Duyarsız Hikaye |
07-11-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Duyarsız Hikayeçünkü ben "haklısın" dedi kız "insan, insanlığını; kendisini diğer canlılardan ayıran temel özelliklerini keşfetmeye başladığından beri ölümü anlamaya çalışıyor, ölümü anlamaya, onu tanımaya, yenmeye ve ondan korkmamaya başladıkça da hayatı tanıyor hayatı anlıyor ve hayatı yeniyor bu bitmek tükenmek bilmez, kıyamete kadar sürecek bir koşudan başka bir şey değil ama insan kendini tanıdıkça, hayatı tanıdıkça, ölümü tanıdıkça daha az insanlaşıyor" bir üniversitenin psikoloji bölümünün son sınıfındaydı yakında mezun olacak, belki yüksek lisans yapacak, hırsları onu tetiklerse, bir yığın akademik ünvanın arkasından koşa koşa yaşlanacaktı gözlerindeki pırıltı birkaç yıla kalmadan yerini ölü balıkların gözlerindeki o donuk bakışlara, sesindeki heyecanlı titreme yerini bezgin mırıldanmalara, konuşmasını desteklemek için kullandığı ellerinin gergin ve taze cildi yerini eski, yıpranmış ve kırışmış bir cilde bırakacaktı o da yaşamın kendisi gibi, zaman gibi, var olan her şey gibi eskiyecek, eksilecek, küçülecek, çürüyecek, kokuşacak ve ölüp gidecekti kalın kırmızı boyalı dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarasını yakarken saçları rüzgarda bir kere havalandı alnına düşen bir tutam kahkülü elleriyle arkaya attı "yazdıklarını, kitaplarını, konularını, o konuları hiç alışılmadık biçimlerde didiklemeni, okuru hırpalamanı çok seviyorum" dedi "ama çok merak ediyorum neden yazıyorsun, yazmanın nedeni ne senin" sigarasından aldığı dumanı cevap vermemi bekler gibi bir süre içinde tuttu beklediği olmayınca, hala soran gözlerini gözlerime iyice dikip dumanı dudaklarının arasından usulca bıraktı iri zeytin karası gözlerinin içinden gözbebeklerini ayırt etmek olanaksızdı gözlerine baktıkça dipsiz bir uçuruma düşer gibi oluyor, sonra tekrar kendime geliyordum gözlerini daha da dayanılmaz kılan uzun kirpikleri çoğu erkeği kendisine aşık etmeye yeterdi ama zaman onları da silip süpürecek, buruşturacak, dökecek, söndürecek ve anlamsızlaştıracaktı şimdi hayranlıkla süzdüğüm her yeri yıllar sonra belki hiç kimse tarafından arzu edilemeyecek birer organdan başka bir şey olmayacaktı kısacık ve daracık mavi eteğini elleriyle tutma gereği bile hissetmeden, bacak bacak üstüne atarken beyaz ve düzgün bacakları birbirine bir ritüel tadında dokununca titredimgözlerim kadınlığının utangaç sokaklarına süzüldü dalındaki bir meyve kadar taze, ama her an düşecekmiş kadar da olgundu "biliyor musun" dedi "her yazarın birbirine çok benzeyen ama aynı zamanda da birbirinden çok farklı yazma serüvenleri ve gerekçeleri var bu çok ilgimi çekiyor bir insan neden yazar, neden herkesin bildiği bir şeyi kimsenin görmediği şekilde tekrar anlatır ki" onun paketinden bir sigara da ben alıp yaktım çok değil, bir on yıl kadar sonra bacakları da muhtemelen selülitlerle biçimsizleşecek, teninin rengi, bu süt beyaz davetkarlıktan, ölümün renksiz esmerliğine dönüşecekti zaman her şey gibi bütün bunları da eskitecek, yıpratacak, bozacak ve sonunda öldürecekti iyice yaşlandığında, şimdi özgürce teşhir etttiği her yanını kapamaya çalışacak, onları kimselerin görmesini istemeyecekti şimdi uçları, incecik gömleğinin kumaşından hissedilecek kadar sert olan göğüslerini, iyice yaşlanınca, kalın bir sütyenle gizlemeye ya da mümkün olduğunca dik göstermeye çalışacaktı zamanın tenindeki derin izlerini kozmetik sektörünün mucize kremleriyle kapamaya çalışacak ve selülitleri için olmadık fizik egzersizler deneyecekti belki etek giymekten vazgeçecek, mümkün olduğunca bol ve koyu renk pantolonlar giyecekti zaman ve onun kızkardeşi ölüm, bu kızın bu dokunulmaz, bu dayanılmaz ve bu asi gençliğini aslında göz açıp kapayıncaya kadar kısacık yıllarda eritip bitirecekti yeniler eskiyecek, eskiler ölecek, ölüler çürüyecek, çürüyenler kokuşacaktı o, ve şimdi zamanın karşı konulmaz çıkmaz sokaklarına hapsolmuş bir gençliği yaşıyordu "saat kaç" dedi "üçteki derse mutlaka yetişmem gerekiyor intihar davranışını inceleyeceğiz birkaç yazı hazırladım bu konuda onları tartışacağız biliyor musun, intihar çok ilginç bir davranış hasta bir davranış falan da değil aslında sanıyorum, kökeninde bilinenden çok daha asil psişik gerekçeler var üstelik intihar eden tek canlı sadece insan değil" saat henüz üç değildi gitmesi gerekmiyordu ya da gitmesi için daha zamanı vardı dilinin o koyu pembe renginin kararması, tat alma duyusunu gittikçe yitirmesi, bir başka dille buluşsa bile heyecanlanamaması için de zamanı vardı işte, o zaman içinde, dili ağzında gittikçe daha bir hareketsizleşecek, daha bir pörsüyecek, tatlıyla ekşiyi, ekşiyle tuzluyu daha bir zor tanıyacak, birkaç sessiz harfin art arda geldiği sözcükleri daha bir zor seslendirecek ve bütün bir ağzının içinde açılmış olan derin kırışıklıklar yüzünden içinin derinliklerinden, dişlerinin arasından gelen kötü kokuları hep bir parça karanfil tohumu ya da bilmem kaçı bir arada diş macunlarıyla bastırmaya çalışacaktı yavaş yavaş kendi kendisine ağır bir koku duyduğunu düşünecek, çocuğuna ya da torununa sık sık kokup kokmadığını soracak ve her defasında da "hayır" cevabını alacaktı çünkü o bu soruyu hep kendisinden çok daha genç olanlara soracaktı oysa zamanın, kendi kokusunu sadece eskiyenlere sindirdiğini hiç düşünmeyecekti şimdi parfüm tanecikleriyle mislere bulanan teni, ter kokusunu giderici spreylerle bir çiçek bahçesine dönüşen koltuk altları, çok değil bir on-on beş yıl sonra onun için istenmeyen, sorunlu bölgelere dönüşecekti zaman sadece akreple yelkovanın ebecilik oyunu değildi kalktı kalkarken gömleğinin bir düğmesi göğüslerinin direnci karşısında kendiliğinden açıldı açılan düğmesine baktı göğüslerinin birbirinden ayrıldığı yumuşak kıvrımlar güneşin altında bir kez gümüşlendi düğmesini kapatmadan gülümseyerek gözlerime baktı saçları rüzgarda yüzünü bir kapatıp bir açıyor, gülümsemesi gittikçe güzelleşiyordu, göğüs uçları sertleşiyor ve dudakları aralanıyordu yüzünde batan güneşlerin, doğan ayların haddi hesabı yoktu karşımda öylece duruyor, bana gülümseyerek bakıyor, gömleğinin düğmesini inatla kapatmıyor ve dağılan saçlarına hiç aldırmıyordu ama hızla yaşlanıyordu göz altları torbalandı gergin ve taze cildi pörsüdü saçları canlılığını yitirdi, seyreldi ve kumral rengi açıldı kendisini hafif arkaya yaslanırmış gibi gösteren biçimli beli kalınlaştı, öne eğildi ve sırtı kamburlaştı etekleri uzadı göğüslerinin düğmelerine isyan ettiği gömleği koyu renk bir kazağa, ojeli tırnakları kırık, sararmış ve çapalaşmış uzantılara dönüştü kendisini durmadan kokluyordu bakışları, çırpıntısız ölü denizler kadar hareketsizleşti yanakları yer çekimine direnemeyip aşağılara doğru sarktı omuzları çöktü kalçaları gevşedi ve gözlerini gözlerimden ayırmadan "haklısın" dedi "insan, insanlığını; kendisini diğer canlılardan ayıran temel özelliklerini keşfetmeye başladığından beri ölümü anlamaya çalışıyor, ölümü anlamaya, onu tanımaya, yenmeye ve ondan korkmamaya başladıkça da hayatı tanıyor hayatı anlıyor ve hayatı yeniyor bu bitmek tükenmek bilmez, kıyamete kadar sürecek bir koşudan başka bir şey değil ama insan kendini tanıdıkça, hayatı tanıdıkça, ölümü tanıdıkça daha az insanlaşıyor" bir zamanlar bir üniversitenin psikoloji bölümünün son sınıfındaydı sonra mezun oldu, yüksek lisans yaptı, hırsları onu tetikledi, bir yığın akademik ünvanın arkasından koşa koşa göz açıp kapayıncaya kadar yaşlandı yaşlanana kadar hep konuştu hiç yazmadı rüzgarın iyice dağıttığı saçlarını iki avucuyla arkaya toplayıp "neden yazdığını, yazmanın gerekçelerini çok merak ediyorum" dedi bir kez daha "nedir seni böyle herkesten ayrı tutan" onun masadaki paketinden bir sigara alıp yaktım "çünkü ben aslında dilsizim" diye bağırdım içimden avaz avaz "çünkü ben aslında dilsizim ve senin gibi bir ölümlü olmak istemiyorum" alnının üzerinde bir ay daha battı ellerini usulca arkaya sakladı derin derin soluklandı ve neden yazdığımı ne kadar bağırırsam bağırayım, beni asla duymadı gerçek bir dost için 21/11/2001 |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|