Ebû Abdullah El-Kureşî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ebû Abdullah El-Kureşî




EBÛ ABDULLAH EL-KUREŞÎ

On ikinci yüzyılda Endülüs, Mısır ve Filistin taraflarında yaşamış olan büyük velîlerden İsmi Muhammed bin Ahmed bin İbrâhim'dir Hazret-i Hasan'ın soyundan olup, Kureşî ve Hâşimî nisbeleriyle bilinir Ebû Abdullah künyesiyle meşhûr olmuştur 1150 (H544) senesinde Endülüs'te doğdu 1202 (H599) senesinde Kudüs'te vefât etti Kabri orada olup ziyâret yeridir

Endülüs'te dünyâya gelen Ebû Abdullah el-Kureşî, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı Memleketinin âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti ve velîlerin sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi Hem zâhirî hem de mânevî ilimlerde yükseldi Fıkıh, tefsîr, hadîs gibi ilimlerde yüksek âlim, tasavvuf yolunda ise, üstün bir velî oldu

Büyük velî Ebû Yezid el-Kurtubî'den feyz aldı ve uzun müddet hizmet ve sohbetinde bulundu Hocası Ebû Yezîd el-Kurtubî'den tasavvuf yoluna girişini sordu O da buyurdu ki: "Beni bu yola sevk eden şu hâdisedir: "Ticâretle meşgûl oluyordum ve benim ıtır ve koku sattığım bir attar dükkanım vardı Bu dükkânda kıymetli ve pahalı şeyler satıyordum Giydiğim elbiselerim de kıymetliydi Bir gün sabah namazını kılmak için câmiye girmiştim Namazı bitirir bitirmez büyük bir halka hâlinde insanların toplanmaya başladıklarını ve bir şeyler okuyup anlattıklarını gördüm Bir kenara çekilip dinlemeye başladım Topluluktan biri bir kitaptan sâlihlerin hal ve menkıbelerini okuyordu

Kendi kendime yanımdaki kimsenin işitebileceği kadar hafif bir sesle; "Sübhânallah, bu kitaba şu hikâyeleri de almışlar Hayret edilecek şey doğrusu" dedim Yanımda bulunan bir kimse; "Ya bu kitapta neler anlatılmasını beklerdin?" dedi Ben; "Bu anlatılan şeyler yalan veya çok abartılmış sözlere benziyor Adam bir sene müddetle su içmiyor, fakat yaşıyor" dedim O kimse; "Bu anlatılanları inkâr etme Çünkü ben buradaki insanlar arasında sâlih ve velî kimseler görüyorum" dedi Bu sırada halkada oturan zayıf, elbisesi yıpranmış bir kimse başını kaldırıp bana baktı ve; "Sâlih kimseler hakkında böyle konuşmaktan sıkılmıyor musun" dedi Ben; "Nerede o senin dediğin sâlih kimseler?" dedim

Bu konuşmalardan sonra oradan ayrılıp şaşkın bir hâlde dükkanıma geldim Öğleye yakın, dükkanda her zaman olduğu gibi oturuyor, alış-verişe devâm ediyordum Bakınca câmide gördüğüm o kimsenin dükkanın önünden geçtiğini gördüm Beni görmeden geçti Az sonra geri dönüp geldi Beni arıyordu Selâm verdi, selâmına cevap verdim Bana; "Senin ismin nedir?" diye sordu Ben de; "Abdurrahmân'dır" dedim "Beni tanıyor musun?" diye sordu; "Evet tanıyorum Sen câmide konuştuğum kimsesin" dedim Bana; "Sâlih kişiler hakkında hâlâ aynı düşünce ve inanışa sâhip misin? Yoksa tövbe ettin mi?" dedi Ben ona; "Benim inanışımda tövbe edilecek bir yer yoktur" dedim O kimse dükkanın masasına dayandı ve bana;

"Ey Ebû Yezîd! Sâlih kimseler hakkında ne diyorsun?" dedi Ona; "Nerede senin dediğin sâlih kimseler?" dedim O da; "Çarşıda yürüyorlar Eğer onlardan birisi, şöyle şöyle söylese" derken dükkanın boşluğundaki taşa işâret etti Onun işâreti ile dükkan sarsılmaya başladı Dükkanın depo kısmının duvarında iki yarık meydana geldi Hayretle o yarıklara bakıp; "İnsanların böyle yapabilmek gücü var mıdır?" dedim O kimse; "Bu gördüklerin,Allahü teâlânın sâlih ve velî kullarına verdiği kerâmetler yanında nedir ki" dedi "Bundan daha büyük hâller de mi var?" dedim O kimse; "Eğer o kimseler senin bu dükkanın tamâmen sarsılmasını dileseler, bu dükkanın içinde cam ve kap cinsi bir şey kalmazdı" dedi O kimsenin bu sözleri karşısında hayret ve şaşkınlık içinde bakıp kaldım Sonra yanımdan ayrılıp gitti

Olanlar karşısında korku ve dehşete düştüm Kendi kendime; "Benim gibi bir adamın ömrü o sâlih kimselerin bir işâretiyle yıkılabilecek olan bu dükkanı beklemekle geçiyor Halbuki sâlih kimseleri her zaman bulmam mümkün değildir" dedim Ertesi gün câmiye gidip o zâtın ders halkasına dâhil oldum Sonra dinlemeye başladım Dinlediğim şeyler benim hâlimde büyük değişikliklere yol açtı Dükkana gidecek hâlim kalmadı Sonunda gidip anahtarları dayıma verdim Dükkanın sâhibi dayım oldu Dayım bana; "Nereye gidiyorsun?" diye sorunca; "İnşâallahü teâlâ geleceğim" deyip ayrıldım Dayım asıl maksadımı bilmiyordu Bundan sonra dükkana dönmedim Böylece dünyâ işlerini terk edip tasavvuf yoluna yöneldim Kısa bir müddet içinde yüksek hâl ve derecelere kavuştum"

Ebû Abdullah el-Kureşî bir müddet sonra Mısır'a gidip âlim ve velî zâtların sohbetlerinde ve ilim meclislerinde bulundu İnsanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp, onların kurtuluşu için çalışmaya başladı Mısır'da bulunduğu sırada pekçok kimse onun ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu Kâdıl-Kudât İmâdüddîn bines-Sükkerî, Allâme Şihâbüddîn Ebü'l-Hasan, Ebü'z-Zâhir Muhammed el-Ensârî, Ebü'l-Abbâs Ahmed bin Ali el-Ensârî el-Kastalânî ve daha birçok âlim ve velî ondan ders aldılar

İnsanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmalarına vesîle olan Ebû Abdullah el-Kureşî, birçok âlim ve velî yetiştirdi Güzel ahlâkı, güler yüz ve hoş sohbetleriyle insanların gönüllerini fethetti Herkes onun yüksek bir velî olduğunu kabûl edip, uzaktan yakından gelerek sohbetlerinden istifâde ettiler İlim ehline son derece saygılı olan Ebû Abdullah el-Kureşî halk arasında hikmetli sözleriyle onların kalplerine şifâ akıttı İnsanlar onun hikmetli sözleriyle ilim ve ihlâs sâhibi oldular

Sohbetlerinde Allahü teâlânın velî kullarına karşı edepli olmayı ve kusur etmemeyi tavsiye etti Bir defâsında buyurdu ki:

Evliyâya dil uzatan, onlara karşı edep dışı harekette bulunan ve onları inkâr eden kimse, en kötü hâl üzere ölür

Talebeye tövbeden sonra ilk emredilen, kötü arkadaşları terk etmesi, maksaddan uzaklaştıracak şeylerden uzak durmasıdır

Verâ yâni şüphelilerden kaçmak, amellerin, ibâdetlerin esâsı, temelidir

Bir işin başı, sonuna delildir, alâmettir

Dünyâ mezbelelik gibidir Hiç bir kıymeti yoktur Bunun içindir ki, sâdık mümin, dünyânın ne sevgisi, ne buğzu ile uğraşmaz

Dostlarının, arkadaşlarının hukûkunu gözetmeyen, onlarla sohbetin, berâber olmanın bereketine kavuşamaz

Ömrü uzadığında iyi amelinin artması, ihtiyâcı çoğaldığında cömertliğinin artması, ilmi arttıkça tevâzûunun artması, evliyânın alâmetlerindendir

Kul, ibâdetlerinde doğru olursa, ummadığı yerden yardımlara kavuşur

Mâsiyetin, günâh işlemenin sebebi gaflettir Yâni Allahü teâlâyı unutmaktır

Rehberi olmayan yolunu şaşırır

İhtiyâcın olmadıkça, kimseden bir şey isteme

Her makâmın kendine mahsus bir ilmi, her hâlin riâyet edilmesi gereken bir edebi vardır

Kalben hocasını beğenmeyen, hocasından gelen hiç bir feyze kavuşamaz

Allahü teâlânın velî kullarını hakîr görmek, kötü işleri yapmaya bir vesîledir

"Her kim Allahü teâlânın ârif bir kulunu veya bir velîsini üzerse, onun kalbi mühürlenir Onları üzmeye devâm eden, îtikâdı bozulmadıkça ölmez"

Allahü teâlâya kulluk vazîfelerini ihmâl etmemek ve O'na tevekkül etmek husûsunda da buyurdu ki:

"Allahü teâlâya kullukta edepten ayrılma! O'na karşı haddini aşma! Seni isterse kendisine ulaştırır"

"Allahü teâlâya kavuşturan doğru yoldan ayrılmayınız Çünkü O'na bu yoldan başka bir yolla kavuşulamaz"

Fıkıh âlimi Ebû Tâhir şöyle anlatır: "Bir gün Kudüs'te bir medresenin önünden geçtim Fıkıh âlimleri medresenin kapısında, üzerlerinde süslü elbiseler olduğu hâlde toplanmışlardı Oradan geçip Ebû Abdullah el-Kureşî hazretlerinin yanına döndüm Geceyi orada geçirdim Ertesi gün Ebû Abdullah Kureşî bana; "O medreseye git Orada hoca ol!" dedi Bu, büyük ve olması imkânsız bir işti Oraya gidince, kapıcıların beni içeri almayacaklarını zannettim Fakat hiçbiri, içeri girmeme mâni olmadı İçeri girdim Müderrisin bir yere oturduğunu ve etrâfında birçok zâtın dâire hâlinde ders halkası teşkil ettiklerini gördüm Ben de onların arasına katılmak istedim Beni hakîr görerek yer açmadılar Bunun üzerine arkalarına oturdum Sonra medreseye bir zât geldi Müderris onu görünce, yüzünün rengi değişti ve ona doğru giderek karşıladı Oradakiler de peşi sıra gittiler Ben, orada birisine gelenin kim olduğunu sordum Ondan, münâkaşa ve münâzarası çok kuvvetli biri olduğunu, o gelince kimsenin ona cevap yetiştiremediğini, herkesin ondan korkup çekindiğini öğrendim O kişi baş köşeye oturup konuşmaya başlayınca, bende birşeyler olduğunu hissettim ve sorularına cevap vermeye başladım Neticede, söyleyecek bir şeyi kalmadı Oradakiler ve müderris, benim böyle ona hiç zorlanmadan cevap vermeme çok şaşırdılar Sırf bu yüzden hürmet ve saygı göstermeye başladılar Münâzara eden o zât, müderrise dönerek benim kim olduğumu sordu Müderris bilmediğini söyleyince; "Medreseler bu gibiler için inşâ edilmiştir" dedi Müderris buna çok sevindi ve yanıma gelerek benim kim olduğumu sordu Ben de söyleyince; "Sizi bu medreseye hoca kabûl ettik" dedi Ben, Ebû Abdullah el-Kureşî'nin yanına gitmek üzere kalkınca, hepsi kalkarak bana; "Bizim âdetimiz medresemize hoca kabul ettiğimiz kişiyi, evine kadar uğurlarız" dediler Medreseden çıkınca, büyük bir kalabalık arkamdan yürümeye başladı Gelmemelerini söyleyince geri döndüler Ebû Abdullah Kureşî'nin huzûruna varınca; "Ey Tâhir! Niye onların gelmelerine mâni oldun? Âdetlerini yerine getirselerdi" buyurunca; "Efendim, zâtı âlinizin hatırını düşünerek onlara mâni oldum" dedim Bu olanlar onun kerâmetiydi Ebû Abdullah Kureşî'nin vefâtına kadar o medresede hocalık yaptım"

Hanımı şöyle anlatır: "Bir gün onun yanından çıkmıştım Odada yalnız idi Sonra bulunduğu odadan bâzı sesler işittim Birisiyle konuşuyordu Konuşmaları bitinceye kadar bekledim Sonra odaya girerek kiminle konuştuğunu sorduğumda; "O Hızır aleyhisselâm idi Bana uzak bir yerden meyve getirmiş Onu yememi istedi ve şifâ olacağını söyledi Ben de, bu hâlimle daha iyi olduğumu belirterek ona teşekkür ettim ve o meyveye ihtiyâcım olmadığını söyledim" buyurdu"

Ebû Abdullah Kureşî oturduğu şehrin vâlisi ile bir yerde yemek yerken, vâli yemekten elini çekti Ebû Abdullah; "Eğer elinizi çekmeniz, benim şu yaralı elim sebebi ile ise mesele yok" buyurdu ve eli gümüş gibi parlayan bir el oldu Onda hiç bir hastalık kalmadı

Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri duâsı makbul bir zât idi Mısır'da bulunduğu sırada büyük bir kıtlık olmuştu Rüyâsında ona; "Bu hususta sizin hiçbirinizin duâsı kabûl olmaz" denildi Bunun üzerine Mısır'dan ayrılıp Kudüs'e gitti Filistin'deki Halîlürrahmân denilen yerdeki İbrâhim aleyhisselâmın makamını ziyâret etti Ziyâret sırasında İbrâhim aleyhisselâmın makâmı yanında uyuya kaldı Rüyâsında İbrâhim aleyhisselâm tarafından karşılandı Ebû Abdullah el-Kureşî, İbrâhim aleyhisselâma; "Ey Halîlullah! Mısır'da büyük bir kıtlık var Duâ buyurunuz" diye arz etti Hazret-i İbrâhim de kıtlığın kalkması için duâ etti Ebû Abdullah el-Kureşî daha sonra uyanıp Kudüs'e döndü Çok geçmeden kıtlığın kalktığı haberini öğrendi

Ebû Abdullah bin Es'ad, Ebû AbdullahKureşî'nin şöyle anlattığını nakletti: Bana hocam Ebü'r-Rebî bir gün şöyle dedi: "Sana bitmek tükenmek bilmeyen bir hazîne öğreteyim mi?" Ben de; "Evet" deyince, Ebü'r-Rebî bana; "Şu duâyı devamlı oku" dedi

Okumamı istediği duâ şöyle idi: "Yâ Allah, yâ Vâhid, yâ Mûcid, yâ Cevâd, yâ Bâsit, yâ Kerîm, yâ Vehhâb, yâ Ze't-Tavl, yâ Ganî, yâ Mugnî, yâ Fettâh, yâ Razzâk, yâ Alîm, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Bedîassemâvâti vel-ard, yâ Ze'l-celâli vel ikrâm Yâ Hannân, yâ Mennân infehnî minke bi nafhat-i hayrin tugnînî bihâ ammen sivâk in testeftihü fekad câekümü'l-feth İnnâ fetehnâleke fethan mübînâ Nasrun minellahi ve fethun karîb Allahümme yâ Ganî, yâ Hamîd, yâ Mubdî, yâ Muîd, yâ Vedûd, yâ ze'l-arşil-Mecîd, yâ Fe'âlen limâ yürîd, ikfinî bihelâlike an harâmike ve agninî bi fadlike ammen sivâke ihfaznî bimâ hafizte bihizzikr Vensurnî bimâ nasarte bihirrusül İnneke alâ küllî şey'in kadîr" Sonra bana şöyle dedi"Her kim bu duâyı namazlardan özellikle Cumâ namazından sonra okursa, Allahü teâlâ onu her türlü kötülükten muhâfaza eder Düşmanlarına karşı muzaffer kılar, ona ummadığı yerlerden rızıklar verir, geçimini kolaylaştırır Borcu dağlar kadar büyük ve kabarık olsa dahi, Allahü teâlânın lütfu keremi ve inâyeti ile öder"

Kendisi şöyle anlatır: "Bir gün Abdullah el-Muâvirî'ye gittim Bana; "Ey şerîf! Başın darda kaldığı zaman, yapacak olduğun bir duâ öğreteyim mi?" diye sordu Ben de; "Evet" dedim Bunun üzerine şu duâyı öğretti: "Yâ Vâhid, yâ Ehad, yâ Vâcid, yâ Cevâd, İnfehnâ minke bi nefhati hayrin inneke alâ külli şey'in kadîr" Abdullah el-Muâvirî bu duâyı bana öğretmek için okuduktan sonra başım hiç darda kalmadı, rızkım çoğaldı"

Ebû Abdullah el-Kureşî hac için Mekke-i mükerremeye gitmişti Minâ'da bulunduğu sırada çok susamıştı Fakat su bulamadı Su alacak parası da yoktu Bir kuyunun yanına gitti Kuyunun başında bâzı insanlar vardı Su kabını uzatarak, biraz su vermelerini istedi Onlar ona ezâ edip, su kabını uzak bir yere fırlattılar Kırık bir kalp ve üzgün olarak kabını almak için oraya gittiğinde içi tatlı su dolu bir havuz gördü Kanıncaya kadar o sudan içti ve kabını doldurdu Başka yerde olan arkadaşlarına haber verdi Onlar da gelip o havuzdan içtiler Sonra başından geçen hâdiseyi onlara anlattı Daha sonra, önceden gittiği kuyunun yanına hep berâber gittiler Orada sudan hiç bir eser yoktu O zaman bunun Allahü teâlânın bir imtihanı olduğunu anladı

Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri çok cömert ve hayır sâhibi idi Çarşıdan kendi evinin ihtiyâcı için un satın alır, eve getirirken de ihtiyaç sâhibi kimselere verirdi Fakat eve geldiğinde un kesesinden hiç eksilme olmadığı görülürdü Bir gün yine çarşıdan un satın alıp geliyordu Yolda muhtaç birine rastladı Bu kimse kendisinden un isteyince, her zamanki gibi verdi Yolda giderken; "Eve vardığımda un isterlerse ne diyeceğim?" diye düşünerek gidiyordu Elinde bir şeyin var olduğunu hissetti Avucuna baktığında fakire verdiği unun değeri kadar para vardı Tekrar çarşıya dönüp o parayla un aldı ve evine götürdü

Bir kişinin, gece devamlı ağlayan bir çocuğu vardı Annesi ile babası, Abdullah Kureşî hazretlerinin huzûruna gelerek dört yıldır durmadan ağlayan çocuklarının durumunu anlattılar Bunun üzerine Abdullah Kureşî, çocuğun annesi ve babası ile evlerine gidip, çocuğa; "Ey Yûsuf! Bu gece ağlama" dedi Çocuk o günden sonra hiç ağlamadı

Ebû Abdullah Kureşî hazretlerinin, vefâtına yakın gözleri görmez oldu Hanımının yanına girince cüzzam hastalığından kurtulduğu gibi, gözleri de açılıyordu Bir gün gözleri açılmış, vücûdu cüzzam hastalığından kurtulmuş bir hâlde, gümüş gibi bembeyaz bir tenle dostlarının yanına girdi Onlar Abdullah Kureşî'nin bu hâline çok şaşırdılar Sonra; "Bu hâl ne?" diye sormaktan kendilerini alamadılar Bunun üzerine Abdullah Kureşî; "Allahü teâlâ bana önce âfiyet, sonra da, beni imtihân için, hastalık elbisesini giydirdi Şimdi ise gördüğünüz gibi, yine âfiyet elbisesini giymiş bulunuyorum" diye îzâh etti

Ömrünü İslâm dîninin emir ve yasaklarını öğrenmek ve öğretmekle geçiren Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri 1202 (H599) senesinde Kudüs'te vefât etti Orada defnedildi Eski Kudüs'de olan kabri hâlen sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir Burada yapılan duâların kabûl olduğu çok tecrübe edilmiştir

Ebû Abdullah el-Kureşî'nin sohbetleri ve hâllerini talebeleri Fusûl adlı eserde toplamışlardır

İHTİYAÇ KADAR

Kendisi şöyle anlatır: "Bir arkadaşımla berâber gemiyle bir yere gidiyorduk Arkadaşım çok susadı Su alacak paramız yoktu Yalnız bende, kadifeden bir ihram vardı Onu verip, su satın almak istedik Gemidekilerden hiç kimse su satmadı Arkadaşıma ihrâmı verip; "Bunu geminin kaptanına götür" dedim Arkadaşım gitti ve üzüntülü bir hâlde geri geldi Kaptanın kendisini yanından kovduğunu ve elindeki su testisini fırlattığını söyledi O zaman; "Allahü teâlâ bizlerin yardımcısıdır" dedim Su kabını alıp, denize daldırıp çıkardım ve arkadaşıma verdim Allahü teâlânın izniyle deniz suyu tatlı bir su olmuştu Arkadaşım kanıncaya kadar içti Sonra ben içtim Sonra yanımızda suyu olmayan bir başkası da içti İkinci sefer daldırdığımda, Allahü teâlânın ihsânıyla su kabı, un ve et ile dolu çıktı Unu ve eti pişirerek yedik Üçüncü defâ kabı denize daldırdığımda, bildiğimiz tuzlu deniz suyu çıktı Anladım ki, bizim ihtiyâcımız tamam olmuştu"

BENİ EBÛ ABDULLAH KUREŞÎ İLE EVLENDİR

Ebû Abdullah el-Kureşî'yi sevenlerden bir kişi bir gün evinden işine giderken, hanımına bir arzusu olup olmadığını sordu Hanımı; "Kızına sor" dedi O zât kızına dönerek; "Ne arzu ediyorsan söyle" deyince, kızı; "Benim isteğime senin gücün yetmez" dedi Bunun üzerine o zât kızına; "Allah'ın izniyle dediğini yapmaya çalışırım, istersen bin altın olsa bile" deyince, kızı; "O hâlde beni Ebû Abdullah Kureşî ile evlendir" dedi O zât buna çok şaşırdı Çünkü, Ebû Abdullah Kureşî cüzzamlı olduğu için, dış görünüşüne göre hiç bir kadın onunla evlenmeye râzı olmazdı Bunun üzerine, kızına söz verdiği için Ebû Abdullah Kureşî'nin yanına gitti ve durumu ona anlattı Ebû Abdullah Kureşî o zâta; "Kâdıyı çağır" dedi Adam kâdıyı çağırdı Kâdı geldi ve kızla nikâhlarını kıydı Kızı, Ebû Abdullah Kureşî'nin yanına girmesi için hazırladılar Bütün hazırlıklar bitince, herkes evden ayrıldı Ebû Abdullah Kureşî ile kız evde yalnız kaldıklarında, Ebû Abdullah Kureşî hamama girdi Hamamdan çıktığı zaman, uzun boylu ve yakışıklı bir sûret almıştı Üzerinde güzel bir elbise vardı Değişik bir hâlde gören kız onu tanıyamadı Kendine yakın olmamasını söyledi Ebû Abdullah el-Kureşî; "Benden çekinme, ben yabancı değilim Nikâhlın Ebû Abdullah el-Kureşî'yim" deyince, kız; "Sen Kureşî değilsin" dedi Bunun üzerine Ebû Abdullah el-Kureşî;

"Allah adına yemin ederim ki, ben Kureşî'yim" deyince, kız inandı ve;"Bu ne hâldir?" diye sordu Ebû Abdullah Kureşî, "Bundan sonra, seninle olduğum zaman böyle kalacağım Ama başkaları ile berâber olunca, öbür şeklimle, yâni cüzzamlı olacağım Fakat bu durumu, ben ölünceye kadar kimseye söyleme" dedi Bunun üzerine gelin hanım;"Kimseye söylemeyeceğime söz veriyorum İstersen benim yanımda dururken de cüzzamlı olarak kalabilirsin" dedi Ebû Abdullah Kureşî, onun kendisiyle dış görünüşü için değil de, ilmi ve takvâsı için evlendiğini anlayarak; "Allahü teâlâ sana bolca hayırlar ihsân etsin" diye duâ etti Hanımı bu durumu, Ebû Abdullah Kureşî hazretleri ölünceye kadar kimseye anlatmadı

ELLİ ALTINIM VAR

Annesinden kendisine bir ev mîrâs kalmıştı Bu evi elli altına sattı Altınları bir keseye koyup beline bağladı ve hacca gitmek üzere yola çıktı Yolda eşkıyâ yolunu kesip; "Neyin var?" dedi "Elli altınım var" buyurdu Eşkıyâ; "Altınları ver!" deyince; çıkarıp verdi Eşkıyâ altınları eline alıp bir müddet düşünceye daldı Sonra geri verip, devesini çöktürdü ve; "Buyurunuz efendim, deveme bininiz!" dedi Ebû Abdullah hayret edip; "Sana ne oldu?" buyurdu O kimse; "Siz, bu altınların bulunduğunu inkâr etmeyip doğruyu söylediğiniz için kalbimde size karşı muhabbet hâsıl oldu Ben şimdiye kadar yaptıklarıma pişman olup tövbe ettim Sizinle berâber gelmek istiyorum" dedi Berâberce hacca gittiler O kimse, hazret-i Ebû Abdullah ile olan bu berâberliği ve sohbetinde bir müddet bulunmasıyla Allahü teâlânın velî kullarından oldu

1) Tabakâtü'l-Kübrâ; c1, s159
2) Ravdu'r-Reyyâhîn; s33, 247, 248, 255, 269, 270
3) Nevâdirü'l-Âlem; s58
4) Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ; c1, s114
5) Kalâidü'l-Cevâhir; s123
6) El-A'lâm; c5, s319
7) Şezerât-üz-Zeheb; c4, s342
8) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c6, s162
9) Mu'cemü'l-Müellifîn; c8, s226
10) Füsûl (Fâtih Kütüphânesi numara 5375)
11) Brockelman; Gal1, s461, Sup1, s833

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.