Tâcüddîn Zâhid-İ Geylânî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tâcüddîn Zâhid-İ Geylânî




TÂCÜDDÎN ZÂHİD-İ GEYLÂNÎ

İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden İsmi İbrâhim, babasınınki Rûşen Emir'dir Künyesi Ebü's-Safvet, lakabı Tâcüddîn'dir Doğum târihi bilinmeyen İbrâhim Zâhid-i Geylânî, Âzerbaycan'da bulunan Geylân nâhiyesine bağlı Siyâverû isimli köyde doğdu 1305 (H705) senesinde Geylân yakınlarında bulunan Lenger-i Künân denilen yerde vefât etti Kabri oradadır

İlim tahsîline Geylân'da başlayan İbrâhim Geylânî'nin, baba ve dedeleri de kendisi gibi ilim ve fazîlet sâhibi idiler

Seyyid Cemâleddîn-i Ezherî, hocası Şihâbüddîn-i Tebrîzî'nin huzûrunda kemâle gelip, insanlara İslâmiyet bilgilerini anlatmak üzereGeylân'a gitmesi emredilince, Geylân'a gelip yerleşti Bu günlerdeİbrâhim Zâhid çocuk olup, kitapları koltuğunda mektebe gidip geliyordu Cemâleddîn hazretleri bir gün yolda, aynı şekilde mektebe gitmekte olan İbrâhim Zâhid'i gördüElini başına koyarak; "Hocam Şihâbüddîn, bizi buraya, bu mâsûm yavruyu yetiştirmek üzere gönderdi" buyurdu

İbrâhim Zâhid-i Geylânî, zâhirî ilimlerde tahsîlini tamamlamak üzere Şîrâz'a gitti Orada zâhirî ilimleri ikmâl ettikten sonra, bâtın yolunda da ilerlemek için, Ehl-i sünnet âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olan Sa'dî-i Şîrâzî hazretlerinin huzûruna vardı Ona talebe oldu Onun sohbetleri bereketi ile, yüce makamlara, üstün derecelere kavuştu

Sâ'dî-i Şîrâzî hazretleri, bir gün İbrâhim Zâhid'e; "Evlâdım! Bizim yanımızdaki terbiyen tamam olmuştur Bundan sonraki yetişmen ve yükselmen ise, Seyyid Cemâleddîn'e havâle edilmiştir Geylân'a git Cemâleddîn'in hizmetinde bulun" dedi Bundan sonra Geylân'a gidip, orada Lâhicân'da oturan Cemâleddîn hazretlerinin dergâhına vardı ve ona talebe oldu Sohbet ve hizmetinden ayrılmadı Burada, yüksek olgunluklara, üstün makamlara ulaştı

Bir gün geçtiği bir yerde bulunan yabânî otlardan biraz kopardı O otların, elinde ham gümüş olduğunu görünce hayret etti Hâlbuki onun, böyle şeylerde gözü gönlü yoktu İstemezdiDünyâlık şeylerin elde bulunmasını kabahat ve kusûr sayardı "Ne kabahat işledim ki böyle oldu?" diye ağlayarak secdeye kapandıTövbe ve istigfâr etti Sonra yolunu değiştirip, başka tarafa gittiBu defâ eline aldığı otların hâlis altın olduğunu görüp, sıkıntı ve üzüntüsü daha da arttıHemen hocası Cemâleddîn'in yanına geldi Ağlayarak olanları anlattı Yalvararak, bu hâlden kurtulmak istediğini, bunun için kendisine yardım etmesini istirhâm etti İbrâhim Geylânî'nin anlattıklarını dikkatle dinleyen hocası şöyle söyledi: "Bu öyle bir hâldir ki, tasavvuf yolunda ilerleyen sâliki, böyle şeylerle tecrübe ve imtihân ederler Sen bu imtihanı kazandın Bütün nebî ve velîlerin rûhları ile birlikte, yerde ve gökte olan melekler ve bütün mahlûkât, sana Zâhid dediler ve nâmını da Şeyh Zâhid koydular"

Zâhid, haram ve şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk eden, dünyâya ve dünyâlık olan şeylere muhabbeti olmayan, kalbi bunlara meyletmeyen kimsedir

Bir gün hocasının emri ile, tarladan bir çuval pirinci omuzlayıp dergâha getiriyorduBir ara çok yorulduğu için, çuvalı yere koyup birazcık dinlenmek istedi Bu esnâda, çuvaldan bir pirinç tânesinin düştüğünü gördü Onu alıp ağzına atmak istedi Fakat, bir tâne olmasına rağmen buna ehemmiyet verdiBununla imtihân edilmekte olabileceğini düşündü ve pirinç tânesini çuvala koydu İbrâhim Zâhid, çuvalla birlikte dergâha geldi Hocası Cemâleddîn hazretleri onu görünce; "Ey İbrâhim! Sözünde sadâkat gösterdin Ahdine vefâ eyledin Zâhid nâmına lâyık olduğunu isbât ettin" buyurdu

Seyyid Cemâleddîn hazretlerinin huzûrunda yetişip kemâle gelen İbrâhim Zâhid-i Geylânî, fetvâ verecek dereceye geldiEvliyânın büyüklerinden oldu

Hocası Seyyid Cemâleddîn, vefâtı yaklaştığında,İbrâhim Zâhid-i Geylânî'ye vasiyet edip buyurdu ki: "Vefâtımdan sonra, insanlara faydalı ve onların hidâyete kavuşmalarına vesîle olmak maksadıyla, memleketinden tarafa git Orada taşlık ve dağlık bir bölge görür ve dağ içinde bulunan bir vâdiye ulaşırsın O vâdi sık ağaçlarla kaplıdır, içine girip yol almak mümkün değildir O ağaçların yanına vardığında, selâm verirsin Ağaçlar, hâl lisanları ile senin selâmına cevap verirler ve ikiye ayrılıp sana yol gösterirler Orayı da geçtikten sonra karşılaştığın yer, senin hizmet yerin olsun" dedi Bunları dikkatle dinleyip; "Baş üstüne" diye karşılık veren Zâhid-i Geylânî, hocasının vefâtından sonra, aynı târif edilen şekilde gitti Her şey hocasının bildirdiği gibi oluyordu Nihayet bildirilen yere vardı ve orada yerleşti Burada uzun seneler hizmet ile meşgûl olup, insanlara faydalı oldu Bir çok kimsenin hidâyete kavuşmasına vesîle oldu

Nefse uymamakta çok gayretliydi Gündüzleri oruç tutar, geceleri de namaz kılmakla, Kur'ân-ı kerîm okumakla, Allahü teâlâyı zikretmekle vakit geçirirdi Hiç uyumazdı Gündüzleri oruç tutmakla birlikte, tarlasında çalışır, boş durmazdı Geceleri uyumamak için, ucu demirli bastonunun sivri demirini boğazının altına dayar, böylece uyanık kalmayı sağlardı

Hacı Ali isminde bir zât şöyle anlatır: "Şeyh Zâhid diye bilinen İbrâhim Zâhid-i Geylânî ile birlikte bir gemide yolculuk ediyorduk O zamana kadar ben kendisini şahsen tanımıyordum Fakat hâlinden derviş bir zât olduğu anlaşılıyordu Gemide bir köşede oturuyor ve kimseye karışmıyordu Bir ara bir fırtına çıktı Gemi sallanmaya başladı Hepimiz batacağız zannettik Bu hengâmede, yine bir köşede sâkin sâkin oturmakta olan İbrâhim Zâhid'in yanına vardım Kendisine; "Ey şeyh, böyle tehlikeli bir anda, bir köşede oturacağınıza, bir şeyler yapıp, kurtulmamıza vesîle olsanız, olmaz mı?" demeyi düşünüyordum Hemen yerinden kalkıp, gemicinin yanına geldi Dümeni eline aldı ve çok güzel idâre etmeye başladı Onun dümeni eline almasıyla fırtına sâkinleşti ve gemimiz düzgün gitmeye başladı İbrâhim Zâhid bana hitâben; "Ey Hacı Ali! Gemi böyle kullanılır değil mi?" dedi Ben de; "Evet" dedim Biraz sonra sâlimen karaya ulaştık Gemide bulunanlar dışarı çıktılar Ben de çıktım İbrâhim Zâhid'in yanına yaklaşıp selâm verdim "Ve aleyküm selâm ey Hacı Ali Erdebîlî!" dedi Ben ellerine sarılıp; "Beni nasıl tanıdınız? İsmimi ve nereli olduğumu nereden öğrendiniz?" dedim "Allahü teâlânın izni ile gönlünden geçeni bilen, ismini ve memleketini bilmez mi?" diye cevap verdi Bunun üzerine; "Allahü teâlâ, evliyâsının gözlerinden perdeyi kaldırır ve gizli şeyleri onlara gösterir" sözünü hatırladım

Şerefüddîn isimli bir zât şöyle anlatır: "Âdetimiz olduğu üzere, bir arkadaşım ile berâber İbrâhim Zâhid'i ziyârete gidiyorduk Yanımızda, ona hediye olarak götürecek bir şeyimiz yoktu Bu endişeyle yola devâm ederken, Geylân Nehri kenarına geldik O sırada nehrin sularının kabardığını, büyük bir balığın sâhile vurduğunu hayretle gördük Biz, gözümüzün önünde bir anda meydana gelen bu hâl karşısında hayrette iken, nehrin suyu tekrar sâkinleşti Bizim hayretimiz daha da arttı Balığı alıp hocamıza hediye götürmeye karar verdik Vardığımızda, bizi huzûruna kabûl etti İltifât ederek hediyemiz olan büyük balığı aldı ve mutfağa gönderdi O balığı pişirdiler Orada bulunan herkes yiyip doyduğu hâlde, balığın eti bitmemişti Yemekten sonra sohbete başlayan İbrâhim Zâhid hazretleri, söz sırasında buyurdu ki: "Tam bir teveccüh ile Allahü teâlânın velî kullarına yönelenler,Allahü teâlânın ve mahlûkâtın sevgilisi olurlar Hattâ göktekiler ve yerdekiler bile, onlara yardım, ikrâm ve hürmet ederler" Biz, onun bu sözünü, bizim hakkımızda söylediğini, kerâmet olarak hâlimize vâkıf olduğunu anladık"

İbrâhim Zâhid-i Geylânî'nin talebelerinden olan Ahmed isimli bir zât şöyle anlatılır: "Bir gün hocamızla birlikte bir yerden geçiyorduk Yanımızda bâzı talebe arkadaşlarımız da vardı Haddini bilmezlerden bâzıları, bizi görünce birbirlerine; "Hey! Bakın pilav düşmanları geçiyor Kim bilir nereye yağlı pilav yemeye gidiyorlar Bunlar dışarıdan sûfî görünürler, ama Allah bilir, tenhâda yalnız kaldıklarında neler işlerler!" gibi uygunsuz ve edep dışı şeyler söylediler Bu sözler hocamızın gayretine dokundu Çok üzüldü Onlara; "Eğer biz, sizin dediğiniz gibi değilsek, hidâyete kavuşmuş olup, başkalarını da bu yola dâvet eden, nefsinin arzularını hakîr gören, nefsine ve şeytana uymayıp, cenâb-ı Hakk'a şükredenlerden isek, ayaklarınız dökülsün mü?" dedi İbrâhim Zâhid hazretlerinin sözü biter bitmez, o kimselerden herbiri kötürüm oldu Ayakda duramayıp, yere yıkıldılar ve hepsi de, binlerce elem ve sıkıntı içinde, acılarla kıvranmaya başladılar Oradakiler bu hâli görüp ibretle seyrettiler Orada bulunan diğer insanlar, Allahü teâlânın velî kullarına sataşmanın, onları incitmenin ne büyük felâket olduğunu, gözleriyle görüp anladılar Bununla berâber, bu kimselerin bu acılarının, âhirette çekecekleri azap ve sıkıntılar yanında pek hafif kalacağını da düşünüp; "Allahü teâlânın evliyâsını incitmekten Allahü teâlâya sığınırız" dediler

Vefâtı yaklaştığında, yanında bulunan talebeleri ve yakınları, ona yalvararak; "Efendim! Uzun zamandır ağzınıza bir şey koymadınız Hep oruçlu oluyorsunuz Bununla berâber, iftar ve sahurda da bir şey yemiyorsunuz Bu sebeple rahatsız olmanızdan, hastalığınızın artmasından endişe ediyoruz" dediler Onların bu sözlerine karşı iltifât edip tebessümle karşılık veren İbrâhim Zâhid; "Güzel bir et olsa, suyla pişirilip yahni yapılsa" dedi Bildirdiği gibi güzel bir yemek pişirip akşama hazırladılar Akşam olup, namazdan sonra sofraya oturdular Kendisi su ile iftâr eden İbrâhim Zâhid hazretleri, o yemekten yemedi "Efendim! Bir mikdâr da olsa yeseniz" diyenlere; "Siz yiyiniz Talebelerimin yemek yemelerini, ağızlarının hareketlerini seyretmek bana ayrı bir zevk veriyor" buyurdu Ertesi gün yine oruca niyet etti ve oruçlu olarak vefât etti Yetiştirdiği talebelerinin sayısı pekçok olup, önde gelenleri ve kendisinden sonra halîfesi olan dört tânesinin isimleri şunlardır: Safî, Ahî Yûsuf, Pîr Hikmet ve Ahî Muhammed

MİSÂFİRE İKRÂM

Bir defâsında seyahate çıkan İbrâhim Zâhid hazretlerinin yolu Erdebîl'e düştü Orada Abdülmelik Mescidi diye bilinen bir mescidde misâfir oldu Mescidin vazifeli müezzini o gece rüyâsında, mescidin bânîsi (inşâ ettireni) olanAbdülmelik hazretlerini gördü Abdülmelik, müezzine; "Bu gece mescidimize bir misâfir geldi Git bak Onu ağırla" dedi Müezzin de, misâfire ikrâm edecek bir şeyi bulunmadığını söyledi Bunun üzerine Abdülmelik; "Evin falanca yerindeki yağ ile, falan kimsenin hediye ettiği pirinci ve filan yerdeki eti pişir Mescidde bulunan misâfirimize ikrâm et!" dedi Bundan sonra uyanan müezzin, rüyâya îtimâd etmeyip tekrar yattı Aynı rüyâyı tekrar gördü Uyandı Tekrar yattı Aynı rüyâyı üçüncü defâ görüp biraz da îkâz edilince, kalktı ve mescide geldi İbrâhim Zâhid mescidde oturup, Allahü teâlâyı zikretmekle meşgûldüMüezzin ona, rüyâdan hiç bahsetmeden; "Efendim! Hoş safâ geldiniz Bir şeyim yok ki size ikrâm edeyim" dedi O da; "Şimdi geri git, Abdülmelik'in târif ettiği şekilde yemek yap getir! Ona îtirâz etme! Sonra zarar görürsün" dedi Onun bu apaçık kerâmeti karşısında hayrete düşen müezzin, karşısındaki şahsın, sıradan bir kimse olmayıp velîlerden olduğunu anladı ve ellerine sarıldı Hemen gidip yemeği hazırladı İbrâhim Zâhid hazretlerine ikrâm etti ve talebeleri arasına katıldı

ŞEYH ZÂHİD'İN EMRİ

Bir gün İbrâhim Zâhid-i Geylânî hazretlerinin huzûruna, gözyaşları içinde bir kadıncağız gelerek, çok sıkıntıda olduğunu, duâsını almaya geldiğini, derdine hiç kimsenin çâre bulamadığını, lütfen kendisine bir çâre göstermesini ricâ edip, derdini şöyle anlattı: "Dünyâda bir oğlumdan başka kimsem yoktur Oğlum bir hastalığa tutuldu Hastalığın verdiği elem ile, kendinden geçmiş bir şekilde bir ağacın altında uyurken, bir yılan gelip, ağzından midesine girdi Hâlen orada Bâzan çok elem veriyor Çok yerlere mürâcaat ettim Fakat bir netîce alamadım Ne olur siz yardımcı olunuz!" Kadının anlattıklarını üzüntü ile dinleyen İbrâhim Zâhid'in önde gelen talebelerinden Şeyh Sâfî de orada idi İbrâhim Zâhid bu talebesine buyurdu ki: "Git, o yılana; "Şeyh Zâhid'in emri var" de Oradan çekip gitsin ve bir daha o yiğide zarar vermesin" Kadın biraz rahatlamış olarak evine döndü Biraz sonra da Şeyh Safî o eve geldi Bu hâli haber alanlar meraklanıp, acabâ nasıl olacak diye o kadının evine toplanmışlardı Şeyh Safî, delikanlının yanına varıp, hocasının söylediklerini söyledi Sözünü bitirir bitirmez, gencin ağzından çıkan yılan, oradan uzaklaşıp gözden kayboldu Bu hâli görenler, hayrette kaldılar Genç ve annesi, sevinçlerindenAllahü teâlâya çok şükredip, İbrâhim Zâhid ve talebelerine çok duâ ettiler Onlara olan muhabbetlerini arttırdılar

1) Lemezât (Süleymâniye Kütüphânesi, Hâlet Efendi Kısmı, 281 numaralı kitap)
2) Menâkıb-ı Safiyyüddîn Erdebîlî (SüleymâniyeKütüphânesi,Hekimoğlu Kısmı, 775 numaralı kitap)
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c11, s96
4) Silsilenâme-i Celvetî; s65

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.