İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriGenel Bilgiler Yüzölçümü: 3539 km² Nüfus: 168634 (2000) İl Trafik No: 76 Türkiye'nin doğu sınırında yer alan Iğdır, efsanevi Ağrı Dağı ile görülmesi gereken bir ildir Iğdır, Türkiye’nin doğu sınırında, yüksek platoların ve dağlık kesimlerin geniş yer kapladığı bir bölgede yer almaktadır Bununla birlikte Iğdır Ovası, jeolojik yapısı ve iklim özellikleri nedeniyle, meyve ve pamuk dahil olmak üzere her türlü tarıma elverişli topraklara sahiptir Türkiye’nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı’nın büyük bir bölümü de il sınırları içinde kalmaktadır Ağrı Dağı hakkında pek çok efsane vardır Bunlardan en bilineni Nuh’un gemisidir İncil, Tevrat, Kur’an gibi kutsal kitaplarda bahsedilen ve ünlü Sümer destanı “Gılgamış”ta da geçen tufandan sonra Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’nda karaya oturduğu inancı yaygındır Bir diğer söylence de dağın zulme ve kötülüğe karşı öfkelenmesiyle ilgili halk inancı çerçevesinde gelişen Ağrı Dağı efsanesidir Yapılan arkeolojik araştırmalara göre, ilin tarihi Paleolitik Çağ’a kadar uzanmaktadır Mezolitik, Kalkolitik ve Eski Tunç çağlarında da iskan edilen yörede, MÖ 1 binde Urartular, Assurlular, Kimmer ve İskit akınları etkin olmuştur Daha sonra Pers, Makedon, Seleukos, Roma hâkimiyetine giren bölge, MS 7 yüzyılda Arapların eline geçmiştir Araplarla Doğu Roma İmparatorluğu arasında sürekli çatışma konusu olan ve birçok kez el değiştiren yöreye, 1064’de Selçuklular egemen olmuşlardır 13 yüzyılda Moğol istilasına uğrayan, 1514’de Çaldıran Savaşı’nın kazanılmasıyla Osmanlı topraklarına katılan Iğdır, 1737-1746 yıllarında İran ve 1878-1918 yılları arasında Rus işgali altında kalmıştır İran üzerinden gelip Doğubayazıt, Kars, Erzurum, Erzincan üzerinden İç Anadolu’ya uzanan İpek Yolu Iğdır’dan geçmektedir Coğrafi Konumu Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan Iğdır’ın doğusunda Nahçivan ve Ermenistan, kuzeyinde Ermenistan ve Kars, batısında Kars ve Ağrı, güneyinde Ağrı ili bulunmaktadır İlçeler ve İletişim Bilgileri TUZLUCA İLÇESİ : Önceki adı Kulp olan Tuzluca İlçesi 7 Ekim 1920 tarihinde Rus işgalinden kurtarılmış ve 1920’ de ilçe olmuştur İl merkezine uzaklığı 39 km dir 1236 Km2’ lik yüzölçümü ile Iğdır ilinin en büyük ilçesi durumundadır Nüfus olarak 26178 nüfusa sahiptir Tuğla Fabrikası ve bölgenin bütün tuz ihtiyacını karşılayan Tuz Dağı ilçede bulunmaktadır Ayrıca Tuz dağında bulunan su göletleri astım hastalığına iyi geldiği söylenmektedir ÖNEMLİ TELEFONLAR Kaymakamlık : 311 20 05 Yazı işleri Müdürlüğü : 311 21 88 Belediye Başkanlığı : 311 20 35 Jandarma Bölük Komutanlığı : 311 24 55 Emniyet Amirliği : 311 20 71 Sağlık Ocağı Tabiiliği : 311 20 69 ARALIK İLÇESİ : 14 Kasım 1920 tarihinde Rus işgalin den kurtarılmıştır Yüzölçümü 611 km karedir Nüfusu 24 089 nüfusa sahiptir İl merkezine uzaklığı 45 km’dir İlimizin ve aynı zamanda Türkiye’nin en uç noktasını teşkil eder Türkiye’nin üç Ülke ile komşu ve müşterek sınırlarının bulunduğu tek kavşak noktası durumundadır ÖNEMLİ TELEFONLAR Kaymakamlık : 411 20 05 Yazı İşleri Müdürü : 411 21 15 Belediye Başkanlığı : 411 20 15 Jandarma Bölük Komutanlığı : 411 28 15 Emniyet Amirliği : 411 20 37 Merkez Sağlık Ocağı Tabipliği : 411 20 08 KARAKOYUNLU İLÇESİ : Karakoyunlu ilçesi 1972 tarihine kadar Iğdır’a bağlı bir köy iken 1992 de 3806 sayılı Kanunla İlçe olmuş Iğdır İline bağlanmıştır Iğdır’a uzaklığı 14 km olup, 19 644 Nüfusa sahiptir ÖNEMLİ TELEFONLAR Kaymakamlık : 518 72 46 Yazı işleri Müdürlüğü : 518 72 14 Belediye Başkanlığı : 518 70 01 Jandarma Bölük Komutanlığı : 518 72 97 Emniyet Amirliği : 518 75 22 Sağlık Ocağı Tabibliği : 518 73 43 Coğrafya Doğu Anadolu gibi yüksek platolar ve dağlık kesimlerin geniş yer kapladığı bir bölgede bulunan İl, gerek iklim, gerekse toprak ve bitki örtüsü gibi tabii çevre özellikleri bakımından oldukça farklı özellikler gösterir Bölge, Aras nehrinin birtakım birleşme boğazları ile birbirlerine bağladığı depresyonlardan (çöküntülerden) birisini oluşturur Ancak, bu depresyon bölgesi, Aras nehri ve bu nehrin yatağı boyunca geçen Türkiye-Ermenistan sınırı tarafından hemen hemen iki eşit parçaya bölünmüştür Sınırlarımız dışında kalan Erivan (Revan) ovası ile Iğdır Ovası'nın birlikte oluşturduğu bu depresyon bölgesinin tümüne "Sürmeli Çukuru" da denilmektedir Fakat yörede bu çukurluğun sınırlarımız içerisinde kalan kısmına "Sürmeli Çukuru", Ermenistan sınırları içerisinde kalan bölümüne ise "Sahat Çukuru" adı verilmektedir Sürmeli Çukuru, Arpaçay'ın Aras'la birleştiği Ergüder mevkiinden başlayıp, Aras nehrinin ülkemiz sınırlarını terk ettiği Türkiye-İran-Nahcıvan sınırlarının birleşme noktasına kadar devam eder Yükseltisi, batıdan-doğuya ve güneyden-kuzeye doğru azalan bu çukurluğun merkezinde Iğdır şehri kurulmuştur Aras nehri boyunca doğu-batı doğrultusunda uzanan Iğdır Ovası, Batı Iğdır, Doğu Iğdır ve Dil ovasından oluşmaktadır Iğdır Ovası'nın güneydoğuya doğru bir uzantısı durumunda olan Dil Ovası (Dil Ucu), aynı zamanda ülkemizin en doğu uç noktasını (440 48') oluşturur Bölgenin güneyinde, kabaca batı-doğu doğrultusunda uzanan Orta Toroslar'ın uzantısı ve Munzur dağlarıyla başlayıp Karasu-Aras dağlarıyla devam eden dağlık kütlenin doğudaki bölümü yer almaktadır Bu bölüm üzerinde yer alan dağlar sırasıyla batıdan doğuya doğru Durak Dağı(2811) m), Zor Dağı (3196 m), Pamuk Dağı (2639 m) Büyük Ağrı Dağı (5165 m) ve Küçük Ağrı (3986 m) dağlarıdır Türkiye'nin en yüksek dağı olan Ağrı Dağı, İran ile tabii bir sınır teşkil eder Anadolu ile Asya'dan uzanan sıradağların bir nevi buluşma noktasıdır İlin güneydoğusunda; çevresinin 128 km’yi, yüz ölçümünün 1188 km²’yi bulduğu tahmin edilen Büyük Ağrı Volkanik Dağı yükselmektedir Dağın 5000m yükseklikteki kesiminde devamlı kar ve buzullarla kaplı bir "krater düzlüğü" ün bulunduğu kabul edilmektedir Büyük ve Küçük Ağrı Volkanik Dağları arasındaki 2687 m yüksekliğindeki geçide "Serdarbulak Geçidi" denilmektedir Ağrı Dağına Oğuzlar, arkadaki dağ anlamına gelen "Arkuri", 1290 yılında bölgeden geçen Marko Polo "Arkdağ", Katip Çelebi ünlü eseri Cihannüma'da ve Evliya Çelebi Seyahatname adlı eserinde "Kül-i Argı" adıyla bahsetmişlerdir Batılıların daha çok "Ararat" dedikleri Ağrı Dağı'na Arap Coğrafyacıları "Cebel-el-Haris", İranlılar ise "Küh-i Nuh" adını vermişlerdir Aslında, iki volkan konisinden oluşan Ağrı Dağı, Serdarbulak geçidi adlı boyun noktası ile Büyük ve Küçük Ağrı kütlelerinden oluşur |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriHalk Çalgıları NAĞARA Orta Asya’da Kös-Tavıl olarak ortaya çıkmıştır Çağlar boyunca bazı değişikliklere uğrayarak, bugünkü şeklini almıştır Kös, daha iri kasnaklı, muhtemelen sığır derisinden yapılır Bazen oyma kasnağa urganlarla gerilir, bazen de yaş iken eğilen ağaçlardan yapılan kasnaklara gerilirdi Boyuna asılarak çalınır Anadolu’da yaygın olan Asma davul, Kösün gelişmiş ve değişmiş şeklidir, denilebilir Nağara Mehter musikisindeki Nakkara da aynı ailedeki sazların başka bir türüdür Nağaradan daha küçüktür Çubuklarla çalınır Nakkara’nın halk müziğine uyarlanmış olanına da Goşa nağara denir ve ilimizde de kullanılır Nağara taşınma güçlülüğünden dolayı asma davul veya Kösün koltuk altına alınarak hareket halinde iken bile çalınacak şekilde yapılmış olanıdır Kasnağı ceviz ağacından yapılanı makbuldür Genelde keçi derisinden yapılır Oğlak derisi daha makbuldür Ses kalitesi oğlak derisinden daha tizdir Gerek sanayinin gelişmesi, gerekse işin ticari bir sektöre dönüşmesi, nağaradaki derinin yerini suni plastik malzemeye bırakmasına vesile olmuştur Yöre oyunlarının vazgeçilmez ritim sazlarındandır (Resim: 48) GARMON Körüklüler ailesinin en gelişmiş sazlarındandır Akordeonun ses ve ezgi zenginliği yönünden bir üst sınıfıdır Sanayinin gelişmesi ile tulumun perdelerle geliştirilmesinden doğan bir sazdır Azerbaycan ve Dağıstan yöresinin hâkim sazlarındandır Dağıstan ve Azerbaycan’ın bazı yörelerinde el tezgâhlarında imal edilir Ahşap kısımları genellikle ceviz ve dişbudak ağacından yapılır Dut ağacından imal edilenleri de bulunur Nota değerleri yönünden de akordeondan daha güçlü yapısal özelliklere sahiptir Yörenin en önemli sazlarındandır Oyunların ve sözlü müziğin en büyük eşlik sazıdır Garmon KLARİNET Üflemeliler gurubu sazların en yaygın olanlarındandır Tarihi çok eserlere dayanmaz Sanayinin gelişmesi ile inkişaf etmiştir Zurna ve kaval ikilisinden esinlenerek yapılmış metaliktir sazlardandır Metal olmayan kısımlarında önceleri boynuz kullanılmış, sonraları bunun yerini plastik malzemeler almıştır Anadolu’nun birçok yerinde kullanılan türleri de vardır Ancak Iğdır yöresinde Azerbaycan Türk halk oyunları ve müziğinin en çok kullanılan sazlarındandır TÜTEK Üflemeliler gurubunun Azerbaycan ve Kafkasya müziğinde en çok rastlanan sazlardandır Çürümeye yüz tutmuş göl kamışından yapılanları makbuldür Erik , yaban elması ağaçlarından yapılır Genelde solo seslerde kullanılır Çünkü tiz seslere göre düzenlenir Garmon gibi el tezgâhlarında büyük özen gösterilerek yapılır Genelde doğallık korunmuştur Ancak ağızlık kısmı zamanla bozulacağından bu kısmına metal ağızlıklar yerleştirilmektedir Bayatıların ifasında çok aranır Ayrıca ferdi yetenekte oynanan oyunlarda da ilimizde en çok kullanılan sazlardandır TAR Kopuz’un ve dutarın gelişmiş ve değişmiş şeklidir Tamamen Azerbaycan’da şekillenmiş ve Türk musiki aletleri içinde milli karakterli Tar olanlarındandır Tamburası ve sapının yapımında en çok dut ve kuru erik ağacı kullanılır Tamburası mutlaka sığır veya manda yüreği zarından yapılır Göğüs hizasında çalınır Köprülü teli pes seslere ayrılmıştır Geçiş ve açılış ezgilerine çok yatkındır Iğdır oyun ve türkülerinin temel sazlarından biridir BALABAN Mey-ney gurubunun bir sazıdır Üflemeliler gurubunun Azerbaycan müziğine damgasını vurmuştur Birçok üflemeliler gibi, bu da kuru erik ağacından yapılır El tezgâhlarında üretilir Dut ağacından yapılanları daha yaygındır Tüteğin tam aksine pes seslerden oluşmuştur Yol sazı diye adlandırılır Uzun havaların ve bölgeye özgü ağıtların (bayatılar dâhil) aranan sazıdır Şirvan yöresi âşıkları da balabandan istifade ederler Ağız kısmı mey gibi yassı kamıştan oluşur Anadolu’nun birçok yöresinde kullanılan meyle yakın akraba bir sazdır |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriTarihçe IĞDIR ŞEHRİ’NİN ADI ”İyilik, yiğitlik, ululuk, büyüklük, bahadırlık” anlamında olan Iğdır kelimesi, Türk Oğuz Boyunun, 24 ana boyundan biridir Aynı zamanda Oğuz Han’ın altı oğlundan en küçüğü olan Deniz Han’ın, dört oğlundan en büyüğüdür Iğdır ve kabilesi, Azerbaycan ve Aras bölgesinde yerleşmiştir Karakoyunluların da mensup olduğu bu boyun ilk başbuğu İğdir Bey’dir Anadolu ve Azerbaycan da “Iğdir” şeklinde söylenir Asıl söylenişi ”İgdir”dir Yöre ahalisi de “İydir” olarak telaffuz eder Iğdır ve çevresi, en geç MÖ 4000 bin yıldan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı ve tarih boyunca birçok kavimlerin medeniyet ve kültürlerine ev sahipliği yaptığı bilinmektedir Araştırmalar, bölgede ilk yerleşimin, paleolitik ve mezolitik devirlerden beri olduğunu göstermektedir Bununla birlikte Iğdır ovasında bulunan küçük taş aletlerle çakmak taşından yapılmış aletler Yontma Taş Devri’nin bu bölgede de yaşandığına tanıklık etmektedir Ayrıca, yörede neolitik devrin MÖ 4000 yıllarına kadar sürdüğü kabul edilmektedir 1943 yılında yapılan araştırmalarda Aralık İlçesi’ nde, Iğdır Merkez Yaycı Köyü ve Karakoyunlu ilçesi, Gökçeli Köyü’ nde, höyükler tespit edilmiştir Aynı zamanda Revan (Erivan) Bölgesi’nde yapılan araştırmalarda da neolitik devre ait çeşitli belgeler bulunmuştur Ancak yörede bugüne kadar henüz bir kazı yapılmadığından bölgede yerleşim tarihinin başlangıcını tam olarak tespit etmek için gerekli bilgiler ortaya konamamıştır Yörenin sahip olduğu elverişli iklim, toprak, su ve sulama şartları yanında, Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen kavimlerin geçiş yolları üzerinde bulunmasından dolayı, bölge için Neolitik devrin başlangıç tarihinin, Anadolu ve Mezopotamya için kabul edilen MÖ 6-7 bin yıllarına kadar uzanacağı tahmin edilebilir Yörenin ilk yerleşik kavimi MÖ 4000 yıllarında Orta Asya’dan gelip Azerbaycan ile Doğu Anadolu bölgesine yerleştikleri tahmin edilen Hurriler’dir Asyalılar ismiyle toplanan bu kavimler, Ön Asya ve Mısır’a göçmeden önce madenleri ve yazıyı keşfetmişlerdi Subaru’larla aynı topluluk olan Hurri’ler MÖ 3 bin yılda Doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerinde Aras boylarına kadar ve Van Gölü civarında yaşıyorlardı Hurri’ler kuzeyde Aras boyları, Sahat Çukuru (Iğdır; Revan Ovası) ile Zağros Dağları’ndan, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz’e kadar yayılmışlardı Hurri’ler (Subarular) sonraki çağlarda Asya’da Sabar veya Sabir Türkleri olarak anılmışlardır Hurri boylarının, MÖ1300 tarihinden sonra bölgenin Hitit devletinin egemenliğine girmesiyle, bir kısmının Asurlularla kaynaştığını, bir kısmının da Van Gölü çevreleriyle Murat, Karasu ve Aras Irmakları’nın boylarında küçük beylikler halinde yaşamaya devam etmişlerdir Birçok tarihi kaynakta Hurri’ lerin Türklerle aynı kültürden geldikleri iddiaları vardır Hurriler, Asur ve Hattilerin saldırıları sonucu siyasi birliğini kaybederek Hatti Krallığı’nın egemenliği altına girmişler, MÖ 1200 yıllarında da Hatti Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte tarih sahnesinden çekilmişlerdir Hattilerin yıkılmasından sonra Doğu Anadolu’da birçok beyliğin ortaya çıktığı görülür Bu beyliklerden biri de Van Gölü Bölgesinden, Fırat Nehri’ne kadar olan yüksek yaylalarda ortaya çıkan Urartulardır Yukarı Ülke anlamına gelen Samici(Ur-Artu) kelimesinin Akadlılar’dan Asurlular’a geçtiği ve Tevrat’ta bu devlete(Ararat) memleketlerine de Ararat ülkesi denildiği anlaşılmaktadır Asurlular ISalmanasar zamanından beri Van Gölü kuzeyindeki yüksek dağlık bölgelere Urartu diyorlardı Urartu Devleti’nin oluşumunda başkentleri Van Gölü’nün kuzey kesimindeki (Arzaşkun)şehri idi Iğdır Bölgesi, Kral Menua(810–785) zamanında Urartu devletine bağlanmıştır Ağrı Dağı ile Aras Irmağı arasında varlığını sürdürmekte olan Erikuakhi Krallığı, Kral Menua tarafından fethedilerek Tuşpa Van merkeze bağlamıştır Aras Irmağı boylarında şehir hayatının Urartulardan önce başladığını, Karakoyunlu İlçesi’ yle Taşburun Nahiyesi arasında Çolegert dolaylarında Bulakbaşı ve Kazancı Köyleri’nde Kral Menua adına yazılmış Urartu kitabelerindeki şehir adlarından anlıyoruz Urartu Devleti’nin İmparatorluğa dönüşmesi ve en parlak devrine ulaşması Kral Menua zamanında gerçekleşmiş, uzun denilecek bir zaman bölgenin en güçlü devleti olmuştur Fakat Kafkaslardan gelen atlı-göçebe bir kavim olan Kimmerler, Urartu’ya tabi beylikleri vurarak Aras boylarına kadar inmişlerdi 713 yılında Asur ordularına karşı savaşan Urartu ordusu, aynı zamanda kuzeyden gelen Kimmer akıncılarına karşıda, Aras boylarında da mücadele vermekteydi Kimmer akını ile arkasından gelen kollarının sıkıştırmasıyla bütün Kür ve Aşağı Aras boyları tamimiyle Urartuların elinden çıkmış oldu III Sarduri’nin oğlu III Rusa ile(610–585) Urartu Devleti sona ermiştir Iğdır, Kars, Ardahan illeri ve çevrelerinde Urartular’a bağlı olarak yedi tane yerel krallık bulunuyordu Bunlardan Erixuaki Krallığı Ağrı Dağı kuzey yamaçları ile Aras Nehri arasında, bugünkü Karakoyunlu ilçesi kara kireler denilen mevki Taşburun, Bulakbaşı, Aktaş köyleri ile Melekli Beldesi’nin doğusunda yer alan Kasımın Tığı denilen mevkide yer alıyordu Bu bölgeler birer yolla Ağrı Dağı kuzey yamacı 2200 metre yükseklikte kurulu bulunan Korhan (Eski Iğdır)’a bağlanıyordu Bu Krallığın sınırları içerisinde olan diğer kale ve yerleşimlerin bir kısmı ise Ermenistan’ın başkenti Erivan’ın güney bölgesinde Aras Nehri’ nin kuzeyinde yer almaktadır Bu krallık Kral Menua (810–785) tarafından feth edilerek Tuşpa (Van) merkeze bağlanmıştır Karakoyunlu ve Taşburun arasında Çolagert mevkiinde bulunan iki yazıtta Kral Menua kendisinin Tanrı Xaldi’nin yardımıyla Erkuaxi ülkesine girip buraları feth ettiği buranın merkezi Luxiuni şehrini alıp burada Xaldi adına bir Babu (Mihrap) ve bir Ekallu (Hisarlı Saray) yaptırdığını bildirmektedir Yine Karakoyunlu’nun Bulakbaşı Köyü’nde bulunan başka bir kitabesinde Tanrı Xaldi için bir tapınak ile saray yaptırdığı ve kurulan yeni şehre Menua-xini denildiği anlatılmaktadır Menua’nın oğlu IArgişti’nin Iğdır’ın Kazancı Köyü’nde bulunan bir kitabesinde burada bir tapınak yapıldığına işaret ediliyor Menuanın Yazıtlarında Erikuakhi memleketindeki hâkim sülalenin (Erikua) veya (İrikua) adını taşıdığı, Urartu dilinde (Exi/Xi) sözünün (oğlu/hanedanı) anlamına geldiği anlaşılıyor Iğdır ve çevresinde yerleşik hayatın Urartular gelmeden önce başladığı Iğdır’da var olduğu sanılan Luxiuni şehrinden anlaşılmaktadır Sonradan buralara yerleşen Sakalar, hatta Arsaklılar’la gelen Oğuzlar gibi daha çok atlı-göçebe hayatı yaşayan Türkler çağında eski şehir hayatının canlanmadığı anlaşılmaktadır Saka boyları ve oymaklarının kurduğu küçük Arsaklı Devleti zamanında Oğuz Hanları, eski bir şehir olan Armavir’i kışlak, Arpaçay’ın Aras Irmağı’yla birleştiği yer dolayındaki Ağcakale’yi yaylak merkezi olarak kullanmışlardır MÖ 650 yılında bütün kudret ve güçlerini kaybeden Kimmerler MÖ 633 yılında Medler’in saldırısına uğrayarak dağıldılar Bu tarihlerden sonra kuzeydoğu anadolu, Azerbaycan, Aras boyları ve Iğdır Bölgesi’ nde kalanlar siyasi bir güç olmaktan çıkarak bölge ahalisi olarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir Türk olan Kimmerler, Bulgar Türklerinin de ceddi olarak kabul edilmektedir Kimmerleri Kafkasların güneyine kaçırtan Sakalar; Güneybatı Asya’da Hazar Denizi’nin doğu kısmında, Aral Gölü, Fergana ve Kaşgar’a kadar olan bir alanda yaşıyorlardı Atlı göçebe ve fatih bir kavim olan Saka (İskitler) ların büyük kısmının Türk soyundan geldiği bilinmektedir Atlı-göçebe ve yaylak-kışlak hayatı yaşayan Sakalar Kafkaslardan çıkıp Anadolu’ ya geldiklerinde Urartular zamanından beri görülen Aras Boylarındaki küçük yerli krallıkları ortadan kaldırıp; Gence, Karabağ, Ağrı Dağı etrafı (Iğdır Ovası ve Doğu Beyazıt) Orta Aras Havzası ve Gökçe Göl çevrelerine yerleştiler Bingöl’ den Nahçivan’ a kadar uzanan Aras Boyunun Pasinler ve Revan Ovasının halk arasında söylenen (Sahat Çukuru) gibi yer adlarının tamamı bu bölgede yerleşmiş olan Sakalardan kalmadır Saka Hükümdarı Alp-Er Tonga (Meduva-Afrasyab)’ın İranlıların hilesi ile öldürülmesi bütün Türkler arasında büyük bir üzüntü ve yasa yol açmıştır Beklenmedik bir şekilde Hükümdar ve beylerini kaybeden Sakalar, Med’lerin planlı ve sürekli saldırıları sonucu dağıldılar ve bulundukları yerlerden çekilerek Anadolu’nun doğu ve kuzeydoğu bölgelerine dağılarak boylar halinde varlıklarını sürdürmüşlerdir Sakalar’ın dağılması sonucu Med’ler İran’ın doğusundan Güney Azerbaycan ile Iğdır ve çevresini de kapsayan Doğu Anadolu’nun bir bölümüne kadar hâkimiyetlerini yaymışlardır Kısa bir süre bölgeye hâkim olan Med’ler MÖ550 yılında, Pers Kralı II Kurus’a mağlup olup hâkimiyetleri sona ermiştir Bu tarihten sora Med’ler Persler’ e bağlı olarak yaşamışlardır MÖ550 yılında Med hâkimiyetinin ortadan kalkmasıyla Azerbaycan ile birlikte Iğdır ve çevresi de Pers hâkimiyetine girmiştir Bölge Büyük İskender’in Asya seferine kadar Pers hâkimiyetinde kalmış ve Büyük İskender’in Pers Kralı III Daryus’u mağlup etmesinden sonra bölgenin yönetimini İran toprakları ile birlikte Selevekoslu sülalesine verilmiştir Büyük İskender’in MÖ 323 yılında ölümünden sonra Selevekoslu sülalesi bağımsızlığını ilan ederek Selevekoslu Krallığını kurdularSelevekoslu’lar MÖ yılında Romalılara yenilince parçalanıp dağılmışlardır Selevekoslular’ın parçalanmasından sonra Armavir’in Selevekoslu bölge valisi Artaksiyas Romalılara bağlılığını bildirerek merkezi Armavir olan Artaksiyas Krallığını ilan etti Romalılar MÖ 34 yılında Antonyus kumandasında bir ordu ile Artaksiyas ülkesini işgal ederek Kral Artavast’ı esir aldılar Din ve inanış bakımından komşularının etkisi altında kalan Artaksiyaslılar, Sakalar’dan Şamanlığı, İranlılar’dan da Zerduşt-Mazdaizim dinini almışlardı Artaksiyaslı Devletinde halk karışık etnik bir yapıya sahipti Bölgenin en eski ahalisi Hurriler, Urartular, özellikle Sakalar, Med’ler ve Oğuzlardan oluşan bir nüfus yapısına sahipti Genellikle atlı-göçebe olan bu kavimler beraberce Artaksiyaslı Devletinin temelini oluştururlardı Artaksiyaslılar’ın sanatında Türk etkileri açıkca görülmektedir At takımları keçeden, çadırları yünden yapılmış, ince kumaşları ile Türk sanat özelliklerini yaşatmışlardır Altından Tanrı heykelleri, gümüşten vazolar yapmışlardır Binalarını genellikle sarp kayaların çevirdiği yüksek korunaklı tepeler üzerine inşa ederlerdi Daha sonra bölgenin hâkimiyetini Türk soyundan gelen Arsaklıların ele geçirdiği görülmektedir Sasaniler devrine kadar 336 yıl daha devam eden Arsaklıların bu hâkimiyetleri Romalılar’ ın Türk ülkelerine yayılmasına set çekmiştir Arsaklı Devleti’ nin hâkimiyetine Sasaniler son vermiştir İranlılar ile Bizanslılar’ın uzun süren savaşları iki devleti de zayıflattığı gibi Anadolu’ yu viraneye çevirmiş ve bu bölgede yaşayan insan nüfusunu da azaltmıştır Özellikle 629 yılında baş gösteren büyük bir veba salgını birçok yeri tamamen ıssızlaştırmıştı Müslüman orduları Habip Bin Müsleme ve Selman Bin Rabia komutasında iki koldan bölgeye girmiş, bunlardan Selman Azerbaycan’a Habip kolu da Ararat eyaletine doğru ilerleyerek Doğu Beyazıt Ovası’ ndan Aras yolunu takiple Erzurum’u zaptederek büyük bir Bizans ordusunu mağlup etmiştir Van ve Ahlat’ı da aldıktan sonra ilerleyen Müslüman ordusu 6 Ekim 642 tarihinde Küçük Arsaklıların Eski başkenti Divin’ i de işgal ettiler 646 yılında halifenin gönderdiği 2000 takviye güçle ilerleme emri alan Habip ordusu Şüregel Bölgesi’ ne hakim olup, bütün Ararat Eyaleti’ ni ele geçirdikten sonra, Nahçivan Bölgesi’ ni de aldı Buraları Cizye’ye bağlayıp Kür Boylarına geçerek merkezi Tiflis olan Kazarların elindeki Gürcistan Eyaleti’ ni de işgal etti Arapların bu ilerlemeleri karşısında barış isteyen Bizanslılar, Araplar ile 3 yıllık bir anlaşma yaptılar Anlaşma müddeti 653 yılında bitince II Konstantin 100000 kişilik bir ordu ile Erzurum, Kars üzerinden Divin’ e gelerek bölgeyi tekrar ele geçirdi Emeviler zamanında Hazar Türkleri Doğu Anadolu’dan Azerbaycan’ a kadar ilerlemiş olan Arapları yaptıkları kuvvetli akınlar ile güneye kadar sürerek Sürmeli Çukuru ve bölgesi ile Doğu Anadolu’ ya hâkim olmuşlardır Emevi saltanatına son veren Ebu Müslimi Horasani’ye bölgede yaşan Hazar Türklerinin büyük desteği olmuştur Araplar, Sürmeli Çukuru Bölgesi’ ne geldiği zaman bölge halkı kuzey Türklerinin (Sabir, Hazar, Bulgar, Boroç Oğlu) şiveleri ile konuşuyorlardı Yer adlarının da büyük ölçüde eskiden buralara hâkim olan Hazarlar, Sabirler ve diğer Türk kavimlerinden kaldığı görülmektedir Araplardan sonra uzun bir süre Bizans toprağı olan Sahat çukuru ( Iğdır ve havalisi ) Selçuklular’ ın eline geçti Bu bölgede yaşayan Türkler Hırıstiyan, Arap, Bizans ve Fars kültürleri arasında bunalmış durumda idiler Büyük çoğunlu oluşturan Türkler altı asra yakın bir süre bu baskın kültür sahibi güçlerin arasında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır Selçuklular’ ın gelişi ile bu Türk varlığı yeniden canlanmış, İslam dinini kabul ederek yeni gelen Türk kavimleri ile kaynaşmıştır Ancak bir kısmı Hıristiyan dininde kalmaya devam etmiştir Bunlar genellikle Kıpçak Türkleridir Kıpçakların önemli bir kesimi Hıristiyan dinine bağlı olarak yaşamaktadırlar Okullarda, tarih kitaplarında hatta bütün resmi tören ve konuşmalarda, Anadolu’nun 1071 Malazgirt zaferinden sonra Türk ülkesi olduğu yazılıyor anlatılıyor, söyleniyor ve bunların doğru olduğu sanılıyor Oysa önemli tarih destanlarımızdan olan Dede Korkut Oğuznameleri’nde Aras, Kür, Çoruk gibi ırmak adları olmak üzere birçok su, dağ, şehir, kasaba ve bölge adlarının Selçukluların fethinden çok önceleri bölgede yaşayan Türklerden ve Türkçe etnik adlardan kaldığı bilinmektedir Yine Selçuklular’ın 1071 Malazgirt Zaferinden önce, 1064 yılında Sürmeli Çukuru’ ndan Ani’ye kadar olan bölgeyi feth ettikleri Selçuklular’ın resmi tarihi olan “Ahbar Üd-Devlet İs-Selçukiyye”de ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır Selçuklular, Çağrı Bey komutasında bölgede önemli sayılabilecek keşif hareketleri yapmış ve bölgede bulunan Bizans kuvvetleri üzerine seri akınlarda bulunmuşlardır5–6 yıl bölgede mücadele eden Çağrı Bey daha sonra Horasana geri dönmüştür Selçukluların Çağrı Bey vasıtası ile yaptıkları bu seferler Türkmen Oymakları’nın bu bölgelere olan göçünü hızlandırmıştır Böylece Türkler bu dönemde yerleşmek için cazip hale gelen Sürmeli Çukuru bölgesine kitleler halinde gelerek yerleşmeğe başlamışlardır Selçuklular ile başlayan bu düzenli ve planlı göç harekatı sayesinde Türkmenler Anadolu’ya iskân edilmiş ve Orta Asya’daki Türk Devletlerinin siyasi ve kültürel mirası bu vesile ile Anadolu’ya taşınmıştır Alparslan içeride işlerini yoluna koyar koymaz 1064 yılında ilk Rum seferine çıkarak Nahçivan civarından teknelerden yapılan bir köprüden Aras’ı geçerek burada ordusunu ikiye böldü Kendisi bugünkü Ermenistan üzerinden hareket edip, buraları feth edip ilerlerken diğer kolun başında oğlu Melik Şah bulunuyordu 35 yaşında olan Alparslan Hazar Ülkeleri üzerine yürürken Selçuklu ordusunun bir kısmının başında bulunan oğlu 13 yaşındaki velihat namzedi Melik Şah’ta baş vezir Nizamül Mülk ile birlikte Sürmeli Çukurunun fethine girişiyordu 1064 yılı baharında Selçukluların Bizanslıların elinden ilk feth ettikleri yer Ağrı Dağı ile Aras arasındaki Sürmeli Çukuru ve merkezi (Sur-Mari) Sürmeli Iğdır Karakalesidir Bu kalenin dâhil edilmesiyle, Melik Şah’ın Babası Alparslan ile birlikte Iğdır, Ardahan ve Kars İli bölgelerinde feth ettikleri kale sayısı 8 dir Bunlar sırası ile 1-Iğdır Korganı 2-Sürmeli, Sürmari/Iğdır Karakalesi 3-Kulp (Tuzluca) 4-Ağca Kala/Digordaki Mireni Karabağ 5-Çıldır Ağca Kalesi 6-Çıldır Albız Kalesi 7-Ani Şehri ve Kars’tır Sürmeli Çukuru’ ndaki üç kalenin fethini Kırzıoğlu, Selçukluların resmi tarihi olan Ahbar Üt-Devlet İs-Selçukiiye den şöyle nakletmektedir: “Şehzade Melikşah ordusu Ani Vilayeti’ nde Aras’ ın sağında Rumların elinde bulunan bir kaleye (Iğdır) hücum ederken ok yağmuruna tutulup çok zaiyat verdi Bunun üzerine Nizamül Mülk ile Horasan amidi attan inip yaya oldular Melikşah okla bu kalenin beyini boynundan vurunca koruyucular bozuldu Kâfirler taşla müdafa ettiler; nihayet yüksek bir tepeye (Ağrı Dağı) doğru gittiler Kaçtılar dağların tepelerine doğru tırmanıp çıktılar, İslam askeri galip gelerek kaledekilerin hepsini kılıçtan geçirdiler Bunu müteakip Melikşah Sürmari denilen kaleye gitti Bu kalede akarsular (Aras’tan alınan sular ) ve bostanlar vardı Bunu feth etti Bunun yakının da bir kale (Kulp/Tuzluca) daha vardı Melikşah bunu da feth edip sonra harap etmek istedi ise de Nizamül Mülk “Müslümanlar için bulunmaz bir kale sağlam bir üss ve huduttur” (Kağızman Deresi’ ne hâkim Bizans sınırındadır) diyerek onu bundan men etti Nizamül Mülk Müslümanlar için iyi bir üs olan kaleye bir takım bahadırlar yerleştirdi sonra Melik Şah (Sürmeli Çukuru) dan çıkıp Şeddadlıların elindeki Divin Revan ovası Elegez batısı yolu ile Arpaçayı yukarısındaki Meryem Nişin denilen şehire gitti Sultan Alparslan ve oğlu Melik Şah’ın 1064 yılında batıya yaptığı ve Ani şehrinin fethi ile sonuçlanan bu ilk seferi 7 ay sürmüştür Alparslan’ın ölümü üzerine vasiyeti gereği yerine büyük oğlu Melik Şah(1072–1092) Selçuklu tahtına geçti Alparslan’ın ölümün fırsat bilen Bizans ve Gürcistan Bagratlıları Kür ve Çoruk boyları ile Kars, Ardahan ve Iğdır bölgesinde yeniden hâkimiyet kurmak istemeleri üzerine Melik Şah 1080 yılında Selçuklu başbuğlarından Emir Ahmet komutasında bir ordu ile hareket ederek buraları Bizans-Gürcü kuvvetlerinden kurtarmıştır Sultan Melik Şah’ın 19 Kasım 1092 yılında ölmesi üzerine oğulları arasında taht kavgaları baş göstermiştir Daha Melik Şah zamanında Kutalmış oğlu Süleyman Şah 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devletini kurmuş ve Anadolu da kurulan bu Selçuklu Devleti Anadolu birliğini sağlayarak Erzurum, Kars, Ardahan ve Iğdır bölgelerine de hakim olup buraları son merkezleri (Başkent ) Konya ya bağlamışlardır 1131 yılından sonra Bitlis ve Erzen Emirleri Dilmaç Oğullarından olan ve merkezi Ahlat olan Ermen Şahlar, Sürmeli Çukuru ile birlikte Kars ve Kağızman Bölgeleri’ ni de ele geçirip bu bölgelerde kendilerine bağlı bir emirlik kurdular Kars İli’ nde ele geçen kitabelerden de İslam kaynaklarından Erzurum ve Ahlat emirliklerinden ayrı olarak Kars Emirliği ve Sürmeli Emirliği’ nden bahsediliyor Kars ve Sürmeli Şehirlerindeki bu küçük emirliklerin Ani’nin bir yıl süren kuşatması ve alınışı sırasında Emir Fadlun’a yardım eden Dilmaçlılar/Ermen Şahlar kolundan olan Türkmen beyleri tarafından kurulduğu sanılıyor 1207 yılında 7 yıl kuşatmadan sonra Kars, Ani ve Divin Gürcü Kıpçakların eline geçmiş 1064 yılında Selçuklu ülkesine katılan şehir 140 yıl sonra yeniden Hıristiyanların hakim olmasına karşın Sürmeli Çukuru/Sürmeli Emirliği Müslüman emirler idaresinde emirliğine devam etmiştir Celaleddin Harzemşah 1225 yılında Sürmeli Çukuru bölgesine girdiği zaman Pasinler aşağısındaki bütün Aras boyu ile Kağızman Deresi, Sürmeli Çukuru ve Arasın solundaki Serdarabat ovasına kadar yayılan Sürmeli Emirliğinin başında Şerafeddin Azdera ile Hüsamettin Hızır bulunuyordu Sürmeli Emiri Hüsamettin Hızır, Ahlât kuşatmasında yararlıklar göstermiş, Ahlât kuşatması devam ederken Erciş’ i alarak ordunun erzak ihtiyacını buradan karşılamıştır Ahlât’ın alınışından sonra Harzemşah kendi emirlerinden olan Orhan’ın Sürmeliyi istemesi üzerine burasını kendisine vermiş, bunu duyan Hüsamettin Hızır “Sürmeli atalarımın mezarları ile doludur Bu topraklar atalarım tarafından ihya olunmuştur” diye dert yanmıştır Bu sırada Şerafeddin Azdera ve oğlu Hüsamettin İsa da Ahlat’ ın alınışında gösterdikleri ihmal yüzünden şahın gözünden düşmüş ve kaçmışlardır Hüsamettin Hızır dostu Nesevi vasıtası ile 10000 dinar ve Şerafettin Azdera ile oğlunun yakalanması şartı ile Sürmeli Çukuru’ nun bütün şehir ve kalelerini tekrar ele geçirmiştir Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracak olan Oğuzların Kayı boyu yıllarca Sürmeli Çukuru’nda kalmışlardır Kayıların Beyi olan Süleyman Şah, Fırat Nehri’ni geçerken suya kapılıp boğulur Süleyman Şah’ ın dört oğlundan Songur-Tigin ve Gündoğdu kendilerine uyan kavimleri ile geri dönüp İrana gitmişlerdir Ertuğrul Bey ve kardeşi Dündar Bey ise geri dönmeyerek 400 çadırlık konar-göçer ahalisi ile Sürmeli Çukurunda uzun süre yaşadıktan sonra batıya doğru ilerleyerek Karadağ, Söğüt ve Domaniç civarına yerleşmişlerdir 1164 yılında Sürmeli hâkimi Emir İbrahim den bu yana eski Oğuzların kışlık merkezi olan Sürmeli ve yine Osmanlı kaynaklarında Karahisar diye de bilinen bu emirliğin başında 1225 yılında Şerafeddin Azdera ile Hüsamettin Hızır isimli beyler bulunuyordu İşte bu tarihlerde Ertuğrul idaresindeki Kayı boyu Sürmeli Çukuru’ nda yıllarca kalmış ve Osmanlı Devleti’nin temelleri Sürmeli Çukuru’ nda atılmıştır Sürmeli Çukuru 1225 yılında Harzem birlikleri eline geçmiş 1232 yılında Harzem şah’ın ölmesi ile geçici bir karışıklık içine düşmüşse de 1239 yılında bölgenin Cengizlilerin eline geçmesi üzerine Aras boylarında ve Ağrı Dağı eteklerinde konar-göçer yaşayan Kayılar, Sürmeli Çukuru’nu terk ederek batıya doğru yönelmiştir 1226 yılında Harzem şah Mengüberti Sürmeli’ yi, ordusunun hareket üssü ve ikinci başkenti ilan etti Cengizliler 200000 kişilik bir ordu ile Harzem şahlar’ı ortadan kaldırarak Cebe-Noyan ve Subutay komutasında güneyden Kafkasları aşıp Orta Asya’ya hâkim olmaları sonucu Sahat Çukuru da Cengizlilerin hâkimiyeti altına girmiştir Iğdır Ovasını da içine alan Sahat Çukuru ve bölgesi 1238–1256 yılları arasında Cengizlilerin, 1256-1355 yılları arasında da İlhanlıların hakimiyeti altında kalmış ve bu dönemlerde bölgede Türk yerleşimi oldukça güçlenmiştir İlhanlılar zamanında Sürmeli Çukur bölgesi huzur, sükûn ve barış içinde yaşamıştır İlhanlı hükümdarı Hülagü, barış zamanlarında; kışları Umumiye Gölü Kıyısı’nda yaptırdığı kışlık sarayında, yazları ise Ağrı Dağı eteklerindeki yazlık sarayında geçirirdi Hülagü’nün yaptırdığı bu “Alatağ” yazlık sarayı, Iğdır’da Ağrı Dağı sırtlarındaki Serdar Bulağı bölgesinde idi İlhanlılar yazın burada yaylayıp İran ve Anadolu’yu idare ederken para kestirmişlerdir İlhanlılar zamanından beridir, Doğu Anadolu Bölgesinde varlıkları bilinen ve Oğuz boylarından olan Kara Koyunlular, Bayram Hoca önderliğinde 1375 yılından itibaren Sürmeli Çukuru bölgesine hâkim olmuşlardır Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak bölgelerine yayılmış olan Kara Koyunluların en önemli yurtlarından biri de Sürmeli Çukuru’dur Eskiden önde gelen, sevilen, sayılan kişilerin mezar taşları’nı koç heykeli şeklinde yaptıkları görülmektedir Kara Koyunlu Bayram Hoca 1374 de, amca oğulları olan Nahcivan hakimi amca oğulları Sa’dlı boyu’nun, yardımı ile Aras boylarını fethetmişti Bu sıralarda bölgeye yaklaşmaktadır Timur, Tebriz’den kalkarak Nahçıvan yakınlarında Arası geçtikten sonra, Sahat Çukuru bölgesine gelip bölgenin merkezi durumundaki Gerni kalesini aldı Buradan Sürmeli Çukuruna yönelerek Sürmeli kalesini kuşatıp ve çetin bir savaş sonucunda bu kaleyi de aldı Kale hâkimi Toman’ı tutsak edip Timur’un huzuruna çıkardıktan sonra Kars’a yönelen ordu Kars’ı da uzun bir kuşatmadan sonra alıp Tiflise kadar ilerlediler 1392 yılında Toktamış Han bu bölgeyi ordusun’da görev alan Kırımlı Kıpçaklara bırakmıştı Kıpçak oymağının beyi de Ağrı Dağı eteklerindeki Iğdır kalesine yerleşerek burasını kendisine merkez yapmıştı 1394 yılında bu bölgeye ikinci seferini yapan Timur bölge halkının şikâyetleri üzerine kalenin beyini idam ettirerek Iğdır kalesinin bütün kapılarını yıktırmış ve bir daha buraya kapı yapılmamasını emrettikten sonra idam ettirdiği Kıpçak beyinin eşini kaleye kumandan tayin etmiştir Bölgeye çok önem veren Timur buraların dirlik ve düzene girmesi için bir hayli mücadele etmiştir 1404 yılında İspanya kralı tarafından Semerkant da bulunan Timur’a elçi olarak gönderilen Ruy Gonzales De CİLAVİJO seyahatnamesinde bu bölge ve Sürmeli, Iğdır kaleleri ve Ağrı dağı ile ilgili şu bilgileri vermektedir “ ………………… 26 Mayıs Pazartesi günü Deliler köyünden hareket ederek, Aras nehrine ulaştık ve kıyısında mola verdik Bu, bütün havaliyi dolaşan muazzam bir nehirdir O gün yolculuğumuz çukurlar ve tepeler arasında geçti, …………………Aras kıyısında ilerlemeye devam ettik Yol bozuk ve birçok yeri dim dik idi Ertesi gün yine bir köyde kaldık Burada, dağın tepesinde kurulmuş bir kale vardı Dağ-taş tuz kayaları ile kaplı idi Civar köylerden gelenler buradan tuz alıp yemeklerinde kullanıyorlarmış Şimdi, Sözmari/Surmali şehrini tarif edeceğiz Bize anlatıldığına göre tufandan sonra kurulan ilk yer burasıdır Biz buraya, 29 Mayıs Perşembe günü öğle üzeri ulaştık Surmari büyük bir şehirdir Ararat dağı buradan altı fersah kadar ötelere uzanıyor Nuh’un gemisi bu dağın üzerine konmuştu Aras nehrinin kenarında olan Surmari, bir taraftan derin bir vadi ile çevrilmekte diğer taraflarında ise sarp dağlar yükselmektedir Bu bakımdan şehir son derece muhkem bir yerdedir Kapısı üzerinde kuvvetli kuleleri olan bir kalesi vardır Kalesinin, biri dış biri de iç olmak üzere iki kapısı vardır Hakikaten bu Surmari şehri tufandan sonra kuru toprak üzerine kurulan ilk şehirdir Burayı kuranlar, Nuh’un oğullarıdır ” Sürmeli Çukuru bölgesi ile ilgili sınırlı sayıda bilgi veren kaynaklardan biri de Marco POLO dur Ünlü seyyah 1300 lü yıllarda bölgeden geçerken Ağrı Dağının piramit biçiminde dimdik yükseldiğini söylerken, dağla ilgili şu bilgileri vermektedir “……………… Söylendiğine göre Nuh Peygamberin gemisi bu dağın tepesinde imiş Bütün yıl kar eksik olmuyor tepesinde hep bembeyaz, bulutlu Dağın etekleri ise yemyeşil, gür otlaklarla çevrili Türklerin hayvanlarını otlatması için bulunmaz bir bölge …………” Yine ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi Sürmeli Çukurunu ziyaret etmemiş Fakat Erzurum’dan Azerbaycan’a giderken, Kağızman deresi yolunu kullanmış ve Revandan (Erivan) gördüğü Ağrı Dağı ile ilgili şu bilgileri vermiştir “Revanın batısında görülen Ağrı Dağı Kağızman’a yakındır Dünyanın tanınan dağlarından birisi de budur Türkmen yaylağıdır” Bugün ovada bulunan Iğdır yerleşimi sonradan kurulmuştur Iğdır’ın eski yerleşimi Ağrı Dağının Kuzey yamacında, bugün Korhan Yaylası diye bilinen yerdir Kuzey taraftan Sürmeli Çukuru ve Revan düzlüğünü gören Iğdır kalesi ve çevresi idi 29 Mayıs 1664 de meydana gelen ve bir hafta süren deprem sonucu, Iğdır kalesi ve şehri yıkılmış, sağ kurtulanlar ovaya indirilerek Baharlı( Baharlu ) köyü yakınında yine Iğdır ismi ile bugünkü yerleşim oluşturulmuştur1848 yılında Ağrı Dağında meydana gelen depremle ovaya yerleşim artmıştır Daha sonra bölgedeki diğer bir yerleşim yeri olan Sultanabat Köyü etrafına da yerleşildiği görülmektedir Baharlı ve Sultanabat köyü bitişiğine yerleşen Iğdır kalesi ahalisi burada yeni bir mahalle kurmuştur Buraya Farsça yeni anlamında Iğdır-i Nev, Yeni Iğdır denilmiştir Daha sonra Iğdır, Rusların işgaline uğradığı zaman Rusça da yeni anlamına gelen Nov/Nova şeklinde değişerek Iğdırı Nova denilmiş, bu isim de yöre ağzında Çar Nikola’ya Nigalay denildiği gibi Iğdır Mava/İdir Mava şekline dönüşmüş ve böyle söylene gelmiştir Günümüzde Iğdırmava mahallesi olarak bilinmektedir Karakoyunlular, Kara Yusuf’un 1406 yılında Nahçıvan yakınlarında Timur’a karşı ilk zaferi kazanması ile 1469 yılına kadar 63 yıl boyunca Iğdır, Kars, Ardahan bölgesine hâkim olmuşlardır Kara Koyunlu Devletini bu zaferden sonra yeniden kuran Kara Yusuf’tan sonra, sıra ile iki oğlu Kara İskender (1420–1438) ile Cihan Şah (1438–1467) tahta geçmişlerdir Cihan Şah’ın 1467 yılında ki Ak Koyunlu savaşında öldürülmesi üzerine yerine geçen oğlu Hasan Ali’nin de(1467–1469) 1469 yılında Hamedan da öldürülmesi sonucu Kara Koyunlu Devleti tarih sahnesinden silinmiştir Kara Koyunluların son hükümdarı Hasan Ali’nin 1469 yılında öldürülmesi üzerine Sürmeli Çukuru ile birlikte bütün Kara Koyunlu İmparatorluğu ile Horasan Ülkeleri Ak Koyunlulara geçti ve yönetim merkezi Kara-Amid (Diyarbakır) şehrinden Tebriz’e taşındı ve Tebriz merkez yapıldı Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın merkez Tebriz’in yanında kışlık olan merkezlerinden biri de Sürmeli Çukuru’nda bulunmakta idi 1467 yılında Cihan Şah önderliğinde büyük bir Kara Koyunlu ordusu Akkoyun ordusu ile Çubuk Su bölgesinde karşılaşmışlardır 9 Ekim 1467 deki bu savaşta Cihan Şah yenilerek geri çekilmeye mecbur oldu Uzun Hasan 6000 kişilik bir kuvvetle Cihan Şah’ı takip ederek Sürmeli Çukurundaki karargâhını basarak öldürmüştür Cihan Şahı ortadan kaldıran Uzun Hasan, Hamedan da bulunan ve yerine geçen Cihan Şahın oğlu Hasan Ali beyi de bozguna uğrattı Bütün bu gelişmeler üzerine Hasan Ali Bey, Orta Asya ve Afganistan da hâkim bulunan Timuriler den olan Ebu Said den yardım diledi Ebu Said kuvvetli bir ordu ile Hasan Ali Bey’e yardıma gelmek için Aras boylarında ilerlerken Uzun Hasan tarafından kuşatılarak ordusu dağıtıldı ve kendisi de esir edildi Mezarlarına koyun heykelleri koyan ve bunu totem haline getiren Ak Koyunlular Müslüman olduktan sonra da bu geleneklerini devam ettirmişlerdir Türkmen ilinin Bayındır ulusundan bir oymak olan Ak Koyunlular, Tebriz’i merkez yapmalarından sonra Doğu Anadolu’da birçok Türkmen oymağı Tebriz ve çevresine göç ederek yerleşmiştir Ak Koyunlu ülkesinde meydana gelen iç savaşların önüne geçmek isteyen bir takım aklıselim beyler, bu kargaşayı önleyebilecek kudretli bir Şehzadeyi tahta geçirmek için anlaştılar II Beyazıd’ın damadı Uzun Han’ın torunu Göde Ahmed’i getirip padişah ilan ettiler1497 yılında sultan ilan edilen Göde Ahmed,1498 yılında Iğdır Ovası’nda öldürülünce; Şehzadeler arasında yeniden başlayan bölünmeler Ak Koyunlu topraklarında siyasi bunalım ve boşluk meydana getirmişti Bu boşluktan faydalanmak isteyen Şii Türkmenler henüz 13 yaşında olan Şeyh İsmaili Gilen’den Erdebil’e getirdiler Türkmenler böylelikle kendi dergâhlarının şeyh sülalesinden olan İsmail başkanlığında bir Türkmen Devleti kurmak istiyorlardı İsmail Ercuvan Kışlağı’na oradan da Gökçe Göl yaylağı’na geçti Bu sırada yanında Şam’lı, Rum’lu Türkmen müridleri ile Karabağdaki Yirmidörtlü Ulusundan Tokçalı Oymağı toplanmıştı Kara Koyunlular’dan Baranlu Sultan Hüseyin’in kendisini yakalamasından korkan İsmail, Gökçe Göl’den hareketle Sahat Çukuruna gelerek konakladı Burada bulunduğu sırada bölge yakınlarında yaşayan Türkmenlerin de katılım ile İsmail bir hayli güçlendi Böylelikle Sefavi Devleti’nin ilk oluşum yeri Sahat Çukuru oluyordu İsmail yanındaki Türkmenler ile buradan Kağızman yolu ile Erzurum üzerinden Erzincan’a gitti Erzincan da Anadolu’daki Türkmen Oymakları’na haber göndererek etrafında bir hayli Türkmen Müridi toplayan İsmail, topladığı bütün bu kuvvetler ile Erdebil’e döndü Doğu Anadolu yaylaları, sulak ovaları Türkmenler için çok elverişli koşulları bünyesinde barındırdığı için Sefavi Devleti’nin kuruluş zamanlarına rastlayan devirlerde Doğu Anadolu’da özellikle Sürmeli Çukuru’nda yoğun bir Türk nüfusu bulunmaktaydı ve temelleri Sahat Çukuru’nda atılan Sefavi Devleti’nin kuruluşu Anadolu’da yaşayan Türkler’e dayanıyordu Bu Türkler Safevi Devleti’nin temellerini oluşturmuşlardır 1583 yılına kadar Osmanlı ve Sefaviler arasında çok kanlı savaşlar cereyan etmiştir 1583 te Kuba Ovası’nda yapılan savaşta Sefaviler’in yenilmesi üzerine, Güney Kafkasya topraklarında Osmanlı hâkimiyeti kurulmuş oluyordu Böylece Aras Nehri’nin kuzeyinde Nahçıvan ve Karabağ’ın bir kısmı hariç Sefaviler’in toprağı kalmamıştı Sahat Çukuruna giren Osmanlı Ferhat Paşa, savaş yapmadan Revan’ı aldı Bölge yoğun bir Türk nüfusu barındırmasından dolayı her iki devlet tarafından da önemseniyordu Zaman zaman Osmanlı ve Sefaviler arasında el değiştiren Sürmeli Çukuru Bölgesi’nde her iki devlet de bölge ahalisinin huzur ve refahı için gayret sarf etmişlerdir Ağustos 1583 yılında Revan’ın fethi ile Iğdır Ovası da fiilen Osmanlı Devleti’ne katılmış oluyordu Osmanlı Devletinin ele geçirdiği toprakları geri almak için fırsat kollayan Sefavi Hükümdarı Şah Abbas, 1603 yılında Osmanlıların elinde bulunan Tebriz’e hücum etti Çetin bir savaştan sonra Tebriz Sefavilerin eline geçti Tebrizin düşmesi ile Hoy, Selmas, Meraga, Culfa, Ordubat, Cevanşir ve Nahçıvan kaleleri’de Sefaviler’in eline geçti bu zaferi pekiştirmek isteyen Şah Abbas, Aras Nehri’nin Kuzey Batısı’nı takip ederek 15 Kasım 1603 de Revan’ı (Erivan) kuşattı 8 Haziran 1604 yılında Revan Sefavilerin eline geçti Böylece Sürmeli Çukuru’da tekrar Sefavilere geçti Bölgede 9 yıl süren savaşlardan sonra 20 Kasım 1612 yılında Osmanlılar ile Sefaviler arasında İstanbul’da yapılan anlaşmada Sa’ad Çukuru (Iğdır Ovası), Nahçıvan, Karabağ, Güney ve Kuzey Azerbaycan’ın tamamı Sefavilere bırakıldı Safeviler ile bu sonu gelmez savaşlara bir son vermek isteyen IV Murat 1635 yılında İran seferine çıkarak Revan önlerine geldi Bölgeyi aldıysa da hastalanıp geri dönünce, Sefaviler bu bölgeye tekrar hâkim oldular Bu şekilde bölge birkaç defa daha el değiştirdi Osmanlılar 1734 yılında Aralık, Iğdır, Sürmeli adlı nahiyeleri Revan Vilayeti’ne bağlamışlardı 1734 yılında tekrar Sefaviler’in eline geçen Revan’a Nadir Şah, Turgutlu Boyu’ndan bir beyi, han olarak tayin etmişti Nadir Şah’ın ortaya çıkması ile İran yeniden toparlanmış ve Sefaviler Nadir Şah ile birlikte kaybettikleri toprakları tekrar kazanarak sınırların Derbent’e kadar genişletmişlerdi (Nadir Şah’ın ölümü üzerine Turgutlu Revan Hanlığı bağımsızlığını ilan etmiş ve Sürmeli Çukuru’nda hâkim olan bu hanlık 1828 yılına kadar buraların hâkimi olmuştur) Bu dönem içerisinde bugünkü Iğdır ili toprakları Erivan Hanlığı’na bağlı bir sancak olarak kalmıştır 1803 yılında Ruslar, Erivan ve Aras Boyları’na saldırılar yapmış fakat bu toprakları almaya muvaffak olamamıştır Bu saldırılar İranda’ki Türk Kacar Hanedan’ı ile Ruslar arasında kanlı savaşlara sebep olmuş, bu savaşlar 1813 yılına kadar devam etmiştir 1813 yılında İran ile Rusya arasında yapılan anlaşma ile Erivan ve Nahçıvan Hanlıkları dışındaki Aras’ın kuzeyindeki bütün hanlıklar Rusya’ya bırakıldı Bu tarihten sonra Azerbaycan’a hâkim olan Ruslar 1828 yılına kadar Erivan üzerine çeşitli defalar saldırılar yapmışlardır Rus saldırıları karşısında Sürmeli Çukuru’nda yaşayan Türkler çete savaşları ile Ruslar’a büyük kayıplar verdirmişlerdir Bunun karşısında Erivan’ı almaya kararlı olan Ruslar Paskeviç komutasında kuvvetli bir ordu ile Erivan’a hücum ettiler Bu sırada Türk oymaklarının askeri karargâhı Sürmeli (Karakale) Kalesi idi Erivan Hanlığı’nın direnişi ve bölge Türklerinin çete savaşlarından bunalan Ruslar Nahçıvan’a çekilirken Abbas Mirza kuvvetleri ile Kara papak Türkleri ve yöre ahalisinin oluşturduğu kuvvetler tarafından bozguna uğratıldı Bu mağlubiyeti hazmedemeyen Ruslar toplarla donatılmış bir ordu ile tekrar Erivan üzerine yürüdüler Bu sırada Sürmeli Sancağı merkezi Karakale’de bulunan Abbas Mirza, Erivan’ı kuşatmadan kurtarmak için Nahçıvan üzerine yüklendi ise de bu hareketi bir netice vermedi Ruslar 1 Ekim 1827 günü Erivan’ı işgal ettiler İranlılar ile Ruslar arasında 1 Şubat 1828 yılında yapılan anlaşma ile Erivan Ruslara terk edildi Revan Hanlığı’nı yıkan Ruslar toplarla Sürmeli (Karakale) kalesini düşürüp yıktılar Sonra bölgeyi Erivan Vilayeti’ne bağladılar 1828 Mart ayında, Rus Çarının özel fermanı ile Erivan, Nahçıvan ile birleştirilerek Ermeni Eyaleti olarak ilan edildi 1850 yılında yeni bir idari değişme ile Erivan, Nahçıvan, Gümrü, Yeni Beyazıt ve Ordubat kazalarından mürekkep askeri bir valinin yönetiminde vilayet haline getirilmiştir Tamamen bir Türk şehri olan Erivan’ın 1828 yılından beri Türk nüfustan arındırılması siyasetine rağmen 1897 de Ruslarca yapılan ve hiç de tarafsız olmayan nüfus sayımında bile %52 si Türk ahalisi idi Rusların dünyanın birçok yerinde Ermenileri getirip yerleştirmelerine rağmen 1897 de Ermeni nüfusu ancak %37 kadardı 1828–29 Osmanlı Rus savaşında Kars’a kadar olan bölge Rus istilasına uğramıştı Ancak dönemin siyasi ve askeri yapısı gereği Ruslar daha fazla ileri gidemediler 14 Eylül 1829 ‘da imzalanan Edirne anlaşması gereği, bölgede işgal etmiş oldukları Kars ve Erzurum başta olmak üzere birçok yeri boşaltmak zorunda kalmışlardır Ancak, harp sırasında imzalanan Türkmen Çayı anlaşması (18 Şubat 1828) ile birlikte Aras Nehri’nin kuzeyi, Erivan ( İrevan ) ve Nahçivan Hanlıkları Rusya’ya terk edilmiştir Ruslar, sıcak denizlere inme politikası gereği, meşhur 1877–78 Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi)‘ni başlattılar Osmanlı Devleti bütün gücünü kullanarak, bu saldırılara karşı koymaya çalışıyordu Balkanlardaki Rus saldırılarına, Osman Paşanın dirayetli komutanlığı ile direnmeye çalışırken, Doğu cephesinde ise Gazi Ahmet Muhtar paşanın destanlaşan mücadelesi ile karşı koyuyordu Ancak bütün direnmelere karşın, Rusları durdurmak çok güçtü Osmanlı Devleti’nin bu harpte büyük oranda toprak ve nüfuz kaybetmesi, bölgede hayati çıkarları olan İngiltere başta olmak üzere, diğer Avrupa devletlerini harekete geçirdi Onların baskısının tesiri ile Ruslar görüşme masasına oturdular Görüşmeler neticesinde 3 Mart 1878 tarihinde çok ağır şartları taşıyan “Ayestefanos Barışı” imzalandı Bu anlaşmanın 19 maddesine göre; Osmanlı Devleti harp tazminatının bir kısmına karşılık olarak, Ardahan, Kars, Batum ve Beyazıt vilayetleri ile Dobruca’yı Ruslara terk etmeyi kabul etti Dolayısı ile bu tarihten sonra Iğdır ve havalisi Rus idaresine girmiş oldu Bu arada Ayestafanos görüşmeleri devam ederken, Ermeniler adına bir heyet, Rusların Şark masası başkanı ve görüşme heyetinin başı olan İgnatyef’e müracaat ederek “Doğu Anadolu’da Ermenilerin bulunduğu sahanın, Rusya’nın himayesi altına alınmasını” istemişti Böylece bu anlaşmanın 16 maddesi “Osmanlı Devleti Doğu Anadolu’da meskûn bulunan Ermenilere bir takım ıslahatlar yapmayı ve onları yerli aşiretlere karşı korumayı kabul eder” şeklinde düzenlenmiştir Böylece, Rusya, Ermeni meselesini ilk defa gündeme getirmiş ve siyasi bir problem olarak, Ayestefanos antlaşması ile de kabul edilmiş oluyordu Bu durum, bölgede çıkarları olan İngiltere’nin de harekete geçmesine yol açmıştır Onlar da bir kısım Ermeni’yi ileride kullanmak için desteklemeye başlayacaklardır Rusların bu şekilde güç kazanmasından rahatsız olan Avrupa devletlerinin baskısı ile Ayestafanos anlaşmasını tadil etmek maksadı ile 13 Temmuz 1878 ‘de Berlin Muahedesi imzalandı Bu Muahede ile Ayestafanos anlaşması gereği Ruslara bırakılan, Eleşkirt vadisi ile Beyazıt, Osmanlı Devletine iade edilmiştir Ermeniler zaman içinde başta Rusya ve İngiltere olmak üzere bölgede çıkarları olan devletlerin oyuncağı durumun gelmiştir Birçok yıkıcı ve bölücü faaliyetin adeta odağı haline gelmiş olan Ermenilerin gayesi, Doğu Anadolu da bir Ermeni Devleti kurmaktı Bu gayeye ulaşmak için her türlü faaliyeti ve eylemi meşru kabul ediyorlardı Osmanlı İmparatorluğu birinci dünya savaşına girmeden önce Ermeni komiteleri bir Türk- Rus savaşında tutumlarını tespit etmek için, Patriğin başkanlığında İstanbul da toplandılar Bu toplantıda “Ermenilerin Osmanlı devletine sadık kalmaları, askerlik görevlerini yapmaları ve dış tesirlere kapılmamaları” kararını alındı Böyle bir karardan maksatları, asıl amaçlarını gizleyerek, Osmanlı hükümetine güven vermekti Esasen gelişecek durumlara göre hazırlıklarını yapıyorlardı Birinci dünya savaşında, Türk ve Rus orduları karşı karşıya geldikleri zaman, Ruslar taarruza başlamadan önce, Kafkasya'da Ermeniler hazırlığa başladılar Ermeni komitacısı Atranik Tiflis’e getirilerek bunun emrinde intikam alayları kuruldu Van ve çevresinde uzun yıllardan beri hazırlık yapan Ermeni çetecileri bekledikleri anın geldiğine kanaat getirdiler Rus ordusu Türk sınırına geçer geçmez Atranik komutasındaki Ermeni Alayları da bu bölgede harekete geçerek, Van ve Bitlis başta olmak üzere bölgede büyük bir ayaklanma çıkardılar Van Ermenilerin eline geçti Şehirde ve köyler yakıp yıkarken diğer taraktan bölgedeki Türk nüfusunu yok etmek maksadıyla akıl almaz katliamlar yaptılar Ermeni planının Van’a ait kısmı böylece gerçekleşti Van şehri, Ermenistan'ın “geçici başkenti” olarak ilan edildi Burada 10 000 kadar Ermeni silahlı kuvveti toplandı Birinci Dünya savaşı döneminde, bağımsız bir Ermenistan kurmak için büyük bir gayret gösteren Ermeni çeteleri, amaca ulaşmak için her türlü yola başvuruyorlardı Osmanlı Devleti de kendini korumak için “Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi” dahil bir çok tedbir almak zorunda kalmıştır Savaş bütün şiddeti ile devam ederken, Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali patlak verdi Uzun zamandır bölgeye yığdıkları silah, mühimmat ve diğer malzemeleri geri götüremeyen Ruslar, bunları Ermenilere bırakarak, Doğu Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar ( Brest Litovski Anlaşması ) Bu arada 1878 yılından beridir Rusların elinde olan Sürmeli Çukuru olarak biline bu coğrafya ile daha sonra tüm Doğu Anadolu,1918 Mondros Ateşkes Anlaşması ile Ermeni çetecilerin eline düştü Ermeni çeteleri hiç vakit kaybetmeden, yerli halkı katlederek nüfus üstünlüğünü sağlamak için eylemlere başladılar Kafkaslarda ve Doğu Anadolu’da yüz binleri bulan Türkün Ermeniler tarafından katledilmesi bu bölgeleri büyük oranda etkilenmiştir Bu bölgede çok sayıda ki Türk, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür II Kafkas Kolordu Kumandanlığından, Üçüncü Ordu Kumandanlığına,16 Mayıs 1918 tarihinde gönderilen raporda, İşkâl altında bulunan bölgede, Ermenilerin Türkleri "soykırıma" tabii tutarak, zulümlerini artırdıkları bildirilmektedir Bu katliam bölgede artık dayanılmaz bir hal almıştır Ermeniler bu bölgeyi, büyük Ermenistan yapabilmek için etnik arındırma –özellikle Türk ve İslam nüfustan– maksadını gütmüşlerdir Bu bölgede Ermeniler tarafından öldürülen Müslüman sayısının bir milyon kadar olduğunu, Osmanlı hükümeti Paris barış konferansına vermiş olduğu muhtırada resmen bildirmişti Artan Ermeni saldırı ve zulümlerine karşı mal ve canlarını koruma zorunda kalan Türk’ler yer yer mahalli şura idareleri kurdular Bunlardan önemlileri; merkezi Kars'ta olan Güneybatı Kafkas geçici hükümeti, Nahcivan bölgesinde kurulan şura hükümeti ve Aras - Türk hükümetidir Ermenilerin başlattığı terör hareketleri planlı bir şekilde gittikçe artmakta idi Bu durum büyük bir trajedi halini almıştır Ermenilerin bu azgın hareketlerine karşı bölgede bulunan Türk’ler müdafaa maksadıyla, Vedibasar, Zengibasar, Gemerli, Başköy (Aralık) gibi yerlerde, milis teşkilatlar kurarak çalışmalara başlamışlardı İlk zamanlarda Iğdır merkezinde böyle bir teşkilat olmadığı görülmektedir Ancak, Aras-Türk Hükümeti Harbiye Nazırı Cihangiroğlu İbrahim Bey’in direktifleri ile bir Milli Milis teşkilatı kurulmuştur Bu uğurda 12Kafkas Tümeni komutanı Ali Rıfat Bey’in yoğun faaliyetleri ile ciddi bir teşkilat oluşturuldu Oluşturulan bu teşkilatın başkanı Mehemmet Muhiddin (aynı zamanda Aras-Türk Hükümetinin yerel temsilcisi), faaliyetleri hakkında 11 Kasım1918’de IXOrdu kumandanlığına şu malumatı vermiştir; “ Burada Müslüman ahali İttihat-ı Millet fırkası adı ile 4 alay’dan oluşan bir kuvvet oluşturmuştur “ Bölge halkı Ermeni tehlikesine karşı artık daha teşkilatlı hale gelmiş ve silahlanma arzusundadır Iğdır İttihat-ı Millet Fırkası başkanı ve mevkii komutanı Muhammet Muhittin Bey, IX Ordu ‘ya 8 Kasımda gönderdiği raporda şöyle demektedir; “ Iğdır ve civarında bulunan Müslümanların elinde 776 büyük kalibreli, 229 küçük kalibreli Osmanlı mavzer tüfengi, 136 düz martin ve 28 adet Osmanlı kapaklı tüfeng ve 452 küçük kalibreli Rus beşatılanı, 2 Rus üçatılanı, 686 tek ateşli Rus tüfengi, 3 adet kara tüfeng, 29263 adet Rus küçük kalibreli patronu, 20174 adet Rus yerli patronu var Iğdır’da 4305 piyade, 8 suvari vardı “ 1! |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriTarihçesi 2 Bu rapordan sonra bölge ahalisinin silah ihtiyacını karşılamak için IX Kolordu tarafından bölgeye 2000 civarında silah gönderilmiştir Kendine güveni artan bölge ahalisi, daha da rahatlamıştır Bunlar, Aras – Türk Hükümeti’nin kurulmasına zemin hazırlamıştır Osmanlı Devleti’nin 1 Dünya savaşında yenildiğinin belgesi olan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros ateşkes anlaşması gereği ordu geri çekilmeye hazırlanıyordu Bu durum Ermenileri sevindirirken, buralarda bulunan Türk ahaliyi de büyük endişelere sevk etmekteydi Güvenlikleri ciddi tehlike altında bulunan bölge ahalisi, çare olarak IX Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa’ya müracaat ederek yardım istediler Bunun üzerine, zaten bölgedeki hassasiyeti çok yakından bilen Yakup Şevki paşa, 11 Tümen komutanı Albay Rüştü Bey’e gereğinin yapılması için emir verdi Osmanlı Ordusu’nun direktifleri ve bölge ahalisinin iştiraki ile 18 Kasım 1918 ‘de Gemerli kasabasında geniş katılımlı olarak yapılan toplantı sonunda Aras- Türk Hükümeti kurulduğu resmen ilan edildi İlan edilen kuruluş beyannamesinde şöyle denilmektedir; “ 18 Kasım 1918’ de Revan Vilayeti’nde, Aras Vadisi’nde yaşayan bir milyon kişi, Osmanlı Ordusu gittikten sonra, tehlike altında kalmamak için Revan Muhacirleri, Nahcıvan, Şerur, Eçmiadzin, ve Sürmeli Bölgeleri’nin temsilcileri, yukarıda belirtilen tarihte, Gemerli kasabası’nda toplantı yaparak, bir teşkilat oluşturmaya karar vermişlerdir Kurulan Aras – Türk Hükümeti’nin merkezi Iğdır olarak kabul edildi Bu hükümetin çeşitli yerlerde şubeleri açılacaktır Kendi güvenliği için gerekirse silahlı mücadele yapacak olan bu teşkilat, kendisine dokunulmamak, hak ve hukuku çiğnenmemek kaydıyla saldırgan olmayacaktır Hükümet Reisi Emir Bey, çalışmalarını Gemerli Kasabası’nda yapmıştır Vesikalardan anlaşıldığı kadarı ile Iğdır’da herhangi bir toplantı olmamıştır Merkez resmen Iğdır, cepheye uzak olması yüzünden, çalışmalar cepheye daha yakın olan Gemerli’de yürütülmüştür Aras-Türk Hükümeti, kabinesi şu isimlerden oluşuyordu Hükümet Başkanı: Emir Bey Zamanbeyzade Maliye Nazırı: Gember Alibey Beneniyarlı Harbiye Nazırı: Cinangiroğlu İbrahim Bey İnzibat Nazırı: Bağır Bey Rızazade Adliye Nazırı: Mehemmet Beyzade Harici İşler Nazırı: Hesenağa Sefizade Şeyhülislam: Mirze Hüseyin Mirze Hesenzade ve Lütfü Hoca Ekid Fahri üye: General Ali Eşrefbey IX Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa’nın direktifleri ile kurulan bu hükümet, Osmanlı birliklerinin çekilmesi ile ortaya çıkan boşluğun doldurulması, bölgenin geleceğini garanti altına almak ve sayıları bir milyonu geçen Türk nüfusu için çok önemli idi Ancak bu Hükümetin kurulması, maalesef istenilen sonucu vermemişti Bütün gayretlere rağmen teşkilatlanma istenilen güce ulaşamamış, Ermeni saldırılarını bir türlü önleyememişti Zira Ermenilerin uzun zamandan beri başta Ruslar olmak üzere birçok devlet Ermeni saldırılarının artması ve birçok bölgeyi işkâl etmesi, büyük muhacir kitlelerini ortaya çıkarmıştı Tarihte “Gaça Gaç” olarak’ta bilinen bu olayda insanlar, adeta canlarını kurtarmak için her şeylerini bırakarak daha güvenli yerlere kaçmaya çalışıyordu Bu hususta Harbiye Nazırı Cihangiroğlu İbrahim Bey şunları söylemektedir; “ Nahcivan taraflarına hücum eden Ermeniler, Muhacir olan 1204 kişiyi öldürmüşler, Vedibasar’da genç kadınları ayırmışlar, 2000 kişiyi harmanda öldürmüşler 40 kadın ve çocuğu diri diri yakmışlar Bölgenin sevilen şahıslarından Seyyid Hasan’ın ailesine tecavüz edilmiştir Bu saldırılardan kurtulabilenler, Bayezı’da doğru çekiliyorlardı Ermeni kuvvetleri Uluhanlı- Gemerli üzerinden Nahcıvan’a doğru ilerlerken 1000 kişilik 8Ermeni Piyade birliği de Sürmeli’ye saldırdı Ermeniler, Sürmeli ve Kulp(Tuzluca)’yı işgal ettiler Bu işgallerden sonra, Iğdır ve çevresinde kanlı günler başladı Iğdır’dan Bayezıt’a çekilen Aras – Türk Hükümeti Başkanı Ali Ekber Bey ve üç arkadaşı, kuvvetleri dağıldığı için çaresizdiler Ermeni vahşetini Erzurum’a bildirmekten başka yapabilecekleri başka bir şeyleri yoktu IX Ordu komutanı Y Şevki Paşa, Iğdır’da ki Ermeni terörünü İstanbul’a çektiği telgrafla şöyle bildirmektedir; “ Osmanlı askerleri tarafından Iğdır boşaltıldıktan sonra, geri dönen Ermeniler zulme başladılar Iğdır Kasabası’nda Türk gençleri toplanarak meçhul yerlere götürülüyorlar Müslüman ahaliye ait erzak ve diğer eşyaları zorla alıyorlar Bölgede çok büyük bir felaket yaşanmaktadır İstanbul’da bulunan galip devletlerin temsilcilerinden olaya duyarsız kalmamaları” istenmektedir Ermenilerin Deh ne Boğazı ve Şerur’a hücumları devam ederken, Müslüman ahali akın akın İran’a kaçmakta idi Bunlardan bir kısmı da karşıya geçmeye çalışırken Aras Nehri’nde boğulmuşlardır Bu Ermeni saldırıları sırasında, Iğdır, Gemerli, Dereleyez, Uluhanlılar’da, Başköy’de yaşayan Türklerin tamamı yurtlarından kovulmuşlardır Gemerli’de 48, Vedibasar’da 18, Dereleyez’de 74, Şerur’da 7 köy yakılmış, suçsuz ve savunmasız insanlar işkenceden geçirilmiştir Böylece büyük ümitlerle kurulan ancak ömrü çok az olan Aras- Türk Hükümeti’nin yıkılmasından sonra, 15 Kasım 1918’de Kars Müslüman Şurası, Kars’da umumi bir konferansın toplanması için faaliyete geçildi Bu konferansa Iğdır’dan Reşid Bey Şemseddinov iştirak etmiştir Bu şuranın ikinci toplantısı Cihangir oğlu İbrahim Beyin başkanlığında toplanarak faaliyet sahasını genişletmiştir Batum, Kars, Artvin, Oltu, Ahıska, Sürmeli ( Tuzluca Iğdır, Aralık) Ahılkelek ile Eçmiadzin’in batı bölgesi dâhil edilmiştir Bundan sonra daha büyük bir teşkilatlanmaya gidildi 17–18 Ocak 1919’da III Kafkas konferansı toplandı Burada Cihangiroğlu İbrahim Bey’in başkanlığında “Müveggeti Milli Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti” kuruldu Ahıska, Ahılkelek, Ardahan, Oltu, Kağızman, Iğdır, Şavşat, Gamerli, Nahcıvan, Ordubad, Kars, Batum bu hükümetin sınırlarına dâhil edildi Fakat Osmanlı ordusu, bu yerleri boşalttığı sıralarda Ermeniler, hemen Gümrü ve Eçmiyazdin bölgelerini, Arpaçay’ı ve Aras Kıyıları’nı ve Iğdır Bölgesi’ni de sınırlarımıza yakın yerlere kadar işgal ettiler Birinci dünya savaşının sonunda, İtilaf Devletleri tarafından, Osmanlı Hükümetine dikte ettirilen Mondros mütarekesi gereğince, silahlarının büyük kısmı ellerinden alınmış ve personel bakımından genel olarak kadro haline getirilmiş olan Türk kuvvetleri yeni durumlarına göre konuşlandırılması ve mütareke şartlarına göre yeni kadrolarının yapılması büyük önem arz ediyordu Mondros mütarekesinde elde kalacak birlik miktarı belirtilmemiş, yalnız ordu mevcudu kayıt altına alınmıştı Bu boşluktan faydalanan Türk Genelkurmayı mevcut kuvvetleri dokuz Kolordu, yirmi Tümen olarak tespit etmişti İtilaf devletleri ile Osmanlı Hükümeti arasında yapılan Mondros mütarekesi (30 Ekim 1918) gereğince de Osmanlı ordusu Kafkasya ve İran'ı boşaltarak 1914 Türk-Rus sınırına çekildikten sonra 9 Osmanlı Ordusu lağvedilerek yerine 15 Kolordu kuruldu 15 Kolordu bölgesini o zamanki Van, Erzurum ve Trabzon illeriyle kısmen ve batıya doğru derinlik teşkil etmekteydi Dört piyade tümeniyle (3 9 11 Kafkas ve 12) bağlı birliklerden oluşmakta ve kolordu komutanı Mirliva Kazım Karabekir Paşa idi İzmir’in işgali, Samsun ve Trabzon bölgesindeki pontusçu taşkınlıklar, Ermeni ve Gürcülerin doğudan doğrudan harekete geçebilecekleri ihtimali dolayısıyla 15 kolordu Karadeniz kıyısından Iğdır'a kadar olan bölgenin korunmasından sorumluydu Bu kolorduca geliştirilen hareket planlarından bir tanesi de iki tümenle Sarıkamış, bir tümenle Iğdır istikametinde Ermenilere taarruz etmekti Iğdır Bölgesi’ni Ermeni zulmünden kurtarılması için 11 Kafkas tümeni, Van ve daha güneyindeki alaylarıyla, Doğubayazıt bölgesinde toplanacaktı Bu tümenin Nahcivan'da bulunan müfrezesi Milli Şura kuvvetlerini de emrine alacak ve Azerbaycan kuvvetleriyle de işbirliği yapacak ve taarruz için ayrıca emir bekleyecekti 15 kolordu, Ermenilere karşı yapılacak taarruzun manevra planını tasarlamış ve bunu bir emirle, 28 Mayıs 1920’de birliklere yayınlamıştı Buna göre; “11 tümen; Iğdır'ı kurtaracak ve Aras’a kadar olan bölgeye hâkim olacak; bunun için, Tümen büyük kısmıyla Doğubeyazıt'a toplanacaktı Diyadin ve Ağrı’daki taburlar bulundukları yerlerde kalacaklar Tümenin büyük kısmı Doğubayazıt’tan Iğdır istikametinde hareket ederken, Diyadin'deki tabur, Iğdır; Ağrı’daki tabur da Gaziler (Pernavut) üzerinden Hacıbayram köprüsü istikametinde gönderilecekti Tümen Doğubeyazıt'ta daha kuvvetli bulunacak, gerektiği takdirde, Ağrı'daki birlikler de Diyadin'e alınacaktı Toplanma için seferberlik emri verilip er ve taşıt araçları tamam olarak alınmadığı takdirde, yerli kaynaklardan ve yerli kuvvetlerden faydalanılacaktı Misak-ı Milli ile tespit edilen sınır içerisindeki ve Nahcivan-Iğdır dolaylarındaki Milli Şura kuvvetlerinin de üstün fedakârlık göstermeleri ve harekâta katılmaları sağlanacaktı Bunun için; her tümen kendi cephesindeki şuralar yanına şimdiden subaylar göndererek teşkilatı tamamlayıp, durum hakkında etraflı bilgi alacak ve şura kuvvetlerinin iyi bir suretle sevk ve idareleri sağlanacaktı Yine 9 Türk ordusu komutanı, verdiği 29 Kasım ve 27 Aralık 1918 tarihli iki raporunda da Ermenilerin yaptığı katliamları bildirmiş Ve özellikle Iğdır halkından 2000 kişinin Ermeni zulüm ve baskısı yüzünden, Türk topraklarına sığınmak üzere gelirken, Iğdır’ın 10 km kuzeyinde Sarıçoban Köyü Yezitleri tarafından ateşe tutularak bir kısmının şehit edildikleri ve Ermeni Hükümeti jandarmaları tarafından Müslümanların para, eşya ve yiyeceklerini zorla alındığı öldürüldükleri bildirilmektedir Ermeni birliklerinin, vedi, sederek dolaylarındaki zulümlerinden kaçan 500–600 Müslüman’ın Aras Nehri sağ kıyısına geçerken perişan bir halde Doğubeyazıt'a gelmekte olduklarını, çeteci Yapun’un Nahcivan kuzeyinde Almalı Köyü’nden 688 ve batısındaki Alış Köyü’nden de 516 kişiyi öldürmüş olduğunu ve genç kadınları ayırdıktan sonra 2000 kişiyi toplayarak katlettiğini; ayrıca 40 kadın ve çocuğu bir odaya hapsederek yaktığını ve bölgede buna benzer yapılan cinayetleri belirtmişti Ermeniler, bölgede terör faaliyetlerini yoğunlaştırırken, Temmuz-1919’da Iğdır Bölgesi’ndeki Türk yerleşim yerlerindeki ahaliden, mevcut silahlarını teslim etmelerini istediler Bunun üzerine, Sürmeli, Gelgel, Karabulak, İncesu, Harabe köyleri silahlarını teslim etmişlerdir Silahlarını teslim ederek savunmasız kalan bu köylerin ileri gelenleri hemen yakalanarak katledilmiştir Bu durumu öğrenen, sayıları 70’in üzerinde olan köy, silahlarını teslim etmeyerek teminat istediler İstedikleri teminatı alamadıkları için silahlarını teslim etmemek için direnen köyleri yıldırmak maksadıyla Ermeniler, saldırılarını yoğunlaştırdılar Ermeniler,12 Ağustos 1919 ‘da Iğdır mıntıkasında Molla Ömer köyünün güneyindeki Tavuskün Köyü’ne baskın yaparak ahaliyi kâmilen, 13 Ağustos günü, Yukarı ve Aşağı Katırlı Köyleri’nin erkeklerinin tamamı toplanmış ve büyük çoğunluğu katledilmişlerdir Yine bu günlerde, Aliköse, Perçinis, Hamurkesen, Köyleri’ndede katliam yapılmıştır Iğdır yöresinde 21 yerleşim yeri bu şekilde Ermenilerin saldırılarına uğramıştır Türklerden yakaladıklarını katletmişler, kadınları çıplak olarak Eçmiadzin’e götürmüşlerdir Bu köylerden bazıları şunlardır; Kolibey, Kerim arkı, Canfeda, Kazançı, Küllük, Yaycı, Kiti Bayraktutan Kazım Karabekir bu konuda şunları yazmaktadır; “11 Kasım’da karargâhımı Gümrüye naklettim Gümrü’nün doğu sırtlarında mevzi alan Ermenilere karşı taarruz hazırlığına başladım Bu arada Arpaçayın doğusunda bazı mevzileride işkâl ettirdim Ermeniler’de 12 Kasım’da Iğdır’ı boşaltarak Aras Nehrinin kuzeyine çekildiler 14 Kasım, sabahleyin Ermeni mevzilerine karşı taarruz başlattım Iğdır bölgesinde ise özellikle ova kesiminde bulunan savunmasız köylerde Ermeni çetelerinin zulüm ve şiddeti bütün hızıyla devam etmekteydi Oba köyü, Küllük, Hakmehmet, Kazancı, Kadıkışlak ve Necefali gibi ovada bulunan köylerde Ermeniler, erkekleri toplayıp topluca yakma ve katletme faaliyetlerini devam ettirmekteydiler Bu köylerin halkından kurtulabilenleri çareyi köyleri terk etmekte, dağlık alanlara ve sınırın güvenli yerlerine kaçmakta bulmuşlardı Ermeniler, bölgede terör faaliyetlerini yoğunlaştırırken, Temmuz-1919’da Iğdır bölgesindeki Türk yerleşim yerlerindeki ahaliden, mevcut silahlarını teslim etmelerini istediler Bunun üzerine, Sürmeli, Gelgel, Karabulak, İncesu, harabe köyleri silahlarını teslim etmişlerdir Silahlarını teslim ederek savunmasız kalan bu köylerin ileri gelenleri hemen yakalanarak katledilmiştir Bu durumu öğrenen, sayıları 70’den fazla köy, silahlarını teslim etmeyerek teminat istediler İstedikleri teminatı alamadıkları için silahlarını teslim etmemek için direnen köyleri yıldırmak maksadıyla Ermeniler, saldırılarını yoğunlaştırdılar Ermeniler,12 Ağustos 1919 ‘da Iğdır mıntıkasında Molla Ömer güneyindeki Tavuskün köyüne baskın yaparak ahaliyi kâmilen, 13 Ağustos günü Yukarı ve Aşağı Katırlı köylerinin erkeklerinin tamamı toplanmış ve büyük çoğunluğu katledilmişlerdir Yine bu günlerde, Aliköse, Perçinis, Hamurkesen köylerin’ de de katliam yapılmıştır Iğdır yöresinde 21 yerleşim yeri bu şekilde Ermenilerin saldırılarına uğramıştır Türklerden yakaladıklarını katletmişler, kadınları çıplak olarak Açmıyanez’ne götürmüşlerdir Bu köylerden bazıları şunlardır; Kolibey, Kerim arkı, Canfeda, Kazançı, Küllük, Yaycı, Kiti’dir Iğdır yöresinde, Obeyan Haçatur Ağa , Antranik , Dro , Samson , Dikran gibi kişiler idaresindeki Ermeni birlileri, Sürmeli çukurunda terör havası estirmeye başladılar Aliköse, Perçinis , Hamurkesen, Kulubey, KerimArkı , Canfeda , Kazançı, Küllük, Yaycı, Kiti , Alikamerli, Kasımcan , Kuzugüden, Hakmehmet, Oba, Koçkıran, Şıraçı , Gökçeli , Bayatdoğanşalı , Kacerdoğanşalı, Bayat , Gecer , Zülfikar , Karakoyunlu ve adlarını sayamadığımız onlarca yerleşim yerinde büyük katliamlar yapılmıştır Bu bölgede ayrıca İngilizlerin de faaliyetleri bulunmakta idi İngilizler, Erivan-Culfa demiryolunun idare ve kontrolünü Ermenilere verdiler Bu demiryolu hattı Kars-Tiflis-Batum-Erivan-Nahcivan-Tebriz-Bakû demiryolu hattında önemli bir yer teşkil etmekteydi Özellikle İngilizler, Türkiye’nin doğudan da ablukasını tamamlamak için çaba sarf etmekteydiler Esasen Kars-Gümrü demiryolu ile karayolları Ermenilerin ellerindeydi Batum üzerinden giden yollar ise İngiliz ve Gürcüler tarafından kapatılmıştı Batum üzerinden, şimdi de Nahcivan-Karabağ üzerinden geçen biricik karayolu Ermenilerin kontrolüne geçmişti Bu suretle Türkiye’nin, Azerbaycan ve Bolşevik Rusya ile irtibatı kesilmiş oluyordu 15 kolordu komutanlığı hiç olmazsa, yolun açık bulundurulmasına pek çok önem vermekteydi Bu yüzden de Iğdır, Nahcivan Bölgeleri’nin Ermenilerden temizlenmesi bir an önce gerçekleşmeliydi İngilizlerin Ermeniler vasıtasıyla kurmak istedikleri doğu çemberini kurdurmamaya özen gösteren kolordu komutanı Kazım KARABEKİR paşa, hem halkı ermeni zulmünden kurtarmak, hem de Azerbaycan ve Bolşevik Rusya ile açık olan yoldan irtibatımızı sağlamak için büyük gayretler göstermiştir 11 Tümenden Yüzbaşı Halil, Üsteğmen Edip (Albay Tokalp) ve topçu üsteğmen Naci (General Altuğ) ve Teğmen Osman Nuri ile yedi er, Nahcivan bölgesine sevk etmiştir Bunların görevleri, Yüzbaşı Halil idaresinde, Nahcivan Sancağı’nı da daha önce kurulmuş olan, yerli milis alaylarını sevk ve idare ederek bu bölgeyi Ermeni istilasından korumaktı Bu heyet 17/18 Temmuz 1919 da Doğubeyazıt’tan gizlice sınırı geçerek, Ağrı Dağı eteklerini takiben Yenice’ye varmış ve büyük bir halk topluluğu tarafından karşılanmıştı Türk subayları Nahcivan'a geldikten sonra, şöyle bir görev bölümü yapmışlardı: Nahcivan ve bölgesi genel komutanı Yüzbaşı Halil, Nahcivan Bölgesi komutanı Yarbay Kelba Ali Han, Ordubat Bölgesi komutanı Üsteğmen Edip, Şerur Bölgesi komutanı üsteğmen Naci idi Iğdır Bölgesi, buna bitişik olan Aras Nehri kuzeyindeki Zegibasar Bucağı nüfusunun %80’i Müslüman olması dolayısıyla, Ermenistan’ın merkezi olan Erivan'ın çok yakınında ve merkezi tehdit edecek durumda çok hassas bir bölgeydi Bu sebeple; Ermeniler her şeyden önce ve daha Mondros müterakesi imza edildikten ve Osmanlı Ordusu bu bölgeyi boşalttıktan sonra, hemen Iğdır’ı işgal ve Aras üzerindeki Markara Köprüsü’nü de tutarak Zengibasar'ı tek başına bırakmışlardı Iğdırlılar, aralarındaki ikilik ve teşkilatsızlıktan bu işgali önleyememişleri Iğdır dolaylarında Taşburun’da bulunan Ermeni kuvvetinin 400–500 piyade (3 Alaydan) ile dört top ve altı makineli tüfek olduğu tahmin ediliyordu Iğdır’ın işgalinden sonra 6 Şubat 1920 sabahı Ermeniler Aras Irmağı’nın kuzeyine Karbabazar köyüne saldırmışlar 40 kişiyi öldürmüşler ve geri kalan İslam halkı kaçırmışlar Ayrıca demiryolunu kontrole almak için Kargın köyüne saldırmışlar fakat buradaki savunama sonucu başarılı olamadan geri çekilmişler 10 Şubat 1920’de Ermeni hükümeti, Ağrı Dağı’nda bulunan Kürt aşiretlerini, bölgedeki Türklere karşı kışkırtmak maksadıyla aşiret reislerine mektuplar ve bir meclis kurarak barışmak için müzakereye girmelerini teklif etmişti Sınırın öte tarafında, Ağrı Dağı eteklerinde oturan celali aşireti reisi Ali Mirza, Ermenilerin bu teklifini kabul etmemiş ve gerçekten de bu Ermeni teklifi aşiretler üzerinde nefret uyandırmıştı Zengibasar bölgesinden sorumlu olan Yüzbaşı Muhittin bölgede teşkilatlanmaya başlamış ve 37 köyden meydana gelen Zengibasar ve Aralık ilçesi bölgesinde dört taburlu üç alay dairesi kurulmuştu Her büyük köy bir bölük dairesi olup, her üç köy, bir tabur dairesiydi Subaylar köylerin ileri gelen kimselerindendi 1- Alay: Gümrü- Zengibasar demiryolunun Zengibasar kısmının kuzeyindeki arazi halkı 1 alayı oluşturmakta olup, dört taburlu idi komutanı Teğmen İhsan’dı 2- Alay: demiryolunun güneyindeki (demiryolu ile Aras Nehri arası) arazi halkından dört tabur olarak kurulmuştu Komutanı Halil Nuri idi 3- Alay: Aras nehri batısında ve Aralık bucağının kuzeyindeki bölge halkından kurulmuş olup komutanı Meşhedi Bilal Ağa idi Bunun, üzerine Aralık Bucağındaki Hamit Bey Aşireti’yle Ağrı Dağı’nın eteklerinde bulunan Celali Ali Mirza Aşiretleri birer Tümen adı almışlarsa da bunlardan hiç faydalanılamamıştır Zengibasar’da Yüzbaşı Muhittin'in raporuna dayanarak, Doğubeyazıt’ta bulunan 18 alay komutanı Binbaşı Hilmi 28 Mart 1920’de 15 kolordu komutanlığına şu raporu vermiştir (özet): “Nahcivan’da bulunan Yüzbaşı Halil’in her neye mal olursa, Iğdır’a taarruz etmek mecburiyeti olduğunu, Zengibasarda Yüzbaşı Mühittine bildirmesi üzerine Yüzbaşı Muhittin, yerel kuvvetleri toplayarak müşavereden sonra Iğdır’a taarruz kararı vermiştir Bu karar üzerine, 25/26 Mart 1920’de toplanabilen aşiret ve Milli Teşkilat kuvvetleriyle yapılan bir hücumla, Taşburun zapt edilmiş ve Iğdır civarına kadar yaklaşılmıştı Bu sırada bir erin şehit olduğunu gören aşiret ve milli teşkilat mensuplarının moralleri bozularak biraz geri çekilmişler ve yeni tesis edilen hatta akşama kadar beklemişlerdir Bundan cesaret alan Ermeniler’in Iğdır’daki topçusuyla ateşe başlamaları üzerine Milli Teşkilat kuvvetleri karışmıştır Ermeniler getirdikleri 150 piyade 32 süvari, iki makinalı tüfek ve üç topla karşı taarruza geçmişlerdir Bunlar üç defa geri püskürtülmüştür Süvari ve topçunun kanadımızı tehdidine ve savunma hattımızın 5000 metre yakınına sokulmalarına rağmen, akşama kadar oldukları yerde kalmışlardır Bu mesamede Dize ve Cennetabat (Taşburun) Ermenilerin eline geçmiştir 29 Mart 1920’de Yüzbaşı Muhittin, Vedibasar Bölgesi subayı Teğmen Osman Nuri komutasında gönderdiği bir kuvvetle Dize ve Taşburun köylerini Ermenilerden temizleyerek Zengibasar teşkilatına bağlamıştır Bundan sonra Ermeniler, 19 Haziran 1920’de yaptıkları büyük bir taarruzla Zengibasar bölgesini işgal etmişlerdir Bu bölgede olaylar bu şekilde cereyan ederken Nisan 1920'nin sonlarına doğru Rusların Kafkasları aşıp Azerbaycan’a girmesi ve Gürcistan ile Ermenistan ise tehdit etmeye başlaması sonucu Ankara hükümeti ve 15 kolordu komutanlığı bir an evvel doğu bölgesinin kurtarılması ve Misak-ı Milli sınırlarına ulaşılmasının gerekli olduğunu belirterek Doğu Anadolu Bölgesi’nde seferberlik başlatıldı 15 kolordu komutanı Kazım KARABEKİR Paşa, 28 Nisan 1920 ve 6 Mayıs 1920 tarihlerinde, büyük millet meclisi başkanlığına, doğu cephesi komutanlığı kurulması hakkındaki tekliflere, 13/14 Haziran 1920’de şu cevabı aldı “15 kolordu komutanı Kazım Karabekir paşanın doğu cephesi komutanlığına atandığı, büyük millet meclisi bakanlar kurulu kararıyla tebliğ ve ilan olunur Kazım Karabekir Paşa, doğu cephesinde bulunan bütün sivil ve askeri makamlar üzerinde seferdeki ordu komutanlığı yetkisine haizdir” Böylece 15 kolordu komutanlığı, doğu cephesi komutanlığı unvanını aldı 11 Tümenin Van’da bulunması hem sınıra hem de hareket alanına uzak olmasından dolayı ve aynı zamanda haberleşme araçlarının noksanlığı yüzünden Ermenistan'a yapılacak bir harekâtta daha aktif hale gelmesi için Van’dan Doğubeyazıt’a taşınmış ve 17 Haziran 1920’de bu tümene çeşitli görevler verilmişti Tümen komutanı Albay Cavit, 18 Haziran 1920 de doğu cephesi komutanlığına verdiği bilgide “Kağızman'a taarruz edecek kuvvete mürettep Tugayı” adı verilecek, Pernavut (Gaziler)’ta bulunan milisler Kulp (Tuzluca)’lu Şamil Ayrım’ın idare ettiği Kulp ve Pernavut Milli Şura Kuvvetleri), Akçay Deresi Köprüsü istikametinde gönderilecek ve Ermenilerin bu köprüden faydalanmalarını ve köprünün tahribini önleyecektir Kağızman istikametinden batıya doğru etki yapmak ve Kulp Bölgesi teşkilatını idare etmek üzere, Tümen topçu alay komutanın alay karargâhı ile beraber, 20 Haziran 1920’de harabe Perçinis’e hareket ettirileceği; Mürettep tugay ve Pernevut milisleri, 23 Haziran 1920’de taarruza başlayacaklar, ihtiyat alayları tamamen toplanmasa dahi taarruzun geri bırakılmayıp yapılmasının emredileceği; Kağızman bölgesindeki kuvvetlere 1 mürettep tugayı adı verildiği; Nahcivan Bölgesi komutanlığına Vedi ve Develi bölgesinde göstermelik taarruz yapılması ve karşılarındaki düşmanı tespit etmeleri emrinin verildiği; Iğdır Bölgesi’nde de aynı şekilde hareket olunacağı,merkez grubuna mürettep tugay ile irtibat sağlanması hususunda cephe komutanlığınca emir verilmesi istenmiştir Eylül 1920 tarihine kadar pek çok defa Ermeniler ile çatışmalar olmuş özellikle bu bölgede savaşan 11 ve 12 Kafkas tümenleri Kağızman (Ortakale), Tuzluca (Kulp), Iğdır Bölgeleri’nde de çeşitli zamanlarda taarruzlar yaparak Tuzluca’yı işgal ettiler Bu taarruzlardan maksat Özellikle Oltu Bölgesi’nde bulunan Ermeni kuvvetlerini doğuya doğru sürerek Sarıkamış, Kars ve çevresinin alınarak eski sınıra kadar olan araziyi kurtarmaktı 27/28 Eylül 1920’de büyük millet meclisi ve doğu cephesi komutanlığının ortaklaşa kararı ile büyük bir taarruz yapılacak ve doğu bölgemiz Ermenilerden kurtarılacaktı Bunda batı cephesinde Yunan ilerlemesinin devam etmesi Yunan işgal birliklerinin Afyon- Uşak bölgelerinden daha içerilere kadar ilerleyerek Sakarya’ya yaklaşmalarını önlemek ve batı cephesini kuvvetlendirmek ile Bolşevik Rusların Gürcistan ve Ermenistan tehdit etmeleri bu cephede bir an önce misakı milli hudutlarına ulaşılmasını zorunlu kılıyordu 28 Eylül’de taarruza geçen Türk ordusu 28/29 Eylül günü Sarıkamış’ı kurtararak Kars’a doğru ilerlemeye başlamıştı aynı zamanda cephenin sağ kanadında; Iğdır Bölgesi’nde Iğdır bahçelerinde bulunan Ermeniler sıkı temas ve ateş muharebesi Iğdır Güneyinde bulunan Hoşhaber ve Kamışlı İstikametlerinde ise keşif faaliyetleri yapılmaktaydı Kağızman bölgesinde 1 mürettep tugay Kağızman girmişti Burası 29 Eylül’de Kağızmanlı Ali Bey’in (Kağızman Milletvekili Ali ATAMAN) idare ettiği milis (Milli Şura Kuvvetleri) tarafından tutulmuştu Kağızman’da tekrar Milli Şura Hükümeti kurulmuştur Kağızman’daki 150 kadar süvari ve 60 piyadeden ibaret olan Ermeni kuvveti Kulp (Tuzluca) istikametine çekilmiştir Doğu cephesi komutanlığı, Kars taarruzuna başlamadan daha önce bu taarruzun daha uygun bir durumda yapılabilmesi için, cephenin sağ kanadının Aras Nehri’ne kadar olan bölgeye hakim olması lüzumunu düşünerek, 18 Ekim 19202de sarıkamıştan, Doğubayazıt’ta bulunan sağ kanat grubu komutanlığına; “Kars’ın kurtarılması için hareketin kararlaştırıldığı, bu sebeple; Şahtahtı ve Iğdır taarruzlarının mümkün olduğu kadar çabuklaştırılmasını ve bunun için bütün sağ kanat grubu cephesinde faaliyet göstermesi lüzumunu” belirtti ve “Iğdır’ın işgaliyle Aras’a kadar olan bölgeye hakim olunduktan sonra, tasarruf olunabilecek aşiret kuvvetlerini Alaca- Başgedikler istikametine sevk ederek Ermenilerin yan ve gerilerini tehdit etmelerinin çok faydalı olacağı ve Şahtahtı ile Iğdır’ın işgalinden sonra Erivan’ı tehdit edecek bir durum alınmasını” istedi İki zayıf piyade taburu ve geri kalanı aşiretlerden ibaret bir kuvvetle yapılan bir taarruz, geceleyin irtibatsızlık yüzünden istenen sonucu sağlayamadı 24 Ekim 1920’de Iğdır istikametinde yapılan yeni bir taarruzda; Erhacı-Halfeli-Hoşhaber hattı işgal edildi Diğer ayrı bir kuvvet de (34 Alayın 1Taburu) Alican köyü dolaylarında yaptığı çarpışmada Ermenilere 100 kadar zayiat verdirmiş ve 30 esirle iki top ele geçirmişti Tabur, bu taarruzu, Iğdır’da bulunan Ermeni kuvvetlerinin çekilme istikametini Markara Köprüsünde tıkmak maksadıyla yapmıştı Fakat Ermenilerin direnmeleri sonucunda maksadına ulaşamayarak, Yukarı Alican Köyü’nün beş kilometre doğusunda savunmaya geçmek zorunda kaldı Ermenilerin Iğdır etrafında kuvvetli direnmeleri yüzünden burası elde edilemedi 30 Ekim 1920’de Kars’ın Ermeni işgalinden kurtarılmasının ardından Türk kuvvetleri doğuya doğru hareket ederek Gümrü'ye yaklaşmışlardı 6 Kasım günü Ermeniler doğu cephesi komutanlığına barış müterakesi için mektup gönderdi Daha sonra Türklerin müterake ve barış için öne sürdüğü şartlar Ermeni tarafından kabul edilmeyince hareketin devam etmesi kararlaştırıldı (9 Kasım 1920) Hareket için çeşitli plan ve hazırlıklarda başlanıldı Sağ kanat Grubunun (Iğdır Bölgesi) büyük bir kısmının Kulp (Tuzluca) üzerinden Erivan istikametine taarruza geçirilmesi ve şahtahtı müfrezesinin de şahtahtı köprüsüne yeter kuvvetle tutarak, harekâtına demir yolu boyunca ilerletmesi istenilmiş Bunu niçin Iğdır’ın güney ve doğu cephesinden, Yarbay Reşat komutasında örtme ve gözetleme görevini yapabilecek kadar kuvvet bırakarak 11 Kafkas tümeni büyük kısmının ve tümen karargâhının şimdiden kulp bölgesine saldırması lazımdır Bu takdirde geri ile irtibat Kulp-Kağızman-Kars-Eleşkirt-Karakilise üzerinden sağlanacaktı Doğu cephesinde tekrar başlayan taarruz üzerine ermeni kuvvetleri hem Kars’ın doğusunda hem de Iğdır ve Şahtahtı bölgelerinde yenilgilere uğrayarak geri çekilmeye başladı Kazım Karabekir bu konuda şunları yazmaktadır ; “11 Kasımda karargâhımı Gümrü’ye naklettim Gümrü’nün doğu sırtlarında mevzi alan Ermenilere karşı taarruz hazırlığına başladım Bu arada Arpaçay’ın doğusunda bazı mevzileri de işkâl ettirdim Ermeniler’de 12 Kasım’da Iğdır’ı boşaltarak Aras’ın kuzeyine çekildiler 14 Kasım sabahleyin Ermeni mevzilerine karşı taarruz başlattım Birkaç saat’te Ermenileri iyice hırpaladık 7 şehit ve 50 yaralı verdik Ermeniler 582 ölü bırakarak doğuya doğru çekildiler Sağ yanımızda bulunan Ermeni kıtalarına 17 Kasımda taarruz ederek onları mağlup edip, güneye doğru püskürttüler Ermenilerin Şahtahtı müfrezemize saldırısı anında geri püskürtüldü Üçü subay olmak üzere, 210 esir alındı Böylece alınan esirlerin sayısı iki bini buldu Bu son darbeden sonra, Ermeniler mütareke şartlarımızı kabul etmek zorunda kaldılar 17 Kasım, saat 3’de karargâhıma gelen bir Ermeni Yüzbaşı, Ermeni Başkumandanı ve Hariciye Nazırı’nın mütareke şartlarımızı kabul ettiklerini belirten mektubunu getirdi 18 Kasımda Ermeni Dâhiliye Nazırı, bir Yüzbaşı ile karargâhıma geldi Bolşevik ihtilalinden yeni kurtulduklarından, sulh muahedesi başlar başlamaz istediğimiz silahları vereceklerini ve hafif makineli tüfekleri az olduğundan tedricen vermelerine müsaade rica etti Kabul ettim” 15 Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa, bu konuda devamla şunları söylemektedir;” Mütareke şartları olarak, Ankara’nın istediği biner mermisi ile 2000 tüfek, 3 batarya seri ateşli koşulu dağ topu, yine koşulu 40 makineli tüfengi, Ermenilerden alarak, doğu cephesinin ilk zafer hediyesi olarak, batı cephemize doğru yola çıkardım 25 Kasımda Gümrüde, başkanlığım altında Ermeni Hatisyan heyeti ile müzakere başlattık Bu toplantı ile, Mondoros Ateşkes Anlaşması’nın yırtıldığını kabul ettik 3 Aralık’da Gümrü Anlaşması ‘nı imzaladık 5 Aralık’da nezrimizdeki Rus murahhası, sonradan sefir olan Medivani, Hariciye komiserinden bir telgraf aldığını bildirdi Bu telgrafta anlaşmanın Ermenilerle değil de Bolşeviklerle yapılmasının uygun olacağını bildiriyorlarmış Ben de şu cevabı verdim; Ahitnameyi hükümetimiz aldı Yusuf Kemal Bey, Ankara ya döndü Sorarım Taşnaklarla anlaşma imzaladık Bu arada Ermeniler Bolşevikliği kabul ettiler” Özellikle Şahtahtı bölgesinde yenilgisi sonucu, gerilerinin tehlikeye girdiğini gören Ermeni kuvvetleri, 13 Kasım 1920’de Iğdır’ın kuzeydoğusundaki Markara Köprüsü’nü yakarak Aras kuzeyine çekilmişler ve bunu gören Türk birlikleri takibe geçerek Iğdır’a girmişler ve Aras nehri kıyılarına kadar ilerleyerek, o gün akşama kadar Ermeni kuvvetleriyle topçu ve piyade ateş muharebesi yapmışlardı Doğu cephesinde ilerleme 14 Kasıma kadar devam etti Bunun üzerine 17 Kasım 1920 tarihinde Ermeniler daha önceki mütareke şartlarını kabul ettiklerini bildirdiler Ve silahlarını teslim etmek zorunda kaldılar Bunun üzerine doğu cephesi komutanlığı birliklerinin yerlerini ve konumlarını tekrar gözden geçirdi ve sağ kanat grubunun grup karargâhını ve seyyar hastane ve bir bölüğünü Iğdır’da konuşlandırdı Ayrıca Iğdır’ın köylerinde de hem yerli kuvvetleri hem de askeri birlikleri yeniden konuşlandırma ihtiyacı duyuldu Buna göre Küllük, Yaycı, Melekli, Tacirli, Kacer doğanşanlı, Karakoyunlu, Alican, Mürşitali, Alikamerli, Pulur, Kazancı-Ağaver, Adetli gibi köylerde de kuvvetler bulundurdu Ermeni kuvvetlerinin mütareke ve silah bırakma isteği kabul edilerek 26 Kasım 1920 de Gümrü’de barış görüşmelerine başlanıldı ve 2/3 Aralık 1920’de Gümrü antlaşma imza edildi Bu antlaşma ile tespit edilen hudut hattı; sonradan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile de tescil edilerek şimdiki Türkiye Cumhuriyeti ile kuzeydoğu komşuları Gürcistan, Ermenistan ve Nahcivan hudut hattıdır Bu hududa göre Misak-ı Milli’nin Türk topraklarına kavuşmasını lüzumlu gördüğü Kars Sancağı, artık anavatana kavuştuğu gibi; Rus-İran Harbi (1828) ile İran'dan Rusya’ya geçen ve iki yıldan beri (1919–1920) Ermeni İşgali altında Kalan Iğdır, Tuzluca (Kulp), ilçeler de, Kars İlinin iki ilçesi olarak Türk ülkesine katılmıştı Topraklarımız Ermeni çetelerinden temizlendikten sonra bugünkü Iğdır ilini ziyaret eden Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Doğu Cephesi Komutanı Kazım KARABEKİR anılarını yazdığı İstikbal Harbimiz adlı eserinde Iğdır’ı ziyaretini şöyle anlatmaktadır “14 Mayıs’ta Kağızman’ dan otomobil ile Iğdır’a geldik Yol Aras nehrini takip ediyor şose, fakat bazı yerleri bozulmuş, buraların tamirine emir verdim Kulpta bir saat mola verdik buradaki dağ tamamen tuz Şayan-ı hayret bir varlık duyunu umumiye yerinde okkasına 3 kuruş fiyat koymuş Kulp da birkaç bazit bina var Buradan sonra Aras vadisi ovalıktır Iğdır büyük ve oldukça mamur bir kasabacık Bağlık bahçelik, büyük bir düzlük ortasında, hayli zaman yağmur yağmadığından ekmek fiyatlanmış, halk ıstırab içinde bana geldiler “Paşa yağmursuzluktan kırılıyoruz, seni çok işitiyoruz, dindarsın, iyisin bize medet et” Dediler Düşüncelerinize teşekkür ederim fakat ben sizin için dua ederim, sizde kalbinizi Allaha bağlayın ve yalvarın, inşallah hayırlı bir yağmur gelir dedim” “Bugün de yağmur yağmazsa mahvolduk kıtlık muhakkaktır Zaten şimdiden fakir fukara ekmeksiz kaldı” dediler “Ümidinizi kesmeyiniz, inşallah sıkıntıdan kurtulursunuz” Halk dağılmıyor, benim kendi huzurlarında dua etmekliğimi rica ettiler Vakti ile böyle bir vaziyete dahi Diyarbekir bölgesinde Lice civarında maruz kalmıştım Ve müthiş güzel bir tesadüfün lütfu ile bu kolordu kumandanlığına geldiğim gün yağmur duasından sonra gelmiş ve kürtler üzerinde son derece mühim tesirler bırakmıştım Buradaki vaziyet pek acı idi Halk da öz Türk ve kalabalıktı Pek dindar olan bu insanlar kıvranıyor ve iyi tanıdıkları kumandanlarından şefaat umuyorlardı Hayatımda müthiş tehlikelerden ve sıkıntılardan samimiyet-i ruhumla mümkün olanı yaparak ve sonunda faniye değil bekaya rabt-kalb ederek sıyrılmıştım Iğdır halkını kurtaracak elimde hiçbir vasıta yoktu, onlarda benden dua istiyorlardı Vakti ile yağmur duasını öğrenmiştim Ekseriya duadan sonra yağmur yağdığını da işitirdim Birkaç örneğini de görmüştüm Bu hususta ki kanaatim şudur ki ıstırab sonuna geldikten sonra yani sıkıntı son dereceyi bulunca esasen bulutlar da çok defa yağmura dönüşüyordu Dua da son sıkıntıda yapılıyor ve herkesi memnun ve müsterih kılıyordu Şimdi de vaziyet bu idi Halk tahammülün sonuna gelmişlerdi, esasen bu çevrenin en sıcak bölgesi olan Iğdır bölgesi şimdiden 21 idi Yağmursuzluktan mahsulü kavurmuştu Halkın samimi ısrarı üzerine “kalbimi tamamı ile Cenab-ı Allaha bağladım ve yalvarıyorum, siz de bir kere amin deyiniz ve gidiniz umarım ki Allah yardımcınız olacaktır dedim” Ve halkı selamlayarak ikametgahıma çekildim Halk da dağıldı Biraz istirahat ten sonra akşama doğru çarşıya yaya çıktım Tam çarşı ortasına geldiğim zaman bir yağmur başladı, her taraftan haykırışmalar, dualar yağmur şıkırtısına tatlı bir name katıyordu Bu olay bana Kars’ın zaptı anından fazla tesir yaptı Kars’a ateş ve kan arasında girmiştim Burada rahmet ve şükran arasında dolaşıyorum Hayatımın en mutlu zamanlarından birini yaşadım Ekmek müthiş ucuzladı Fakir fukara dükkânlara koşarak ekmek alıyor Kıtlıktan kurtulan halkın sevinci Ermeni satırından kurtulanlardan daha fazla oldu Yağmur gereği kadar yağdı “Bu şerefe, iliklerime ıslanıncaya kadar gezdim Halktan aldığım dua belki de yeddi ceddime kafi gelecektir Gerçi akşam müthiş bir boğaz ağrısından saatlerce rahatsızlandım Fakat bu yarınki Beyazıt seyahatime mani olmadı Iğdırlılar 14 Mayıs gününü Iğdır’ın kurtuluş bayramı addetiler, her sene beni anarak bu günü kutlayacaklarını söylediler Bu tesadüfün lütfünü inançlı insanlar gibi Cenab-ı Hakkın azametine bir misal olmak üzere tanıdım ve tanıttım Yağmur 15 Mayısta da devam etmiş ve halk şenlikler yapmış, ben Beyazıt’a yola çıktım 15 Mayıs’ta otomobillerle Iğdır dan Beyazit’a 7 saatte geldik 17 Mayıs’ta aynı yoldan Iğdır’a döndüm bu sefer 5,5 saatte geldik Karabulaktan sonraki taşlık yokuşu gelirken yaya inmiştik, bu sefer atla çıktık 4 kilometre kadar otomobiller hafif çıktı “18 Mayısta Iğdır’dayım öğleden sonra hükümet, belediye, kışla ve hastaneyi dolaştım Kasabada kaç ev ve kaç kişi var ne kaymakam nede belediye reisi bilmiyorlar Kaymakam bey 100-150 ev dedi Arada 50 fark var, %50 mühim bir şey ifade eder, birer birer saysanız nihayet bir saatlik bir gezme ile hakikati öğrenebilirsiniz dedim Kaymakam bey Mülkiye-i Şahane’den (Siyasal Bilgiler Okul) mezun fakat pek sessiz ve tecrübesiz, odası örümcekler içerisinde, kendisine biraz nasihat ettim Askerlik şube başkanı kasabanın 305 ve belediye reisi de 400 ev olduğunu söylediler Kaç mahpus var dedim yine doğrusunu bilen yoktu Halbuki 7 mahpus vardı Bu basit suallerin doğru cevabını zaten hiçbir yerde alamadım Sokaklar ilk geldiğim gün pek pisti Kaymakam ve belediye reisine ihtar etmiştim, bu sefer temiz buldum Resmi ve hususi meskenlerin de temiz tutulmasını ve cansız, canlı her varlıkla yakından ilgilenmelerini icap edenlere söyledim “19 Mayıs’ta Iğdır dan otomobil ile 1 Saatte Malkara köprüsüne geldim Şose muntazam, köprü 120 metre uzunlukta 4 çift demir boru ayak üstüne tutturulmuş 4 kemerli, pek sağlım demir bir köprü Rusların şose üzerindeki bütün mühim köprüleri hep böyle demir ve sağlam Bu şose Erivan’a gidiyor bizim tarafta Alican Ermenilerin tarafında da Malkara köyleri gözleri kaplıyor Alican köyünde halk yok, hudut birliklerimiz var Kars taarruzumuz zamanında Ermeniler bizim aşiret birlikleri ile takviye ettiğim 11 fırka birliklerine karşı Iğdır’ı iyi savunmuşlardı Kars’ın düşmesinden sonra bu bölgedeki kuvvetlerini Gümrü bölgesine çektiklerinden Aras’a kadar boşaltmışlar ve Malkara köprüsünün ahşap döşemelerini yapmışlardı “Iğdır’a dönüşümde alayı teftiş ettim İyi buldum Konferans salonları da güzel Subay ve erlerimiz pişkin maddi manevi kuvvetlidirler Akşam belediyeye davete gittim Halk da toplanmıştı İleri gelenlerden ziyafete davetliler de vardı Yağmurlar dolayısı ile yeni mahsul kurtulmuştu Ekmek 12 kuruştan 8 e inmiş Memnunluklarını tekrar tekrar söylediler Mevcut bilgiler doğrultusunda yörenin tarihî seyrine bakıldığında, stratejik öneminden dolayı sık sık el değiştirdiği görülmektedir Ancak söz konusu kronoloji dikkatle incelendiğinde, yörede daha çok Türk ve Türk soylu boyların hüküm sürdükleri görülecektir Bu çalışmadaki temel amaçların başında da, kadim bir Türk yurdu olan bu eşsiz yörenin, ebediyen Türk yurdu kalması içindir |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriHayatın Dönüm Noktaları Örf-adet, gelenek ve görenekler, toplumun bütün geçmişinin ortaya çıkardığı ve yılların süzgecinden geçerek, toplumu temsil eden ve ona yaşama şevki veren, dinamizm kazandıran değerlerdir İşte, Iğdır ve çevresinde de bu değerler çok güzel ve özüne uygun olarak kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir Çocuğun doğumundan evlenmesine ve daha sonraki faaliyetlerine kadar birbirinden güzel adetler ard arda uygulanmaktadır On Dökme : Çocuğun doğumundan, on gün geçtikten sonra, anne ve çocuk banyo ettirilerek, temizlenmeleri sağlanır Bu günde yakınları çeşitli hediyelerle çocuğu görmeye gelirler Halk arasında “on dökme” olarak bilinen bu gün yalnız bayanların katıldığı şenlikli bir ortam içerisinde geçer Çocuğun kısa bir süre sonra kopan göbeği özenle alınarak, ileride çocuğun olması istenen mesleğin icra edildiği yerlere gömülür Çocuğun göbeği nereye gömülmüşse, ileride o işi yapacağına inanılmaktadır Kız Beğenme : Iğdır ve yöresinde evlenme ile ilgili adetler de çok görkemlidir Çeşitli vesilelerle (düğünlerde, bayram ziyaretlerinde, pazarda vs) kızı, gören ve beğenen gençler, evlenme isteklerini ailelerine çeşitli yollarla duyururlar Direkt olarak anneye ve babaya söylenmesi hoş karşılanmaz Bunun için çeşitli simgeler veya aracılar kullanılmaktadır Oğullarının bu isteğini öğrenen aile büyükleri kısa ve titiz bir araştırmadan sonra kızı ve ailesini beğenirlerse, kıza elçi gitmeye karar verirler Kız İsteme, Nişan : Erkek tarafı, kız evine hatırı sayılır kimselerle elçi gider Kız evine giden elçiler Allahın emrini anarak, kızı babasından isterler Kız tarafından olumlu cevap alınınca hazırlıklar yapılıp birkaç gün içerisinde kız evine akrabalar, komşular ve yakınlarla birlikte gidilerek söz kesilir Erkek tarafı bu gidişte bulunanlara ikram edilmek üzere tatlı başta olmak üzere, bir çok malzeme götürürler Burada kız tarafına verilecekse başlık, altın vs gibi çeyiz ile ilgili işler karara bağlanır Daha sonra hayır dualarla kızın parmağına “belge (söz) yüzüğü” takılır Söz kesimini müteakiben, daha sonra kararlaştırılan bir günde nişan töreni yapılır Nişan törenini bazı aileler çalgısız ve yemekli yaparken, bazı ailelerde çalgılı yapmaktadır Törenin belli bir yerinde davetlilerin huzurunda, hatırı sayılır bir kişi tarafından nişanlılara yüzükleri dualar ve alkışlar arasında takılır Bu arada törene gelenler de çeşitli hediyeler takdim ederler Nişandan sonra düğüne kadar, bayramlarda, çilelerde, sair özel günlerde mutlaka gelinin ziyaretine erkeğin yakınları çeşitli hediyelerle giderler “Görüş” adı verilen bu ziyaretlerde “Honça” tabir edilen ve en önde giden tepsi içerisinde, üzeri kapalı hediyenin çok büyük bir önemi vardır Düğün : Nişanın yapılmasından sonra, her iki ailede uygun olan bir zamanda düğün tarihi kararlaştırılır Düğün vakti geldiğinde her iki aile yapılan hazırlıkları bir daha gözden geçirir varsa eksiklikler giderilir Düğünler genellikle diğer safhalara nazaran daha görkemli olmaktadır Eskiden üç gece, üç gündüz olarak yapılan düğünlerde, davul, zurna, mey, kabık hamame, akardion gibi çalgılar kullanılmaktadır Bu düğünlerde, cambaz, güreş, at yarışı gibi bir çok etkinlik icra edilmekteydi Ancak, her safhada olduğu gibi günümüzde bu adetlerde de büyük değişiklikler olmaktadır Kirvelik : Kirvelik, Iğdır ve yöresinde önemli bir olgudur Eski Türklerde de kirveliğe benzer bazı adetler görülse de, esas önemini islamiyetle birlikte kazanmıştır Sünnet ettirilecek çocuğun kirvesi büyük bir özen ve dikkatle seçilir Zira kirve olunduktan sonra her iki tarafta birbirlerini kendi ailelerinin içerisinde mütaala eder Acısıyla, tatlısıyla, her zaman kirveler birbirlerinin yanındadırlar Bu iş o kadar önem kazanmıştır ki, kirve, kirvenin kızını almaz, şeklinde bir adette geliştirilmiştir Bazı aileler sünnet yaparken, aynen düğünde olduğu gibi çalgılı ve eğlenceli yaparlar Genellikle, sünnetle birlikte geniş bir davetli topluluğuna yemek ikram edilir Çocuklar sünnet olduktan sonra davetliler ve yakınları tarafından para ve çeşitli hediyeler verilir Ayrıca iki gün sonra da “külden çıkarma” yapılır Asker Uğurlama: Türk töresinin gereği olarak Iğdır ve civarında da askerliğe büyük bir önem verilmektedir Askerlik çağına gelen her Iğdırlı erkek severek ve büyük bir şevkle askerlik hizmetine koşmaktadır Asker uğurlamaları ise buna paralel olarak çok neşeli ve eğlenceli olur Askere gidecek gençler, bir-iki ay öncesinden komşu, akraba ve arkadaşları tarafından eğlendirilir, yemek davetlerine çağrılır, çeşitli hediyeler verilir Askerliğe gidileceği gün davullu, zurnalı bir şölene dönüşmekte ve bu eğlencenin sonunda asker adayları dualar ve kahramanlık türküleri ile vatani görevlerine uğurlanırlar Asker dönüşlerinde yine ailesi, yakınları tarafından ziyaret edilerek göz aydınlığı verilir Koç Katımı : Türk kültüründe önemli bir yeri olan hayvancılık, koç katımı törenleriyle önemini bir kez daha ortaya koymaktadır Iğdır ve yöresinde eskiden beri süre gelen bu adet genellikle koyun sürüleri olanlar arasında yapılır Ekim ayının son haftasında yapılan bu törende, koçlar rengarenk boyanır, çeşitli meyve (elma, armut vs) ve şekerlemelerle süslenir Çobana çeşitli hediyeler alınır Koç katım günü bir bayram havasında koçlar sürünün içerisine bırakılır |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriYöresel Giysiler Yöremizdeki kadın ve erkek giysilerinin günümüze kadar gelenekselliğini korumuş amaç bozulmadan değişmeyi de başarmış bir geçmişi bulunmaktadır Azerbaycan ve Kafkasya kültürlerinin güçlü etkisi her alanda olduğu gibi giyside de kendini gösterir Özellikle Kafkasya kültüründe güçlü coğrafya ve iklim faktörü çok etkilidir Bunda dini ve ahlaki değerlerinde izlerini bulmak mümkün olmaktadır Hem kadın, hem erkek giyim kuşamında detaylara inildikçe Anadolu yerleşik kültürlerinin etkileri ile karşılaşırız Mesela; Anadolu’da yaygın olarak kullanılan kuşak ya da kemerin Iğdır kültüründe de değişik türlerini görebiliyoruz Başlıklarda da Anadolu ve Azerbaycan coğrafyasının ortak izleri sentezlenmiştir Giyim kuşama etki eden elbette bazı faktörler daha ekleyebiliriz Hatta bunları kadın erkek şeklinde tasnif edeceğimiz gibi kız-gelin, yaşlı-genç diye de sınıflandırmak mümkündür Giyim kuşamdaki değişimler yukarıda da belirtildiği gibi geleneksel öze dokunmamıştır Bazı parçalar stilize edilerek daha kullanışlı hale getirilmişler, bazılarına hiç dokunulmamış, bazılarında ise; kumaşın türü ve rengi değişiklikler göstermiş olabilir Bu ve benzeri ayrıntılara parça parça incelerken yer verilecek veya açıklama getirilecektir KADIN (BAYAN) GİYSİLERİ PUŞU (PÜŞÜ-ÇALMA-YAYLIĞ): Kızlarda veya gelinlerde sıkça kullanılır Hızma veya sade bir başörtüsüdür Renkli ipliklerle işleme veya oya da yapılır Süs faktörü gelini kızdan ayırır Genelde kızlarda “çalma” kullanılmaz Bu örtü örgüler, saçın üzerine örtüleceği gibi bazen Kofi (araşqın) üzerine de yaşmak şeklinde bağlanabilir Genç kızlarda ise, son yıllarda stilize edilerek ve genelde gelinliğe özentinin bir parçası olarak yapay (metalik süslemeli) taşla kullanılır Bunda saçlar toplanmış olur; yaylık ya dikilerek ya da tokalarla tespit edilir Oyunların rahat sergilenişi ve zor figürlerinin daha kolay yapılabilmesi avantajını sağladığı için, taç son zamanlarda daha çok kullanılır Yaşmak türü bağlamak daha çok gelinlerde ve giderek yaşlılardan ağırlık kazanır Kumaşın türü değeri varlık nedenidir Düğünde-dernekte hayırlı işlerde en pahalısı kullanılır ARAŞQIN (KOFİ-BAŞLIK): Anadolu’da da çok yaygındır bir mukavva veya karton parçasının başın yapısına göre yapıştırılarak kısa konik-silindir şeklinde yapılır Kumaşla kaplanır Alın kısmına altın ve diğer ziynet eşyaları takılarak süslenir Gelinler uzun ve enli bir örtü ile çene altından gelecek şekilde baş üstünden dolanacak Kofi’yi kapatırlar Ama ziynetlerini gösterirler Kofi’nin kaplandığı kumaşın rengi altın-gümüş gibi değerli tabuları daha kolay gösterecek renkten seçilir Araşqın daha ziyade yerleşik kültüre özgüdür Azerbaycan menşe-ili kültürde taç ve işlemeli tül daha yaygın kullanılır Iğdır’da her ikisi de tercihe göre kullanılmaktadır BOĞAZALTI (ÇENELİK): Bir santimetre kadar eni olan bir bezden ibarettir Birkaç kat yapılarak sıkıca dikilir, çene altından geçirilerek genellikle kofiye bağlanır Kofiyi tutturmak içindir Pek yaygın olmamakla beraber gelin ve yaşlılar arasında daha yaygındır ÇUHA: Kadife ve değerli kumaştan yapılır Yakasızdır Bedeni sarar Kalçaya kadar sıkıdır Etek kısmı çok boldur Genel olarak kırmızı kadife yaygındır Erkeklerde arkalık denilen aksesuarla aynı değerlendirilir Ancak arkalık sadece aksesuardır Görseldir Ama çuha elbisedir Bordo ve mavi olanları da görülür Önü açıktır, kopçalarla kapatılır, düğmede dikilebilir Gümüş egremen veya beyaz şerit konulur Egremen üzerine biraz büyükçe gümüş halka ve pullardan oluşan özellik de gösterirdi hatta bazı yörelerimizde fındık büyüklüğünde küçük (gor-pul) güllerde takılırdı Bu da yürüdükçe ve hareket ettikçe ses çıkarırdı KEMER: Genelde gümüş kemerler hem bölgenin, hem de yöremizin yaygın aksesuarıdır Bele bağlanır Sallama kemer döşeme, gümüş kemer, döşeme altın kemer gibi çeşitleri de vardır Ekonomik güce göre, kumaştan yani kadife veya ipek kemerde çokça kullanılmıştır Sallama kemerde kayışın veya ketenden yapılmış kemerin üzerine gümüş levha erkler dizilir Bunlar yürünürken sallanırlar ya ses çıkarır veya parıldaması için kullanılır Döşeme gümüş kemerde ise, kemerin üzerine gümüş levhalar-pullar bazen de altın dizilirdi Kemerler hem beli sıkıca kavrayarak giysileri tespit eder, hem de güzel bir görünüm sağlardı Yöremiz kadınları özgü olan bu kemerlerin başka yörelerde değişik türleri de görülebilir ÇARIK (YEMENİ): Yöremiz kadınlarının ayaklarına giydiği eski giysi çarıktır Bütün Anadolu’da olduğu gibi Iğdır’da da çarık en eski ayakkabıdır Ancak bu yerleşik kültürde hâkimdir Göçebe kültürlerle (Azerbaycan ve Kafkasya) yemeni ve diğer deri menşe ili ayakkabılar da ilimize girmiştir Sovyet Rusya hâkimiyeti zamanında Azerbaycan ve Kafkasya kadınlarında yaygın olarak çarık ve yemeninden stilize edilmiş olarak pisi, giyilmişse de bu bale ve balerin kültürünün bir ihtiyacından doğmuştur Günlük hayatta kullanılırlığı olmadığı için Iğdır’da yaygın ve hâkim olan yemeni ve çarıktır Halk oyunlarında daha yaygın olan yemeni ve türleri kullanılır ŞALVAR: Etek veya üç etek altına giyilen fazla bol olmayan, ancak vücut hatlarını da yapışmayan bir görünüm arz eder Paçaları lastikli olanı olduğu gibi, ilikli kumaştan yapılanlar asıl otantik olanlarıdır Halk oyunları ve günlük yaşamda eteğin altında rahatlık veren ve tamamlayıcı bir giysidir Genellikle ipek ekonomik duruma göre de ketenden yapılırdı Fazla göz alıcı renkler tercih edilmez Genel de beyaz ve türevi renkler kullanılır GÖMLEK: Genel olarak pamuklu kumaş veya ipekten yapılan ve çuha (cepken-yelek) altına giyilen bir iş giysisidir Günlük hayatta Iğdır’ın çok sıcak olması nedeni ile pamuklu olanlar kullanılırdı Özel günlerde ise; İpekten yapılanlar tercih edilirdi Yakası genel de hâkim yaka veya (V) yaka tabir edilen türden alırdı (V) yakayı genç kızlar tercih eder Çünkü boğaz altına altın, gümüş gibi gerdanlık veya başka takılar takılırdı Dik görünümlü hâkim yaka daha çok kışlık olarak kullanılırdı Gelin veya kadınlar giyerler ERKEK GİYSİLERİ KALPAK-PAPAX: Yalnız Iğdır’a ait Azerbaycan veya Kafkasya menşeli bir başlıktır Oğlak veya kuzu derisinden yapılır Dağıstan tipleri biraz daha tüylüdür, yani kılları uzun bırakılmıştır Orta Asya’daki börkün coğrafyaya uyarlanmış şeklidir Börk üçgen ya da konik görünümlüdür Kalpak ise silindirik yapıdadır Derinin iç kısmı tabak edilmiştir Ani hareketlerde düşmemesi için çene altından belli-belirsiz kaytan denilen bir deri iple bağlanır Yöremizde iki türlü kalpak kullanılır Uzun tüylü olanlar genelde beyaz kuzu derisinden yapılır Kısa tüylü olanlar oğlak derisinden yapılır ŞALVAR: Buna aynı zamanda pantolon külot, paça pantolon denildiği de olur Orijinal olanı sıkı paçalı şalvardır Paçalar dize kadar dar ve bacağa yapışık olurlar Çivekiler içine rahat girebilirsin diye Şalvarın basen kısmı oldukça rahat ve bol olmalıdır Bu da Kafkasya ve Azerbaycan coğrafyasında at çok önemlidir Ata rahat binebilmek ve her türlü akrobatik hareketi rahatça yapabilmek için Şalvar genellikle siyah veya başka türlü koyu renkli kumaştan yapılır CEPKEN (ÇUHA): En üstteki giysidir Topuklara kadar olanları Kafkasya ve Dağıstan yöresi savaşçılarının kullandığıdır Her türlü hava şartlarına karşı koruyucudur Boyları kısa olanlar yani diz üstü veya diz hizasında olanlar Azerbaycan yöresi veya Nahçıvan’da kullanılır Her iki bol olanları Iğdır’da kullanılsa da halk oyunlarında diz hizasında olanlar kullanılır Hareket kolaylığı sağlar Genelde şalvarla aynı renk ve kalitedeki kumaştan yapılır Etek kısmı geniştir Kol ağızlarında genellikle ya parlak astarlı ve geniş ya da sutaşı işlemeli olabilir Çuhanın göğüs kısmında veznelik vardır, buna fişeklik de denilmektedir KEMER-KUŞAK (KURŞAK): Yünlü şaldan yapılır bele bağlanır Kuşak üzerinde bağlı olduğu kısımda “Serhatlık” vardır Bir çeşit cep gibidir Tütün tabakası gibi şeyleri koymak için kullanılır Üste bağlanan kemer ise, genelde kalın deri sığır veya manda gönünden yapılır KAMA: Kemere sokulur Kafkasya yiğitlerinin vazgeçilmez savaş malzemelerinden biridir Her iki yanı keskin ve sivri uçludur Genellikle gümüş süslemeli kın içinde bulundurulur GÖMLEK (ÜST GÖMLEĞİ): Yakası uzunca önden sedef düğmeli kollarda da aynı düğmeler vardır Önceden ipek veya parlak kumaştan yapılır Şimdi ketenden yapılanlar daha yaygındır Kollar çuhadan çıkar ve bileklere kadar uzanır Yöremizde halk oyunları topluluklarının aksesuarlarından biridir CİVEKİ-SARIK-YEMENİ: Dar ve diz üstüne kadar uzanan çizmedir Yumuşak deriden yapılmıştır Kafkasya’daki çizmeler kösele topuk ve tabanlı çivili ve hatta mahmuzlu da olurdu Çünkü sert tabiat ve kış şartlarının üstesinden ancak böyle çizmelerle gelinirdi Körüklü olanları da vardır ancak pek kullanılmaz Altlıksız ve yumuşak altlıklı olanlar yalnız halk oyunlarına uyarlanmıştır Yöremizde hala zevk için ve aksesuar olarak kullanılmaktadır ARXALIQ: Yakası dikçe ve birkaç santim yüksekçe boğazdan itibaren çapraz bağlarla bağlanır; göbek hizasında durur Göbekten aşağı diz nizasına kadar etekler açılır Her iki yanlarda etek körüğünün ağzından itibaren iç kısma gelecek şekilde torba biçimli cepler yapılır Arxalığa Dağıstan ve Kafkasya coğrafyasında sırtı koruyacak şekilde kalın deri astarlı keçeden zırh görevi yapacak kalın bir kısım da dikilirdi Bu insanları hem soğuktan, hem de savaşlarda ok ve kılıç darbelerinden kısmen de olsa korumak için yapılırdı Arxalığın alternatifi olan “qazeki” dir Qazeki, yakasız, göğsü açık, kısa etekli ve işlemelidir SARIK: İpek, keten veya pamuktan el dokuma tezgâhlarında yapılır Kalpak yerine kullanılır Bazen puşu veya bir çeşit vala ya da çit de olabilir Bu bez tahminen 10–15 metredir Rengi beyaz veya açık başka tonda da olabilir Keçeden yapılarına az benzese de börk denilir YELEK: Daha çok Azerbaycan menşelidir Azerbaycan ve yöremizde yaşlı ve orta yaşlı erkekler giyerler “kırk düğme” de denir Önden çapraz ve sıkı düğmelenir Vücudu iyice sıkar ÇORAPLAR: Yün veya pamuktan yapılır Diz hizasına kadar çıkar Üzerleri işlemeli veya sade olabilir Çorap yerine ayağı bilekten kavrayan tozluk da giyilir Tozluk çarık ve yemeni üstüne çekilir “Padış” denilen türleri de kullanılır |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriEl Sanatları Birçok yörede olduğu gibi, teknolojik gelişmeler, Iğdır yöresi el sanatları ürünlerini de böyük ölçüde ortadan kaldırmıştır Bazı meraklıların ve bir-iki halk eğitimi müdürlüğünün ürettikleri Kafkas kilimlerinin dışında, geniş çapta el sanatı çalışması yapılmamaktadır Ancak takriben 20–30 sene öncesine kadar yörede kadınların ördükleri birbirinden alımlı motiflerle süslü yün ve pamuktan mamül çoraplar, birçok tezgâhı süslemekte idi Bu sanat kolu, günümüzde hemen hemen yok gibidir Ancak kazak, hırka, vb varlığını hâla devam ettirmektedir Fakat makinalaşma bu alana da girmiş durumdadır Eskiden, çiftçi kesim, kara sabanını bizzat kendisi yapardı Bunun gibi, gem (döven), carcar (uzun pıçaklı döven), öküz arabası gibi aletler yörede yapılırdı Tarımdaki teknolojik gelişmeler, bu gibi sanatları rafa kaldırdı Aras nehri kıyısındaki sazlık söğütlerden sele, sepet gibi şeyler yapılırdı Günümüzde bu sanatın da esamesi okunmamaktadır Netice itibariyle, bazı evlerde yapılan el örmeciliği dışında, yörede ekonomik değer taşıyan önemli bir sanat dalı yok gibidir Ancak amatörce de olsa, geçmişe yönelik bir eğilim vardır Küçük çapta devlet desteği ile mevcut potansiyel enerji kinetik şekle dönüşebilir |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriManiler Eceb şalım güllüdür Ortası bülbüllüdür Gardaş adaşlın gördüm Ecep şirin dillidir Şalı şala bağlar geder Gülü şala bağlar geder Oğlanın bacıları Nişana bağlar geder Dermişem şirin narı Şirin diyerler yarı Hamıdan şirin olar Kiçik gardaşın yarı *** Kızın başdı ağ olsun Tohumları sağ olsun Gelin getdiği yollar Yansın çilçırak olsun Bulağın başı ile Dibinin daşı ile Gelin taşda çıkıptı Sağdıç solducu ile Dur ayağa kız gelin Tellerini düz gelin Toyçulara yazın gel Düş ortaya süz gelin *** Şalvar kara, şal gara Üzündeki kal qara Eger meni sevirsen Eyle derdime çara Ağdı bileyin oğlan Enli küreyin oğlan Elesine giderem Yanar üreyin oğlan *** gapqara birçek oğlanın toyudur Gözleri göyçek oğlanın toyudur Gör nece göyçek oğlanın toyudur Mektup yazdım yolladım Suya saldım yolladım Ay, özüm gelebilmedim Ay, salam dua yolladım Ay, deste çubuk dererler Ay, yarpağ üste sererler Ay hoş o qızın adına Ay isteyine vererler Ay mektup yazdım qarasız Ay derde düşdüm çarasız Ay quşlar menim dilimden Ay yara siz yalvarasız *** Haleli, balaca püste menem Yaleli, yar düğmeleri mercan İnciden üzülmüşem Mercana düzülmüşem Ala papaq, boz oğlan Men sene yazılmışam Narınca bak narınca Sazlaram saralınca Mende ürek qalmadı Senden bir söz alınca Yeri yeri düşen yar Yeni işe düşen yar Elçileri küsüpdür Özü elçi düşen yar İğne sançtım duvara Elçi gönderdim yara Elçi mecel vermedi Men elçiyem o yara *** Üzüğün qaşı gözel Yakuttur, daşı gözel Destenizin içinde Bir halay başı gözel Bizde olan gözeller Bağ bahcanı bezeller Toy-düğünde, nişanda Tomuz kimi süzeller *** Gedirsen çarh ile gel Çirmenip arh ile gel Eger menim yarımsan Dalımca halq ile gel Ha yelli, yelli, yelli Gel şalı telli telli Evleri yol üstedi Tüfengi qol üstedi İstirem suya gedem Sevgilim yol üstedi Halay çeken qırh qızlar Könül sizi arzular Gel bir qol-boyun olan Goy bahsın tamarzılar *** Kemer bağla beline Şerbet verim eline Gel bizim eziz gelin Kına goyum teline Su gelir bu arhınan Doldur ver bardağınan Yarın yaşasın açtın Kınalı barmağınan *** Nazbalışı üzül qoy Üste bir cüt qızıl qoy Yarın hamama gedir Hamam pulun hazır qoy Elimde yar elidir Golları düymelidir Yarım hamamdan çıkıp Goynuna girmelidir *** Al almağa gelmişem Şal almağa gelmişem Oğlanın bacısıyam Aparmağa gelmişem Bugün bağa gelmişem Gonça gülü dermişem Sizde bir qız görmüşem Aparmağa gelmişem Sizin bağa gelmişem Bağa bağa gelmişem Ağa gardaş toyunda Oynamağa gelmişem Bu yolun iki qatı Asda sürerler atı Gız evi camaatı Verin bizim amanatı Yerisin ay yerisin Topuğu gül bürüsün Ağa gardaş toyunda Yeddi qarmon çalınsın *** Gızım seni qız isterem Gaş gözünü düz isterem Yeddi oğul anası Birce dene qız isterem Ağdır bileyin gelin Geniş üreyin gelin Gelmişik aparmağa Hanı dileğin gelin Naçla vererler geline Dolça vererler geline Bizim yerin âdetidir Haçla vererler geline Men senin qızın değilem ay ana Torbada duzun değilem ay ana Men senin balan değilem ay ana Gederem qalan değilem ay ana Uçtum ana yar yar Südünü halal eyle Köçtüm ana yar yar Südünü halal eyle Dağları aşdım ana Heberin olsun ana Südünü halal eyle Nezerin olsun Anam mene sandığ alsın Uçtum ana yar yar Cehizleri bir bir saysın Köçtüm ana yar yar Çatıpdır ayrılığ demi Uçtum ana yar yar Balasıyam yola salsın Köçtüm ana yar yar *** Dua Örnekleri Allah azar bezarı senen uzağ elesin Allah amanında olasan Allah ağlını-xuşunu almasın Eli kömeyin olsun Allah başınnan bir tük de eksik elemesin Allah bereket versin Ağ güne çıxasan Ağ günlü olasan Abrın tökülmesin Adınnan yaşıyasan Toprağı sanı yaşayasan Adın batmasın Adına qoç quzu qurban kesim Allah birini min elesin Allah tuttuğunu altın elesin Allah’ın eli üstünde olsun On iki imam kömeyine çatsın Allah gapını bağlı goymasın Allah işini rast getirsin Allah yanında üzün ağ olsun Allah’ın kölgesi üstünnen eksik olmasın Allah axıracen yarıtsın Allah ehl-i beytin şefaatınnan kenar elemesin Allah gözüne ışığ dizine taget versin Allah bu dünyada ehl-i beytin ziyaretini, axirette şefaatini nesip eylesin Allah dar amanda qoymasın Allah yaman gözden saxlasın Allah urzanı bol eylesin Allah xoşt bext elesin Allah ata anana canına balalarına qıymasın Anan toyunda eline xına yaxsın Atan anan toyunda oynasın Arzuna emeline çatasan Atanın ananın canı sağ olsun Boz atın büdremesin Atana rehmet Atana-anana rehmet Valideyinlerine rehmet Atalı-analı böyüyesen Atan-anan toyunu görsün Axırın xeyr olsun Ax-vay görmüyesen Acılı ağrılı gün görmüyesen Neyliyim nece eliyim demiyesen Bazarın kesad olmasın Bayramın mübarek olsun Bala behri yiyesen Baladan yarıyasan Neve netice iyesi olasan Balanın toyunu göresen Başına dolanım Başın dişin ağrımasın Başına dönüm Başındaki bela seni istemeyenlere getsin Heyir heber alasan Bedenin bed nezer görmesin Birin min olsun Dinin bereketin eksik olmasın Yuhuların çin olsun Başınnan var dövlet aşıp daşsın Vetenine yad ayağı deymesin Gadan alım Ganın qaralmasın Gazancın artıq olsun Ömrün uzun olsun Ocağın hemeşe Gonaq-qaralı olsun Allah sürfeni hemeşe açıq elesin Sürfen bereketli olsun Gardaş dağı görmüyesen Bala dağı görmüyesen Gazancın qazan doldursun Toyunda süzüm Hemeşe toy bayram içinde olasan Geddi qametin eyilmesin Gızının toyunu göresen Gızın ağ günlü olsun Gonşuluqdan eksik olmuyasan Gohumluğun mübarek olsun Damın damazlıksız qalmasın Dileyin başa çatsın Dönergen dönmesin Ağ günlü olasan Duz dağı kimi qalasan Evin abad olsun Evin eşiyin şen olsun Evinde el havası çalınsın Evinnen layla sesi eksik olmasın Evin toy bayramlıq olsun Evlad derdi çekmiyesen Ezizinnen yarıyasan Azrail qapını tanımasın Elin elden üzülmesin Elin eteyinden uzun olsun Elin xınalı olsun Emelin üzüne gülsün Emeyinin barını yiyesen Yağlı börek kimi yağ içinde böyüyesen Yaman gün görmüyesen Zülüm üzü görmüyesen Etin tökülmesin Abırın tökülmesin Erden yarıyasan İzin izlere qarışsın İlahinin kölgesi üzerinnen eksilmesin Allah imannan, guran’nan ayırmasın İstediğine çatasan Işığın sönmesin İşten-güçten elin soyumasın İştahın küsmesin Yaşın üç otuz ona çatsın Elin yardan üzülmesin Yarınnan qoşa yarıyasan Yazın qara yazılmasın Kamına çatasan Körpen boya başa çatsın Köçden geri qalmıyasan Günün qara gelmesin Muradına çatasan Malın bereketli olsun Gözün ellerde qalmasın Göz ışığına möhtac olmayasan Gözün pis üzler görmesin Neve neticen boya başa çatsın Nişanın mübarek olsun Tezze nubarlara çatasan Oğluna toy eyliyip gelin getiresen Ölenlerinin yeri behişt olsun Allah ölenlerine qeni qeni rehmet elesin Allah utandırmasın Başı aşağı olmayasan Pis günün olmasın Namerde möhtaç olmayasan Sabahın Heyir olsun Tahdın taht olsun, bahdın baht Tezze tezze nubarlara çıhasan Uğur olsun Urzan bol olsun Sağ salamat olasan Seher üzüne heyirliye açılsın Ulusun utanmasın Uşaqlarını Allah sahlasın Üreyin ışığlı olsun Allah üreyine göre versin Kasıplıh görmüyesen Heyir duan gabul olsun Bu dünyada elinnen verdiğin o dünyada qabağına çıhsın Halal süd emesen Allah sene halal süd emen çatdırsın Halalına haram qarışmasın Halal hoşun olsun Cavan qeddin yere gelmesin Canın sağolsun Şirin dilli olasan Ağzın şirin olsun Şan şöhretin artıh olsun Şaddıh içinde olasan Behdinle qoşa qarıyasan Elli günlü olasan Elden ayaqdan düşmeyesen Allah heçkese möhtac elemesin Allah namerde möhtac elemesin Salamat qal Geceyiz heyire qalsın Sinende ağ tüyler pistin Sakgalın ağarsın Hac Kelbayı nesib olsun Ebulfazıl Abbas kömeyin olsun Oniki imam kömeyin olsun |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriNinniler Laylay dedim ucadan Sesim çıhdı bacadan Allah seni sahlasın Çiçekten, qızılcadan Layla balam a layla Layla gülüm a layla Layla dileğim layla Guzum çöreyim layla Layla dedim bilesen Düşmeyesen dile sen Boya başa çatasan Oynayasan, gülesen Layla balam a layla Layla gülüm a layla Layla dileğim layla Guzum çöreyim layla Atım tutum men seni Şekere qatım men seni Atan eve gelende abağa tutum men seni Layla balam a layla Layla gülüm a layla Layla dileğim layla Guzum çöreyim layla *** Evim eşiyim layla Gızıl beşiyim layla Sen yahşı şirin yuxuda Çekim keşiyin layla Layla balama layla Layla gülüme layla Layla dedim yatasan Gızıl güle batasan Gızıl gülün içinde Şirin yuhu tapasah Layla balama layla Layla gülüme layla *** Yuhusu şirin balam Beşiyi serin balam Dayına qurban Tayına qurban Payına qurban Yayına qurban Yazına qurban Özüne qurban Sözüne qurban Gözüne qurban Nazına qurban Adına qurban Dadına qurban Ay üzlü balam Ay duzlu balam Canım layla a layla Balam layla a layla Laylası şeker balam Nenesine nöker balam Balam layla a layla Gülüm layla a layla Laylamın adı balam Ağzımın dadı balam Senin adını qoyum Atamın adın balam Adına layla Dadına layla A nazlı balam A duzlu balam Üzün ağ olsun Atan sağ olsun Balam layla a layla Camın layla a layla Laylası şeker balam Ay mene nöker balam Layla beşiyim layla Evim eşiyim layla Balam bal işler görsün Damağı dişler görsün Balam tezce böyüsün Heyirli işler görsün Ay üzlü balam Ay duzlu balam Dilim dileyim Evim bezeyim Allah kömeyin Canına qurban Dayına qurban A nazlı balam Laylası şeker balam Evine nöker balam Balam layla a layla Gülüm layla a layla Layla dedim soyuna Gurban kesim boyuna Sen tez boya başa çat Eller gelsin toyuna Bağların barı Dağların qarı A nazlı balam A sazlı balam Gurban gözüne Şirin sözüne Ay üzlü balam Ay duzlu balam Laylası şeker balam Nenesine nöker balam Balam layla a layla Gülüm layla a layla Laylan bal şirin olsun Beşiyin serin olsun Keşiyinde men durum Goy yuxun derin olsun A gözüm menim A sözüm menim A nazlı balam A sazlı balam Behdim çiçeyim Ömür göyçeyim A dilim bala A gülüm bala Laylası şirin balam Yuhusu derin balam Layla beşiyim layla Evim eşiyim layla Layla dedim yat dedim Muradına çat dedim Erenlerin içinde Metlebine çat dedim Ömrümün yarı balam Mülkümün varı balam Bağların barı balam Dağların qarı balam Diller emeyim Dinim direyim Evim bezeyim Allah kömeyi Ay üzlü balam Ay duzlu balam Ay şelesi şekerim Obasına nökerim Balam layla a layla Gülüm layla a layla *** Balam gelir bazardan Qırmızı donu qızardan Allah balamı sahla Yaman gözden nezerden A gözüm balam Sırr sözüm balam Layla balam a laylay Evim eşiyim laylay Balam gelir ellerden Qoynu dolu güllerden Allah balamı sahla Yaman gözden dillerden A dilim balam A gülüm balam Layla balam a laylay Layla gülüm a laylay Hoşdu özü balamın Toxdu gözü balamın Üreyimde arzun var Keçsin sözü balamın A sözlü balam A duzlu balam Layla balam a laylay Cahım celalım laylay *** Balaların başısan Üzüyümün qaşısan Ömrümün daş-qaşısan A nazlı balam A duzlu balam Beşiyi derin balam Yuhusu serin balam Balam laylay a laylay Gülüm laylay a laylay Laylay dedim diline Ezap çektim ilinen Mışıl mışıl gülinen A nazlı balam A duzlu balam Yuhusu derin balam Beşiyi serin balam Balam laylay a laylay Gülüm laylay a laylay Balam geder gül dermeye Nergizden tac örmeye Deste deste gül bağlar Nenesine göndermeye Menim balam ay balam Göyçek balam ay balam Laylay imanım laylay Laylay gümanım laylay Saçının qarasından Cığır aç arasından Neneler heç doyar mı Bu cür gül balasından A ganım balam A canım balam Laylay imanım laylay Laylay gümanım laylay |
İğdır Gelenek Ve Görenekleri |
08-02-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İğdır Gelenek Ve GörenekleriYöresel İnanışlar Çarşamba Gelenekleri En eski Türk inanç sisteminin bakiyesi olarak “Nes”, yani uğursuzdurBu inanıştan çeşitli çarşamba adetleri doğmuştur; Gara Çarşanba, Kül Çarşanba, Gül Çarşanba, Gözel Çarşanba, Su Çerçenbesi, Yel Çerçenbesi, Evvel Çerçenbesi, Ahir Çerçenbe gibi Bunlardan bu yörelerde ahir çarşanbaya önem verilir Ahir çarşanba; 21 Marttan önceki Salıyı, Çarşambaya bağlayan geceye Ahir Çarşamba; yılın ahir tek günü denir Bu gece evlerde ve mahallelerde öbek öbek ateş yakılır Kızların bu gece bahtlarının açılacağına inanılır: Gızlar diyer atıl matıl çarşanba Ayna tekin bahtım açıl çarşanba gibi deyişleri tekrarlayarak eğlenirler Yeddi Levin Yedi çeşit demektir Bayramın en önemli etkinliklerindendir Bu gece her evde meyve ve yemiş harmanlaması yapılır: kuru üzüm, kuru incir, fındık, fıstık, ceviz, lokum, ama boyanmış yumurta mutlaka bu çeşitlerin içinde bulunur Çeşit listesinin uzunluğu veya kısalığı, hiç şüphesiz ailenin ekonomik gücü ile orantılıdır Bu meyve ve yemiş harmanlaması, evin büyüğü tarafınfdan hakça pay edilir Bu pay etmede yaşa, oğlana, kıza hatta doğmamış fakat doğmak üzere olanlara, uzaktaki akrabalara bile dikkat edilir Ev halkı bunları tatlı tatlı yiyip, tatlı tatlı konuşurlar Çünkü, bu gece evler de dinlenilmektedir Bu da bir gelenektir Kulak Asmak / Gapı Pusmak / Niyet Tutmak Bu gece “Yeddi Levin” in yenildiği gecedir Evlere gelinerek gizlice içeride ne konuşulduğu dinlenir Özellikle evlenecek yaştaki erkek veya kızlar, önceden niyet tutarak, akraba veya komşuların kapı veya pencerelerinin arkasında dinlemeye koyulurlar Olumlu konuşmalar duyarlarsa niyetlerinin tutacağına inanırlarBu herkes tarafından bilindiği için bazen sürprizle de karşılaşabilirler Su Başı Adetleri Akarsu başına gidilir, akarsu soğuk ta olsa yıkanılır, bu sudan eve de getirilirSuya iğne, yüzük, yaprak, gül vb şeyler atılarak bunlarla ilgili çeşitli oyunlar oynanır Her oyun bir niyetle başlar ve sonuca göre de yorumlanır Ayrıca bu oyunlarla beraber çeşitli maniler, türküler de okunur Ağaçta alma Deri yere salma Gel canım al Yarımı alma veya; Gızılgül olam Goncaya dolam Sennen ayrılsam Sararıp sollam Bacadan Şal Atmak Eski köy evlerinin, tam tepesinde bir havalnadırma penceresi vardır Buna aynı zamanda “baca” da denir Ahir çarşanbadan sonra bazı delikanlılar gizlice evin damına çıkar, kendi şallarını “bayramlığımı istiyorum” anlamında bu bacadan evin içine sarkıtırlardı Ev sahibi de bayram hediyesini şalın ucuna bağlar Şair Şehriyar bu adeti şöyle dillendirmiştir; Şal istedim men de evde ağladım Bir şal alıp tez belime bağladım Gulam gile gaçtım şalı salladım Ay ne gözel gaydaydı şal sallamah Bey şalına bayramlığın bağlamak Baca Baca Bu akşam her evin önünde, her mahallede, köylerde köyün ortasına ateş yakılır ve üzerinden atlanır Ateş üzerinden atlanırken: “Ağırlığım, uğurluğum bu odun üstüne” tekerlemesi söylenir Veya; Ağrım uğrum tökülsün Oda tüşüp kül olsun Yansın alov saçılsın Menim bahtım açılsın İl Tefili Yılın tahvili, değişmesi anlamındadır Eski yıla ait gecenin bitip te yeni yıla ait gecenin başladığı gün, saat, dakikadır Bütün niyetlerin ve duaların bu anda ( il tefilinde) olduğuna inanılır Bu değişim saatinde ailenin bütün fertleri “honça” adı verilen yeddi levin sofrasının başına toplanarak daha iyi bir seneye girilmesi için dua edip Allah’a yalvarırlar Bu geleneğe günümüzde ancak bir kaç evde rastlanılmaktadır Kösa-Gelin Nevruzda oynanan bir orta oyunudur Aynı zamanda Nevruzun habercisidir Mahalli takvimde de yerini almıştır Özellikle de küçük çocuklar bu maskeli oyundan çok korkarlar Kösa; bey rolünde bir köy delikanlısıdır Kıyafetler özeldir Ekibin boynuna zil veya çıngıraklar takılır Kösaya kambur yapılır Bu oyunda bir da gelin rolünü üstlenen delikanlı vardır Gelin gibi giydirilir Başına kırmızı bir duvak, alnına küçük bir ayna takılır Ayrıca ekibe, yaş ve başlarına uygun özel kıyafetler ile katılanlar olur Çeşitli maniler eşliğinde oynanır Ay kos kosa gelsene Gelip selam versene Çömçemi doldursana Kosanı yola salsana Nevruz nevruz bahara Güller güller nubara Hanım dursun ayağa Kosaya pay versin ağa Kosa oyununun sonunda, kışı soğuğu, karı, çileyi ve sıkıntıları temsil eden kösa ölür Baharı, hayatı, sevinci, hürriyeti temsil eden kız hayatta kalır Oyun bittikten sonra hangi evin önünde sergilenmişse o ev tarafından ödüllendirilir Para, yağ, un, şeker verilir Oyun bazen de tulum ve zurna ile de icra edilir Iğdır’da Nevruz sofraları çok zengin olur Bir nevruz sofrasına rastlayan mahalli aşığımız Karahanlı Murat YILDIZ, olayı şöyle destanlaştırarak, gördüklerini tam onbir kıtada ifade etmiştir Yetmişiki türlü yemek var idi Bilinmez ahvali, bu ne sır idi Cem oldu, ol ile pilav yürüdü Yanımca haşabı düştü dediler Ballı börek tavuk eti salata Kuzu pirzolası taze yumurta Ağır hasta yese, gelir hayata Arayıp bulması işte dediler Yukarıda kısaca sıraladığımız etkinliklerden de anlaşıldığı üzere, Nevruz, Iğdır’da da insanımızın karşılıklı olarak sevgi ve saygısını, yardımlaşma duygusunu pekiştirmektedir Dargınlıkların unutularak, kardeşçe yaşamayı telkin etmekte, milli birlik ve beraberlik içerisinde yaşama arzusunu kuvvetlendirmektedir Nevruzla birlikte bölge, zirai faaliyetlere başlayarak, önündeki yılın hazırlıklarına girişir Hıdır-Ellez (Hıdır-İlyas) Küçük çilenin bitimine doğru evlerde bir hazırlıktır başlar Herkes, “Gavıt” yapmak için can atar Çocuklar, büyükler bu gavıt denen macunu lezzetle yerler Gavıt, bir tepsi içine konularak yanına bir tas su, bir tarak, bir ayna, bir şişe kolonya ve bu tepsinin üstüne de kırmızı bir örtü örterek, sessiz ve sedasız bir yere koyarlar Böyle, sessiz ve sedasız bir yere konmasının sebebi, “Hızır” peygamberin gelme ihtimali içindir İnanışa göre, Hızır peygamber gelip, o kırmızı örtüyü açarak gavıt yedikten sonra, su içecek ve aynaya bakarak ta saçını tarayıp, atıyla çıkıp gidecektir Atının ayak izlerine rastlanabilinirmiş İşte o zaman bu izler, Hızır Peygamber’in geldiğine delâletmiş Ayrıca, gavıtda el izi varsa, bu olayı bütünüyle doğruluyor Bununla ilgili şöyle bir inanış daha vardır Hıdır ve Ellez adında iki kardeş Allah’ın çok sevdiği kullardan imiş Bunlar, Allah’tan darda kalanların yardımına yetişmeleri için izin istemişler ve istenilen bu izin de verilmiştir Onların bu iki adını halk, bir ad şeklinde telaffuz ederek, Hıdır-Ellez demişlerdir Bundan maksat aynı zamanda da Hızır Peygamberdir Bunların her ikisi de, (Gerek iki kardeş, gerek Hızır Peygamber olsun) her tehlikeli anda olan iyi insanların yardımına koşup, onu, düştüğü tehlikeden kurtarırmış Hızır’ı tanımak için de eline bakmak lâzımmış Eğer böyle bir sıkışık anda seni kurtaran adam, ortadan kaybolmadan elinde bir kemik görürsen, bil ki Hızır’dır Bu anda farkında olup, yalnız bir dilek dilersen Allah katında kabul olunurmuş Birden çok dilek kabul olunmazmış Hızır, şubat ayının soğuk ve fırtınalı günlerinde atına binerek, dolaşıp, her sıkıntıya düşenin yardımına koşarmış Hızır’ı daima atı ile birlikte anarlar Hızır’ın attan inmesi şubat ayının yirmisine en yakın olan cuma gününe denk gelirmiş İşte o cuma gecesi ve gündüzüne ait bazı inanışlar vardır Bu gün oruç tutan genç, gece rüyasında onunla konuşan kızı alırmış Genç kızlar o günkü cuma gecesi tuzlu ekmek yiyerek çok susamış vaziyette uyurlar Rüyalarında kendilerine hangi erkek su verdiyse onunla evleneceklerine inanırlar Daha başka bir inanışa göre, evlilik çağındaki gençler, bu tuzlu ekmekten (koka) yüksekçe bir yere koyarlar O ekmeği, gelip götüren kuşun gittiği istikametten gelen birisi ile evleneceklerine inanırlar Hızır, aynı zamanda yazın geleceğine de işarettir Halk, şöyle söyler: Hıdır-nebi, Hıdır-ellez Çiçeklendi geldi yaz |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|