07-10-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Zor Karar 2
Doğan, Müge’nin ellerinden sıkıca tutarak sarp kayalıklardan indirmeyi başarmıştı Yalnız Müge’nin inerken birkaç kez ayağı kaymış ve düşmüştü Daha dizindeki yara kurumadan, tekrar tahrip olan derisinden akan kan ayak bileklerine doğru süzülmeye başlamıştı
Müge, kafasını eğip bakamıyordu bile Çünkü bayılacak gibi oluyordu Avucundaki mendil, sulu boya püskürtme çalışmalarına dönmüştü
Doğan, derin bir iç geçirerek ceplerini yokladı Her zaman yanında mendil taşırken aksilik ya şimdi bir tane bile yoktu Müge’ye bakarak konuşmaya başladı
- Şu haline bak! Derhal bir poliklinik bulup bacaklarına pansuman yaptırmalıyız Daha sonra da adresini söyle evine bırakayım!
- Teşekkür ederim ama artık size daha fazla zahmet vermek istemiyorum Siz yolunuza, ben yoluma gideyim
Müge, kaşlarını çatarak yüzündeki kararlı ifadeyi zerre kadar bozmadan elini uzattı 
- Allahaısmarladık Lütfen daha fazla ısrar etmeyin
Doğan, Müge’nin gözlerinin içine derin derin baktı Sonra da titreyen, narin, yumuşacık ellerine İçindeki ses:
- “Bırakma bu kızı! Var bir derdi!”
diyordu Saatine baktı ve bir yakınıymışcasına sert bir ses tonuyla
- Bana bak kafamın tasını attırma! Paran da olsa bu ıssız yerde, gecenin bir vakti taksiye binemezsin
Aralarında geçen ses ayarı bir hayli yüksek diyalog, bir süre daha devam etmişti O sırada kendilerine yaklaşan bir taksi kornasını çalarak yavaşça durdu Doğan, arka kapıyı açtı ve Müge’ye kaşlarını yukarı kaldırarak koltuğu işaret etti Müge, o kadar yorgundu ki bir an mücadele edecek, ısrar edecek gücü kendinde bulamadı ve biniverdi Tabi ardından da Doğan yerleşti arabaya
Bir süre sonra şoför dikiz aynasından;
- Nereye gidiyoruz ağabey
dedi Doğan’ın gözlerinin içine bakarak Doğan Müge’ye döndü ve yolu tarif etmesini istedi
Sokak lambalarının aydınlattığı karanlık ara sokaklardan çıkan başıboş köpekler gece bekçiliğine soyunmuşcasına taksiye doğru yaklaşarak havlıyorlardı Müge’nin yüzü kireç gibiydi Kaldırımlarda salınarak müşteri aradıkları her hallerinden belli olan mini etekli, siyah fileli çoraplı, ince ve yüksek topuklu kadınların şuh kahkahaları Müge’yi tedirgin etmişti Hayatında filmler dışında bu tarz kadınları yakından görmemişti Doğan’a minnet duygusuyla baktı fakat gözgöze gelince derhal bakışlarını kaçırdı
Bir sonraki dönemeçte ellerinde bira şişelerini birbirlerine fırlatan ve ağza alınmadık küfürler savuran adamları görünce “iyi ki yalnız değilim” diye Allah’a şükürler etti
Müge, yaptığına inanamıyordu Aslında bir damla kandan, küçücük bir böcekten kıyamet koparan bir yapısı vardı Nasıl bir cesaret gelmişti de o kayaların tepesine çıkmıştı Kendine bir türlü inanamıyordu Gözlerini kapattığında tekrar o yüksekliği, saçlarını birbirine dolaştıran ve yüzüne Osmanlı tokadı gibi çarpan sert rüzgarı ve kudurmuş dalgaların sesini hissetti
Doğan’ı gözünün ucuyla bir süzdü Acaba kimdi? Ne iş yapıyordu? Tek bildiği atmaca gibi gelip onu kurtarışıydı Üstelik gelip müdahale ettiğine göre yüreği insan sevgisiyle dolu, merhametli biriydi kesin 
Taksi yaklaşık kırk beş dakika sonra kendi sokağına getirmişti Müge’nin birden vücudunu ateş bastı ve boncuk boncuk terlemeye başladı ve heyecanlı bir sesle:
- Lütfen burada durun!
Doğan geldik mi diye sordu?
Müge dudaklarını ısırıyordu Gözleri kan çanağına dönmüştü Titrek bir sesle:
- Kapıyı çaldığımda kesin babam açar ve beni döve döve öldürür! Kayalıklardan kurtardın beni ama babamın gazabından kurtaramazsın!
Doğan şaşkındı Gözlerini sonuna kadar açtı ve söylenmeye başladı
- Bak kızım! Ailenle aranla ne olup bittiğini bilmiyorum ama eminim ki ailen seni çok merak etmiştir Saçmalama ve git o kapıyı çal! Her ne yaptıysan da özür dile onlardan! Anlaşıldı mı?
Müge, çılgına dönmüştü Doğan’a ateş püskürüyordu
-Ben mi kurtar dedim sana! Üstelik ben suçsuzum anladın mı? Sadece bıktım her şeyden daha doğrusu erkeklerden! Bırak beni ve git Ama o eve asla girmeyeceğim bunu da bil!
Taksi şoförü sinirli bir şekilde arkasını döndü ve sitem etti
Bakın değerli kardeşlerim ya inin ya da devam edeyim! Böyle olmuyor ama!
Doğan:
- Kusura bakma ağabey! Devam et! Anadolu caddesine gideceğiz!
dedi kararlı bir ses tonuyla
Müge derin bir of çekti Sonra elbisesinin üstündeki kanlara baktı ve refleks bir biçimde geri gözlerini kapattı
Damarlarındaki kanın bazen sebepli olarak bir yolunu bulup dışarı atıldığını biliyordu Tıpkı kendinin de sıkıntıdan patladığında birilerine içini boşaltma isteği gibi Belki damarların da sahipleri gibi rahatlamaya ihtiyacı vardı kimbilir
Ama ne zaman kan görse ruhunun ırmağı taşıyordu Hatta kendi sınırları içindeki sularda boğuluyordu, Her şey tersine gidiyor, yıllar onu azgın bir dalganın koynuna alıp, köpük gibi kaybolan çocukluğuna atıveriyordu
Döndüğü yer; görünüşte küçücük ama hatıralarının kapladığı alan kadar büyüktü Duvarlar yeşilin en soluk tonuna boyalıydı Ayaklarını bastığı yer tüyleri üstüne basılmaktan ezilmiş çimenler kadar boynu bükük bir halıydı Evet rengini dün gibi hatırlıyordu, Hiçbir şeyin canının kalmadığı bu evde o da gülkurusuydu
Tam ortada siyah beyaz desenli bir sofra bezi ve üstüne konmuş masa yerine geçen yuvarlak ayakları olan bir tahta parçası Oklavayla tahtanın yuvarlığınca açılmış büyükçe kulak memesi kıvamında bir hamur Ama kıvamında gitmeyen bir şeyler vardı
Neden çıktığını dahi hatırlayamadığı bir kavganın sonunda kana bulanan yerler Oysa ki başlangıçta ne kadar eğlenceliydi annesinin verdiği küçük hamurla şekiller yapmak Hemen gözlerini iki eliyle kapatmış ama parmak arasından da çocuksu bir merakla olanları gözetliyordu Hamurun rengini değiştirenin anneciğinin burnundan akan kan olduğunu işte o an fark etmişti Babası üst üste tekmeler savuruyordu Annesi yapma ne olur diye haykırıyordu
Bacakları zangır zangır titriyor, tırnaklarını kemirmiyor adeta yiyiyordu Ağlayarak odasına kaçmıştı Çakmak çakmak yanan gözleri küçücük odanın her noktasını radar gibi taramış, en sonunda dolabın içine girmiş bir kuş gibi tünemişti Küçücük ellerini kulaklarına sıkı sıkı kapatıyor ama yine de bütün sesleri tüm çıplaklığıyla duyuyordu
Minicik yüreği bir serçe gibi atıyordu Korku, merak ve dehşetti hissettikleri Ama büyüdükçe duyguları nefrete dönüşmeye başlamıştı Annesine eli kalkan babasına korkarak bakıyordu
Doğan taksinin koltuğunda kafasını geriye doğru atmış ama kiprikleri sürekli kıpır kıpır eden Müge’nin uyumadığının farkındaydı Ama yüzündeki ifade; sanki derin bir rüyanın ortasında olduğunu ve acı çektiğini söylüyordu Acaba omuzuna dokunup “aç gözlerini mi desem” diyor sonra da vazgeçiyordu
Müge, içindeki savaşları kronolojik bir sıraya göre tekrar yaşıyor gibiydi Memleketten gelen haberle annesi nasıl da sarsılmıştı Anneannesini hastahaneye yatırmışlardı Annesinin hüngür hüngür ağladığını çok iyi hatırlıyordu Babası, hep paranın yokluğunu bahane ederek onları hiç memlekete göndermezdi Ama o gün annesi babasının dizlerine çökmüş;
- Ne olur bilet al da anama gönder belki son görüşümdür
diye nasıl da yalvarıp yakarmıştı
Annesinin özlem çetenesini tuttuğu onuncu gündü
DEVAM EDECEK
Aysel AKSÜMER
|
|
|