Prof. Dr. Sinsi
|
Zekeriya Kelimesindeki Hikmet-İ Malikiyye
Ve eyleyici isim [ism-i fail] “rahîm” ve “râhim”dir (ve böyle ise de, bunda hakim olan rahmettir) Ve hüküm, manaların kendi zatları için gereken bir şey olduğundan, yaratılmışlıkla nitelenemez İmdi (hüküm bir halden ibarettir ve) haller var da değildir, yok da değildir Yani, hallerin varlıkta aynları var değildir; çünkü onlar sadece nisbetlerdir Ve haller hüküm bakımından, yok da değillerdir Çünkü ilmin kendisiyle kaim olduğu bir kimseye “alim” adı verilir, ki bu (alim olmaklık) bir haldir Dolayısıyla alim, ilim ile sıfatlanmış olan bir kimsedir Alim, (ilim ile sıfatlanmış) o kimsenin ta kendisi [ayn] değildir, ilmin de ta kendisi [ayn] değildir Ve gerçekte, ilimden ve ilmin kendisiyle kaim olduğu kimseden başkası yoktur Alim olmak, bu mana ile (yani, alim-olmaklık manası ile) nitelenmesi sebebiyle bu kimsenin halidir Böyle olunca, ilmin o kimseye nisbeti sonradan oldu ve ona böylelikle “alim” dendi Ve gerçekte rahmet, rahmet-eden [râhim] tarafından bir nisbettir ve bu rahmet nisbeti (rahmet sahibi üzerinde) hükmü gerektirir ve bu (hükmü gerektiren nisbet), rahmettir Ve rahmet-olunan’da rahmeti vareden, o rahmet-olunan’a rahmet etmeksizin, rahmeti varetmiş değildir Ve ancak, rahmetin kendisiyle kaim olduğu kimseye, bu rahmetle rahmet edici olmak için, rahmeti varetti![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Ve Hak Sübhanehu Teala Hazretleri, sonradan olma şeyler için mahal değildir Dolayısıyla, kendisinde rahmetin varedilmesi için de mahal değildir O rahmet edicidir ve rahmet edici olan, rahmetin kendisiyle kaim olmasından dolayı rahmet edicidir Böylece apaçık ortadadır ki, O, rahmetin ta kendisidir Bu işi deneyimlemeyen [zevk] ve buna erişememiş olan kimse, “Hak rahmetin ta kendisidir veya sıfatın ta kendisidir” demeye cesaret edemeyip, “Hak sıfatın ta kendisi de değildir, ondan başka da değildir” dedi Böyle olunca, “Sıfatlar ne Hakk’ın huviyetidir, ne de Hak’tan başkadır” demiş oldu Hakk’ın sıfatlarını değillemeye [nefy] güç yetiremediği gibi, sıfatları O’nun ta kendisi kılmaya da güç yetiremedi ve yukarıdaki ifadeye yöneldi Gerçi bu da güzel bir ifadedir, ama şu ifade işin aslına uygun düşer ve karışıklığı da ortadan kaldırır: Sıfatlar, nitelenen Hakk’ın zatıyla kaim olup, aynlarında bir varlıkları yoktur; ve sıfatlar, kendileri ve niteledikleri (Zat) arasında ve birbirlerinin akılla-kavranabilir olan aynları arasında birer nisbet ve göreceliktirler
Rahmet, cem edici [cami] olmakla birlikte, herbir İlahi İsme nisbetle çeşitlidir Bundandır ki, Hak Sübhanehu’nun rahmet etmesi herbir İlahi İsim ile dilenir Böylece Allah ona (yani, dileyişte bulunan kimseye) rahmet eder ve bu, “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” [A’raf Suresi, 7/156] ayetinde işaret edilen rahmettir Sonra, bu rahmetin, İlahi İsimler’in sayısınca birçok kolları vardır O halde, bir kimse, “Ey Rabbim, Bana rahmet et!” dediğinde, rahmet, bir İlahi İsme (yani, “Rabb” ismine) nisbetle genel değildir Bu durum, diğer İlahi İsimler için de geçerlidir Böylece, hatta, Müntakim ismi ile (intikam peşinde olan kişi) “Ya Müntakim, bana rahmet et!” der Bunun böyle olması, İlahi İsimler’in adlandırılan Zat’a işaret ederken, (kendi tikel) hakikatlerinde, birbirinden farklı anlamlara işaret etmesindendir İmdi, bu İlahi İsimlerle dua ederek rahmet dileyen kişi, sözkonusu İsimler’in, kendisiyle diğer İsimler’den farklı ve ayrışık olana işaret ediyor olması dolayısıyla değil, adlandırılan Zat’a işaret etmesi dolayısıyla bu İsimlerle dua eder Çünkü o İsim, dua eden kimse indinde, Zat’a işaret ediyor olduğundan, diğer İsimler’den ayrışık değildir ve ancak kendi zatından dolayı kendi nefsiyle diğerlerinden ayrışıktır Çünkü belli bir sözcükle kendisine işaret edilen anlam, kendi zatıyla, kendisinden başka olandan ayrışık bir hakikattır — her ne kadar İsimler’in hepsi Bir-olan-ayn’a [ayn-ı vahid] işaret etmek için konuldu [vaz’] ise de, bu böyledir Hiç kuşkusuz, herbir İsmin, ancak kendisine özgü olan bir hükmü olduğu gibi, bu İsimler aynı zamanda da adlandırılan Zat’a delalet ederler Bundan dolayı, Ebu’l Kasım bin Kıssî demiştir ki, hiç kuşkusuz herbir İlahi İsim, tek tek bütün İlahi İsimler’in hepsini adlandırır Bir İsmi, anarak öne çıkardığın zaman, o İsmi, bütün İsimler’le nitelemiş olursun — bu, bütün İsimler’in Bir-olan-ayn’a işaret etmesinden dolayıdır Her ne kadar çok olsalar ve her ne kadar hakikatları çeşitli olsa da, bu böyledir![frmsinsi.com](images/smilies/frmsinsi.gif)
Sonra hiç kuşkusuz rahmete iki yoldan erişilir: Bunlardan biri zorunluluk [vücub] yoluyladır — ki, buna Allahu Teala’nın, “Ben rahmeti takva sahipleri ve zekat verenler için farz kıldım” [A’raf Suresi, 7/156] sözünde işaret edilmiş olup, Hak tarafından kullar için ilme ve amele ilişkin sıfatlarla kayıtlanmıştır Ve ikinci yol, ilahi bağış [imtinan] yoludur ki, burada, erişen rahmet hiçbir amelin karşılığı değildir Buna da Hak Teala’nın, “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” [A’raf Suresi, 7/156] sözünde işaret edilmiştir Ve (Resulallah hakkındaki) “Ta ki, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın” [Fetih Suresi, 48/2] sözü de, tıpkı, “Ne dilersen yap, kuşkusuz Ben senin günahlarını bağışladım” sözü gibi bağışsal rahmete [rahmet-i imtinan] işaret eder Öyleyse, bunu bil!
|