçağdaki şehirleri yetim ve öksüz çocuklarla doluydu Bazı insanlar, yetişkinlerin yapamadıklarını, çocukların yapacaklarına inanıyordu Çünkü günahsız oldukları için, kutsal topraklara ilerlerken tanrı onları koruyacaktı Binlerce Avrupalı çocuk yollara döküldü Yol boyunca hayatta kalmak için de dileniyor ve hırsızlık yapıyorlardı

Kilise çocukları vazgeçirmek için çaba gösterdiyse de masum bir şekilde kendilerini ortaya atmalarına hiçbir şey engel olamadı İtalya kıyılarına ulaşan çocuklar toplandı ve liderler gemi sahipleriyle çocukları kutsal topraklara götürmeleri için anlaştı Ama bu çocukların hepsi gemilere yüklenip Kuzey Afrika'ya götürüldü Orada da köle olarak satıldı

Haçlı seferlerinden birinde ise Fransa'nın dışına bile çıkılamadı Fransız kralı papayla işbirliği yapıp ülkenin güneyinde yaşayan Albigenlere karşı bir kutsal savaş ilan etti Kuzeyde yaşayan binlerce Fransız asilzadesi de bu savaşa katıldı Oluşturulan güç Provence bölgesine girdi ve Albigen olanları da olmayanları da öldürdü ve topraklarını ellerinden aldı

Haçlı ruhu sonunda 14 yüzyılda, Kudüs'ün Memlûk ve Osmanlı saldırılarına karşı koyamayıp düşmesiyle son buldu, yüzyıl savaşları, İtalyan şehir devletlerinin anlaşmazlıkları ve Büyük Salgın Haçlı Seferlerini bitirdi Sonuç korkunçtu Bizans İmparatorluğu darmadağın oldu Yüz binlerce insan öldü ve Müslümanlar Avrupalıları mutlaka püskürtülmesi gereken işgalciler olarak görmeyi öğrendi Savaş ve özgürleşmenin ardındaki olumlu fikirler her zamanki gibi hırsa, idealizm çılgınlığına, dinsel bir nefrete; zalim ve uzun bir acıya dönüştü
coşkun cünedioglu


Vikingler ve Amerika

Koskoca bir kıtanın kişisel nedenle kaybı
İS 1001

11 yüzyıl Viking halklarının en güçlü olduğu dönemdi Kanunları çok iyi düzenlenmiş, vahşetleriyle ünlenmişlerdi Yöneticileri dünyanın en zengin ve en güçlülerindendi Bizans İmparatorluğu'nun gurur duyduğu şeylerden biri, İmparator Varangian'ın muhafızlarının tamamen Rusya'dan ve İskandinavya'dan gelme Vikinglerden oluşmasıydı Vikingler gemileriyle Dublin'den Kiev'e kadar yelken açarlardı

Ama şaşırtıcı bir şekilde, Amerika kıtasına yerleşmediler Hem de Avrupalılar arasında yerleşme olanağına ilk onlar sahip olmuşken Vikinglerin toprak hırsları, neredeyse altına duydukları kadardı Nova Scotia kıyılarındaki yemyeşil 'Vinland' harika bir ödül olacaktı onlar için Ayrıca Vikinglerin yerleştiği İzlanda'dan ve Grönland'dan daha iyi bir iklimi vardı Toprağı verimsiz, havanın hep kasvetli olduğu anavatanları Norveç'ten de iyiydi Yerlilerin karşı koyması yerleşmelerine bir engel teşkil etmedi

Amerika'ya yerleşen Avrupalı göçmenlerin yerlilere karşı sahip oldukları tüfek gibi teknolojik üstünlükleri olmasa da zırhları ve çelik silahları yetmişti Hem de pek uzak değildi Grönland'dan Amerika kıyısına gitmek, Norveç'ten İzlanda'ya ya da İzlanda'dan Grönland'a gitmenin yarısı kadardı Bugün bile Nova Scotia'da durursanız, ufukta yüksek Grönland zirvelerinin gölgesini görebilirsiniz Öyleyse Avrupa'nın en yayılmacı, en dinamik insanlarından olan Vikingler yağmaya böylesine hazır bu kıtayı neden tercih etmediler?

Bunun yanıtı, Viking tarihinin en ünlü iki adamının karanlık geçmişlerinde yatıyor Birisi Kızıl Eric, ya da nam-ı diğer Kanlı Eric; diğeri de oğullarından Leif Ericson'du

Vikingler, tecavüz ve çapulculukta kötü bir üne sahip olsalar da, Kızıl Eric onlar için bile çok vahşiydi Norveç'te ufak bir kavga sonucunda silahsız bir komşusunu öldürdüğü için önce Norveç'ten İzlanda'ya sürgüne gönderildi Orada oğlu Leif doğdu İzlanda'ya yerleştikten sonra yeni bir kavgaya tutuştu ve orada uzun süredir yaşayanlardan birini öldürdü O sıralar onu sürgüne gönderecek başka bir yer olmadığı için, Eric'e birkaç komşusunun olduğu İzlanda'nın batı kesimine yerleşmesi emredildi Bu da bir işe yaramadı

982 yılında Eric yeniden kavga sonucunda birisini öldürmesiyle 'Kanlı' lakabıyla anılmaya başladı Böylece Eric İzlanda'dan da uzaklaştırıldı Ama katil aynı zamanda insanları etkilemesini de biliyordu Etrafına bir grup memnuniyetsiz, sıkılmış Viking'i topladı Uzun yola dayanaklı gemiler inşa ettiler ve batıya doğru yelken açtılar

Eric ve arkadaşları, kara görene kadar beş yüz mil yol aldılar Eric, yeşil ülke anlamına gelen Grönland adını, buzla kaplı bölgeye yeni insan çekmek için koymuştu Eric ve arkadaşları İzlanda'ya geri döndüler ve orada bir koloni kurmak üzere birkaç yüz Vikingli aileyi ikna ettiler Hava kötü, toprak kayalık olmasına rağmen burada yaşayan başka kimsenin olmaması her şeyi katlanılır kılıyordu Böylece Eric'in bilfiil komutası altında belki de beş yüz kişiden oluşan bir koloni Grönland'e yerleşti

1001 yılında, o zamanlar bütün Vikingleri çeken gezi tutkusu Eric'in oğlu Leif in de kanına girdi Ama gitmek için kesin bir hedef belirlemişti Çeşitli belirtilere ve söylenenlere göre daha batıda başka bir ada daha vardı Babası hala Grönland'ın yöneticisiydi ve bu da Leif'in gemisine adam topla****** bu adayı keşfetmek üzere yelken açmasına olanak verdi Şaşırtıcı bir şekilde kısa süren bir yolculuktan sonra Nova Scotia'nın kıyısına vardılar Babası gibi, Leif de iyi bir ismin insanları çekeceğini bildiğinden buraya Vinland adını verdi

Vinland'ın anlamının üzümle pek bir ilgisi yoktu, doğru tercümesi "bereketli" ya da "dostane" ülke olabilir Sonra, artık bin beş yüz kişilik kalabalık bir topluluğa sahip Grönland'a döndü Babası gibi o da Vinland'ın keşfini duyurmak, yerleşecek insan çekmek ve babasının Grönland'da yaptıklarını yapmak istiyordu

Ama kader buna izin vermedi Kızıl Eric tahtını Leif'e bırakarak öldü Anladığımız kadarıyla Grönland'ı iyi yönetmiş ve liderliği zamanında koloni genişlemişti Ama Leif, yönetiminin ilk birkaç yılında ülkesiyle ilgilenmekten Vinland'a hiç vakit ayıramadı Bu yüzden Vinland'la ilgilenme görevini kız kardeşi, Freydis'e verdi

Freydis'in araştırma gezileri sonucunda ilk kez Vikingler ve Amerika yerlileri birbirleriyle karşılaşmış oldu Vikingler taş ev yapmaya başladıklarında kalmaya karar verdikleri anlaşılınca, yerliler çevrelerinde küçük bir kontrol halkası oluşturdular Bir araya geldiler ve elli kadar Vikingi gemisini geri püskürttüler Vikingler kaybetmiş olsa da Freydis bu kaybedilen çatışmada bile bir kahraman olmuştu Geri dönüp yerlilerin üstüne vahşi bir şekilde saldırarak, gemiler güvenle yola çıkana kadar geri çekilmelerini sağlamıştı

Freydis, birkaç yıl sonra daha büyük bir grupla geri döndü Bu sefer daha iyi silahlanmışlardı, sayıca daha fazlaydılar Ama koloninin kaderi çoktan kötü çizilmiş gibiydi Freydis'in gemisi karaya ilk çıkanlardan değildi Freydis geldiğinde, sahiplenmeyi düşündüğü eve daha önce gelen iki erkek kardeş ve ailelerinin yerleştiğini gördü

Babası, Kanlı Eric'in geleneğini sürdüren Freydis bunu kabullenemedi Her iki kardeşi birden öldürdüğünde kimse araya girme gereğini duymadı Ama karılarının ve çocuklarının da öldürülmelerini emrettiğinde kimse bunu yapmaya yanaşmadı Öfkeden deliye dönen Freydis, eline bir savaş baltası aldı ve bu işi de kendi halletti

O yıl sömürgeciler kışı geçirmek için Grönland'a döndüler İki ailenin katlinin duyulmaması için çaba harcandı ama birileri yine de konuştu Bu, Leif'i çok zor bir duruma soktu Kız kardeşi nedensiz yere, Leif'in korumakla sorumlu olduğu kadınları ve çocukları öldürmüştü Kurallara göre katili öldürtmesi gerekiyordu, ama aynı zamanda kendi kız kardeşini ölüme göndermesi Viking kurallarını çiğnemesi anlamına geliyordu Sonunda, üzüntüyle ve kendini zorlayarak Leif bir çözüm buldu, kız kardeşini sürgüne gönderdi ve Vinland'a gidilmesini yasakladı

Belki de, Vinland'da hiç yerleşim olmazsa, hafızalardan bu kötü anıyı silebileceğine ve kız kardeşini geri getirebileceğine inanıyordu Ya da bu fiyaskodan o kadar hayal kırıklığına uğramıştı ki, katliamın gerçekleştiği yerin bir daha ne adını duymak, ne de görmek istiyordu

Böylece yıllar boyunca yasak sürüp gitti Hatta Leif'in ölümünden sonra kötü hasatlar, zor kışlar yaşanmasına rağmen koloniyi batıya, Kuzey Amerika'ya doğru yaymamaları, bunu akıllarına bile getirmediklerini gösteriyor Bunun yerine birçok kişi Grönland'da kalmalarının olanaksızlığını anladılar ve tekrar İzlanda'ya döndüler Birkaçı kalmaya devam etti, ama iki yüz elli yıl sonra Grönland, tekrar kıta Avrupasından kimsenin olmadığı bir yere döndü

Bu arada bütün bu yıllar sırasında, sadece ailede bir katil olduğu için Leif'in Vinland'a koyduğu yasak saygı gördü Sonuç olarak, dönemin en dinamik ırkı Kuzey Amerika'yı işgal etme şansını kaçırmış oldu Eğer Eric'in oğlu, kız kardeşinin gözden düşürdüğü topraklara gitmeyi yasaklamasaydı, bugün dünya ne kadar farklı olurdu?

Ama o zaman, yapılacak en iyi şey gibi görünmüştü


Jul Sezar'ın Seçilmesi


Tirana ölüm, yaşasın yeni imparator
İÖ 10, Roma

Jul Sezar'ın yönetimi altındaki Roma savaş ganimetleriyle güçlenmiş ve zenginleşmiş bir imparatorluğun merkeziydi, yüzyıllarca önce Roma'nın soylu ailelerinin yaşadıkları ve hatta üzerinde tarım yaptıkları toprakları, şimdi zengin Romalı senatörler köle çalıştırarak işletiyorlardı İmparatorluğun özgür vatandaşları yoksullaşıyordu Ne çiftlikleri onların verimli topraklarıyla, ne de güçleri köle fabrikalarının üretimiyle boy ölçüşebilecek durumdaydı

Roma şehrinde yaşayanların sayısı birkaç bin kişiden iki milyonun üstüne çıkmıştı Bu kadar insanı beslemek şimdiden hazineye ve tüccar denizcilere zor geliyordu Şehir halkını beslemek için gereken tahıl, Mısır'ı ve bugün Balkanlar diye bilinen Romalıların Panoria adını verdikleri bölgeyi fethetmelerinin önemli bir nedeniydi Her iki bölgede de tahıl bol miktarda vardı Nüfusu artan, aç Roma kendisini yönetenlerden çok şey bekliyordu

Bütün hükümetlerde olduğu gibi bürokrasi kendi kendine varolmaya başlamıştı Rüşvet yeme toplumun her kesiminde almış başını gidiyordu Genellikle rüşvet, alınmamasını kontrol etmekle görevli zengin senatör aileleri tarafından destekleniyor ve korunuyordu Lejyonlar az sayıda İtalyan, daha çok da yeni fethedilmiş ülkelerin vatandaşlarının egemenliğindeydi

Ortalıkta huzursuzluk hakimdi; itfaiyecilik bile bir sorundu Roma genellikle birkaç katlı tahta evlerden oluşan bir şehirdi İtfaiyecilik, şehir için çok önemliydi Ama aynı hükümet gibi, o da çürümüş bir kurum haline gelmişti Geniş alanlar fahiş fiyatlarla özel şirketlere ruhsatlanmıştı

Bunlar da karşılığında, bir yangın çıktığında evlerini kurtarmak ya da korumaya çalışmak için her bir ev sahibiyle anlaşmaya başladılar Çoğunlukla bu şirketler ev tam yanarken geliyorlar ve yangını söndürmeye çalışırken ek bir para talep ediyorlardı

Politikacılar da intizamsız ve kuralsız ortamda siyasi katillere dönüşmüşlerdi Özel çeteleri, hizipler ellerinde tutuyorlardı Hatta ordu bile bağımsız hareket ediyordu Senato, orduyu kontrol altında tutmak için çoktan bir yasa koymuştu Buna göre hiçbir kumandan, senatonun izni olmadan Rubicon nehrini aşarak ordusunu başkente yaklaştıramayacaktı ki hiçbir zaman da böyle bir izin verilmedi

Birkaç general Roma'ya girecekleri tehdidinde bulundular; hatta bir tanesi ordusunu yasal sınır olan Rubicon nehrinin ilerisine geçirdi Bu general, Roma'nın çoğunluğunu oluşturan pleplerin desteğini almış Jul Sezar'dı Ama Lepidus gibi diğer liderlerin kendi lejyonları vardı Mesela Crassus'un emrinde imparatorluğun zenginliğinin büyük bölümünü ellerinde bulunduran bir grup adam bulunuyordu

Önde gelen liderler haricinde, politikacılara yapılan suikastlar çok artmıştı Bir zamanlar son sözü söyleme yetkisine sahip olan Senato hızla güç kaybediyordu

Zengin ailelerin ve önemli işlerin başında olan senatörlerin bir karar vermeleri gerekiyordu Daha fazla demokrasi halk tarafından kontrol edilmek demekti Pleplerin zengin elit zararına kendi şartlarını iyileştirmek için hareket etmeleri önlenemezdi Diğer yandan, Sezar gibi liderlerde güçlü bir temel, zenginlik ve halkı yönetmek için gerekli yetenek vardı Bu, bütün yetkilerin bu liderlerden birine verilmesi demekti Bu değiş tokuş sayesinde huzur gelecek, bu da zenginlerin mali ve sosyal pozisyonlarını sağlama alacaktı

Ya da Senato, birçok üyesinin önerdiği gibi, geleneklerin yanında yer alabilir ve imparatorluğun kontrolünü elinde tutmaya çalışabilirdi Ama varolan durum Senato'nun halktan hiç destek almadığını ve çatışan güçler tarafından yakında bir kenara atılacağını gösteriyordu

Böylece senatörler bir araya geldiler ve en az karşı çıkmayı getirecek olan çözümde karar kıldılar Jul Sezar zaten birinci konsüldü, eşit konumda olanlar arasında en önde olandı Zengin ve soylu bir aileden geliyordu, kendi ordusu vardı ve geçmişte Galya savaşlarında gücünü kanıtlamıştı Eğer Senato imparatorluğu yönetmek için güçlü birisini seçecekse en uygunu oydu Jul Sezar'ın başa geçmesi ve huzur ortamı yaratması her şeylerini kaybetmelerinden daha iyiydi Jul Sezar'ın hayat boyu birinci konsül seçilmesinin, en azından kendileri için barış ve refah sağlayacağını düşünüyorlardı

Böylece, Roma'nın soylu aileleri, bir kriz sırasında değil de, barış zamanında bir diktatörün başa geçmesi için oy verdiler Jul Sezar bunun nasıl bir başlangıç olacağını biliyordu Bu nedenle üç kez, Roma sisteminin esasını oluşturan kuralları değiştirmek istemiyormuş izlenimini bırakarak kendisine yapılan teklifi reddetti Aslında bu mevkiye gelmek için ne kadar uğraş vermişti

Sonunda kabul etti ve Senatodaki herkes rahat bir nefes aldı Sadece birkaç gelenekçi tüm sisteme ihanet edildiğini düşünüyordu Bu adamlar 1776'da Amerika Birleşik Devletleri'nde Sam Adams'ın ve Kurucu Ataların yaptığı gibi bütün Romalıların haklarından ve Senatonun kutsal yönetme yetkisinden bahsettiler ve yapılacakları kendi başlarına yapmaya karar verdiler

Tarihi kaynaklara göre Sezar'ı uyaran herhangi bir kehanet yoktu Günlerden 15 Mart'tı, kayıtsız şartsız kabul edilmesi gereken yasa taslaklarıyla birlikte Senato Salonu'na doğru ilerledi Kısa bir zamanda Jul Sezar Roma İmparatorluğu'nun her yerinde mutlak güce sahip olmuştu Sonraki birkaç yıl boyunca da Pompeius ve diğer askeri tehdit oluşturan rakiplerini tasfiye etti Barış ve huzur kısa bir süreliğine geri geldi ama örnek oluşturan bir Senato'nun ortadan kalkmasına ve Roma İmparatorluk Sistemi'nin kurulmasına mal oldu

Bundan sonrasında gerçekleşenler ise iyi kaydedildi ve Shakespeare'in yazdığı oyunla ölümsüzleşti Gelenekçiler, sorumluluklarını tekrar üstlenmesi için Senato'ya gözdağı vermek ve Sezar'ın başa geçmesinin verdiği zararları telafi etmek üzere Birinci Konsülü öldürdüler

Öyleyse yapılması gereken ve en iyi olduğu düşünülen iki karar vardı ortada; birincisi, Jul Sezar'ı hayat boyu diktatör olarak atamak, ikincisi de Konsülün hayatına son vererek bu kararı tersine çevirmekti Birinci kararın başarılı olabilmesi için Sezar düşmanlarını yenmeli ve gücünü pekiştirmeliydi Bunun sonucunda lejyonlar arasında tarihte o zamana kadar görülmemiş çapta bir dizi savaş oldu Sezar öldürüldüğünde, düzeni sağlamak için güçlerini devrettikleri diğer liderlere dönmekten başka çare kalmadı Senato açısından Sezar'ın ölümünden sonraki birkaç yıl hemen bir iç savaş ortamı egemen oldu Önce üçer liderden oluşan iki grup birbirleriyle savaştı

Augustus, Anthonius ve Crassus diğerlerini yendikten sonra bu sefer birbirleriyle savaşmaya başladılar Heba edilen insan sayısı ve maddi hasar inanılmaz boyuttaydı Diğer üç lider de birbirleriyle savaşa başladıklarında iç savaş daha da derinleşti Sonunda Augustus Caesar galip geldi ve sonraki bir yüzyıl boyunca barış hüküm sürdü Tabii ki imparatorluk da bir kişinin keyfi yönetimine kaldı Ama iç savaşların sonuna doğru Roma artık yayılmacı politika izleyen bir imparatorluk olmaktan çıkmıştı

Birbiri ardına elde ettikleri zaferler de geçmişte kalmıştı Zamanla daha az yetenekli imparatorlar başa geçmeye başladı Sonraki iki yüzyıl boyunca değişen koşullara bağlı olarak imparatorlar da değişiyordu Yönetim sistemi içinde hiçbir denge kalmamıştı Senato önemini kaybetti ve sadece bir paravan olmaya başladı Kısa bir denge dönemi için imparatorluk diktatörlük yönetimine dönmüş ve hatta Caligula gibi bir deli imparatorun eline geçmişti

Çoğu kişi tarafından sevilmeyen Brütüs ve suikastçı grubu Senato adına yaptıkları suikastlarıyla işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmeyi başarmışlardı Beş yüzyıl sonraki çöküşlerine kadar, imparatorlardan hiçbiri ne düzenli olarak Senato'ya başvurma, ne de tavsiyelerine uyma ihtiyacı hissetti Belki de Caligula, bir zamanların güçlü kurumuna atını tayin ederek en iyi açıklamayı yapmış oldu

Ama Sezar'ın seçimi, hatta öldürülüşü bile o zamanlar çok doğru bir fikir gibi gözükmüştü


Kral Henry ve Kilise


Papa VIII Henry'yi Bağışlamayı Reddeder
1533, Roma ve İngiltere

Papanın bağışlamaları, Tanrının kanunlarına karşı gelen insanları affetmenin bir yoludur ve sık sık gerçekleşmemesi gerekir

Ancak Katolik Kilisesi standartlarını çok yüksek tutamamıştı O çağda papaların metresleri, gayri meşru çocukları oluyordu Bu şartlar altında bağışlanma kağıtları Vatikan hazinesine yapılan bağışlarla kolaylıkla elde edilebiliyordu

1503 yılında İspanyol Ferdinand kız kardeşi Katherine'in 11 yaşındaki İngiltere Prensi Henry ile evlenmesi için Papa II Julius'dan izin istedi Bir bağışlama gerekiyordu çünkü Katherine zaten Henry'nin ağabeyiyle evliydi ancak kocası ölmüştü Papa ise Hıristiyanlığın bir adamın kardeşinin karısıyla evlenmesini yasakladığını ve bu tür birleşmelerin Tanrının onlara çocuk vermemesiyle lanetleneceğini açıkladı

Ama Papaya müttefiklik sözü verilip büyük bir çeyiz sunulunca -bu çeyiz doğrudan Papanın sandıklarına gitmişti- Papa bağışlamayı kabul etmişti İngiltere'nin gelecekteki kralı Henry Tudor iki yıl sonra kendinden beş buçuk yaş büyük Aragon'lu Katherine ile evlendi

İspanya, İngiltere ve Roma bu evliliği pek ciddiye almadı ve elde ettikleri maddi kazanımlarla ilgilendi Düğün ise planlanandan dört yıl sonra 11 Haziran 1509'da gerçekleşti Henry düğünden iki ay önce İngiltere kralı olarak taç giydi Genç çift için her şey toz pembe görünüyordu

Henry iyi bir kraldı Bir sanatçı, sporcu ve bilgili bir adamdı İhtiraslı, yaşama sevinciyle dolu, kendinden önce gelen krallar kadar iyiydi Katherine ise tutkulu bir şekilde onu yaptıklarında destekliyordu Öyle ki, verimlilik simgesi olan narı kendi sembolü olarak kullanıyordu 1518'e kadar altı kez hamile kalmış ve üç kız, üç erkek doğurmuştu Ne yazık ki, bunlardan sadece bir kız hayatta kalmıştı Bu kızın adı Mary idi

Arkasından gelen bir oğlunun olmaması Henry'nin hoşuna gitmemişti Ayrıca kendinden beş yaş büyük olan, hem de altı doğumdan sonra iyice yaşlı görünmeye başlayan bir kadınla evli olmak da onu sıkıyordu Çirkinleşmiş ve kendini iyice dine vermişti Katherine Genç ve tutkulu Henry'nin yüzünü bir arayış içinde genç kadınlara dönmesi kaçınılmazdı, başka bir seçeneği yoktu Çünkü halkına bir prens borçluydu

Henry'nin ilgisi sarayda Anne Boleyn adıyla bilinen bir genç kadına yönelmişti Henry bu kadını "bir meleğin ruhuna sahip, tahta yakışan bir genç hanım" olarak tanımlıyordu Ama Anne hırslı bir kadındı ve kralın metreslerinden biri olmaya hiç niyeti yoktu Anne kraliçe olmak istiyordu, Henry de taht için erkek varisler Bu kusursuz bir eşleşmeydi Ancak bir sorun vardı, Henry hala Katherine ile evliydi ve Katherine'in Henry'yi bırakmaya hiç niyeti yoktu

Sorun değil, diye düşündü Kral

Kralın danışmanlarından biri olan Kardinal Wolsey hernen yeni papa Clement'e bir başvuru yaptı Henry'nin Katherine ile olan evliliği geçersiz sayılmalıydı, çünkü ilk bağışlama hatalıydı! Bu "hata"nın düzeltilmesi Katherine'in kızı Mary'nin de tahtın varisi olmadığı anlamına gelecekti Çünkü geçersiz bir evlilikten doğan bir çocuk muamelesi görecekti

Katherine'in ajanları ve ailesi çoktan Vatikan'la bağlantı kurup kralın bu bağışlamayı sadece kişisel zevkleri için, ona layık olmayan bir kadınla beraber olmak için istediğini açıklamıştı Wolsey ise olaya, tahta bir erkek varisin gerekliliği, Anne Boleyn'in erdemleri ve Katherine'in hastalığı yüzünden krala karşı olan karılık görevlerini yerine getiremediğinden bahsederek yaklaşmıştı

Konuşmalar, anlaşmalar uzadı ve tüm Avrupa'yı politika, maliye ve sosyal çatışmalar açısından karıştıracak hale geldi Bunlarda Anne'in reformcu inançlarının da etkisi büyüktü Anne ile ilgili haberler İspanyol elçileri tarafından hemen Roma'ya uçuruldu Katherine'in kraliçe olarak kalması onlar için gerekliydi

Bir süre sonra Henry'nin sabrı taştı Roma, İngiltere ile olduğu kadar İspanya ile de arasını iyi tutmaya çalışıyordu Esas sorun Clement'in kendinden önceki bir papanın aldığı kararı bozmak istememesiydi

Anne'in acele ettirmesiyle ve taht için gerekli bir erkek varis beklentisinin verdiği tutkuyla sonunda Roma ile giriştiği tüm görüşmeleri kesti ve yeni bir kilise kurdu Anglikan Kilisesi Hemen kendisini kilisenin başı ilan etti, Anne ile evlendi ve ilk evliliğini geçersiz ilan etti

Henry aforoz edildi ancak bu çok umurunda değildi çünkü artık kendi kilisesi vardı ve istediğini yaptırabilirdi

Anglikan kilisesinin ömrü Anne Boleyn ile yaptığı evliliğin ömründen daha uzun sürdü Anne 19 Mayıs 1536'da idam edildi ve böylece Henry serbest kaldı Henry ile aşağı yukarı üç buçuk yıl evli kalmışlardı Ardında sadece bir kız evlat bıraktı Erkek varis doğuramamıştı Papanın aforoz etmeden birkaç yıl önce "İnancın Savunucusu" unvanını verdiği Henry'nin Anne Boleyn'le evlenme fikri tarihin büyük fiyaskolarından biri oldu



Alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.